Uluslararası İlişkiler \ 6-11
Mustafa Aydın Önemli hidrokarbon enerji kaynaklarına yakınlığı ve Sovyet sonrası dönemde içine düştüğü çevresel, ekonomik, siyasal ve askeri istikrarsızlık unsurlarıyla gündeme gelen Kafkasya, uluslararası aktörlerin ilgisini çekmeye devam ediyor. Her ne kadar bölge ülkelerinin bağımsızlıklarının ilk yıllarındaki siyasi tedirginlikler azalmış, uluslararası alandaki konumları daha belirginleşmişse de, 1990’lı yılların ilk yarısında ortaya çıkan çatışma dinamikleri hemen hiç değişmeden 2000’li yıllara taşındı. Bölge dışı aktörlerin zaman zaman geliştirdikleri sorunların çözümü veya çatışma dinamiklerinin yönetimi çabaları başarılı olmadı. Bölgedeki “dondurulmuş” ihtilaflar zaman zaman sıcak çatışmalara yol açmaya devam ediyor.
Bu kadar dinamik olan ve her an doğrudan Türkiye’yi etkileme potansiyeline sahip bu bölgenin Türkiye’de yeterince çalışılmamış olması garip bir durumdur. Bölgeyi harekete geçiren farklı dinamikler, bölgenin dinamik etnik, ekonomik, siyasi, çevresel, dinsel ve stratejik özellikleri, bölge ülkelerinin uluslararası yönelimleri ile iç siyasi gelişimleri ve son olarak bölgeye ilgi duyan ülkelerin temel politika öncelikleri derinlemesine incelenmesi ve göz önünde tutulması gereken unsurlardır. Bu anlayışla oluşturulan elinizdeki derleme, bölge dinamiklerinin analizine katkıda bulunmak üzere hazırlandı.
Bu kitapla, 2002’de başlayan “Avrasya Üçlemesi” serisi de son buluyor. Serinin diğer kitaplarıyla (Küresel Politikada Orta Asya ve Türkiye’nin Avrasya Macerası) birlikte, bu çalışmanın Türkiye’de akademik olarak ancak 1990’lardan sonra ilgi gören “Avrasya” coğrafyasının daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağını umuyoruz.
Emre Özsoy, Eray Bayramol, Fatma Çoban, Ferit Malkara, Fırat Purtaş, İzzet Koncagül, Mehmet Şahin, Melek Adsız, Mustafa İlbaş, Ömer Faruk Kocatepe, Serhan Ünal, Sertaç Canalp Korkmaz, Suinbay Suyundikov, Turgay Düğen, Ufuk Tok, Ümit Alperen, Yalçın Sarıkaya, Yelda Ongun, Yücel Öztürk Bu kitap, zengin medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve tarihin akışını yönlendirmiş olan Kafkasya ve Türkistan bölgelerini derinlemesine incelemektedir. Bu iki bölge, geçmişten günümüze kadar önemli olaylara tanıklık etmiş, karmaşık ve hassas bir konumda bulunmuştur.
Alanlarında uzman her bir yazar; bölgenin tarihini, kültürünü ve sosyo-politik yapısını, diplomasisini, uluslararası sistemdeki konumunu ayrıntılı bir şekilde ele alırken çatışmaların kökenlerini ve iş birliği fırsatlarını aydınlatmaktadır. Ayrıca yazarlar bu bölgelerin geleceğine dair farklı perspektifler sunarak okuyuculara bölgenin dinamiklerini anlama şansı vermektedirler.
Bu kitap; akademisyenler, öğrenciler ve bölgeye ilgi duyan okuyucular için değerli bir başvuru kaynağıdır. Kafkasya ve Türkistan'ın karmaşıklığını anlamak isteyen herkes için vazgeçilmez bir rehberdir. Okuyucular, bu eser aracılığıyla bölgenin derinlerine inerek geçmişi ve geleceği hakkında kapsamlı bir anlayış geliştireceklerdir.
Faruk Yazar Uluslararası ilişkilerde vazgeçilmez konuma sahip olan kamu diplomasisi, devletlerin uluslararası alanda kendini anlatabilmesini sağlayan stratejik bir fonksiyonu ifade etmektedir. Özellikle diyalog, karşılıklı anlayışın gelişmesi ve ilişki inşa etmeye odaklanmasından dolayı dış politikanın önemli bir bileşeni hâline gelmiştir. Uluslararası sistemde kamu diplomasisi sadece barış dönemlerinde değil kriz zamanlarında da devletlerin iletişim yönetiminde hayati bir rol oynamaktadır.
Kitabın ilk bölümünde; diplomasinin dönüşümü, uluslararası ilişkilerde güç kavramının değişimi ve hegemonya ele alınmıştır. Yumuşak güç, devletlerin güç mücadelesinde kritik bir öneme sahiptir. Kitabın ikinci bölümünde; kamu diplomasisinin teorik yapısı çeşitli yaklaşımlar bağlamında ele alınarak ulus markalama, lobicilik, propaganda gibi kavramlarla olan ilişkisi ve insani diplomasi, savunuculuk, medya, eğitim, kültür, spor gibi uygulama alanları incelenmektedir.
Üçüncü bölümde; kriz yönetimi ve kamu diplomasisi arasındaki ilişki interdisipliner olarak ele alınmıştır. Kriz yönetimi, kriz iletişimi, halkla ilişkiler ve kamu diplomasisi kavramları ile ilgili temel bir anlayış oluşturulmaya çalışılan bu kısımda kamu diplomasisi faaliyetlerinde krizin nasıl ele alındığı ve yürütüldüğüne dair kavramsal açıklamalar yapılmıştır. Kitapta, kamu diplomasisi bağlamında kriz yönetiminin proaktif olarak yürütülmesinin önemine değinilerek devletlerin kriz durumlarında iletişimi nasıl yönetmeleri gerektiği üzerinde durulmaktadır. Bu bölümde ayrıca Türkiye'nin kamu diplomasisi ve kriz yönetimi potansiyeli değerlendirilmektedir.
Muhammet Musa Budak Uluslararası ilişkilerin kapsamı, siyaset ve diplomasinin yanında ekonomiyi, sosyal ve kültürel hayatı da içerisine alarak gelişmektedir. Bu gelişim, dış politikada aktörlerin çeşitlenmesini sağladığı gibi uluslararası siyasette tartışılan güç kavramını da değiştiren etkiler göstermektedir. Devletlerin, siyasi ve asker güçleri ile hâlen temel belirleyici olduğu uluslararası sistemde uluslararası örgütler, sivil girişimler, direkt kamuoylarını ve insanı odak alan, onlara etki edebilen faaliyetler daha fazla önem kazanmaktadır. Ülkelerin ince güç imkânlarını kullanarak uygulamaya koydukları kamu diplomasisi faaliyetleri artmaktadır. Ülkelerin değerlerini, kültürlerini, dillerini yaymak için uluslararası öğrencilere yönelik uyguladıkları bursluluk programları bu bağlamda önemli bir kamu diplomasisi faaliyeti olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu kitapta, kamu diplomasisi faaliyetleri ve bu çalışmaların önemli bir parçası olan bursluluk programları ile ABD, Rusya, Çin, Almanya, İngiltere, Japonya ve Fransa gibi ülkelerin burs programları analiz edilmektedir. Türkiye'nin uzun yıllardır uygulamakta olduğu burs programları ile anılan ülkelerin kamu diplomasisi aracı olarak uyguladığı benzer programlar karşılaştırılmaktadır. Bursluluk programlarına yaklaşım, başarılar, karşılaşılan problemler değerlendirilerek Türkiye'deki uygulamaları iyileştirebilecek öneriler sunulmaktadır. Bu kitabın, kamu diplomasisi bağlamında uluslararası burs programlarına yönelik Türkçe çalışmaların ilklerinden olması yönüyle uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, sosyoloji, iletişim gibi farklı disiplinlerden öğrenci, araştırmacı ve okuyucular için bir başvuru eseri olması ve alana katkı sunması, yazarın amacıdır.
Mustafa Canbey Günümüzde kamu diplomasisi, ülkeler arası ilişkilerde çağdaş dünyanın en önemli iletişim yöntemleri arasındadır. Bu yöntemi, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere, yeryüzündeki birçok ülke ilişkide bulunduğu diğer ülkelerdeki hedef kitlelerini etkilemek için kullanmaktadır. Türkiye de bu ülkeler arasında bulunarak son dönemde diplomasi araçlarını arttırmaya başlamıştır. Ancak tam anlamıyla rayına oturmuş, bütün unsurlarıyla dört dörtlük bir kamu diplomasisi çalışmasının nasıl yapılacağı karşımızda bir problem alanı olarak durmaktadır. Bu bakımdan Türkiye'nin diplomasi alanında attığı ve bundan sonraki süreçte atması gereken adımlar, elinizdeki bu kitapta ifade edilmeye çalışılmıştır.
Kamu diplomasisinin en önemli araçlarından birisi tartışmasız medyadır. Birleşik Krallık'ta BBC ve Reuters, Fransa'da AFP ABD'de AP ve VOA, Almanya'da ise Deutsche Welle haber diplomasisi anlamında önemli bir işlevleri yerine getirmektedir. Bu bağlamda Türkiye'de diplomasi faaliyetlerini yürüten kuruluşlara baktığımızda TRT ve AA'yı görmekteyiz. Bölgede yaşanan gelişmeleri tüm dünyaya duyurma noktasında önemli görevler üstlenerek adından söz ettiren TRT ve AA, bundan sonraki süreçte bölgedeki gücünü sürdürebilmek ve kamu diplomasi bağlamında bir merkez olabilmek için dönemin koşullarına uygun girişimlerle yeniliklere açılmalıdır.
Elinizdeki kitap, ülkemizdeki kamu diplomasisi faaliyetlerinin üst düzeye çıkması için atılması gereken adımları ele almıştır. İletişim çalışmalarına dayandırılan bu kitabın ilk bölümünde diplomasi kavramı, tarihsel gelişimi, kuramsal alt yapısı incelenerek güç kavramına değinilmiştir. Böylece kamu diplomasinde sıklıkla kullanılan "yumuşak güç" kavramı çeşitli örneklerle incelenmiştir. İkinci bölümde kamu diplomasisi ve medya ilişkisi ele alınırken hangi medya aracında nasıl bir diplomasi faaliyetinin uygulanabileceği tartışılmıştır. Üçüncü ve son bölümde kamu diplomasisinde medyanın rolü 15 Temmuz darbe girişimi örnek olayı üzerinden ele alınarak kamu diplomasisine yönelik kurumsal yapı önerisinde bulunulmuştur.
Ramin Sadıgov 1917'de Rusya'da iki devrim meydana geldi. İlkinde, üç yüz yıllık Romanov hanedanı devrilerek Çar Nikola tahttan indirildi. İkincisinde, iktidara geçen Geçici Hükûmet, Bolşevikler tarafından silahlı isyanla uzaklaştırıldı.
Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmeleri, Rus toplumunu devrimci sol ideoloji yandaşları ve eski rejim taraftarları diye ikiye böldü. Dahası Bolşeviklerin dayatmacı, baskıcı, tek parti diktatörlüğüne dayalı siyasetleri toplumdaki ayrışmayı daha da derinleştirdi. Sonuçta, ülke 1917-1920 yılları arasında İç Savaş'a sahne oldu.
İç Savaş, Rusya'nın başkente yakın merkez şehirleri dışında hemen hemen bütün bölgelerinde yaşandı. Çatışmalar ülkeyi ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal bir çöküntüye uğrattı. Savaşın kazananı Bolşevikler, kaybedeni ise Rus halkı oldu. Zira halk dünya savaşından sonra iç mücadele yıllarında daha da yıprandı ve Sovyet yönetimi altında yaşamak istemeyen milyonlar ülkeden ayrıldı. Savaştan zaferle ayrılan Bolşevikler ise geride kalanlarla yeni bir toplum ve kendi ideolojilerine dayalı bir ülke tesis ettiler.
Cihan Dizdaroğlu, Çiğdem Üstün, Dilaver Arıkan Açar, Esra Dilek, Haldun Yalçınkaya, Haluk Karadağ, Mustafa Aydın, Özgür Orhangazi 2020 yılının ilk aylarında aniden hayatımıza girip, günlük yaşantımızı alt üst eden COVID-19 pandemisi, sadece insan sağlığını etkilemedi, aynı zamanda küresel ve ulusal düzeyde yaygın ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel, çevresel ve sair etkileri oldu, oluyor.
Yaşananların farklı boyutlarını ve uzun dönemli etkilerini daha iyi anlayabilmek ve anlamlandırabilmek için hazırlanan bu çalışma, pandeminin öngörülen ve öngörülemeyen etkilerine odaklanıyor, geçmiş pandemilerden çıkartılan ve çıkartılamayan dersleri, bu sefer yaşadıklarımızdan öğrendiklerimizi ve bu çerçevede geleceğe yönelik neler yapılması gerektiğini kapsamlı şekilde ele alıyor.
Pandeminin en yoğun yaşandığı dönemde, 47 konuşmacı ve binlerce kişinin katılımıyla gerçekleştirilen ve bugüne kadar kayıtları 15.000’in üzerinde kişiye ulaşan çevrim içi seminerlere dayanan kitabın kapsayıcılığı, ele aldığı konuları ve disiplinler ötesi yaklaşımıyla ilginizi çekeceğini umut ediyor, pandemisiz günlerde okunmasını diliyoruz…
Ömer Lütfi Taşçıoğlu Aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, ülkü, duygu, gelenek ve görenek birliği olan insanların oluşturduğu topluluğa millet denir.
Mustafa Kemal Atatürk de Türk milletini “Türkiye halkı, ırken veya dinen veya kültür olarak birleşik ve yekdiğerine karşı hürmet ve fedakârlık hisleriyle dolu ve mukadderat ve menfaatleri ortak olan bir toplumsal heyettir.” şeklinde tarif etmektedir.
Yukarıda verilen tanımlardan da anlaşılacağı üzere milletler, sevinçte ve kederde ortak olan ve aynı hedefler etrafında birleşen insanlardan oluşur.
Bu nedenledir ki tarih boyunca yayılmacı devletler topraklarına göz diktikleri ülkelerin halklarının arasına nifak, ayrılık sokarak onları etnik ve mezhepsel temelde ayırmaya, bölmeye ve parçalamaya çalışırlar. Osmanlı Devleti’ni parçalamaya çalışan devletler de azınlıklar arasına ayrılık tohumları ekmiş ve bunları bağımsızlık vaadiyle kışkırtarak isyana teşvik etmiştir. Osmanlı Devleti’nin parçalanması bu yolla gerçekleşmiştir.
O dönemde Bulgarların, Sırpların, Yunanlıların isyan ederek bağımsızlıklarını kazanmaları Ermeniler için de örnek teşkil etmiş ve yayılmacı ülkelerin bağımsızlık vaadine kanan Ermeniler Birinci Dünya Savaşı öncesinde kendi devletine karşı savaşmıştır.
Osmanlı Ermenilerinden devletine sadık olan ve bu kitapta fikir ve düşünceleri kendi ifadeleriyle aktarılan bir grup Ermeni aydını ise devlete sadakatle hizmet etmiş, bazıları İstiklâl Madalyası ile onurlandırılmıştır.
Bu kitap, Ermeni meselesini tarafsız bir bakış açısıyla ele almakta ve günümüzde yayılmacı ülkelerin faaliyetlerine karşı alınması gereken tedbirler konusunda öneriler sunmaktadır.
Çiğdem Çelik Demokrasiler ve otoriter rejmler arasındaki bir ince çizgide yürüyen karma rejimler, 21. yüzyıl siyasetinin en çarpıcı ve belirgin unsurlarından biri haline gelmiştir. Bu kitap, Türkiye ve Macaristan örnekleri üzerinden karma rejimlerin nasıl işlediğini ve hangi koşullar altında sürdürülebilir olduklarını derinlemesine analiz ediyor.
Karma rejimlerin istikrarını sağlayan ekonomik, siyasal ve toplumsal dinamiklerin ele alındığı bu çalışma, hem akademisyenler hem de siyaset bilimine ilgi duyan okuyucular için yeni bir bakış açısı sunuyor. Çalışma, karma rejimlerin istikrarını etkileyen hukukun üstünlüğü, seçimler ve parti sistemleri, meşruiyet stratejileri, ekonomik kalkınma, sivil toplum ve medya ile uluslararası entegrasyon gibi kritik değişkenleri kapsamlı bir şekilde analiz ediyor. Türkiye ve Macaristan'ın tarihsel, siyasal ve kültürel arka planlarına dayanan karşılaştırmalı inceleme, bu ülkelerin karma rejimlerini farklılıklar ve benzerlikler bağlamında kapsamlı bir şekilde ele almıştır.
Kitap, siyaset bilimi araştırmacılarına ve akademisyenlere, karma rejimlerin dinamiklerini anlamada güçlü bir model sunarken aynı zamanda gelecekte yapılacak çalışmalar için de bir temel oluşturmaktadır. Geliştirilen modelin farklı rejim tiplerinde nasıl uygulanabileceği, teorik çerçeve ve ampirik bulgularla desteklenerek sunulmaktadır. Bu yönüyle Karma Rejimlerde İstikrar, karma rejimler üzerine yapılacak daha kapsamlı araştırmalar için bir referans niteliği taşımaktadır.
Akademik dünya için bir başvuru kaynağı niteliğinde olan bu kitap, siyaset bilimi öğrencileri, araştırmacılar ve politika yapıcılar için karma rejimlerin sürdürülebilirliği ve istikrarını anlamada önemli bir katkı sunmaktadır.
Aykut Bedük İşletme literatürüne kazandırılan “Karşılaştırmalı İşletme-Yönetim Terimleri Sözlüğü” alanında var olan boşluğu önemli ölçüde doldurabilecek bir eser niteliğindedir. Özellikle ALES ve KPSS sınavlarına hazırlanan İşletme, İktisat, Kamu yönetimi Uluslararası ilişkiler, Pazarlama ve benzeri programlarda okuyan ya da bu programlardan mezun olmuş olan ön lisans ve lisans öğrencileri için aynı zamanda yüksek lisans, doktora sınavlarına girecekler için de önemli bir başvuru kaynağıdır.
Burcu Çağrı Çakır Zamanlar ve mekânlar kaybolup sadece sayılar ve düşünceler kaldığında bakalım kendinizi hangi Kore'de bulacaksınız? Bu kitap sizi dünyaca ünlü müzik grubu BTS ile soluk kesici bir zaman yolculuğuna çıkaracak. Yolculuk boyunca kapaktaki sayılar size pusula olacaktır.
Kitapta soruşturma, kovuşturma ve en sonunda "kavuşturma" bölümlerini göreceksiniz. Bunun anlamı kendi araştırmanızı, soruşturmanızı yapınız ve "Gerçeklerle kavuşun." demektir. Özellikle 3.3. bölümden sonra okuyacağınız her başlıkta (Aslında onlar sizin için özenle seçilen zamanlarda yer alan birer duraktır.) zaman kapsülüne giren çıkan birçok isim olacak. Sizler belki de adını daha önce hiç duymadığınız birçok insan ile farklı zaman ve mekânlarda karşılaşacaksınız. Ama tüm yolculuk boyunca yanınızda her zaman ve sadece dünyaca ünlü BTS müzik grubu ve üyeleri olacak. Her bir BTS üyesi sizin elinizden tutarak size eşlik edecek. Lütfen endişelenmeyin ve BTS'e güvenin. iyi yolculuklar.
“Hayatında kan içmeye doymamıştın, şimdi seni, kanla doyuruyorum!”
MÖ 529'da Alp Er Tunga'nın torunu ve Saka'nın (İskitler) Kraliçesi Tomris Hatun'un bir gece önce oğlunun cesedi başında ettiği yeminini yerine getirip katil Büyük Kiros'un kafasını kan dolu bir fıçıya attığı zaman söylediği sözdür.
"Tırnaklarım yırtılmış, burnum ve kulaklarım parçalanmış, bacaklarım ve kollarım ezilmiş olsa bile, bu fiziksel acı milletimi kaybetmenin acısıyla kıyaslanamaz. [...] Tek pişmanlığım, hayatımı ülkeme adamaktan daha fazlasını yapamamak."
Koreli Kadın Bağımsızlık Aktivisti Yun Gwan-Sun'un karanlık hücrede tek başına 1920 yılında 17 yaşında ölürken sarf ettiği son sözleridir.
“Oğul... Anayurttan ayrılalı yıllar geçti. Deli rüzgârlar önünde oradan oraya savrulduk. Beylik otağını kurduğumuz şu yaylalar artık son durağımız, son konağımız olsun. Oğuz'un yurtlarına diktiğimiz ağaçların kökleri kara yerin derinliklerine, dalları gökyüzünün yüceliklerine uzansın.”
Gündüz Alp'in eşi, Ertuğrul Gazi'nin annesi ve Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin büyük annesi Hayme Ana'nın, Moğol saldırısından kurtulmak için Horasan'dan ayrılıp önce Ahlat'a sonra Halep'e ulaşan Kayı boyu'nun beyi Gündüz Alp'in Fırat nehrini geçerken boğulması üzerine ecdadımız olarak tek ve kadın başına Kayı boyunun başına geçip yönetimindeki tüm Boy halkını önce Ankara Karacadağ bölgesine getirip, ardından da Söğüt ve Domaniç'e yerleştirdikten sonra yeni bir ülkenin temelini atarken çocuklarına söylediği sözdür.
Serdar Yılmaz Kazakistan’ın Türkiye Politikası adlı bu kitap, Kazakistan’ın Türkiye’ye yönelik politikasını belirlerken hangi faktörleri göz önüne aldığını ortaya koymaktadır. Bu çalışmada, Kazakistan’ın Türkiye politikasının ortak dil, soy, din ve tarih anlayışından hareketle oluşturulduğu savının aksine, Kazakistan’daki iç yapısal faktörlerin (lider etkisi, STK, çıkar grupları, bürokratik kurumlar, siyasal partiler, rejimin yapısı, kamuoyu ve medya) bu politikaların belirlenmesinde daha etkili olduğu sonucuna varılmıştır. 1991-2014 yılları arasında Kazakistan’ın Türkiye’ye yönelik nasıl bir politika yürüttüğü, bu doğrultuda hangi adımları attığı ve Türkiye’ye yönelik nasıl bir bakış açısına sahip olduğunu öğrenmek için çalışmanın yazarı tarafından Kazakistan’da beş aylık bir saha çalışması yapılmış ve bu anlamda Kazakça kaynaklardan (arşiv ve güncel) istifade edilmiştir. Bu çalışma, Türkiye’den Kazakistan’a yönelik bir bakış açısından ziyade, Kazakistan’dan bu topraklara yönelik bakış açısına yer vermekte ve Türk dünyasının aksakalı Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in liderliğinin iki ülke arasındaki ilişkilerde temel belirleyici olduğunu ele almaktadır.
Muhammet Savaş Kafkasyalı Kelimelerin iradesi yoktur. Nereye ve hangi anlama gideceklerine kendileri karar veremez. Bu yüzden kelimeler anlama gelmez veya gitmez, insanlar kelimeleri istedikleri anlama getirirler. Bizler de kelimelerin doğuşunu tam olarak bilemesek de gelişine bakarak onları istedikleri anlama getirenlerin hem maksadını, muradını hem de zihin yapısını anlamaya çalışırız. Bir eylemi, bir nesneyi veya bir hissi ifade etmesi için kullanılan kelime, zamanla gereken hassasiyeti göstermemekten, onu muhafaza etme lüzumunu kavrayamamaktan yahut kasıtlı olarak başka anlamlara getirilir. Bu sebepledir ki bir kelimenin sergüzeşti, o kelime ile ifade edilmeye çalışılanı anlamaya, ifade edenin düşüncelerini hatta bazen amacını veya niyetini dahi anlamaya yarayabilmektedir.
Getirilmiş anlamları sorgulamadan kullanmak, getirenlere gönüllü mahkûm ve tabi olmak demektir. Getirenlerin kurguladığı ve kurduğu sisteme mahkûm olmamak için bu sistemi inşa eden zihniyeti anlamak şarttır. Bir sistemi inşa etmiş zihniyetin yapı taşları kelimelerdir ve evvela bu kelimeleri anlamak icap eder.
Muhammet Savaş Kafkasyalı Kelimelerin iradesi yoktur. Nereye ve hangi anlama gideceklerine kendileri karar veremez. Bu yüzden kelimeler anlama gelmez veya gitmez, insanlar kelimeleri istedikleri anlama getirirler. Bizler de kelimelerin doğuşunu tam olarak bilemesek de kökenine bakarak onları istedikleri anlama getirenlerin hem maksadını, muradını hem de zihin yapısını anlamaya çalışırız.
Bir eylemi, bir nesneyi veya bir hissi ifade etmesi için kullanılan kelime, zamanla gereken hassasiyeti göstermemekten, onu muhafaza etme lüzumunu kavrayamamaktan ötürü yahut kasıtlı olarak başka anlamlara getirilir. Bu sebepledir ki, bir kelimenin sergüzeşti, o kelime ile ifade edileni ve anlatılanı anlamaya, söyleyenin düşüncelerini hatta bazen amacını veya niyetini dahi anlamaya yarayabilmektedir.
Kelimeleri, getirilmiş anlamları sorgulamadan kullanmak, getirenlere gönüllü mahkûm ve tâbi olmak demektir. Getirenlerin kurguladığı ve kurduğu sisteme mahkûm olmamak için bu sistemi inşa eden zihniyeti anlamak şarttır. Bir sistemi inşa etmiş zihniyetin yapı taşları kelimelerdir ve evvelâ bu kelimeleri anlamak icap eder.
Emete Gözügüzelli Bu çalışma, Kıbrıs’ta Türkler üzerinde uygulanan siyasi ve psikolojik savaş hamlelerini incelemektedir. Uygulayanlar, ABD’nin USAID’inden İngiliz Yüksek Komiserliği ve Slovak Büyükelçiliği nezdinde yürütülen ada içi faaliyetlere kadar geniş bir yelpazeye yayılmakta ve askeri istihbarat birimlerine kadar uzanmaktadır.
Askeri ve askeri olmayan yöntemlerle Güney Kıbrıs ulusal güvenlik politikasının çıkarları etrafında geliştirilen tüm faaliyetlerin hedefinde Kıbrıs Türkleri bulunmaktadır.
Kitapta, psikolojik ve siyasi harbin detayları aktarılarak Kıbrıs Türklerine uygulanan silahsız savaş metotları çerçevesinde öne çıkan siyasi ve psikolojik operasyonlar, belge ve bulgular ile izah edilmektedir.
İrfan Kalaycı Bu çalışma, Kıbrıs sorununu, ekonomi-politik ekseninde (ekonomi ve siyaset başta olmak üzere dış politika, jeoekonomi, entegrasyon, tarih, strateji vb. açılardan) tartışabileceğimiz bir derleme kitaptır. Kitap; akademik, siyaset ve medya çevrelerinin yazdığı makaleler üzerine kurgulanmıştır. Kitabın temel hareket noktası; “Kıbrıs nasıl bir adadır? Mevcut ekonomik ve siyasal durumu nedir ve nereye doğru gidiyor?” sorularına yanıtlar bulmaktır. Kitapta sekiz bölüm yer almaktadır. Kıbrıs üzerine aykırı ya da kışkırtıcı düşünceler, Annan Planı’nda Kıbrıs-Kıbrıs’ta Annan Planı, jeostratejik ve jeoekonomik açıdan Kıbrıs, Kıbrıs ve Avrupa Birliği, bir dünya ekonomisi klasiği Kıbrıs, küresel projelerin küresel malzemesi: Kıbrıs, Kıbrıs’ta devlet ve siyaset ilişkisi ve Kıbrıs’ın tarihi: Bir teğet bakış adlarını taşıyan bölümlerde, yazarlar konuyu çeşitli yönleriyle ele almışlardır. Kitabımızın, üniversitelerin konuyla ilgili bölümlerinde okuyan öğrencilere yardımcı olacağına ve onlara farklı bakış açıları kazandıracağına inanıyoruz.
Soyalp Tamçelik TMT, Kıbrıs Türk halkının can ve mal güvenliğini tesis etmek, aidiyet duygusunu ve mensubiyet bilincini korumak, Rum toplumu içinde azınlık olmaktan kurtulmak, silahlı güç unsuru olarak savunma yapmak ve gerektiğinde saldırıda bulunmak amacıyla kurulmuş bir savunma teşkilatıdır.
Bu gayeyle TMT, sağlık alanından haberleşmeye, kültürel faaliyetlerden toplum maliyesine, iktisadi ünitelerden sosyal hizmetlere kadar kamu yaşamının hemen her alanında toplumun ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çalışmalarda bulunmuştur. Kıbrıs Türkleri için salt bir yeraltı teşkilatı olmaktan ziyade TMT, devletleşme sürecinde atılmış bir adım olarak da değerlendirilebilir. Bu yüzden Kıbrıs'ta silahlı mücadelenin yanında “sessiz” ve “gizli” bir savaşın daha yaşandığı söylenebilir.
Bu kitapta TMT'nin kuruluşu, kurumsal doktrini, bağlı olduğu prensipler, teşkilatlanma ve idari yapısı, yayın organları ve uyguladığı ceza usullerinde herhangi bir yeraltı teşkilatında olması gerekenlerden farklı bir şey olmadığı; TMT'de uygulanan muhabere ve istihbarat sistemleri, haberleşme usulleri, kriptolama yöntemlerinin ve esaslarının amaca ve günün ihtiyaçlarına uygun olduğu; TMT tarafından uygulanan psikolojik savaşın kuramsal boyutunun bulunduğu; kullanılan psikolojik savaş yöntemlerinin ve araçlarının etkin bir şekilde uygulandığı; TMT öncesi yeraltı teşkilatlarının durumu tespit edilerek bunların satıhta kaldığı ve ihtiyaçları karşılamaktan uzak olduğu, TMT'nin ise bunları büyük ölçüde karşıladığı sonucuna varılmıştır.

TMT'nin Doktrini
Hem görürüm hem görmem uykudaki göz gibi
Hem dururum hem yürürüm üzengideki ayak gibi
Hem varım hem yokum gül suyundaki koku gibi
Hem susarım hem konuşurum kitaptaki yazı gibi
(Em.Tuğg.) Kenan Çoygun
Bayraktar
Ali Semin Bu kitapta, Irak devletinin kimlik ve dış politika inşasında Şiiliğin rolü incelenmektedir. Konu ise iki temel amaca sahiptir. Bunlardan ilki, bölgedeki mezheplerin etnik farklılıklar üzerinden açıklanıp açıklanamayacağıdır. Bu bağlamda Şiiliğin bir mezhebi mi yoksa bir etnik bölünmeyi mi temsil ettiğinin yanıtları aranmıştır. Ayrıca Şiiliğin bölgedeki kültürel farklılaşma üzerindeki etkileri de başka bir çalışma sorusudur. Çalışmanın ikinci amacı, Türkiye'de konu ile ilgili literatür eksikliğine bir katkı sunmaktır. Türkiye'nin Orta Doğu politikalarında önemli bir yere sahip olan Irak'ın temel siyasi ve kültürel dinamiklerini yakından incelemek Türkiye-Irak ilişkilerini anlayabilmek açısından da oldukça önemlidir. Geçmişten günümüze Irak'ın tarihsel ve kültürel arka planını ana kaynaklar üzerinden okumak ve birincil kaynaklar üzerinden bir analiz yapmak meselenin çok daha sağlıklı bir biçimde anlaşılmasına katkı sunacaktır. Bu çalışmada ağırlıklı olarak birincil kaynaklar üzerinden Irak'ın ve Şiiliğin analizi detaylı bir biçimde yapılmıştır. Öte yandan uzun yıllar süren saha çalışmalarında elde edilen veriler de bu kitabın temel kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Hem Irak devletinin hem de Türkiye-Irak ilişkilerinin bugününü anlayabilmek için geçmişten bugüne bir bütünlük içinde incelenen bu konu, Orta Doğu çalışmaları ve Türk dış politikasına ilgi duyan tüm okurlar açısından temel bir kaynak vazifesi görecektir.
Muharrem Ekşi Diplomasi üzerine kapsamlı bir eser olan elinizdeki bu kitap hem öğrencilere hem de genel kamuoyuna hitap etmektedir. Uzun bir akademik birikime dayanan bu eseri, literatüre kazandırdığı için Kırklareli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Doç. Dr. Muharrem Ekşi'yi kutlar, diplomasiyle ilgilenenlere ve öğrencilere başucu kitabı olarak tavsiye ederim.
Prof. Dr. Bülent Aras
Profesör, Rensselaer Polytechnic Institute, New York/ABD
Araştırma Direktörü, Center for International Policy Research, Doha/Katar

Uzun bir emeğin ürünü olan bu eserle Doç. Dr. Muharrem Ekşi, Türkçe literatürde eksikliği oldukça hissedilen bir alanda, ikili diplomasiden zirve diplomasisine klasikleşen tüm diplomasi türleriyle birlikte kültür, sanat, eğitim, turizm, bilim, STK, spor, diaspora veya gastronomi diplomasisi gibi çağdaş diplomasi türlerine yönelik oldukça geniş bir yelpazede, diplomasi, uluslararası ilişkiler, kamu yönetimi ve siyaset bilimi alanlarında eğitim gören tüm öğrencilere hem bir ders kitabı hem de diplomasiye ilgi duyan herkese referans bir kaynak sunmaktadır.
Prof. Dr. Hüseyin Bağcı
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
Dış Politika Enstitüsü Başkanı

Kırk yıllık kariyer diplomasi tecrübesine sahip emekli bir Büyükelçi olarak Kırklareli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Doç. Dr. Muharrem Ekşi'nin kitabını büyük bir ilgi, dikkat ve merakla okudum. Akademik dünya ve diplomasiyi sahada uygulayanlar açısından önemli bir boşluğu dolduran bu eseri, sıkça başvurulması gerekli bir başucu kitabı olarak nitelemek hatalı olmaz. Son derece akıcı, yalın ve anlaşılabilir bir dille kaleme alınan kitapta, sadece diplomasinin anlamı, kapsamı ve türlerine değil geçmiş ve güncel tarihiyle uluslararası ilişkiler disiplininin kodlarını içeren değişik düşünce ekolleri ile akım ve kuramlara da geniş bir açıdan ışık tutulmaktadır. Dış politikayı, uluslararası ilişkiler ve diplomasi merceğinden engin bir kaynakça eşliğinde inceleyen bu önemli eseri bizlere kazandırdığı için Doç. Dr. Ekşi'yi kutlar, uzun akademik birikime dayalı bu yapıtını akademik çevrelere, diplomasiyi uygulayanlara ve özellikle genç kuşaklara kuvvetle tavsiye ederim.
E. Büyükelçi Fatih Ceylan
NATO Eski Daimi Temsilcisi
Ankara Politikalar Merkezi Başkanı

Diplomasi sanatsa kamu diplomasisi zanaattır. İlkinde yaratıcılık ve kabiliyet, ikincisinde hüner ve müktesep öne çıkar. Diplomaside olmayanı inşa ve imal etmekteki, kamu diplomasisinde ise var olanı dönüştürmek ve görünür kılmaktaki maharet takdir edilir. Diplomaside üstatlar ve efendiler, kamu diplomasisinde ise ustalar ve şefler acemilere el verir. Çağdaş diplomasi artık sadece diplomatların icra-i sanat eyledikleri bir alan olmaktan çıkmış, sporculardan akademisyenlere, aşçılardan turist rehberlerine vb. toplumun çok farklı kesimlerinin katkı verdiği çok katmanlı bir süreçler bütününe evirilmiştir. Kamu diplomasisi -tüm türevleriyle- günümüz diplomasisinin çoğunluk mesaisini teşkil etmeye başlamıştır. Muharrem Ekşi, bütün bunları ve fazlasını klasikten postmoderne diplomasinin dönüşüm hikâyesini anlattığı kitabında bir araya getirmiş. Uluslararası ilişkilere ilgi duyanların çalışma masalarından eksik edemeyecekleri ansiklopedik nitelikte bir referans kitabı ortaya çıkmış.
Prof. Dr. Çağrı Erhan
Altınbaş Üniversitesi Rektörü
T.C. Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu Üyesi

Doç. Dr. Muharrem Ekşi zoru başardı. Çok konuşulan ama az çalışılmış bir konuyu, tüm detaylarıyla, tüm boyutlarıyla ve çok katmanlı olarak inceleyerek sadece öğrenciler için değil akademisyenler ve uzmanlar için de yararlı bir eseri üretti. Diplomasi konusunda ve alanında bir ilk niteliği taşıyan, kuram ve saha içinde önemli bir boşluğu dolduran bu kitabı herkese tavsiye ederim. Tarihten kurama, farklı paradigmatik yaklaşımlardan farkı diplomasi türlerine kadar geniş bir yelpazede çalışan Ekşi, titiz ve bilimsel çalışmasıyla bu alandaki akademik ve kamusal tartışmalara ve çalışmalara çok önemli bir katkı veriyor. Dahası bu kitap, son dönemlerde popülerleşen ama üzerinde kapsamlı çalışmalara gerek duyulan kamu diplomasisini de inceliyor. Klasik Diplomasiden Kamu Diplomasisine Yeni Yöntemler ve Araçları eserini okunması gerekli bir kitap olarak tavsiye ederim.
Prof. Dr. Fuat Keyman
Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı
İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü

Tarık Demir Uluslararası ilişkiler literatüründe “çevreleyen ülkenin etine batmış kıymık” ya da “ayakkabıdaki taş” şeklinde tanımlanan anklav ve eksklavlar, dünya siyasi coğrafyasının norm dışı bir anomalisi ya da bir nevi ilkel bakiyesi olarak telakki edilmektedir. Coğrafi ve politik bir fenomen olarak anklav ve eksklavların hem kendisini çevreleyen ülke ya da ülkeler ile anavatan arasındaki ikili ilişkilerde hem de uluslararası ilişkilerde güvenlik politikaları bağlamında kendi toprak ve nüfuslarının boyutlarıyla gayri mütenasip bir şekilde etkili oldukları görülmektedir. Dünya yüzeyindeki anklav ve eksklavlar hem siyasi ve ekonomik yapıları hem de boyut, nüfus ve konumları itibariyle birtakım farklılıklara sahip olmakla birlikte, güvenlik sorunlarına sebebiyet vermeleri bakımından birtakım benzerlikler de taşımaktadırlar. Bir başka deyişle Cebelitarık, Dağlık Karabağ, Cabinda ya da Kaliningrad örneklerinde olduğu gibi uluslararası alanda “bağımsız bir mekân-politik nesne kategorisi” olarak anklav ve eksklavlar her an aktif birer volkan hâline gelebilmektedir. Dolayısıyla anklav ve eksklavların çoğu mikro sahaya ve birkaç bin nüfusa sahip olsalar da bu antitelerin jeopolitik açıdan son derece önem arz ettikleri görülmektedir. Bu kitapta, anklav ve eksklavlar tanıtılmakta ve güvenlik kavramı ile olan ilişkilerine açıklık getirilmektedir.
Atakan Büyükdağ, Burcu Taşkın, Can Uyar, Dila Algan Tezcan, Ferit Belder, Halim Gençoglu, Indira Phutkaradze, Nur Çeti̇noğlu Harunoğlu, Sezgi Durgun Özkan, Zeynep Bostan “Dünya üzerindeki en tekinsiz toprak, insanın zihni ve kalbidir”.
Bu söz Amerikalı coğrafyacı John Kirtland Wright (1891–1969) tarafından 1946 yılında Ohio'da Amerikan Coğrafya Derneğinin açılış toplantısında söylenmiştir. Bu sözün 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçişe tanıklık eden bir coğrafyacı tarafından söylenmiş olması manidardır, zira bu dönemde dünyada İmparatorluklar çözülürken, ulus devletler sınırlarını oluştururken, sanayileşmiş devletler sömürge topraklarda kolonyal siyasetlerini sürdürürken Amerika'dan Finlandiya'ya, Hindistan'dan Etiyopya'ya, Japonya'dan Ruanda'ya, tüm dünya şiddet ve katliamlarla sarsılmıştır.
20. yüzyılda yaşanan çatışmalarda çarpışan sadece insanlar ve silahlar değil imgeler ve anlatılardır. Kenyalı yazar Ngũgĩ wa Thiong'o, 1981 yılında yayımladığı “Zihni Dekolonize Etmek” adlı kitabında, emperyal güçlerin dayattığı kültürün bir silah olarak kullanıldığını, kültür emperyalizmi ile yerli halkların kendilerine nasıl yabancılaştırıldığını anlatır. Thiong'o'ya göre “Kültür bombası”, canlılara kendi adlarını, yuvalarını, dillerini, mirasını, birliğini, yeteneklerini ve son olarak da kendilerine olan inançlarını yok edecek kadar etkilidir.”. Bu nedenle 20. yüzyılın tarihini yazarken kolonyalite ve her türlü şiddet birlikte ele alınmalıdır.
Bu kitapta, kolonyal siyaset ve “kolonyalite”nin yeniden ürettiği politikaların sonucunda 20. yüzyılda yaşanan şiddet ve katliamlara dair alternatif anlatılar ve sorgulamalar bulacaksınız. Seçkin akademisyenlerin kaleminden çıkan bu yazıların gelecek yüzyılda barışa ve adalete ilham olması umuduyla…
Christopher Hodapp, Alice Von Kannon Kimi gerçek, kimi de safsata.
Gizli cemiyetler ve komplo teorilerinin esrarengiz dünyasında kaybolmayın!
Dünya bildiğimiz, işittiğimiz gibi mi, yoksa her şeyin ardında görünmez eller mi var? Günümüzün en tartışmalı konuları olan gizli cemiyetler ve komplo teorileri siyasetten din, bilim ve kültüre her alanda sürekli gündemimize giriyor. Komplo Teorileri ve Gizli Cemiyetler for Dummies bu alandaki gerçeklere ve safsatalara somut bilgilerle ışık tutarak, onları birbirinden nasıl ayırt edeceğimizin yolunu gösteriyor.
• Parolayı unutmayın! Dünyanın en gizemli örgütleriyle onların esrar perdesi ardındaki ayin ve törenlerinde yapılan uygulamaları öğrenin
• Üçgenlere ve gözlere dikkat edin! Hakkında sayısız teori üretilen İlluminati'nin simgelerini ve ne ifade ettiğini inceleyin. Bunun yanında ne tür eylemlerin içinde bulunduğunu görün.
• gördüğünüz bir uçan daire olabilir mi? Dünya dışı varlıklar ya da uzaylılar olarak tanımlanan öznelerin yer aldığı teorilere göz atın. 51. Bölge'de aslında ne oluyor? Uzaylıların dost olup olmadığı bilgisini Mavi Kitap'tan edinin.
• Masonların arasına karışın! Topluluğun kökenlerini, tarihini, eylemlerini ve kimlerden oluştuğunu gözleyin.
• İtalyan kesimi takımınızı çekin! Farklı yerlerde, farklı kökenlerden gelen grupların nasıl çeteleştiğini ve tehlikeli boyutlara ulaştığını, hangi ailelerin etkili olduğunu ve yankılarını keşfedin.
• Görevimiz tehlike! Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılmış olan Kennedy suikastı ile diğer başkanların sonlarını ve tarihte yer edinmiş diğer tehlikeli grupları öğrenin.
Kitabı açın ve
• Geçmişten bugüne kadar var olmuş cemiyetleri ve kökenlerini,
• Bir komplo teorisinin doğruluğunu kendi başınıza test etmeyi,
• Sinsice aranıza sızmış bir gizli cemiyetin farkına varmayı,
• İnternetin komplo söylentileri üzerine körükleyici etkisini,
• Uzaylıların dünyayı ele geçirme planlarına karşı uyanık olmayı,
• 11 Eylül'e dair komplo teorilerini nasıl yorumlayacağınızı öğrenin.
Adil Calap, Arzu Demirci, Ayşe Asiltürk, Burcu Savaş Çelik, Cengiz Özgün, Erkut Ergenç, Ersan Bocutoğlu, Gökhan Kırbaç, Harun Yüksel, Hilal H. Erdoğan, Khaladdin İbrahimli, Murat Koç, Mustafa Üren, Özcan Erdoğan, Ümmü Bulut Keskin İnsanlık tarihi boyunca önemli olgulardan biri olan uluslararası göç, toplumları sosyal, kültürel, politik ve ekonomik açıdan etkileyebilmektedir. Bu kitap; uluslararası göçün teorik ve pratik boyutlarını inceleyerek göçle ilgili literatüre katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
Türkiye son yıllarda göçmenlerin hedef ülkesi hâline gelmiş bulunmaktadır. Akademisyenlerimiz, bu kitapta ortaya konulan değerli çalışmalarıyla Türkiye'de göçmenlik üzerine olan araştırmalara önemli bir fayda sağlamaktadırlar.
Günlük hayatımızı önemli oranda etkileyen göçmenliğin incelendiği bu eserde, aşağıda sıralanan konular ele alınmıştır:
-Göçmenlerin kamu yönetiminde değişime etkisi ve kurumsal göç yönetimi,
-Tersine göç olgusu ve tersine göç sürecinin değerlendirilmesi,
- Göçmen girişimciliği,
- Göç olgusunun mali ve ekonomik etkileri,
- Uluslararası göçün ülke ekonomilerine etkileri,
- Sağlık iş gücü göçünün, menşe ülkeler üzerindeki potansiyel etkileri,
- Göç ve lojistik kavramlarının birlikte değerlendirilmesi,
- Uluslararası göçmen havalelerinin finansal gelişme üzerine etkisi,
- Türkiye'de yabancıların ikamet izni işlemlerinde yetkilendirilmiş aracı kuruluşlar,
- Göçlerin diasporaya dönüşme sürecinde Azerbaycan örneğinin analizi,
- ABD'deki Ermeni ve Yahudi diasporalarının ana vatanlarıyla ekonomik ilişkilerinin analizi,
- Uluslararası göç bağlamında Filistinli mülteciler sorunu,
- Afganistanlıların Pakistan ve İran'dan Türkiye'ye göçü ve uyuşturucu trafiği.
Anastassia Bugday, Başar Baysal, Buğra Sarı, Gözde Turan, İsmail Erkam Sula, Mine Nur Küçük, Neslihan Dikmen Alsancak, Onur Erpul Uluslararası İlişkiler, küresel siyasetin işleyişini çeşitli düşünce geleneklerinden, analiz düzeylerinden ve kuramlardan yararlanarak anlamayı ve açıklamayı amaçlayan bir akademik disiplindir. Disiplinin doğuşundan bu yana birçok farklı kuram ortaya çıkmış; bu kuramlar, açıklamalarında belirli olayların nedenlerini ortaya koymayı ve çeşitli olay ve olguları kendi içerisinde tutarlı iddialara sahip bir düşünsel çerçeve sunarak açıklamayı amaçlamıştır. Farklı Uluslararası İlişkiler kuramları, iddia ve varsayımlarını birtakım temel kavramlar üzerine inşa etmektedir. Nitekim kavramlar, sosyal dünyanın anlaşılmasını ve açıklanmasını kolaylaştıran araçlardır. Bu yönleriyle kavramların Uluslararası İlişkiler disiplinindeki kuramların birbirleri ile etkileşimini de şekillendiren temel işlevleri vardır.
Bu kitap, Uluslararası İlişkiler kuramlarının farklı iddia ve varsayımlarının, disiplinde kullanılan çeşitli temel kavramlar üzerinden karşılaştırılmasına yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır. Uluslararası ilişkiler kuramlarının iddia ve varsayımlarındaki farklılıklar, sadece ampirik düzeyde uluslararası ilişkilerde hangi aktörlere (devlet, devlet dışı, uluslararası örgütler, liderler vs.) veya konulara (askerî, ekonomik, kültürel vs.) odaklandıkları üzerinden değil, meta kuramsal düzeyde ontolojik, epistemolojik ve metodolojik ön kabullerinden de kaynaklanmaktadır. Kitap, çoğulcu bir yaklaşımla hazırlanmış; meta kuramsal olarak farklılık arz eden ana akım ve eleştirel Uluslararası İlişkiler kuram ve yaklaşımlarının temel kavramları nasıl tanımladıklarını ele almıştır.
Kitabın her bölümünde, Uluslararası İlişkiler disiplininin temelinde yer alan bilim ve yöntem, kuram ve pratik ilişkisi, uluslararası, güç, devlet, yapı, anarşi, hegemonya, savaş ve barış kavramlarının anlamları, farklı Uluslararası İlişkiler kuramlarının bu kavramlara bakış açısı üzerinden tartışılarak açıklanmaktadır. Bu yönüyle kitap hem bir karşılaştırmalı uluslararası ilişkiler kuramları kitabı hem de bir temel uluslararası ilişkiler kavramları kitabıdır.
Yasemin Çokgüçlü Geçmişte olduğu gibi günümüzde de Kuzey Kore'nin nükleer silahlara sahip olmadan önce rejim güvenliğini sağlamış ve yıllarca sürdürmüş olduğu göz ardı edilmektedir. Kuzey Kore'de rejim güvenliğinin sağlanmasındaki asli unsurun nükleer silahlar olduğu algısı ön plandadır. Çalışma, literatürdeki bu algı açığını gidererek nükleer silahlar, güvenlik ve nükleer diplomasi anahtar kavramları üzerinden
• Kuzey Kore sisteminin altyapısını oluşturan Juche ve Songun ideolojilerine odaklanarak,
• Nükleer silah sahibi olmadığı dönemde gerçekleşen Çerçeve Anlaşması aşamasındaki gelişmelerden yararlanarak,
• Kuzey Kore'nin nükleer silah sahibi olduğunu ilan etmesinden sonraki dönemde gerçekleşen Altı Taraflı Müzakereler sürecindeki görüşmelerden yararlanarak
• Kuzey Kore nükleer silahlanma programına farklı bir bakış açısı getirmeyi amaçlamaktadır.
Devletlerin tarihsel tecrübeleri güvenlik algılarını, güvenlik algıları ise güvenlik politikalarını belirlemektedir. Bu bağlamda çalışmada, silahlanma yarışı bölgesel olarak sona ermediğinden bölge ülkelerinin ve ABD'nin bölgedeki silahlanmasının resmî bahanesi olan Kuzey Kore nükleer faaliyetlerinin küresel güvenlik politikalarına etkisi analiz edilmektedir. Kuzey Kore nükleer faaliyetleri özelinde Çin, Rusya, Güney Kore, Japonya ve ABD'nin nükleer diplomasisi incelenmektedir. Ayrıca çalışma, Kuzey Kore nükleer silahlanma faaliyetlerinin küresel yansımaları boyutuyla değerlendirilmesiyle bu faaliyetlerin Güneydoğu Asya'da konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan güçlü bir askerî yapılanmaya başarılı bir bahane olarak hizmet ettiğini ve nasıl hizmet etmeye devam ettiğini ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Adem Özer, Ahmet Sapmaz, Alptekin Molla, Ayşegül Ketenci, Burak Şakir Şeker, Cihan Kazancıoğlu, Coşkun Soysal, Çağlar Özer, Doğan Şafak Polat, Elif Gürdal Limon, Emine Kılıçaslan, Emirhan Kaya, Emre Kalay, Enescan Lorci, Ferdi Güçyetmez, Gamze Helvacıköylü, Gökhan Alptekin, Gözde Mert, Hasan Mesut Önder, Hasret Çomak, Haşim Türker, Hulusi Ekber Kaya, Huriye Yıldırım Çinar, Hüseyin Çelik, Hüsmen Akdeniz, Kenan Toprak, Kıvılcım Erkan, Kübra Deren Tüdeş, M. Enes Arslan, Mehlika Özlem Ultan, Mesut Şöhret, Murat Koray, Murat Yorulmaz, Natalia Yevchenko, Neslihan Kuran, Oktay Küçükdeğirmenci, Onur Limon, Ozan Örmeci, Öncel Sencerman, Özdemir Akbal, Özgür Demirayak, Pelin Tekin Çelik, Sibel Kavuncu, Sina Kısacık, Tuba Taşlıcalı Koç, Tülay Yaylagül, Yunus Karaağaç "Küresel Aktörler ve Büyük Güç Rekabeti” günümüzde son derece karmaşık küresel ve bölgesel siyasi ve ekonomik ilişkileri derinlemesine inceleyen bir eserdir. Bu eser, küresel ve bölgesel aktörlerin rolünü, amacını ve büyük güçler arasındaki rekabetin derinliklerini keşfetmeye odaklanmıştır. Çeşitli bakış açılarıyla sunulan kitap bölümleri; ABD, Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu gibi devletlerin çekişmelerini ve iş birliklerini anlamamıza yardımcı oluyor. Küresel ve bölgesel ekonominin yeni yönelimleri, askeri stratejilerin evrimi ve teknolojik yarışın etkileşimleri bu kitapta sizi bekliyor. Uluslararası kuruluşların küresel ve bölgesel rolü ile yeni dinamikleri inceleniyor. Okuyuculara zengin içerikli bir analiz sunuluyor. Kitap, güçlü bir analitik çerçeve sunmanın yanı sıra küresel ilişkilerin geleceğine yönelik yeni stratejik öngörülerde bulunuyor. Zengin ve güncel bilgi hazinesi ile kitap, okurlarına günümüzün hızla evrilen dünyasında bilinçli bir bakış açısına yer veriyor. Küresel aktörlerin ve büyük güçlerin gelecekteki etkileşimlerinin algılanmasına önemli katkı sağlıyor.

Boğos Levon Zekiyan, Yıldız Deveci Bozkuş, Buğra Poyraz Bu eser, Osmanlı İmparatorluğu'nun XVII ve XVIII. yüzyıllardaki ekonomik dünyasını inceleyerek Osmanlı Ermenilerinin ve onların aracılığıyla dönemin küresel bağlantılarının ilişkilerini ortaya koymaktadır. Ermeni esnaf, tüccar, zanaatkâr ve entelektüel sınıfının ekonomi alanındaki faaliyetlerine odaklanan çalışma aynı zamanda Ermeni tüccar ve entelektüel grubun dış dünya ile bağlarını da araştırmaktadır. Ermenilerin sarraflık alanında XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren devletin finans ve mali işlerini nasıl yönettiklerini detaylandırmaktadır. Eser, özellikle Düzyan ailesi gibi önemli Ermeni ailelerinin ve elitlerinin rolünü vurgulamaktadır. Ayrıca Culfa Ermenisi tüccarlarının zenginlik ve şöhret seviyelerini göstererek Osmanlı'ya modern teknolojinin gelişinde Ermenilerin kilit rolüne dikkat çekmektedir. Bu eser, Osmanlı İmparatorluğu'nun çok kültürlü yapısında Ermenilerin ticaret, finans ve teknoloji alanındaki katkılarını ve Osmanlı'nın az incelenmiş dönemlerine dair önemli verileri sunarak Ermenilerin bu konudaki etkilerini daha yakından tanımamıza olanak sağlamaktadır.
Emre Erdemir, Esra Nihal Kandur, Harun Gümrükçü, Hüseyin Karabulut, Rabia Kalfaoğlu, Yasin ilkdoğdu 21. yüzyılda, önceki coğrafi keşiflerin ve sömürgeciliğin aksine kaynakları zengin ancak ıssız deniz ve okyanus bölgelerinde ve deniz rotaları üzerinde egemenlik kurmaya yönelik zeminde, çalışmanın odak noktası, okyanusların ve denizin içinde yer alan takımadalarının, adaların, adacıkların ve kayalıkların statüsü olmuştur.
Kitapta; mavi sularla çevrili ama yıllardır egemenlik ve mülkiyet konusunda tartışmalı olan takımadalarının, adaların, adacıkların ve kayalıkların statüsü ve kime ait oldukları sorusu yanında bu alanda varlığı bilinen ancak henüz keşfedil(e)meyen canlı ve cansız kaynaklar ile yeni perspektif olarak Kutup Çağı’ndan bahsedilmekte, geçmişin Doğu-Batı karşıtı söyleminin yerini “Yüksek Kuzey” ve “Yüksek Kuzey-Güney İlişkileri” savı oluşturmaktadır.
Araştırma sahaları olarak ise;
1- Kanada’yla Danimarka arasında Grönland’den dolayı düşük profilli çatışma alanı oluşturan ve Arktika Bölgesi içinde yer alan Hans Adası/Kayası,
2- Pasifik Okyanusu içinde yer alan ve 1980’li yıllarda üzerinde kıtalararası bir sıcak savaşın yaşandığı Antarktika Kıtası’na ulaşmada kilit üç adadan biri olan Falkland Takımadaları, Avrupa Kıtası’nın somut örneği olarak Ege Denizi’nde Kardak Kayalıkları,
3- Akdeniz için Kıbrıs Adası, Asya Kıtası’nın örnekleri olarak Senkaku/Diaoyu ve Spratly/Nansha Takımadaları ile Arktika Okyanusu’ndan Grönland Adası alınmaktadır.
Alexander Konstantinovich Portsel, Ceyhan Karasoy, Harun Gümrükçü, James K Wither, Leyla Yılmaz, Rabia Kalfaoğlu, Sabit Alabaş, Sümeyye Güneş, Y. Barbaros Büyüksağnak 1990’lı yılların başına kadar Arktika Bölgesi birçok araştırmacı tarafından çok uzakta olan bir buzul çölü olarak algılanıyordu. Bu çölün en stratejik coğrafyası Spitzbergen Takımadaları’dır. İnsandan çok kutup ayılarının hükümranlığındaki ve insan cesedinin çürümediği bu buzullar diyarı, bir zamanlar kutup kâşiflerinin son durağı, Avrupa medeniyetinin bittiği son noktaydı.
Takımadaların hukuki statüsü 1920 tarihli Spitzbergen Antlaşması’yla belirlenmiş olup söz konusu Antlaşma günümüze kadar 46 devlet tarafından imzalanmıştır. Antlaşma’ya göre Norveç’e bu toprakların yönetimi için kâhyalık görevi verilmiş ve diğer akit tarafların vatandaşları ve işverenlerine başka hiçbir antlaşmada öngörülmemiş nitelikte haklar tanınmıştır. Bu kendine has özellikleri içeren antlaşma;
Akit tarafların vatandaşları ve işverenleri arasında ayrımcılığı yasaklamakta;
Akif tarafların vatandaşlarına sınırsız oturma izni alma, ayrımcılığa uğramadan çalışma ve ekonomikfaaliyetlerde bulunma hakkını vermekte;
Tüm taraflara eşit davranma (muamele eşitliği) prensibinden hareket etmekte;
Spitzbergen’in sivilleştirilmesi ve alanın askeri amaçlar için kullanılması yasağını getirmekte;
Spitzbergen’de toplanan vergilerin burada harcanması zorunluluğunu koymakta;
»1920 tarihinden önce verilen hakların aynen devam etmesini garantilemektedir.
Genelde Arktika Bölgesi ve özelde Spitzbergen Takımadaları, 2000’li yılların başından itibaren bilim dünyasını en fazla meşgul eden konular arasına girmiş ve ülkemizde Küresel Bakışla Kutup Çağı altında yapılan çalışmalarla yerini bulmuştur. Küresel düzeyde artan çevre sorunlarına ve iklim değişikliğine olan ilginin artmasıyla algılamada çok uzakta olan bu coğrafyalar giderek daha ulaşılabilir hâle gelmişlerdir.
Soğuk Savaş yıllarında bu bölgelere atfedilen öğrenilmiş değersizlik zaman içinde değişmiş, özellikle Kuzey Kutbu Bölgesinde askerileşmenin yerini kaynakların ekonomik potansiyeli almaya başlamıştır. Bunun bir sonucu olarak doğal zenginliklere, daha düşük maliyetlerle, daha güvenli koşullar altında ve rekabetin daha kolay olduğu ortamlarda ulaşılmaktadır.
Abdullah Şengönül, Alper Tunga Şen, Asena Boztaş, Asuman Yaprak, Elif Çetin, Erol Turan, Esin Karacan Yücedağ, Gülsen Topaktaş, Gürkan Gündüz, İnci Aksu Kargın, Lütfullah Ün, Murat Yılmaz, Omca Altın, Savaş Çevik, Sevinç Öztürk, Sibel Akgün, Zeynep Hiçdurmaz Göç olgusu günümüzde artık küresel bir boyut kazanmıştır. Özellikle Orta Doğu ve Afrika bölgelerindeki mezhep çatışmaları, iktidar savaşları, silahlı çatışmalar, iç ve bölgesel karışıklıklar nedeniyle insanlar kitleler halinde göç etmektedirler.
İnsanlar hayatta kalmak veya daha rahat yaşayabilmek ümidiyle, her türlü fiziksel güçlüğe maruz kalmayı göze alarak kitleler hâlinde göç etmeye çalışmaktadırlar. Bu durum göç olgusunun artık küresel bir mesele hâline geldiğinin göstergesidir.
Bu kitap, göç olgusunu küresel bakış açısıyla ele almakta ve bu meseleyi politik, ekonomik ve sosyal boyutlarıyla analiz etmektedir.
Aslıhan Başer Topkan, Cihan Daban, Hayati Aktaş, Mohammad Ekram Yawar, Muharrem Shtavica, Murat Cingöz, Mustafa Çakır, Nursena Yaşar, Özge Çetiner, Selin Erkul, Tarık Oğuzlu, Tuğçe Ak, Vildan Meydan İnsanlığın yegâne evi olarak dünya, gözlemlenebilir evren çerçevesinde canlı yaşamın bulunduğu tek gezegendir. Canlı yaşam grubunda sadece insanlar değil, bitkiler ve hayvanlar da yer almaktadır. Bu nedenle dünya denilen gezegen diğer tüm gezegenlerden bu yönüyle, hassaten farklılık göstermektedir. Kutuplarda basık, ekvatorda şişkin olması hasebiyle küresel bir şekle benzeyen dünya, içinde barındırdığı canlılar tarafından yaşama mücadelesinin merkez noktası olmuştur. Özellikle insanlar tarafından bir mücadele küresi hâline gelen dünya, bu mücadeleden dolayı işgaller, ilhaklar ve çatışmalarla etkisini gösteregelmiştir. İnsanlığın var oluşundan bu yana iktisadi menfaatler başta olmak üzere siyaset mücadelesi, sosyokültürel dayatmalar ve coğrafi paylaşım unsurları üzerine pek çok olaylar yaşanmış, yaşanıyor ve yaşanmaya devam etmektedir. Bu sayılan unsurlar yer-siyaseti veya siyasi coğrafya olarak adlandırılabilen “jeopolitik” olguyla bağlantılıdır. Bu nedenle kitap, "Küresel Dünyada Jeopolitik Sorunlar: İşgal, İlhak ve Çatışmalar" ismiyle kaleme alınmıştır.
Hayati Aktaş, Ramazan İzol, Cihan Daban İnsanlığın varoluşundan bu yana önemli bir olgu olarak kaydedilen güvenlik; dünya toplumlarının en önemli yaşamsal kaynaklarından biri olarak görülmektedir çünkü küresel dünyanın yaşanılabilir kılınmasının temel taşını oluşturmaktadır. Güvenlik olgusuna yönelik en büyük tehditler, krizlerle başlamış olup çatışma ve savaşlarla devam etmiştir. Bu olumsuz gelişmelerin temelinde ise birçok neden yatmaktadır. Tarihî nedenlerden coğrafi nedenlere, sosyal nedenlerden kültürel nedenlere, siyasi nedenlerden ekonomik nedenlere kadar birçok alan bu hususta zikredilebilir, fakat bu nedenler arasında yer alan siyasi ve ekonomi kaynaklı çatışma ve savaşlar yüzyıllar boyu devam etmiştir ve etmektedir. Savaşların odağında devletler yer alırken, çatışmaların odağında ise çoğunlukla bireyler veya halklar yer almıştır. Nitekim bu olayların engellenmesine yönelik devletler tarafından bazı adımlar atılmaya çalışılmıştır. Özellikle 20. yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı ile birlikte sayısız kriz ve çatışmaların ortaya çıkmış olması, küresel dünyada güvenliği ve barışı sağlamak adına bazı girişimlerde bulunulmuştur. Bu girişimlerden hareketle, uluslararası örgütlenmelerin ortaya çıktığı ve güvenlik üzerine politikaların üretilmeye başlandığı gözlemlenmiştir. Bu kitapta; küresel dünyada “Uluslararası Örgütler”in ve bu örgütlerin “Güvenlik Algısı”na yönelik yorumlayıcı bir analizi yapılmıştır.
Selçuk Duman Uluslararası politikada; ekonomik, siyasi ve askerî riskin ötesinde çatışma riski barındıran Güney ve Doğu Çin Denizi, adım adım bir dünya savaşına doğru sürüklenilen sürecin merkezinde yer almaktadır. Özellikle Çin'de Şi Cinping'in, 2013 yılında Çin Halk Cumhuriyeti'nin başına geçmesi ile birlikte yayılmacı ve hegemonik bir çerçevede hareket etmeye başlaması, bölge ülkeleri ve bölge ile ilgisi olan ülkeler tarafından tarafından tepkiyle karşılanmakta ve mutlaka engellenmesi gereken bir durum olarak değerlendirilmektedir. Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Birleşik Krallık, Hindistan, Japonya, Güney Kore, Filipinler, Avustralya ve Tayvan gibi ülkeler, Çin'in bu hegomanik yaklaşımından rahatsızlık duydukları için ikili, üçlü ve çoklu ittifaklar oluşturarak bölgede tatbikatlar gerçekleştirmektedirler. Aslında gerek ABD gerekse AB, Çin'in sisteme entegre edilmesi konusunda uzun yıllardır ciddi uğraşlar vermişlerdir. Ancak Şi Cinping ile birlikte Çin; savunma harcamalarını, günümüzde 200 milyar doların üzerine çıkararak bu uğraşlarla ilgilenmediğini göstermiş, Güney ve Doğu Çin Denizi'nde tarihî arka planı esas alarak işgaller gerçekleştirmiş, askerî üsler kurmuş, suni adalar oluşturmuş, bölgeyi sürekli abluka altına alan girişimlerde bulunmuştur.
Biz de çalışmamızı, uluslararası ilişkiler bilim dalı çerçevesinde güncel kaynaklardan hareketle sahildar ülkeler ve ilgili ülkelerin jeopolitik yaklaşımlarını esas alarak planladık. Kitabımız, iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, “Uluslararası Politika'da Güney Çin Denizi” başlığı ile jeostratejik ve uluslararası hukuk temelinde inceleme yaparak sahildar ülkeler ve ilgili ülkelerin jeopolitik yaklaşımlarını ortaya koyduk. İkinci bölümde Uluslararası Politika'da Doğu Çin Denizi başlığı ile jeostratejik ve jeopolitik bir inceleme sonucunda sahildar ve ilgili ülkelerinin iddialarını ayrıntılı bir şekilde aktardık. Amacımız, analitik bir yaklaşım ve özgün bir değerlendirme ile Güney ve Doğu Çin Denizi sorunu hakkında objektif bir bilgilendirme yapmaktır.
Zekeriyya Akdağ Dünya sisteminin ekonomi politik ağırlık merkezi, Çin başta olmak üzere Doğu Asya bölgesine kaymaktadır. Çin dünya ekonomisinde, 19. yüzyıl öncesinde olduğu gibi, yeniden merkezî bir konuma yükselmektedir. Çin'in başta ekonomi olmak üzere askerî ve politik alanda kaydettiği ilerlemeler, uluslararası sistemdeki etkisini sürekli bir biçimde arttırmaktadır. Küresel ekonomik politik değişimler, Çin'in dünya sisteminde yeniden merkezî bir rol oynayacağını göstermektedir. Dünya sistemindeki jeopolitik ve jeoekonomik gelişmeler, Çin'i küresel hegemonya mücadelesinin en önemli aktörü hâline getirmektedir. Bu çalışmada, Çin'in yükselişinin hegemonik bir güç olmasına yol açıp açamayacağı üzerinde durulmuştur. Çin'in yeni bir hegemonya düzeni oluşturabilme imkânı ve bunu sınırlayan etmenler analiz edilmiştir. Bu çalışma, sermaye birikiminin merkez üssü olma ve hegemonik güç olma mücadelesinde Çin'in en büyük potansiyellere sahip aktör olduğunu değerlendirmektedir. Giderek karmaşık hâle gelen kapitalist dünya ekonomisi üzerinde kontrolü sağlayabilecek en geniş ekonomik kaynaklara sahip ülkenin Çin olduğu iddia edilmektedir.
Hüseyin Korkmaz Bu kitap, ABD-Çin ilişkileri kapsamında uluslararası güvenliği etkileyen faktörleri 11 Eylül 2001 sonrasında küresel hegemonya bağlamında incelemiştir. Dolayısıyla ABD-Çin ilişkilerinin hegemonik rekabete girdiği ve bu rekabetin uluslararası güvenliği etkileyebilecek bir boyuta ulaştığı savı, Neo-Gramşiyan bir teorik çerçeve içerisinde tartışılmıştır. Bu çalışma Neo-Gramşiyan yaklaşım çerçevesinde uluslararası sistemde oluşan parçalanmaya dönük eğilimleri tespit etmeye çalışmakta ve iki ülke arasındaki rekabetin çok kutuplu bir küresel düzen ihtimalini ortaya çıkaran sınırsız stratejik bir rekabete dönüştüğünü ileri sürmektedir.
İki ülkenin stratejik yaklaşım ve pratiklerine odaklanmış olan bu kitap, 11 Eylül 2001 sonrası görev yapan Başkanların dönemlerini kronolojik açıdan incelemiştir. Ortaya konulan bulguların analizi sonucunda ABD-Çin ilişkilerinin çok karmaşık bir rekabet modeli içerisinde hareket ettiği ve çatışma ihtimalini de barındıran gerilimli bir düzeyde seyrettiği ortaya çıkmıştır. Kitabın küresel hegemonya ve küresel düzenin yapısına yönelik çözümleme ve eleştirilerinin, bu ölçekte çalışan tüm araştırmacılara ışık tutması ve katkıda bulunması beklenmektedir.
Aşkın İnci Sökmen Alaca,Hatice Çelik,Emre Demir,Çağrı Emin Demirtaş,Cemre Pekcan,Eray Alım,Merve Suna Özel Özcan,Halil Burak Sakal,Mehmet Şahin.Tuğçe Ersoy Ceylan,Enis Porat,İlker Salih Ebrem,Ebru Küçükşener,Mehmet Rakipoğlu,Yakup Şahin,Sıla Turaç Baykara,Sadullah Özel,Merhmet Emin Erendor,Hasan Acar,Serhat Bulut,Yakup Şahin, Son yılların en popüler araştırma konuları arasında küresel politikalar ve bölgesel dönüşümler geliyor. Bir bölgenin nasıl çatışma veya iş birliği sahasına dönüştüğü ve bu dönüşümde yer alan küresel ve bölgesel aktörlerin etkilerinin boyutları hâlen önemli bir tartışma konusu olarak güncelliğini koruyor. Nitekim uluslararası sistemde yer alan küresel ve bölgesel aktörlerin sistemin sunduğu avantaj ve dezavantajlar bağlamında politikalar takip ettiği ve ilgili aktörlerin bölgesel dönüşüm süreçlerinde aktif olarak yer aldıkları görülmektedir. Deneyimlemeye devam ettiğimiz belirsizleşen dünya kompozisyonu ekseninde ise küresel ve bölgesel aktörlerin politika seçimleri ve bölgesel dönüşümlerin etkin ama bir o kadar kırılgan yapısı, topyekûn küreyi etkilemektedir. Bu bağlamda birbirinden kıymetli 20 akademisyen tarafından kaleme alınan bu kitap, küresel ve bölgesel aktörlerin politikalarını ve farklı coğrafyalar temelinde yaşanan dönüşümleri analiz etmektedir.
Murat Ali Dulupçu Çalışmada; Küreselleşme, küreselleşmenin dönüştürücü etkileri, küresel rekabet gücü ve Türkiye ekonomisinin küresel rekabet gücü açısından değerlendirilmesi gibi konular ele alınmıştır.
Abdulkadir Baharçiçek, Alpcan Acar, Aydın Turhan, Bilal Kızıl, Canan Katılmış, Ender Akyol, Fatih Tekin, Fatma Nur Özdemir, Gökhan Tuncel, Hasan Ali Yılmaz, Mehmet Emin Güven, Murat Sezik, Necmettin Acar, Osman Ağır, Ömer Taylan, Pınar Kahya Aydın, Selahaddin Bakan, Süleyman Ekici, Şükrü İnan, Umut Turgut Yıldırım, Y. Furkan Şen, Yusuf Zakir Baskın, Zekeriyya Akdağ Küreselleşme süreci insanların; toplumların ve devletlerin birbirleriyle etkileşimini artırmıştır. Dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen bir hadise, kısa süre içerisinde küresel düzeyde etki yapabilmekte veya başka yerlerdeki gelişmelerden etkilenebilmektedir. Savaş, iç savaş, terör, siyasi istikrarsızlık, ekonomik kriz, doğal afet, salgın hastalık gibi sorunlar, geçmişten günümüze toplumsal ilişkileri büyük ölçüde etkilemiştir. Küreselleşme ile birlikte bu sorunların sosyal, ekonomik ve siyasal alanlardaki çarpan etkisi artmıştır.
Jeopolitik konumu ve tarihî misyonu nedeniyle Türkiye, küresel ve bölgesel gelişmelerden en fazla etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Bu kitap, dünyada öne çıkan sorunları, bu sorunların küresel ve bölgesel etkileri ile Türkiye'ye yansımalarını belirlemeyi amaçlamaktadır. “Sistemik konular”, “küresel sorunlar” ve “bölgesel sorunlar” olmak üzere üç kısımdan oluşmaktadır. Sistemik konular kısmında küreselleşme ve bölgeselleşme, uluslararası siyasal ve ekonomik sistem genel hatlarıyla ele alınmaktadır. Küresel ve bölgesel sorunlar kısmında ise uluslararası örgütlerin küresel sorunlar karşısındaki durumu, yoksulluk, terörizm, göç, çevre sorunları, salgın hastalıklar, insan hakları ihlalleri, İslamofobi, Arap Baharı, Suriye İç Savaşı, Azerbaycan-Ermenistan gerilimi, Doğu Türkistan, Doğu Akdeniz ve Kürt sorunları farklı yönleriyle derinlikli bir şekilde analiz edilmektedir.
Adem Solak "Ne yazık ki, savaşın terörizme karşı yapılmadığı, aksine, terörizmi savaşın doğurduğu gerçeği anlaşılmıştır; tıpkı Irak işgalinin bize gösterdiği gibi. Evet, işgaller ve savaşlar terörizme yol açan nedenleri körüklemektedir. Şu anda insanlık tarihinin önemli bir yol ayrımındayız; tarihte iz bırakacak dönemeçlerden birini yaşıyoruz. Eğer Batı, bu savaşkan tavrını sürdürerek, kendi halklarını bile kandırarak insanları dışlayan ideolojilerini yaymakta diretirse; dünya uçuruma yuvarlanıp, bir kan gölüne dönecek, sonu gelmez anlaşmazlıkların ve korkunç katliamların girdabında boğulup gidecektir." (GOFFİREDO)
Bu eser, yazarın bizzat cezaevlerindeki teröristlerle ve canlı bomba sürecinden geçenlerle 30 yıl boyunca yüz yüze yaptığı çalışmalar ve uluslararası literatürden dikkatle seçtiği öz belirlemelerden oluştu. 18 yıl dağda, çatışma alanlarında bulunup hayatta kalmayı beceren bir teröristin "geciken itiraflar" niteliğindeki anlatımları, Türkiye'nin son 35 yılda yaklaşık 50 bin insanın terör adına ölümünün ve bu sürede sadece terörle mücadeleye neden bir trilyon ABD Doları harcamak zorunda kaldığının açık belgeleri gibidir. Gençlerin nasıl terörist/canlı bomba oldukları da bu eserin ana konusudur.
Ahsen Saçlı, Ali Burak Darıcılı, Bilge Durutürk, Engin Koç, Ergenekon Savrun, Halil Emre Deniş, Hasan Acar, İhsan Burak Birecikli, Kamil Tarhan, Mustafa Ali Sezal, Mustafa Yıldız, N. Neşe Kemiksiz, Özkan Gönül, Pınar Akarçay, Serkan Yenal, Süleyman Temiz, Yeşim Demir, Yunus Karaağaç Güvenlik ve terör, 21. yüzyılın kuşkusuz önemli sorun alanlarındandır. Günümüz dünyası, ilişkilerin belirsizleştiği ve tehdidin nereden geleceğinin belli olmadığı bir kaos ortamını bizlere hazırlamıştır. Bu süreçte, gerek devlet gerek vatandaş olarak huzur ortamında yaşamak bir takım sorumlukları beraberinde getirmiştir. Bu kitap, güvenlik ve terör kavramlarını, günümüz dünyasının bakış açısıyla değerlendirmektedir.
Bu kitapta, güvenlik ve terör kavramları üzerine özgün ve nitelikli çalışmalar bulunmaktadır. Terörün 21. yüzyılda geçirdiği dönüşüm, küresel terörün gelişme aşamaları ve uluslararası örgütlerce tanım sorunsalı tartışılmıştır. Genellikle hibrit yapılarla etki sağlamaya çalışan terör, günümüzde ileri teknoloji ile desteklenmeye çalışılmaktadır. Kitapta tüm bu süreç tartışılmış ve kitabın teorik kısmı ortaya çıkmıştır.
Küresel Terör ve Güvenlik Politikaları, bahsedilen bu teorik çerçevenin ışığında, dünya üzerinde varlık göstermeye çalışan DAEŞ, Boko Haram, Lord of Resistance Army ve YPG gibi bir takım terör örgütlerini ve devletlerin terör örgütlerine karşı uyguladıkları güvenlik politikalarını izah ederek, ilk bölümlerde ortaya koyulan teorik çerçeveyi ilerleyen bölümlerde somutlaştırmaktadır.
Bu kitap, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve güvenlik ile ilgilenen araştırmacılar için bir kaynak teşkil etmektedir. Aynı zamanda günümüz dünyasının küresel ve bölgesel ilişkilerine de güvenlik ve terör kavramlarını izah etmesi açısından bir ışık tutmaktadır.
Barış Doster, Behlül Özkan, Bilgehan Alagöz, Ceyhun Çiçekçi, Çağdaş Üngör, Emre Erşen, Özden Zeynep Oktav, Sinem Kocamaz, Tarık Oğuzlu Ortadoğu coğrafyasının küresel siyaset gündemindeki yeri, son yıllarda yaşanan gelişmeler ışığında yeniden tanımlanırken bölge dışı küresel aktörler ve önemli bölge ülkelerinin dış ve güvenlik politikalarına etki eden faktörlerin doğru bir şekilde anlaşılması, hiç olmadığı kadar önem arz ediyor. Bu kitap, uluslararası ilişkiler alanında çalışan akademisyenler tarafından bölge dinamiklerinin daha iyi analiz edilebilmesi adına yapılan çalışmalara bir katkı olarak hazırlandı. Bölge üzerine çalışan bilim insanları ve bölgeye ilgi duyan kamuoyu, bu kitaba katkı veren yazarların ulaşmayı arzu ettiği hedef kitleyi oluşturuyor. Ortadoğu'nun değişen dinamikleri üzerine yapılan akademik ve akademik olmayan çalışmaların artan bir şekilde kamuoyunun bilgisine sunulduğu son zamanlarda, bizler de bu sürece bir katkı vermek istedik ve yoğun araştırmalar neticesinde bu eseri ortaya çıkardık.
Türk dış politikasında karar verici konumda bulunan yöneticilerin Ortadoğu'da yaşanan gelişmeleri doğru bir şekilde okuyup buna uygun ulusal çıkar ve politikalar belirleme sürecinde bu kitabın faydalı olacağını düşünüyoruz.
Gülen Elmas Kitapta, küreselleşme sürecinde dünyadaki bölgesel dengeler ve Türkiye’nin bu yapı içindeki yeri ve bölgesel göstergeleri incelenmiştir. Birinci bölümde, teorik düzeyde bölgesel dengesizliklerin nedenleri, bölgesel coğrafya, bölgesel kalkınma ve bölge planlaması konuları genel olarak ele alınmıştır. İkinci bölümde; AB’de bölgesel dengesizlikler ve dengesizlikleri giderici politikalar ve bu amaçla oluşturulan fonlar ve fon kaynaklarının dağılımı irdelenmiştir. Üçüncü bölümde ise, Türkiye’de bölgesel dengesizlikler, uygulanan politikalar ve AB üyeliğinin bu konuda Türkiye’ye olası yansımalarına bakılmaktadır.
Oğuz Kaymakçı Dünya ekonomisi her geçen gün artan oran ve önemde küreselleşen bir yapı kazanmaktadır. Bu yapının yansıması olarak makro planda ülkeler hızlı bir transformasyon sürecine girerken, ulusal ve/veya uluslararası şirketler açısından da farklı yöntem, yaklaşım ve felsefelerle bu akım içerisinde varlıklarını koruma-sürdürme mücadelesi verildiği görülmektedir. Ülkelerin ve şirketlerin bu yeni dönemde bölünme ya da entegrasyon tavrıyla bu dönemi karşılamaktadırlar. Bu karşılama devresinde ortaya çıkan tartışma konularının on kısım olarak ele alındığı çalışma, özellikle iktisadi küreselleşme temelinde yaşananları alanında uzman akademisyenlerin kaleminden anlatmaktadır. Bu on kısım; ulus-devlet, değişim ve birey, yeni ekonomi, e-dünya, küresel sermaye hareketleri ve krizler, fakirlik ve eşitsizlik, piyasa, firma ve rekabet, STK/NGO ile küresel ve bölgesel diğer etkiler başlıkları altında verilen yirmi dokuz makaleden oluşmaktadır. Kitapta yer alan makaleler çok sayıda tablo ve şekil yardımıyla yalın anlatımlı ve açık hâle getirilmiştir. Çalışmanın başta iktisadi ve idari bilimler fakülteleri olmak üzere küreselleşme etkisi yaşayan tüm alanlar için kaynak nitelik taşıyabilecek niteliktedir.
Çağatay Sarp, Dolunay Şenol, Güney Gürsel, Harun Gümrükçü, İbrahim Ethem Taş, İlknur Maya, Mine A. Fındıklı, Mustafa Hizmetli, Ömer Turunç, Sadegül Durgun, Safure Cantürk, Uğur Bozkurt, Yasin Baş Günümüzde Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki siyasi gündemi belirleyen tartışmaların önde gelen konularından biri, ülkemizden bu ulusüstü alana ve oradan Türkiye'ye doğru gözlemlenen göç hareket­leridir. Bu süreç, temelinde küresel gelir dağılımı azaltıcı boyutuyla ekonomik bütünleşme şeklinde gerçekleşmeliydi. Ancak 19. yüzyılda gerçekleşen liberal göç politikası Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla son bulmuş ve günümüze kadar bu insan sirkülasyonu bir daha kozmopolit liberal düşünce doğrultusunda gelişmemiştir. Bunun yerini nasyonal liberalleşmeye dayanan ideoloji almış ve geçen yüzyılın ortalarından sonra yeni bir kimlik kazanarak neoliberalizme dönüşmüştür. Bu yeni ideoloji küresel göç hareketlerinin normatif harcını oluşturmaktadır. Bu anlamda kozmopolit liberal düşüncenin öncülüğü yerine neoliberal bakışa öncülük verilmiştir. Onun içinde Küresel Göç hareketlerinin ortaya çıkarttığı sorunların cumhuriyetçi ve demokratik bir bakışla çözümlerini beklemek biraz safdilane olsa gerek.
Ayşegül Özkan, Gamze Kandemir, Harun Gümrükçü, Hüseyin Karabulut, Muammer Kazancı, Yasemin Yaşa, Zeynep Seda Soylu Mekân değişimi anlamına gelen Dünya göç hareketleri, insanın var olmasıyla ortaya çıkmıştır. Keşfedilen gen izlerine göre bu yer değiştirme hareketliliği nefes kesicidir. İnsan, içindeki “sınırsız merak”, yeni şeyleri öğrenme arzusu ve içinde var olan hükmetme dürtüsüyle “doğanın efendisi” olmaya odaklanmıştır.
Bilimsel verilere göre 70 bin yıl önce ortaya çıkan homo sapiens ile insan kültürü oluşmaya ve böylece onun tarihi de yazılmaya başlamıştır. Avcılık ve toplayıcılık döneminden sonra tarımsal üretim tarzını benimsemeleriyle de yerleşik düzene dolayısıyla kırsal yaşam tarzına dönük kültür yapılarına geçiyorlardı.
Son iki yüzyılda ise insanlık, modern sanayiye geçmenin ve doğanın gizemli anahtarını ele geçirmenin bir sonucu olarak doğayı değiştirme görevini devraldığı karmaşık bir sürece girmiştir.
Bu “büyük” değişimle birlikte dünya göç hareketleri de sanayileşmiş ülkeler tarafından kendi istihdam piyasalarının ihtiyaçlarına göre belirlenmekte ve ulusal gerekliliklere uygun olarak düzenlenmektedir. İş gücü piyasaları, ''kapalı konteynır'' gibi hareket ederken mallar, yatırımlar, para akışı ve bilgi paylaşımı ve taşımacılık için sınırsızlaşma sürmektedir. Ulusal sınırları aşan göçler AB'nin siyasi gündemini belirlemektedir. Türkiye örneğinde görüldüğü gibi A(E)T/AB Ortaklık Antlaşması'yla bağlayıcı olarak kararlaştırılan hukuki normlar çiğnenmektedir.
Bu kitapta, bu nedenler üzerinde durularak küresel söylemlerde ulusal ekonomilerin refah düzeyinin pazara giriş engellerinin yıkılmasıyla artacağı vurgulanırken neden insan gücü için bu savın savunulmaması gerektiği irdelenmektedir.
Seiji Nishihara Bu kitap; Avrupa Birliği'nin insanlık için yeni bir deney olan etnik, ulusal ve dinî sınırları aşan yeni bir değerler topluluğu yaratma çabasına odaklanmakta ve küresel kapitalizmin neden olduğu çelişkileri ve çözüm yollarını "idealler"i ve "gerçeklik"i gerçekçi bir şekilde kavrayarak keşfetmeye çalışmakta; aynı zamanda yazımı esnasında aniden ortaya çıkan yeni korona salgınının (Aralık 2019'da Çin'in Hubei eyaleti, Wuhan kentinde nedeni bilinmeyen bir zatürre salgını) yol açtığı çeşitli sorunlara da değinmektedir.
Kitap; içerisinde incelenen konularla bugüne kadar yapılan araştırmaların sonuçlarına dayanarak bu iki sorunun çözümü için bir yön sunmayı amaçlamaktadır. Çünkü bu iki sorunun ortak noktası, küresel kapitalizmin yol açtığı sorunlar olmalarıdır.
Ahmet Çağrı Bartan, Ayselin Yıldız, Ayşen Üstübici, Dilaver Arıkan Açar, Elif Uzgören, İlkim Özdikmenli Çelikoğlu, Mete Ulaş Aksoy, Sevgi Çilingir Son on yılda yaşanılan ekonomik kriz ve siyasi istikrarsızlıkların yanında hakikat sonrası çağ terimiyle ifade edilen modernitenin krizinden sonra hangi bilgiye güveneceği konusunda yaşanılan belirsizlikler ile de uğraşan toplumlar, tarihin bu dönemine denk geldikleri için kendilerini şanssız hissettiklerini daha sık dillendirmeye başlamışlardır. Tarih sayfaları karıştırılarak İspanyol Gribi ve Büyük Buhran dönemlerine ve totaliter rejimlerin iktidar olduğu süreçlere bakılmıştır. İnsanlığın unuttuğu ama aslında hatırlamaya ihtiyaç duyduğu tarih dersleri bir kere daha çalışılmıştır. Özellikle 2007-2008 ekonomik krizinden sonra yaşanan gelişmeler küreselleşmenin açmazlarını gözler önüne sermiş ve küreselleşmeden geriye dönüş eğilimlerini tartışmaya açmıştır. Bu kitap, farklı konu başlıkları ve alanlarda küreselleşmenin krize girmesinin ardındaki nedenleri ve COVID-19 pandemisi sonrası olası politika süreçlerini tarihsel bir perspektiften analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu manada kitap küreselleşmenin krizi ile birlikte başlayan ve pandemi ile birlikte artarak sorgulanan uluslararası alandaki ekonomik, siyasi, toplumsal ve fikirsel dönüşümleri günümüz konjonktürünü referans alarak incelemeyi hedeflemektedir. Ayrıca küreselleşme sürecinde yanlış giden veya eksik kalan siyasal ve toplumsal süreçleri tartışarak önümüzdeki reform sürecine katkı yapmayı da amaçlamakta ve pandemi sürecinin ne gibi devamlılıkları ve değişimleri beraberinde getirdiğini tartışmaya açmaktadır. Türkçe yazında küreselleşme üzerine görece gelişmiş bir literatür olmasına rağmen küreselleşmenin açmazları ve krizi ile beraber pandemi sonrası uluslararası siyasetin farklı boyutlarına dair çalışmalar oldukça sınırlı kalmıştır. Bu çerçevede kitap; eşitsizlikler, küresel sağlık yönetişimi, küresel ısınma, göç, bağımlılık gibi farklı politika alanlarında ve siyaset felsefesi içindeki düşünsel tartışmalarda içinde bulunduğumuz belirsizlikleri anlamlandırma ve açıklamaya katkı sağladığı ölçüde yazarlarının, okuyucularının ve ilgilenenlerin gözünde amacına ulaşmış olacaktır.
Ahmet Sapmaz, Alptekin Molla, Ariel González Levaggi, Bilal Nergiz, Burak Şakir Şeker, Ceren Uysal Oğuz, Cihan Kazancıoğlu, Doğan Şafak Polat, E. Nur Sezek, Emine Kılıçaslan, Gabriel Enrique Sánchez Ramirez, Gökhan Alptekin, Haşim Türker, Hüseyin Çelik, Hüseyin Çoban, Kıvanç Sağır, Kübra Deren Tüdeş, María Agustina Coloma, María Fernanda Sanzón-Maya, Mesut Özel, Samet Yılmaz, Segâh Tekin, Tuba Taşlıcalı Koç Latin Amerika; 21'inci yüzyılda stratejik ilginin, ekonomik fırsatların ve jeopolitik dinamiklerin odak noktası olmaya devam etmektedir. Bu coğrafya; ticaret ve yatırım, çevre koruma, sosyal kalkınma ve teknolojik yenilik alanlarında önemli gelişim sürecindedir. Bu sebeple bölge; büyüme, dönüşüm ve küresel liderlik açısından önemli bir potansiyele sahiptir. Bu açıdan bahse konu kıtanın küresel aktörler için bir rekabet alanı olduğu aşikardır. Kitabımız, Latin Amerika'nın karşı karşıya olduğu fırsatlar ve zorluklar konusunda zengin analizler içermektedir. Değişen çağın şartları çerçevesinde bölgenin geleceğini şekillendirecek iş birliği olanakları ile bunların karşısında yer alan toplumsal, politik ve ekonomik sorunlar vurgulanmaktadır. Bu kapsamda çalışmanın amacı; bölgeyi disiplinler arası bir yaklaşımla incelemek, genel bir bakış açısı sunmak ve stratejik öngörüler oluşturmaktır. Yayının, bilim alanına ve toplumsal sorunlara yararlı olmasını dileriz.

Canan Kışlalıoğlu 21. yüzyıl sosyalizmi, Heinz Dieterich tarafından formüle edilen ve ilk olarak Venezuela’da Hugo Chavez tarafından uygulamaya konulan bir sistemdir. Venezuela’nın ardından Ekvador ve Bolivya da bu sosyalizm modelini uygulamaya koymuş; sistem, kıtada sömürgecilik döneminin, bunu takiben de neoliberal politikaların ortaya çıkardığı eşitsizliklerle mücadelenin taşıyıcısı olarak benimsenmiştir. Bu kitap, kıtada yaşanan gelişmeleri ve bunların etkilerini sömürgecilik döneminden başlayarak günümüze kadar ele almakta; Venezuela, Bolivya ve Ekvador özelinde 21. yüzyıl sosyalizminin seçenek hâline gelip gelmediğini, toplumları değiştirebilme kapasitesini ve neoliberalizm karşısında bir alternatif olma sürecini incelemektedir.
İhsan Konak Kültürel çoğulculuk ve çeşitlilik günümüz toplumlarında âdeta bir norm hâline gelirken kültürel aidiyetler ön plana çıkmakta ve buna ilişkin hak talepleri yaygın bir sorun olarak gözlemlenmektedir. Kültürel farkındalığın ve kimlik arayışlarının arttığı bu süreç, sadece Batılı devletleri değil tüm dünya ülkelerini, yoğunluğu farklı olsa bile etkilemektedir. Her geçen gün daha fazla çokkültürlü hâle gelen çağdaş toplumlar, kültürel hak talepleri ile karşılaşmaktadır. Kültürel çeşitlilik tarihsel süreç içerisinde sürekli var olmuşsa da çokkültürlülüğe ilişkin hak talepleri yeni bir durumu işaret etmektedir. Farklı kültürel, etnik, dinî ve cinsel kimliklere sahip birey ve gruplar farklılıklarının tanınmasını, farklılıklarına saygı gösterilmesini ve kamusal destek talep etmektedirler. Bu bağlamda çokkültürlülük, kültürel farklılıkların tanınması ve farklılıklardan kaynaklı sorunların çözümü iddiası taşır. İşte bu kitapta, çokkültürlülüğün teorik arka planı ortaya konularak çokkültürlülük şemsiyesi altında yürütülen tartışmalar ele alınmıştır. Bu çerçevede çokkültürlülüğün nasıl bir siyasi yansıması olabileceği üzerine önemli eserler veren ve sırasıyla liberal ve komüniteryan çokkültürlülüğün temsilcileri sayılan Will Kymlicka ve Charles Taylor'ın çokkültürlülük üzerine görüşleri tek tek ele alınıp incelenmiştir. Uygulama açısından da çokkültürcü politikalar bağlamında liberal ve cemaatçi modeller ABD ve Kanada örnekleri özelinde ayrıntılı bir incelemeye tabi tutulmuştur. Farklılıkların ve çokkültürlülüğe ilişkin taleplerin yoğun olarak yaşandığı Kuzey Amerika coğrafyasından bu iki örnek, Kymlicka ve Taylor'ın çokkültürcü görüşleri çerçevesinde değerlendirilmiştir.