Uluslararası İlişkiler \ 7-11
İhsan Konak Kültürel çoğulculuk ve çeşitlilik günümüz toplumlarında âdeta bir norm hâline gelirken kültürel aidiyetler ön plana çıkmakta ve buna ilişkin hak talepleri yaygın bir sorun olarak gözlemlenmektedir. Kültürel farkındalığın ve kimlik arayışlarının arttığı bu süreç, sadece Batılı devletleri değil tüm dünya ülkelerini, yoğunluğu farklı olsa bile etkilemektedir. Her geçen gün daha fazla çokkültürlü hâle gelen çağdaş toplumlar, kültürel hak talepleri ile karşılaşmaktadır. Kültürel çeşitlilik tarihsel süreç içerisinde sürekli var olmuşsa da çokkültürlülüğe ilişkin hak talepleri yeni bir durumu işaret etmektedir. Farklı kültürel, etnik, dinî ve cinsel kimliklere sahip birey ve gruplar farklılıklarının tanınmasını, farklılıklarına saygı gösterilmesini ve kamusal destek talep etmektedirler. Bu bağlamda çokkültürlülük, kültürel farklılıkların tanınması ve farklılıklardan kaynaklı sorunların çözümü iddiası taşır. İşte bu kitapta, çokkültürlülüğün teorik arka planı ortaya konularak çokkültürlülük şemsiyesi altında yürütülen tartışmalar ele alınmıştır. Bu çerçevede çokkültürlülüğün nasıl bir siyasi yansıması olabileceği üzerine önemli eserler veren ve sırasıyla liberal ve komüniteryan çokkültürlülüğün temsilcileri sayılan Will Kymlicka ve Charles Taylor'ın çokkültürlülük üzerine görüşleri tek tek ele alınıp incelenmiştir. Uygulama açısından da çokkültürcü politikalar bağlamında liberal ve cemaatçi modeller ABD ve Kanada örnekleri özelinde ayrıntılı bir incelemeye tabi tutulmuştur. Farklılıkların ve çokkültürlülüğe ilişkin taleplerin yoğun olarak yaşandığı Kuzey Amerika coğrafyasından bu iki örnek, Kymlicka ve Taylor'ın çokkültürcü görüşleri çerçevesinde değerlendirilmiştir.
Hakan Tuna, Zafer Akbaş Sağlık turizmi kapsamında ele alınan medikal turizm, 21. yüzyılda önemini artırmaya devam etmektedir. Türkiye, medikal turizm açısından önemli avantajlara sahip bir ülkedir. Bu kapsamda Türkiye'nin uygulamış olduğu dış politikanın, medikal turizm faaliyetleri üzerinde olumlu etki yaptığı görülmektedir.
Sekiz bölümden oluşan bu kitapta, öncelikle gelişmekte olan bir sektör olarak sağlık turizmi ve türleri hakkında bilgiler verilmiştir. Daha sonra sağlık turizminin bir çeşidi olarak medikal turizm, medikal turizmin ekonomik etkileri, nedenleri, tarihsel gelişimi, medikal turizmde akreditasyonun önemi ve dünyada medikal turizm yapan ülkeler konuları kapsamlı bir şekilde açıklanmıştır. Bir sonraki bölümde Türkiye'de medikal turizmin gelişimi ve potansiyeli, medikal turizmin SWOT analizi ve Türkiye'nin medikal turizm stratejileri hakkında detaylı bilgi verilmiştir. Literatürün son bölümünde ise 21. yüzyılda Türk dış politikası başlığı altında Türk dış politikasının oluşumuna etki eden faktörler ele alındıktan sonra Türk dış politikasına yön veren kavramsal ilkeler konusuna yer verilmiştir. Ardından 2000 yılı sonrası dönemde Türk dış politikası ile Türk dış politikasında yaşanan değişimler ve konuları incelenmiştir. Kitabın altıncı bölümü olan yöntem kısmında; araştırmanın yaklaşımı, araştırma yönteminin seçimi, araştırmada kullanılan veri toplama araçları ve veri toplama teknikleri ifade edilmiştir. Daha sonra elde edilen verilerin nasıl analiz edileceğine ilişkin bilgilere değinilmiştir. Kitabın yedinci bölümünde araştırma verilerinin analizi sonucunda elde edilen bulgulara ilişkin istatistik verilerine yer verilmiştir. Sonuç bölümünde ise araştırmaya özgü sonuçlar ortaya konulmuştur.
Bu kitap, sağlık turizminin bir çeşidi olarak medikal turizm hakkında kapsamlı bir içerik analizini sunmaktadır. Ayrıca yirmi birinci yüzyıldaki Türk dış politikasının durumu hakkında önemli bilgiler vermektedir. Lisans ve yüksek lisans düzeyinde eğitim gören öğrenciler başta olmak üzere, akademisyenlere ve sağlık turizmi alanında araştırmalar yapan herkese faydalı bir kaynak olacağı düşünülmektedir.
Suat Begeç Soğuk Savaş Dönemi ile başlayan, 11 Eylül saldırıları ile devam eden ve 2019 yılının sonunda ortaya çıkan Covid-19 küresel salgınının etkisiyle yön değiştiren dünyamız, karmaşık, muğlak ve belirsiz bir yapıya dönüşmüştür. Bu durum birçok kavramın yeniden sorgulanmasını ve tanımlanmasını gerektirmiştir. Dünya orduları ve savaşlar da bu durumdan nasibini almıştır.
Yakın geçmişe bakıldığında, tahrip etkisi çok olan İkinci Dünya Savaşı'nda, Avrupa kıtasındaki askerî çatışmaların büyük bölümü meskûn mahallerde meydana gelmiştir. Günümüzün küresel gücü ABD Deniz Kuvvetleri'nin denizaşırı askerî müdahalelerinin büyük çoğunluğunun şehirlerde gerçekleştiği bilinmektedir. 2025 yılında 5 milyar insanın şehirlerde yaşayacağı, nüfusun %75'inin sahil bölgelerine 200 km. uzaklıktaki alanlar içerisine yerleşeceği varsayılmaktadır. 2030'lu yıllarda ise şehirlerin, çoklu yetki alanlarına sahip devasa yönetim bölgelerine dönüşeceği ve birkaç ulusun birleşmesinden meydana gelen büyük anakent bölgelerinin oluşacağı tahmin edilmektedir. Dolayısıyla gelecekte sahil bölgelerinin ve şehirlerin savaş alanları olarak kullanılacağı değerlendirilmektedir.
Bu gelişmelere bağlı olarak NATO tarafından meskûn mahallerde gerçekleştirilmesi planlanan harekâtlar için NATO Şehirleşme/Kentleşme 2035 Projesi gündeme alınmış ve İttifak'ın gelecekteki yeteneklerinin gelişimine köprü olabileceği düşünülen “Capstone Konsepti"nin geliştirildiği belirtilmiştir.
TSK; Cumhuriyet döneminden günümüze kadar olan süreçte özellikle NATO çatısı altında almış olduğu “Barışı Tesis” ve “Barışı Koruma” görevlerinin büyük bölümü ile 1984 yılından beri terörizmle mücadele kapsamında sürdürdüğü iç güvenlik ve sınır ötesi operasyonlarının bir kısmını meskûn mahallerde gerçekleştirmiş ve gerçekleştirmeye devam etmektedir.
Bu kitabı; geleceğin savaşlarında çokça yer alacağı değerlendirilen “Meskûn Mahallerde Savaş” ile ilgili harekâtlara yönelik teknik alan bilgilerini görev yaptığı yıllarda edinmiş olduğu bilgi ve deneyimleriyle, stratejik ve teorik bilgileri ise akademik bakış açısıyla harmanlayarak okuyucuların anlayabileceği dilde aktaran, akademisyen ve mavi bereli komando subayının gözünden okuyacaksınız.
Kitap sayesinde konu ile ilgisi olan okuyucuların bilgi dağarcığı tazelenecek, yeni ilgilenen okuyucular ise gelecekteki savaş alanları olarak değerlendirilen meskûn mahalleri ve bu meskûn mahallerdeki savaş stratejisini farklı bakış açısıyla değerlendireceklerdir.
Furkan Torlak Bu çalışma, 2011 yılında tüm Arap coğrafyasını etkisi altına alan halk isyanlarının Mısır ayağını, devrim teorileri ve sivil-asker ilişkileri bağlamında açıklamaktadır. Bu çerçevede Mısır ordusunun siyasal sistem içerisinde sahip olduğu kritik rol incelenirken, 25 Ocak Tahrir devrimine giden devrimci koşullar ile 3 Temmuz askeri darbesine giden karşı devrim konjonktürü ele alınmıştır.
Çalışmanın kavramsal çerçevesi, devrim olgusunun tarihsel olarak nasıl geliştiğini incelemiş; farklı devrim örneklerini karşılaştıran düşünürlerin ulaştığı bulguları aktarmış, devrim ve karşı devrim için gerekli koşulları ele almıştır. Yapılan analiz çerçevesinde Mısır'daki 25 Ocak devrimiyle diktatörlüğün yıkıldığı; siyasal ve toplumsal ilişkilerin yeni anayasa çerçevesinde geniş kesimlerinin lehine formatlandığı gözlemlenmiştir.
Buna karşılık devrimle birlikte çıkarları zedelenen eski rejimin uzantılarının karşı devrim sürecini başlattığı; devrimci güçler, Seküler ve İslamcı şeklinde kutuplaşırken, seküler kesimlerin karşı devrimci güçlerle ittifakının 3 Temmuz darbesini doğurduğu tespit edilmiştir.
Neticede Mısır’da gerçekleşen askeri darbe sonrası eski rejim unsurları siyasal sistemin merkezine otururken, eski devrimci liberal-seküler kanadın dışlandığı; özgürlüklerin kısıtlandığı 2014 anayasası ile de ülkede askeri diktatörlüğün kurumsallaştığı meçhul bir geleceğe doğru ilerlediği görülmüştür.
Mehmet Çimen Hafız Esad liderliği döneminde Suriye-Türkiye ilişkilerini etkileyen en önemli olguların başında küreselleşme gelmektedir. Küreselleşmenin bu etkisi millî güvenlik stretejilerini sürekli olarak şekillendirmiştir. Ortadoğu bölgesi uzun yıllar Osmanlı Devleti yönetiminde kaldıktan sonra batılı ülkelerin sömürgesi durumuna düşmüş ve daha sonra bu sömürgeci devletlerin çizmiş olduğu sınırlar sonucunda yeni devletler türemiştir. Bu yeni devletlerden birisi de Suriye'dir. Suriye ile Türkiye arasında en önemli ve temel uyuşmazlık noktaları strateji açısından ve sınır güvenliği bakımından Hatay sorunu, su sorunu, Suriye'deki Türk nüfusunun varlığı ve terör sorunudur. Bu çalışma, Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilere ışık tutmayı amaçlamaktadır.
Yusuf Turan Çetiner Hiçbir savaşın; toplumların ve ülkelerin birdenbire silaha sarılmaya karar vermelerinin sonucu olamayacağını anlamak güç olmasa gerek. Buna rağmen, geçmişin araştırılmasında siyasi ve askerî tarihe odaklanmaktan fazlasına ilgi gösterilmemesinin nedeni ne olabilir?
1914 yılına kadar Avrupa toplumsal ortamını şekillendiren sanat, bilim ve edebiyat içinde “değersizleştirilen bir şeyler” olduğu, ilginçtir ki hâlen fark edilmeyi bekler gibi. Avrupa imparatorlukları, toplumlarına karşı duygusal bağ taşımayan, hatta çoğu zaman aynı milletten dahi olmayan, evliliklerle akrabalık bağı kuran aristokratlar tarafından yönetiliyor; kilise, güç yarışından eksik olmuyor; seferberlik için düğmeye basıldığında her ülke yekdiğerinden geride ve eksik kalma korkusu ile milyonları bir çırpıda askere alıp cephelere sürebiliyordu. Öyleyse en başta değersizleştirilen “insan”dı.
Kültürel emperyalizm, hakikat tasasını önemsizleştirdiği kitleleri önce düşünmeyi sevmez sonra da düşünemez hâle getirirken kendini olduğundan farklı gösteriyor. Ana akımın kalemleri ise tarihi açıklamaktan çok örtük anlatımın rahatı içinde gözüküyor. Geçmiş, gerçekte sadece kalabalıklaştırılmış sayfalar içinde, âdeta insani olan ne varsa ondan arındırılmış, sonuçta çoğu kişinin “zaten olan olmuş” diyerek bir süre sonra bir benzeri içinde kendini bulduğu bir masala dönüştüğünde payımıza kanıksamalardan daha fazlası düşmeli. Mitler; putlar gibi…insanlığın ilerleyişi önünde, kırılmayı bekliyor.
Memet Yetişgin Bu kitap, modern Avrupa'nın bir tarihi olup siyasi gelişmelerden ziyade modern Avrupa'yı modern yapan belli başlı tarihî gelişmeleri konu edinmektedir. Modern Avrupa'nın oluşumunda son derece etkili olan Rönesans, coğrafi keşifler, reform hareketleri, bilim devrimi, Aydınlanma, Fransız Devrimi, Endüstri Devrimi ve emperyalizm, kitabın ana konularını meydana getirmektedir. Rönesans ile başlayan “akıl çağı”; edebiyatta, sanatta, bilimde ve kültürel sahada köklü değişimler meydana getirirken coğrafi keşifler, Avrupa'yı geleceğin dünya hâkimiyetine götüren coğrafyalara taşımıştır. Reformasyon, modernleşme için gerekli dinî ve kültürel ortamı oluştururken; ilim devrimi, Avrupa'yı skolastik öğretiden ve kilise dogmalarından uzaklaştırarak gelişimin bilimsel temelini oluşturmuştur. Aydınlanma; siyasi, politik, idari ve toplumsal sahada modern fikirleri, bireysel hakları ve temel insan haklarını formüle ederken Fransız Devrimi, modern Avrupa'nın siyasi şekillenmesine katkı sağlamıştır. Endüstri Devrimi, Avrupa'nın fabrikalaşmasını ve ekonomik zenginleşmesini sağlarken emperyalizm, gelişen ve modernleşen Avrupa'nın dünya sömürüsünü ifade etmiştir. Modernleşen Avrupa yeni sorunlar doğurmuş; bu sorunlar, sosyal hareketlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Kitap, bu gelişmelerin nedenleri, gelişimleri ve sonuçları üzerinde durmakta, gelişmelerde rol alan önemli kimseler hakkında bilgiler vermekte ve Modern Avrupa'nın önemli tarihî gelişimlerini bilimsel bir üslupla kaleme almaktadır.
Ali Asker, Barış Demir, Baybarshan Ali Kazancı, Bedri Özçelik, Berat Lüy, Demet Şefika Mangır, Fatih Saydam, İlteriş Kaan, İrfan Sancak, Mete Çapar, Mustafa Çağrı Peker, Müzeyyen Özhavzalı, Naime Yaprak, Selin Dinçer, Sinan Sodan, Tuncay Erduran, Bu kitap, yüzlercesi gibi özgürlük ve bağımsızlık arayışının başladığı dönemden itibaren meydana gelen sosyoekonomik ve sosyopolitik değişimin yeni bir hikâyesini anlatma çabasının adıdır. Timur Devleti'nin merkezini oluşturan Özbekistan'ın dış politikasındaki değişim rüzgârlarının, Kırgızistan'daki ekonomik dinamiklerin, Türk Cumhuriyetlerinin genel ihracat potansiyellerinin, Türk Devletleri Teşkilatı üyeleri arasındaki etkileşimin, Atatürk döneminde Gagavuzlarla (Gökoğuzlar) ilişkilerin, Türkiye'nin Türk Cumhuriyetlerine yönelik kalkınma yardımlarının, Türk destanlarındaki devlet anlayışının, Türk Cumhuriyetlerindeki göç hareketlerinin içerik analizlerinin, aynı ülkelerin piyasa ekonomisine adaptasyon süreçlerinin, Türk Cumhuriyetleri arasındaki enerji(k) iş birliği çabalarının sağlık sektörünün yapısal analizinin ve dil politikalarının eksene alındığı ve ayrıntılı incelendiği bu kitabın; alanyazına katkı sağlaması ve tüm okurlarına faydalı olması dileğiyle...
Arif Bağbaşlıoğlu Bu kitap, NATO'nun Soğuk Savaş sonrası stratejisinin ilk uygulama örneklerinin yaşandığı Balkanlar ile İttifak'ın ilişkisine odaklanmaktadır. Bu çerçevede NATO'nun dönüşüm sürecinin değerlendirilmesi, Barış İçin Ortaklık Programı'nın NATO'nun genişlemesine ve Balkan ülkelerine olan etkisinin incelenmesi, Yugoslavya'nın dağılma sürecinde NATO'nun gerçekleştirdiği faaliyetlerin Balkan ülkelerinin Avrupa-Atlantik kurumlarına yönelmelerini nasıl etkilediğinin açıklanması ve güncel gelişmeler ışığında Türkiye'nin İttifak içerisindeki mevcut konumunun değerlendirilmesi çalışmanın alt amaçlarını oluşturmaktadır.
Soğuk Savaş sırasında NATO'nun pasifliğini vurgulamak için kullanılan No Action Talk Only (NATO, Eylemde Bulunmaz Sadece Konuşur) ya da Not After Two O'clok (NATO, Öğleden Sonra 2'den Sonra Çalışmaz) gibi alaycı ifadeler Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO'yu tarif etme açısından yetersiz kalmışlardır. Bu dönemde, NATO'nun güvenlik algılamasında, askerî unsurların yanında siyasi, ekonomik ve sosyal unsurların da bulunması, İttifak'ın mücadele ve müdahale alanını giderek genişletmiştir. Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) dış politikasındaki hedef ve eğilimlerin NATO'nun hedef ve eğilimlerine dönüşebilme potansiyelinin yüksek olduğu genel olarak gözlemlenen ve büyük ölçüde kabul gören bir değerlendirmedir. Bu çalışmada da, özellikle Soğuk Savaş sırasında ve 1990 ile ABD'nin Irak müdahalesini gerçekleştirdiği 2003 yılına kadar olan dönemde, ABD dış politikası ile NATO'nun ilgi, faaliyet ve söylemlerindeki değişim arasında doğru bir orantı olduğu kabul edilmektedir. Ancak son zamanlarda, ABD ile Avrupa Devletleri, özellikle de Almanya arasında NATO'nun rolü ve hedefleri açısından farklı tutumların varlığı ve Türkiye-ABD arasındaki müttefiklik ilişkilerinin sorgulanmasına sebep olan gelişmelerin yaşanmakta olduğu da unutulmamalıdır. Bu hususlar dikkate alındığında, bu çalışmanın temel iddialarından biri de mevcut konjonktür dâhilinde söz konusu doğru orantının ve Soğuk Savaş sonrasında “ortak tehdit”in yokluğunda İttifak'ı ayakta tutan “birlikte çalışabilirlilik (interoperability)”in azalma eğilimi gösterdiği tespitidir.
Ali Kuzudişli, Emine Zeytinli, Gitit Holzman, M. Mustafa Kulu, Ramit Das, Sadık Kirazlı, Semih Gökatalay, Sweta Singh As far as Jewish and Israeli studies in the East, outside of Israel, is concerned, it began to develop as an academic discipline from the 20th century onwards and gained momentum after the establishment of the State of Israel, but it is still not so well-developed as in the West.
From the perspective of history and sociology of knowledge, Muslim East has more advantages in comparison with non-Muslim East, as far as Jewish and Israeli studies are concerned, because Muslim scholars paid serious attention to accumulate knowledge about Judaic knowledge, which they called Israiliyyat. There is the possibility of the emergence of new approaches in the field of Israiliyyat by applying the scientific method to its subject matter. So far the traditional method has been used to study the Israiliyyat. The usage of a new approach and new method will help to transform Jewish and Israeli studies (also called new or modern Israiliyyat) in the Muslim East. In addition, new information about Israel and Judaism should be internalized from the West and the non-Muslim East and incorporated into what the subject already knows.
While the traditional method has been used so far in Israiliyyat, a systematic review of the traditional Israiliyyat approach has not been performed. The sources and methods of knowledge acquisition in the field of Israiliyyat should be subjected to a critical approach to reveal the strengths and weaknesses of old knowledge.
Mesut Hakkı Caşın Türk-Rus ilişkileri tarih boyunca, Avrasya bölgesinin genel görünümü ve bu coğrafyadaki güç dengesinin temel ögelerinden birisi, muhtemelen de en önemlisi olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu ile Rus Çarlığı arasındaki ilişkiler ile başlayan bu önemli rekabet, Sovyetler Birliği'nin kuruluşunun ardından ilk başlarda bir işbirliği görünümü kazanmaya yönelmişken, II. Dünya Savaşı ile birlikte, bu defa ideolojik bir ayrılığın etkisiyle de pekişerek kendisini göstermiştir. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında doğrudan kara sınırı kalmamakla beraber taraflar arasındaki ilişki yoğunluğu azalmamış; aksine Türkiye'nin Kafkasya ve Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile olan ilişkisi nedeniyle, daha da önem kazanmıştır.
Çoğu zaman çatışma/rekabet, zaman zaman da ortak anlayış/işbirliği olarak ortaya çıkan bu yeni ilişki zemininin iyi anlaşılabilmesi için ülkemizde Rusya'nın daha iyi tanınmasına ihtiyaç vardır. İşte elinizdeki bu akademik çalışma da Rusya'ya bakış açısından bu ikilem içerisinde yerini alan, Rusya'nın bugününü ve geleceğini anlamamıza ışık tutan niteliktedir. Yazar Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın çalışmasında, özel­likle Rusya Federasyonu'nun Vladimir Putin'in Devlet Başkanı olmasının ardından ortaya çıkan durumunu analiz etmeye yönelirken, bu dönemin daha iyi anlaşılabilmesi için gerekli olan tarihsel arka planı ve kısa geri dönüşleri de kullanmaktadır. Çalışma bu özellikleriyle, Rusya konusunda eksikliğini duyduğumuz çabalara yararlı bir katkı niteliği taşımaktadır.
Ali Açikgöz, Aliyev Adalat, Aliyev Goshgar Jalal, Aliyeva Ruhengiz, Anıl Çağlar Erkan, Aziza Syzdykova, Bimendiyeva L. A., Botokanova Gulnara, Elnur Allahverdiyev, Emiliya Uzun, Fərahilə Fazil, Filiz Değer, Gökay Karaduman, Gökhan Dönmez, Gulnara Murzakhmedova, Gulshan Sadyralieva, Hakan Kaya, Ibrahimli Lale, Merve Suna Özel Özcan, Nurzhan Shabieva, Osman Ercan, Ruzmanova Rokhila Usmanovna, Samir Humbatov, Saparbayev Abdizhapar, Serdar Yilmaz, Sina Kisacik, Sultanov Tulkin Irgashevich, Temerbulatova Zh.S., Tulegenova M., Yerkebulan Sapiyev, Yılmaz Ulvi Uzun, Yücel Özden, Zeynep Deniz Altinsoy, Zoltán Egeresi The Organization of Turkic States, which is based on the reflection of a common historical and cultural disposition, has been taking firm steps towards becoming a global power as well as developing cooperation between member countries since its establishment. The increasing interaction of the Turkish States, which gained their independence after the dissolution of the Soviet Union, contributed to their gathering under a common roof today and finally to be mentioned as stakeholders in various fields, especially in economic, political and cultural cooperation. Based on the interaction of the member states of the Organization of Turkic States in different fields, this book has processed the Organization of Turkic States from the perspective of economic, political, and cultural influences. This book, which emerged because of a collective work, aims to contribute to the development process of the Organization of Turkic States, as well as to present current developments with theoretical and empirical applications to researchers who are interested in this field, and to contribute to the literature.
Abdulgani Bozkurt, Behice Canatan, Betül Yasemin Keskin, Birkan Kemal Ertan, Canan Özge Eğri, Erhan Akkaş, Furkan Yıldız, Güldenur Çetin, Hakan Ünay, Halil Kürşat Aslan, Haris Ubeyde Dündar, İsmail Köse, M. Tahir Kılavuz, Mesut Özcan, Murat Aslan, Murat Çemrek Arap ayaklanmaları ülke içi siyasal sistemleri sarstığı kadar bölgedeki tüm devletleri de
etkilemiştir. Arap dünyasında yaşanan bu değişimler Ortadoğu bölgesine olan ilgiyi de artırmıştır. Ayaklanmalarının ortaya çıkış sebepleri ve sonrasında yaşanan gelişmelerin nedenleri merak konusudur. Ortadoğu devletlerinin iktisadi ve siyasal yapılarını anlamak bu noktada önemli hale gelmiştir. Yaşanan olaylar ve tarihsel bağlam içerisinde ekonomik ve siyasal konjonktürün bağlamın birlikte analiz edilme ihtiyacı, elinizdeki çalışmanın ortaya çıkışında temel motivasyon kaynağıdır. Bu kitapla, Orta Doğu'nun siyasal ve ekonomik gerçekliğine dair tekil örneklikler yerine daha geniş bir perspektif sunulması hedeflenmiştir. Tarihi tecrübeler ışığında bölgenin siyasal ve ekonomik fotoğrafı birlikte çekilmektedir. Bu kapsamda, ekonomi politik perspektiften kapsamlı bir çalışma olarak bu kitap, son yıllarda bölgedeki gelişmelere dair artan ilgiye cevap vererek, okuyucuya
katkı sunacaktır.
Ahmet Sapmaz, Burak Şakir Şeker, Canan Orhan Gönül, Cihat Yaycı, Doğan Şafak Polat, Emine Kılıçaslan, Emirhan Kaya, Fahri Erenel, Ferda Özer, Ferdi Güçyetmez, Gülden Gül, Hasret Çomak, Hatice Yaprak Civelek, Hulusi Ekber Kaya, Huriye Yıldırım Çinar, Hüseyin Çelik, İdris Turan, İrem Nart, Mesut Şöhret, Muhammet Fatih Özkan, Murat Koray, Murat Yorulmaz, Oğuz Taner Hacıfazlıoğlu, Özkan Gönül, Selen Akan, Serdal İlbaş, Sibel Kavuncu, Sina Kısacık Orta Doğu sadece bugün değil tarihin her döneminde politik, stratejik, kültürel, ekonomik ve genel dengeler açısından insanlığın gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
Doğu ile Batı'nın buluştuğu bir kavşak noktası olan Orta Doğu, sadece doğal kaynakların ve ticari malların aktarıldığı bir yer değil aynı zamanda inançların, kültürlerin ve medeniyetlerin birbiriyle kavuştuğu ve aktarıldığı bir geçiş noktası olmuştur.
Orta Doğu'nun jeopolitik yapısı ve özellikleri, bölgenin dünya politikasındaki yerini ve önemini korumakta ve güçlendirmektedir. Orta Doğu; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birleştiği merkezî noktada bulunmaktadır. Soğuk Savaş Dönemi'nde Orta Doğu bölgesinin jeopolitik ve jeoekonomik önemi uluslararası rekabetin ve çatışmanın dinamiğini oluşturmuştur.
Soğuk Savaş sonrasında Orta Doğu'nun jeopolitik önemi, uluslararası enerji kaynaklarının ve enerji intikal yollarının kontrolünü yeniden gündeme getirmiştir.
Küresel aktörlerin; 21'inci yüzyılın ilk çeyreğinde Orta Doğu'daki ilgisi askerî, ekonomik, siyasal açıdan en yüksek noktaya ulaşmıştır.
Cumhuriyetimizin 100'üncü yılına girdiğimiz bu dönemde Orta Doğu ile ilgili belirleyici ve yönlendirici politikalar izlemesi kaçınılmaz olmalıdır. Bu kapsamda mevcut politikalar yeniden gözden geçirilmeli, güncelleştirilmeli ve geliştirilmelidir.
Fatma Kurt Sarıaslan Ana merkezi dış politika olan bu çalışmada, Orta Doğu ülkelerinden İran, Suriye, Irak, İsrail, Lübnan, Mısır, Yemen, Filistin ve Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki siyasi ilişkiler tarihsel bir perspektifle ve bölgede geçmişten günümüze dek yaşanan krizler ekseninde incelenmektedir. Okuyucu bu kitapta, bölge ülkeleri ile Türkiye arasındaki siyasi ilişkilerin geçmişten günümüze kadar gelişiminin izini sürerken, aynı zamanda tarihten günümüze bölgede yaşanan önemli krizlerin de öyküsünü Türk Dış Politikası bağlamında okuma fırsatı bulacaktır. Bu bağlamda kitapta, Süveyş Krizi’nden Filistin meselesine, İran-Irak Savaşı’ndan su sorununa, Lübnan ve Yemen iç savaşlarından Körfez savaşlarına, Arap isyanlarından Mavi Marmara Saldırısı’na, Tahrir Devrimi’nden Kaşıkçı Cinayeti’ne, Suriye Krizi’nden Barış Pınarı Harekâtı’na kadar bölgedeki tarihsel ve güncel muhtelif konular Türk Dış Politikası ve ikili siyasi ilişkiler çerçevesinde okuyucuya sunulmaktadır.
Abdulgani Bozkurt, Abdullah Erboğa, Muharrem Hilmi Özev, Necmettin Acar, Özdemir Akbal, Veysel Kurt, Wissam Aldien Aloklah Orta Doğu bölgesi tarih boyunca uluslararası siyasetin öncelikli gündem maddeleri arasında kendisine yer bulmayı başarmıştır. Türk dış ve güvenlik politikasında Orta Doğu'nun öneminin arttığı son dönemde ülkemizde de bölgeye yönelik ilgi ciddi bir artış gösterdi. Orta Doğu devletlerinin dış politikalarına dair yazılan analizlerde görülen en önemli eksiklerden birisi, “Bölgesel düzenin yapılandırılmasındaki asıl faktör küresel aktörlerdir.” kabulünden hareketle devlet içi yapılanmaları önemli ölçüde dikkate almamış olmalarıdır. Bölge siyasetine yakından baktığımızda bölge ülkelerinin devlet yapılanmalarında ve ülkelerin dış politikalarının belirlenmesinde ülke içi yapıların önemli bir etken olduğunu görebilmekteyiz. Bu çalışmanın temel amacı, Orta Doğu'da ülkelerinde devlet oluşumu ve dış politika yapımı süreçlerinde elitlerin oynadığı rolü açığa çıkarmaktır. Bölgeye dönük genelleme yapabilmek için bölgenin halkı Arap olan yedi ülkesi seçilmiş ve bu ülkelerde devlet oluşum ve dış politika yapım süreçlerinde elitlerin oynadığı role ışık tutulmaya çalışılmıştır. Çalışma bu yönüyle Türkçe literatüre önemli bir katkı yaparak Orta Doğu çalışmalarına yönelik önemli bir açığı kapatacaktır.
Hasan Karaköse Avrupa devletlerinin, başta Suriye olmak üzere diğer Arap bölgelerinde eğitim ve misyonerlik faaliyetleri ile yürüttükleri gizli, yıkıcı, sinsi faaliyetleri, bu devletlerin Orta Doğu’da siyasi güçlerinin artmasına yol açtı. XIX. yüzyılda Fransızların Katolikler içinde, Amerikalıların Protestanlar arasında, Rusların Ortadokslar ile başlattıkları gizli çalışmaların yanı sıra, İngilizlerin de Hicaz Bölgesi olmak üzere Arabistan topraklarında yıkıcı faaliyetleri, Orta Doğu’nun önemli kısımlarını fitne ve fesat yuvası hâline dönüştürdü.
Birinci Dünya Savaşı, Orta Doğu’nun en güçlü devleti olan Osmanlı Devleti’nin sonunu getirmiş ve bölgede sömürgeci Batı devletlerinin istekleri doğrultusunda yeni bir düzenin kurulmasına zemin hazırlamıştır. Savaş sonrası yürürlüğe konan manda rejimi Osmanlı Devleti’nden koparılan yerlerin yönetiminde sömürgeci devletlerin isteklerini resmîleştirmiştir. Avrupa’nın bölgeye nüfuzunun artması, Hıristiyan azınlıkları himayeci sıfatı ile kendi çıkarlarına alet etmesi ve milliyetçilik düşüncesinin bölgeye yerleşmesi ile bölge, istikrarsız bir döneme girmiştir Bu istikrarsızlık kanlı bir biçimde günümüze kadar gelmiştir. Fransa, Katoliklere; Rusya, Ortodokslara; İngiltere ise Dürzîlere ve Araplara destek vererek Orta Doğu’nun geleceğini biçimlendirme siyasetini sürdürmüşlerdir. Daha sonraları Amerika ve İsrail'in buraya yerleşmesi ile boyutu daha da genişleyen güç gösterilerini ve hesaplaşmaları bugün tüm dünya sadece seyretmektedir. Bu kitapta on dokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başlarında Orta Doğu’da büyük güçlerin rekabetini, hesaplaşmalarını ve bölgeyi nasıl bölüştüklerini göreceksiniz.
Yıldırım Deniz Zengin petrol ve doğalgaz yatakları ile semavi dinlerin merkezi olması cihetiyle tarihin her döneminde bir cazibe merkezi olmuş olan Orta Doğu, bu özelliklerinin doğal bir neticesi olarak her dönemde çatışmalara ve savaşlara sahne olmuş talihsiz bir coğrafyadır. Klasik yaklaşımların ortaya koyduğu güç veya refah gibi faktörler, Orta Doğu'da uluslararası ilişkilere dair yaşanan olayların açıklanabilmesinde yetersiz kalmaktadır. Bu yüzden bölgenin sahip olduğu iç dinamiklerin çok iyi bilinmesi gerekir. Bölgede yaşanan olayların açıklanabilmesinde en önemli iç dinamiklerden bir tanesi “Selef” din anlayışıdır. Bu kitap, Selefliğin ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı, hangi tarihsel süreçlerden geçerek günümüze ulaştığı, türlerinin neler olduğu, bölgede yaşayan insanları, olayları ve uluslararası ilişkileri nasıl etkilediği gibi soruların cevaplarını vererek Orta Doğu'da yaşanan olayların ve çatışmaların nedenlerini anlatmaktadır.
Ali Sarıhan Askerî darbeler dünyanın birçok yerinde şahit olunan antidemokratik müdahaleler olmakla beraber Orta Doğu ve Kuzey Afrika (MENA) bölgesi, darbelerin en çok görüldüğü yerlerden birisidir. Bin Ali, Kaddafi ve Mübarek ise bu bölgede uzun yıllar iktidarda kalmayı başararak başarılı diktatörler olarak adlandırılmayı hak etmişlerdir. Her üç liderin de demokrasi ile barışık olmadıkları ve yönetimleri sürecince antidemokratik yöntemlerle ülkelerini yönettikleri bilinirken, bu liderlerin uzun süre darbeye maruz kalmayan iktidarları, üç diktatörün başarısı olarak adlandırılmaktadır. Bu önemli nokta unutulmamalıdır ki başarı olarak görülen, liderlerin yaptıkları antidemokratik icraatlar veya kurdukları antidemokratik düzen değil MENA gibi zemini kaygan bir bölgede uzun süre diktatörlüklerini koruyabilmeleri ve iktidarda kalabilmeleridir. Bu kitap, bu üç liderin iktidarlarını nasıl kurduklarını, koruduklarını ve sürdürdüklerini inceleyerek okuyucuya karanlık üç pencerenin ardındaki bilinmeyenleri sunmaktadır.
Abdurrahman İlhan, Arzu Erman, Bilal Karabulut, Doğacan Başaran, Elif Günal, Emre Ozan, H. Mustafa Eravcı, Kadir Ertaç Çelik, Mehmet Seyfettin Erol, Mücahide Nihal Engel, Naime Yüksel Kayaçağlayan, Nuri Salık, Sayim Türkman, Serpil Güdül Orta Doğu, tarih boyunca stratejik konumu ve küresel güçlerin siyasi ve iktisadi beklentileri sebebiyle, cazibesini hiçbir zaman kaybetmemiştir. Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti (1517-1917) döneminde istikrarlı bir dönem yaşayan Ortadoğu, Birinci Dünya Harbi’nin sonunda Osmanlı Devleti’nin parçalanmasıyla birlikte önce İngiltere ve Fransa’nın kontrolüne girmiş ve ardından da “Soğuk Savaş” Dönemi’nde SSCB ve Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasi ve askerî alanlarda çekişme sahası olmuştur.
Daha önce “Orta Doğu’ya Bakış I” kitabının devamı olarak hazırlanan bu ikinci kitap, yine tarihsel süreç içerisinde Orta Doğu ülkelerinin yaşadığı siyasi, askerî ve iktisadi olayları çok sayıda akademisyenin katkıları ile geniş bir dönemi kapsayacak şekilde Orta Doğu tarihine ışık tutmaktadır.
Kemal İnat Ülkemizin de çok önemli bir parçasını oluşturduğu Ortadoğu konusunda araştırma yapan akademik çevreden olan ya da olmayan herkes için değerli bir kaynak olma amacı taşıyan Ortadoğu Yıllığı “Çekirdek Ortadoğu” diye bilinen, Türkiye, İran ve Mısır ile bunların arasında kalan Arap Yarımadası’nda yer alan ülkelerdeki bir yıllık gelişmelere ışık tutmaktadır. Bölgenin Filistin dâhil olmak üzere 16 ülkesinin incelendiği” Ortadoğu Yıllığı 2005” söz konusu ülkelerin dış ve iç politikalarında yaşanan ilgili yıla ait gelişmeleri ele alan, yorumdan çok bilgi ağırlıklı yazılardan oluşmaktadır. Kitabın son bölümünde ayrıca, Ortadoğu’nun siyasi, ekonomik ve sosyal yapısına ilişkin, ilgili yıldan bağımsız makaleler yer almaktadır. Kitap, özellikle Ortadoğu konusunda araştırma yapan öğrencilere hitap etmektedir ve bundan sonra her yeni yılın başında, bir önceki yıla ait yıllığın çıkarılması öngörülmektedir.
Kemal İnat, Muhittin Ataman

Ortadoğu Yıllığı 2006 kitabı, Ortadoğu Yıllığı 2005 adlı çalışmamızın devamı olarak ülkemizin de çok önemli bir parçasını oluşturduğu Ortadoğu konusunda araştırma yapan akademik çevreden olan ya da olmayan herkes için değerli bir kaynak olma amacı taşımaktadır. Kitapta, Çekirdek Ortadoğu, olarak adlandırdığımız bölgede yer alan 15 ülkenin ilgili yıla ait gelişmelerinin yanı sıra Türkiye’nin Ortadoğu politikasına ve 2006 yılından bağımsız bir şekilde Ortadoğu yıllığı ile ilgili makalelere yer verilmiştir. Ancak bu yıldaki bağımsız makaleler bölümünde yeni bir projenin bir parçası olarak, Büyük Güçlerin (ABD, Çin, İngiltere ve Fransa) Ortadoğu politikalarını inceleyen yazılara yer verilmiştir. Her yeni yılın başında, bir önceki yıla ait yıllığın çıkarılması şeklinde bir dizinin parçası olarak öngörülen çalışmaların 2007 yılı incelemesinde diğer büyük ülkelerin Ortadoğu politikalarının analizi amaçlanmaktadır.

Hakkı Uygur, M. Tahir Kılavuz, Mehmet Evkuran, Mehmet Toprak, Oğuzhan İrgüren, Ramazan Yıldırım, Süleyman Güder 2011 Arap ayaklanmaları sonrasında Ortadoğu'yu anlamak ve anlamlandırmak için gerekli mihenk taslarından birinin de bölgedeki siyaset-din ilişkisi olduğu kayda değer bir husus olmakla beraber konunun önemi günden güne artmaktadır. Biz de Türkiye'deki akademisyenler olarak bölgedeki gelişmeleri ve olayların arka planını ele almaya çalıştık.
İLEM İslam Siyaset Düşüncesi Projesi kapsamında "Ortadoğu'da Siyaset ve Din" üst başlığı altında bir dizi seminer gerçekleştirdik. Amacımız bölgedeki siyaset-din ilişkisini farklı dinî ve siyasi ekoller üzerinden anlamaya çalışmaktı. 2017 yılında bölgede etkin iki ana akım olan $ii ve Sünni siyaset düşüncelerinin kökenlerinden günümüz siyasi yansımalarına kadar farklı yelpazedeki meseleleri ele almaya çalıştık. Elbette ele aldığımız meseleler ne seminerler aşamasında ne de kitapta yer aldığı şekliyle sınırlıdır; çok daha kapsamlı uzanımlara sahiptir. Yine de kapsamlı ve temsil gücü yüksek bir eser ortaya koymaya çalıştık.
Isam Salahuddin Al-Bayaty Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş coğrafi dağılımında hiç kuşkusuz en önemli kurumsal oluşumların başında vakıflar gelmektedir. Vakıf kurumu, şehir tarihi ve sosyalkültürel yapı araştırmalarında önemli bir kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kurumun araştırılması, ilgili bölge ve şehrin kuruluşu hakkında zengin bilgiler sunmakta, ilgili şehrin yapılaşması ve müesseseleşmesi konusunda da ayrıntılı bilgiler vermektedir. Bu araştırmada, H 922-1112/M 1516-17000 tarihleri arasında Osmanlı hâkimiyetindeki stratejik yollar üzerinde yer alan Musul ve Kerkük bölgesindeki vakıflar incelenmiş ve takribi iki yüz yıllık süreçteki değişim ve gelişimleri tespit edilmeye çalışılmıştır.
Arman Sert, Ayça Yenilmez Koyuncu, Begüm Çardak, Mehmet Kurum, Şeyda Öcal Arslan Terör tehdidi, tarihsel olarak bütün toplumlarda çeşitli şekillerde var olmuş ve yarattığı korku ile insanların davranışlarını hem düşünsel hem de davranışsal olarak etkilemiştir. Modern anlamda terörizm, 19. yüzyılda Batı devletlerinde ilk terör dalgası olarak anarşist doktrin kapsamında gelişim göstermiştir. Aynı dönemde Osmanlı Devleti'nde anarşist terör dalgasına paralel olarak Balkanlar'da etnik milliyetçi ve ayrılıkçı amaçlar ile çeşitli ayaklanma ve tedhiş hareketleri ortaya çıkmıştır. Bu kitapta, Osmanlı'dan günümüze Osmanlı dönemi ile Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve sonrasında yaşanan terörizm ve terörizmle mücadele tecrübelerinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Günümüzde, terörizm ve terörizmle mücadele kapsamında her ne kadar yabancı literatür temel alınsa da tarihsel perspektifte neredeyse her çeşit motivasyona sahip terörizme maruz kalan Türkiye'nin bu konuya ilişkin tecrübelerinin oldukça fazla olduğu görülmektedir.
Ülkemizde terör tehdidi ve terörle mücadele çoğunlukla güvenlik boyutuyla ve Soğuk Savaş döneminden itibaren ele alınmıştır. Bu kitapta, siyasal tedhiş hareketleri kavramsal olarak geniş çerçevede ele alınarak hem tarihsel boyutta hem de teröristle mücadeleden ziyade geniş çerçevede güvenlik boyutunun ötesinde politik ve ekonomik boyutu ile incelenmiştir. Bu kapsamda ortaya çıkan bu kitap ile Türkiye'nin maruz kaldığı terörizm tehdidi ile terörizmle mücadelesinin bir taraftan tarihsel olarak ortaya konulması amaçlanırken diğer taraftan güvenlik boyutunun ötesinde farklı boyutlarına dikkat çekilmesi hedeflenmiştir.
Fatma Uygur İstanbul'da Fransız büyükelçiler ve sefaret görevlileri, Osmanlı’nın maruz kaldığı kaotik ortamlarda icra ettikleri diplomatik faaliyetlerle öne çıkmışlardır. İstanbul'da bir sadrazam kadar icrâ-yı nüfuz eden Napolyon'un casusu General Horace Sébastiani, Cezayir'de Napolyon'un Lawrence'ı Vincent-Yves Boutin veya Yanya Paşası Tepedelenli Ali'nin çıkardığı isyana destek veren Pouqueville gibileri sadece bir konsolosluk veya büyükelçilik görevini yerine getirmek için değil iç karışıklıklar çıkartmak için de faaliyet göstermişlerdir.
Fransız İhtilali’nin rüzgârıyla önce bir savrulan, sonra yeniden toparlanarak denge siyaseti gütmeye başlayan Osmanlı ise diplomasi sanatında henüz pek mahir değildir. Seyyid Ali Efendi'nin diplomat Talleyrand tarafından aldatılması bu duruma örnek bir vakadır. Yetenekli ve becerikli Fransız diplomatlar, kurdukları casusluk ağıyla her türlü bilgiye kolayca ulaşabilmişlerdir. Nitekim Sultan Mahmud'un ölümünü Paris'te bulunan Reşid Paşa'ya saraydakilerden önce Fransızlar haber vermişlerdir.
Bu çalışmaya, Fransız Diplomat Kont Émile Desages'ın kaleme aldığı Osmanlı-Fransız Diplomatik Münasebetleri (1800-1840) konu edilmiştir. Yunan ayaklanmasının getirdiği kaotik dönemden Cezayir'i işgal ederek zafer kazanan bir Fransa tablosu ve Mısır paşasının isyanlarını her daim destekleyen bir Fransız dış politikası, Osmanlı paşaları nezdinde ele alınmıştır.
Ensar Küçükaltan Afrika kıtası, tarihin her döneminde kendi topraklarında kendi kahramanlarını yetiştirmiştir. Bu kahramanlar her ne kadar fazla gündeme getirilmese de Afrika uluslarının sosyal, kültürel ve hatta siyasi dokularına işlemiştir. Ahmadou Bamba da sessiz gücü ile sömürgecilere karşı direnmiş bir sufi, bir Senegal kahramanıdır. O ve onun gibi nice önemli Afrika figürlerinin Türkçe literatürde daha fazla yer bulması adına bir giriş seviyesi çalışması olan Özgürlüğün Esiri, benzer araştırmaların kapısını aralamak isteyenler için kolaylaştırıcı bir eser olması temennisiyle yazıldı.
Bamba'ya "Özgürlüğün Esiri" denmesinin sebebi, onun tam olarak yalnızca özgürlüğe esir olma isteğine esir olan biri olabileceği düşüncesi ve hissiyatından kaynaklıdır. Bamba hakikatin esiriydi. Bunun dışındaki tüm hakikat iddiaları ona göre mâsivadan ibaretti.
Bir saha çalışması ürünü olan bu kitapta; Batı Afrika'nın İslamla olan ilişkisinden, sömürgecilik döneminin acılarından, Bamba'nın hayatından ve onun takipçileri olan Mürîdiyye hareketinden bölümler bulacaksınız. Kitabın sonu ise Senegal'in Touba şehrinde Bamba'nın takipçileri ile yapılan röportajlara ayrıldı.
Zahir KIZMAZ, Nimet TEGİN Temmuz 2015 yılında müzakere sürecinin çökmesi ile birlikte PKK örgütünün ilan ettiği "devrimci halk savaşı" bölgede yıllarca süregelen Kürt ve PKK sorunun yeni bir aşamaya evrilmesi açısından son derece önem arz etmektedir. "Devrimci halk savaşı kapsamında örgütün birçok kentte özyönetim ilan ederek, yerleşim bölgelerinde hendekler kazması, barikatlar oluşturması ve yaşam alanlarını patlayıcılarla döşemesi ile birlikte Kürtler ilk kez kitlesel anlamda PKK örgütünün mağduru olmuşlardır. Bu olay Kürtlerin siyasal parti eğilimlerinde ve örgüte bakış açısında ciddi bir kırılma yaratmıştır. İlk kez Kürtlerle, PKK örgütü ve Kürtler adına siyaset yapan HDP arasında ciddi bir mesafe oluşmuştur. Kürtlerin örgütün hendek ve barikat eylemlerine destek vermemesi, tüm tehditlere rağmen hendek ve barikat eylemlerinin arkasına geçmek yerine göç etmeyi tercih etmesi, son dönemlerde HDP belediye başkanlarının ve milletvekillerinin tutuklanması sürecinde örgütün ve partinin Kürtleri sokağa inme çağrılarını dikkate almayıp protesto hareketlerine katılmamaları, işyerlerinin kepenklerini kapatmamaları gibi gelişmeler, Kürtlerde örgüt ve bileşenlerine karşı oluşan tepkinin ve açılan mesafenin en belirgin göstergelerini/kanıtlarını oluşturmaktadır.
Salih Gamsız, Ali Poyraz Gürson Ukrayna'nın işgali ile Avrupa Kıtası, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en kanlı savaşı yaşarken Avrupa Güvenlik Mimarisi tehlikeye girmiştir. Putin; ABD ve Batılı ülkelerin NATO'nun genişlemeyeceği konusunda verdiği sözü tutmadığını, Ukrayna'nın NATO ve AB üyesi olması durumunda Rusya'nın ulusal güvenlik stratejisinin tehlikeye gireceğini ifade etmiştir. Rusya, tatbikat yapmak üzere 125 adet tabur (190.000 personel) kadar kuvveti Ukrayna sınırlarına konuşlandırmıştır. Putin, Ukrayna halkının Rus halkının kardeşi olduğunu, Ukrayna'nın da suni yaratılmış bir devlet olduğunu iddia etmekle birlikte 22 Şubat 2022 günü Donbas ve Luhansk bölgelerinin bağımsızlığını kabul ederek 24 Şubat 2022 tarihinde Kiev'deki sözde Neonazi yönetimi değiştirmek ve Rus vatandaşlarının hak ve menfaatlerini korumak maksadıyla Ukrayna topraklarını işgal etti. Rusya'nın hedefi, kısa sürede Kiev'e el atarak kendisine müzahir yönetim kurmaktı. Rusya'nın harekâtı, planlandığı gibi olmadı ve Rus kuvvetleri beklenen başarıyı gösteremedi. ABD ve Batılı ülkelerin askerî ve ekonomik yardımları ile Rusya'ya bugüne kadar uygulanmayan yaptırımları yürürlüğe koymaları Moskova'yı zor durumda bıraktı. Rus kuvvetlerinin uygunsuz hava ve arazi koşullarındaki harekâtı, yollara bağımlı kalmış ve ağır zayiatlar vermiştir. Rus ordusunun eğitimsiz, lojistik desteğinin, komuta kontrol ve siber sistemlerinin yetersizliği ve silahlarının Batı üretimi silah sistemlerine karşı zayıf olduğu görülmüştür. Ukrayna'nın işgali ve ambargolar, global enerji ve yiyecek fiyatlarını etkilemiştir. Kitlesel göçler ve yerlerinden edilenlerin durumu insanlık dramıdır. Rusya'nın AB ülkelerine enerji sevkiyatını durdurması durumunda Avrupa ekonomisi resesyona girecek ve küresel piyasaları etkileyecektir. Ukrayna'nın işgalinin sona erdirilmesi için arabulucu girişimler sonuçsuz kalmaktadır. Bu savaş, bir dereceye kadar ABD, AB ile Rusya'nın karanlık savaşıdır ve Karadeniz'in önemini ortaya koymaktadır. Ukrayna, Batılı ülkeler adına savaşan devlettir. Ukrayna'daki savaşın ne zaman sona ereceği ise Putin'in kararına bağlıdır.
The reasons for the persistence of authoritarianism in the Arab world has eluded scholars of democratization for a very long time. While many hoped that the Arab Spring might have been a break through moment in terms of democratization, authoritarian forms of political regimes proved to be resilient once again. On the basis of an array of internal and external factors, this book aims to shed some light upon the ways of how authoritarianism survived, by taking four case studies (Morocco, Tunisia, Egypt and Iraq). While many of those factors have been highlighted before, we believe what is missing is perhaps the unique interaction between them. Therefore, covering the dynamics of the relationship between the internal and external factors of authoritarianism may help us better understand why the Arab world has thus far evaded all the previous waves of democratization.
Ebru Eren, Cem Savaş Je tiens à présenter mes remerciements à mes deux collègues Dr. Öğr. Üyesi Cem SAVAŞ de l'Université Yeditepe et Doç. Dr. Ebru EREN de l'Université Galatasaray, membres du Comité éditorial du présent ouvrage. Face à des difficultés rencontrées, ils ont versé de tout cœur leurs efforts en vue de la réalisation de ce livre dont ils avaient pris l'initiative de le faire paraître.
Prof. Dr. Jale Civelek

Cet ouvrage en hommage à Jale CİVELEK et préfacé par Bruno DELVALLÉE, tire son originalité de ses perspectives interdisciplinaires sur la question de la francophonie en Turquie. Les chapitres d'ouvrage s'inscrivent dans le cadre général des relations internationales et portent sur la présence de la langue française dans divers contextes : la francophonie comme instrument de politique étrangère/économique (partie I), de politique linguistique/éducative et culturelle (partie II) et al. (partie III).
Doç. Dr. Ebru Eren & Dr. Öğr. Üyesi Cem Savaş

Préfacer un ouvrage avec des chercheurs francophones de cette qualité et sur ce sujet est un véritable honneur et une marque d'amitié particulièrement touchante. Je remercie la MCF Ebru Eren pour sa sollicitation. Cette préface est un condensé de la conférence organisée par l'Association culturelle Turquie-France lors de la semaine de la francophonie 2024.
Bruno Delvallée
Anton Antonov Simeonov, Arda Dilmaç, Betül Aydınyüz, Erol Göka, Esra Özsüer, F. Sevinç Göral Alkan, Funda Ersoy, Murat Beyazyüz, Murat Cingöz, Mücahit Gültekin, Sajma Ademovic, Selçuk Demirkılınç, Selin Erkul, Şenol Kantarcı, Tarık Oğuzlu, Yusuf Kenan Polat Uluslararası İlişkiler disiplini, devletlerarası ilişkilerle ilgilendiği gibi Psikoloji de doğal olarak insan/insanlar, toplum/toplumlar arasındaki ilişkilere odaklanmıştır. Bu iki disiplin arasındaki esas fark, ontolojiktir yani araştırmalarındaki “odak noktası”dır. Daha doğrusu Uluslararası İlişkiler genelde “ulus-devlet” olgusuna odaklıyken, Psikoloji'nin ilgi alanında başrolü “birey” (insan) oynamaktadır. Ancak Uluslararası İlişkiler ve Psikoloji arasındaki “ayrım çizgisi” henüz kesin bir şekilde çizilmediği için bu iki disiplin birbirlerinden ilham alabilmektedir. Bunun en büyük belirtisi bazı Uluslararası İlişkiler disiplini aydınları tarafından bir devletin dış politikası incelenirken ulusal liderlerin rollerini – gerek icraat gerekse söylem analizi bağlamında- analiz etmesi ve bazı psikologların gerek sosyal grupları gerekse onları bağlayan veya ayıran zihinsel, duygusal veya davranışsal faktörlere odaklanmasıdır. Bu bağlamda Politik Psikoloji'nin esas amacı, politika ve psikoloji alanları arasında etkileşimin incelenmesi ile birlikte psikolojinin politika olgusu üzerindeki etkisinin tahakkuk etmesi şeklinde özetlenebilir. Dolayısıyla henüz yeni gelişen ve disiplinler arası niteliği ile uluslararası ilişkilerdeki olgu ve olaylara farklı bir perspektif sunan Politik Psikoloji, Dış Politika Analizi için önemli kavramsal ve yöntemsel çerçeve oluşturma potansiyeline sahip yeni bir disiplinler arası alan olarak kendisini göstermeye başlamıştır.
Neticede insan ilişkilerinde psikolojik unsurların rolü nasıl yadsınamaz ise öznesi insan olan devletlerin de gerek birbirleriyle olan ilişkilerinde gerekse yürütmüş oldukları dış politikalarında psikolojik unsurların rolü de azımsanamaz. Kaldı ki azımsanmamalı da. Türkiye'nin dış politikasını divana yatıran “POLİTİK PSİKOLOJİ BOYUTUYLA TÜRK DIŞ POLİTİKASI” başlıklı çalışma da buna odaklanmıştır.
Yusuf Yıldırım 21. yüzyılda Putin'le beraber önemli bir çıkışa geçen Rusya, eylemleriyle ve söylemleriyle uluslararası politikada her zaman adından söz ettirmeyi başarmıştır. Rusya'nın büyük güç olma ülküsünü her fırsatta vurgulayan Putin'in 2000'li yıllarda dış politikada pragmatik eksenli politikalar izlediği gözlemlenmiştir. Uluslararası arenada eşit ve saygın bir devlet olarak görülmeye büyük önem veren Putin, bunun da ilk adımının özellikle yakın çevrede sözü geçen bir aktör olmaktan geçtiğinin farkındaydı. Bu minvalde harekete geçen Putin, Kırım'a müdahale etmiştir. Kırım'da farklı bir savaş tekniği olan ve birden fazla savaş aracının kullanıldığı “melez savaş” (hybrid warfare) kapsamında hareket eden Rusya'nın bu eyleminin Batı'nın NATO ve AB genişlemesi eylemlerine karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıktığı görüşleri sık sık dillendirilmiştir. Öte yandan bunun aksine, Rusya'nın Karadeniz güvenliğini sağlamlaştırma ve bu bölgede nüfuz kurarak bölgesel hegemon olma hedefiyle bu eylemi gerçekleştirdiği iddiaları da zikredilmektedir. Sonuç olarak Kırım müdahalesi sonrasında Rusya, büyük güç söylemlerini somutlaştırma fırsatı yakalamış, Ukrayna ve Batı'ya gözdağı vermiştir. Bununla beraber Ukrayna'nın güvenliği ve yıllarca çözüm bulunamayan yeni uluslararası düzen içindeki yeri, Rusya'nın Kırım'a müdahalesi ve Doğu Ukrayna'daki eylemleriyle farklı bir evreye dönüşmüş, tehlikeli ve belirsiz bir görünüme bürünmüştür. İşte bu kitapta, saldırgan realizm kuramsal bakış açısıyla ve uluslararası politikadaki müdahalecilik olgusu çerçevesinde Rusya'nın Kırım üzerindeki saiklerini anlamlandırmaya odaklanılmış ve Rusya-Ukrayna arasındaki ilişkiler de derinlemesine incelenmiştir. Kitap, bu yönüyle diğer çalışmalardan ayrılırken Rusya'nın taktiksel ve stratejik manevralarını içselleştirmede de önemli bir rehber olma rolü üstlenmiştir.
Salih Yılmaz Rusya Federasyonu, 21. yüzyılın başında “Putin Doktrini” olarak ifade edilen strateji ile tanışmıştır. Buna göre Batı artık Rusya'nın güvenilir bir ortağı değildir. Post-Sovyet ülkelerin egemenliği Rusya'nın koruması altındadır. Rus Dünyası ve Rus Ortodoksluğu güçlü hâle gelmiştir.
Günümüzde “Rusya'nın Yolu” tabiri tüm dünyada hemen hemen kabul edilebilir seviyeye gelmiştir. Bu nedenle de Rusya, “ortak aklın yolu” felsefesini kabul etmeyen veya etmek istemeyen bir toplum ve devlet olarak tanınmaya başladı. Hem iç politikada hem de dış politikada Rusya'ya 'özel' bu duruma karşı çıkabilen etkin bir güç henüz bulunmuyor. Rus şair ve diplomat Fyodor İvanoviç Tyutçev, meşhur dört mısralık bir şiirinde şöyle der:
Rusya akılla kavranmaz
Genel kabul görmüş bir arşınla ölçülmez
Onun kendine özgü bir hâli, gelişimi vardır
Rusya'ya sadece inanılır, itaat edilir.
Bu mısralar, Rusya'yı tanımlayan en yaygın ifadelerdir. Tyutçev'e göre Rusya'yı anlamak istiyorsak “ona inanmak” gereklidir. Rusların tarihten itibaren kendilerine biçtikleri “kurtarıcı” rolünü anlamak için tarihini, dış politikasını, uygulanan güvenlik doktrinlerini bilmek gerekmektedir.
Bu kitabı okuduğunuzda eminim bu soruların bazılarına cevap bulabilirsiniz. Kitapta, Putin Döneminde Rusya'nın değişimi ve dönüşümü ile bu politikaların genel sebepleri anlatılmıştır. Bu kitaba ek olarak “Rusya&Türkiye Avrasya Paktı Mümkün mü?” adlı kitabımızı da okumanızı tavsiye ederim.
Bu kitabın, genel okuyucu dışında özellikle “Güvenlik Çalışmaları” “Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler” ve “Tarih” alanında çalışan uzman, diplomat ve öğrenciler için de faydalı bir eser olacağına inanıyorum.
İyi okumalar dilerim.
Ahmet Sapmaz, Aymene Hadji, Doğan Erenel, Efe Can Gürcan, Fahri Erenel, Giray Saynur Derman, Gökhan Koçer, Hanefi Yazıcı, Hüsamettin İnaç, Mesut Hakkı Caşın, Mohammed Rafiq Sada, Murat Yorulmaz, R. S. Savaş Biçer, Serdar Yılmaz, Tolga Bilener Uluslararası ilişkiler alanında uzman akademisyenler tarafından kaleme alınan bu çalışmada; Putin döneminde Rusya’nın bölgesel ve küresel aktörlere yönelik temel stratejileri, ekonomik politikaları, projeleri ve uygulamaları ele alınmıştır.
Ayrıca Orta Asya’daki çıkarlarını korumak için mevcut tüm araçları kullanmaya çalışan Rusya’nın bölge ülkeleriyle ilişkileri; uluslararası hukuk, enerji, bölgesel güvenlik, siyasal, sosyal ve ekonomik koşullar üzerinden incelenmiştir.
24 Şubat 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı; küresel düzlemde Rusya ile Avrupa-Atlantik hattındaki askerî ve diplomatik ilişkilerin ciddi şekilde gerilmesine yol açtığı gibi Soğuk Savaş’ın sona ermesinden beri ilk defa nükleer silahların kullanılma ihtimali ve Rusya ile komşu NATO üyesi ülkeler arasında daha geniş çaplı bir çatışma riskini artırmıştır.
Rusya-Ukrayna Savaşı sadece iki ülkeyi ilgilendiren bir çatışma olmaktan çıkıp uluslararası boyutları olan bir “büyük güçler” mücadelesinin yaşandığı bir bloklaşma ve kutuplaşma eğilimini arttırmıştır. Ayrıca sahadaki gelişmeler, çatışmanın bir “hibrit savaş” ve “vekâlet savaşı” olarak da tanımlanabilir hâle gelmesine yol açmıştır. Rusya’nın Ukrayna’yı uluslararası hukuka aykırı biçimde işgal etmesi, 1945’ten bu yana Avrupa’nın gördüğü en kapsamlı ve ölümcül savaşın fitilini ateşlemiştir. Uluslararası güç dengeleri ve ittifaklar açısından bakıldığında küresel düzlemde yeni bir dünya düzeni oluşmaktadır.
Bu kitap; uluslararası ilişkiler öğrencilerine olduğu kadar 21.yüzyılda Putin’le beraber uluslararası arenada önemli bir aktör olan Rusya hakkında detaylı bilgi sahibi olmak isteyen okuyucu kitlesine de hitap etmektedir.



Samet Yüce This study mainly focuses on the regional dynamics of the Middle East and Qatar's political behaviours after the Arab Spring from a theoretical perspective. With the strategic and political decisions especially during Emir Hamad bin Khalifa, Qatar sought to extend its influence in regional and international politics. The Arab Spring opened a wider window for the Qatari leadership to leverage Qatar’s political position and achieve political ambitions. They managed to pursue an effective foreign policy towards the regional challenges in the Middle East, where the Arab Spring created a ripple effect. In other words, the Qatari leadership consolidated Qatar’s strength through alliance building and proactive and independent policies towards the post-2010 regional challenges. Consequently, Qatar emerged as an influential player in the regional and international arena after the Arab Spring.
On the other hand, the KSA-led camp perceived the Muslim Brotherhood (MB) and its affiliates and/or their increasing political weight in the region as a direct threat to the regional stability and the survival of their regimes. They backed the interferences/counterrevolutions against the MB-attached governments in the region. Likewise, they largely desired to counterbalance Qatar’s prominent rise in the region through the embargoes/blockades respectively in 2014 and 2017. Qatar stood up against the challenges through its capabilities and alliances and concurrently, preserved its position in the unfolding regional order of the Middle East.
Çağla Mavruk Cavlak After the Cold War, International Relations has seen a resurgence of interest in the study of regional powers. Scholars have been paying increasing attention to regional powers as important actors in world politics and studying their foreign policy, but few if any studies have discussed the behaviors of regional power comprehensively and comparatively. The purpose of this book is to gain a better understanding of regional power foreign policy strategies and behaviors by analyzing them comprehensively and comparatively. Unlike previous studies on cooperation and conflict within regions, this study focuses on the reasons for the strategic tendencies and motivations of regional hegemons and great powers and their effects on regional cooperation and conflict. Moreover, departing from Hegemonic Stability Theory, this book also aims to explore similarities and differences between regional and global hegemonic foreign policy strategies.
Kezban Acar Bu kitap, Osmanlı-Rus savaşı,1853–56 Kırım savaşı, 1877–78 Osmanlı Rus Savaşı ve daha sonra bütün Avrupalı devletlerin dâhil olduğu Birinci Dünya Savaşı sırasında savaş propagandasının bir aracı olan, Rus entelektüellerinin popüler resim, yaratıcılarının ise lubok adını verdikleri resimlerde, Rusluğun nasıl tanımlandığını ve “biz”i tanımlamada ve kimlik oluşturmada kurgulanmış Türk imajının oynadığı rolü incelemektedir.
Ali Samir Merdan, Cemil Hasanlı, Elnur Kelbizadeh, Elnur Paşa, Giray Saynur Derman, Hilal Akgüller, Marziye Memmedli, Nafile Rehimova, Ramid Hüseynov, Ramin Sadıgov SSCB'nin dağılması Soğuk Savaş döneminin sonunu getirmekle beraber dünyaya on beş yeni aktör kazandırmıştır. Eski SSCB'nin en büyük devleti olan Rusya Federasyonu bağımsızlık ilanından sonra dünyada tanınan işgalci imajından kurtulmak adına ilk yıllarda “büyük devlet” politikasından vazgeçmiş, post Sovyet coğrafyasındaki diğer devletlerle eşit ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Ancak bir müddet sonra post Sovyet cumhuriyetlerinde iç ve dış politikadaki sorunlar onları bu problemleri çözecek devlet arayışına itince Rusya, dünyanın diğer devletlerinin kendisinin eski etken alanına girmesine izin vermemiş, bir zamanlar burada mevcut olan iktidarını bu defa Yeni Dünya düzenine göre sürdürmeye karar vermiştir. Uzun yıllar Rus İmparatorluğu, daha sonra ise SSCB’nin işgali altında kalmış olan Orta Asya ve Kafkasya da bu bölgelerdendir. Her ne kadar Rusya Federasyonu'yla bağımsız cumhuriyetler olarak uluslararası düzeyde ilişkilerini devam ettirseler de hâlâ Rusya Federasyonu bu bölgedeki maddi ve fiziki varlığını sürdürmektedir Kitapta; Rusya'nın Orta Asya ve Kafkasya'da tarih boyunca süren işgal politikası ve bu süreçte yaşanan olaylar ele alınmış, bağımsız Rusya Federasyonu'nun günümüzde bu bölgelerde yürüttüğü dış politika analiz edilmiştir.
Fatih Mehmet Eşki Birinci Dünya Savaşı Dönemi'nde Çarlık Rusya'nın birçok şehrinde faaliyet gösteren Rusça basın, 1914-1917 yılları arasında önemli görevler üstlenmiştir. Rusça basın, yoğun bir şekilde uygulanan askerî sansüre rağmen gazete ekleri ve ivedi sayılar vasıtasıyla propaganda faaliyetleri yürüterek savaş ortamını daha geniş bakış açısıyla gündemde tutmuştur. Kafkas Cephesi'nde yaşanan askerî hareketlilik ile asker ve subay mektupları, siyasi yorum ve değerlendirmeler, stratejik gelişmeler, esir askerler ve işgal edilen şehirlerin tanıtımı gibi birçok konu Rus kamuoyuna aktarılmıştır. Ayrıca en yetkili makam olan Rus Kafkas Ordusu Karargâh Merkezi tarafından son askerî gelişmeler günü gününe duyurulmuştur.
1914-1917 yıllarına ait günlük yayımlanan Rusça gazeteler; dönemin askerî, siyasi, idari, dinî, kültürel, ekonomik ve sosyal konuları gibi birçok yönünü yansıtması bakımından önemlidir. Bu kitapta, Kafkas Cephesi araştırmalarında daha önce yapılan çalışmalardan farklı olarak Rusça gazeteler ile Çarlık Rusya askerî arşiv belgeleri kullanılmıştır. Ayrıca bu alandaki Türkçe ve Rusça kaynaklar değerlendirilerek karşılaştırmalı bir yöntemle Kafkas Cephesi'ne daha geniş ve farklı bir bakış açısı ortaya konulmaya çalışılmıştır. İşgal edilen Anadolu şehirlerinin tamamı müstakil olarak ele alınmıştır. Kitap, bu yönü ile Türkiye'de ilgili alanda yapılan ilk çalışmadır.
Kafkas Cephesi hakkında diğer arşiv kaynakları ve dönemin Türkçe gazetelerinde çeşitli sebeplerle yer almayan olaylar, kişiler ve 3. Ordu askerlerine ait kahramanlık öykülerinin izi bu kitapta sürülebilmektedir. Araştırma, Kafkas Cephesi ve coğrafyasının az bilinen birçok yönünü ortaya çıkarmaktadır.
Ahmet Toprak Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından 1991 yılında bağımsızlığını ilan eden Rusya Federasyonu'nun dış politikadaki önceliği, başta Avrupa'da olmak üzere tüm dünyadaki konumunu güçlendirmek olmuştur. Kurulduğu ilk dönemde Batı Avrupa ülkeleriyle olumlu ilişkiler içerisinde bulunan Rusya, beklediği desteği bulamamış; NATO ve Avrupa Birliği'nin (AB) genişleme politikalarından rahatsızlık duyarak Batı’dan bağımsız bir politika izlemeye yönelmiştir.
Soğuk Savaş sonrası dönemde AB ise, dış politikasını insan hakları, demokrasi, iyi yönetişim ve sürdürülebilir kalkınma gibi ilkelere dayanan, normatif değerler çerçevesinde oluşturmuştur. Genişleme politikası aracılığıyla bu normların üye/aday üye devletlere transferini hedeflemiştir. 2004 genişlemesi sonrası dönemde etkinliğini yitiren genişleme politikasının yerine Avrupa komşuluk politikasını geliştiren AB, tam üyelik perspektifi sunmayan yeni sistem çerçevesinde normatif dış politikasından gitgide uzaklaşmıştır.
Bu çalışmada, AB ve Rusya Federasyonu arasındaki ilişkilerin Soğuk Savaş sonrası dönemdeki gelişimi incelenmiş ve başlıca dönüşüm noktaları, nedenleri ile birlikte analiz edilmiştir. AB'nin, Soğuk Savaş sonrası dönemde normatif yaklaşımının -Rusya özelinde- jeopolitik değerlere doğru dönüşümü ortaya koyulmuştur. Taraflar arasındaki ekonomik ilişkilerin önemli bir parçasını oluşturan enerji konusu çerçevesinde Ukrayna Krizi’nin AB-Rusya ilişkilerine ve AB'nin dış politika yaklaşımına etkisi analiz edilmiştir.
Ahmet SAPMAZ Rusya Federasyonu, günümüzde uluslararası politikada sürekli gündemdedir. Bunun temel nedeni Rusya Federasyonu'nun izlediği askerî güvenlik politikasıdır. Ancak Moskova'nın askerî güvenlik politikası, 1990'lı yıllarda günümüzdeki görünümünden oldukça farklıydı.
SSCB'nin 1991 yılında tarihe karışması ile halefi Rusya Federasyonu büyük çöküş yaşamıştır. Her alanda ortaya çıkan ve genel olarak Yeltsin dönemi ile özdeşleştirilen bu durumdan askerî güvenlik de payına düşeni almıştır. Rusya Federasyonu, kendisine bağlı küçük bir cumhuriyet olan Çeçenistan'da yaşanan ayrılıkçı ayaklanmayı bastıramayarak oradan çekilmek zorunda kalmış, toprak bütünlüğünü tehlikeye sokmuştur. Kendi içinde yaşanan sorunları çözmekte başarılı olamayan Moskova, Bosna ve Kosova'ya yönelik NATO müdahaleleri karşısında etkin politika yürütememiştir.
Rusya Federasyonu, 2000 yılından itibaren Putin'in iktidara gelmesi ile “güçlü ekonomi, güçlü ordu ve güçlü devlet” politikalarını takip etmiştir. Yaklaşık sekiz yıl süren ve Putin'in ilk iki başkanlık dönemini kapsayan toparlanma ve restorasyon sürecinde Çeçenistan askerî açıdan kontrol altına alınmış, dikey güç sağlanarak merkezî yönetim tesis edilmiş, petrol ve doğalgaz gelirleri ile ekonomi güçlendirilmiştir.
Moskova, karşı hamle döneminde “büyük güç” yaklaşımı çerçevesinde 2008 yılından itibaren askerî gücünü uluslararası alanda kullanmaya başlamıştır. Rusya Federasyonu, 2008 yılında ilk defa yurt dışında askerî kuvvet kullanmış, Gürcistan'a yönelik düzenlediği askerî harekât sonrasında Abhazya ve Güney Osetya ayrılıkçı bölgelerinin bağımsızlıklarını tanımıştır. 2014 yılında Kırım, hibrit savaş ile Ukrayna'dan koparılarak ilhak edilmiş, Ukrayna'nın doğusunda Rus yanlısı ayaklanma desteklenmiştir. 2015 yılında ise Bağımsız Devletler Topluluğu coğrafyası dışına çıkılarak Suriye'de Esad rejimine destek olunmuş ve Suriye'deki gelişmelerin akışı değiştirilmiştir.
Bu çalışmada, Rusya Federasyonu'nun askerî güvenlik politikasındaki dönüşüm, Rusya içi faktörler ve uluslararası sistem kaynaklı nedenler açısından ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.
Hacı Murat Terzi Rusya Federasyonu'nda farklı kökenlere ait toplulukların kimlik oluşturma çabaları Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte yeniden gündeme gelse de bu çalışmaların doğuş zamanlarını Çarlık öncesi Rusya'ya kadar götürmek mümkündür.
Rusya'da Çokkültürlülük ve Tatar Kimliği isimli bu kitabın amacı; Rusya'nın çokkültürlülüğünü sorgulamak, Rusya'da çokkütürlülüğün teoride ve pratikte nasıl yorumlandığına bir cevap aramak ve Slav kültüründen sonra Rusya çokkültürlülüğünü en belirgin şekilde etkileyen ve zaman içerisinde kendisi de etkilenen Tatar kimliğini incelemektir. Bir nevi Rusya'da çokça kullanılan “Rus'u kazısanız altından Tatar çıkar.” deyişinin toplumsal gerçekliği ile Tatar Türklerinin Rusya'nın çokkültürlülüğüne etkileri incelenmiştir.
Ayrıca Rusya gibi çok milletli bir devletin sosyolojik açıdan araştırılması hem Rusya için hem de Tatar Türkleri ile tarihsel ve kültürel yakınlığı bakımından Türkiye için önemlidir. “Rusya akılla kavranmaz, genel kabul görmüş bir arşınla ölçülmez.” Bu sözlerin sahibi Tyutçev'in dediği gibi sahip olduğu büyük coğrafya ve çok milletli yapısı ile Rusya gibi bir ülkenin anlaşılması çok meşakkatli bir iştir. Ancak imkânsız da değildir.
Bu eser, hem sahada hem de akademik alanda verilen sekiz yıllık bir emeğin ürünüdür. Literatürde önemli bir boşluğu dolduracağına inanılan eserin, alanda yapılacak olan araştırmalara kaynaklık etmesi ve sahayı tanımak isteyen tüm okuyucalara yol gösterici olması ümit edilmektedir.
Salih Yılmaz Değerli okuyucular!
Rusya müthiş bir ülkedir. Kültürel kimliğinde 190’dan fazla etnik topluluk bulunmaktadır. Bunların çoğu tarihten itibaren var oldukları ana vatanlarında yaşıyorlar. Rusya’da farklı dil, inanç ve etnik yapıya sahip halklar kendi dillerini, geleneklerini ve göreneklerini korumakla kalmayıp, bunları gelecek nesillere aktarabilecek bir eğitim sistemi ile ülkenin kültürel zenginliğine katkıda bulunmaktadırlar.
2019 yılı, Rusya ve Türkiye’de karşılıklı olarak kültür ve turizm yılı olarak kutlanmaktadır. 2019 yılı içerisinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Rusya kültürü ve tarihine dair birçok etkinlik ile tanışma fırsatı bulacaklardır. Bu etkinlikler arasında konserler, sinema gösterileri, resim ve el sanatları sergileri vb. olacaktır. Tüm bu faaliyetler ile Rusya’nın kültürel zenginliğinin Türk toplumuna yansıması mümkün olabilir.
Okuyacağınız bu kitap Rusya Federasyonu etnik dünyasına rehberlik edecek ilgi çekici bir bilgi sunumuyla sizlere katkı yapacaktır. Bu kitabı okurken Rusya halklarının tarihi, dilleri, kültürleri, gelenekleri ve devlet ile olan ilişkilerini genel anlamda tanımış olacaksınız. Rusya coğrafyasını ve Rusya’yı anlamak istiyorsanız ancak o bölgede yaşayan halkların tarihini, siyasi, ekonomik ve kültürel gelişimini anlamakla ile işe başlamalısınız. Bu kitap size iyi bir rehber olacaktır.
Bu kitap Türk işadamlarına, siyasetçilere ve toplumun geneline Rusya’yı tanıma ve anlama konusunda faydalı olacaktır. Ayrıca, Rusya’nın tarihi geçmişini merak eden ve buna dair araştırmalar yapmak isteyen araştırmacılara, akademisyenlere, öğretmenlere ve öğrencilere de yeni bir başlangıç için ışık tutabilir.
Türkiye-Rusya işbirliğinin gelişmesine katkı yapması temennisiyle iyi okumalar dilerim.
Aleksey YERHOV - Rusya Federasyonu Türkiye Büyükelçisi
Evren M. Dinçer, Hasan Yeniçırak, Mehmet Ozan Aşık, Mustafa Üren, Remzi Bulut, Şerif Demir, Yunus Özdurğun Dünyanın en önemli küresel aktörlerinden biri olan Rusya'nın Türkiye ile hem iş birliği hem de çatışma şeklinde ilerleyen ilişkilerinin en yoğun dönemine girdiği günleri yaşamaktayız. İki ülke arasındaki tarihî ilişkilerin, savaşların, siyasi krizlerin ve ticaretin ötesinde günümüzde Suriye üzerindeki mücadele, Ukrayna'nın işgali ve Türkiye'ye yoğun Rus göçü, S-400 krizi ve Türkiye'de Rusların nükleer santral inşası gibi sadece Türkiye'yi değil uluslararası toplumu da etkileyen güncel olaylar, Rusya üzerine Türkçe akademik çalışmalara ihtiyacı artırmaktadır. Türkiye'de sosyal bilimlerden Rusya üzerine odaklanan derleme kitap çalışması yok denecek kadar azdır. Var olanlar da, daha çok askerî ve diplomatik açıdan Türk-Rus ilişkilerini ele almıştır. Bu çalışma ise Rus toplumunu farklı yönleriyle interdisipliner bir perspektiften, farklı sosyal bilim dallarının birlikte sağladığı daha bütüncül bir bakış açısıyla analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu gayeyle bu derleme kitap projesi, bir yandan Türkiye ile Rusya arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkileri hem geçmişini hem de günümüzü bütün boyutlarıyla ele alırken diğer yandan Orta Asya'daki Türkler, Rus otoriterizmi, 1917 Ekim Devrimi'nin sosyal teoriye etkisi, SSCB'de milliyetçilik ve göç politikaları gibi Rus toplumunun farklı boyutlarına da ışık tutmaktadır.
Harun Aras Hibrit savaşın temel özellikleri nelerdir ve pratikte nasıl uygulanmaktadır? Rusya, hibrit savaşı nasıl yorumlamaktadır? Rusya'nın Suriye'deki faaliyetleri hibrit savaş uygulaması mıdır? Suriye İç Savaşı sırasında savaş olgusu nasıl bir dönüşüm geçirmiştir? Bu dönüşüm gelecekteki savaşlar hakkında bize hangi ipuçlarını vermektedir?
Yukarıdaki sorular çerçevesinde bu kitapta Rusya'nın “hibrit savaş” olarak adlandırılan stratejileri ve Suriye müdahalesinin arka planı incelenmiştir. Kitapta hibrit savaş olgusu, uluslararası ilişkiler teorilerinden biri olan ofansif realizm teorisi ölçüt alınarak örnek olay olarak seçilen Suriye Krizi perspektifinde analiz edilmiştir. Özel askerî birlikler, düzensiz savaşçılar, ileri teknoloji araçları, siber-elektronik saldırılar, enformasyon harbi, propaganda ve gizli operasyonlar gibi unsurların nasıl kullanıldığını anlatan kitap, okuyuculara hibrit savaş stratejilerinin nasıl işlediğini anlamaları için kapsamlı bir bakış sunuyor.
Alpaslan ÖZERDEM Eski savaşçıların silahsızlandırılması, terhisi ve topluma yeniden entegrasyonu (STyE) uluslararası barışinşası uygulamalarının temel prensiplerinden ve aşamalarındandır. Öyle ki barışinşasının başarısını veya başarısızlığını anlamak için ilk bakılan kriter söz konusu savaşçıların silahsızlandırılıp topluma entegre edilebilme dereceleridir. Savaştan etkilenmiş ülkelerde çatışmanın sonlandırılması ve düşmanlıkların dindirilmesi beraberinde, normal bir hayat sürdürmek için gerekli imkan ve yeterliliklerden yoksun eski savaşçı yığınları getirmektedir. Bu eski savaşçıların silahsızlandırılarak topluma kazandırılmaları konusunda gösterilen başarısızlıklar çatışmanın yeniden alevlenmesine kadar gidebilecek sonuçlar doğurabilmektedir. Bu noktada StyE tüm barışinşası çalışmalarında üzerinde çokça durulan bir aşama olmaktadır. Elinizdeki bu kitap da konuyu Afganistan, Kosova, El Salvador ve Sierra Leone örnek olayları çerçevesinde planlama, uygulama ve etkinlilik noktalarında karşılaştırmalı olarak incelemekte ve çıkarılabilecek dersleri ortaya koymaktadır. Konunun Türkiye açısından önemine binaen kitap İngilizce aslından Türkçeye çevrilmiştir.
Ali Gök, Bezen Balamir Coşkun, Çağla Mavruk, Fahriye Yıldız, Gizem Bilgin Aytaç, Göksel Türker, M. Cevat Yıldırım, Taner Akçacı, Uygar D. Yıldırım Savaş çalışmalarının erken dönemlerinden itibaren savaşla ilişkili olduğu ileri sürülen toplumsal yapılar, siyasi düzenler, ekonomik sistemler, teknolojik yetenekler, güvenlik paradigmaları büyük dönüşümler geçirdi ve geçiriyor. Diğer yandan savaşın mekânının algılanışı, medya, toplumsal cinsiyet ve hukuk kuralları gibi günlük yaşamın çeşitli yüzleriyle de ilişkisi olduğuna şüphe yok. Bununla birlikte bütün bu alanların ve bunları ele alan disiplinlerin hiçbiri savaşı anlamakta tek başına yetkin değil.
Savaş çok boyutlu bir olgu. Bu nedenle onu anlamaya yönelik yaklaşımlar da çok boyutlu olmalı. Bu noktadan hareketle savaşı kavramayı amaç edinen her çalışmanın olabildiğince kapsayıcı bir şekilde disiplinlerarası nitelikte olması gerektiğini düşünüyoruz. Tek boyutlu analizler yerine ancak siyaset, ekonomi, teknoloji, hukuk, medya, toplumsal cinsiyet, mekân ve güvenlik alanlarının tümünü birden kapsayan bütüncül bir yaklaşım, savaşı anlamakta faydalı olabilir. Bu derleme, savaş çalışmalarına böyle bir disiplinler arası yaklaşım getirmek amacıyla oluşturuldu. Savaşı anlamak için bu kitapta ortaya konulan çabanın yeterli olmayacağına hiç şüphe yok. Dolayısıyla bu derlemenin katkısı, savaşı anlamaya çalışan her bir disipline, komşu disiplinlerden yeni çerçeveler açmak, yeni bakış açıları kazandırmak olabilir ancak. Zira savaşa dair belki de en somut bilgimiz onu hâlâ yeterince anlayamadığımızdır.
Alper Ekmekcioğlu “Blackwater Başçavuş ise MPRI General’dir.” (Trifkovic)
“Ücretlerimizin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, hapishanede yaşamayı deneyin.” (Executive Outcomes)
“KBR şirketi ortaya çıktığında, birlikler sıcak duş alacaklarını, temiz tuvalet kullanacaklarını ve satranç oynayabileceklerini bilmektedir.” (Chatterjee)
“Eğer Executive Outcomes’u istiyorsanız, MPRI’i istemiyorsunuz demektir.” (Harry Ed. Soyster)
“Bir çek yaz ve savaşı bitir.” (Doug Brooks)
“Şirket savaş ya da barış durumuna kendi inisiyatifi ile karar verir; herkes için adaleti sağlar; …koloniler kurar, tahkimatlar oluşturur…” (Universal Dictionary’nin Hollanda Doğu Hindistan Şirketi Hakkında Yorumu)
“Para yoksa İsviçreli de yok” (Anonim)


Ahmet Barış Solmaztürk, Alper Gürer, Demet Özkavak Bilginoğlu, Emrah Özdemir, Erdem Erciyes, Fatma Korkmaz, Gamze Ebru Çiftçi, Gökhan Çapar, Kemal Olçar, Özkan Leblebici, Ramazan Aslan, Savaş Mutlu, Serkan Yenal, Vasfiye Çelik, Zeynep Ece Ünsal Devlet yönetimi kendi meşruiyetini sağladıktan sonra üretim örgütlenmesi ve güvenlik konularında değişen ve gelişen koşullara uyum sağlama yeteneği kazanmıştır. Değişen çevre koşullarına uyum, devletin kendi iç işleyişini, işlevlerini ve geleceğe dönük planlamalarını da etkilemektedir. Bir sistem olarak devlet, olası tehditlerin yapıya etkilerini sınırlandırmak amacıyla güvenlik örgütlenmesini sürekli olarak güncellemekte, üretim örgütlenmesini de çevresiyle rekabet içerisinde güncel gelişmelerle uyumlaştırmaya çalışmaktadır.
Günümüzde devletler, çeşitli asimetrik tehditlerle karşı karşıya kalmaktadır. Bu tehditler, devletleri, karşılıklı etkileşim içerisindeki sayısız faktörün etkili olduğu savunma ve güvenlik konularında düşünmeye, çalışmaya, örgütlenmeye ve önlem almaya zorlamaktadır. Sürecin yönetiminin ve planlamasının önem kazandığı bir yapıda savunma ve güvenlik alanına etkisi olan temel konuların anlaşılabilir kılınması önemlidir. Söz konusu ihtiyaçlardan yola çıkılarak hazırlanan kitabın savunma ve güvenlik alanında eğitim alan öğrencilerin yanında bu konularda çalışma yapan akademisyenlere ve konuya ilgi duyan genel okuyucuya kaynak olması amaçlanmıştır.