Uluslararası İlişkiler \ 8-11
Cenker Korhan Demir Terörizmin ortaya çıkışını antik çağlara kadar götürmek mümkün olsa da, bu sorunun akademik çalışmaların konusunu oluşturmaya başlaması ancak 20'nci yüzyılın sonlarına doğru olmuştur. Uluslararası alanda yaygın olarak görülen bu eğilim ülkemizi de etkilemiş, terörizm sorunun anlaşılması ve çözümüne yönelik son yıllarda artan bir şekilde bilimsel anlamda çaba gösterilmeye başlanmıştır. Fakat ülkemizdeki akademik çalışmalarda Türkiye'ye özgü soruna odaklanılarak genel olarak bir terörist örgütün ayrıntılı olarak incelendiği dikkat çekmektedir. Bu kitap, Avrupa ülkelerinde benzeri motivasyonlara sahip örgütlerin neden ortaya çıktıkları ve ilgili ülkelerin bunlarla nasıl mücadele ettiklerini karşılaştırmalı olarak analiz ederek, mevcut yazına katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Sebeplerinden Mücadele Yöntemlerine Etnik Ayrılıkçı Terörizm: PIRA, ETA, PKK başlıklı bu eser, güvenlik ve terörizm alanında çalışan araştırmacılara olduğu kadar konuya ilgi duyan kamuoyunun da faydalanabileceği bir kaynak niteliğindedir.
Cânip Kocaoğlu Sünni İslam'ın muhafazakâr ve bağnaz bir kolu olan Selefîlik, çağdaş İslam düşünce anlayışına ters düşmesi ve küresel jeopolitik düzen üzerinde oluşturduğu kaotik etkisi nedeniyle son yıllarda çokça araştırılan bir konu hâline gelmiştir. Başlangıçta, erken İslam döneminin saf uygulamalarına geri dönme arzusunda kök salmış olan Selefîlik, zaman içinde farklı yorumlarla gelişerek bölgesel ve küresel etkilere yol açmıştır. Selefîliğin modern dünyadaki karmaşık rolünü anlamak için tarihsel kodlarını ve bölgesel etkilerini anlamak önemlidir.
Selefîlik anlayışı; tarihsel, kültürel ve jeopolitik faktörlerin etkisiyle bölgelere göre değişir. Suudi kraliyet ailesi ile aşırı muhafazakâr Vahhabi din adamları arasındaki ortaklığın, Selefîliğin küresel alanda yayılmasında önemli bir etkisi oldu. Suudi Arabistan'daki dinî yapı, Selefîlikle benzerlikler taşıyan Vahhabi öğretilerinin yayılmasını destekledi. Suudi Arabistan'ın mali kaynakları; camilerin, dinî okulların inşasına ve Selefî edebiyatın dünya çapında yayılmasına katkıda bulunmuştur.
Bu kitap, Selefîlik inancının tarihsel süreci ve temel bazda doktrinleri hakkında detaylar vermektedir. Suudi Arabistan'ın Selefîlik üzerine geliştirdiği politika, bölge ülkelerinde de etkilerini göstermektedir. Yine bu çalışma Suudi Arabistan'ın dinî ideolojisi olan Selefîliği, rejimi ve hanedanlığı ayakta tutmak için dış politika aracı olarak nasıl kullandığından bahsetmektedir. Özellikle Suudi Arabistan'ın çevresinde Şii Hilali olması ve kendi petrol bölgelerinde Şiilerin yaşaması Suudi rejimi üzerinde güvenlik kaygıları yaratmaktadır. Suudi yönetimi, bu bağlamda, bölgenin güç dengelerine dikkat etmekte ve yaşanan gelişmeleri mezhepsel bakış açısıyla değerlendirmektedir. Suudi Arabistan Devletinin Selefîlik inancını İslam ülkelerine nasıl yaymaya çalıştığını ve bunu hangi kaygılarla yaptığını açıklamaya çalışmaktadır. Ayrıca küresel anlamda etkileri olan; radikal, cihadi, selefî örgütlerin hangi düzlemde geliştiği üzerinde durulmaktadır.
Ali Berke Canbolat, Betül Yılmaz, Mehmet Akkan,Melike Avşar Bu kitap, Ulusaşırı Hareketler dersi çerçevesinde hazırlanan bölümlerden oluşmaktadır.
İlk bölüm, Ali Berke Canbolat tarafından kaleme alınan, ABD seçimlerindeki göçmen söylemlerinin karşılaştırmalı analizini içerir. Trump ve Biden'ın göç politikalarının toplum üzerindeki etkileri mercek altına alınmaktadır.
İkinci bölümde, Betül Yılmaz'ın "İslamofobi Kapsamında Fransa'nın Orta Doğulu Göçmenlere Yaklaşımı" başlıklı çalışması, Fransa'daki mültecilere yönelik medya araştırması yaparak İslamofobi ve mülteci ilişkisini incelenmektedir. Yılmaz, bu konuya dair elde edilen verilerle literatüre katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
Mehmet Akkan'ın "Suriyeli Mültecilere Dair Algılar: Güvenlikleştirme Teorisi ve Türk Basınında Yansımaları" isimli çalışması ise Suriyeli mültecilerin Türk halkı tarafından nasıl algılandığını ve bu algının güvenlikleştirme teorisi bağlamında nasıl şekillendiğini ele almaktadır.
Son bölümde, Melike Avşar'ın "Brexit Sürecinde Göç ve Güvenlikleştirme" başlıklı çalışması, Brexit sonrası Birleşik Krallık'ta göçmen algısının medya ve analiz yoluyla nasıl değiştiğini irdelemektedir. Bu zengin içerikli kitap, göç ve mülteci konularında derinlemesine bir bakış sunarken bu alanlarda yeni araştırmalara ilham kaynağı olmayı hedeflemektedir.
Ferhat Tekin Teritoryal sınırlar, sosyal bilim geleneği içinde 1990'ların başına kadar coğrafya ve uluslararası ilişkiler disiplininin konusu olarak görüldü ve incelendi. Sosyoloji, bir bilim olarak ortaya çıkışından 1990'lı yıllara kadar sınırlara ilgi duymadı ya da sınırları görmezden geldi. Oysa hem teritoryal sınırlar hem de onlara dair hemen her söylem, sembol ve uygulama dolaylı ya da dolaysız olarak toplumla ilgilidir. Zira modern anlamda sınırlar, toplumun bir taraftan başladığı diğer taraftan da bittiği sosyopolitik mekânlar olarak kodlanır. Bir başka ifadeyle aslında modern toplum, daha önce hiç olmadığı kadar hem toprakla (teritorya) hem de sınırlarla ilişkili olarak inşa edilmiştir. Neredeyse bütün teritoryal sınırlar vatandaşlarına bir ulusal kültür ve kimlik algısı dayatır. Bu bakımdan sınırlar toprak üzerine işaretlendiği kadar insanların zihinlerine de çizilir. Bazen toprağa çizilen sınırların insanların zihinlerinde veya kültürlerinde tam bir karşılığı olmayabilir. Bu durumda teritoryal sınırlar büyük ölçüde etkisiz ama bir o kadar da yaralayıcı olabilmektedir. Her hâlükârda sınırdaki yaşam ve kültür; geçişkenliğe, engelleyiciliğe ve diğer birçok açıdan ilginç sosyolojik ilişki biçimlerine yol açabilmektedir.
Bu kitapta sınır, sosyolojik bir perspektiften ele alınarak onun bir taraftan ulus devlet, ulusal türdeşlik ve kültür açısından ne ifade ettiği ve nasıl işlevler üstlendiği; diğer taraftan da sınırın, sınır insanları ve sınır toplulukları tarafından nasıl algılandığı dolayısıyla da sınır kültürünün şekillenmesinde nasıl rol oynadığı ele alınmaktadır.
Abdullah Elcan, Ali Balcı, Emin Erdem Özbek, Gökçen Bilgin Aksoy, Gülsüm Killi Yılmaz, İlker Tosun, Mehmet Fatih Kirişçioğlu, Mehtap Solak Sağlam, Mustafa Can Teziç, Nadejda Tıdıkova, Nükhet Okutan Davletov, Sergen Çirkin, Tamara Nikolayevna Borgoyakova, Timur B. Davletov Göz alabildiğine geniş, uçsuz bucaksız bir coğrafyada, zorlu doğa koşullarıyla çevrelenmiş; bozkırın, taygaların, nehir ve göllerin kucaklaştığı, bağrında; yazılı taşları, taş heykelleri, kurganları saklamış Sibirya... İşte Sibirya halklarının dilleri ve kültürleri, bu koşullarla yoğrulmuş, yüzyıllar boyunca varlığını korumuştur. Ancak büyük Sibirya coğrafyası, barındırdığı bu zenginliği daha yüzyıllarca koruyabilecek midir? Küçük yerli diller ve kültürler, her gün yavaş yavaş yaklaşan tehlikede olma ve kaybolma olgusundan ne kadar uzak kalabilecektir? UNESCO'nun dünya üzerinde tehlikedeki diller atlasında azımsanmayacak bir oranın, Sibirya coğrafyasındaki diller olduğu bilgisiyle karşı karşıyayız. Dolayısıyla Sibirya dilleri, kültürleri üzerine yapılan çalışmaların önemi bu açıdan büyüktür. İşte bu çalışmalara bir damla daha… Bu kitapta; dilden edebiyata, etnografyadan tarihe, arkeolojiden sinemaya ve inanç sistemlerine kadar Sibirya halklarını her yönüyle inceleyen alanın uzmanlarınca kaleme alınmış bilimsel yazılar bulacaksınız.
Merve Demir Modern Batı kültürünün demokrasi, insan hakları, eşitlik gibi önde gelen kavramlarının siyasal olarak en üst seviyesine çıktığı iddia edilen Amerika Birleşik Devletleri gibi bir ülkedeki ırkçı uygulamalara karşı sembol olmuş bir olay üzerinden bu kitapta ele alınmaya çalışılan sivil itaatsizlik kavramı, yine Batı kültürünün tarihsel süreçte tecrübe ettiği sebep ve sonuçların bir neticesidir.
Nasıl ki Sosyoloji, Batı'nın kendini tanımak için geliştirdiği bir bilim dalı ise ve “sosyolojik bakış” eyleminde kaçınılmaz bir Batı bakış açısı varsa, sivil itaatsizliğin Antik Yunan'da adı konmamış olarak başlayan hikâyesi yine temelinde bu medeniyeti barındıran Batı'da devam etmektedir. Bu yüzden kullanılan kaynakların ve bu kaynakların sahiplerinin öncelikli hedefleri, kendi toplumları ve kendi yöneticileridir.
Sosyoloji'de yapılan en büyük hatayı burada fark etmeden tekrarlayıp, bu kaynaklardaki iddiaların küresel bir geçerliliği olduğunu iddia edersek, her şeyden önce bu kitabın yazıldığı dil olan Türkçe'nin yaşadığı kültüre ve töreye büyük bir haksızlık etmiş oluruz. Her kültürün ve bu kültüre mensup toplulukların kendilerine özel şartları olduğunu ve bu şartların da zamanın değişkenliğinden etkilendiğinin altını çizmek gerekmektedir.
Dr. Can Ceylân - Editör
Ahsen Saçlı, Aşkın İnci Sökmen Alaca, Aytekin Cantekin, Ergenekon Savrun, Fulya Köksoy, Gökhan Çapar, Halil Emre Deniş, Halil Kanadıkırık, Hasan Acar, İbrahim İrdem, Mehmet H. M. Bektaş, Ozan Kavsıracı, Serkan Yenal, Süleyman Temiz, T. Gökhan Özçelik, Yunus Karaağaç “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” Bu sözle Herakleitos, zamanının çok ötesine bir mesaj göndermekteydi. Günümüzde zamana yenik düşen dünya ve insanlık, bu sözü her geçen saniyede yaşayarak doğrulamaktadır. Bir saniye öncesine dönmenin imkânsızlığı, pek çok alanda olduğu gibi uluslararası politikada da sürekli değişen ve dönüşen bir ortamı doğurmaktadır. Terörizm de uluslararası politikadaki diğer her şey gibi değişmektedir. Özellikle 11 Eylül Saldırıları, dünyada terörizmin değişim ve dönüşümünde katalizör etkisi yaratmış ve yeni bir başlangıç oluşturmuştur.
Siyasal şiddet, toplum ya da devlet kanalıyla gerçekleşen politikanın şiddet yoluyla işletilmesini ifade ederken radikalizm (köktencilik), bilim, din ve politikada temelden değişiklik yapma eğilimini ifade etmektedir. Bu kitapta terörizm, siyasal şiddet ve radikalleşme boyutuyla işlenmiştir. Alanında uzman akademisyenlerden oluşan yazar kadrosuyla ve uzun uğraşlarla hazırlanan bu kitabın, öğrencilere, akademisyenlere, güvenlik kuvvetlerine ve konuya ilgi duyan genel okuyucuya hitap etmesi amaçlanmıştır.
Colin FLINT, Peter J. TAYLOR, Pearson Çok hızlı değişen günümüz dünyasında süreklilik ve süreksizlikleri anlaşılır kılmak, sağlam bir odak noktası ile birlikte esneklik de gerektiriyor. ColinFlint ve Peter J. Taylor entelektüel açıklık, titizlik ve vizyonlarıyla bu entelektüel gerekliliği karşılayacak bir metin ortaya koyuyorlar. Flint ve Taylor, küresel düzeyde deneyimlediğimiz değişimleri dünya-sistemleri çerçevesinde bir teorik bağlama yerleştirerek, politik şiddetten terörizme, çevre felaketlerinden emperyalizme, ekonomik eşitsizliklerden dışlayıcı ve köktenci milliyetçi ve dini politikalara, toplumsal cinsiyetten kentlerin küresel politikalara etkisine kadar çok sayıda sorunu doğrudan ele alıyor ve bizlere farklı bir bakış açısı kazandırıyor. Siyasi Coğrafya: Dünya-ekonomisi, Ulus-devlet ve Yerellik, başta uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, siyasi coğrafya ve ilişkili alanlarda çalışanlar ve öğrenciler olmak üzere dünya politikasının işleyişini geleneksel ve alışılmış bakış açılarından farklı bir tarihsel ve coğrafi çerçevede anlamlandırmaya çalışan herkese temel bir metin sunmaktadır.
Tarık Demir Sosyal bilimler alanında ortaya konulan çalışmalarda çoğunlukla tarih ve coğrafya disiplinlerine ait bulguların birbirinden bağımsız ve ilintisiz bir şekilde kullanıldığı ve yine bu iki disiplinin kesişim noktasını oluşturan siyasi coğrafya konusuna gerekli ve yeterli ilginin gösterilmediği müşahede edilmektedir. Tarih ve coğrafya disiplinlerine ait bulguların birbirleriyle ilişkilendirilmek suretiyle analiz edildiği bu monografik çalışmada, sıra dışı sınır konusu coğrafi fragmanlar üzerinden incelenmiştir. Bu çerçevede, uluslararası ilişkiler tarihinde önemli yer teşkil etmiş olan ve/veya teşkil eden otuz iki adet coğrafi fragman örneği, siyasi coğrafya ışığında jeopolitik perspektiften analiz edilmiştir. Uç topraklar, koridorlar, kıstaklar ve bölünmüş adalar şeklinde dört kategoride gruplandırılan bu coğrafi fragman örnekleri aynı zamanda tarihsel açıdan da incelemeye tabi tutulmuştur. Çalışmada Alaska, Caprivi, Wakhan, Tenasserim ve Transnistria uç toprakları; Petsamo, Zengezur, Danzig, Antofagasta, Dobruca, Kongo, Amazon, Eritre, Adriyatik, Eilat, Akabe, Ege, Trieste, Neum-Klek, Siliguri ve Gansu koridorları; Kra, Panama, Orta ve Doğu Avrupa ile Perekop kıstakları; Yeni Gine, Borneo, Éire, Timor, Ateş Toprakları, Hispaniola ve Kıbrıs adaları incelenmiştir.
Dilek Canyurt Security studies have an important position in the discipline of International Relations. Among them, the work of the Copenhagen School has contributed to the literature significantly. One of the most prominent theories of the Copenhagen School is the issue of securitization and societal security. Securitization is the process of seeing any issue that causes security concerns as a threat, through speech acts and it occurs at the end of the process. On the other hand, societal security is a security threat on the identity of the society. The key theme for societal security is the identity. If a society thinks that a subject poses a threat to its own identity, societal securitization occurs. One of the most suitable topics for societal securitization is the issue of immigrants. In this book, the issue of Syrian refugees in Turkey was analyzed by content analysis of the speeches of the parliamentarians in the Turkish Grand National Assembly, and the tweets that were posted on Twitter. While doing this, both these two research universes were compared and the development of the subject over the years was examined from the perspective of societal securitization. This book also addresses the various dilemmas and security dilemmas that contribute to this process.
İbrahim Kamil Bulgaristan Krallığı, İkinci Dünya Savaşı başladığında kısa bir dönem tarafsızlık politikası yürütmüştür. Hitler’in, Bulgaristan’a Güney Dobruca’yı, Vardar Makedonyası ile Batı Trakya’yı vermeyi vadetmesi üzerine Üçlü Pakta katılmış ve Mihver devletleri yanında yer almıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yenilmesi üzerine Bulgaristan’a Sovyet Kızıl Ordusu girmiş, Bulgar Krallığı kaldırılmış ve Halk Cumhuriyeti ilan edilmiştir. İktidara komünistler getirilmiş ve siyasal yapılanması Moskova tarafından düzenlenmiştir. Bu doğrultuda önce Georgi Dimitrov, sonra Todor Jivkov ülkeyi yönetmişlerdir.
Özellikle Jivkov’un uzun iktidar yıllarında Bulgaristan, ülkesindeki azınlıklara yönelik baskıcı uygulamalara imza atmıştır. Jivkov, Bulgaristan Türklerinin “Tek Milletli Sosyalist Bir Toplum” içinde asimile edilmesi için “Zorla İsim Değiştirme” kampanyası başlatmış, yüzlercesinin ölümüne, binlercesinin yaralanmasına ve hapishanelere konmasına sebep olmuştur. Yine Bulgaristan, Pomak Türklerine ve Romanlara yönelik de aynı politikaları sürdürmüş, bu halkların millî kimliklerini silmek istemiştir.
Savaş sonrası oluşmaya başlayan uluslararası iki kutuplu sistemde Bulgaristan, SSCB liderliğindeki Doğu Blokunda yer almış; 1949’da sosyalist rejimli devletlerin ekonomik yardımlaşmasını amaçlayan COMECON’a, 1955’te aynı devletlerin güvenlik şemsiyesi olan Varşova Paktı’na üye olmuştur.
Soğuk Savaş yıllarında Bulgaristan siyasal iktidarı, Sovyetler Birliği yanlısı politika izlemiştir. Ekonomisini iyileştirmek ve ülkesinde sanayi hamlesi başlatabilmek için gerekli olan finansmanı Moskova’dan almıştır. Başta tarım ürünleri olmak üzere dış ticaretinin büyük kısmını da SSCB ile yapmıştır. Keza Sofya yönetimi, dış politikasında da tarihî, geleneksel, siyasal ve ideolojik yakınlık sebebiyle Moskova’dan bağımsız hareket etmemiş, diplomatik ilişkilerini ağırlıklı olarak sosyalist rejimli ülkelerle sürdürmüştür.
Bahar Toparlak, Cemile Arıkoğlu Ündücü, Duygu Kara, Emirhan Kaya, Emre Kalay, Giray Saynur Derman, Hakan Demir, İbrahim Kamil, İlker Alp, Merve Kaya, Mustafa Işık, Nehir Ağırseven, Nesrin Kenar, Onur Limon, Sabri Can Sannav, Selçuk Eryılmaz, Servet Karagöz, Sibel Akgün, Ümran Güneş Soğuk Savaş Döneminde Balkan Devletleri 2+2+2 formülüyle tanımlanmışlardır. Bunlardan Arnavutluk ile Yugoslavya NATO ve VARŞOVA Paktı’ndan ayrı ama Moskova’nın etkisi altında sosyalist rejimli, Bulgaristan ve Romanya Doğu Blok’unda yer alan sosyalist rejimli, Yunanistan ve Türkiye Batı Blok’unda parlamenter demokrasi ile yönetilen devletler olmuşlardır. Bu dönemde Balkanlar, Uluslararası aktörlerin mücadele alanı haline gelmiş, kapitalist ve sosyalist ideolojiler bölge devletlerinin siyasal yönetimlerinde etkin olabilmek için rekabet unsurlarının her türlüsünü kullanmışlardır.
Soğuk Savaş Sonrasında Yugoslavya dağılmış ve yedi yeni devlet ortaya çıkmıştır. Hırvatistan, Sırbistan, Slovenya, Karadağ, Bosna Hersek, Makedonya ve Kosova kısa zamanda bağımsızlıklarını elde etmiş ve idari-siyasi yapılarını, ekonomik ihtiyaçlarını, komşularıyla ilişkileri başta olmak üzere dış politikalarını yeni uluslararası sistemin gereklerine göre düzenlemek durumunda kalmışlardır. Balkanların diğer devletleri olan Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan yeni dünya düzenine ayak uydurmak üzere; çok partili siyasal hayata, serbest piyasa ekonomisine ve diğer devletlerle barış içinde bir arada yaşama anlayışına uyum sağlamaya çalışmışlardır. Bu çabaya Uluslararası Örgütler, ABD ve AB yardımcı olmuştur.
Elinizdeki çalışma; Balkanların yakın tarihi konusunda görülen eksikliği tamamlamak ve bölge devletlerinin siyasal, ekonomik gelişmeleri ile dış politikalarına ışık tutmak amacıyla hazırlanmıştır.
Turgay Merih Sadako, Hiroşima8217;ya atılan atom bombası kurbanlarından biridir. Bomba atıldığında iki yaşında olan bu küçük kız çocuğu o gün ölümden kurtulur ve on iki yaşına kadar sağlıklı bir yaşam sürer... Ancak radyasyona maruz kalmıştır; 1955 yılında aniden hastalanır ve yatağa düşer. Hastanede ölümle pençeleşirken acı sonunu kendisi de biliyordur. Ama bir Japon efsanesine göre, kâğıttan 1000 tane turna kuşu yapan kişinin dilekleri gerçekleşecektir; arkadaşlarından biri bu efsaneyi anlatır kendisine... Son bir umutla işe koyulur Sadako... Günlerce kâğıtları katlayarak turna kuşları yapar... Ne yazık ki 25 Ekim 1955 günü yaşama gözlerini kapattığında yapabildiği kuş sayısı 644\8217;tür. Eksik kalan turnaları Sadako8217;nun arkadaşları tamamlayıp onunla birlikte gömerler... Ve o günden sonra da turna kuşu barışın ve nükleer silahsızlanmanın simgesi olur. Yazar bu alanda alışıla gelmemiş bir anlatım tarzıyla yaklaşık yarım asır devam eden bir mücadeleyi derli toplu ve yeniden kurgulanmış biçimde okuyucularımıza sunuyor.
Onur Ertunç Sari Türkiye Cumhuriyeti, İkinci Dünya Savaşı sonrası NATO ve Varşova Paktı’nın kurulmasıyla oluşan iki kutuplu dünya düzeninde yeni bir savunma ve güvenlik politikasına ihtiyaç duymuştur. Bu yeni politika; kuruluşu, ilkeleri ve inkılapları itibarıyla emperyalizme karşı duran ve sömürülmekte olan milletlerin istiklal davasına örnek ve umut olan Türkiye'nin savaş öncesi müstakil politikalarından uzaklaşmasına sebebiyet vermiştir.
Konusu bakımından İkinci Dünya Savaşı’nın fiilen sona erdiği 1945 yılını çıkış noktası alan bu kitap, 1975 yılına kadar uzanan tarihsel süreçte Türkiye'nin güvenlik meselesini antlaşmalar kapsamında irdelemektedir. Nitekim bu eser, Soğuk Savaş döneminde Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası siyasi, askerî ve iktisadi antlaşmaların iç ve dış politikada yarattığı dinamizmin yanı sıra siyasette ve kamuoyunda uyandırdığı tepkileri incelemek ve etki alanlarını tartışmak amacıyla kaleme alınmıştır. Ele alınan antlaşmaların maddelerine, yapılış süreçlerine, yükümlülüklerine ve orantılılığına da değinen bu çalışma, temel antlaşmalara dayanak gösterilerek yapılan tali antlaşmaların sonuçlarına da dikkat çekmektedir. Sonuç olarak bu kitap, üzerine çokça çalışılan tarihî ve siyasi konulara farklı bir pencereden bakıldığında hâlâ yeni görüşlerin var olabileceğini göstermektedir.
Muhammet Savaş Kafkasyalı Modern Uluslararası Sistem ele alındığında, iki açıdan sorun söz konusu olabilmektedir:
1) Uluslararası sorunlar. Modern Uluslararası Sistemin işleyişi sırasında ortaya çıkan ve sistemin işleyişine uymadığı için adına sorun denen, çözümünün sisteme uygun hâle getirmek olduğu kabul edilen durumlar. Modern Uluslararası Sistemin sorun-çözüm tanımlaması ya da kabulü çerçevesindeki sorunlar.
2) Sistemik sorunlar. Modern Uluslararası Sistemin işleyişinin ürettiği ya da sistemin işleyişinde ortaya çıkan sorunlar.
Biz bir üçüncü durumdan bahsedip bu durumun da incelemesini yapmak gerektiğini düşünmekteyiz. Mevcut literatürde bu üçüncü tür sorun üzerine herhangi bir inceleme olmadığı gibi sorun olarak dahi kabul edilmemektedir.
3) Bir sorun olarak Modern Uluslararası Sistem. Yapısı ve işleyişi itibariyle Modern Uluslararası Sistemin bizatihi kendisinin sorun oluşu.

Considering the Modern International System, there can be two problems:
1) International problems. Situations that arise during the operation of the Modern International System and which are called problems because they do not comply with the operation of the system for which solutions that are suitable for the system are generated. Problems within the framework of the Modern International System's definition or acceptance of problem-solution.
2) Systemic problems. Problems generated by the operation of the Modern International System or arising in the operation of the system.
We think that it is necessary to talk about a third situation and examine it. In the current literature, there is no examination of this third type of problem and it is not even considered as a problem.
3) The Modern International System as a problem. Due to its structure and functioning, the Modern International System itself is a problem.
Ahmed Bux Jamali, Al Mansor Helal, Alessandro Albana, Ali Asker, Amir Ahmed Khuhro, Asad Ullah Khan, Asantha Senevirathna, Ashfak Ahmad Khan, Asma Batool, Basundhara Chakraborty, Büşra Yengeç Ersin, Chinmaya Lal Thakur, Deepa Nair, Farzan Safari Sabet, Hongsong Liu, Iram Naseer Ahmad, İshak Turan, Khola Younas Ansari, Krishna Kumar Saha, Lutfun Nahar, Mahjabin Sultana Mitul, Manjur Ali, Maziar Mozaffari Falarti, Md Nazim Uddin, Md Nazmul Islam, Md Niamot Ali, Miskat Jahan, Mohammad Zahidul Islam, Muhammad Tahir Rashid, Mussarat Jabeen, Nahid Pourrostami, Nasir Riaz, Nusrat Jahan Chowdhury, Rashmi G.M, Ravindra D. Gadkar, Saba Fatima, Sariful Islam, Sarwech Dahri, Sayed Mohammed Abdullah Al Mamun Chowdhury, Seraj Ahsan, Soumya Chaturvedi, Sudesh Pokhrel, Syeda Lasna Kabir, Tohid Asadi, Vineeth Mathoor, Zaheer Hussain Soomro The debates surrounding area studies, including sub-disciplines, spheres of analysis, research boundaries, and theoretical foundations, persist both as a discipline and a field of research. In Türkiye, this field is commonly referred to as area, regional, or field studies. It focuses on the examination and analysis of various regions, and its subjects are evolving along different regional lines. Besides the research and publications from the general to the specific and from the specific to the general, studies centred on certain states (e.g., Russia, Germany, Türkiye) that analyze their areas of geopolitical interest also make significant contributions to the relevant literature.
Recently, there has been a notable rise in the number of edited book studies focusing on regions like Africa, Asia, and Latin America, in addition to regions near Türkiye. Considering this trend, it is fair to assert that the book “South Asia: State, Society, and Politics” which is being presented here, stands as the pioneering work in this specific field of research.
Ayşegül Aydıngün, İsmail Aydıngün Ukrayna, sadece Batılların değil, aynı zamanda Türklerin de Hakkında Az bilgi Sahibi olduğu, Rusya ve Avrupa arasında geçiş bölgesi özelliği taşıyan ve stratejik önemi gün geçtikçe artan bir ülkedir. Ukrayna günümüzde Sovyet ruhuna ve Rusya Federasyonu'nun müdahalelerine karşı ciddi bir mücadele vermekte, liberal demokrasinin kurumlarını oluşturmak ve güçlendirmek hedefiyle toplumsal ve siyasal sorunlarını çözmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda, bu kitap, Türk dilli okuyuculara Ukrayna hakkında kapsamlı bilgi sunmayı amaçlamaktadır. Şubat 2019-Haziran 2019 ve Ekim 2019’da, Kıyiv'de gerçekleştirilen saha araştırması verilerine dayanarak, sosyolojik bir perspektiften hareketle kaleme alınan bu çalışma, Sovyet sonrası dönemdeki toplumsal ve siyasal değişimi küresel dinamikler ışığında incelemektedir. Bu kitap. Ukrayna tarihinin dönüm noktalarını ve Sovyet dönemi baskılarını öne çıkarmanın yana sıra Sovyet sonrası dönemde din, kültür ve kimlik alanında yaşanan dönüşümleri, özellikle 2014'te Kırım'ın işgali ve yasa dışı ilhakı ile Donbas bölgesinde Rusya destekli ayrılıkçı grupların başlattığı ve hâlen devam eden savaşın Ukrayna toplumuna etkilerini kapsamlı bir şekilde irdelemiştir.
Prof. Dr. Ayşegül Aydıngün, Prof. Dr. İsmail Aydıngün
Doğacan Başaran, Erdem Eren, Esra Sezer, Fahri Türk, İlker Limon, Kaan Gaytancıoğlu, Mustafa Yıldız, Sedef Zeyrekli Yaş, Taner Karakuzu Bu kitap kapsamında Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanlarının (Turgut Özal, Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer, Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan) ve Türk siyasal hayatında derin izler bırakmış üç liderin (Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş ve Necmettin Erbakan) Orta Asya politikaları çözümlemeye tabi tutulmuştur. Netice itibarıyla elinizde tutmuş olduğunuz bu eserde Türk siyasal hayatında etkili olmuş/olan sekiz liderin Orta Asya politikaları ve Orta Asya konusunun liderlerin söylemlerine nasıl yansıdığı masaya yatırılmıştır. Kitapta Türkiye'nin Orta Asya politikasının oluşumunda liderlerin oynamış oldukları roller değerlendirildiği için okuyucuya Türkiye ve Orta Asya ilişkileri hakkında bütüncül bir resim sunmak amacıyla giriş mahiyetinde “Kurumsallaşıp Kurumsallaşamama İkileminde Türkiye'nin Orta Asya Politikası (1991-2021)” başlıklı bir bölüm kaleme alınmıştır. Bu bölüm hiç kuşkusuz daha sonra incelenen sekiz liderin Orta Asya politikalarının daha net bir şekilde anlaşılmasına önemli bir katkı sunmuştur. Bunun haricinde liderlerin Orta Asya politikalarının münferit bir şekilde durmalarının önüne geçmek maksadıyla kitabın onuncu bölümünde özellikle cumhurbaşkanlığı görevi ifa etmiş veya eden liderlerin Orta Asya politikaları onların söylemleri temelinde çarpıcı şekilde karşılaştırmalı bir noktainazardan çözümlemeye tabi tutulmuştur. Böylece özellikle liderlerin Orta Asya politikalarındaki farklılıklar ve benzerlikler ortaya konmaya çalışılmıştır.
Alter Kahraman, Eray Demirli, Fatih Bayram, Feyza Erpolat, Füsun Kara, Malike Bileydi Koç, Nurgül Bekar, Yuliya Biletska Stalin'in 1928'de tek başına iktidara geçip tüm muhalefeti tasfiye etmesinden 1953'te ölümüne kadar süren yirmi beş yıllık iktidarı, gerekçesi ne olursa olsun sebep olduğu kitlesel ölümlerle anılmaktadır. Bu dönemde Stalin, partinin ve SSCB'nin siyasi, iktisad ve sosyal alanlardaki her hamlesinin belirleyicisi durumundadır. Bu yirmi beş yıllık Stalin Dönemi'nde, Büyük Kıtlık'tan Büyük Terör'e, toplumun önde gelen isimlerinden sıradan vatandaşa kadar bütün Sovyet coğrafyasında yaşayan insanlar kitlesel ölümlerden paylarını almışlardır. Bu kitapla alanında uzman akademisyenlerin titiz çalışmasıyla Stalin Dönemi'nin en çok konuşulan baskı ve kitlesel ölümler konusuna ışık tutulmuştur.
Ahmet Keser, Ali Gürsoy, Altan Özkil, Bahar Aşcı, Gülhan Çalış Yazgu, H. Bahar Aşcı, Hakan Eren, Hakan Ömer Tunca, İsmail Tokmak, Kemal Eroğluer, Memduh Begenirbaş, Muharrem Tuncay Gençoğlu, Muhittin Imıl, Murat Dikkaş, Osman Can Ünver, R. Dilek Koçak, Rukiye Can Yalçın, Serkan Yenal Strateji ve güvenlikle ilgili her geçen gün artan çalışmalar birçok yeni kavram ve yaklaşımı da beraberinde getirmektedir. Tarih sahnesinde özellikle insan ve toplulukların güvenliklerini sağlamak için daha çok ordular tarafından kullanılmış ve Generallik Sanatı olarak kendine yer bulmuş olan strateji, son zamanlarda sivil kurum, kuruluş ve organizasyonlar için de çok önemli bir kavram hâline gelmiş ve geleceğe ilerlemede izlenen bir yol olarak görülmüştür.
Ulusal ve makro çerçevede düşünüldüğünde stratejide ulaşılmak istenen nihai hedef devletler ve örgütler için bekanın sağlanması yani hayatta kalmaktır. Bu amaca ulaşmak için izlenecek stratejinin yani yolun odak noktasında güvenlik vardır. Bu anlamda "strateji" ve "güvenlik", devletler ve örgütler için vazgeçilmez ve önemi tartışılmaz kavramlardır.
Bu kitapta; strateji ve güvenlik ile ilgili temel yaklaşım, felsefe ve teoriler ile son zamanlarda strateji ve güvenlik bağlamında önemi artan güncel konular birlikte ele alınmaktadır. Alanında tecrübeli akademisyenler bir araya getirilerek alanyazına katkı sunması hedeflenen kitapta; strateji ve güvenlik kavramları ile bu kavramlarla ilintili temel ve güncel olan savaş, propaganda, milli güvenlik, milli güç unsurları, kültür, iletişim, savunma yönetimi, savunma yaklaşımları, savunma planlaması ve senaryo analizi, teknoloji, yenilik, siber güvenlik, bilişim sistemleri, istihbarat, risk ve kriz yönetimi ile Türkiye'deki savunma sanayinin durumu ele alınmaktadır.
Bilal Karabulut Strateji kavramı, yüzyıllardır karar alma mekanizmaları içindeki en önemli yapı taşlarından biri olmuştur. Yöntem ve taktik gibi kavramlarla sıklıkla karıştırılan strateji olgusu, temelde etkili düşünebilme becerisidir. Stratejinin bu temel özelliği, sosyal bilimlerin hemen her alanında kullanılan bir kavram hâline gelmesinin en önemli sebebidir. Çünkü bir ticari işletmenin, siyasi partinin, askerî kurumun ya da devletin başarılı olabilmesi için her şeyden önce stratejik düşünebilme yeteneğine sahip karar alıcıların liderliklerine ihtiyaçları vardır. Bu bağlamda strateji, “başarıya ulaşmadaki düşünsel yol haritası” şeklinde de kavramsallaştırılabilir.
"Strateji" ve "jepolitik" olguları, yazılı ve görsel basında sıklıkla karşılaştığımız hemen her kesim tarafından sıklıkla kullanılan kavramlardır. Bu kavramların ne anlama geldiği ve birbirleri ile benzerlikleri veya farklılıklarının ne olduğu tam olarak idrak edilemediği için ülkemizde bu konuda yaygın bir kavram kargaşası yaşanmaktadır. Bu kitap, alandaki önemli bir boşluğu doldurmakta ve yirmiden fazla üniversitede ana ders kitabı olarak okutulmaktadır. Strateji ve jeopolitik olgularıyla ilgili kavramsal haritalar, tarihsel süreçler, temel düşünürler ve teoriler, bu kitapta kapsamlı bir şekilde analiz edilmektedir.
Emine Akçadağ Alagöz 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Asya ülkelerinin -başta Çin olmak üzere- kaydettiği ekonomik yükseliş, dünyanın ekonomik ağırlık merkezinin bu coğrafyaya kaymasını ve 21. yüzyılın Asya yüzyılı olarak değerlendirilmesini beraberinde getirmiştir. Söz konusu değişim, bölge güvenliğine, bölgesel güç mücadelesine ve bölge ülkeleri ile küresel aktörler arasındaki ilişkilere odaklanan akademik çalışmaları önemli ölçüde artırmıştır. Bununla birlikte agresif tutumu, tehditkâr söylemleri ve nükleer programı sebebiyle bölge güvenliğine etkisi yadsınamaz bir ülke olan Kuzey Kore'ye ilişkin Türkçe literatürdeki eserler yeterli olmaktan uzak bir görüntü sergilemektedir.
Mevcut çalışmalar ya Kuzey Kore'nin nükleer silah programının tarihine odaklanmakta ya ABD ve Çin'in Kuzey Kore'ye yönelik politikalarını ele almakta ya da Juche ideolojisinin nükleer güç olma tercihindeki rolünü irdelemektedir. Bu kitap, Kuzey Kore'nin nükleer güç olma politikası açısından stratejik kültürün açıklayıcı bir yaklaşım olduğu varsayımından hareketle, Kültürel Topografya Analitik Çerçeve yöntemini kullanarak Kuzey Kore'nin nükleer silahlanma tercihini belirleyen kültürel unsurları saptamayı hedeflemektedir. Nükleer silahlanma sürecine dâhil olan karar alıcıların düşünce ve davranışlarını etkileyen kültürel unsurların kimlik, değerler, normlar ve algısal mercek özelinde tanımlanmasının ardından Kuzey Kore'nin nükleer silah programına yönelik olarak hangi dış politika araçlarının kullanılabileceği saptanmaktadır.
Peter Trim and Yang, Im Lee Siber tehditler, toplumun her kesimi için kalıcı bir tehdit hâline gelmeye başlamıştır. Bu nedenle, siber güvenliğe bütüncül yaklaşımın altında yatan mantık, toplum üyelerinin siber saldırılar ve bunlarla nasıl başa çıkılacağı konusunda daha iyi bilgilendirilmesi ve böylece siber saldırıların neden oldukları zararın önlemesidir. Bu kitap, siber güvenlik yönetimini organizasyonel ve stratejik bir çerçeveye oturtarak okuyucuların zihinsel donanımı için bilgi ve becerilerini geliştirmelerini sağlamayı amaçlamaktadır. Kitap, akademik bir kitleye hitap etmenin yanı sıra konuyla ilgili bilgilerini derinleştirmek ve karşılaştıkları çeşitli siber güvenlik sorunlarıyla nasıl başa çıkabileceklerine dair görüşlerini genişletmek isteyen uygulayıcılara da hitap etmektedir. Kitapta ele alınan ana konular: stratejik siber güvenlik yönetimine giriş; stratejik siber güvenlik yönetimi ve paydaş yaklaşımı; hükûmet, endüstri ve toplum ayrımı arasında köprü kurmak; stratejik siber güvenlik yönetimi ve stratejik istihbarat; tehdit belirleme ve risk değerlendirmesi; yönetişim ve uygunluk karar verme; iş sürekliliği yönetimi; dayanıklılık politikası ve planlaması; entegre güvenlik ve risk yönetimi iletişim stratejisi; örgütsel öğrenme, değişimi yönetme ve güvenlik kültürü; siber güvenlik yönetimi ve siber güvenlik farkındalık programı.
Nizamettin Doğar Strateji geliştirme ve stratejik planlama, devleti de kapsayan hemen her kurum için orta ve uzun vadeli hedefleri gerçekleştirme yolunda bir zorunluluktur. Stratejik yönetimin ana görevi dikkate alındığında, devletlerin de kurumlarıyla birlikte hedeflerini belirlemesi ve belirlenen hedeflere ulaşmak için stratejik yönetim enstrümanlarından istifade etmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Buradan hareketle kitap, algının bir stratejik yönetim ve planlama enstrümanı olduğu kabulünden yola çıkarak tasarlanmıştır. Bu ise çalışmanın yönetim bilimi ile sınırlı kalmayarak, tarih, uluslararası ilişkiler ve strateji gibi diğer disiplinlerle de işbirliği sonucunu doğurmuştur.
Kitapta önce tarihsel süreç incelenerek Türkiye'nin Arnavutluk'taki algısının temelleri irdelenmekte ve mevcut algının altyapısı sorgulanmaktadır. Müteakiben Milli Güç unsurları perspektifiyle yapılan saha çalışması verileri üzerinden mevcut algı tespit edilmektedir. Son olarak da stratejik yönetim gözlüğüyle geleceğe yönelik çözüm önerileri sunulmaktadır.
Kitap, sınırlı sayıda araştırmanın bulunduğu Arnavutluk özelinde yaptığı saha çalışması ve sunduğu bilgilerle, “Türkiye'nin nasıl görüldüğü” konusunda planlamacılara önemli veriler sunmaktadır.
Kıymet YAVUZASLAN "Soğuk Savaş döneminde; küresel rakiplerine karşı son derece tutarlı bir strateji belirleyerek başarıya ulaşan ABD, 21. yüzyılın küresel güçleri karşısında aynı tutarlılığı sergilememiş ve her açıdan küresel bir güç olarak tamamladığı 20. yüzyılın ardından Amerikan hegemonyasının 21. yüzyıldaki mevcudiyeti konusunda son dönemde pek çok tartışma gündeme gelmiştir. Özellikle 2008 küresel ekonomik krizinden sonra güç dengelerinde yaşanan değişimlerin ve bunun sonuçlarının öngörülebilmesi gittikçe zorlaşırken, hegemonya kuramının, bu sorunsalı en iyi şekilde açıklayabilecek ve çözümleyebilecek kuramsal yaklaşımlardan biri olduğu savından hareket eden bu çalışma, Amerikan hegemonyasının, tarihsel arka planını, kaynaklarını, dayanaklarını ortaya koyarken 21. yüzyıldaki durumunu analitik bir bakış açısıyla değerlendirme düşüncesinden doğmuştur.
21. yüzyılda küreselleşme ve bilişim alanındaki gelişmelerin de etkisiyle önceden tahmin edilemeyen sonuçların ortaya çıkması, Amerikan hegemonyasının dünü ve bugününün analizinin tarihsel ve teorik bir bakış açısı ile yorumlanmasının yanı sıra, farklı bir perspektifin de geliştirilmesini gerektirmiştir. Etkili stratejiler oluşturmaya ve elde edilen sonuçları değerlendirerek kontrol etmeye yönelik kararlar almak için kullanılan bir stratejik yönetim analiz yöntemi olarak; SWOT (Strengths, Weaknesses, Opportunities, Threats) analizinin, Amerikan hegemonyasının geleceğinin analizi için kullanılması ile 21. yüzyıldaki durumuna ilişkin öngörülerin ötesine geçilmiştir. Elinizdeki bu kitapta Amerikan hegemonyasının akıbetinin ne olacağına dair yapılan diğer çalışmalardan farklı olarak stratejik yönetim penceresinden bakılmış ve 21. yüzyıl Amerikan hegemonyasının anlık fotoğrafı çekilmiştir."
Yücel Barakazi İnsanlık tarihi kadar eski olan göç olgusu, küreselleşmenin etkisiyle mal ve hizmetlerin, sermayenin; gelişen teknoloji aracılığıyla bilginin hareketliliğinin artması sayesinde ise insanların daha iyi bir yaşam sürdürebilecekleri bölgelere/ülkelere göçünü daha da mümkün hâle getiren bir sistem ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda göç olgusu, tek ve temel muharrik gücü ekonomik imkânlarla sınırlı olmaktan öte daha geniş bir bakış açısıyla yaşamın tüm alanlarını içine alan geniş ve kapsayıcı bir boyut kazanmıştır.
Bu noktadan bakıldığında göç; bireylerin iyi fırsatlar arayışının da ötesinde farklı sosyoekonomik ve jeopolitik süreçlerin bir tür bileşkesi olarak ortaya çıkmakta, somutlaşmaktadır. Ulus devletle birlikte göç ve göçmen konuları ön plana çıkmış; uluslararası çok boyutlu bir olguya dönüşmesi sonucu da üzerinde uzlaşının pek de sağlanamadığı ve bu nedenle de tek disiplin çerçevesinde ele alınamayacak bir boyuta varması, göç olgusunu interdisipliner bir araştırma alanı olarak öne çıkarmıştır.
Bu çerçeveden bakıldığında Suriye göçü; ahlaki, coğrafi, demografik, ekonomik, hukuki, kültürel, siyasi, sosyopsikolojik ve sosyolojik bir fenomen şeklinde somutlaşmaktadır.


Ülküm Gözde Gündoğdu Suriye Türkmenleri, Suriye coğrafyasında yaşayan kadim halklardan biri olarak yedinci yüzyıldan itibaren bölgede varlık göstermektedir. Suriye topraklarında bin yılı aşkın süredir temel unsur olarak bulunan Türkmenler, tarihsel seyir içerisinde önce Fransızların akabinde Arap milliyetçiliğinin ve devamında ise Baas Partisinin yoğun baskı, tecrit ve asimilasyon politikalarına maruz bırakılmıştır. Suriye’de 2011 yılının Mart ayında başlayan Arap Baharı süreciyle, bölgedeki varlıkları yeniden dünya gündemine çıkan Türkmenler, iç savaş süreci içerisinde rejim ve müttefiklerinin uyguladıkları politikalar ile zorunlu bir göçe tabi tutulmuştur. Bu bağlamda, “Suriye İç Savaşı ve Suriye Türkmenleri” isimli çalışma, Suriye Türkmenlerinin iç savaş sonrası süreçte içerisinde bulundukları koşulları tarihsel bir perspektif ile ortaya koyarak Suriye Türkmenlerinin tanınmasına katkı sağlamak ve uluslararası platformlarda siyasi bir aktör olarak göz ardı edilen Türkmenlerin varoluş mücadelesinin temel eksiklerini akademik bir çalışma etrafında toplayarak analiz etmeyi amaçlamıştır. Kitap, genel hatlarıyla Suriye genel tarihi, Arap Baharı süreciyle başlayıp belirgin bir iç savaşa evrilen Suriye İç Savaşı’nın tarihsel gelişimi ve Suriye Türkmenlerinin iç savaş sürecindeki askerî, siyasi ve kültürel gelişmelerinin incelenmesi ve yeknesak hâlde okuyucuya sunulması amacıyla hazırlanmıştır.
Ömer Çona Vekâlet savaşı, siyasi/ekonomik çıkar amacıyla bölgesel ihtilaflara müdahil olan üçüncül devletlerin, çatışmaların seyrini perde arkasından piyonlar aracılığıyla belirlemesi olarak özetlenebilecek bir savaş konseptidir. Bu konseptte devletler, uluslararası hukukun etrafından dolaşarak çıkarlarını doğrudan askerî müdahaleler yerine yabancı savaşçılar, özel askeri şirketler, terör örgütleri gibi devlet dışı aktörleri kullanarak korumaya çalışmaktadır. Vekâlet savaşı, günümüzde bir yandan istikrarsızlık ve iç savaşlarla anılan, bir yandan da devletlerin çıkarlarının çatıştığı ekonomik ve jeopolitik değeri ile ön plâna çıkan bölgelerde uygulanmaktadır.
Bu kitapta; Arap Baharı sonrası bir iç savaşa sürüklenen Suriye’de, Orta Doğu’yu şekillendirmek isteyen bölgesel ve küresel güçlerin rekabeti, vekâlet savaşı konsepti özelinde izah edilmeye çalışılmıştır. Zira yerel, etnik, mezhebi ve siyasi nedenlerle parçalanan gruplarla, bunları kullanan devletler arasındaki ittifak ve bloklaşmalar, bölgesel ve küresel çatışma alanları arasında bir bağlantı oluşturmuştur. Böylece Suriye özelinde Orta Doğu’daki bölgesel çatışma, uluslararası alandaki çatışmayla iç içe geçmiştir. Bu bağlamda Suriye’deki iç savaş ortamının hem oluşumunda hem de uzamasında, rejim ve muhalefeti destekleyen ülkelerin payı bulunmaktadır. Zira Suriye jeopolitiğinin ekonomik, askerî ve kültürel değeri, büyük güçlerin bölgesel politikalarına temel teşkil etmektedir. Bu bağlamda vekâlet savaşı konsepti, söz konusu devletlerin sahada hamle yapmasında elini rahatlatan bir faktör olurken, aynı zamanda Suriye’deki iç savaşın derinleşmesine ve krizin sınır aşan bir fenomene dönüşmesine neden olmaktadır.
Selda Geyik Yıldırım Bu kitap; iki kadim geleneğin, iki farklı yerelin iki farklı kitlesel göçünü inceleme nesnesi yapmakta, aynı zamanda taşıdıkları benzerliklerden ve yaşanan deneyimlerden yola çıkarak bazı öngörülerde bulunmaktadır. Suriye kaynaklı kitlesel göçlerin Türk toplumunda bulduğu/bulacağı karşılığı ve ortaya çıkan/çıkma potansiyeli olan sorunsal alanları anlamak için İran'da Afganların 43 yıllık deneyimlerinden yola çıkarak Türkiye özelinde bazı sosyal ipuçları bulmayı çabalıyor.
Afganların İran'a yönelik ilk kitlesel göçü 1979 Sovyet İşgali ile başlamıştı. Bu ilk kitlesel hareketlilikte göç eden Afganlar “muhacir” olarak görülmüştü. Sovyet rejiminin zulmünden dolayı göç eden Afganlara İran açık kapı politikası uygulamıştı. İşgal sonrası İran'a göç eden Afgan mültecilerin çoğu, kırsal kesimdendi. İran'da tarım ve inşaat sektörlerindeki ucuz iş gücünün temel kaynağı olmuşlardı. İran'da doğan ikinci ve üçüncü kuşakların çoğunluğu ise Afganistan ile gönül bağı dışında bir bağ kuramamıştı. 1989 yılından itibaren İran'ın Afganlara yönelik politikaları değişmeye ve Afganlar, ekonomik ve sosyal sorunların kaynağı olarak görülmeye başlandı. Muhacir olarak karşılanan Afganlar sonraki süreçte “panahandegan” olarak görüldüler.
Suriyelilerin Türkiye'ye ilk kitlesel göçü 2011 yılında başladı. Bu ilk kitlesel hareketlilikte göç eden Suriyeliler “mazlum Müslüman halk/kardeşler” olarak görülmüştü. Beşar Esad'ın zulmünden dolayı göç eden Suriyelilere Türkiye de açık kapı politikası uygulamıştı. Suriyelilere ensar anlayışıyla yaklaşılmış, dinî temelli bu yaklaşıma Türkiye ve Suriye arasındaki tarihsel bağlar da eklenmişti. Sonraki yıllarda ise insani öncelikler ve dinî hassasiyetlere yurttaşlık hassasiyetleri ve ekonomik unsurlar da eklenmiş hatta bu iki unsurun ağırlığı bugün daha fazla hissedilmeye başlamıştır.
Adem Özer, Ayşe Füsun Arsava, Fatma Taşdemir, Gökhan Albayrak, Hakan Taşdemir, Mehmet Ciğer, Mehmet Dalar, Nilgün Eliküçük, Saadat Rustemova Demirci, Umut Kedikli Suriye, Çatışma ve Uluslararası Hukuk isimli editöryal çalışma, 2011'de Suriye'de başlayan ve hâlâ devam eden bir çok devletin ve devlet dışı silahlı aktörün karıştığı Suriye iç savaşını uluslararası hukuk açısından teorik ve pratik yönleriyle analiz etmektedir.
2014 yılında hilafet ilan eden DEAŞ terör örgütü ile mücadele kazanılmış olmasına karşın Suriye'de barış ve istikrar henüz sağlanamamıştır. Esad rejiminin etkin kontrolünü arttırdığı Suriye, işlevsel olmayan, başarısız bir devlet olarak varlığını sürdürmektedir. Ancak komşu devletler açısından istikrarsızlık kaynağı olmaya devam etmektedir. Bu kitabın amacı; Türkiye'nin ulusal güvenliğini önemli ölçüde etkileyen Suriye İç Savaşı'nın ortaya çıkardığı problemleri uluslararası hukuk perspektifinden ele almaktır ve okuyucuya başka bir kaynaktan kolaylıkla edinemeyeceği bilgi ve analizleri kapsamlı bir şekilde sunmaktır.
Hakan Ömer Tunca Göçlerin nedenleri, içinde bulunulan zamanın şartlarına uygun sürekli değişse de kabileler arası anlaşmazlıklar, iç savaşlar, ülke işgalleri, ulus devlet yapısının bozularak sınırların değişmesi, din ve millet ayırımları, siyasal sistemlerin değişimi, insan hakları ihlalleri, salgınlar, nüfusun artması, dünya coğrafyasındaki yer üstü ve yer altı kaynakların dengesiz dağılımı ile kışların sertliği ve kuraklığın artması yani iklim değişiklikleri, kıtlık, teknolojinin gelişimi gibi sebepler, hayatlarından endişe duyan insanların doğdukları ve büyüdükleri yerleri bırakarak farklı sosyokültürel özelliklere sahip başka coğrafyalara zorunlu olarak göç etmelerini sağlamıştır. Yakın tarih, bu hareketlerin şiddet olayları ve silahlı çatışmalar ile anılarak azalmaktan ziyade yaygınlaştığını, çeşitlendiğini ve artış gösterdiğini işaret etmektedir.
Suriye Arap Cumhuriyeti; yaşadığı iç savaş ile ülke içine ve dışına 2011'den itibaren vatandaşlarını göç etmek zorunda bırakmıştır. Türkiye Cumhuriyeti; sınır komşusu olması ve açık kapı politikası ile göçmenlerin durağı hâline gelmiştir. Göçlerle şekillenmiş Anadolu coğrafyasında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, bu kitlesel zorunlu göçe ve göçmenlere karşı değişik algılamalar içerisine girmiştir. Bu çalışmada, ülkemizde misafir olan geçici koruma altındaki Suriyelilerin Türk toplumunda yarattığı güvenlik algısı, geliştirilen bir anket ile ölçülmüştür. Elde edilen sonuçlar, Gaziantep ve Balıkesir'de yaşayan Türk vatandaşlarının anketin yapıldığı döneme ait algılarına dayanmaktadır. Çalışmanın iki toplumun birbirlerinin düşüncelerini anlayarak, barış ve huzur içerisinde güzel bir geleceğe yürümesine katkıda bulunması temennisiyle...
Yakup KAYA, Görkem Ozan ÖZALP Suriye'deki iç karışıklıklardan sonra ülke gündemine yerleşen Süleyman Şah Türbesi’yle ilgili titiz bir çalışma sunuyoruz sizlere. Yakup Kaya ve Görkem Ozan Özalp'in uzun bir emeğin sonucu olarak hazırladıkları “Süleyman Şah Türbesi / Bir Vatan Toprağı” başlıklı kitap; Süleyman Şah'ın kimliğini, türbede gerçekte kimin yattığını, buradaki toprak parçasının gerçekten bir vatan toprağı olup olmadığını, uluslararası antlaşmalara göre bu toprağın günümüzdeki konumunu, türbenin Osmanlı'dan Cumhuriyet'e tarih boyunca aşamalarını, Cumhuriyet Dönemi’nde türbenin üç defa yer değiştirmesindeki temel sebepleri inceleyen bir çalışmadır. “Süleyman Şah Türbesi / Bir Vatan Toprağı” bu konudaki bütün soruları aydınlatıyor.

"Örtüsüz sanduka, kırık cam, yıkık kapı, kuş gübresi
ve badanasız
duvarlar içinde bu acıklı boş vermişliğe bakarken dedim ki: İnsan
dünya üzerinde mezarını belli
etmekten çekinmelidir; keşke
Süleyman Şah'ın cesedi, katili Fırat'ın elinde kalsa idi..."

Refik Halit
Fulya Köksoy Tarihin akışında iktisadi büyümenin ve kalkınmanın en önemli faktörlerinden biri, Enerji. Enerji konusu, uluslararası ilişkileri derinden etkileyen en güçlü başlıklardan birini teşkil etmeye hız kesmeden devam ediyor. Öyle ki söz konusu alanın gerek topyekûn dünya siyasetinde gerekse Avrupa Birliği (AB) ve Rusya Federasyonu (RF) ilişkilerinde geçmişten günümüze belirleyici bir rol oynadığına şahit olmaktayız. İşte bu noktada en dikkat çeken sorulardan biri şudur: İkili ilişkilere yön veren bu denli önemli bir konuda tıpkı bir satranç tahtasında olduğu gibi iki aktör arasındaki oyun, şah matla mı sonlanacak yoksa pat ile beraberlik sağlanıp oyunun kilitlenmesi noktasında oyuna yeni baştan mı başlanacak?
Arz ve talep güvenliği denkleminde enerji, AB ve RF ilişkilerinde etkin bir rol oynayan konu başlıklarından biridir. Bu çalışmada, temel odak noktasına enerji konularak iki aktör arasındaki ilişkiler analiz edilmeye çalışılmaktadır. AB-RF arasındaki enerji ilişkilerinin karşılıklı bağımlılığa dayanıp dayanmadığı, AB'nin ortak enerji politikası oluşturamamasının nedenlerinden birinin RF olup olmadığı gibi alt başlıkları sorunsallaştıran bu çalışma tüm okurlara; hem iki aktörün izlediği enerji politikalarının, geliştirilen ikili enerji ilişkilerine dair tarihsel bir okumanın yapılmasına sebebiyet vermekte hem de 24 Şubat 2022 tarihinde RF'nin Ukrayna'yı işgali sonrasında AB-RF arasında yaşanan son gelişmelerin enerji ilişkilerine yönelik yansımasının analizine olanak sunmaktadır.
Ahmet Bülbül Federal Almanya Cumhuriyeti, dünyanın en büyük dördüncü ekonomisine sahip bir ülke olarak hem AB içinde hem de uluslararası alanda önemli bir oyuncudur. Özellikle, 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılması ve bunun ardından 1990'da birleşen Almanya'nın tam bağımsızlığını kazanması ve iki kutuplu dünya düzeninin sona ermesi ile Alman dış politikasının ulusal, bölgesel ve küresel çerçeve koşulları temelden değişmiştir. Bu değişim, Almanya için dış politikada daha fazla eylemin ve hareket alanının artmasının yanında Avrupa ve dünyada Almanya'dan daha fazla sorumluluk almasına yönelik beklentileri de arttırmıştır. Almanya'nın genel dış politikasında görülen bu değişimin Merkel'in 2005 ve 2017 yılları arasındaki başbakanlığı döneminde Orta Doğu politikasına nasıl yansıdığı bu kitabın ana sorunsalını oluşturmaktadır. Şansölye Merkel'in bu döneminde, İkinci Körfez Savaşı ve Arap Baharı sonrasında ortaya çıkan gelişmeler ile birlikte Almanya'nın Orta Doğu'daki devletler ile siyasi, ekonomik ve askeri ilişkileri derinlemesine incelenmeye çalışılmıştır. Bu kitap, Merkel dönemi Almanya'nın Orta Doğu politikasındaki değişim ve sürekliliklere odaklanmaktadır.
Remzi Çetin “İsrail Devleti” (Medinat Yisrael) ve Yahudiler, konumlandıkları bölgede ve dünyada adlarından sıkça söz ettirmektedirler. Bu esere ulaşan okur, İsrail ve Yahudi tarihine ilişkin çok çeşitli bilgileri, Türkçe, İngilizce ve İbranice kaynaklar ışığında okuyacaktır. Yahudi siyaseti ile Yahudi sol kültürünün Kıta Avrupa'sındaki gelişimini ve İsrail Devleti'ne giden sürecini, tarihsel arka plan eşliğinde anlatan bu kitap, devletin ilk 28 yılında sağ-sol arasındaki iktidar mücadeleleri ile İsrail siyasi ve toplumsal tarihi açısından kırılma noktası olarak görülen dönemin önemli gelişmelerini analiz etmektedir. Eser, ayrıca, İsrail'in kurumsal yapısı ve “Koalisyonlar Tarihi”ne de odaklanıp İsrail siyasetinde üç önemli aktör olan Şimon Peres, Yitzhak Rabin ve Ehud Barak dönemlerinin başat olayları ekseninde okura, İsrail'in geçmişten günümüze uluslararası ilişkileri, diplomasisi ve devlet psikolojisi hakkında da etraflıca bilgi sunmaktadır.
----
“Çarenin çare olabilmesi için herkese çare olması gerekir; ancak tüm ülkeler özgür olursa Yahudiler de özgür olabilir.” (Bernard Lazare)
“Şiddet, İsrail demokrasisinin altını oyuyor ve reddedilip kınanmalıdır. İsrail Devleti'nin yolu bu değildir. Bizim yolumuz demokrasidir. Bu, zorluklarla ve acılarla dolu olan bir yoldur. İsrail için acısız bir yol yoktur; ancak barış yolu, savaş yoluna tercih edilir.” (Yitzhak Rabin)
“Egemen bir devlet, halkına karşı sorumludur. Bu nedenle de yapması gerekenleri yapar. Kaldı ki Ortadoğu, 'zayıf olana merhamet gösterilen bir yer' değildir. Halkımızı koruma görevimiz var. Bu da saldırılar karşısında yumuşak olmamıza olanak sağlamıyor.” (Ehud Barak)
“İsrail'de barışı, 'sadece sağ partilerin gerçekleştireceği' düşüncesi söylenceden ibarettir.” (Şimon Peres)
----
*Bu eserden elde edilecek tüm telif hakkı bedeli, üniversiteli öğrencilere yemek bursu olarak katkı sağlayacaktır. Satın alınan her bir kitap, bir üniversitelinin öğle yemeğini karşılayacaktır. “Birlikte daha güzeliz!”
Adviye Damla Ünlü Avrupa Birliği’nin önemli politika alanlarından biri olan genişleme politikasını tarihsel ve kuramsal boyutlarıyla ele alan bu kitap, 2004 yılında gerçekleşen Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri genişlemesinin kuramsal analizi ile kapsamlı bir değerlendirmesini sunmaktadır.
“Tarihsel ve Kuramsal Boyutlarıyla Avrupa Birliği Genişlemesi”; Avrupa bütünleşmesi, Avrupa Birliği genişlemesi, Avrupa siyaseti, uluslararası ilişkiler alanlarındaki çalışmalar için temel bir referans kaynağıdır.
Beşir Mustafayev Ermeni (Hay) isyanlarının ortaya çıkışında Taşnak, Hınçak, Bolşevik vb. terör örgütleri, önemli görevler üstlenmişlerdir. Bu örgütlerin tüm faaliyetlerine Rus yönetimi başta olmak üzere çıkar peşindeki dış güçlerin destek olduğunu gösteren çok sayıda arşiv belgesi bulunmaktadır. Okuyuculara takdim olunan “Tarihte Rus ve Ermeni Tedhişi” kitabı, bu belgelere dayanan gerçek bilgileri, Rus ve Ermeni terörünün Osmanlı'dan sonra Kafkaslar ve bilhassa Kuzey Azerbaycan'daki Müslümanlara yapılan katliamlardan Anadolu insanının haberdar olmaları için kaleme alınmıştır. Bugüne dek ele alınan kitapların -birkaç istisna dışında- hemen hepsi Ruslar başta olmak üzere emperyalist güçlerin tuzağına düşmüş ve sözde soykırım tezini çürütmek üzere yazılmıştır.
Konunun incelenmesinin çok büyük tarihî ve ilmî ehemmiyeti vardır. Böylece günümüzde de devam eden Rus ve Ermeni devlet terörünün gerçek yüzünün dünya kamuoyuna siyasiler ve dini (Hıristiyanlığı) kullanan kitleler değil tarihçiler tarafından aktarılmasının yerinde olacağı kanaatindeyiz. Çalışma; geniş okuyucu kitlesi, tarihçiler, gazeteciler, öğrenciler ve diplomatların ilgisine sebep olacağı belge ve bilgilere dayalı arşiv toplusu ve olayların kronolojisidir.
Tarihî olgu ve olaylar tarihçilere bırakılacak kadar elzemdir. Bu tarihî görevimizi eserimizde yerine getirmeye çalıştık. Elinizdeki bu kitap, işbu konuyla ilgili yıllardır araştırdığımız ve bir kısmını kaleme aldığımız çalışmamızdır. Kitaptaki belge, bilgi, zaman zaman görüş ve analizlerim hem meslektaşlarımın hem de okurlarımın katkı sağlayacak fikir ve eleştirisine açıktır.
Mehmet Kurum Siyasal şiddet biçimi olarak terörizm, tarihsel olarak değişken dinamikleri ve asimetrik boyutuyla hem kavramsal hem de zamana ve bölgelere göre değişen pratikleriyle ayrı bir güvenlik sorunu olarak gelişim göstermiştir. Çeşitli teknolojilere ve silahlara erişim fırsatlarının artması, terörist örgüt ve hareketlerin hem yerel düzeyde hem de küresel düzeyde öldürücülüğü yüksek kitlesel eylemler yapabilmelerine olanak sağlamıştır. Terörizm tehdidinin sınır aşan boyutlarına karşın terör ve terörizmle mücadele büyük oranda devletlerin kendi tehdit algılamalarına göre pratikte tepkisel ve sınırlı uluslararası iş birlikleri ile yürüttükleri bir alan olarak gelişmiştir. Bu kitapta, terörizm, siyasal şiddetin bir türü olarak hem teorik hem de pratik boyutları ile kapsamlı bir şekilde ortaya konulmaktadır. Ayrıca terörizmle mücadele yaklaşım, strateji ve uygulamaları ele alınarak her uygulamanın olumlu ve olumsuz yönleri farklı örnekleri ile ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Bu çerçevede ortaya çıkan kitap hem teorik bilgi alt yapısı sunması hem de teorik bilgileri farklı pratik örnekler ile desteklemesi açısından terörizm ve terörizmle mücadele konusunda akademik çalışmalarda kullanılabilecek temel bir kaynak niteliğindedir. Bunun yanında terör tehdidi ile dinamiklerinin anlaşılmasına ve bu tehdit ile nasıl mücadele edileceği konusunda yaklaşım, strateji ve uygulamalar geliştirilmesine katkıda bulunmayı hedeflemektedir.
Kemal Olçar, Serkan Yenal, Ramazan Aslan, Ramazan Aslan, Cavit Emre Aytekin, Erdem Erciyes, Emrah Özdemir, Zeynep Ece Ünsal, Hayrettin Küpeli Güvenlik ve terör çalışmalarının gün geçtikçe önemi artmaktadır. Bu noktada yazında konu ile ilgili çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmayı diğer çalışmalardan ayıran en önemli özellik, bölümlerin saha tecrübesini akademik tecrübe ile birleştiren bir akademisyen grubu tarafından hazırlanması ve teori ve uygulamayı birleştirmesidir.
Kitap bu özelliği ile, güvenlik kuruluşları, personelleri, akademisyenler ve genel okuyucuya geniş bir kitleye hitap etmektedir.
Abdulkadir Baharçiçek, Alpcan Acar, Canan Katılmış, Ender Akyol, Fatih Tekin, Fatma Nur Özdemir, Gökhan Tuncel, Mehmet Emin Güven, Osman Ağır, Selahaddin Bakan, Umut Turgut Yıldırım Soğuk Savaş’ın sonlanmasıyla birlikte küresel politikadaki güç mücadelesi farklı mecralarda yeni bir şekil alarak devam etmiş; yeni süreçte bir tür siyasal şiddet türü olan terörizm, en önemli küresel sorunlarından birisi hÂline gelmiştir. Bugün artık bireysel, ulusal ya da uluslararası güvenliğe yönelik en büyük tehdidi terörizm ve terör motivasyonlu faaliyetler oluşturmaktadır. Terörü kullanarak stratejik hedeflerine ulaşma amacı taşıyan ülke ve grupların fazlalığı, terörle mücadele süreçlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Jeopolitik konumu ve tarihî geçmişiyle birçok farklılığı bünyesinde barındıran Türkiye, birçok terör örgütü ile uzun yıllardır mücadele etmek zorunda kalmıştır. Türkiye’de doğrudan ya da dolaylı olarak faaliyet yürüten EL KAİDE, İŞİD, DHKPC, PKK ve HİZBULLAH terör örgütlerinin ele alındığı bu kitapta öncelikle terör ve propagandanın kavramsal çerçevesi çizilmektedir. Daha sonra ise bahsi geçen terör örgütlerinin ideolojik zemini, amaçları, stratejik izlekleri, hedef kitleleri, eylemleri ile propaganda süreçleri hakkında kapsamlı bilgilere yer verilmekte ve derinlikli analizler yapılmaktadır.
Mehmet Kurum Terörizm, tarih boyunca devlet ve toplumlar için çeşitli seviyelerde tehdit oluşturmuştur. Bu tehdit, Soğuk Savaş dönemi ve öncesinde daha çok devletlerin sınırları içerisinde ve çoğunlukla belirli coğrafi bölgeler ile sınırlı iken, günümüzde artan küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkan fırsat ve imkânlar ile çeşitli seviyelerde devletlerin sınırlarının ötesine geçerek devlet ve toplumlara karşı en önemli tehditlerden biri haline gelmiştir. Nitekim 11 Eylül 2001’de ABD’ye karşı gerçekleştirilen saldırılar, terör tehdidinin hem organizasyonel hem de operasyonel olarak nasıl sınırların ötesinde faaliyet gösterebildiğinin ve tüm dünyada nasıl etki yaratabildiğinin anlaşılmasını sağlamıştır. Bu saldırılar sonrasında önceleri daha çok tepkisel olarak eylem yapan teröristleri etkisiz hale getirmeyi hedefleyen güvenlik odaklı mücadele yaklaşımlarının yetersizliği anlaşılmış ve teröristlerin barındıkları ve istismar ettikleri ortamların hedef alınmasının gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Bu çalışmada, terörist örgütlerin iç ve dış dinamiklerinin farklı olduğu, değişen dünyaya uyum sağlayarak geliştikleri ve çeşitli şekil ve seviyelerde güvenli ortamlar elde ettikleri dikkate alınarak, güvenli ortamlarının hedef alınmasını öngören ve her terörist örgüte uygulanabilecek bir mücadele yaklaşımının geliştirilmesi amaçlanmıştır. Terörist örgütlerin güvenli ortamlarının hedef alınmasını öngören bu yaklaşım, uzun yıllar varlığını devam ettiren ve uluslararası boyutlarda faaliyet gösteren terörist örgüt PKK’ya uygulanarak, terörist örgütlere karşı yeni mücadele
strateji ve uygulamalarının nasıl geliştirilebileceği
konusunda katkı sağlanması hedeflenmiştir.
Ahmet Cülük,Murat Koçanlı, Ali Gök,Aytekin Cantekin, Cansel Akyüz, Çağla Mavruk, Fikret Baykalı, Gökhan Çapar, Gülçin Orhan, İzzet Koncagül, Mert Umut Dölek, Muhammed Hayati Taban, Ömer Faruk Kocatepe, Serkan Yenal, Zafer Koç 21. yüzyıl açısından en önemli tehditlerden biri olarak kabul edilen terörizm, dünya genelinde pek çok ulusu, toplumu ve bireyi doğrudan ilgilendiren bir sorun konumuna gelmiştir. Terörizmin neden olduğu tahribat, uluslararası ilişkilerden bireylerin yaşantılarına kadar pek çok alanda hissedilmektedir.
Bu kitap; terörizmin çok boyutlu yapısını, tarihini, nedenlerini, psikolojik ve sosyolojik analizini ve bu sorunla nasıl başa çıkılması gerektiğini derinlemesine inceleyerek konuya dair geniş bir perspektif sunmayı amaçlamaktadır. Kitap; alanda çalışanlar, akademisyen ve öğrencilerle birlikte genel okuyucuya da hitap etmektedir.


Ahmet Gedik, Aybike Serttaş, Efe Can Gürcan, Erol Demir, Fahri Erenel, Fikret Akfırat, Gökhan Ak, Güngör Şahin, Kazim Murat Özkan, Nuriye Niğdelioğlu Happani, Özenç Kayalı, Rabia Güngörsen, Sidar Sönmez, Simge Pelit, Suat Eren Özyiğit, Şükran Pakkan, Tolga Sakman Terörizm ile mücadele "aklın akılla mücadelesi"dir ve bu mücadele öngörüye dayanır. Umutsuzluk ve yılgınlığa asla yer yoktur bu mücadelede. Kazanabilmek için bir adım önde olmanız gerekir. İstihbarat, teknoloji ve ideoloji üçgeninin tam oluşturulması, sonuca ulaşmada önemli bir adım anlamını taşıyabilir.
Terör sadece terör örgütlerinin gerçekleştirdiği bir eylem türü değildir. Devletler tarafından da kullanılan bir vasıta hâline gelmiştir. Devlet terörü denilen bu yaklaşımı kullanan devletler karşısında uluslararası hukuk yetersiz ve çaresiz kalmaktadır. Katledilen, sivil halk olmaktadır.
Terör örgütlerinin hedeflerini bir adım daha ileriye taşıyarak IŞİD örneğinde olduğu gibi devletimsi yapılar hâline geldiklerini de gördük. Ayrıca bugüne kadar kendi bünyeleri dışında dışarıya genel olarak kapalı olan terör örgütlerinin dünyanın birçok ülkesinden insanların katılması ile eleman temin sorunlarını da çözdüklerini gözlemledik.
Günümüzde terör örgütleri kadar tehdit yaratabilecek organize suç örgütlerine de ayrı bir yer açmak gerekir. Terörle mücadeleyi öğrenme konusunda belirli bir mesafe katetmişken bu yeni tip örgütleriyle mücadele de en az terör örgütleri ile mücadele kadar dikkate alınmalıdır.
Bu kitapta, terörü bir vasıta olarak kullanan devletlere ve örgütlere karşı yeni yaklaşımlar, farklı disiplinlerin bakış açısı ile ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Fatma Taşdemir “Terörizm bir çeşit suçtur; bir çeşit tiyatrodur ve bir çeşit savaştır”.

Terörizm ve Ülke Dışı Kuvvet Kullanma Hukuku, çok boyutlu terörizm olgusunu ve terörizmle mücadelede kuvvet kullanma hukuku yaklaşımının önemini anlamak ve değerlendirmek için kaleme alınmış temel bir kaynaktır. Bu Kitap, terörizm, terörizmle mücadelede silahlı çatışmalar hukuku ve kuvvet kullanma hukuku (özellikle meşru müdafaa hakkı) esasında yazılmış en güncel, en kapsamlı ve özenle hazırlanmış bir çalışmadır. Kitapta; terörizmin tanımı, boyutları, nedenleri, tarihi, türleri, stratejileri ve mücadele yöntemleri derinlemesine ele alınmakta ve kuvvet kullanma hukuku çerçevesinde teorik açıdan son derece orijinal ve faydalı bilgiler sunulmaktadır. Bu teorik bilgiler, uluslararası örgütlerin ve devletlerin çeşitli olaylardaki uygulamaları ile sınanarak gelecekte terörizmle mücadele açısından faydalı olabilecek sonuçlar çıkarılmaya çabalanmakta ve analizler yapılmaktadır.
Buket Önal Tarihsel süreçte hep var olmuş, günümüzün de önemli bir sorunu olmaya devam eden terörizm; günün şartlarına, fırsat veya engellemelere, ideolojik farklılıklara, teknolojinin gelişmesine bağlı olarak farklı biçimlerde ve adlarda ortaya çıkmıştır. Terörizmin küresel bir boyut kazanması, aşırılıkçı grupların küresel terör örgüt hâlini almasına da yardımcı olmuştur. Küreselleşmenin yarattığı iletişim fırsatları, terör örgütlerinin propagandası için önemli bir araç hâlini almış böylece dünyanın her yerinden sempatizan hatta militan kazanmalarının önünü açmıştır. Terör örgütlerinin kazandığı bu özellik, bu soruna karşı mücadeleyi de zorlaştıran bir durum yaratmıştır. Terörizmin tanımlanmasındaki farklılıklar da terörizme karşı alınacak ortak hukuksal ve siyasal tutumu ortadan kaldırmaktadır.
Terörizm konusundaki bu belirsizlik; doğal olarak terör, terörist, terör örgütü gibi tanımları da muğlaklaştırmaktadır. Bu muğlaklığı arttıran ve mücadeleyi zorlaştıran bir diğer gelişme de terör örgütleriyle organik bir bağlantısı olmayan bireylerin artan terör eylemleridir. Başta Batı’da olmak üzere, dünya üzerinde yeni olmasa da yeniden vücut bulan “Yalnız Kurt” terörizmi; tarihte “lidersiz direniş” olarak bilinen, on dokuzuncu yüzyıl stratejisi olarak başlayan ve değişik ideolojilerle beslenen terörizmin günümüzdeki şekillenmiş hâlidir. Bu çalışma; genel anlamda terörizm, terör, terörist, terör örgütleri ve terör eylemleri hakkında bilgi vermeyi ve Türkiye'deki terörizm çalışmalarına pek de yansımamış olan “Yalnız Kurt” terörizminin bilinmezliğine ışık tutmayı amaçlamaktadır.
Adem Özer, Alper Ekmekcioğlu, Burak Güneş, Bülent Sarper Ağır, Cem Savaş, Cenk Özgen, Cihan Daban, E. Nur Sezek, Eda Ünal, Ejazul Haq Ateed, Ekin Deniz Uygun, Fatma Sümer, Ferhat Çağrı Aras, Göktuğ Çalışkan, Hakan Karaaslan, Hüseyin Fazla, Keisuke Wakizaka, Kürşad Kağan Ergün, Levent Yiğittepe, Medihanur Argalı, Mehmet Emin Erendor, Merve Suna Özel Özcan, Muhammed Naim Naimi, Murat Demirel, Ogün Burhan Aydın, Selçuk Çetin, Selim Kanat, Selim Kurt, Serhat Erkmen, Sertaç Canalp Korkmaz, Simay S. Doğan, Ümit Tetik, Vahit Güntay Terör ve terörizm, uluslararası ilişkiler disiplininin en tartışmalı kavramları arasında yer almaktadır. Bu iki kavramın tartışmalı olmasının başlıca sebebi ise üzerlerinde varılan ortak bir tanımın olmamasından ileri gelmektedir. Terör; tedhiş, yıldırma ve korkutma anlamlarına gelirken terörizm ise "siyasi amaçla silahlı propaganda eylemi" olarak herkesin kabul edebileceği, objektif bir yaklaşımla tanımlanmaya çalışılmaktadır. Terörizm üzerine yapılan tartışmalar, sosyal bilimlerde ve diğer alanlarda kavram üzerine daha çok araştırma yapılmasına ve yayınlar üretilmesine neden olmaktadır. Ancak bu yayınlar, çoğunlukla Batılı akademisyenler tarafından yapılmakta ve ülkemizde yerli literatürde terörizm üzerine yapılan çalışmalar, yeterli düzeye ulaşamamaktadır. Bir başka deyişle üzerinde bu kadar çok konuşulan ve hayatımızı ontolojik güvenlik bakımından etkileyen terörizm hakkındaki çalışmalar, yetersiz düzeyde kalmaktadır. Terörizmin El-Kitabı: Kavram, Tanım, Nedenleri, Tarihsel Süreci ve Mücadele Yöntemleri adını verdiğimiz ve otuz üç kıymetli yazarı bir araya getiren bu çalışma, yukarıda saydığımız eksikliği giderme amacını taşımakta ve ülkemizde bu alanda çalışan akademisyen ve araştırmacıların çalışmalarına katkı sunmayı hedeflemektedir
Emrah Kaya İnsanların, toplumların ve devletlerin en büyük tehdit kaynaklarından biri olan terörizm, 2000 yılından itibaren küresel bir tehdide dönüşmüştür. Tarihsel süreçte terörizmle mücadele edebilmek için devletler, çeşitli araçlar geliştirmişlerdir. Terörizm yeni bir boyut kazandıkça terörizmle mücadele araçları da değişime uğramaktadır. 1990 sonrası dünyada liberal değerler önem kazanmıştır. Bu dönemde, terörizmle mücadelede siyasi araçların önemi artmıştır. Bu araçlar; demokratikleşme ve müzakere olarak ikiye ayrılabilir. Demokratikleşme, bir devletin aldığı kararlar neticesinde attığı adımlardır. Müzakere ise yapılan görüşmeler vesilesiyle varılan uzlaşı sayesinde terör örgütlerinin silah bırakmalarını sağlama amacı taşımaktadır.
Devletler ve terör örgütleri, çatışmalarla amaçlarına ulaşacaklarını düşünmektedirler. Lakin her iki tarafın da amaçlarına ulaşma oranları oldukça düşüktür. Böyle bir durumda çatışmalar, karşılıklı zarar vererek çıkmaza girerken çatışan aktörler, yeni yollar denemeyi düşünmektedir. Bu noktada çatışma olgunlaşmış demektir ve müzakere aşamasına geçilebilir. Bu kitapta; bir devletin müzakereyi terörizmle mücadelede bir araç olarak kullanıp kullanamayacağı, hangi şartlarda kullanabileceği, müzakereye başlayacağı zaman nasıl bir yöntem izlemesi gerektiği terörizm ve barış çalışmaları üzerinden incelenmekte ve ETA, FARC, LTTE ve PKK örnekleri ele alınmaktadır.
Murat Aktaş The popular uprisings starting from Tunisia in December 2010 and spreading quickly to other Arab countries brought the most extensive social and administrative changes to the Arab World, since the end of the Second World War. These unpredictable and spontaneous upheavals in the Arab World, began with people taking to the streets to express their anger and disappointment with the status quo, surprised not only the effective political actors in the region such as United States, Russia and European Union but also all the world.
Dr. Murat Aktas

The recent global financial and economic crisis has wreaked havoc across the globe and it is in that context that the Arab uprisings have occurred. The question becomes whether the global situation was a main cause of those recent events. It is beyond question that the global capitalist system is in a profound crisis. Capitalist decline manifests itself in two major ways.
Prof. Dr. Ibrahim G. Aoudé

The European financial crisis coupled with the Arab Spring marked the decline of the European Union. The Anglosaxons were able through instigated uprisings in Tunisia and Egypt to overthrow in Africa the two pillars of Sarkozy's building of the Union for the Mediterranean, i.e. Ben Ali and Mubarak obliged Sarkozy to bombard his other friend, Gaddafi, in return for a small piece of the Libyan energy cake.
Prof. Dr. Dimitri Kitsikis

Russia and West were actually surprised by the events developing in the Middle East and for the most part they shared consent on how to approach each Arab country problems as they unfolded, except in the case of Syria and Libya. The events surrounding the Arab Spring had forced countries to take sides.
Irena Rajchinovska Pandeva
İbrahim Karataş This book analyzes the role of soft power in Qatar's foreign policy. Although Qatar is a small state, it could ensure its sovereignty and security through its soft power instruments. Thanks to hydrocarbon revenues, the Sheikhdom could become a regional actor through its assertive foreign policy, established one of the biggest media companies, namely Al Jazeera TV network, made new friends by foreign aid and overseas investments, could win the bid for hosting FIFA 2022 World Cup, and so on. In addition, personal efforts of incumbent Emir Tamim Al-Thani, former Emir Hamad Bin Khalifa and his wife Sheikha Moza have shown how soft power of individuals can change the destiny of a country. The book analyzes Qatar for the concept of soft power since the small country is one of the most successful countries wielding soft power. It also lays down the author's theories about the concept, which he tries to include to the literature.
Hasan Ali KARASAR, Hasan KANBOLAT The culture of strategic thinking in Eurasia has very deep roots in history -under the influence of Chinese, Indian, Persian, Mesopotamian, Anatolian, Ancient Greek, Mongolian, Turkish and Russian civilizations.
Their common characteristic seems to be the existence of an “imperial” past. Another common pattern in all of them is that the strategic thinking in these civilizations had evolved with the motives of “ruling different cultures” and “survival of the state”.
In designing the book, we have tried to have a balanced representation of the gigantic Eurasian geography with significant thematic frames.
To this end, we have included articles about the think-tanks and detailed analyses about the strategic thinking cultures of Eurasian countries like Serbia, Armenia, Georgia, Ukraine, Turkey, Russia, Islamic Republic of Iran, Bulgaria, Azerbaijan, Turkestan (Central Asia: Turkmenistan, Uzbekistan, Kazakhstan, Kyrgyzstan, Tajikistan) and Belarus. As to the thematic frames, topics like development of civil society, cultural parameters, the question of the categorization of think-tanks, specialization and experts, “think-tanks which are giving birth to others,” strategic management procedures in the public sphere, the roles played by the think-tanks at the regional and global communications networks, security sector think-tanks, the roles played by the think-tanks during the “colored revolutions,” the influences of think-tanks operating in economics sector over the decision making mechanisms, think-tanks in transition to democracy and civil society strategies” were included.