Uluslararası İlişkiler \ 5-11
Aslı Yiğit, Emete Gözügüzelli, Eren Yiğitoğlu, Hayrettin Güler, İdil Tunçer Kılavuz, Melih Demirtaş, Metin Kıratlı, Osman Karatay, Selinay Ergenç, Selinay Ergenç, Serkan Acar, Tolga Otabatmaz, Valeriy Morkva, Valeriy Morkva, Zhuldyz Kanapiyanova Geniş bir tarihî arka plana sahip olan Türk-Ukrayin ilişkilerinin gelişmesi adına Ukrayna'nın her yönüyle bilinmesi büyük önem taşımaktadır. Günümüzde Türk-Ukrayin ilişkileri Rusya-Ukrayna Savaşı çerçevesinde de şekillenmektedir.
Ukrayna ve Türkiye, dış politikada ülkelerin birbirine yönelik politikalarına karşı aynı anlayışa sahiptir. Barışın tesisi ve istikrarın korunması açısından tarihî, etnik ve kültürel bağlar ile coğrafi konumlarından dolayı Türkiye ile Ukrayna arasın­daki ilişkiler sadece kendileri açısından değil bölgede geniş çaplı ilişki içerisinde oldukları diğer ülkeler için de çok önemlidir.
Ukrayna ve Türkiye, özellikle silah sanayisinde ve ticarette önemli iş birliklerine sahiptir. Ukrayna toprakları tarihte Türk topluluklarının göç ve yerleşim sahası içerisinde yer aldığından kültürel ve dil açısından da etkileşim yaşanmıştır. Türkler ve Ukrayinler, Osmanlı Devleti döneminde Karadeniz'de iş birliği yaparak tarihî-kültürel etkileşimlerini devam ettirmişlerdir. Ayrıca Ukrayna Devleti'nin oluşumunda da Osmanlı Devleti'nin katkıları olmuştur.
Türkiye'de Ukrayna konusundaki çalışmalar oldukça kısıtlıdır ve yeni başlamış görünmektedir. Alanında uzman isimler tarafından yazılan Geçmişten Günümüze Ukrayinler ve Ukrayna adlı bu eserin, Ukrayna'nın tarihî, kültürel, siyasi, ekonomik, askeri, hukuki vd. alanlardaki politikalarını anlamak adına okuyuculara faydalı olmasını dileriz.
Ergün Köksoy Bu kitap, ülkelerin uluslararası ilişkilerinin ve iletişimlerinin aldığı yeni formu tanımlayan kamu diplomasisini ve kamu diplomasisi için de bir değişim ve dönüşüm unsuru olan dijitalleşmeyi ve bağlantılı konuları incelemeyi amaçlamaktadır. Kitapta, birbiriyle ilişkili ve kamu diplomasisini merkeze alacak şekilde; uluslararası ilişkiler, diplomasi, kamu diplomasisi, dijitalleşme, dijital diplomasi ve dijital kamu diplomasisi kavramları ve olguları ele alınmıştır. Çalışma kapsamında; Türkiye kamu diplomasisinin; güncel yaklaşımına, gelişimine, aktörlerine ve uygulamalarına değinilmiş, Türkiye kamu diplomasisi üzerine genel değerlendirmeler yapılmış ve söz konusu diplomasinin gelişmeye açık alanları konusunda önerilerde bulunulmuştur. Kitap, bu hâliyle kamu diplomasisini güncel bir perspektifle ele almayı, geleneksel kamu diplomasisi ile dijital kamu diplomasisi arasında bir köprü görevi üstlenmeyi amaçlamaktadır.
Arda Özkan, Arzu Kurşun, Bora Yenihan, Gülşah Taşçı, Harun Tanrıvermiş, İlbey Dölek, Mehmet Ali Kirman, Nagihan Taner, Pınar Türkmen Birlik, Ruşen Keleş, Sabriye Çelik Uğuz, Selen Ezme Yumak, Sema Buz, Serdar Gündoğan, Sevda Köse, Şebnem Köşer Akçapar, Şirin Dilli, Tolga Çıkrıkçı, Yeliz Yazan Koç, Yeşim Tanrıvermiş Bu kitap, “göç” kavramını disiplinlerarası bir perspektifle tartışmaktadır. Alanda göç üzerine yapılan araştırmaların çoğu tek bir disiplinle konuya odaklanırken elinizdeki bu kitap birçok disiplinin farklı boyutlarıyla göç olgusuna ışık tutmaktadır. Ayrıca kitap, göç çalışmalarının yanı sıra farklı disiplinlerde araştırma yapan öğrenciler ve akademisyenler için de değerli bir kaynak olacaktır.
Yusuf Adıgüzel Temel göç konularına giriş mahiyetindeki bu kitap, kısa sürede 5. basımını yaparak alandaki kaynak eserlerden biri olmuştur. Göç Sosyolojisi kitabı, göçün sosyolojik boyutlarına, ulusal ve uluslararası toplumsal etkilerine eğilmeyi amaçlamaktadır. Kitapta öncelikle göçe ilişkin kavram ve kuramlar açıklanmakta, göç hareketleri yerelden küresele bir izlekle ele alınmaktadır. Türkiye'de iç göç süreçleri, kentleşme, kentlileşme ve hemşerilik boyutlarıyla birlikte değerlendirilmektedir. Türkiye'den yurt dışına yapılan göçler ve yurt dışından Türkiye'ye yönelen düzenli ve düzensiz göçler incelenmektedir. Küresel göçler, göç politikaları, birlikte yaşam modelleri, diasporalar, geri dönüş göçleri, göçmen dayanışma ağları, göç alanında çalışan kamu kurumları ve STK'lar yine bu kitapta yer verilen konular arasındadır.
Göç Sosyolojisi; üniversitelerin sosyoloji, hukuk, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler disiplinleri başta olmak üzere tüm sosyal bilimler alanındaki öğrenci ve akademisyenler için önemli bir başvuru kaynağı olacaktır.
Özgür Bülent Erdoğan Bir yılı aşkın bir sürece yayılan bu etnografik araştırma, 1960'lardan beri göç alan Batı ülkelerinde uygulanan, ancak Türkiye'de 2011'den itibaren artan yeni göç dalgalarıyla birlikte önem kazanan toplum çevirmenliğinin Türkiye'deki saha yansımalarını inceleyerek güncel bir profilini sunmayı amaçlamaktadır. Araştırma, göçlerle şekillenen İstanbul'un Sultanbeyli ilçesinde mültecilere yardım konusunda uzmanlaşmış çeşitli kurumlarda çalışan ve yerleşik halk ile Suriyeli mülteciler arasında köprü işlevi gören toplum çevirmenlerinin kimliklerini, kişisel tarihlerini, dilsel yatkınlıklarını, göç ve Türk toplumuna uyum süreçlerini, çevirmen olarak üstlendikleri rolleri, profesyonellik seviyelerini ve çalıştıkları kurumlarda uzmanlar ve hizmet alan kişilerle etkileşimlerini ortaya koymayı hedeflemektedir. Çevirmenlerin anlatıları, arka planda süregelen göç olgusunun dinamiklerini aydınlatan önemli detaylar sunmaktadır. Ayrıca Türkiye'de yerleşik halk ile Suriyeliler arasında son yıllarda artmakta olan gerilimlerin genel bir tablosu çizildikten sonra bu gerilimlerin sahadaki tezahürleri, özellikle çevirmenlerin Türkiye'de yaşadıkları deneyimler üzerinden açıklanmaktadır.
Pierre Bourdieu'nün alan, habitus, sermaye, düşünümsellik, özdüşünümsellik, illusio ve doxa gibi temel kavramları; Zygmunt Bauman'ın akışkanlık ve Erving Goffman'ın sahneleme ve performans kavramları çerçevesinde İstanbul'un Sultanbeyli ilçesindeki toplum çevirmenliği pratikleri incelenmiştir. Göç ile çeviri arasındaki ilişkisellik, etnografik ve nitel analiz yöntemleriyle ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.
Ahmet Güven, Ammar Sevgili, Bekir Gündoğmuş, Celalettin Yanık, Emre Yıldırım, Faruk Temel, Gökhan Duman, Gökhan Tuncel, Hakan Gülerce , Haluk Yaman, Hatice Dönmez Aydın, İbrahim Halil Sugözü, Mehmet Köse, Muhammed Şahin, Murat Arslan, Onur Önürmen, Resul Duran, Sami Kalaycı, Sema Yaşar, Uğur Atalar, Yunus Macit, Yusuf Adıgüzel İlki 1961 yılında imzalanan ve sonrasında birçok ülke ile akdedilen iş gücü anlaşmaları, Türkiye’nin göç tarihinde yeni tecrübeleri ortaya çıkaran bir milat olma özelliğine sahiptir. Avrupa’ya iş gücü göçü; muadilleri gibi mağduriyetlerin, acıların, sevinçlerin, gerilimlerin ve etkileşimlerin sergilendiği bir sahne konumundadır. Geçici olması planlandığından günübirlik politikalar ile şekillenen ve bu nedenle yarını ıskalanan göç; peşinde milyonların sürüklendiği, fırsat ve tehditlerin iç içe geçtiği meşakkatli bir yolculuğa dönüşmüştür. Süregelen bu yolculuk, her ne kadar başlangıcı doğru yapılmasa da büsbütün bir karamsarlık da içermemektedir. Aksine kazanımları da ziyadesiyle yoğun bir süreç yaşanmaktadır.
Yaklaşık bir yıllık bir zaman diliminde alanında uzman isimlerin kaleme aldığı on beş ayrı yazının bir araya getirilmesiyle oluşturulan bu eser, iş gücü göçünün 60. yılında Avrupa’da yaşayan Türk toplumunun kimlik, uyum ve katılım süreçlerini ele almayı ve alana mütevazı bir katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
“Elinizdeki bu kitap, Gündoğmuş'un Avrupa’daki Türk toplumunu bütün yönleriyle anlama ve araştırma çabasının bir ürünü olarak ortaya çıktı. Gündoğmuş’un hem yazar hem de editör olarak bir yılı aşkın süredir üzerinde çalışarak ortaya koyduğu bu eser, “çok uzaktan fetva ile bilinmeyen” Avrupa’daki Türk toplumunu daha iyi anlamamıza önemli katkılar sağlayacak.”
Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel
Aysel Ökten Taş, Ayşegül Gökalp Kutlu, Buket Özdemir Dal, Derya Demirdizen Çevik, Itır Aladağ Görentaş, Rauf Kesici, Senem Kurt Topuz, Seyran Gürsoy Çuhadar, Sidar Çınar
Ali Berkul, Ali Fuat Birol, Ali Onur Tepeciklioğlu, Ceren Gürseler, Görkem Tanrıverdi Şeyşane, Hakan Karaaslan, İlhan Sağsen, İsmail Erkam Sula, Metin Yücekaya, Murat Demirel, Mustafa Serdar Palabıyık, Umut Yukaruç, Volkan Şeyşane Günümüzde uluslararası güvenlik sorunları bireyleri, toplumları, devletleri ve tüm küreyi tehdit etmektedir. Tüm bu güvenlik özneleri, varoluşsal açıdan kendilerini güvenlik içinde hissetme yani potansiyel tehditlerden uzak olma eğilimindedir. Uluslararası İlişkiler disiplininin en önemli alt çalışma alanlarından birisi olan uluslararası güvenlik çalışmaları odaklandığı aktörler ve konular bakımından sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisinde olmuştur. Bu kapsamda kitap, bir yandan uluslararası güvenliğin kuramsal boyutlarına odaklanırken diğer yandan da hem geleneksel uluslararası güvenlik sorunlarını hem de etkilerini ağırlıklı olarak Soğuk Savaş'ın bitimiyle birlikte hissettirmeye başlayan “yeni” uluslararası güvenlik tehditlerini ele almaktadır. Güncel gelişmeler, güvensizlikler ve belirsizliklerle dolu bir uluslararası güvenlik ortamında yaşadığımızı bizlere her an hatırlatmaktadır. Bahsedilen bu güvenlik tehditlerine her an yenilerinin eklenmesinin ne kadar mümkün olduğunu Covid-19 pandemisi ile tecrübe etmiş bulunmaktayız. Bu denli kırılgan ve kestirilemeyen bir güven(siz)lik ortamında bulunmamız, uluslararası güvenlik sorunlarını farklı perspektiflerden analiz eden çalışmaları anlamlı kılmaktadır. Bu çalışmanın temel gayesi de güncel uluslararası güvenlik sorunlarına dair farklı yaklaşımlardan özgün bir çerçeve ortaya koyabilmektir. Kitap; uluslararası güvenlik çalışmalarının kuramsal dönüşümü, jeopolitik söylem bağlamında güvenlik tartışmaları, devletler arası çatışmalar ve savaş, silahlanma sorunu, terörizm, başarısız devletler, ulusötesi organize suçlar, çevresel güvenlik, iklim temelli göç, enerji güvenliği, siber güvenlik, salgın hastalıklar ve güvenliğin biyolojik koşulları ve gıda güven(siz)liği konularını içermektedir.
Ahmet Nafiz Ünalmış, Araz Aslanlı, Burcu Gül, Giray Saynur Derman, Hazar İbrahim, Nur Çümen, Vefa Kurban Jeopolitik önemi, doğal kaynak zenginliği ile büyük güçlerin mücadele merkezi olan Azerbaycan, Güney Kafkasya'nın parlayan yıldızıdır. Bu kitapta; Azerbaycan'daki ilk devlet yapılanmalarından hanlıklar dönemine, Rus işgallerinden Ermeni katliamlarına ve Sovyet sonrası bağımsızlığını kazandığı dönem de dâhil olmak üzere Azerbaycan'ın tarihi ve bugünü hakkında bilgi edineceksiniz.
1991'de yeniden bağımsızlığına kavuşan Azerbaycan “bir millet iki devlet” olarak bilinen söylem eşliğinde Türkiye ile dünyada eşine az rastlanır yakınlıkta bir ilişki geliştirmiştir. Kitapta; Azerbaycan ve Türkiye ilişkilerini öğrenmenin yanı sıra Rusya'nın Kafkasya politikasının Azerbaycan-Türkiye ilişkilerine etkisi, Azerbaycan-AB ilişkileri ve Azerbaycan'ın uzun yıllardır sorun yaşadığı Ermenistan ile ilişkileri hakkında görüş sahibi olacaksınız. Karabağ meselesinin hukuki boyutuna öncelikle tarihsel bir bakış attıktan sonra uluslararası kuruluşların bu konudaki tutumları hakkında bilgi edineceksiniz.
Kitabın son bölümünde ise Azerbaycan'daki son gelişmeler, Azerbaycan ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiler, enerji sektöründeki gelişmeler, TANAP Projesi ve diğer konularla ilgili güncel gelişmelerin uluslararası düzeyde daha iyi anlaşılabilmesi için İngilizce yazılmış bir makale okurların beğenisine sunulmaktadır.
Sadi Çaycı, Fatma Taşdemir, Füsun Özerdem, Sezai Özçelik, Saadat Rustemova Demirci, Reha Yılmaz, Yiğit Anıl Güzelipek, Doğan Şafak Polat Günümüzde yaşanan çatışmalar ve bunların sonucu olarak ortaya çıkan güvenlik çıkmazlarında, ayrılıkçı ayaklanmalar ve terörizm hem akademisyenler hem de barış inşası aktörleri için yeni dinamikler ve sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Soğuk Savaş’ın bitmesinden bu yana geliştirilen insani yardım, barış inşası, yeniden yapılanma ve entegrasyon programları, özellikle 11 Eylül 2001 sonrası ortaya çıkan uluslararası güvenlik krizleri süreçlerinde ve “Arap Baharı” çatışma ortamlarında çatışmadan etkilenmiş toplumların ihtiyaçlarına yeterince yanıt verememektedir. Türkiye, Irak, Filipinler, Libya, Suriye, Kolombiya, Afganistan, Sudan ve Filistin gibi dünyanın birçok yerinde yeni güvenlik riskleri, çatışma, ayrılıkçı isyanlar ve terörizmle karşı karşıya kalan toplumların sorunlarını çözmek için bu sorunlara yeni bakış açıları getirmek gerekmektedir. Bu nedenle ki “Güvenliğin Gündeminden: Çatışma, Ayrılıkçı Ayaklanmalar ve Terörizm” yukarıda belirtilen sorunlara değişik perspektiflerle bakarak, literatürde eksikliği çok hissedilen bir alana etkin bir şekilde hizmet edebilecek bir çalışma hâlinde karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de bu konularda çalışan değişik disiplinleri temsil eden akademisyenleri bir araya getiren bu kitap, Dr. Saadat Rustemova Demirci’nin editörlüğünde büyük bir özenle hazırlanmıştır. Okuyucularına sorgulayan bir inceleme tekniğiyle ulaşan bu kitap; çatışma, ayrılıkçı ayaklanmalar ve terörizmin birbiriyle iç içe geçtiği günümüz güvenlik sorunları sarmalını etkin bir şekilde açma ve analiz etme fırsatı vermektedir. Bu konular üzerinde çalışan akademisyen ve öğrencilerin “Güvenliğin Gündeminden” kitabını benim gibi ilgiyle okuyacaklarını düşünüyorum.

Prof. Dr. Alpaslan Özerdem
Centre for Trust, Peace and Social Relations
Coventry University

KATKIDA BULUNANLAR
Sezai Özçelik, Reha Yilmaz, Yiğit Anil Güzelipek,
Fatma Taşdemir, Sadi Çayci, Saadat R. Demirci,
Füsun Özerdem, Doğan Şafak Polat
Bülent Sarper Ağır “Bu kitap, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde önce öğrencim sonra meslektaşım olan Bülent Sarper Ağır'ın, akademik yaşamının en başından beri odaklandığı Eleştirel Güvenlik Çalışmaları alanında, uzun yıllardır sürdürdüğü araştırmalarını ve geniş birikimini aktardığı oldukça yetkin bir çalışmadır. Eleştirel Güvenlik, Türkiye'de Uluslararası İlişkiler alanında erken bir aşamada tanınmış ve ilgi görmüş olmasına rağmen kitap düzeyindeki çalışmaların görece az olduğu bir alandır. Bu kitap hem bu eksikliği büyük ölçüde gideren, titizlikle hazırlanmış bir ders kitabı hem de alana ilgi duyanların keyifle okuyabileceği bir kaynaktır.”
Doç. Dr. Özlem Kaygusuz
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
“Doç. Dr. Bülent Sarper Ağır'ın kitabı, Türkiye'deki Uluslararası İlişkiler literatürüne uzun zamandır beklenen önemli bir katkı sunmaktadır. Eleştirel güvenlik çalışmalarının gelişiminin yanı sıra insan güvenliği, feminist güvenlik ve post-yapısalcılık gibi güncel teorik tartışmaları da analiz etmesi açısından oldukça değerlidir. Uluslararası İlişkiler uzmanlarının ve konuyla yakından ilgilenen tüm okurların akademik olarak faydalanacağı ve de zevkle okuyacağı bir kaynak olması açısından, Ağır'ın kitabının tavsiye ettiğim kitaplar listesine eklemek benim açımdan da ayrıca gurur vericidir.”
Dr. Zerrin Ayşe Öztürk
Ege Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
“Günümüzde güvenlik konusu; küresel siyasetten insan güvenliğine, kimlikten göçe kadar çok geniş bir alanı, hayatın kendisini doğrudan etkiler hâle gelmiştir. Kitap, giderek önemi artan Güvenlik Çalışmaları alanında Türkçe literatürdeki en kapsamlı çalışmalardan biri olarak dikkat çekmektedir. Geleneksel güvenlik anlayışından Eleştirel Güvenliğe geçişte bütün tartışmaların tematik olarak ele alınmış olması, özellikle lisans öğrencileri ve güvenlik konusunu merak edenler için toparlayıcı ve öğretici olacaktır. Bu kitap güvenlik konusunu Uluslararası İlişkiler Kuramları bağlamına yerleştirerek akademik anlamda güvenlik alanına giriş açısından önemli bir katkı sağlamaktadır.”
Prof. Dr. İlhan Uzgel
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Aşkın İnci Sökmen Alaca, Beril Hakverir, Bilge Durutürk, Dikran M. Zenginkuzucu, Ebru Tekin Bilbil, Figen Aydın, Fulya Köksoy, Hasan Acar, Kamil Tarhan, Mehmet Emin Erendor, N. Neşe Kemiksiz, Özkan Gönül, Serdar Çukur, Suat Taşkesen, Ünal Doğan, Volkan Göçoğlu, Yeşim Demir, Yunus Karaağaç Araştırmalara göre; günümüzde yaklaşık 4,5 milyar insan internet kullanmakta, 5,2 milyar insan cep telefonu kullanmakta ve günde ortalama 6 saat 43 dakika kullanıcılar internette zaman harcamaktadır. Bu göstermektedir ki teknoloji hayatın her alanına nüfuz etmiş durumdadır.
Hızlı bir biçimde teknoloji kullanımının artması neticesinde bireyler, iş dünyası ve devlet kurumları kritik öneme haiz istihbari, ekonomik ve kişisel bilgilerini bu teknoloji araçları vasıtası ile depolamakta ya da transfer etmektedir. İnsanların akıllı telefon teknolojileri olmadan ticari hayata katılması veya katkı sunması artık giderek daha da fazla imkânsızlaşmaktadır. Sosyal medya uygulamaları artık ucuz, esnek, zahmetsiz ve kripto özellikleri kapsamında çok önemli bir enformasyon stratejisi ürünü hâline gelmiştir. Ancak teknolojinin gelişmesiyle birlikte küreselleşmeye bağlı olarak bilgi sistemlerinde güvenlik kaygıları ortaya çıkmıştır. İnternet ve sosyal medyanın, kişisel veri hırsızlığından terör örgütleri tarafından propaganda aracı olarak kullanılmasına kadar bireyleri ve devletleri etkileyen olumsuz yanları oluşmuştur.
Bu kitapta; siber güvenlik, sosyal medya, nükleer ve askerî teknoloji, terörizm ve teknoloji ilişkisi, yapay zekâ teknolojileri, kent güvenliği ve teknoloji, insansız hava araçları (İHA) teknolojileri, sınır güvenliği ve teknoloji gibi farklı konular ele alınarak, temelde teknoloji ve güvenlik ilişkisi bağlamında teknolojik ilerlemenin gelecekte güvenlik paradigmalarını nasıl değiştireceği, bireyleri ve devletleri nasıl etkileyeceği ortaya konmuştur.
Haydar Efe, Nurcan Arıcı Büyük kısmı ülkelerine geri dönme niyetinde olmayan yaklaşık 4 milyon göçmenle “dünyada en yüksek mülteci nüfusuna ev sahipliği yapan” Türkiye'de göçmenler, sorunları ve topluma entegrasyonları ülke gündeminde üst sıralara yükselmiştir. Göçmen toplumların daha yakından tanınması, yaşadıkları sorunlara çözüm bulma çabalarının ilk adımını oluşturmaktadır. Son yıllarda, Türkiye'de yakalanan düzensiz göçmenler içerisinde birinci sırada yer alan ve sayıları üç yüz bini bulan Afgan göçmenlerin sayısının Taliban'ın Afganistan'da yönetimi ele geçirmesinin ardından daha da artması beklenmektedir. Türkiye'ye göç eden Afgan göçmenlerin yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi ve aile yapısı gibi demografik özelliklerinin belirlendiği bu çalışmada Afgan göçmenlerin ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda topluma entegrasyonu, barınma, sağlık, eğitim ve dil sorunu gibi yaşadıkları sorunlar ortaya konulmakta ve bu sorunların çözümüne yönelik çözüm önerilerinde bulunulmaktadır. Hem nitel hem de nicel veri toplama yöntemlerinden yararlanılan araştırmada 450 Afgan göçmenle yapılan anket ve 50 katılımcıyla yapılan yüz yüze görüşmeler sonucu elde edilen veriler, istatistiki yöntemlerle analiz edilmiş ve yorumlanmıştır. Çalışmada, ayrıca, Afgan göçmenlerin politik eğilimleri, laiklik, demokrasi ve Avrupa Birliği gibi kavramlara yönelik bakış açıları, geleceğe yönelik plan ve beklentileri de ortaya konulmaktadır.
Ömer Lütfi Taşcıoğlu Der 1. Weltkrieg war ein Machtkampf der Imperialmächte. Der Gegenstand diese Krieges war die Aufteilung des Osmanischen Reiches. Das Osmanische Reich währte sich in Çanakkale gegen den imperialistische Feind, und tat das gleiche an der Ostfront. Diese beiden fronten waren die wichtigsten Fronten zur Verteidigung des Vaterlandes. Um den armenischen Organisationen die zerstörerischen Aktivitäten zu unterbinden, ein Tag, am 25. April 1915, vor dem Einfall der englischen und französische Imperialisten auf der Halbinsel Gelibolu, hat das Osmanische Reich am 24. April 1915 notwendige Schritte eingeleitet. Diese Schritte waren Verteidigungsoptionen gegen den Einfall der Imperialmächte. Die Zwangsumsiedlung war ein Schritt, um die Fronten zu sichern und die Logistik der Fronten sicherzustellen. Die von den Taşnak organisierten Armenier haben zusammen mit der russischen Armee gekämpft, armenische Banden sind den Osmanischen Soldaten in den Rücken gefallen, sie haben die Verbindungswege der Fronten zwischen Ost und west sabotiert, Schienenwege und Nachrich- tenwege abgeschnitten, Aufstände angezettelt und türkische Dörfer überfallen, mit dem ziel einer Ethnischen Säuberung, während die Männer an der Front dienten. Unter diesen Umständen war der Beschluß des Osmanischen Reiches für eine Zwangsumsiedlung der Armenier, hinter den Kriegsfronten, eine unumgängliche Maßnahme.
Ali Gök Bu kitap; “hibrit savaş” kavramı üzerinden savaşın doğasındaki ve karakterindeki değişim tartışmalarını, geleneksel ve yeni nesil savaş yaklaşımları açısından mukayese ederek incelemeyi amaçlamıştır. Bu amaç bağlamında Rusya'nın Afganistan (1979) ve Ukrayna (2014) askeri müdahaleleri ile İsrail-Lübnan Savaşları (1982, 2006) analiz edilmiştir. Hibrit savaş “yeni” bir savaş yaklaşımı mıdır? Eğer öyleyse günümüzdeki savaşları geçmişteki savaşlardan farklı kılan nedir? Başka bir deyişle, “Hibrit savaşlarda 'yeni' olan nedir?” sorularına cevap verilmiştir.
Ömer Lütfi Taşcıoğlu World War-I was a land grabbing effort among the imperialist powers of the time. The main prize was the vast lands belonging to the Ottoman Empire. Ottoman Empire's defence in the Eastern Front is no different than its defence of the Gallipoli Peninsula in terms of security of all the peoples of the country.
The Ottoman Empire put into force the relocation practice in order to prevent the Armenian rebellion, which in our time is symbolized by the date of April 24, 1915, which also happens to be one day prior to the British landing in Gallipoli. The Ottoman Government's relocation decree intended to stop the local residents from aiding and abetting the Armenian volunteers who were fighting in the Russian army against their country and while armed Armenian bands were killing defenceless Turkish/Muslim people of the area. The Relocation decision also solved the problems of logistic army communication lines and supply lines being cut-off from behind.
Also, the Armenian gangs stabbed the Ottoman army in the back, disconnected the linkage between the eastern and western fronts, railway transportation and communication lines. The mutinous Armenians also instigated riots and horrifically tortured and massacred the Muslim women, elderly and children – similar to what would be considered ethnic cleansing in our day - while their young men were busy fighting ferocious battles in the front lines of the Ottoman Army. In these circumstances the decision of relocation was a compulsory war precaution.
Emete Gözügüzelli Deniz hukuku; üzerinde bulunan nüfus, ekonomik niteliği ve bağlı olduğu devlet ana karası gibi özelliklerle şekillenir. Deniz hukukunda iyi olan devletler, dünya politikasını şekillendiren güçtedirler. Başka bir ifadeyle, politik manada oyun kurucudurlar. Unutulmamalıdır ki deniz hukukunun kodifikasyon çalışmalarına dair harcanan emek, köklü bir geçmişe dayanmaktadır. Elbette deniz hukukuna dair kamu hukukunun politikalarına şekil verecek detayları sunmak, devlet yetkisinde ve otoritesinde olan bir iştir ve deniz sınırlarının resmî olarak ortaya konması, tek bir alana dayalı olarak ortaya konamayacak kadar mühimdir. Bu doğrultuda Hukuki ve Teknik Bakış Açısıyla Uluslararası Deniz Hukuku isimli bu kitap, deniz hukukuna dair teknik ve teorik bilgileri ortaya koyarken bir yandan da uluslararası içtihat hukukundan faydalanarak çeşitli izahatlarda bulunmaktadır. Kitapta formüller ve çizelgeler, geometrik ifadeler kullanılarak Mavi Vatan üzerinde büyük etkisi bulunan deniz hukuku alan çalışmalarına katkıda bulunulmaya çalışılmıştır.
Sempozyum I. DÜNYA SAVAŞI’NIN 100. YILDÖNÜMÜ ULUSLARARASI SEMPOZYUMU - 100TH ANNIVERSARY OF I. WORLD WAR INTERNATIONAL SYMPOSIUM
Şaban Halis Çalış Despite its standing in world politics, there is still a paucity of academic publications concerning Turkish foreign policy. In addition, most of the existing publications prefer only to narrate it historically.
This book takes a step back and critically analyses the factors and actors which affect Turkish foreign policy within a theoretical and conceptual framework as well as a historical setting covering the Kemalist period in particular. In addition, this book presents its subject matter from a broader and longer perspective, taking together both material and ideational phenomena, all the while focussing on the ideas, ideologies and norms which are ignored by many analysts of Turkish politics.
Turkish foreign policy of the past and even up to the present appears to be a product of certain “foundations” that were laid down by the Kemalist leadership and cadres after the establishment of the Turkish Republic. However, this book reviews these foundations comparatively with the Ottoman modernisation period including as well certain detailed references to the classical age of the Empire in order to demonstrate that there are not so much epistemological ruptures between past and present in a broader sense.
İrfan Sancak Türkiye'de özellikle son yıllarda II. Abdülhamid dönemini konu edinen çok sayıda eser yazılmış olsa da bu kitap, dönemi uluslararası ilişkiler disiplinine ait bir kavram olan kamu diplomasisi bağlamında ele alan ilk çalışmadır. Kitapta öncelikle bugün uluslararası ilişkilerde yaygın bir kullanım alanı olan kamu diplomasisinin daha o dönemde II. Abdülhamid tarafından öneminin fark edildiği ve bu alanda birçok faaliyetin gerçekleştirilmiş olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda II. Abdülhamid'in Osmanlı coğrafyası dışındaki Müslümanlara yönelik yürüttüğü faaliyetlerin, çoğu zaman iddia edildiği gibi Panislamist politikanın araçları değil Osmanlı Devleti'nin bekasını merkeze alan yumuşak güce dayalı kamu diplomasisi faaliyetleri olduğu savunulmaktadır. Temelde akademik bir eser olan bu kitap gerek konusu gerekse de kullanılan sade dil ile özellikle tarihe ve uluslararası ilişkilere meraklı akademi dışı okuyucuların da ilgi duyabilecekleri bir niteliktedir.
Keith D. Dickson O en muhteşem nesle şekil vermiş savaşı keşfedin! II. Dünya Savaşı yirminci yüzyıldaki anlaşmazlıkların en yıkıcısıydı. Peki, bu savaş nasıl ve neden oldu? Büyüleyici anekdotlar, ilginç ek bilgi kutuları ve Efsane 10'lar listeleri ile dolu olan bu kaynak, savaşa neden olan meseleler hakkında sizi bilgilendirirken Pearl Harbor'dan Yahudi Soykırımı'na, D-Günü'nden Hiroşima'ya kadar her şey ve daha fazlası hakkında işin aslını anlatıyor.
• Bir liderin fikirlerinin bir ülkenin kaderini nasıl çizdiğini öğrenin! Hitler'in komutanları ile ilişkisi ve yanlışa sürüklenişi hakkında bilgi sahibi olun.
• Bir buluşun insanlık tarihine nasıl kara bir leke çaldığını görün! Atom bombasının keşfini ve bunun insanlık tarihi için nasıl kötüye kullanıldığını okuyun.
• Bir kıtanın sınırlarını yeniden çizin! Savaş süreci ve sonrasında Avrupa'da el değiştiren şehir ve bölgelerde gezinin.
• Toplumların savaş karşısındaki mücadelesini izleyin! Doğrudan savaşın içinde olmayan insanların savaştan nasıl etkilenip nereden nereye sürüklendiğini görün ve bunun günümüz toplumlarına yansımalarını takip edin.
• Üç kıtanın bir savaşın çevresinde bir araya gelmesine şahitlik edin! Savaşın büyük resmine bakarak sadece karada değil, denizde ve havada da gerçekleşen çatışmaları gözlemleyin.
Kitabı açın ve
• Savaşın kökenini ve amaçlarını,
• Diktatörlerin yükselişini,
• Mihver ve Müttefik Devletlerin kimler olduğunu ve ittifakların kuruluşunu,
• Faşizm ve Nazizm kavramlarını,
• Normandiya Çıkarması'nın detaylarını,
• Avrupa'daki güç dengelerinin değişimini öğrenin.
Kâzım Ökten II. Dünya Savaşı'nda İran toprakları, önce İngiltere ve Sovyetler Birliği, ardından ABD tarafından işgal edildi. İşgal sonrası Sovyetler Birliği, İran Azerbaycanı üzerinde nüfuzunu artırıcı birtakım girişimlerde bulundu. İran Azerbaycanı'nda uygun olan iç dinamiklerin Sovyetler Birliği'nin desteği ile birleşmesinin sonucu olarak Mir Cafer Pişeveri liderliğinde 12 Aralık 1945'te Azerbaycan Millî Hükûmeti kuruldu. II. Dünya Savaşı bitiminde önceden varılan anlaşma gereği ABD ve İngiltere askerî birliklerini İran'dan çıkarırken Sovyetler Birliği, İran üzerindeki planları nedeniyle askerî birliklerini İran topraklarından çıkarmaktan geri durdu. Ancak Sovyetler Birliği'nin İran Azerbaycanı'ndaki faaliyetlerinden rahatsızlık duyan İngiltere ve ABD'nin, doğrudan ve Birleşmiş Milletler aracılığıyla yaptıkları diplomatik baskı sonucu Sovyetler Birliği, askerî birliklerini İran'dan çıkarmak zorunda kaldı. Azerbaycan Millî Hükûmeti, Sovyetlerin askerî birliklerini İran'dan çekmesi ile desteğini kaybetti ve kuruluşundan bir yıl sonra yıkıldı. Türkiye Sovyetler Birliği'nin İran Azerbaycanı'ndaki faaliyetlerini İran'a olduğu kadar kendi millî güvenliğine de tehdit olarak gördü.
Özden Özlü Globalization's impact has redefined international relations by reshaping strategies, actors, and methods across sectors. Governments no longer wield sole authority; NGOs and corporations engage in global affairs, addressing political, economic, and cultural disparities. "The Conceptual Convergence Between International Public Relations and Public Diplomacy" illuminates this evolving communication landscape, offering insights for practitioners, scholars, and students. Exploring strategies, practices, and challenges, the book delves into historical roots, theoretical frameworks, and contemporary cases, showcasing the intertwining of international public relations and public diplomacy. This fosters a profound understanding of intricate dynamics shaping the global landscape. Amid evolving times, effective communication's role in nurturing understanding, trust, and cooperation remains pivotal. A vital resource for navigating international public relations and diplomacy intricacies, the book contributes to a harmonious, interconnected world.
Hasan Hüseyin Aygül, Erdal Eke Turkey is a country at the heart of global and regional crises as well as the migration incident, which is a fundamental characteristic of human history. In accordance with its history, culture, and social fabric, Turkey has been home to the world's largest immigrant/refugee/asylum-seeker population. Humanitarian aid provided to these migrant groups, which make up about 5% of the country's population, makes Turkey the largest donor country. In the particular case of Turkey, migration is not only a matter of identification and classification, but also a multidisciplinary phenomenon that needs to be addressed within the framework of understanding.
This work produced by scholars from 16 universities in six different areas in theoretical and applied studies (such as History, Public Administration, Law, International Relations, Education, Economics, Sociology, Health Services, Geography, and Communication) discusses at length the phenomenon of migration in Turkey by combining historical and current views.
This book, examining the phenomenon of migration in multidimensional terms from the window of the 21st century, contributes to the relevant literature together with the dynamism of the collective power in scientific production and reveals the historical mission of Turkey.
Gökberk Durmaz In the 21st century, education became one of the most crucial elements in people's lives. Day-by-day, finding a well-paid job is getting tough process for young people. Notably, higher education plays a highly-critical role in the people's careers.
Most of developed and developing countries have started international student projects which aim to increase number of international students. Japan also is one of those countries with various projects. Japan provides the MEXT (Monbukagakusho) Scholarship by Japan's central government.
• Why countries invest on international students?
• Would it be a soft power tool for a host country?
• What do international students think about it?
This book focuses on the perspective of the international students:
• What are the motivations for them for choosing Japan?
• What are their career goals?
• How those goals are being evaluated?
• How do they perceive the Japanese government's MEXT scholarship project?
Özden Selcen Özmelek Bu kitap günümüzdeki iç savaşların uluslararasılaşmasına dair kapsamlı bir araştırmadır. Uluslararasılaşmış iç savaşlar özellikle de Soğuk Savaş'ın sona ermesi ile 21. yüzyılın en büyük fenomenlerinden biri haline gelmiştir. Bu zamana kadar müdahaleler ya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi sık sık çıkmaza girdiğinden yapılamamış ya da rakip Blokların Doğu-Batı dengesini korumak ve karşı tarafın etki alanını sarsmak için kullandığı bir araç olarak karşımıza çıkmıştır.
Ancak iki kutuplu dünyanın sona ermesi bir çok yeni neticeyi beraberinde getirmiştir. Örneğin dışarıdan desteklenen siyasi erk sahipleri ve silahlı gruplar maddi desteklerini kaybetmişler; farklı ülkelerin kendilerine özgü ve üzeri örtülü sorunları gün yüzüne çıkmış; ve uluslararası güvenlik gündemine kitle imha silahları, uluslararası terörizm ve etnik sorunlar gibi yeni tehditler girmiştir. Böylelikle, 20. yüzyılın sonunda hem uluslararasılaşmış iç savaşların savaşan tarafları hem de bu savaşların ilgili üçüncü tarafları amaçlarını, hedeflerini ve yöntemlerini yeniden tanımlamışlardır.
Bu kitabın temel amacı, günümüzün uluslararasılaşmış iç savaşlarının düzeneklerini ve muhtelif özelliklerini bahsi geçen şartlar altında açıklayabilmektir. Bunun için savaş literatürünün önde gelen nicel bulgular nitel bir şekilde bir araya getirilmiş ve İçe Doğru ve Dışa Doğru olmak üzere iki farklı uluslararasılaşma modeli oluşturulmuştur. Bu şablonların amacı müdahalelerin ve diğer müdahil olma yöntemlerinin farklılaşan yönelimlerini ortaya çıkarmaktadır. Bu iki kalıp arasındaki temel fark siyasi aktörlerin iç savaşa katılma süreçlerindeki katılım isteğine ya da mecburiyetine dayanmaktadır. Böylelikle uluslararasılaşma sürecinin denk geldiği kategoriye göre üçüncü tarafların motivasyonlarının, amaçlarının ve yöntemlerinin nasıl farklılaştığı gözler önüne serilecektir.
Dahası bu araştırma uluslararasılaşmış iç savaşların birçok boyutuyla ilgilenmektedir: Müdahaleleri uluslararasılaşmanın yegane unsuru olarak kabul etmenin yetersizliği; uluslararasılaşmış iç savaşların tek bir savaş süreci olarak kabul edilmesinden ziyade farklı aşamalara ayrılarak incelenmesinin gerekliliği; müdahalelerin ve diğer müdahil olma yöntemlerinin çatışmalar üzerindeki etkileri; bir çatışma tipinin bir kategoriden diğerine evrimleşmesi... Böylelikle kitapta iç savaşların aktörleri, nedenleri, amaçları ve uluslararasılaştırma metotları gibi farklı boyutlar kapsamlı şekilde ele alınmıştır.
Son olarak, kitapta Afganistan, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Irak'taki uluslararasılaşmış iç savaşlar tarihi ve sistematik bir bakış açısıyla ele alınmış ve kitabın teorik bulguları bu vakalara uygulanmıştır. Ele alınan örnek olay çalışmaları ile İçe Doğru ve Dışa Doğru Uluslararasılaşma Modellerinin uygulama alanları ortaya konulmuş ve oluşturulan şablonların geçerlilikleri test edilmiştir. Bu vaka incelemeleri ile iç savaşların uluslararasılaşma dinamiklerine dair karşılaştırmalar yapmak mümkün olmuştur.
Nuri Salık Mart 2011'de patlak veren ve âdeta küresel bir depreme yol açan Suriye krizi, geçtiğimiz 10 yıl boyunca Türk dış politikasını en çok meşgul eden meselelerden biri oldu. Türkiye'nin Arap Baharı sürecinde izlediği Suriye politikası ilk günden itibaren gerek yurt içinde gerekse yurt dışında büyük tartışmalara yol açtı ve Türkiye-Suriye ilişkilerine yönelik akademik ilgiyi artırdı. Ancak son dönemde artan bu ilgiye rağmen iki ülke arasındaki ilişkileri inceleyen çalışmaların daha çok güncel gelişmelere odaklandığı ve Türkiye'nin Suriye politikasının tarihsel dinamiklerini ıskaladığı gözlemlenmektedir. Bu kitap, Türkiye-Suriye ilişkileri üzerine oluşan literatürde şimdiye dek detaylı olarak ele alınmayan 1960-1980 dönemine ışık tutmaktadır. Kitapta, Türkiye'nin dış politikada yeni arayışlara girdiği 1960'lı ve 1970'li yıllarda komşusu Suriye'ye yönelik politikası yerli ve yabancı arşiv belgelerine dayanılarak incelenmektedir. Kitap, 1950'li yıllarda Soğuk Savaş rekabetinin 1980 sonrası dönemde PKK terörünün gölgesinde kalan Türkiye-Suriye ilişkilerinin 27 Mayıs 1960 darbesinden 12 Eylül 1980 darbesine kadar geçen süreçte belirgin bir yumuşama ve uzlaşma zeminine oturduğunu ortaya koymaktadır. Bu kitabın, Türkiye-Suriye ilişkileri etrafında cereyan eden tartışmaların daha sağlıklı bir zeminde yürütülmesine vesile olmasını umut ediyoruz.
Hanane Chaine Kuzey Afrika bölgesi Türkiye'nin jeopolitik ilgi alanı kapsamında yer alan bölgelerden biridir. Türkiye'nin tarihî ve kültürel açıdan güçlü bağlarının olduğu bu bölgede yer alan önemli ülkelerden biri de Fas Krallığı'dır. 20. yüzyılda Fransız sömürgesi olması dışında tarih boyunca bağımsızlığını koruyan Fas ülkesi zengin tarihî geçmişe ve doğal güzelliklere sahip bir memlekettir. Sömürge idaresinin sona ermesi ve bağımsızlığa kavuşmasının ardından Fas Krallığı ve Türkiye arasında kurulan ilişkiler 21. yüzyıldan itibaren yeni bir ivme kazanmıştır. Afrika'ya açılan bir kapı niteliğine haiz Fas Krallığı, bölge ülkeleriyle ticari ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi açısından da önemli yere sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti ve Fas Krallığı arasında ekonomik, ticari ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi bağlamında turizm, dış ticaret, inşaat, tekstil, hizmet sektörleri vs. alanlarda esaslı bir potansiyel söz konusudur. Bu bağlamda Türkiye'nin orta ve büyük ölçekli şirketlerinin Fas ekonomisinde ve ülkenin ticari hayatında önemli rol oynadığını özellikle vurgulamak gerekir. Bu şirketler ağırlıklı olarak inşaat ve havacılık sektöründe kendini gösterebilmektedir. İki ülke arasındaki ilişkiler ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının muadil birimleri, sivil toplum örgütleri, ticaret ve sanayi kuruluşları, odalar ve derneklerin faaliyetleri, ortak toplantılar, karşılıklı ziyaretler, fuar ve çeşitli organizasyonlar yoluyla daha da gelişmektedir.
Mesut Hakkı Caşın Hiçbir savaş; kendisini hazırlayan tarihsel, siyasal, etnik, dinsel, ekonomik, kültürel ve ticari çıkarların oluşturduğu çok katmanlı birikimden bağımsız anlaşılamaz.
Bu bağlamda İkinci Dünya Savaşı isimli bu eser; İkinci Dünya Savaşı'nın görünür olanın ötesinde yer alan iç içe geçmiş karmaşık nedenlerini gün ışığına çıkarmanın peşine düşerken ekonomik ve siyasal krizlerin totaliter rejimlerin güçlenmesine etkisinin arka planını da girift nedenleriyle birlikte mercek altına almaktadır.
Ayrıca yirminci yüzyılın en kanlı çarpışması olarak İkinci Dünya Savaşı'nın sebep ve sonuçlarını seksen yıl sonra yeniden gözden geçirirken aynı zamanda seksen yıl sonraki sorunlarla karmaşık bağına da ışık tutarak günümüz dünyasındaki güç ilişkilerinin sıcak ve soğuk savaş potansiyelini anlamamızı sağlamaktadır.
Kitapta yer verilen belge niteliğindeki binlerce fotoğraf ise hem savaşa dair araç ve mühimmatı hem de savaşın dehşetini ve yıkıcılığını bir belgesel film niteliğiyle hafızalara kazıyacaktır.
Mesut Hakkı Caşın Hiçbir savaş; kendisini hazırlayan tarihsel, siyasal, etnik, dinsel, ekonomik, kültürel ve ticari çıkarların oluşturduğu çok katmanlı birikimden bağımsız anlaşılamaz.
Bu bağlamda İkinci Dünya Savaşı isimli bu eser; İkinci Dünya Savaşı'nın görünür olanın ötesinde yer alan iç içe geçmiş karmaşık nedenlerini gün ışığına çıkarmanın peşine düşerken ekonomik ve siyasal krizlerin totaliter rejimlerin güçlenmesine etkisinin arka planını da girift nedenleriyle birlikte mercek altına almaktadır.
Ayrıca yirminci yüzyılın en kanlı çarpışması olarak İkinci Dünya Savaşı'nın sebep ve sonuçlarını seksen yıl sonra yeniden gözden geçirirken aynı zamanda seksen yıl sonraki sorunlarla karmaşık bağına da ışık tutarak günümüz dünyasındaki güç ilişkilerinin sıcak ve soğuk savaş potansiyelini anlamamızı sağlamaktadır.
Kitapta yer verilen belge niteliğindeki binlerce fotoğraf ise hem savaşa dair araç ve mühimmatı hem de savaşın dehşetini ve yıkıcılığını bir belgesel film niteliğiyle hafızalara kazıyacaktır.
Veysel Ayhan Petrol, modern Orta Doğu politikasının şekillenmesinde önemli faktörlerden biri olagelmiştir. I. Dünya Savaşı sonrası dönemde önce büyük güçlerin işgaline uğrayan ardından petrol rezervleri dikkate alınarak birçok devlet arasında paylaşılan Orta Doğu coğrafyası, günümüzde de sahip olduğu enerji kaynakları dolayısıyla krizlerin, savaşların ve çatışmaların odağı olmaya devam etmektedir. I. Dünya Savaşı ile başlayan, 2003 Irak Savaşı ve İran sorunu ile devam eden krizlerin ve işgallerin başında, bölgedeki petrol rezervlerinin olduğu aslında bugüne kadar pek çok araştırmada göz ardı edilmiştir. Bölge ülkelerinin petrol politikasını kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek, petrol ticaretinden pay almak ve küresel bir güç olmak için dönemin tüm büyük güçleri öncelikli olarak Orta Doğu’da askeri, politik ve ekonomik bir denetim kurmaya yönelmişlerdir.  Petrol kaynaklarını kontrol eden güçler, petrolü hem kendi siyasal ve ekonomik çıkarlarını gerçekleştirmek ve hem de diğer güçlerin politikalarını yönlendirmek için geçmişte olduğu gibi günümüzde de kullanmamaktadırlar. Nitekim bu kitabın amacı da Ortadoğu merkezli petrol ve politika ilişkisinin görünmeyen yönlerini okuyucuya sunmaktır.
Gökhan Kavak Ekonomik ve siyasi gücüyle “Afrika'nın devi” olarak nitelendirilen Nijerya, 200 milyonu aşan nüfusuyla Afrika'da en fazla insanı sınırlarında bulunduran ülke konumundadır. 250'ye yakın etnik kabilenin bulunduğu ülkede birçok yerel dil konuşulmaktadır. Geçmişte tarım ürünleriyle denizaşırı güçlerin sömürgesi olan ülke, bugün petrol ve doğal gaz kaynaklarıyla öne çıkmaktadır.
Derin tarihî geçmişi, doğal zenginlikleri ve kültürel çeşitliliğine rağmen Nijerya bugün siyasi çekişmeler, etnik ve dinî çatışmalar, silahlı gruplar, eğitim ve sağlık alanlarındaki çözülemeyen sorunlar ve ekonomik bunalımları ile gündeme gelmektedir. Bu anlamda kitabımızın başlığında da belirttiğimiz gibi Nijerya, âdeta “zincirlere vurulmuş bir dev” olarak tanımlanabilir.
Diğer taraftan Afrika'nın siyasi ve ekonomik olarak en güçlü ülkelerinden Nijerya'nın Osmanlı Devleti ve Türkiye ile ilişkileri 5 asırlık geçmişe sahiptir. Bu ilişkiler 1960'da Nijerya'nın bağımsızlığını kazanmasına kadar kesintiler hâlinde ilerlemiştir. Türkiye'nin Nijerya'da büyükelçilik açmasıyla ise ilişkiler günümüze kadar farklı alanlarda sürdürülmüştür.
Batı Afrika ülkelerinden Nijerya'nın tarihî, siyasi, sosyolojik, ekonomik ve güvenlik boyutlarının incelendiği ve Türkiye ile ilişkilerinin masaya yatırıldığı bu eser, bir saha çalışması olması bakımından okuyucuya Sahra Altı Afrika'nın bir bölümü ile ilgili özgün bilgiler sunmayı amaçlamaktadır.
Altuğ Günar, Arif Bağbaşlıoğlu, Ayşe Ataş, Elif Çalışkan Polat, Ferda Abiç, Filiz Çoban Oran, Gamze Alper, Gamze Kaya, Gülşah Özdemir, Hakan Samur, M. Bülent Uludağ, M. Turgut Demirtepe, Merve Özkan Borsa, Muhammet Fatih Özkan, Onur Çöpoğlu, Soner Karagül, Zerrin Torun Bu çalışma, özellikle karşılaştırmalı dış politika analizleri çerçevesinde Türkiye'de, Türkçe'de İngiltere açısından var olduğu söylenebilecek olan bir boşluğun doldurulmasına katkı yönünde atılmış yararlı bir adımdır. Benzerlerinin çoğalması dileğiyle…
Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu

19. yüzyılın tartışmasız en büyük gücü olan Büyük Britanya, 20. yüzyılda “üzerinde güneş batmayan imparatorluğu” çözülme sürecine girerken küresel iddiasını sürdürmek amacıyla ABD'yle ve Avrupa Ekonomik Topluluğuyla ilişkilerini geliştirmiştir. 21. yüzyılda Avrupa Birliğinden resmen ayrılması ve dış politikasını “Küresel Britanya” söylemiyle yeniden inşa etmesi, Avrupa güvenliği ve dış politikasının ötesinde sonuçlar doğurması bakımından önemlidir. Bu nedenle bu kitap, Diplomasi tarihi ve uluslararası ilişkilerin en önemli aktörlerinden olan Britanya'nın dış politika geleneği ve tarihî gelişimini anlamak için konuya ilgili duyan herkesin başvurabileceği bir kaynak olma özelliği taşımaktadır.
Samet Yüce Süregelen güç mücadelesi ve emperyalist istekler nihayetinde Birinci Dünya Savaşı'nı kaçınılmaz hâle getirmiştir. Savaşla birlikte İngilizler, Orta Doğu ve Levant bölgesi başta olmak üzere periferindeki çıkar alanlarını korumaya çalışmış; yerel liderlerin manipüle edilerek bir Arap isyanına hazırlanmasından bölgesel işgallerin ve emperyalist parselasyonların yapılmasına kadar birçok karar almışlardır. Söz konusu kararların alınması ve uygulanması noktasında “sahadaki adamlar” da etkili olmuşlardır. Hatta Londra'nın kararlarına rağmen saha gerçeklerini önceleyerek politikaların belirlenmesinde ve/veya yürütülmesinde aktif sorumluluklar almış ve İngiltere'nin emperyalist yayılmasına destek olmuşlardır.
Sir Ronald Storrs, Emir Abdullah'la Mısır'da yaptığı özel görüşmelerinde ayrılıkçı hareketin ilk işaretlerini görmüş; Osmanlı Devleti'ne karşı yıkıcı bir isyanının tasarlanmasında ve teşvik edilmesinde önemli rol oynamıştır. Saha bilgisi, Lord Kitchener ve Emir Abdullah ile yakınlığı ve dil yeteneğinin de yardımıyla Şerif Hüseyin-McMahon yazışmalarını yürütmüştür. Hicaz bölgesine giderek Şerif Hüseyin ile bizzat görüşmüş ve Arap İsyanıyla ilgili sahada detaylı gözlemler yapmıştır. Ayrıca Arap Bürosu çalışanlarından T. E. Lawrence'ı da yanına alarak Şerif Hüseyin ve ailesiyle tanışmasını sağlamıştır.
Savaş sonrası dönemde Storrs, Londra hükûmeti tarafından yetkilendirilerek sırasıyla Kudüs Askerî Valisi, Kıbrıs Sömürge Valisi ve Kuzey Rodezya Sömürge Valisi yapılmıştır. Entelektüel bilgi birikimi ve yöneticilik tecrübesiyle hareket eden ve geç Viktorya dönemi yöneticilerinin karakteristik özelliklerini yansıtan Storrs'un her zaman önceliği, İngiltere'nin emperyalist istek ve değerlerini savunmak olmuştur.
Mahmut Göçer Daha San Fransisko Konferansı'ndan itibaren bütün Soğuk Savaş dönemi boyunca, Birleşmiş Milletler ve özellikle Güvenlik Konseyi içinde, ihmal edilen ve Konseyin daimi üyeleri arasında bir ideolojik karşıtlık ve ayrışma faktörü olan insan hakları, günümüzde Güvenlik Konseyinin uluslararası barış ve güvenliği sağlama amacıyla yürüttüğü çalışmalarda, tüm uluslararası hukuk öznelerinin karar alma süreçlerine etki eden bir ortak payda durumuna gelmiştir. Esasen insan haklarının böylece barışın korunması çerçevesindeki yerini alabilmesi, sosyalist blokun çöküşünden itibaren Güvenlik Konseyinin insan hakları alanında etkin ve dinamik bir rol üstlenmeye başlaması ile birlikte ortaya çıkmış olan bir gelişmedir.


Ancak Güvenlik Konseyinin insan hakları alanına etkin bir şekilde müdahalesi, BM Şartı'nın Konseyin bu alandaki faali-yetine ne ölçüde izin verdiği, yani Konseyin bu alandaki yetkisinin hukuki dayanağı, uygulanması ve sınırları gibi bir hukuki çerçeve sorununu da beraberinde getirmiştir. Fransa Aix-Marseille Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Yakın Doğu Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi olan yazar, Güvenlik Konseyinin insan hakları alanında büyük bir hızla gelişen faaliyetinin güçlü bir gerçeklik mi, yoksa bir yanıl-sama mı oluşturduğunun ortaya konulabilmesi bakımından, bu hukuki çerçeveyi olabildiğince aydınlatmaya çalışmak-tadır.

Şeyma Kalyoncu İlhan Uluslararası güvenlik kavramının kapsamı, Soğuk Savaş sonrasında askerî olmayan tehdit unsurlarını da içerecek şekilde değişmeye başlamıştır. Bu değişim, güvenlik kavramının kapsamı içerisinde insani değerleri de barındırmaktadır. İnsana yönelik her tehdit güvenlik gündemine dâhil edilmeye başlamıştır. Bu süreç beraberinde insani güvenlik çalışmalarına yoğunluk kazandırmıştır. İnsani güvenlik kavramı, doğası gereği devlet dışı aktörlere ve aynı zamanda insana yönelik tehditlere vurgu yapmaktadır. Bu doğrultuda 2019 yılında Çin'de başlayarak tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 pandemisi, insani güvenliğe yönelik son yıllarda ortaya çıkan ve oldukça yıkıcı etkilere sahip olan en önemli tehdit unsurlarından biridir. İnsani güvenliğin doğası gereği devlet dışı aktörlerin güvenlik tesis edici rolüne yaptığı vurgu ise ulus-üstü bir yapı olan ve salgından en fazla etkilenen coğrafyalardan biri olan AB'de, pandeminin insani güvenlik kavramı çerçevesinde değerlendirilmesine olanak sağlamıştır. Bu kapsamda, çalışmada insani güvenliğin güvenlik unsurlarına yer verilerek kavramın uygulanabilirliğinin sınırları, COVID-19 pandemi tehdidi karşısında realist perspektiften test edilmiştir. Bununla birlikte devlet ve devlet dışı aktörlerin bir arada incelenmesine ve karşılaştırılmasına olanak sağlaması açısından AB ve AB üyesi devletlerin pandemi tehdidi karşısındaki tutumlarına yer verilmiştir.
Hasan Emir Aktaş İran, bilhassa Orta Doğu'da üstlendiği iddialı rol ile ve Şii dünyasında yürüttüğü müdahaleci misyonla dikkat çekmekte ve dünya gündeminde geniş bir yer tutmaktadır. Aslında İran'ın dış dünyadaki ve uluslararası arenadaki görünümlerini buzdağının görünen kısmı olarak değerlendirmek yanlış bir yaklaşım olmayacaktır.
Acaba nevi şahsına münhasır bu teokratik Şii devleti nasıl bir süreç sonucunda kurulmuş, hangi sosyal ve siyasi dinamikler etrafında şekillenmiştir? Modern dünyadaki bu tek Şii devletin siyasi görüşü ve stratejik hedefleri hangi ideolojik temellere dayanmaktadır? Tarihî süreçte yaşadığı büyük kırılmalar, iç olaylar ve dış gelişmeler bugünkü İran devletinin ve siyasi toplumunun yapısını nasıl etkilemiştir?
Bu kitapta, İran'ın sosyal yapısı ve siyasi sistemi geçmişten bugüne çok yönlü bir perspektifle ve olabildiğince dengeli ve ilmî bir bakış açısıyla analiz edilmeye çalışılmıştır.
İbrahim Ramazani İran'da eğitim sistemi, ulusal kimlik oluşturmanın önemli bir parçası olarak görülmekte ve ders kitapları bu sürecin merkezi unsurlarından birini oluşturmaktadır. Ders kitaplarında İran'ın çok kültürlü yapısı ve farklı diller, dinler ve etnik grupları yer almaktadır; ancak, İranlı ideal bir vatandaşın tanımı genellikle Şiileştirilmiş Pers kimliğiyle özdeşleştirilmektedir. Şii İslam'ın ve Fars dilinin öne çıkarıldığı ders kitaplarında diğer diller ve dini azınlıklar genellikle göz ardı edilmiş veya sınırlı bir şekilde ele alınmıştır ve Şii-Fars kimliği İranlıların birlik ve beka nedeni olarak gösterilmektedir. Ayni şekilde, ders kitapları İran'ın tarihini ve kültürünü de genellikle Şii ve Pers merkezli bir bakış açısıyla sunmaktadır. Bu durum, ülkedeki azınlık gruplarının kimliklerinin dışlanmasına ve ötekileştirilmesine yol açabilmektedir. Ders kitaplarında yer alan söylemler, bir yandan ulusal birlik ve bütünlüğü sağlama amacı güderken, diğer yandan toplumsal gruplar arasında gerilimlere ve ayrımcılığa neden olabilecek unsurlar taşımaktadır.
Mehdi Matinjavid Bu kitap, İran İslam Cumhuriyeti ve Suudi Arabistan Krallığı ilişkilerinde yaşanan uyuşmazlıkların nedenlerini değerlendirmektedir. Kitapta, özellikle iki ülke arasındaki uyuşmazlıklarda mezhepsel kimliğin rolünün ne olduğu sorgulanmakta; mezhepçiliğin Tahran ve Riyad arasındaki sorunların ana kaynağı olmadığı, bir siyasi silah olarak jeopolitik ve jeostratejik hedefler doğrultusunda kullanıldığı ortaya koymaktadır. Politik-mezhepçilik ve jeo-mezhepçilik olgularının; mezhepsel kimliğin İran ve Suudi Arabistan liderleri ve yönetici seçkinleri tarafından sosyal olarak inşa edilmesi, manipülasyonu ve araçsallaştırılması sonucunda ortaya çıktığı kitabın ana fikrini oluşturmaktadır. ABD'nin uzaktan dengeleme stratejisini yeterli bulmayan Suudi Arabistan'ın, İran'ı dizginlemek ve dengelemek için ne şekilde bir geniş kapsamlı dengeleme çabasına giriştiği kitapta detaylı bir şekilde incelenmektedir.
Göktuğ Sönmez, Gökhan Batu, Pınar Demirci Bu kitapta, 1979 Devrimi'yle birlikte İran'ın geçirdiği dönüşümün ülkenin bölgesel etki arayışına nasıl yansıdığı, ülkenin asimetrik savaş stratejisi ve bunun bölgedeki çıktıları, teorik temelleri ve pratik örnekleriyle ele alınmaktadır. ABD tarafından 3 Ocak 2020'de Bağdat Havaalanı'nda bir drone saldırısıyla öldürülen Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, bu bağlamda bölgede özellikle Arap Baharı sonrası ortaya çıkan dengelerde ciddi rolü olan aktörlerden biriydi. Irak'ın işgali (2003) sonrası dönemde İran'ın, tehdit algısı doğrultusunda bölgede diğer güçlerle girdiği mücadele kapsamında uygulamaya koyduğu asimetrik yöntemler vasıtasıyla nüfuzunu arttırmasında Süleymani'nin sahadaki rolü dikkat çekiciydi. İşte bu kapsamda suikast sonrasında daha sıkça tartışılmaya başlanan ancak henüz kapsamlı bir analizi yapılmamış olan İran'ın bölgede vekalet savaşları bağlamındaki çabaları bu çalışmada bütüncül olarak ele alınmaktadır. Zira Süleymani ve Süleymani suikastının ve bu suikastın bugüne ve geleceğe yansımalarının anlaşılabilmesi için Süleymani'nin temsil ettiği, "direniş ekseni" söylemiyle pekiştirilen İran'ın bölgesel etki ve yayılma stratejisinin öncelikle anlaşılması gerekmektedir.
Zafer Balpınar Yahudiler, Filistin coğrafyasında kendilerine ait bir devlet kurmak ve daha sonra da edinimini korumak için aynı toprağı kendine yurt kabul eden Filistinlilere karşı sıfır toplamlı bir mücadele içinde olmuşlardır. Mücadelenin sıfır toplamlı ve sürekli olması birçok alt bileşenle vücut bulan bir demir yumruk anlayışını ortaya çıkarmıştır. Bu çalışma, İsrail'in demir yumruk politikasını yani Filistinlileri baskı altına alma ve onların davranışlarında değişiklik oluşturmaya ilişkin anlayış, beklenti, tutum ve eylemlerini, şiddetin doruğa çıktığı ve barış arayışı için müzakerenin ilişkilere hâkim olduğu iki uç nokta bağlamında ele almaktadır. Gelecekte tekrar etmesi muhtemel dönemler olduğunu öngören bu ele alış yaklaşımıyla süreçler yeniden ortaya çıktığında olayları, gidişatı ve İsrail’in tutumunun ne olacağı, tutumunun arkasındaki nedenleri şimdiden anlamaya imkân tanımayı amaçlamaktadır. Çalışma; İsrail'in politikasını, anlayışını ve davranışını açığa çıkarmayı hedeflediğinden tarafsız değil bilakis taraflıdır. Taraflılık haklı bulmak manasında değildir. İstenilen İsrail'in durduğu yeri görünür kılmak ve netleştirmektir. Böylelikle İsrail'i anlamaya ve açıklamaya çalışanlara, İsrail'in durduğu yeri belirleyerek kendi duracağı noktayı tespit etmeye çalışanlara, İsrail ile ilgili bir politika, tutum ve davranış geliştirmek niyetinde olanlara veya en basitinden bu iki toplumun meselesi nedir, diye soranlara İsrail'in perspektifinden cevap vererek bir analiz açısı sunulmaktadır.
Esma Özdaşlı Sovyetler Birliği'nin çökmesi ile uluslararası sistemin yapısında meydana gelen yapısal dönüşüm, devletlerin dış politika stratejilerini de doğrudan etkilemiştir. Soğuk Savaş döneminde ülkelerin güvenlik kaygıları ve tehdit algıları büyük ölçüde ideolojik sınırlar çerçevesinde belirlendiği için, dış politika seçenekleri de buna uygun olarak şekillenmiştir. 1948’de bağımsızlığını ilan eden ve ABD’nin desteğiyle sürekli olarak topraklarını genişleten İsrail, Soğuk Savaş döneminde Batı ittifakının bir parçasıydı ve bu nedenle de Doğu Bloku'nun lideri SSCB ile sorunlu bir ilişkisi bulunmaktaydı. Bu dönemde iki ülke ilişkilerindeki en önemli dönüm noktası, İsrail’in topraklarını dört kat genişlettiği 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan (Altı Gün Savaşı) sonra Moskova'nın Tel Aviv ile tüm diplomatik ilişkilerini kesmesidir. Bu tarihten 1990’ların başlarına kadar İsrail'in gayri resmi bir takım girişimleri dışında bölge ile herhangi bir irtibatı kalmamıştır. Bu nedenle 1990’ların başlarında Sovyet coğrafyası, birçok ülke gibi İsrail için de bilinmeyenle doluydu. Ancak İsrail izlediği etkin politika ile kısa sürede Orta Asya (Türkistan) Türk Cumhuriyetleri ile çok yönlü ilişki kurabilmiştir.
Türk Cumhuriyetleri ile yakın ilişki kurarak İsrail; yeni enerji kaynaklarına ulaşmayı, BM’de ve diğer uluslararası kuruluşlarda destek alabileceği yeni ülkeler kazanmayı, kendisini çevreleyen “Arap Denizi”nin ötesinde ortaklık kurabileceği yeni ülkelerle iletişim kurmayı ve bu ülkelerdeki Arap ve İran etkisini azaltmayı hedeflemiştir. Bununla birlikte Filistin Sorunu’nda Türk Cumhuriyetlerini bütünüyle yanına çekemese de en azından bu ülkelerin “tarafsız” kalmalarını sağlamak da Tel Aviv’in bölge politikasını şekillendiren unsurlar arasındadır.
Sebahattin Asal, Kadir Murat Altıntaş 21. yüzyılda, çağın hastalığı ne kanser ne pandemi ne de bitip tükenmek bilmeyen açlık ve sefalettir. Bütün bu olumsuz gelişmeler, aslında olağan dışı sermaye birikiminin gözlendiği birkaç Batılı gelişmiş devletin bütçe harcamalarının çok cüzi bir kısmını, çözüm için ayırması neticesinde ortadan kalkacak meselelerdir. İnsan hayatını yüzyıllardır tabiri caizse zehreden zengin-fakir, genç-yaşlı, kadın-erkek istisnasız tüm insanları derinden etkileyen yegâne problem, bireylerin yüzyıllardır devam edegelen güvenlik açlığı ve huzurlu bir yaşam beklentisidir. Güvenlik ihtiyacının âdeta ekmek-su gibi vazgeçilmez bir gereksinim olduğu yönündeki haklı ve yaygın kanaat, ne yazık ki geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren sık sık yaşanan savaş ve çatışmalar nedeniyle kesintiye uğraması sonucunda, daha da önem ve anlam kazanmıştır.
Son yıllarda küresel ölçekte gözlenen hadiseler, esasında sadece savaş ve çatışma içeriğinin bir değişimi ve felsefi dönüşümü olup, dünya ölçeğinde asimetrik mücadelelerin yoğunluğu gözle görülür biçimde artmıştır. Hibrit Savaş, Yeni Nesil Savaş ya da Vekâletten Savaş gibi tanımlamalar yardımıyla ifade edilmeye çalışılan bu yeni (tarihsel kökenleri çok eskiye dayanan) kavramsal model, içinde bulunduğumuz yüzyılın yalın bir gerçeği olarak gelişmiş ve gelişmekte olan pek çok ülkeyi derinden etkilemiştir. Bu yönelim ise uluslararası ilişkilerin gri alanlarını daha etkin bir şekilde değerlendirecek ve mevcut diplomatik ilişkilere esneklik kazandıracak yapısal strateji ve yeni oluşumların ön plana çıkmasına neden olmuştur.
Bu çalışmada, askeri ve istihbari hizmetler gibi geleneksel devletçi ve güvenlikçi bakış açılarının en çok önem verdiği iki stratejik kavramın, yakın geçmişte tecrübe edilen siyasi, iktisadi ve sosyal dönüşümler yanında neoliberal ekonomi politikalarının muhtemel etkileri doğrultusunda ortaya çıkan özelleşme serüveni sorgulanmaktadır. Bu anlamda günümüz diplomasi dünyasının bir gerçeği olarak özel askeri şirketler, farklı bakış açıları çerçevesinde ayrıntılı olarak incelenmiş, mevcut uluslararası tecrübeler ışığında sistemin kurgulanmasına yönelik öngörüler ve öneriler paylaşılmıştır.
Ahmet Cülük, Ali Burak Darıcılı, Ali Gök, Cenker Korhan Demir, Çağla Mavruk, Engin Avcı, Erol Başaran Bural, Mahmut Seçkin Alışverişci, Mehmet Kurum, Serkan Yenal İstihbaratın, politika yapıcıların karar verme mekanizmalarına ve dış politikaya etkisi bilinen ve popüler tarihte tartışılan bir konu olmakla beraber akademik alanda karşılığının çok da eski olduğu söylenemez. Öte yandan uluslararası güvenlik boyutları ve aktörlerindeki çeşitlenmenin güvenlikle ilgili çalışmaları teşvik etmesinin etkisinin son dönemde istihbarat alanında yaşanan akademik zenginlikte etkisi olduğu görülmüştür. Uluslararası ortamda bu etkinin; araştırma merkezleri, lisans ve lisansüstü programlar gibi alanlarda ispatlarını bulmak mümkündür. Ülkemizde de uluslararası alandaki gelişmelere paralel gelişmelerin yaşandığı görülmektedir.
Bu eserle uluslararası akademik ortamda bir disiplin olma yönünde ilerleyen istihbarat çalışmalarına ele aldığı konular itibarıyla katkıda bulunmak amaçlanmıştır. Konunun tüm boyutlarının tek bir kitapta toplanmasının güçlüğünün farkında olarak temel konular ile tartışmalı ve gündemde olan alanlar içeriğe dâhil edilmeye çalışılmıştır.
İstihbarat çalışmalarına giriş niteliğinde görülebilecek bu kitapta, istihbarat ve ilgili kavramlar, istihbarata kuramsal yaklaşım, toplama ve analiz disiplinleri, istihbarata karşı koyma, örtülü faaliyetler, istihbaratta hesap verebilirlik, istihbaratın politikleşmesi ve dış politika yapımı, istihbaratın özelleşmesi, istihbarat örgütlerinde yapılanma ve reformasyon gibi konuları görmek mümkündür. Kitabın okuyucuya faydalı olması ve bundan sonra yapılacak akademik çalışmaları teşvik etmesi, yazarlarının ortak dileğidir.
Abdulkadir Bilen, Burak Levent, Cengiz Atlı, Çağatay Balcı, Didem Konya, Erkan Bostancı, Erkin Başaran, Ferit Malkara, Furkan Torlak, Hakan Erten, Hilal İfaket Akbaş, Hüseyin Sürücü, İsmail H. Demircioğlu, İzzet Koncagül, Kadir Murat Altıntaş, Mehmet Kahya, Mehmet Mert Çam, Mehmet Serdar Güzel, Muhammet Yasin Karakaş, Muharrem Tuncay Gençoğlu, Murteza Hasanoğlu, Nurullah Yazar, Orçun Küçükyılmaz, Özlem Özdemir, Salih Yılmaz, Semih Sevinç, Sultangül Özsoy, Tarık Ak, Tolga Tellan, Tufan Babur, Ümit Şevik, Yunus Karaağaç, Yusuf Can Ayaz, Zeynep Müjde Sakar Teknolojinin gelişimi ve değişimi, günümüzde güvenliğin boyutunu değiştirerek siber ortamlara taşımış ve tesisini iyice zorlaştırmıştır. Diğer taraftan küreselleşmeyle birlikte tehdidin nereden geleceğinin belirsizleşmesi, güvenliği sağlamada, devletlerin ve uluslararası örgütlerin iş birliğini zorunlu hâle getirmiştir. Ülkemizde, son dönemde istihbarata yönelik ilgi artmıştır ve istihbarat olmadan güvenliği sağlamanın zor olacağı sıklıkla dile getirilmeye başlanmıştır. İstihbarata yönelen bu ilgi, onun kapsamını ve boyutlarını değiştirdiği gibi istihbari bilgiye ihtiyaç duyan aktörlerin de çeşitlenmesine yol açmıştır. Bu nedenle istihbarat ve güvenlik alanındaki ilişkinin incelenerek yapılan güncel çalışmaların ortaya konulması ihtiyacı gün yüzüne çıkmıştır.
Bu ihtiyaç, bizi bu alandaki çalışmaları bir araya getirerek akademik çalışmalarda istifade edilebilecek bir kaynak ortaya koymaya ve alan yazına kazandırmaya yönlendirmiştir. Bu düşünceden hareketle her bir bölümü alanında uzman akademisyen ve çevreler tarafından hazırlanan, istihbarat ve güvenlik alanında yapılan çalışmaların bir araya getirilerek yedi ana tema altında bölümlere ayrılmasıyla ortaya çıkan bu kitabın, alan yazına katkı sağlaması ve okuyuculara faydalı olması dileğiyle…
Serkan Yenal, Aytekin Cantekin Bu kitapta; son dönemde giderek yaygınlaşan isyan hareketleri, terörist faaliyetler, bu hareketlere hasım devletlerin desteği ve bu faaliyetlere ilişkin ülke tecrübeleri, ayrıca bu faaliyetlere maruz kalan devletlerin meşru müdafaa hakkı incelenmektedir.
Kitap, alana ilgi duyan akademisyen ve öğrencileri, güvenlik kuruluşları personelini ve konu hakkında bilgi birikimini artırmak isteyen genel okuyucuyu kapsayan geniş bir kitleye hitap etmektedir.
A. Mete TUNCOKU, A. Nuri YURDUSEV, Hakan GÖNEN, K. Ali AKKEMİK, Mustafa KİBAROĞLU, Bahadır PEHLİVANTÜRK, Selçuk ÇOLAKOĞLU, Canan Öykü DÖNMEZ KARA, Cemre ÇİÇEKÇİ, Ceyhun ÇİÇEKÇİ, Çiğdem BİLEZİKÇİ, İbrahim ARSLAN, İ. Kürşat TUNA, Gürol BABA, Aysun UYAR Bu çalışmada modern Japonya'nın dış politikası; sistemik ve bölgesel aktörlerle ilişkiler açısından şu başlıklar altında irdelenmektedir:

• Japonya'nın Avrupa Uluslararası Toplumuna Entegrasyonu,
• Modern Japonya'nın Siyasal Gelişimi,
• Japon ekonomisinin İkinci Dünya Savaşı sonrası büyüme ve dönüşümü,
• Japon dış politikasının güvenlik boyutu,
• Japonya'nın Çin, Kuzey - Güney Kore, Rusya ve Avustralya ile İlişkileri
• Güney Doğu Asya Bölgesel Ekonomik İşbirliği oluşumları ve Japonya

Bunun yanısıra çalışma ayrıca; her bölümü alanında uzman Türk araştırmacılar tarafından hazırlanmış ilk Türkçe eser olma özelliğini taşımaktadır.
Metin Aksoy Bu kitap; dış politika, jeopolitik ve siyaset olarak tasnif edilen ve farklı güncel gelişmeler çerçevesinde yapılan değerlendirmelerden oluşuyor. Verdiğim derslerde, Uluslararası İlişkilerin teorik tartışmalarından bunalan öğrencilerimin sıklıkla bana yönelttikleri soru “verdiğim bilgileri nasıl kullanacakları” yönündeydi. Jeopolitik, dış politika ve siyaset üzerine olan bu mülahazaları yayımlayarak onların bu sorusunu cevapladığımı ve kuramın pratiğe nasıl uygulandığını gösterdiğimi umuyorum. Kitap; jeopolitik analizler, dış politika yazıları ve siyaset denemeleri olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Jeopolitik Analizler bölümünde; Rusya'nın Orta Doğu politikasından Suriye Krizi'ne, Azerbaycan-Ermenistan ihtilafından Ukrayna Krizi'ne kadar küresel siyaset gündemini hâlâ çeşitli açılardan meşgul eden konular 14 başlıkta ele alınmıştır. Dış Politika Yazıları başlığındaki ikinci bölümde ise ekseriyetle Türk dış politikasına dair 13 değerlendirme bulunmaktadır. Son olarak Siyaset Denemeleri başlığındaki üçüncü bölümde de Türkiye'nin iç siyasetini ilgilendiren konular 17 başlıkta ele alınmıştır.
Ömer Furkan Kesikbaş 21. yüzyılda uzay; başta roket, uydu ve bilişim gibi yüksek teknoloji gerektiren sektörlere yapılan yatırımlarla ona erişebilen ve onu kullanabilenlere büyük güç ve imkânlar sunmaktadır. Uzay, tam da bu sebeple yeni bir rekabet alanı hâline gelmiştir. Uzayın artan önemi ile birlikte uluslararası ilişkiler disiplini içerisindeki kuramsal yaklaşımları yansıtan bir astropolitik literatürü ortaya çıkmıştır.
Mevcut astropolitik literatürü içerisindeki yaklaşımlar, uzayda son yirmi yılda yaşanan gelişmeleri ve halihazırdaki tarihsel değişimi kuramsal olarak yeterince anlamlı hâle getirememiştir. Bu kitapta astropolitik bağlamda yaşanan rekabet, yeni bir kuramsal yaklaşım ile daha görünür ve anlamlı kılınmaya çalışılmıştır.
Bu kitapta benimsenen metodolojik yaklaşımın ve elde edilen bilgilerin, astropolitik bağlamdaki değişimin anlamlandırılmasına katkı sağlaması ümit edilmektedir.