Uluslararası İlişkiler \ 9-11
Ali Onur Özçelik, Adrianne Mae D. Askalı Bu kitap, toplumsal hareketler alan yazını kullanılarak Filipinler üzerinde bir analizi ortaya koymaktadır. Filipinler, tarihsel süreç içerisinde üç farklı sömürge dönemi (İspanya, Japonya ve Amerika) ile karşı karşıya kalmış, ardından Ferdinand Marcos rejimi altında uzunca bir süre otoriterliğin hâkim olduğu bir süreci yaşamıştır. Toplumsal hareketlerin oluşmasına engel olan bu tarihsel mirasa rağmen elinizdeki kitap, Filipinler'i örnek olay seçerek ve meta sentez analizini kullanarak şu sorulara yanıtlar aramıştır: (1) Filipin toplumsal hareketlerinin (a) Ferdinand Marcos döneminde (1965-1986); (b) Marcos sonrası dönemde (1986-2016) ve (c) Mindanao deneyimleri ışığında politik sonuçları nelerdir? (2) Bu politik sonuçlarına hangi yöntemler ya da mekanizmalar kullanılarak ulaşılmıştır?
Bu soruları yanıtlamak yalnızca sosyal bilimler alanına, özellikle uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimine önemli bir katkı sunmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumsal hareketlerin gelişmesinin arkasındaki nedenler, özellikle de siyasi sonuçlar ve mekanizmalar ile ilgili akademik bir bakış açısı da sunuyor. Realist ve liberal perspektif, siyasetin değişiminin devlet merkezli olduğunu savunurken, bu kitap, toplumsal hareketlerin bir ülkenin iç siyasi dilini ve politik kurumlarını büyük ölçüde değiştirebilecek ve kamuoyunu etkileyebilecek önemli değişim katalizörleri olabileceğini de ortaya koymaktadır.
Genel olarak sosyal bilimlerdeki birçok alan için faydalı olan bu eser, sosyoloji, siyaset bilimi, siyasi tarih ve uluslararası ilişkiler öğrencileri ve araştırmacıları için önemli bir referans kaynağı oluşturmaktadır. Kitapta yer alan bilgiler her ne kadar bir ülke seçilerek yazılmış olsa da dünyadaki birçok bölgede faaliyet gösteren toplumsal hareketler için de genelleştirilebilir birtakım bulgulara sahiptir.
Ahmet Hüsrev Çelik, Bora Bayraktar, Erdem Eren, İbrahim Karataş, Mustafa Atatorun, Mustafa Öztop, Şahin Çaylı This book analyzes Turkey's fight with terrorism, overseas bases and its efforts to produce indigenous weapons. Threats to Turkey have changed and transformed in the last two decades. Besides, struggling with the PKK terrorist organization, the Arab Spring led to the emergence of new existential threats such as ISIS, another terrorist organization, PKK's Syria branch YPG, and waves of migration, originating mainly from Syria. In addition, Turkey incurred a failed military coup perpetrated by FETO (Fetullahist Terrorist Organization) in 2016. Thus, it had to fight PKK, YPG (SDF), ISIS and FETO simultaneously until recent times. On the other hand, Turkey accelerated the production of indigenous weapons from early 2000s onward. As of 2021, more than 70% of Turkish army's military equipment is supplied by local defense companies. Relying on its economy, active foreign policy and advanced weapons, the Turkish state also began to construct military bases in various countries and got involved in clashes.
Nisa Bayramoğlu Çalışma, Yunan medyasında; medyanın gücü, medya ve siyaset, medya patronları, gazeteciler, medyada siyasi ve sosyal gündemin şekillenmesinde gazetecinin rolü, sorunları, iç ve dış ilişkileri, bilgi, bilginin gücü ve de artık gerçeklerin saklanmasına izin vermeyen dolu dizgin gelişmekte olan iletişim teknolojisi konularını incelemiştir. Özellikle PKK’nın başı Abdullah Öcalan’ın Kenya’da Yunanistan Büyükelçiliğinde bulunmasını ve yakalanmasını müteakip dönemde, Türkiye-Yunanistan arasında başlatılan yumuşama, yakınlaşma dönemi (1999-)’nde, Yunan medyasının ve halkının Türkiye’ye karşı şiddeti zaman zaman had safhaya varan, asla yok olmayan olumsuz tavrı irdelenmeye çalışılmıştır.
Ömer Faruk Kocatepe 2009 yılında kurulan Türk Devletleri Teşkilatı (TDT), eski adıyla Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi (Türk Konseyi) beş üye devlet
-Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkiye ve Özbekistan- ve iki gözlemci devlet -Türkmenistan ve Macaristan- arasındaki yoğunlaştırılmış iş birliğinin kurumsallaşması sonucunda yükselen bir güç olarak bölgesel ve küresel meselelerde önemli bir aktör konumuna gelmiştir. TDT, Türk devletlerinin ekonomiden siyasete, dış politikadan askerî ilişkilere kadar uzanan geniş bir yelpazede iş birliğini geliştirme ve bütünleşme iradesini ortaya koymaktadır. Bu irade ile üye ve gözlemci ülkelerin dış politika gündeminde artık öncelikli konu başlıklarından biri de Türk coğrafyası, Türk Dünyası olmuştur. Nitekim Türk Dünyası'nda kurumsallaşma, kurumsal iş birliği, mekanizma oluşturulması, izleme ve değerlendirme süreçleri bakımından önemli merhaleler kaydedilmiştir.
Bu eserde, Türk Devletleri Teşkilatı üye ülkeleri arasındaki ilişkilerin genel hatları ile askerî iş birliği boyutunun gelişimi ve olası iş birliği senaryoları kuramsal bir yapıda incelenecektir. Bunlara ek olarak da üye ülkeler arasında olası bir askerî ittifakın kurulması fikri üzerinde öneri, fırsatlar ve kısıtlılıklar ele alınmış, askerî ittifak modelleri önerilmiştir. Bu eser, TDT bünyesindeki askerî iş birliğinin bölgesel ve küresel düzlemlerdeki etkileri bağlamında ele alan ilk kapsamlı çalışma olmayı hedeflemesi açısından önem arz etmektedir.
Elinizdeki kitabın, TDT'nin Türk Dünyası'nda önemli bir aktör hâline geldiği ve Türk Dünyası ufkunun da yeniden biçimlendiği bir dönemde, bu ufkun içini dolduracak olan -tüm taraflarda- dinamik genç nüfusların heyecanına ve devlet kadrolarının gayret ve dikkatlerine katkılar sağlamasını umut ediyoruz.
Metin Kıratlı Soğuk Savaş sonrası oluşan küresel ve bölgesel dengeye bağlı olarak 2009 yılında Azerbaycan-Nahçıvan'da kurumsal yapısı oluşturulan Türk Devletleri Teşkilatı, 12 Kasım 2021 tarihinde İstanbul'daki zirvede alınan kararla Türk Dünyası 2040 Vizyonu ile Türk devletlerinin her alanda iş birliği yapmasına yönelik bir strateji belirlemiştir. Bu stratejide ekonomi önemli bir yer tutmaktadır. SSCB'nin dağılmasıyla ortaya çıkan Türk Dünyası gerçeği Türkiye başta olmak üzere Orta Asya'daki Türk cumhuriyetleri için de öncelikle kimlik sonrasında da iş birliği temelli bir stratejik bakış açısı oluşturmuştur.
Günümüzde küresel ticaretin hızlanması ve siyasal sınırların yerini giderek ekonomik birleşmelerin belirlediği sınırların alması bölgesel birliklerin ve teşkilatların kurulmasına neden olmuştur. Birçok ülkelerin işbirliğinde ticaret ana rolü üstlenmektedir. Türkiye ve diğer Türk cumhuriyetleri de ticaret alanında iş birliğini geliştirmek isterken ekonominin temel kaidelerinden birisi olan mevzuat-hukuk alanında eksikliklerini tamamlamak ve ticaretin önündeki belli başlı engelleri kaldırmak istemektedirler.
Bu eserimizde Türk Devletleri Teşkilatı'nın genel yapısı, alınan kararlar, ortak ekonomik alan kurulması stratejisi ve ortak ticaret hukuku ve hukuk birliği Türk Dünyası 2040 vizyonu çerçevesinde ele alınmıştır.
Elem Eyrice Tepeciklioğlu 21. yüzyılın Afrika yüzyılı olacağı söylenmektedir. 2018 verilerine göre, dünyanın en hızlı büyüyen 10 ekonomisinden 6'sı Afrika'da yer almaktadır. Petrol ve doğalgaz gibi yeraltı kaynaklarının yanı sıra önemli madenlere de ev sahipliği yapan Afrika, ABD ve AB gibi kıtanın geleneksel ortaklarının yanı sıra Çin başta olmak üzere, Brezilya, Hindistan, Japonya ve Rusya gibi yükselen güçlerin rekabet alanı hâline gelmiştir. Dünya politikasındaki ağırlığını hızlı bir şekilde artıran Afrika'nın yükselişi, Türkiye'nin kıtaya yönelik ilgisini de artırmıştır.
Türkiye'nin Afrika ülkeleriyle artan ilişkilerinin neticesinde siyasi ilgi akademik ilgiyi beslemiş ve Afrika'nın dış politikadaki önemi arttıkça Afrika çalışmalarına olan ilgi de artmıştır. Elinizdeki bu kitap, Afrika'ya yönelik artan akademik ilginin bir sonucu olup ilgili literatüre mütevazi de olsa bir katkı sağlamayı ve dünya politikasında önemi gittikçe artan Afrika ülkeleri ile Türkiye'nin ilişkilerini çok boyutlu olarak incelemeyi amaçlamaktadır. Türkiye-Afrika ilişkilerini tarihsel bir perspektifle ve eleştirel bir bakış açısıyla ele alan bu çalışma, ilişkilerin ortaklık temelinde nasıl geliştirebileceği ile ilgili öneriler getirmektedir.
Türk Dış Politikasında Afrika: Temel Dinamikler, Fırsatlar ve Engeller başlıklı eser, beş bölümden oluşmaktadır:
1)Afrika'ya açılım politikası öncesinde Türkiye-Afrika ilişkileri,
2)Afrika ülkeleriyle siyasi ilişkiler ve askerî işbirliği,
3)Afrika ülkeleriyle ekonomik ilişkiler ve Türk firmalarının kıtadaki yatırımları,
4)Türkiye'nin Afrika'daki yumuşak güç unsurları: İnsani yardımlar, eğitim ve kültürel işbirliği,
5)Türkiye'de Afrika çalışmaları.
Ali Burak Darıcılı, Cem Karadeli, Engin Koç, Ergenekon Savrun, Ertuğrul Cevheri, Esengül Danışan, Halil Emre Deniş, Halil Kanadıkırık, Hasan Acar, İsmail Ermağan, Kamuran Reçber, Mehmet Emin Erendor, Mehmet Fatih Öztarsu, Mustafa Yıldız, Neşe Kemiksiz, Oğuz Kalelioğlu, Özkan Gönül, Sedat Aybar, Segah Tekin, Süleyman Temiz, Tarık Oğuzlu, Vedat Kanat, Yeşim Demir, Yunus Karaağaç “Türk dış politikasına gerçekten katkı sağlayacak anlamlı çalışma ve analizlere en çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz. Bu da daha çok uzmanlık, daha çok araştırma, daha çok bilgi ve belge inceleme, analiz etme anlamına gelmektedir.
Dış politikada her şeyden önce millî çıkarlar çerçevesinde hedefler saptanmalı, bu hedefleri gerçekleştirecek kapasite ve kurumlar oluşturulmalı, stratejiler geliştirilmeli, bu stratejileri geliştirmek için taktikler üretilmeli ve bu süreç sürekli gözden geçirilerek yorumlanmalıdır. Çünkü dış politika dinamiktir.
Dış politikada, genelde orta ve zayıf güçlerce tercih edilen, güçlü olan devletin politikası yönünde tavır alma ve o yönde politikalar oluşturma yöntemi çoğu zaman millî hedeflerle uyuşmaz. Kararlı ve millî bir politika belirlemek esas olmalıdır.
Bu kitabın farkı da dış politikayı millî bir bakış açısıyla analiz etmesidir. İncelemelerde merkeze ülkemiz ve insanımız koyulmuş, olaylar bu çerçevede bilimsel bir analize tabi tutulmuştur. Bu yönüyle Türk Dış Politikası kitabı, benzerlerinden ayrılmakta ve bu alanda yeni bir bakış açısı getirmektedir.”
B. Senem Çevik, Begüm Kurtuluş, Bengü Çelenk, Bilgin Özkan, Burcu Sunar Cankurtaran, Efe Sevin, Esra Aydın Kılıç, Gaye Aslı Sancar, Hatice Doğan, İsmail Numan Telci, M. Cüneyt Özşahin, Mehmet Evren Eken, Mehmet Özkan, Mehmet Şahin, Muharrem Ekşi, Mustafa Kemal Dağdelen, Necati Anaz, Orçun Selçuk, Ramazan Erdağ, Rıdvan Kalaycı, Sefa Mutlu Koca, Suna Gülfer Ihlamur Kamu diplomasisi, Türkiye açısından yeni bir kavram olmasına rağmen son yıllarda sıklıkla akademik dünyada tartışılmaya başlanmıştır. Ancak henüz Türkiye’nin kamu diplomasisi alanındaki çalışmaları hakkında bütüncül çalışmaların sayıca azlığı bu alandaki teorik ve uygulama açığını göz önüne sermektedir. Bu çalışma, sözü edilen eksikliği gidermek amacıyla Türkiye’nin kamu diplomasisindeki yeni aktörlerini detaylı bir şekilde ele almaktadır. ‘Türk Dış Politikası ve Kamu Diplomasisi’ bu perspektiften bakarak literatüre bir katkı yapmaya ve Türkiye’nin kamu diplomasisi uygulamalarının daha sistematik bir temele oturması için bir perspektif sunmaya çalışmaktadır.
B. Toygar Halistoprak, Cengiz Mert Bulut, Dicle Korkmaz, Emel Parlar Dal, Emre İşeri, Gökay Özerim, Gözde Turan, Hakan Mehmetçik, Haluk Karadağ, Kısmet Metkin, Sezgin Mercan, Şaban. H. Çalış, Tarık Oğuzlu, Uğur Güngör, Yelda Ongun Türkiye; sahip olduğu güç imkânları, coğrafi konumu, kimliksel özellikleri ve dış politika tercihleriyle uluslararası alanda dikkatleri çeken bir ülke. Türk Dış Politikası üzerine yapılan bilimsel çalışmalar son yıllarda artarak devam ediyor. Uluslararası sistemin yapısal bir dönüşümden geçtiği günümüzde Türk dış politikası uygulamalarına bilimsel bir pencereden bakmak hiç olmadığı kadar önemli. Uluslararası İlişkiler, Dış Politika ve Türk Dış Politikası üzerine çalışan saygın akademisyenlerin hazırladığı bu kitap, gündemi meşgul eden Türk dış politikası uygulamalarına bir yandan kuramsal bir ışık tutarken diğer yandan da yaşananları daha anlaşılır kılmayı hedefliyor. Kuram ve pratik arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılması kitabın en önemli amaçlarından biri. Türk Dış Politikası, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika alanlarına ilgi duyan ve politika yapım ve uygulama sürecinde yer alan herkesin faydalanması amacıyla hazırladığımız kitabımızın önemli bir boşluğu dolduracağını düşünüyoruz.
Mustafa Salep Doğu Akdeniz'de stratejik konumu nedeniyle, tarih boyunca devletlerin egemenlik kurmak istedikleri bir ada olan Kıbrıs, tarihî ve coğrafi bağları nedeniyle Türk dış politikasının da temel konularından biri olmuştur. Yunanistan'ın Kıbrıs'ı ilhak etmek istemesi ve Rumların da Yunanistan'la birleşme arzusu nedeniyle Türkiye, Kıbrıs üzerindeki tarihî ve hukuki haklarına uygun bir dış politika belirlemiştir. Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanması hayali, Yunan ve Rum milliyetçileri tarafından Enosis adıyla bayraklaştırılmıştır. 1571'den 1878'e kadar Osmanlı toprağı olan Kıbrıs, 1960 yılına kadar ise İngiltere idaresinde kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Yunanistan ve Kıbrıs Ortodoks Kilisesi öncülüğünde yürütülmüş olan Enosis faaliyetleri ile EOKA'nın silahlı eylemlere başlaması, Ada'da emniyetsiz bir ortama neden olmuştur. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında yapılmış olan görüşmeler neticesinde 1959 yılı Şubat ayında Zürih'te ve Londra'da anlaşma sağlanmış, Rum ve Türk toplumlarının nüfusları esas alınarak müşterek ve denge esaslı bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulması kararlaştırılmıştır. 16 Ağustos 1960'ta fiilen kurulmuş olan ortak devlet, Kıbrıs tarihinde farklı bir yönetim denemesi olmuştur. 21 Aralık 1963'te başlayan ve Kanlı Noel olarak tarihe geçen Rum saldırıları nedeniyle Türkler, canlarını korumak amacıyla evlerini ve mallarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Yunanistan destekli Rum saldırıları 1964 yılında da devam etmiş, ortak Kıbrıs Cumhuriyeti'ni ise işlemez hâle getirmiştir. Bu çalışmada, Türk dış politikası bağlamında 1965 yılı başına kadar Kıbrıs'la ilgili gelişmelerin detayları yer almaktadır.
Zakir Avşar, Burak Medin, Serhan Koyuncu, Bünyamin Duranoğlu, Aşkın Yıldız Dış politikada sahaya sürülen kültürel diplomasi pratikleri, medya araçlarının etkili bir şekilde kullanımının elzem olduğu stratejiler içerir çünkü medya politikalarının etkileri sadece yerel düzeyde değil, küresel düzeyde de çeşitli sonuçlara yol açar. Medya politikaları, ülkelerin kültürel kimliğini ve toplumsal değerlerini biçimlendirerek yönlendirici bir nitelik sergiler. Bu nedenle medya politikaları evrensel düzeyde önemli bir etkiye sahiptir.
Türkiye'nin kültürel diplomasi stratejileri; sahip olduğu tarih, çeşitli kültürel etkinlikler, sanat ve edebiyat festivalleri, dil kursları, öğrenci değişim programları ve medya yayınları gibi araçlarla hayata geçirilmektedir. Bu pratikler, Türkiye'nin uluslararası boyutta bir marka olarak daha fazla tanınmasını sağlamak, Türk kültürünü ve tarihini dünyaya daha etkili şekilde anlatmak ve Türkiye'nin dış politika hedeflerine destek olmak amacıyla kullanılmaktadır. Türkiye kendine içkin dinamiklerle birçok alanda olduğu gibi bu çalışmada odaklanılan medya alanında da önemli kültürel diplomasi ve yumuşak güç faaliyetleri ve stratejileri ortaya koymakta, bu minvalde hem iç hem de dış kamuoyunu kendi menfaatleri doğrultusunda şekillendirmeye çalışmaktadır. En nihayetinde kültürel diplomasi ve yumuşak güç faaliyetleri ve stratejileri ile Türkiye, ulusal ve uluslararası sahada ideal bir özne ve imge algısı oluşturmaya çalışarak bizatihi sahip olduğu potansiyellere insanları yakınlaştırmaya çalışmaktadır. Bu eksende üretilen diplomasi faaliyetleri ile Türkiye, önemli bir küresel aktör olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Tuba Özbilen, Ali Çağlar Günümüz dünyasında ülkeler arası rekabet ve mücadele biçimleri önemli değişiklikler geçirmiştir. Geçmişte, daha çok “sert güç” denilen yöntemle, karşılıklı mücadele, egemenlik kurma ve nüfuz alanı yaratma ve bu ayrıcalıkları devam ettirme söz konusu iken günümüzde, gerek temel haklardaki gelişme ve anlayış değişikliği ve gerekse de ülke halkları arasındaki iletişim ve yakınlaşmalar yeni arayışlara sebep olmuştur. Bu gelişmeler, başta küresel-emperyal ülkeler olmak üzere sert güç uygulamalarına alternatif arayışlara girişilmiş ve bunun sonucunda sert güç yaklaşımı yerine “yumuşak güç” uygulamalarının daha etkili sonuçlar doğuracağı ileri sürülmüş ve yumuşak güç yaklaşımı uygulanmaya başlamıştır. Ancak bazı zaman ve durumlarda yumuşak güç uygulamalarının yetersiz ve etkisiz kalması sonucunda, sert ve yumuşak güç uygulamalarını birleştiren "akıllı güç" (smart power) yaklaşımının daha uygun olacağı değerlendirilmiştir. Diğer bir deyişle, her durum ve olaya özgü olarak yumuşak güç, sert güç veya her ikisinin karması olan akıllı güç stratejisinin devreye sokulması ve uygulanmasının daha etkili sonuçlar doğuracağı-doğurduğu ileri sürülmüştür.
Bütün bu gelişmeler sonucunda, Türkiye'nin politika yapıcılar ve strateji geliştiren birimlerince özellikle 1989'dan sonra Türk Dış Politikası'nda, başta Türk Cumhuriyetleri ve akraba topluluklar olmak üzere yumuşak güç uygulamalarına daha sistematik bir şekilde başlanmıştır. Bu anlayıştan hareketle 1998 yılında “Afrika Eylem Planı” ile Afrika ülkelerine ve 2006 yılında ise Latin Amerika Yılı ilan edilerek “Latin Amerika Eylem Planı 2006” çerçevesinde Latin Amerika ve Karayip ülkelerine yönelik yumuşak güç çalışmaları yürütülmüştür. Başlangıçta doğal olarak daha zayıf olan bu girişimler zamanla daha profesyonel bir biçimde yürütülmüş ve özellikle daha sonraki yıllarda oldukça ivme kazanmıştır. Bu kitap, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı dönemi odağında Türkiye'nin uygulamış olduğu yumuşak güç uygulamalarını açıklama ve tartışmayı konu edinmiştir. Söz konusu uygulamaların sahip olduğu özellikler dikkate alınmış ve ABD merkezli bir kavram olan yumuşak güç uygulamalarının düşünsel mantığı ile Türk dış politikasında uygulamalardaki bazı düşünsel farklılıklar tespit edilmiştir. Ayrıca bu farklılığı karşılayacak "adaptif güç" olarak tanımlanan bir kavram önerisinde bulunulmuştur. Kısacası bu çerçevede tamamlanmış olan kitap çalışması, okuyucu-yararlanıcıların kullanımına sunulmuştur. Türk bilim literatürüne, kendi alanında bir nebze de olsa katkı yapması yazarların temel amacıdır.
Serkan Gündoğdu Uluslararası sistem, yumuşak güç ve kamu diplomasisi kavramlarının ortaya çıkmasıyla birlikte diplomatik yöntemlerden aktörlere, güç merkezlerinden etki alanlarına kadar büyük bir dönüşüme maruz kalmıştır. Böylece uluslararası arenadaki bir devlet, istediği sonuçlara ulaşmada zorlayıcı diplomasi yöntemlerinin yanı sıra diğer devletlere yumuşak güç ve kamu diplomasisi unsurlarıyla nüfuz ederek, ikna ve cazibe yöntemlerini kullanarak kendisine hayranlık oluşturup ortak değerler etrafında toplama ve amaçlarını kabul ettirme olanağını bulmuştur. Dünyada hızla gelişim gösteren ve birçok devlet tarafından etkili bir şekilde kullanılmaya başlanan yumuşak güç ve kamu diplomasisi, geç de olsa Türk dış politikasında da önem atfedilen bir konu olmuştur.
Bu kitapta, 2002-2013 yılları arası Türk dış politikasına yön veren ilkeler çerçevesinde, yumuşak güç ve kamu diplomasisi uygulamaları ele alınmış, bu kavramların dış politika aracı olarak nasıl ve ne derece kullanıldığı üzerinde durulmuştur. Ayrıca kamu diplomasisi faaliyeti yürüten kurumlar ve bu kurumların politikaları incelenerek Türkiye'nin kamu diplomasisindeki gücü ve Türk dış politikasındaki etkisi ortaya konmaya çalışılmıştır.
Adem Özer, Bilal Karabulut, Ceren Urcan, Deniz Zeynep Altınsoy, Emre Ozan, Erdal Bayar, Fırat Purtaş, İrşat Sarıalioğlu, Kadir Ertaç Çelik, Kürşad Turan, Levent Ersin Orallı, M. Nail Alkan, Mehmet Seyfettin Erol, Mesut Aslan, Selman Öğüt, Soyalp Tamçelik, Türel Yılmaz Şahin, Yunus Turhan Bu kitabın ortaya çıkmasındaki temel saik, 1923 yılından 100. yılını kutladığımız 2023 yılına kadar geçen süreçte, Türkiye'nin dış politikasını; temel olgular, olaylar, bölgesel politikalar ve ikili ilişkiler üzerinden analiz etmektir. 100 yıl önce, Mustafa Kemal Atatürk'ün fikirleri ışığında parlayan genç Cumhuriyet'in aydınlığıyla şekillenmeye başlayan Türk dış politikasında yaşanan değişimler ve devamlılık unsurları, kitabın farklı bölümlerinde, alanın önde gelen akademisyenleri tarafından değerlendirilmektedir.
Bu kitap, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü akademisyenlerinin katkıları ile ortaya çıkmıştır. Kitabın, 100 yıllık süreçte, Türk dış politikasının; değişim, dönüşüm ve süreklilik unsurlarını anlama ve anlamlandırma noktasında konu ile ilgilenen herkes için yararlı olmasını diliyoruz.
Nilüfer Oba Dıș yardımlar, Türk dıș politikasının önemli bir aracı hâline gelmiș bulunmaktadır. Artık Türkiye, hem yardım alan hem de yardım yapan “yükselen donörler” grubuna dâhil bir ülkedir.
Türkiye’nin yaptığı yardımlar uluslararası kamuoyunda da dikkat çekmektedir. Türkiye 2016 yılında, 6 milyar ABD doları ile dünyada en fazla insani yardım yapan ikinci ülke olmuştur.
Diğer birçok donör ülke gibi Türkiye de yardım yaptığı coğrafi bölgelerde önemli bir yere sahiptir. Bununla birlikte, değișmekte olan dünya konjonktürü ve son yıllarda sıkça rastladığımız doğal afetler, Türkiye’nin gayretlerini Afrika ülkeleri gibi çok geniș bir coğrafyaya yaymasına neden olmuștur. Bu yardımlar, Türkiye'nin dıș politika hedeflerine ulașmasına önemli katkı sağlamaktadır.
Uluslararası ekonomi politikası açısından bu kitap, Türkiye’nin yardımlarının hem geleneksel donör hem de Güney Kore gibi diğer yükselen donör ülkelerle karşılaştırmalı olarak tahlil edilmesini sağlayarak, bu alanda bir katkı yapmayı hedeflemektedir.
Bu kitabın diğer önemli özelliği de Türkiye’nin yardımlarına ilișkin bugüne kadar çok az bilinen istatistiklerini gün yüzüne çıkarmasıdır.
Bu kitap ayrıca, Türk dıș politikasının dıș yardımlar konusunda gerçekleștirdiği önemli atılımı ortaya koymayı ve kamuoyumuz tarafından Türk dış politikasının bu yeni aracının bilinmesini amaçlamaktadır.
Adalat Muradov, Ali Ünal, Alig Baghirov, Altynbek Joldoshov, Aslı Yurdigül, Aysel Asadova, Beyza Alpaslan, Boburmirzo Hakimov, Camila Abdımalikova, Çiğdem Akman, Elvettin Akman, Emrah Roni Mira, Fariz Ahmadov, Ferruh Tuzcuoğlu, Fikret Birdişli, Haluk Alkan, M. Reza Pashayi, Merve Küçük, Murat Bürkan Serbest, Nasuh Uslu, Ömer Faruk Arslan, Ömer Faruk Karaman, Uğur Karcıoğlu, Yunus Emre Gürbüz, Zhuldyz Kanapiyanova Halford J. Mackinder'in ileri sürdüğü kara hâkimiyet teorisi çerçevesinde kalpgâh, yani heratland, olarak adlandırdığı bölgeye hâkim olan aynı zamanda tüm dünyaya hâkim olacaktır. Kalpgâh ise Sibirya'dan başlayıp güneyde İran'a kadar batıda Doğu Avrupa'yı içine alacak şekilde uzanan bir coğrafyadır. Bu coğrafyanın içinde bazı özerk Türk toplulukları olmakla birlikte kalpgâhı çevreleyen İç Hilal kuşağında da diğer Türk Cumhuriyetleri yer alır. Orta Asya ve Kafkasya bölgelerinin çoğunu Türk dünyası olarak adlandırdığımız Türk toplulukları oluşturur. Türk dünyasının jeopolitik konumuna bu açıdan baktığımızda uluslararası düzlemde bu bölgenin ne kadar önem arz ettiğini kavramış oluruz. Bununla birlikte günümüzde gerek Güney Asya'da gerek Karadeniz'de gerekse de Kafkasya'da yaşanan çatışmalar bu bölgenin önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Avrupa'ya enerji arzı konusunda yine bu bölgenin önemi büyüktür. Bunlarla birlikte İsmail Bey Gaspıralı'nın “dilde, fikirde, işte birlik” ilkesi tüm Türk dünyasının entegrasyonu noktasında en önemli sloganlardan biri olmuştur. Bu doğrultuda öncelikle yapılması gereken Türk topluluklarının birbirleri hakkında bilgi sahibi olmasıdır. İşte söz konusu kapsamda bu kitap; okuyucuya Türk dünyasının jeopolitik önemini anlayacak şekilde Türk dünyasında ekonomi, eğitim, siyaset, uluslararası ilişkiler, sanat, tarih gibi alanlarda bilgiler sunmaktadır.
Ainur Nogayeva, Ayşe Çolpan Yaldız, Berdi Sarıyev, Düsen Kaseinov, Elşan İzzetgil, Erkam Temir, Fırat Purtaş, Fırat Yaldız, Guzel Sadykova, Kanat Ydyrys, Mehmet Topal, Orhan Kavuncu, Raziyahan Abdiyeva, Soner Sağlam, Timur Kocaoğlu, Zuhra Amerakulovna Altımışova Kültür başkentleri görece yakın dönemde başlamış bir uygulama olarak kültür ve kültürel ürünlerin birleştirici gücünü kentler üzerinden pratiğe kavuşturmak amacıyla siyasal ve toplumsal alanda ortak kültür, iş birliği ve kültürel kimliğin temini bağlamında bölgesel düzlemde önemli ve kullanışlı bir süreç ve enstrümana dönüşmüştür.
Önemli ve dikkate değer bir misyon yüküyle ortaya çıkan ve 2012 yılından günümüze kadar her yıl düzenli olarak gerçekleştirilmekte olan Türk Dünyası Kültür Başkentleri uygulamalarına ilişkin farklı boyutları derli toplu bir biçimde ele almayı amaçlayan bu eser; kültür başkentleri kavramın kavramsal ve kuramsal çerçevesini, Türk Dünyası Kültür Başkentleri uygulamasının ortaya çıkış sürecini ve günümüze kadar
Türk Dünyası Kültür Başkenti olarak seçilen dokuz Kültür Başkentini detaylı bir biçimde konu edinmektedir.
Türk Dünyası Kültür Başkentleri; hem kuramsal hem de uygulama örnekleri yönüyle konuya ilişkin Türkçede ilk eser olması yanı sıra Türk Dünyası Kültür Başkentleri örnekleri bağlamında gerçekleştirilen faaliyetler, aktörler, kültür başkentliği süreci gibi konular çerçevesinde gelecekte seçilecek Kültür Başkentleri için bir yol haritası ve gelecek kuşaklar için ise tarihsel bir arşiv olma özelliği taşımaktadır.
Mehmet Emin Erendor Türk dünyası; zengin bir tarih, kültür ve coğrafya mirasıyla büyüleyici bir bütün olarak öne çıkar. Türk dünyası; Türklerin tarih, kültür, dil ve soy bağları aracılığıyla birbirine bağlı olduğu bir kavramdır. Ayrıca Türk dünyası, Orta Asya'dan Balkanlar'a kadar uzanan geniş bir coğrafyada bulunan Türk devletleriyle karakterizedir.
Türk dünyasının farklı coğrafyalarda yer alan devletlerini ve bu devletlerin karşı karşıya kaldığı güncel sorunları ele almak ve analiz etmek önemlidir. "Türk Dünyasında Güncel Sorunlar ve Türk Devletleri Teşkilatı" kitabı, Türk dünyasının farklı coğrafyalarda bulunan devletlerini ve bu devletlerin karşı karşıya kaldığı karmaşık sorunları derinlemesine incelemek amacıyla tasarlanmış bir akademik eserdir. Bu çalışma, Türk devletlerinin teşkilat yapısı, yönetim biçimleri, dış politika stratejileri ve uluslararası ilişkileri üzerine kapsamlı bir analiz sunmaktadır.
“Türk Dünyasında Güncel Sorunlar ve Türk Devletleri Teşkilatı," uzman yazarlar tarafından kaleme alınmış bir çalışma olarak Türk dünyasının siyasi, ekonomik ve kültürel dinamiklerine ışık tutmaktadır. Türk devletlerinin tarihini, mevcut durumunu ve geleceğini anlamak isteyen herkes için önemli bir kaynak olacak bu kitap; konuyla ilgilenen akademisyenler, araştırmacılar ve öğrenciler için kaynak niteliğinde bir eserdir. Aynı zamanda, Türk devletlerinin geçmişi, şu anki durumu ve geleceği hakkında derinlemesine bilgi edinmek isteyen okuyucular için bir başvuru kaynağıdır.


Badegül Can Emir, Bilgehan Atsız Gökdağ, Feyzan Göher, Halil İbrahim Şahin, Hanife Saraç, Hüseyin Kazan, İlyas Topsakal, İsmet Kılıç, Liaisan Şahin, M. Murat Yurtbilir, M. Yavuz Alptekin, Marat M. Kulşaripov, Melih Demirtaş, Mustafa Can Teziç, Oktay F. Tanrısever, Orkhan Valiyev, Turgay Düğen, Yunus Emre Gürbüz, Zeki Çevik Bu eser, Türkiye'de az işlenmiş bir konunun Türk Dünyasının bütününe ilk kez uygulanmış hâlidir. Ulus inşası, modern ulus devletin vatandaşlık temelinde ve bütün etnik-dinî farklılıkları demokratik bir yönetim sürecinde zenginlik olarak kabul eden toplumsal bütünleşme ve üst kültürde buluşmayı içeren sosyopolitik gayretin adıdır. Beş bağımsız Türk devleti Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan'ın yanı sıra özerk bölgelerden Tataristan, Başkurdistan, Tuva Cumhuriyeti, Yakutistan ve Hakasya'daki milliyetçi politikaların ve ulus inşası süreçlerinin incelendiği kitapta yer alan on yedi bölümün başlıkları sırasıyla şöyledir:
1. Teoriden Pratiğe Türk Dünyası Düşüncesi ve Ulus İnşası
2. Sekülerleşme ve Milliyetçilik Teorileri Işığında I ve II. Azerbaycan Cumhuriyeti'nin
3. Karşılaştırmalı Tahlili
4. Azerbaycan'da Millî Basın ve Ulus İnşası
5. Kazakistan'da Ulus İnşası
6. Sovyet Yönetiminden Bağımsızlığa: Kazakistan'ın Uluslaşma Sürecinde Emekli Bir Kazak Muallimenin Gözlem ve Anıları
8. Kırgızistan'da Dil Politikaları ve Ulus İnşası
9. Türkmenistan'da Ulus İnşası ve Kültürel Miras
10. Bağımsızlığın İlk On Yılında Özbek Ulus Yaratımında Dil ve Tarih Politikaları
11. İki Yönlü Ulus İnşası Örneği: Tataristan Cumhuriyeti'nde Etnik Tatar ve Çok Etnili
12. Tataristanlı Kimlikleri İnşası
13. Başkurt Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin Kuruluşu (1917-1919)
14. Başkurtlar ve Ulus İnşa Süreci
15. Tıva Cumhuriyeti'nde Yüz Yıllık Ulusallaşma Deneyimine Kısa Bir Bakış
(1921-2021)
16. Tarihsel Süreç İçerisinde Saha (Yakut) Türklerinde Ulus İnşası
17. Millî Kimlik Uyanışında Müziğin Güçlü Etkisi -Hakas Türklerinin Kültürel Uyanışı-
18. Türk Dünyasında Dil Politikaları ve Ulus İnşası
19. Türk Dünyasında Tarih Eğitimi ve Ulus İnşası
20. Türk Dünyasında Eğitim Politikaları ve Ulus İnşası
Ali Güler, Ayna Askeroğlu Arslan, Burulkan Pala, Bülent Yıldırım, Ceyda Gusenay Kula, Esma Özdaşlı, Fatma Rodoplu Yıldırım, Hande Gündüz, İlkin Mikayılov, Kemal Özcan, Sabir Askeroğlu, Serdar Yılmaz, Tekin Tuncer, Turgay Düğen, Ufuk Tok 1991'de Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığını kazanması Türkiye'ye büyük fırsatlar sunmuştur. Özellikle yetmiş yıl boyunca dış Türkler ile temas kurmayı hedef edinen Türk aydınlar için bu süreç, çok büyük bir heyecan yaratmıştır. Bununla birlikte Soğuk Savaş Dönemi'nde Moskova'nın dışarı bilgi akışını engelleyen katı politikaları, Türk dünyası ile ilgili ayrıntılı ve gerçekçi veri edinilmesini zorlaştırdığı için bu yıllar; Türk dünyasını yeniden tanımaya anlamaya çalıştığımız bir dönem olmuştur. Türkiye ve Türk dünyasını koparan yetmiş yıllık bu ayrılık öyküsünün son bulmasını takiben eldeki verilerin eksikliği/yanlışlığı beraberinde bazı hatalı adımların atılmasına neden olmuştur. Bu duruma kısıtlı imkânlarına rağmen dış Türkler ile ilgili çalışmalar yürüten aydın, akademisyen ve siyasetçilerin çalışmalarının ise 1980'lerin sonlarına gelindiğinde Türk karar alıcıları tarafından yeterince dikkate alınmaması da eklenince Türkiye, Türk dünyasındaki millî uyanışa hazırlıksız yakalanmıştır. Bugün her ne kadar bağımsız Türk devletleri arasında ekonomik alandaki iş birliği hedeflenen düzeye ulaşmamış olsa da özellikle siyasi ve kültürel ortaklık gün geçtikçe gelişmektedir. Azerbaycan'ın 44 Günlük Savaş'ta zafere ulaşması, Türk devletlerinin dayanışma ve iş birliği yaptığı zaman sorunlarını daha kolay ve doğru şekilde halledebileceklerini ortaya koymuştur. Bununla birlikte Türk dünyasına ilişkin yoğunlaşılması gereken hâlâ konu bulunmaktadır. Bu çalışma, Türk dünyası ile ilgili göz ardı edilen konulara ve güncel meselelere ışık tutmayı amaçlamaktadır.
Ahmet Çağrı Özer Yaşadığımız asrın son çeyreğinde uluslararası sistem dahilinde diplomasi ve savunma sanayii, devletler için stratejik karar alma süreçlerinin en kritik unsurları hâline gelmiştir. Bu kitapta, Ege ve Akdeniz jeopolitiğinde Türkiye’nin güç kullanımında doktrin olarak gambot diplomasisi kavramını tüm perspektifleriyle ele alarak Türk savunma sanayii gelişimi eşgüdümünde gambot diplomasisinin günümüzdeki karşılığını neşretmek istedik.
Eserimiz, uluslararası ilişkiler ve savunma sanayii alanındaki gelişmelere istinaden stratejik düşünceyi ve diplomasiyi yeniden şekillendiren unsurları keşfetmek isteyenlere bir rehber olması temennisiyle hazırlanmıştır.
Kaan Kutlu Ataç Türkiye için 2. Dünya Savaşı sonrası dönem, genel olarak Sovyetler Birliği'nden kaynaklanan güvenlik tehdidine işaret eder. Türkiye açısından kuzey komşusunun yarattığı kuşatılmışlık endişesinden kurtulmanın çaresi ise ABD liderliğindeki Transatlantik Bloğu’na eklemlenme süreci oldu. Ancak bu süreç içerisinde Türkiye kuşatılmışlığın pasif etkisinden kurtularak bölgesel Soğuk Savaş'ı aktif olarak etkilemeye yönelik politikalar da uygulamaya çalıştı. Türkiye, Batılı müttefik olarak coğrafyasında artan oranda etkinliğe sahip oldu ve 1947 Truman Doktrini ile birlikte ABD'nin sağladığı açık desteği ekonomik, askerî ve siyasi alanda hissetti. Türkiye'nin 1952'de NATO'ya üyeliği, Transatlantik ile eklemlenmesi güvenlik ve askerî boyutuna işaret eder. Ancak Türkiye'nin ekonomik gelişmeye yönelik uyguladığı politikaların ekonomik ve finansal alanda yarattığı ciddi sorunlar Washington'da NATO’nun Güneydoğu Kanadının çıpası olan Türkiye'nin sadık müttefik olarak sorgulanmasına neden oldu. 1954 yılına gelindiğinde ABD'nin sadık müttefik olarak tanımladığı Türkiye'nin yapısal ekonomik ve finansal sorunları Amerika-Türkiye ilişkilerinin merkezine oturmuştu. Washington 1955'ten itibaren bu sadık müttefikliği sorgulamaya başladı ve nihayetinde Türkiye Eisenhower yönetimince millî güvenliğine ve çıkarlarına tehdit olabilecek bir ülke olarak değerlendirilmeye başlandı. Bu noktada Türk Soğuk Savaşı Sovyet güvenlik tehdidinden ziyade Ankara-Washington ekseninde şekillenmeye başladı. Türk Soğuk Savaşı: Sadık Müttefikten Milli Güvenlik Sorununa Eisenhower ve Türkiye 1953-1957 başlıklı çalışma Washington açısından Ankara'nın sadık müttefiklikten millî güvenlik tehdidine doğru evrilmesinin hikâyesidir.
Andreas Treske, Burak Gümüş, Christian Johannes Henrich, Daniel Bauer, Elif Kocagöz, F. Ceren Sadioğlu, Fahri Türk, Heiko Schuß, Hüseyin Bağcı, İsmail Ermağan, Klevis Kolasi, Levent Börü, Lutz Peschke, Max Florian Hertsch, Mustafa Nail Alkan, Nilgün Yüce, Olaf Leiße, Özlem Tekin, Pamuk Nursen Topbaş, Şafak Parlak Börü, Şebnem Udum, Semih Erdoğdu, Stefan Rathert, Uğur Sadioğlu, Yaşar Aydın, Yasemin Dayıoğlu Yücel Türkiye ve Almanya'nın tarihin farklı dönemlerinde kesişen yolları, iki ülke arasında güçlü ve özel bir ilişkinin gelişmesine imkân sağlamıştır. İkili ilişkilerin siyasi, ekonomik ve askerî boyutlarına 60'lı yılların başından itibaren yaşanan işçi göçüyle beraber sosyal ve kültürel boyutlar da eklenmiştir. Böylece iki ülke ve toplumları arasında çok kapsamlı ve dinamik ilişkiler oluşmuştur. Bu çok boyutluluk hâli ilişkilerin multidisipliner bir yaklaşımla ele alınması gereksinimini doğurmaktadır.
Bu eser, 2019 yılında Türk-Alman ilişkilerini multidisipliner bir anlayışla ele almak gayesiyle kurulmuş olan Hacettepe Üniversitesi Türk-Alman İlişkileri Uygulama ve Araştırma Merkezi'nin (HÜTAİ) ilk yayınıdır. Sosyal bilimlerin farklı disiplinlerinden birbirinden değerli uzmanları Türk-Alman ortak paydasında bir araya getirdiğimiz bu derleme kitabın Türk-Alman ilişkileri üzerine çalışan araştırmacılara kaynaklık etmesi dileklerimizle.

Die Begegnungen der Türkei und Deutschland zu unterschiedlichen Zeiten in der Geschichte, trugen zum Aufbau enger und besonderer Verhältnisse beider Länder bei. Neben den bilateralen Beziehungen in Politik, Wirtschaft und Militär nahm ab den 60er Jahren mit der Arbeitermigration die kulturelle Dimension ihre Position ein. Somit bildeten sich vielfältige und dynamische Beziehungen zwischen beiden Ländern und ihren Gesellschaften heraus. Diese Vielfältigkeit erfordert eine multidisziplinäre Herangehensweise für eine Analyse der Beziehungen.
Dieses Buch ist die erste Publikation des Forschungszentrums für türkisch-deutsche Beziehungen der Hacettepe Universität (HUTAI), das 2019 gegründet wurde, um türkisch-deutsche Beziehungen aus einer multidisziplinären Perspektive zu betrachten. Wir hegen die Hoffnung, dass dieser Sammelband mit seinen Beiträgen von Akademikern aus verschiedenen Fachbereichen der Sozialwissenschaften als ein Nachschlagewerk für Wissenschaftler, die in diesem Bereich forschen, dient.

Andreas Treske, Burak Gümüş, Christian Johannes Henrich, Daniel Bauer, Elif Kocagöz,
F. Ceren Sadioğlu, Fahri Türk, Heiko Schuß, Hüseyin Bağcı, İsmail Ermağan, Klevis Kolasi,
Levent Börü, Lutz Peschke, Max Florian Hertsch, Mustafa Nail Alkan, Nilgün Yüce, Olaf Leiße, Özlem Tekin, Pamuk Nursen Topbaş, Semih Erdoğdu, Stefan Rathert, Şafak Parlak Börü,
Şebnem Udum, Uğur Sadioğlu, Yasemin Dayıoğlu-Yücel, Yaşar Aydın
Şuay Nilhan Açıkalın İçinde yaşadığımız yüzyılın ve uluslararası sistemin, buna dayalı olarak diplomasinin değişen doğasını anlamak ve anlamlandırmak konusunda henüz adı konulmamış birçok yeniliğin mevcut olduğunu düşünüyorum. Bu kitabın, Türk-Alman ilişkileri özelinde dünya siyasetini, farklı ve yeni bir bakış açısı ve yaklaşım olan “lider diplomasisi” ile yeniden değerlendirmek ve düşünmek için ipuçları sağlayacağına inanıyorum.
Ali Demirel, Aydın Çakmak, Banu Berber Babalık, Bülent Atalay, Bülent Yıldırım, Cansu Güleç, Dilşen İnce Erdoğan, Emre Feyzi Çolakoğlu, Esra Çetin, Ferit Yücebaş, Ferudun Ata, Gürbüz Arslan, Kemal Çiçek, Muhabbet Doyran, Nurullah Nehir, Remzi Bulut, Selcan Alperay Eraslan, Sinem Çelik, Ü. Gülsüm Polat, Zelkif Polat, Zeynep İskefiyeli Yaklaşık bin yıllık bir geçmişe sahip olan, kimi zaman dostluk ve iş birliği kimi zaman da anlaşmazlık ve çatışmaların var olduğu Türk-Ermeni ilişkilerini doğru bir şekilde analiz etmek, yapısal değişimlerin ve dönüşümlerin söz konusu olduğu mevcut dünya düzeninde hem Kafkasya coğrafyasının hem de dünya siyasetinin geleceği açısından oldukça önemlidir.
Türk-Ermeni ilişkilerine odaklanan ve ilişkilerin geleceğine yönelik öngörü sunmayı amaç edinen bu çalışma, ikili münasebetleri teorik bir çerçevede ele alarak Osmanlı döneminden günümüze kadar gelen süreci, tarihsel olayları, ekonomik ilişkileri, askerî ve siyasi mücadelelerle güncel dinamikleri açıklamaya çalışmaktadır. Çalışmanın benzerlerinden en önemli farkı da buradadır: geçmiş ve gelecek arasında bağlantı kurabilmek. Sonuç olarak hem geniş bir tarihsel arka plan hem de bölgesel, sosyal, kültürel ve ekonomik yönler çerçevesinde kaleme alınan eserin, bu alanda çalışma yapan veya yapacak olan araştırmacılara yararlı olabileceği umut edilmektedir.
Ömer Lütfi TAŞCIOĞLU Türk-Ermeni ilişkilerinde zorunlu göçe neden olan olayların ve sonuçlarının incelendiği bu kitabın amacı; yaşanan olayların araştırılarak gerçeklerin belgeler ışığında ortaya çıkarılmasıdır. 1. Dünya Harbinin 100. yılında yabancı devletlerin de desteğiyle Ermeni iddialarının Türkiye üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılma gayretleri dikkate alındığında kitabın önemli bir boşluğu dolduracağı ve hem Türk milletine hem de Türkiye Cumhuriyeti yönetim kadrolarına söz konusu baskılara karşı izlenmesi gereken politikalar konusunda yol gösterici olacağı umulmaktadır.
Farklı yaklaşımları ile dikkati çeken ve daha önce ortaya konulmamış bilgi ve belgeleri de içeren kitapta 1. Dünya Harbi öncesinde kendi devletine karşı isyan ederek düşman tarafına geçen ve kurdukları silahlı çetelerle sivil halkı katletmeye başlayan Ermenilerin tabi tutulduğu zorunlu göç uygulamaları ve göç ettirilen Ermenilerin akıbetleri detaylı olarak ortaya konulmuştur.
Kitapta daha önce yeterince ortaya konulmamış olan, Rus işgali ve Ermeni katliamları nedeniyle topraklarını terk ederek göç etmek zorunda bırakılan Anadolu'daki ve Kafkasya'daki Müslüman halkın durumu ile Rus ve Ermeniler tarafından katledilen Müslümanların durumları detaylı olarak incelenmiştir. Bu kapsamda özellikle yabancı kaynaklara dayanılarak iki tarafın kayıpları karşılaştırılmıştır.
Umuyoruz ki bu çalışma sömürgeci Batının ve onların uzantılarının sözde soykırımın 100. yılında Türkiye'ye soykırımı kabul ettirmek üzere yürüttükleri çalışmaların arka planının aydınlatılması ve alınacak tedbirlerin belirlenmesinin yanı sıra, Ermenistan'ın ve Diaspora Ermenilerinin yalanlarıyla kandırılmış olan Ermeni vatandaşlarımızın bilgilendirilmesi yoluyla toplumsal barışa da katkı sağlayacaktır.
Ömer Lütfi Taşcıoğlu Birinci Dünya Savaşı, emperyalist devletlerarasındaki paylaşım savaşıydı. Savaşın konusu, Osmanlı Devleti'nin paylaşılmasıydı. Osmanlı Devleti nasıl Çanakkale'de emperyalist düşmana karşı vatanını savunduysa, Doğu cephesinde de aynı işi yapmıştır. Bu iki cephe vatan savunması açısından tek cephedir. Osmanlı Devleti Ermeni örgütlerinin iç cephedeki yıkıcı faaliyetlerini önlemek amacıyla İngiliz ve Fransız emperyalistlerin Gelibolu yarımadasına yaptığı çıkarma harekâtının başladığı 25 Nisan 1915'ten bir gün önce, 24 Nisan 1915' te gerekli uygulamaları hayata geçirmiştir. Bu uygulamalar savaş koşullarında emperyalist saldırıya karşı savunma önlemidir. Zorunlu göç kararı da bu kapsamdaydı ve cepheler arasındaki bağlantıyı korumak ve cephelerin lojistik desteğini sağlamak için zorunluydu. Taşnakların örgütlediği Ermeni birlikleri Rus ordusunun yanında savaşmış, Ermeni çetecileri ise Osmanlı ordusunu arkadan vurmuş, Doğu ve Batı Cepheleri arasındaki bağlantıları, demiryollarını, haberleşme hatlarını kesmiş, sabotajlar yapmış, ayaklanmalar çıkarmış ve erkeklerinin çoğu cephelerde olan Türk köylerinde terör estirerek etnik temizliğe kalkışmıştır. Bu koşullarda Osmanlı Devleti'nin savaş cepheleri gerisindeki Ermeniler için göç kararı alması zorunlu bir savaş önlemidir.
Selahattin Bekmez Piyasa ekonomisinin gelişmesi ile birlikte daha da önemli hale gelen rekabet gücü kavramları üzerinde yazarlar tarafından tanımsal bir birliktelik oluşturulamamasına rağmen, bu kavramların önemi tartışılmaz bir durum almıştır. Bu gerçekten yola çıkarak, hem genel hem de sektör bazında, analizler yapmanın Türkiye gerçeğini daha iyi yansıtacağı düşünülmüştür. Bu bağlamda, elimizdeki kitapta alanlarında uzman olan araştırmacılar tarafından yapılan sektörel analizlere ve Avrupa Birliği ülkeleri ile Türkiye arasındaki rekabet edebilirliğin ölçüldüğü çalışmalara ağırlık verilmiştir. Kitap, 25 farklı bölümün yer aldığı üç temel kısımdan oluşmaktadır. Öncelikle, rekabet kavramının farklı tanımlamalarının, fonksiyonlarının ve Türkiye'nin genel olarak değerlendirildiği birinci kısım, spesifik olarak tek başına sektör ayrımı yapmaksızın genel analizleri ve tanımlamaları içermektedir. Sonraki iki kısımda ise sektör analizleri ve Türkiye'nin ilgili sektördeki rekabet gücü tartışmaları ayrıntılarıyla açıklanmıştır. Hem ikinci kısım hem de üçüncü kısım sektörel analizler içermekle birlikte, ikinci kısım imalat sektörlerinin analizini; üçüncü kısım ise imalat dışı sektörlerin analizlerini içermektedir.
Melahet Berikan Türkiye ve Rusya gibi tarihsel olarak savaş ve rekabet içerisinde bulunan iki ülkenin karşılıklı ilişkileri, bu araştırmanın temel odak noktası olmuştur. "Türkiye ile Rusya Arasında Siyasi Krizlerin Ekonomilerine Yansıması" kitabında, derinlemesine bir analizle ekonomik ve siyasi çıkarların nasıl bir faktör oluşturduğu incelenmiştir. İki ülke arasında yaşanan siyasi krizlerin ekonomilere olan yansımaları açık bir şekilde ele alınmıştır. Küresel etkiler dikkate alınarak ticaret hacmi, yatırımlar ve iş birliği alanlarında ortaya çıkan değişikliklere odaklanılmıştır. Bu çalışma, Türkiye'nin ve Rusya'nın tarih boyunca karmaşık ilişkisini anlamak ve gelecekteki potansiyel etkilerini tahmin etmek isteyenler için önemli bir kaynaktır.
Ali Saydam, Aslı Yağmurlu, Elif Gürdal Limon, Elif Kahraman Gökalp, Ergün Köksoy, Faruk Yazar, İbrahim Halil Yaşar, Meltem Ünal Erzen, Samet Kavoğlu, Süleyman Eren, Yusuf Zafer Can Uğurhan Yeni dünya düzeninde ya da düzen arayışında sadece sert güce dayalı güvenlik mimarilerinin yeterli olmadığı, ülkelerin güvenliği ve gelişimi açısından yumuşak güç bileşenlerini de içerisine alan akıllı güç pratiklerine yönelimin gerekli olduğu görülmektedir. Küçük, orta, büyük, bölgesel ve küresel olmak üzere güç ölçekleri farklılaşan tüm ülkeler imkân ve ihtiyaçları doğrultusunda yumuşak güç enstrümanlarına başvurmaktadır. İktisadi ve askerî sert güç parametrelerini kullanma noktasında görece farklı özellikler taşımakla birlikte ülkeler 20. yüzyılın başından itibaren propagandadan psikolojik savaşa, kültürel iletişimden kamu diplomasisine kadar değişen yumuşak güç bileşenlerini kullanmaya devam etmektedir. Farklı coğrafyaların ve kültürlerin kesişim noktasında yer alan, bölgesel güç ve küresel aktör olma iddiası taşıyan Türkiye de güvenliğinin tahkimi ve uluslararası politikalarının kabulü açısından sert gücün yanı sıra meşruiyet tesis edebilmek; politikalarını, değerlerini ve görüşlerini muhataplarına daha iyi anlatabilmek için akıllı güç bileşenlerine ihtiyaç duymaktadır.
Yukarıda belirtilen önemden ve ihtiyaçtan yola çıkarak Türkiye perspektifinden bir kamu diplomasisi panoraması ortaya koymayı hedefleyen bu kitapta, Türkiye'de kamu diplomasisi alanında düşünen ve yazan kıymetli akademisyen, uzman ve araştırmacılar Türkiye'nin yumuşak güç ve kamu diplomasisi anlayışına, kurumlarına ve uygulamalarına ilişkin değerli bilgiler sunmaktadır. Çalışmanın Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yılında, Cumhuriyet'imizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesi çerçevesinde biçimlenen Türk dış politikasına ve bu politikanın en önemli bileşenlerinden biri hâline gelen Türk kamu diplomasisine anlamlı bir katkı sunmasını ümit ediyoruz.


Bezen Balamir Çoşkun, Selin Yıldız Nielsen Bize göre bu kitap Suriyeli arkadaş, öğrenci ve meslektaşlarımıza karşı gönül borcumuzun bir yansımasıdır. Ayrıca, bunun sadece savaştan kaçan sayısız muhtaç insanla alakalı olmadığını, aksine hayatın ta kendisi olduğunu ve içinde kişisel hikayelerin, trajedinin ve umudun olduğunu göstermenin de bir yoludur. Hikayemiz, Suriyeli mültecileri topyekün bir kategoride değil bireysel olarak tanıma fırsatı vermek üzere tasarlanmıştır.
Kitabın ilk kısmı olan Arka Plan, tarihsel, hukuki ve sosyal içerikler sunmaktadır. İkinci kısım, okuyuculara hikayelerin ger-çekleştiği sahneyi, Suriyelilerin, Türklerin ve Kürtlerin asırlardır etkileşim içinde ol-duğu sınır kentlerinden olan Gaziantep’i tanıtmakta ve ‘Kesişen Hayatlar: Türkiye’de Suriyeliler’ başlığıyla sunduğumuz son kısım da ise Gaziantep’te yaşanan hikayeleri anlatmaktadır. Hikaye, 2009’dan başlaya-rak kısa bir huzur ve refah dönemini kap-sayacak ve savaş, göç ve Gaziantep’in kentsel yerleşimlerindeki mülteci ilişkileriyle tamamlanacaktır. Son kısım Gaziantep civarındaki mülteci kampları dışında Gaziantep kentinde yaşayan Suriyelilerin hikayelerini aktaracaktır. Birinci kısımdaki Arkaplan bölümleri haricinde kitap, yazarların Gaziantepteki Suriyelilerle yaptıkları diyalogların yanı sıra kişisel deneyimleri ve gözlemleri temelinde oluşturulmuştur. Kısmen etnografik, kısmen sözlü tarihe dayalı olan kitabımız Suriye krizinin farklı bir
Nihan Karakuş Harmancı İnsan hayatının başlıca üç önemli geçiş dönemi vardır. Bunlar; doğum, evlenme ve ölümdür. İnsan hayatında önemli sayılan bu dönemlerin bazı ortak özellikleri vardır. Bu dönemler; tekrarı olmayan, bir daha aynı şekilde yaşanması mümkün olmayan dönemler olduğundan geçiş dönemleri, kişiler için önemli kabul edilmektedir.
Bu çalışmada; kültürüne bağlılığı ile öne çıkan, özellikle son dönemde yakaladığı ekonomik ivme ile dikkatleri üzerine toplayan Güney Kore'de ve Orta Doğu'nun renkli kültürlerini içinde barındıran Türkiye'de geçmişten öğrenilerek gelen ve günümüzde hâlen varlığını sürdüren doğum ritüelleri, âdet ve inanışlara yer verilmiştir. Kore ve Türkiye'de doğum öncesi, doğum sırası ve doğum sonrasında görülen kültürel uygulamalara literatürden elde edilen bilgiler ışığında Kore ve Türkiye'de iki şehirde yürütülen alan çalışmasından elde edilen bilgiler doğrultusunda ulaşılmaya çalışılmıştır. Çalışma sonucu birbirinden kilometrelerce uzak iki toplumda rastlanan benzer ve farklı uygulamalar iki toplumun kültürel yapısındaki benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koymuştur.
Doğum ritüellerinde amaç; annenin ve dünyaya yeni gelecek bireyin fiziksel ve manevi anlamda sağlıklı olması, her türlü tehlikelerden uzak tutulmasıdır. Doğum olayının istenen şekilde sonuçlanması, anne ve bebeğin zarar görmemesi, doğum öncesi, sırası ve sonrasında anne ve bebek üzerinde etki edebilecek olumsuzlukların önceden tahmin edilerek tedbir alınması, karşılaşılan sorunların üstesinden gelmek için çözüm üretilmesi her toplumda görülebilecek ortak kaygılardır. Bu kitapta; doğum yapacak anne adayları, bebek isteyen aileler için ilgi çekici bilgilere, Uzak Doğu'nun gizemli ülkesi Güney Kore'de ve Türkiye'de görülen ritüeller, âdet ve inanışlara detaylı olarak yer verilmiştir.
Ayzirek Garaeva - Akçura Gazeteci, yazar Ayzirek Garaeva-Akçura'nın bu kitabına Tataristan’da basılan güncel ve bilimsel dergilerin sayfalarında yayınlanan Türkiye’de yaşayan Kazan Tatarları ile ilgili makaleleri, denemeleri, Türkçeden çevirileri topluca yer alıyor. Ayrıca yazarın yaratıcı faaliyetleriyle ilgili röportajlardan da alıntılar yayınlandı.
A. Garaeva-Akçura'nın gazetecilik bulguları, bilimsel ve edebi araştırmaları, yurtdışında yaşayan Kazan Tatar göçmenlerimizin kaderlerini belgelere ve samimi anılara dayanarak göz önüne getirmeye yardım ediyor. Bundan başka Kazan Tatarlarıyla ilgili Türk edebiyatının ve basınının zengin sayfalarıyla da tanışmayı sağlıyor.
Koleksiyon, Türkiye’de yaşayan Kazan Tatarlarının özgün yolunu, tarihini incelemek için faydalı olacaktır.
Mustafa Aydın 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Orta Asya ve Kafkaslarda bağımsızlığını yeni kazanan devletlerin ortaya çıkmasıyla Türkiye için büyük umutlar ve arayışlarla dolu yeni bir dönem başladı. Bu dönemde, stratejik avantaj elde etme arzusundaki güçler arasında başlayan ikinci “Büyük Oyun”un büyük bir satranç tahtasına dönüştürdüğü Avrasya’da, beklentileriyle olanakları arasında sıkışan Türkiye’nin umutları kadar hayal kırıklıkları da büyük oldu.


Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi (TOBB ETÜ) Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mustafa Aydın tarafından yayına hazırlanan Avrasya Üçlemesi’nin ikinci kitabı olan Türkiye’nin Avrasya Macerası, Türk Dış Politikasının Avrasya açılımını, 1990’lardan günümüze, gerek bölgenin içsel dinamiklerini gerekse Türkiye’nin bölge devletleriyle ikili ilişkilerini göz ününe alarak değerlendiriyor. İlişkilerin 1990’ların başından bugüne seyrini tarihsel bir perspektifle ele alan ve Türkiye’nin bölgedeki on yedi yıllık geçmişini değerlendiren elinizdeki çalışma, geçmişten çıkarılan derslerle yarını şekillendirme çabasının ürünüdür.
Der.: Cüneyt Yenigün - Ertan Efegil Günümüzde Türk dış politikası, birbiriyle çatışan ve çelişen, ancak her şeye rağmen birbirini tamamlayan genel bir bütünü oluşturmaktadır. Öncelikle yıllardır dış politikasında daha aktif, daha etkin bir konumda olmasını engelleyen Kürt sorunu, PKK terörü, askerin dış politikadaki etkisi, dış politika ekseninin yeniden tanımlanması, kimlik, dış politika yapım süreci ve Kıbrıs sorunu gibi temel çatışma alanlarını çözüme kavuşturma yönünde, Türk karar vericileri, Soğuk Savaş sonrası dönemde, kararlı, somut ve yapıcı adımlar atmaya başlamışlardır. Türk karar vericileri, tarihsel, sosyolojik ve siyasal anlayışlarının bir sonucu olarak, Rusya, Avrupa Birliği, Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu bölgeleri ile yakından ilgilenmekte, bu bölgelerde etkisini ve ilişkilerini geliştirmeye ve derinleştirmeye çalışmaktadır. Bu eser, Soğuk Savaş sonrasında ve son on yılda Türk dış politikasındaki değişimleri ve buna etki eden faktörleri, farklı perspektiflerden inceleyen akademisyenlerin makalelerinden oluşmaktadır. Sosyal bilimlerde “tek doğru olmadığı” gerçeğinden hareketle, belki de bu farklı analizlerin bileşimi, eseri ideale doğru yanaştırmaktadır.
Ahmet Ateş, Aykut Karahan, Bahar Özsoy, Bülent Bilgi, Ferhat İlgen, Hakan Sezgin Erkan, İskender Güneş, Kemal Kaya, Kübra Çoban Hastunç, Mehmet Babacan, Murat Kasapsaraçoğlu, Özker Kocadal, Şeyda Çevikel, Tuğçenur Ekinci Furtana, Yıldırım Deniz “Türkiye'nin orada ne işi var?”, uzun zamandır Türk dış politikasında sorulan önemli sorulardan biridir. Bilhassa Soğuk Savaş'ın sona ermesi ile birlikte ABD ve Sovyetler Birliği arasında iki kampa bölünmüş olan uluslararası düzen -her ne kadar ABD kendini “süper güç” olarak ilan etmiş olsa da- çok kutuplu bir düzene evrilmiştir. Demir perdenin ortadan kalkması ile Türkiye'nin NATO nezdindeki jeopolitik önemi ve ağırlığı ise yapılan yorumların aksine artmıştır.
Jeopolitik blokların oluşturduğu dikey küreselleşme olarak adlandırılabilecek yeni dünya düzeninde dünya, çoklu gruplara bölünürken kısa vadeli koalisyonlar ve ticari bloklar, Türkiye'nin önüne yeni stratejik fırsatlar sunmaktadır. Bu bağlamda ABD'nin en büyük çekincesi Türkiye'nin kenar kuşaktan koparak Avrasya bloğuna dâhil olmasıdır. Türkiye, kara ile denizin savaşında denize açık Asya ile karasal Asya'nın bütünleşmesini Avrasya majör aktörü olarak güçlü diplomasi ve istihbaratıyla yeni dönem küreselleşmeyi bölgeselleşme üzerinde inşa edilmesini sağlayacaktır. Neticede "Türkiyenin orada çok işi olacak”.
Levent Kalyon Türkiye'nin jeo-stratejik konumu, ulusal ve uluslararası platformda siyaset üretmeye konu olacak değerdedir. Bu nedenle Türkiye'nin topraklarını kullanmak isteyecek sınır ötesi güçlerin olması ve Türkiye'nin tehdit algılamaları doğaldır. Ancak bugün, Cumhuriyet tarihi boyunca yükseliş eğiliminde olan savunma harcamalarının gerekliliğini sadece bu coğrafyaya ve bu coğrafyanın yarattığı tehditlere dayandırmak, Türkiye'nin jeo-stratejik konumu ile ilişkilendirmek tatmin edici ve gerçekçi değildir. Savunma politikalarımızın özgün olmadığı, Türkiye'nin gerçekleri temeline oturmadığı ve kurgulanan senaryolardan kaynaklanan tehditleri merkeze aldığı düşünülmektedir. Türkiye'nin de içerisinde bulunduğu coğrafyada yaratılan askeri-politik ortamın kendiliğinden oluşmadığı ve Türkiye'nin savunma refleksini ve buna bağlı savunma harcamalarını sürekli canlı tutmaya teşvik edecek zeminin hegemon güçlerce hazırlandığına inanılmaktadır.
Dünya genelinde her yıl bir trilyon doların oldukça üzerinde savunma harcaması içeren bir savunma ve silah sektörü yaratılmıştır. Öyle ki milyonlarca insan bu sektörde istihdam edilmekte, yüzlerce dev şirket bu sektörden beslenmektedir. Dünyadaki gelişmeler ne olursa veya nasıl olursa olsun, bu dev şirketlerin ülkesinde ekonomik bir kriz yaşanmaması için bu sektörün aksatılmadan çalışması, silahların üretilmesi ve kullanılması, mühimmatın tüketilmesi gerekmektedir, gerisi detay veya senaryodur. Ancak, uluslararası kapitalizmin başat oyuncuları tarafından planlanan ve sergilenen bu detay veya senaryolar, azgelişmiş ülkeler için yaşanan gerçekler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu çalışmanın temel amacı, Türkiye’nin savunma politikalarının oluşumunda rol oynayan yapı, yönetsel tercihler, ulusal/küresel çevre ve dinamikleri inceleyerek ulusal savunma politikalarımızı analiz etmektir. Türkiye’nin Cumhuriyet dönemi savunma politikalarını tarihsel yaklaşımla analiz eden; savunma yapısı, karar mekanizmaları, politika belgeleri, politika aktörleri olarak politika oluşum sürecinin bileşenlerini bir bütün şeklinde inceleyen ilk çalışma özelliği taşıdığı değerlendirilmektedir. Savunma politikaları oluşum süreci incelenirken, dönemin özelliklerini yansıtan siyasi, askeri ve ekonomik çevre ile birlikte iç ve dış dünyanın savunma politikalarını etkileyen aktörlere de yer verilmiş, bu çerçevede sistem ve temel yaklaşımları merkeze alan değerlendirme ve öz eleştiriler yapılmıştır.
Aziz Balcı Türkiye, Rusya ve İran, gerek bulundukları coğrafi konum itibariyle gerekse bu konum ile ilişkili olarak yürüttükleri siyasi, askerî, ekonomik, kültürel olmak üzere birçok yönden değerlendirilebilecek ilişkiler bütünü açısından tarihsel düzlemde çeşitli siyasi sistemlerle ve isimlerle var olmakla birlikte, günümüzde de bu ilişkiler çerçevesinde politika uygulamaya devam etmektedirler. İran açısından Şah yönetiminin devrilerek bir rejim değişikliğinin yaşandığı 1979 İslam Devrimi ve Rusya açısından 1991'de Soğuk Savaş'ın resmî olarak bitişiyle birlikte yaşanan değişim, bu iki ülkenin dış ve güvenlik politikalarında da önemli değişimlerin meydana gelmesine neden olmuştur. Bununla birlikte 2000'li yılların başından itibaren Vladimir Putin'in Rusya'da seçimleri kazanarak iktidara gelmesi, bu ülkenin bölgesel ve küresel politika yapım sürecini her ne kadar ideolojik olarak tanımlanmasa da SSCB dönemi ile birtakım benzerlikleri hatırlatacak şekilde, özellikle yakın çevre etki alanında yeniden var olmak yönünde şekillendirmeye başlamıştır. Türkiye ise Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sistemik değişim anlamında büyük oranda etkilenmesine rağmen özellikle 2000'li yıllarla birlikte AK Partinin iktidara gelmesiyle iç dinamiklerin şekillendirdiği bir anlayışla dış ve güvenlik politikasını yeniden düzenlemiştir.
Bu çerçevede geniş anlamda 2000'li yılların başından itibaren, dar anlamda 2015 yılından sonra, Türkiye, Rusya ve İran'ın gerek kendi dış ve güvenlik politikalarının gerekse birbirleri arasındaki ilişkilerinin analiz edilmesi, bu kitabın temel konusunu oluşturmaktadır. Bu kitapta üç ülke arasındaki ilişkiler analiz edilirken Uluslararası İlişkiler disiplininin Kopenhag Okulu yaklaşımları ekseninde bir incelemesi yapılmış, bu anlamda özellikle yeni dönemde bir bölgesel güvenlik kompleksinin oluşum ihtimali de araştırılmıştır.
M. Melih Başdemir Bu kitapta, üreticilerle tüketiciler arasında bir enerji geçiş ülkesi olmanın ötesine geçerek bir enerji terminali olmayı hedefleyen Türkiye'nin, boru hatlarının güvenliği konusunu nasıl ele aldığı incelenerek mevcut boru hatları güvenlik sisteminin iyileştirilmesini öngören kapsamlı bir ideal model sunulması amaçlanmıştır. Kitapta; bu doğrultuda enerji arz güvenliği konusundan çok iletim güvenliği, diğer bir ifadeyle mevcut ya da yapılması planlanan boru hatlarının korunması, güvenliğinin sağlanması konuları üzerinde durulmuş, petrol ve doğal gaz boru hatlarıyla petrol ve doğal gaz taşımanın güvenlik boyutuna odaklanılmıştır. Kitabın ana iddiası, “Türkiye'de kritik altyapı tesisi olarak algılanan boru hatlarının güvenliğini sağlamada, kapsamlı ve bütüncül bir yaklaşımın olmadığıdır”.
Kitabın Türkiye'de enerji iletim güvenliği ve boru hatlarının korunması konusundaki özgün katkısı, boru hatları iletim güvenliği konusunun kapsamlı bir çerçevede ilk defa ele alınmasıdır. Önerilen ideal güvenlik yapısı da bu çerçevede bir öneri olarak görülmelidir. Söz konusu ideal yapının, Türkiye'nin idari ve yasal gerçekleri ışığında mümkün olduğunca geniş kapsamlı ve uygulanabilir bir model olmasına çalışılmıştır. Amaç, önerilen yapıyla mevcut boru hatları güvenlik politikalarının iyileştirilmesi ve daha etkin bir kurumsal yaklaşımın oluşturulmasına katkı sağlanmasıdır.
Türkiye coğrafyasında yer alan ve gelecekte inşa edilmesi düşünülen Doğu Akdeniz boru hattı projesi gibi projelerin güvenliğini sağlamada, bu kitapta yer alan önerilerin karar vericilere ve proje yöneticilerine yardımcı olacağı düşünülmektedir. Ayrıca enerji iletimi, boru hatları ve kritik altyapı güvenliği konusunda çalışan ve araştırmalar yapan akademisyenlere, saha çalışanlarına ve konu hakkında bilgi edinmek isteyenlere, bu kitapta ayrıntılı bilgiler sunulmuştur. Kitabın gerek akademik düzeyde gerekse saha çalışanları düzeyinde yapılan araştırmalar ile yazılmış olmasının, kitabı kendi alanında daha özel bir konuma getirdiği değerlendirilmektedir.
Erman AKILLI Bir devletin dış politikasına yön veren ögeler, değerler, normlar uluslararası sistemin konjonktürel durumuna göre dönemsel olarak farklılıklar gösterebilmektedir. Nitekim Soğuk Savaş Dönemi'nin güvenlik parametreleri zemininde şekillenen ve realist kuram dünya görüşü ile taçlandırılan dönemin Türk dış politikası, 11 Eylül sonrası şekillenen uluslararası sisteme de bağlı olarak “sert güç” anlayışından “yumuşak güç” anlayışına geçiş gösteren bir paradigma temelinde yükselmektedir. Elbette bu anlayışın özünde, küresel olarak, 11 Eylül saldırıları neticesinde artık güvenliğin klasik araçlar ile sağlanmasının mümkün olmadığının idrakinin yattığını da söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu bağlamda, Türk dış politikasını analiz etme ve dış politikaya yön veren yegâne nüveyi ortaya koyma gayesini taşıyan bu kitap, söz konusu gayeyi devlet kimliği-dış politika ilişkisi üzerinden ortaya koymaktadır. Zira Türk dış politikasının aldığı seyrin devlet kimliği minvalinde açıklandığı bu kitap içerisinde, dönemsel olarak Türk dış politikası incelemeye tabi tutulmuş ve bu bağlamda çeşitli devlet kimliği analojilerine yer verilmiştir. Ayrıca inşacılık kuramı anlayışı üzerinden TİKA, TÜRKSOY, T.C. Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü (Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü), Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumların son dönem Türk dış politikasına etki eden devlet kimliğinin inşasındaki etkileri incelenmiştir.
Meltem Özel Toplumlar arası çatışmaların azalmasına, karşılıklı ülke ilişkilerinin gelişmesine katkı sağlamada ve ülkelerin dış politikasını desteklemede artan bir öneme sahip olan Erasmus+ değişim programı, bu çalışmada kamu diplomasisi bileşenlerinden olan eğitim diplomasisi aracı olarak değerlendirilmektedir. Bu eser, Erasmus+ değişim programlarının Türk kamu diplomasisindeki rolünü irdelerken aynı zamanda Türkiye için eğitim diplomasisi ekseninde oluşturulacak bir değişim diplomasisi stratejisi önermektedir.
Çalışmada kamu diplomasisi kavramı, kamu diplomasisi modelleri ve kamu diplomasisiyle ilgili olan diğer kavramlarla birlikte açıklanmakta, kamu diplomasisi kavramının uluslararası halkla ilişkiler, ulus markalama ve halkla ilişkiler ile olan ilişkisi ele alınmaktadır. Kamu diplomasisinin önemli bileşenleri olan kültürel diplomasi ve eğitim diplomasisinin ayrıntılı bir şekilde incelendiği eserde, Türkiye özelinde yürütülen kamu diplomasisi faaliyetleri geçmişten günümüze açıklanarak Türk kamu diplomasisi aktörlerine yer verilmektedir. Erasmus+ programı kapsamında yabancı öğrencilerin Türkiye'de gerçekleştirdikleri Erasmus+ faaliyetine odaklanılan çalışmada, öğrencilerle gerçekleştirilen yapılandırılmış görüşmelerden elde edilen sonuçlar doğrultusunda Türkiye için eğitim diplomasisi ekseninde önerilen değişim diplomasisi stratejisi bu eserin önemini ve farkını ortaya koymaktadır.
Dr. Meltem Özel'in bu çalışması, Türkiye'de kültürel diplomasi ve eğitim diplomasisi uygulamalarını ayrıntılı bir şekilde ortaya koyması ve değişim programlarını eğitim diplomasisi bağlamında değerlendirmesi açısından ilgi çekecek ve literatüre önemli bir katkı sağlayacaktır.
Prof. Dr. Mustafa Yılmaz
Ali Onur Özçelik, Ayşegül Bostan, Barış Ateş, Bengü Çelenk, Didem Ekinci Sarıer, Dolapo Fakuade, Erdem Özlük, Erman Akıllı, Fazlı Doğan, Federico Donelli, Halil Kürşad Aslan, Haluk Karadağ, Hüsrev Tabak, İbrahim Kurnaz, İmren Kaygısız, İzzettin Artokça, Machiko Sato, Mehmet Özdemir, Miray Vurmay Güzel, Murat Çemrek, Mustafa Cüneyt Özşahin, Mürsel Bayram, Olusimbo Ige, Öner Akgül, Özgür Tüfekçi, Salih Doğan, Segâh Tekin, Sertan Akbaba, Sezai Özçelik, Tamer Kaşıkçı, Tuğba Bağbaşlıoğlu, Yasin Avcı, Yiğit Anıl Güzelipek, Yusuf Çınar Dış yardımların bir mefhum olarak uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde kendisine yer bulması; II. Dünya Savaşı'nın nihayetlendiği döneme, yani savaş sonrasında ikiye ayrılmış Kıta Avrupa'sının yeniden inşası sürecine denk gelmektedir. Ancak söz konusu mefhumun ülkelerin dış politikalarında belirleyici bir pozisyona yükselmesi, şüphesiz Sovyetler Birliği'nin çözüldüğü ve tek kutuplu sistemin kurulduğu 1990'ların başıdır. Soğuk Savaş sonrasında oluşan yeni dünya düzeni içerisinde, devletlerin siyasi ve ekonomik altyapıları bakımından yeniden yapılandırılma sürecine girdikleri aşikârdır. Bununla birlikte eski Sovyet havzasında bağımsızlığını kazanan ülkelerin söz konusu dönüşüm sürecini atlatmak adına diğer devletlerden belirli oranlarda destek aldıkları da bilinmektedir. Söz konusu dönemden günümüze dış yardımlar, ülkelerin dış siyasalarında giderek artan bir öneme sahip olmuş ve insani yardımlar, kalkınma yardımları, eğitim yardımları, koruma sorumluluğu, insani müdahale gibi geniş bir yelpazeyi ifade eder hâle gelmiştir. Buna rağmen, Türkiye'deki uluslararası ilişkiler yazınında dış yardımlara ilişkin yapılan çalışmalar yok denecek kadar azdır.
Türkiye'nin ve dünyanın dört bir yanından otuz dört yazarın katkılarıyla ortaya çıkan bu kitap, Türkçe yazındaki eksikliği gidermek ve Türkiye'de dış yardım konusu üzerine çalışma yapan ve/veya yapacak olan akademisyenlere (ve akademisyen adaylarına) kaynak oluşturmak amacıyla derlenmiştir. Bu kitabın derlenmesindeki bir diğer amaç ise dış yardım mevzusunun Türkiye ve dünya çeperinde geniş bir yelpazede incelenmesiyle kamuoyunda farkındalığın arttırılmasına katkı sunmaktır. Mevcut çalışmanın derlenmesindeki bir başka amaç ise dış yardımlar alanındaki literatürün Türkçe yazına kazandırılmasıdır.
M. Hakan Keskin Türkiye’nin AB üyelik sürecini anlatan bu kitap diğerlerinden farklı. Konular hem İngilizce hem de Türkçe olarak iki dilde kaleme alındı. İngilizce bölümleri kolay anlaşılması için oldukça yalın biçimde tercüme edildi. İçeriği desteklemek için çok sayıda renkli grafik, tablo ve fotoğraf kullanıldı. Bu kitap Türkiye’nin Ankara Anlaşması ile başlayan Ortaklık İlişkisi ile birlikte1987 başvurusu ile başlayan Üyelik sürecini siyasi sosyal ve hukuki tüm boyutlarının yakın geçmişini, güncel dinamikleri ile ele alıyor. Ayrıca Türkiye AB İlişkileri dersi verenlere dersin hazırlanmasına ve işlenmesine katkı sağlamak için kitabın sonuna Bologna sürecine uygun hazırlanmış ders izlencesi, araştırma soruları ve tartışma konuları eklendi.
Remzi Koçöz Bu kitap; Avrupa Birliği üyelik sürecinde Türkiye-Avrupa ilişkilerinin Batılılaşma, Batıcılık, modernleşme açılarından ele alınarak bu süreçte yapılan katılımların, antlaşmaların, zirvelerin, krizlerin, ayrışmaların kronolojik bir çerçevede ve sistematik bir bağlamda okuyucuyla buluşturulması amacını taşımaktadır.
Türkiye'nin, -Modernleşme ve Batılılaşma hareketleri çerçevesinde- Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası, 100 yıl öncesinde, Cumhuriyet ile birlikte gerçekleştirilen reform ve devrimlerle daha da hız ve yeni bir ivme kazandığı, tüm bu gelişmelerin çıkış noktasının da Kurucu Önderinin “çağdaş uygarlık” hedefi olduğu görülmektedir.
Türkiye; İkinci Dünya Savaşı sonrası kendini “Batı İttifakı” içerisinde konumlandırıp 1950'li yıllar sonrası ortaya çıkan Avrupa birlikteliğine de kayıtsız kalmayarak uzun bir maraton sonrası -müzakerelere başlanılmış olsa bile- tünelin ucu hâlâ açık olarak üyelik başvurusu ardından imzalanan Ankara Anlaşmasının 60. yılını ve Cumhuriyet'in 100. yılını, gerçekleşmeyen AB hayaliyle tamamlamaktadır.
Güray Alpar Geçmişteki benzer durumları esas alarak gelecekteki muhtemel olayları tahayyül etmek mümkündür. Strateji de geçmişteki olaylar arasında bağlantı kurup bu olaylardan gelecek için yararlanma sanatıdır. Türkiye’nin Güvenliğini Anlamak kitabı; çevremizdeki olayları stratejik açıdan anlamamızı sağlamakta; strateji, tarih ve uluslararası ilişkiler konularını bir arada ve uygulamalı olarak akıcı bir şekilde sunmaktadır.
Türkiye ve çevresinin stratejik açıdan ele alındığı kitapta; tarihî, kültürel, politik ve ekonomik olarak yapılan değerlendirmeler çoğunlukla “güvenlik” alanı ekseninde ve alışılmışın dışında farklı bir bakış açısı ile verilmektedir.
Olaylar hakkında doğru değerlendirmeler yapmak için sağlam bilgiye ulaşmak isteyenlere rehber olması dileğiyle…
Emrullah GÜNEY Komşu Ülkeler Coğrafyası...Tamamı ya da bir bölümü Osmanlı Devleti'nin sınırları içinde kalan ülkeler...
Sınırdaş ya da sınır ötesi...Moldova'dan Kuveyt'e; Arnavut diyarından Azerbaycan'a... Tarihsel, toplumsal, ekonomik, siyasal bağlantılarımızın olduğu ülkeler.
Kitabımız başta Türkiye üniversitelerinde değerlendirilecek elbette. Sayıları 200'e yakın...Kıbrıs, Makedonya, Moldova-GagauzKomrat, İran Tebriz, Irak Kerkük, Suriye Bayır Bucak, Azerbaycan... Edebiyat - Eğitim fakülteleri yanında İktisadi ve İdari Bilimler fakültelerinde de ders kitabı olarak kullanılacak.
Bilgiler güncellendi, okuma parçaları özenle seçildi ve ortaya bu kitap çıktı.Yararlı olmasını diliyoruz...
Elif Yıldız, Tuba Gültekin
Şaban Halis Çalış Leyla ile Mecnun arasındaki ilişki, platonik bir aşk hikâyesi olarak nitelendirilir. Hikâyede aşkı platonik yapan Leyla olarak bilinir ama Mecnun'dur aslında Leyla'yı yaratan, içinde besleyen ve büyüten. Leyla en sonunda "Tamam" deyince de hikâye orada biter zaten. Mecnun'un aradığı "Leyla", bu Leyla değildir artık. Kırk yılı aşan Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde de benzer bir durumun yaşandığı söylenirse bu hiç de yanlış olmaz. Orta Asya'nın bozkırlarından kalkıp "Hep Batı, hep Batı'ya." diyerek atını mahmuzlayan ve Viyana önlerinde görülen Doğu'nun "barbar" çocukları, en sonunda Yunan mitolojisinin güzel kızı Avrupa'ya vurulurlar.
Kitapta ele alınan, başlangıcından günümüze Türkiye-AB İlişkileri de bu "vurgun"un bir uzantısı. Ancak burada konu uluslararası ilişkiler disiplinini verileri ve kavramsal çerçevesi ile merkeze Türkiye yerleştirilerek incelenmeye çalışılıyor. Araştırmanın ağırlık noktalarını ise kimlik arayışı, politik aktörler ve değişim kavramları oluşturuyor. Sistemin dış politika alanında işleyiş biçimi, üretimi ve sürekliliğini nasıl sağladığı irdeleniyor.
AB ile bütünleşmeyi bir zamanlar çağdaşlığın olmazsa olmaz unsuru olarak görenlerle ona şiddetle karşı çıkanların şimdi ortaya koydukları çelişkili tavırları analiz ediliyor. Değişmeyenler yanında değişenlerin, dönüşenlerin ve tarihe direnenlerin öyküsü anlatılıyor.
Halil İbrahim Çelik Devletlerin maddi ve manevi varlıkları arasında insan kaynağı, birincil öneme sahiptir. Bu nedenle devletler, idealleri ve gelecek beklentilerine uygun insan yetiştirmeyi hayati önemde görmektedir. Bu bakış açısına uygun olarak devletler, gelecek hedefleri için insan kaynağı oluşturması beklenen eğitim programları geliştirmektedir. II. Dünya Savaşı sonrasında Batı Bloku’nun lideri olarak görülen Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın geri kalanını Amerikan idealleri ve çıkarlarına göre yetiştirebilmek için askerî güç ile birlikte eğitim, sağlık, sanat, spor gibi yumuşak güç unsurlarını da devreye sokmuştur. Soğuk Savaş döneminde ise yumuşak güç unsurları içerisinde eğitim daha önemli hâle gelmiştir. Bu kitapta, ABD ideallerini benimsemiş insan yetiştirmek amacıyla geliştirilen eğitim programları; amiral gemisi olarak nitelenen Fulbright Programı merkeze alınarak Türkiye ekseninde incelenmiştir.
Eğitim programlarının insan kaynağı yetiştirme ve toplumları dönüştürme etkisi, uluslararası eğitim iş birliği yolu ile yeni bir dünya kurma işlevleri, 21. yüzyıl paradigmasının anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır. Eğitim yoluyla, insan yaşamını etkileyen tüm araçları işe koşarak, kültür kaynağı bakımından tek merkezli bir dünya oluşturulmaktadır.
Ali Rıza Savaş, Aykut Karahan, Ayşegül Güler, Bedri Şahin, Burak Çıtır, Eren Alper Yılmaz, Fatih Özgüven, Fuat Bozyel, Kahraman Gürbüz, Muhabbet Doyran, Murat Demirel, Mustafa Nail Alkan Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılını kutladığımız bugünlerde hazırlanan “Türkiye-Almanya İlişkileri: Dünü, Bugünü ve Yarını” başlıklı bu editoryal çalışma, Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkileri farklı boyutlarda değerlendirerek kapsamlı bir eser ortaya çıkarmak üzere kaleme alınmıştır. Bu amaçtan hareketle iki devlet arasındaki ilişkiler farklı boyutlarda analiz edilmiş, arka planda kalmış konulara ışık tutulmuş ve literatüre oldukça değerli bir katkı sağlanmıştır.
Tarihsel süreçte Türkiye'nin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda güçlü ilişkileri olan devletlerden biri Almanya olmuştur. Türkiye ve Almanya arasındaki güçlü ilişkilerin temellerini, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine kadar dayandırmak mümkündür. Bu süreçte yaşanan savaşlar, barışlar, krizler ve ortaklıklar iki devlet arasındaki ilişkilerin seyrini zaman zaman değiştirmiş olsa da bu gelişmeler iki devlet arasında inşa edilen bağların daha da güçlenerek günümüze kadar gelmesine katkı sağlamıştır. Bu kitapta, Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkiler kronolojik olarak farklı politika alanlarında incelenmiştir. Böylece iki devlet arasındaki ilişkilerin geçmişi ve bugünü değerlendirilmiş, geleceğe yönelik tavsiye ve öngörülerde bulunulmuştur.