Uluslararası İlişkiler \ 3-11
Mehmet Akif Okur-Nuri Salık İnsanlık tarihinin önemli dönüm noktalarıyla büyük çatışmalar arasındaki ilişkinin tekerrür etmemesi temennisi, geçen yüzyıl boyunca dünyanın dört bir yanında sürekli dile getirildi. Ancak yine de, her felaketten sonra içilen “bir daha asla” yeminleriyle yeşeren umutların savaş meydanlarından yükselen alevler tarafından kül edilişi engellenemedi. Bu hazin hakikate dair hafızamız, yeni kritik eşiklere yaklaştığını gördüğümüz dünya sistemindeki dönüşümü kaygıyla izlememize yol açıyor. Suriye savaşı, yerel ve bölgesel bağlamlarının yanı sıra, bu küresel dinamiklerle etkileşimi sebebiyle de bir çağ yangını/yangınla çağ değişimi sürecinin önemli sahneleri arasına girmiş vaziyette.
Suriye devletinin iç ve dış politikasını değişik yönleriyle ele aldığımız bu çalışma, işaret ettiğimiz özel tarihsel bağlam sebebiyle yeni anlamlar kazanıyor. Kendisini, “dün”le bağlantı içinde kuran ve “yarın”ı anlamak isteyenlerin sayfaları karıştırdıkça önlerinde açılan pencereleri fark edeceklerini ümit ediyoruz.
Bahattin Keleş Bahrî Memlûkler döneminde XIII. asırdan XIV. asrın sonuna kadar geçen sürede özellikle Orta Doğu'nun mukadderatında önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönem olmuş ve bu bölgede yaşanan siyasi olaylar sadece bölgeyi etkilememiş, bazen yaşanan bu olayların yankıları çok uzaktaki ülke ve devletleri de derinden etkilemiştir. Bölgesel ve uluslararası dış ilişkiler konusu; devletlerin, tarih boyunca üzerinde durdukları ve önem verdikleri konuların başında gelir. Devletlerin bulundukları coğrafyada gerek bölgesel gerekse uluslararası alanda uyguladıkları iyi ve tutarlı politikalar sayesinde hayatiyetlerini uzun süre devam ettirdikleri görülmüştür. Devletlerin başında bulunan liderler, bölgesindeki veya uzaktaki devletlerle sürdürdüğü politikalar ve iyi ilişkiler sayesinde rakip gördükleri ülkelere karşı ittifak oluşturabilmişler ve bu sayede devletlerini bulunduğu bölgesinde daha güçlü kılmışlardır. Memlûkler Mısır, Suriye ve Hicaz Bölgesi'nde varlıklarını yaklaşık iki buçuk asırdan fazla bir süre devam ettirmişlerdir. Tahta geçen sultanlarının başarılı ve dirayetli bir şekilde uyguladıkları politikalar sayesinde Memlûkler, bulundukları stratejik öneme sahip bu bölgede uzun yıllar ayakta kalmışlardır.
Murat ERCAN, Zafer PEKTAŞ Balkan bölgesi, gerek coğrafi, siyasi ve ekonomik açıdan gerekse kültürel ve insani bağlar açısından uluslararası sisteme yön veren güçler tarafından sürekli kontrol altında tutulmaya çalışılmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşan şartlar, Yugoslavya’nın kurulmasına neden olduğu gibi pek çok ulusun da bir arada tek bir çatı altında yaşamasına imkân sağlamıştır. Fakat bu şartlar, 1990 yılının bitmesiyle değişiklik göstermiş ve bu sefer de bu ulusların ayrılmasına ve parçalanmasına neden olmuştur. 1990 sonrası uluslararası sistem Yugoslavya’yı etkisi altına alarak, mikro milliyetçi akımların da etkisiyle Yugoslavya toprakları üzerinde yeni farklı devletlerin kurulmasına olanak sağlamıştır. Bu devletlerden biri olan Kosova ise bu sistemin ürünü olarak "Kosova Sorunu" adı altında Balkanların çok boyutlu sorunu niteliğini temsil eden bir öneme sahip olmuştur. Sisteme yön veren küresel güçlerin Balkanlar üzerindeki hesapları dikkate alındığında, bu sorun tüm Balkanları etkilediği gibi Kafkasya ve Orta Doğu bölgelerinin istikrarını bozma özelliğine de sahiptir. Çünkü, Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi, Balkanlardaki sorunları çözmediği gibi, diğer bölgelerdeki sorunlara örnek olmuş, kısa vadede Gürcistan - Rusya ve Ukrayna - Rusya çatışmalarına akabinde ise Kırım’ın ilhakına giden süreçlerde adından bahsettirmiştir. Özellikle Kafkasya ve Orta Doğu bölgelerindeki başka çatışmalara emsal temsil edeceği endişesi uyandırmaktadır.
Ayhan Çetin, Ayşe Hilal Kalkandelen, Harun Yıldız, Hasan Telli, Mehmet Ünal, Mohamadou Aboubacar Maıga, Orhan Derman, Şabanali Ahmed, Ülkü Hilal Bilek Türk İslam tarihi ve coğrafyasının ayrılmaz parçalarından biri de Balkan tarihi ve coğrafyasıdır. Balkan coğrafyasına Hunlar, Bulgarlar, Peçenekler, Kumanlar ve Uzlar gibi Türk asıllı unsurlar İslamiyetten önce gelip yerleşmiştir. Balkanlar'ın İslamiyet ile tanışması Osmanlı öncesinde gerçekleşmiş, ancak İslamın bu coğrafyada yayılması daha çok Osmanlı döneminde yaşanmıştır. Fetihle beraber bölgeye yoğun bir Türk iskânı başlamış ve Türk-İslâm kültür ve medeniyeti bu coğrafyaya taşınmıştır. Osmanlılar burada farklı din ve ırkta yaşayan insanlar arasında birlikte yaşama kültürüne ve politikasına önem vermiştir. Balkanlar'da böylece Osmanlı şemsiyesi altında asırlarca süren bir barış ve huzur ortamı yaşanmıştır. Günümüzde Balkanlar'daki Türk İslam medeniyetinin mirası üzerinde yapılacak çalışmalara her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Tarihe bir iz bırakmak amacıyla biz de Balkanlar'da İslam konusuna farklı bakış açıları ve konularıyla katkı sağlamaya çalıştık. Bu kitapta, değerli akademisyenler/yazarlar tarafından yazılan; “Balkanlar'da İslamın Yayılışının Temel Dinamikleri”, “Balkan Coğrafyasında Alevilik-Bektaşilik: Farklı Ocak ve Sürekler”, “Selefiliğin Balkan Coğrafyasındaki Sosyo-Kültürel ve Dinî İmajı”, “Bulgaristan'da Vahhabilik-Selefilik”, “Makedonya'daki Türklük”, “Makedonya'da Türkçe'nin Yaşatılması”, “Arnavutluk'ta Enver Hoca Dönemi ve Sonrasında İslami Hayat”, “Balkan Kökenli Divan Sahibi Şairlerin Tarikat Bağlantıları”, “16. ve 19. Yüzyıllarda Balkanlar'da Seçilmiş İslami Şiirleri Üzerine Stilistik Bir İnceleme” ve “Erzurum'dan Bosnalı Bir Âlim Geçti” başlıklı çalışmalara yer verilmiştir.
Alpaslan ÖZERDEM Adalet olmadan barış, bağışlama olmadan da adalet olamıyorsa barış da ancak istendiği taktirde sağlanabilmektedir. Birilerinin savaşı başlattığı gibi birilerinin de barışı başlatması gerekmektedir. Macar atasözünün de dediği gibi barışın boş koltuğuna şeytan oturur.
Barış inşası sadece tekrar çatışmaya dönmeyi önlemek amacıyla barışın sağlamlaştırılması ve sürdürülebilir hale getirebilecek çalışmaların yapılması mıdır? Barış inşası çalışmalarının gerçek içeriği, hangi amaç ve çıkarlar için uygulanacağı ve daha da önemlisi kimin barışına öncelik verileceği konusu gözetilmemeli midir? Oysa barış inşası, barış yapmak ve barışı korumak gibi konsept ve uygulamaların yanında aslında bizlere çok daha ileriye dönük ve kapsayıcı bir çerçeve sunmaktadır.
Elinizde bulundurduğunuz bu çalışma, barış inşası kapsamında kullanılan kavramlardan yola çıkarak barış inşası analizi, çatışma sonrası inşa gibi kavramlar üzerine yoğunlaşmakta ve barış inşasının güvenlik ve siyasal yeniden inşa, sosyo-ekonomik yeniden inşa, savaş-sonrası adalet ve uzlaşı boyutlarını değerlendirerek literatürde çok önemli bir boşluğu kapatmaktadır. Türkiye için önemli bir konuyu akıcı bir dil ile okuyucularımızla buluşturduğumuz bu çalışma, sadece barış üzerine çalışanlar için değil, aynı zamanda Uluslararası İlişkiler'e yönelik çalışma veya öğrenim yapan her kişinin kütüphanesinde bulundurması gereken bir kitaptır.
İngiltere'de Coventry Üniversitesi'nin Barış ve Uzlaşma Çalışmaları Merkezi'nin Direktörlüğünü yürüten ve aynı zamanda İngiltere merkezli Stratejik Araştırma ve Analiz Merkezi (Centre for Strategic Research and Analysis) CESRAN'ın Başkanlığını da yapan Prof. Dr. Alpaslan Özerdem, 20 yılı geçen bir sürede Afganistan, Bosna-Hersek, El Salvador, Kosova, Lübnan, Liberya, Filipinler, Sierra Leone, Sri Lanka, Nijerya ve Türkiye gibi silahlı çatışmadan etkilenmiş ülkelerde çok sayıda araştırma ve uzmanlık projeleri üzerinde çalıştı. Uzmanlık alanı; barış inşası, insani yardım müdahale politikaları, afet yönetimi, güvenlik sektör reformu, eski militanların topluma kazandırılması, savaş sonrası barış ve devletin inşası olan Özerdem ayrıca dünyanın değişik yerlerinde bulunan çatışma bölgelerinde ulusal ve uluslararası kuruluşlar için de bilirkişi olarak aktif rol aldı.
Esra Çavuşoğlu Ortadoğu'nun alt bölgesi olan Basra Körfezi'nin jeopolitiği, uluslararası politikada güç ilişkilerinin kaçınılmaz bir şekilde yansıma alanı olarak günümüz küresel siyasetinin anlaşılması ve değerlendirilmesinde çok önemli ve merkezi bir yer tutmaktadır. Basra Körfezi üzerine yapılan ana akım çalışmalar, Körfez siyasetini güvenlik endeksli yaklaşımlar doğrultusunda incelemekte ve bu trend bölgesel gelişmelerin hegemonik çıkarlar doğrultusunda algılanıp değerlendirilmesini sağlamaktadır. Bu kitap, bir ezber bozma girişimi ile güvenlik ikilemine hapsedilmiş Basra Körfezi çalışmalarına alternatif bir perspektif ve analiz düzeyi sunarak bölgesel siyaseti güvenlik yerine güvenlikleştirme konsepti çerçevesinde incelemekte ve bu şekilde mevcut ana akım çalışmalardaki yaklaşımların gerçeğin manipüle edilmesinde nasıl bir işlev yüklendiğine dikkat çekmeyi amaçlamaktadır.
Küresel hegemonyanın sürdürülmesi için elzem olan Körfez'in siyasi ve güvenlik mimarisinin dizaynı ve kontrolü hedefi doğrultusunda ve bölgesel aktörlerin ABD liderliğindeki küresel güçlerle sürdürdükleri hegemonik ittifak aracılığıyla 1971'den bu yana her on yılda bir yenilenen konjonktür çerçevesinde derinleştirilen güvenlikleştirme projesi üzerinden “bölgesel sistem” tanımlanmaktadır. Bölgesel sistem dayatmasına karşılık Körfez bölgesinin temel tarihsel dinamikleri bölgesel siyasetin şekillenmesinde hayati ve belirleyici bir rol oynamaktadır.
Asiye Gün Güneş Gülal, Fulya Akgül Durakçay, İbrahim Saylan, Müge Aknur, Nagihan Söylemez, Önder Canveren, Sevgi Çilingir, Sinem Abka Popülizm, dünyanın geri kalanında olduğu gibi Avrupa'da da önemli bir siyasi güç hâline gelmiştir. Siyasi yelpazenin hem sağ hem de sol kanadında etkisini gösteren popülist dalga pek çok radikal sağ partinin de tanımlayıcı özelliklerinden biri konumundadır. Popülizm ile yerliciliği ve otoriterliği birleştiren popülist radikal sağ partilerin Avrupa'nın pek çok ülkesinde son yıllarda yükselişte olması, demokrasinin ve Avrupa Birliği'nin geleceği açısından ciddi endişelere yol açmaktadır. Batı Avrupa'daki popülist radikal sağ partileri mercek altına alan bu eserde söz konusu partilerin yükseliş nedenleri sorgulanmakta, söylemleri ve mevcut siyasal sistem üzerindeki etkileri incelenmektedir.
Eserin ilk bölümünde, popülist radikal sağa yönelik literatürdeki temel tartışmalar ele alınırken, aynı zamanda örnek olay incelemeleri için ortak bir analiz çerçevesi de sunulmaktadır. Bu şekilde, Batı Avrupa'nın farklı ülkelerinde faaliyet gösteren sekiz popülist radikal sağ partinin bütünlüklü bir şekilde ele alınması hedeflenmiştir. Buna göre her yazar incelediği partinin tarihsel geçmişini, yükseliş nedenlerini, söylemini, seçim performanslarını, Avrupa düzeyindeki etkinliklerini ve son olarak siyasal sistem üzerindeki yarattığı etkileri ayrıntılı şekilde analiz etmektedir. Sonuç bölümünde ise örnek olay incelemelerinin sağladığı ampirik veriler ışığında Batı Avrupa'daki popülist radikal sağ partilere ilişkin genel bir değerlendirme yapılmıştır. Örnek olay incelemelerinde yöntem olarak niteliksel içerik analizi tercih edilmiştir ve bunun için parti programları, seçim manifestoları, lider konuşmaları, basın açıklamaları ve sosyal medya paylaşımlarından yararlanılmıştır.
Bu çalışmada yer alan örnek olay incelemeleri ve yazarları sırasıyla şöyledir: AfD (Almanya), Nagihan Söylemez; FPÖ (Avusturya), Önder Canveren; UKIP (Birleşik Krallık), Sevgi Çilingir; DF (Danimarka), Müge Aknur; RN (Fransa), Fulya Akgül Durakçay; PVV (Hollanda), Sinem Abka; SD (İsveç), A. Gün Güneş Gülal; Lega (İtalya), İbrahim Saylan.
Batı Avrupa'daki başlıca popülist radikal sağ partileri inceleyen bu eserin; Avrupa siyasetinin günümüzdeki dinamiklerini ve karşı karşıya olduğu başlıca sorunları anlama çabalarına ve özelde Avrupa çalışmaları ile karşılaştırmalı siyaset alanlarındaki Türkçe literatüre katkı sağlaması amaçlanmıştır.
Çağrı Erhan ABD, Türkiye’nin müttefiki. Bazılarına göre iki ülke arasında stratejik ittifak ilişkisi bulunuyor. Bunu stratejik ortaklık olarak adlandıranlar da var. Her ne hikmetse, Türkiye yakın tarihte en derin dış politika ve güvenlik sorunlarını bu stratejik müttefikiyle yaşamış. Bu sorunların çoğunu biliyoruz. Bazıları ise tarihin tozlu raflarında kalmış. Haşhaş Sorunu Türk-Amerikan ilişkilerinde bir döneme damgasını vurmuş ama sonradan unutulmuş konulardan biri. Beyaz Savaş, ABD’nin iç siyasi hesaplarının Türkiye ile ilişkileri nasıl zehirlediğini bütün yönleriyle gözler önüne seriyor. Anadolu’da binlerce yıldır tarımı yapılan haşhaşın Türkiye ile ABD arasında neden ve nasıl bir kriz konusuna dönüştüğünü okurken, Osmanlı’nın son yüzyılından, Atatürk döneminden ve 1970li yıllardan kesitlerle karşılaşacaksınız. ABD’nin Türkiye’ye yaklaşımında geçmişten bugüne pek de değişen bir şey olmadığını gördüğünüzde ise şaşıracaksınız.
A. Murat Ağdemir Devletlerin politikalarını yönlendiren bireylerin düşüncelerinin önemli sonuçlara yol açtığını fark etmek önemlidir. Bu ilişkileri açıklarken tarihin, algıların ve değer yargılarının oynadığı rolü kavramaya çalışmak, yapı ve devlet gibi gayrişahsi güçlerin egemen olduğu açıklamalara insani bir perspektiften yaklaşmak gerekmektedir.
Filistin Sorunu; farklı akademisyenler, yazarlar ve yorumcular tarafından son derece farklı bakış açılarıyla ele alınmıştır. Bu farklı bakış açıları, insanları tartışılmakta olan konu hakkında yeni sorulara ve araştırmalara sevk edebilmektedir. Bu kitapta da özünde toprak paylaşımının bulunduğu Filistin Sorunu; Yahudi liderlerin bakış açısı, değer yargıları, inançları ve tutumları açısından ele alınarak okurlarına farklı bir bakış açısı sunulmak istenmiştir.
Durdu Mehmet Burak Bu eser Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesine çıkışından Birinci Dünya Savaşı öncesi, Savaş dönemi ve sonrasına kadar Osmanlı Devleti üzerinde yazılan senaryoları, oynanan oyunları ve sahneye koyan figüranları arşivlerin tozlu raflarından çıkartarak tarihi gerçekleri okuyucuya ulaştırmak için özveriyle hazırlanan bir çalışmanın ürünüdür. Batılı sömürgeci devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki gerçek niyetlerini, savaşın gizli kalmış noktalarını, işgal güçlerinin amaçsız tutumlarını, yoğun istihbarat çalışmalarını ve buna direnen kahraman Türk milletinin azmini, dirayetini, karakterini ortaya koyan gerçek bir mücadelenin safhalarını gözler önüne seren mütevazı bir bilgi yumağıdır.
Ensar Küçükaltan Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri'nde Sékou Touré'nin şu cümlelerine yer veriyor:
“Bir eylemin özgün olması için Afrika'nın ve onun düşünce tarzının canlı bir parçası olmalısınız. Afrika'nın kurtuluşu, ilerlemesi ve mutluluğu için seferber olan bu halk enerjisinin bir parçası olmalısınız. Bu biricik mücadele dışında, Afrika'nın ve ıstırap içindeki insanlığın verdiği büyük savaşta halkla birlikte seferber olmamış ve kendini adamamış ne sanatçıya ne de aydına yer vardır”.
“Birleşik Afrika Mücadelesi”, kıtanın birlik olması adına mücadele vermiş bazı sembol isimlerin hayatlarının küçük parçalarını anlatıyor. Türkiye'de çok fazla incelenmemiş ve günümüzde bir ütopya olarak görülen Pan-Afrika fikrinin, gerçeğe dönebileceğine inananlara, fikrin temsilcilerinden örnekler sunuyor. Lumumba'dan Sankara'ya, Cabral'dan Azikiwe'ye kadar geniş bir yelpazedeki siyaset ve düşünce adamlarının Pan-Afrika yorumlarından faydalanarak Pan-Afrika'nın daha fazla tartışılmasını hedefliyor.
Kazim Murat Özkan Güvenliğe yönelik tehditlerden olan terör ve terörün yarattığı şiddeti ve şiddet korkusunu bilinçli olarak kullanan terörizmin birçok boyutu ve uzantısı bulunmaktadır. Bu nedenle, terörizmle mücadelenin stratejik bir süreç içerisinde yapılması başarıya katkı sağlayacaktır. Devletlerin uyguladıkları terörizmle mücadele stratejilerinden edinilen deneyimler değerli bilgiler içerebilir. Bu kapsamda Birleşik Krallık'ın, sahip olduğu tarihsel deneyimlerinden ve uygulamalarından hızlı bir şekilde sonuçlar çıkardığı, kurumsal belleğinden kaynaklanan gücü bir kuvvet çarpanı olarak kullanarak tedbirler geliştirdiği görülmektedir.
Bu kitapta; Birleşik Krallık'ın ulusal güvenlik anlayışı kapsamında güvenliğine tehdit gördüğü alanlarda bütüncül bir yaklaşımla terörizm tehdidine en iyi şekilde karşılık verebilmek için terörizmle mücadelenin temel göstergelerinin tüm yönleri ile belirtildiği Terörizmle Mücadele Stratejisi; tarihsel betimleme, mevcut ve öngörülen tehditlere karşı tedbirlerin alınmasına yönelik içerik, yöntemler altında analiz edilmektedir. Sonuç olarak terörizmle mücadele stratejisinin oluşturulmasında; içerik, yapılanma, kurum ve kuruluşlar arasında ve faaliyetlerde iş birliği yapılması ve eş güdümün sağlanması esasları belirtilmekte, terörizmle mücadele stratejisinin oluşturulmasında odaklanılabilecek alanlar ortaya konmaktadır. Bu bakımdan kitabın; güvenlik ve terörizm alanında çalışan akademisyenler, eğitimciler ve öğrenciler ile terörizmle mücadelede karar alma makamlarında bulunan personelin, mevcut uygulamaları sorgulamasında ve yeni strateji geliştirmesinde yol gösterici etkenlerden birisi olabileceği umulmaktadır.
Leonard J. SWIDLER, Reuven FIRESTONE, Mehmet ESGİN , Kenan ÇETİNKAYA Birlikte yaşama kültürü ve diyalog, huzurlu bir toplumun oluşmasında hayati rol oynayan olgulardır. Asırlar boyunca kendi geleneğimizde ve kültürümüzde yaşattığımız bu değerleri, yirmi birinci yüzyılda yeni okumalarla tekrar hatırlamalıyız. Bunu yaparken de birlikte yaşamanın genel esaslarından birisi olarak karşıdakini de dinlemeli ve onun da birlikte yaşama ilişkin neler düşündüğünü anlamaya çalışmalıyız.
Bu kitabı, işte bu açıdan düşünebilirsiniz. Beş farklı geçmişe sahip akademisyenin, birlikte yaşama ve diyaloğa dair kıymetli makalelerini bir araya getirdik. Katolik, Anglikan, Yahudi ve Müslüman bakış açılarıyla birlikte yaşama, önyargılar ve diyalog meselelerini ele alan elinizdeki kitap, Türkiye'deki diyalog ve birlikte yaşama kültürüne entelektüel düzeyde katkı yapmayı amaçlıyor.
Sait Vesek Suriyeli göçü Türkiye'de siyasi, toplumsal ve akademik tartışmaların önemli bir parçası hâline gelmiştir. Bu konunun önümüzdeki yıllarda da önemini koruyacağı aşikârdır. Zira Türkiye, dünyada en fazla Suriyeli mülteciyi barındıran ve bu göç sürecinden en çok etkilenen ülkelerden biridir. Bu kitap, Suriyelilerin hem iç savaş sırasındaki hem de Türkiye'deki mültecilik deneyimlerine odaklanmaktadır. Bu doğrultuda kitap; Suriyelilerin iç savaş sırasında Türkiye'ye gelmeden önce yaşadıklarını, Türkiye'ye geliş süreçlerini, bu araştırmaya temel teşkil eden saha çalışmasının yapıldığı Gaziantep ve İzmir'i neden tercih ettiklerini, iş gücü piyasasında ne ölçüde ve ne şekilde yer edindiklerini ne tür fırsat ve zorluklarla karşılaştıklarını, zorunlu göç mağduru olarak kentlerin zorlu yaşam koşullarında tutunma sürecinde ne gibi stratejiler geliştirdiklerini ele almıştır. Bunun yanı sıra Türkiye'de kalmak, Batı ülkelerine gitmek veya Suriye'ye dönmek isteyenlerin bu eğilimlerinin ardında ne gibi faktörlerin olduğu bu kitabın üzerinde önemle durduğu başlıklardandır. Kitabın Türkiye'de göç konusundaki tartışmalara katkı sunması dileğiyle…
Adem Fazlıoğlu Uluslararası toplum, 1992-95 yılları arasında bağımsız Bosna Hersek Cumhuriyeti'ne yapılan saldırıyı önlemekte ve isimlendirmekte uzun süre isteksiz davrandı. Sırplar tarafından Boşnaklara karşı işlenen soykırım suçu tüm Bosna Hersek'te gerçekleşmiş olmasına rağmen Uluslararası Adalet Divanı, yalnızca bir bölgede -Srebrenica'da- yaşananları “soykırım“ olarak kabul etti. Asıl failler olmalarına rağmen Sirbistan ve Karadağ soykırım yapmaktan değil önlememekten suçlu bulundular.
Soykırım yapanlar tarihte olmayan bir cumhuriyet ile ödüllendirildi. Soykırım yapanlar, olup biteni adil biçimde tanımak yerine inkârı, samimi bir şekilde özür dilemek yerine geçiştirmeyi seçtiler. Soykırım yapanlar; mağdurlara maddi ve manevi kayıpları tazmin etmek, verilen zararın sorumluluğunu üstlenmek, mağdurun travma öncesi eski hâline dönmesinin önemsendiğini göstermek yerine duymazlıktan geldiler. Sırplar soykırım fiilini işleyenleri kutsadılar, kahraman olarak karşıladılar, sokak ve caddelere isimlerini verdiler, çoğunu yargılamadılar, hak ettikleri cezayı vermediler hatta devlet memuru yaptılar.
Ders kitapları hâlâ bu doğrultuda düşmanlık ekiyor, ele geçirilen arazilerin sahiplerine verilmesinde zorluk çıkarılıyor. İnsan hakları, demokrasi ve bir arada yaşama konusunda üzerlerine düşeni yapmamakta direniyorlar. Bosna Hersek'in bağımsız bir devlet olarak devamına ve ekonomik gelişimine engel oluyorlar. Gençler ülkeyi terk ediyor ve maalesef soykırım “sessiz” olarak devam ediyor...
İbrahim Fevzi Güven Bosna Savaşı’nın üzerinden otuz yıl gibi bir süre geçmiş olmasına rağmen savaşın ortaya çıkmasında rol oynayan faktörlerle ilgili tartışmalar varlığını korumaktadır. Kuramsal çerçeve olarak Kopenhag Okulu güvenlikleştirme yaklaşımının kullanıldığı bu eserde, savaşa giden süreçte ayrılıkçı Sırp lider Radovan Karadziç ve Bosna-Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in izlediği kimlik ve güvenlik siyaseti masaya yatırılmıştır. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesindeki ifadeleri temel alınarak Karadziç’in, otobiyografi mahiyetindeki eserleri bağlamında ise İzzetbegoviç’in tutum ve politikalarının incelendiği bu çalışma aynı zamanda Bosna-Hersek’te gerçekleştirilen saha araştırması verilerine dayanmakta, böylece Boşnakların ve Bosnalı Sırpların gözünden savaş sürecini ve bu süreçte liderlerin oynadığı rolü ortaya koyarak literatüre özgün bir katkı sunmaktadır. Savaş sonrası süreçte kalıcı barış ve istikrarın ortaya çıkan siyasi krizlerle sürekli olarak sarsıldığı, savaş dönemindeki siyasi tezlerin ve amaçların büyük oranda varlığını koruduğu Bosna-Hersek’te 1990’larn başında ortaya konulan kimlik ve güvenlik siyasetinin anlaşılması, ülkede yaşanılan güncel siyasi çıkmazların anlaşılmasına ışık tutacaktır.
Ali Balcı, Ali Samir Merdan, Ayça Eminoğlu, Aydın Erdoğan, Bülent Sarper Sağır, Caner Kalaycı, Ekrem Yaşar Akçay, Fatma Taşdemir, Gökhan Telatar, Halil Emre Deniş, Marziye Memmedli, Orçun Mutlu, Sadat Demirci, Serkan Ünal, Umut Kedikli, Vahit Güntay, Yeşim Aydın, Yusuf Yıldırım Türkiye’nin coğrafi konumu Türk dış politikasına ilişkin tartışmalarda en fazla vurgulanan özelliklerinden biridir. Türkiye, coğrafi konumu itibarıyla farklı etnik gruplardan, kültürlerden, dinî inançlardan ve siyasi sistemlerden oluşan bölgelerin kavşağında bulunmaktadır. Bu bölgeler ile coğrafi yakınlığının yanında tarihsel, kültürel ve siyasal bağları Türkiye’yi söz konusu bölgelerde etkin bir aktör hâline getirdiği gibi, bu bölgelerden kaynaklanan sorunlardan etkilenmesine de neden olmaktadır. Dolayısıyla coğrafi konumu Türkiye için hem fırsatlar sunmakta hem de riskler yaratmaktadır. Komşu bölgelerde savaşların, darbelerin, devrimlerin, terörizmin, göçlerin, devletler arasında rekabetlerin ve çıkar çatışmalarının oldukça sık yaşanması bu bölgelerden kaynaklanan güvenlik sorunlarını öne çıkarmakta ve Türkiye’nin söz konusu bölgelerin sunduğu fırsatlardan yararlanmasını zora sokmaktadır. Ayrıca bu güvenlik sorunları Türkiye’nin dış politikadaki enerjisini komşu bölgeler üzerinde yoğunlaştırmasını gerektirmekte ve Orta ve Güneydoğu Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi uzak coğrafyalarda da aktif bir dış politika izleme çabalarını zora sokmaktadır. Bu nedenle komşu bölgelerdeki güvenlik sorunlarının ve Türkiye’ye olan etkilerinin iyi analiz edilmesi Türkiye’nin bu bölgelerin sunduğu fırsatlardan yararlanabilmesi ve dış politikadaki hareket alanını genişletebilmesi için bir zorunluluktur. Bu kitap çalışması da tam olarak bunu yapmayı amaçlamaktadır.
Bu kitap, Türkiye’nin komşu bölgelerden kaynaklanan riskleri doğru bir şekilde değerlendirmesinin bunları bölgesel güç rolü oynamaya yönelik olarak fırsata dönüştürebilmesinin ön koşulu olduğu düşüncesinden hareket etmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin komşu bölgelerdeki güvenlik sorunlarına yönelik politikalarını analiz etmeye odaklanan literatürdeki genel eğilimin aksine bu sorunların detaylı bir şekilde analiz edilmesi ve Türkiye üzerindeki etkilerinin incelenmesi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Böylece bu kitap, Karadeniz Havzası ve Kafkasya, Ortadoğu ve Akdeniz Havzası’ndan kaynaklanan güvenlik sorunlarını ve Türkiye üzerindeki etkilerini anlamaya yönelik kapsamlı bir analiz sunarak literatürdeki boşluğu doldurmayı hedeflemektedir.
Behçet Kaldık, Fethi Nas, Habibe Temizsu, Hıdır Apak, Kamil Şahin, Mehmet Anık, Melih Sever, Oktay Tatlıcıoğlu, Rıdvan Şimşek, Rukiye Şimşek, Selda Adiloğlu Tarihsel olarak uzun bir geçmişe sahip olan göç olgusu, günümüzde farklı alanlarda etkisini daha çok hissettirmektedir. Son yıllarda gerek bölgesel gerekse de küresel ölçekte yaşanan birtakım sorun ve gelişmelerle birlikte uluslararası göçlerde niceliksel bir artış yaşanmıştır. Bu durum, küresel boyutta bir etki yaratarak yeni tartışmalara yol açmıştır. Elinizdeki kitap, farklı pencerelerden uluslararası göçü incelemekte, mevcut tartışmalara kavramsal ve kuramsal bağlamda katkı sağlamaktadır.
Genel olarak uluslararası göçler neticesinde toplumsal uyum, kimlik, ekonomi, istihdam ve eğitim gibi pek çok alanda çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Yaşanan bu sorunlar, aynı zamanda ev sahibi toplumu da farklı boyutlarda etkilemektedir. Devletler ise bu sorunların çözümü için birtakım sosyal politikalar üretmekte, bu kapsamda asimilasyon, entegrasyon ve çokkültürcülük gibi farklı uygulamalar söz konusu olabilmektedir. Ayrıca göçlerin insan hakları boyutu da önem taşımaktadır. Mevcut kitapta tüm bu konular ele alınarak tartışılmaktadır.
Kitapta; küresel çaptaki uluslararası göçlerin niteliği ve etkisi farklı boyutlarıyla tartışılmakta, bu tür göçlerin bölgesel etkileri bağlamında Türkiye örneği ayrıca ele alınmaktadır. Uluslararası göçler çerçevesinde Anadolu topraklarına yüzyıllarca çeşitli göçler yapılmıştır. Bilakis Türkiye, son zamanlarda bahse konu göçlerden önemli derecede etkilenmiştir. Bu durum ise Türkiye'nin göç politikalarını belirleyerek yeni tartışmaları beraberinde getirmiştir. Tüm bu tartışmaların incelendiği mevcut kitap, uluslararası göçlere yönelik geniş bir perspektif sunarak ufuk açıcı bir tartışma alanı sunmaktadır.


Ahmet Özkan, Aymene Hadji, Barış Adıbelli, Cantürk Caner, Fırat Purtaş, Gökhan Telatar, Hüsamettin İnaç, Meysune Yaşar, Mustafa Yetim, Nurbanu Kesgin, Yunus Turhan Türkiye, bölgede ve kürede özgül ağırlığı olan bir devlet olmasının yanı sıra kadim medeniyeti ile de üzerinde dikkatle durulması ve incelenmesi gereken bir ülkedir. Yaşadığı tarihsel tecrübe, sahip olduğu medeniyet kodları ve birikimiyle dünya siyasetine yön veren bir etki kapasitesine sahiptir. Bunun yanı sıra Türkiye, bulunduğu coğrafyanın jeopolitik özelliklerine bağlı olarak pek çok devletle etkileşime açık bir pozisyona sahiptir. Dolayısıyla Afrika'da, Avrupa'da, Asya'da, Orta Doğu'da ya da Körfez'de yaşanan herhangi bir gelişmenin Türkiye'ye etki etmeyecek bir hüviyete sahip olması ve Türkiye'nin de buna kayıtsız kalması olası değildir. Bu sebepten ötürü Türkiye'nin bölgesel ve küresel ilişkiler bağlamında yürütmüş olduğu dış politika önemlidir ve ayrıntılı bir şekilde ele alınmaya muhtaçtır. Özellikle 11 Eylül 2001 terör saldırıları ile birlikte değişen ve dönüşen küresel sistem, 2002 yılı ile birlikte iktidara gelen Erdoğan liderliğindeki AK Parti'nin dış politik hamlelerini, bölgesel ve küresel ilişkiler ekseninde ele almayı zaruri hâle getirmiştir.
Nitekim bu çalışma, 2002 yılında Erdoğan liderliğindeki AK Parti'nin iktidara geldiği zaman diliminden günümüze kadar uzanan süreci kapsamaktadır. Bu çerçevede Erdoğan dönemi Türk dış politikası, seçilen ülkeler ve bölgesel ilişkiler etrafında incelenerek iki ana eksen üzerinden dizayn edilmiştir. Küresel hegemon güç olan ABD ve Rusya, Asya'nın kilit ülkesi Çin, Türkiye'nin sınır komşusu olan İran ve Yunanistan'ın Türkiye ile ikili ilişkileri, Erdoğan döneminde izlenen dış politika üzerinden analiz edilmiştir. Diğer yandan Erdoğan dönemi Türkiye'sinin Avrupa Birliği ile olan ilişkisi; Orta Doğu, Körfez, Afrika ve Orta Asya'daki devletlerle kurduğu münasebetler de bölgesel düzeyde ayrı ayrı irdelenmiştir.
Ezcümle, on bölümden oluşan, bölgesel ve küresel ilişkiler bağlamında Erdoğan dönemi Türk dış politikasını irdeleyen bu çalışma, birbirinden kıymetli akademisyenlerin katkılarıyla vücut bulmuştur. Dolayısıyla bu kitap, bahsi geçen konulara ilgi duyan herkes için önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır.
Abdullah Arslan, Alaaddin F. Paksoy, Antonios Alexandridis, Bezen Balamir Coskun, Chrysanthi Athanasiadou , Deniz Halman Tomaka, Dimitrios Triantaphyllou, Effie Charalampaki, Eirini Aikaterini Barianaki, Erman Ermihan, Hazel Çağan Elbir, Ioanna M. Kostopoulou , Ioannis Choulis, Jegar Delal Tayip, Kleopatra Moditsi, Marius Mehrl, Mary Drosopulos, Müge Dalkıran, Nur Sinem Kourou, Polen Türkmen, Ronald Meinardus, Selin Siviş, Yvonni Efstathiou This book is a labor of love inspired by the continuous interaction and interaction between young Greek and Turkish participants in numerous forums that the two editors have nurtured for close to a decade. In an international order dominated by hostility, distrust and negative stereotypes, dialogues across borders are a positive response. The conflict between Greece and Turkey is considered one of the most complex conflicts in Europe, and possibly beyond. For decades, the bilateral strife has repeatedly led insecurity as well as periodic violence and war. Also, in this part of the world, the past weighs heavily on the present. What happened long ago determines what happens today and may stand in the way of a peaceful future, or even in imagining one. Conflicts bedevil the bilateral relationship on multiple fronts. As in other cross-border rivalries, we are witnesses to dynamic developments as new contentious issues have emerged to complicate the agenda.
With an eye on what the two sides can do together; this book presents original research co-written by at least one Greek and one Turkish scholar with the objective to provide policy recommendations that could help in bridging the gaps to enhance Greek-Turkish dialogue and cooperation.
Feriştah Yılmaz Avrupa Birliği'nin Schengen sonrası sınırlarında artan sorunlara karşı bir önlem olarak geliştirdiği Bütünleşik Sınır Yönetimi modeli, Avrupa Birliği'nin Genişleme Politikası ile aday ülke konumunda olan ve Balkanlar sınırının en doğusunda bulunan Türkiye'yi de etkilemiştir. Kitapta Avrupa Birliği'nde değişen güvenlik yaklaşımının sınırlar üzerinde etkisi Avrupa Birliği'nin dış güvenliğe dair politikaları çerçevesinde değerlendirilerek bütünleşik sınır yönetimini hazırlayan süreç Avrupa Konseyi'nin anlaşmaları ve zirveleri çerçevesinde temellendirilmektedir. Küreselleşme sonrası güvenlik sorunlarının etki alanının genişlemesi, güvenli ve serbest dolaşımın Avrupa Birliği üye ülkelerinde yayılmasının sağlanması ve güvenlik konusunda tüm ülkelerin ortaklaşa bütünleşik bir model oluşturması amacıyla oluşturulan Bütünleşik sınır yönetiminin temeli, şartları ve kuralları detaylı bir şekilde açıklanmaktadır. Avrupa Birliği'nin dış güvenlik hakkındaki kararlarının transit ülke konumda bulunan Türkiye üzerindeki etkisi sınırla ilgili alınan kararlar, değişen kurumlar ve devam eden süreç çerçevesinde ele alınmaktadır. Özellikle Türkiye'nin mevcut mevzuatı sınır çerçevesinde ele alınmakta, sınırdaki aktörler, roller ve sorumluluklar belirlenerek ideal sınır yönetimine dair tespit ve öneriler belirlenerek bir çerçeve çizilmektedir. Bu kitabın Avrupa Birliği sınırları ve bir sınır yönetim modeli olarak Bütünleşik Sınır Yönetimi konusunda bilgi sahibi olmak isteyen ve bu konuda çalışmak isteyen kişiler için yol gösterici olacağı düşünülmektedir.

Kenan Şahin Bu kitapta, İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa'da somutlaşan ulus-üstü bütünleşme sürecinin, milliyetçilik ideolojisiyle gerçekleştirilen ulusal bütünleşme süreçlerine kıyasla farklılıkları ve benzerlikleri kavramsal-kuramsal çerçevede sunulmaktadır. Bu bağlamda ulusal bütünleşme süreçlerinin sonucu ulus-devletlerin milliyetçilik ideolojisi aracılığıyla inşa ettiği uluslar ile buna dayalı ulusal egemenlik ve kimlik anlayışlarından farklı, yeni bir egemenlik ve kimlik anlayışının Avrupa'daki ulus-üstü bütünleşme süreciyle yaratılıp yaratılamadığı tartışılmaktadır.
Fahri Türk Orta Asya araştırmalarında ele alınan önemli konular arasında “Orta Asya'da Dış/Büyük Güçler”, başı çekmektedir. Batı'da birçok üniversitede bu konu hakkında seminerler düzenlenmek suretiyle Orta Asya bölgesinde nüfuz mücadelesi veren aktörlerin, bölgeye yönelik politikaları deşifre edilmeye çalışılmaktadır. Ancak dış güçlerin ülkeler özelindeki politikaları pek araştırılmamaktadır. İşte tam da bu yüzden bu kitapta; Rusya, Çin, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, İran ve Türkiye'nin Tacikistan politikaları ayrıntılı olarak masaya yatırılmaktadır. Dolayısıyla bu çalışmanın önemli görevlerinden birisi de hiç kuşkusuz Türk üniversitelerindeki Orta Asya araştırmaları bağlamında bu konuya dikkat çekmektir. Diğer yandan bu kitabın en önemli ayırt edici özelliği, dış güçlerin Orta Asya bölgesine yönelik politikalarını genel bir bakış açısından ziyade bölgedeki belli bir aktör (Tacikistan) açısından kaleme almış olmasıdır. Bu minvalde bu eser hem siyasal karar alıcılar ve akademisyenler hem de Orta Asya hakkında araştırmalar yapan lisansüstü öğrenciler için bir başucu eser olma özelliğine sahiptir.
Adil Calap Kırım Savaşı (1853-1856) küçük çaplı bir dünya savaşıydı fakat I. ve II. Dünya savaşlarının gölgesinde kalarak hak ettiği laboratuvar değerini görememiştir. Kırım Savaşı'nın çıkış nedeni; İngiltere ve Fransa'nın, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması'yla birlikte Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğu üzerinde sahip olduğu siyasi nüfuzuna son vermek ve imparatorluğun kaderini kendi menfaatlerine göre belirlemekti.
Batılı rekabetçi büyük güçler, geleneksel Osmanlı-Rus düşmanlığını egemenlik alanlarını genişletmek için ustaca kullanmışlar ve Osmanlı Devleti'nin geleceğini de kendi kontrolleri altına almışlardı.
Bu kitapta, diplomatik faaliyetler ışığında çok kutuplu uluslararası bir sistemi kendi menfaatlerine göre yeniden düzenlemeye çalışan rekabetçi büyük güçlere ait yayılmacı stratejiler ile bu güçler arasında yaşanmış savaş ve barış süreçleri ortaya konulmuştur.
Kırım Savaşı'nda yaşananlar, yirmi birinci yüzyılın rekabetçi büyük güçleri arasında ortaya çıkabilecek muhtemel savaş ve barış süreçleri üzerine değerli dersler sunmaktadır. 24 Şubat 2022'de başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı'nda büyük güçlerin nasıl konumlanabileceğine ve onlara özgü jeopolitik menfaatlerle ilgili stratejilerinin nasıl anlaşılabileceğine ilişkin önemli ipuçları sunmaktadır.
Eğer Kırım Savaşı günümüz çok kutuplu sisteminde Rusya ile diğer büyük güçler arasındaki çatışmalara anlamlı dersler sunacak bir laboratuvar işlevi görmeseydi, tarihte yaşanmış önemli olayların uydurma, aldatma ve yalan olduğu söylenebilirdi.
Hakan Kaya, İclal Akın, İskender Karakaya, Murat Cihangir, Musa Çakır, Osman Ercan, Özgür Yılmaz, Serdar Çukur, Yılmaz Ulvi Uzun, Yusuf Çınar, Zeki Uçar COVID-19 pandemisi sebebi ile dünya düzeni sadece son üç yılda, daha önceki yüzyıllarda olmadığı kadar çok hızlı bir şekilde değişmiştir. Ülkeler ve insanlar arasındaki hızlı etkileşiminde etkisi ile tüm dünyaya kısa bir süre içerisinde yayılan COVID-19 pandemisi artık yeni bir dünya düzeninin kurulmasını ve insanların bu yeni düzene uymasını kaçınılmaz kılmıştır.
Bu kitap, COVID-19 pandemisinin dünya ekonomisinde yarattığı durgunluğu analiz ederek radikal eğilimleri nasıl arttırdığını ve terör örgütlerinin davranışlarında hangi değişikliklere sebep olduğunu ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda COVID-19 pandemisi neticesinde dünya, çok önemli siyasal gelişmelere tanıklık etmektedir. Nitekim ABD'nin Afganistan topraklarından geri çekilmesiyle birlikte Taliban'ın yönetimi ele geçirmesi, terör örgütlerinin pandemi süresince zayıflayan devlet otoritesini devralması hususunda önemli bir örnek teşkil etmektedir.
Bu eser; COVID-19 salgınının dünya ve Türkiye ekonomisinde yaratmış olduğu sorunları, radikalleşmeyi, terör ve terör örgütlerinin davranış tarzlarını interdisipliner yöntem ve güncel çalışmalarla bir araya getirmiştir.
Ahmet Ceylan, Ahmet İlkay Ceyhan, Armağan Ozturk, Ayşe Yarar, Burak Samih Gulboy, Cağlar Ozer, Cansu Arısoy Gedik, Cenk Ozgen, Cumhur Kartal Yıldız, Deniz Tansi, Eren Alper Yılmaz, Fahri Erenel, Fikret Birdişli, Gamze Helvacıkoylu, Guney Ferhat Batı, Hasret Comak, Haydar Cakmak, Huseyin Yeltin, Mehmet Babacan, Mustafa Cakır, Mustafa Nail Alkan, Nazif Mandacı, Oğuzhan Goksel, Oğuzhan Manioğlu, Oncel Sencerman, Ozan Ormeci, Segah Tekin, Serdar Cukur, Serdar Yılmaz, Serhan Unal, Sezgin Mercan, Sina Kısacık, Şebnem Udum, Temmuz Yiğit Bezmez Doç. Dr. Ozan Örmeci ve Doç. Dr. Eren Alper Yılmaz'ın editörlüğünü yaptıkları bu özel çalışmada, Türk dış politikasının farklı konularında uzmanlaşan duayen akademisyenler ile birlikte genç akademisyenler ve akademisyen adaylarının “Cumhuriyet'in 100. yılında nasıl bir dış politika?" sorusuna verdikleri yanıtları okuyabileceksiniz.
Eserin, Cumhuriyetimizin 100. yılını taçlandırmak adına iyi niyetli bir çaba olarak değerlendirilmesi ve genç akademisyenlere, araştırmacılara rehber olması dileğiyle...
Akif Bahadır Kaynak, Ayşegül Ün, Aziz Balcı, Başak Naz Şimşek, Burak Güneş, Bengül Bolat, Ceren Gürseler, Çiğdem Elbir, Ayça Eminoğlu, Çiğdem Şahin, Ersin Embel, Fikret Birdişli, Hakan Küçük, Mehmet Çağatay Abuşoğlu, Mehmet Turan Çağlar, Merve Suna Özel Özcan, Metin Çelik, Seyfi Kılıç, Sinan Baran, Sinem Ünaldılar, Şennur Özdemir, Ayça Eminoğlu, Tuğçe Uraler Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yıl dönümü, birçok bilim alanında çok sayıda akademik çalışmanın üretilmesi için önemli ve değerli bir vesile teşkil etti. Türk dış politikası da bu önemli yıl dönümünün en çok ele alınan konularından biri oldu. Cumhuriyet’in 100. yılında Türk Dış Politikasını tartışmak üzere 4-5 Mayıs 2023 tarihinde Altınbaş Üniversitesi’nce düzenlenen “Cumhuriyet’in 100. Yılında Türk Dış Politikası: Tarih, Kuramlar, Aktörler, Meseleler” başlıklı konferansta sunulan bildirilerden yola çıkarak derlenen bu kitapta Türk dış politikası tarihinin yanı sıra, yumuşak güç unsurları, güvenlik ve göç gibi başlıca temalarla birlikte Avrupa, Orta Doğu ve Avrasya bölgeleriyle olan ilişkileri ele alan değerli çalışmalar yer almaktadır. Bunun yanında, konferansın açılış oturumunda alanın kıdemli isimlerinin katılımıyla Türk dış politikasının 100 yıllık seyrinin, geleceğe dair projeksiyonlar eşliğinde ele alındığı tartışmalar da kitapta okuyucuya sunulmaktadır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, “Cumhuriyetin 100. Yılında Türk Dış Politikası Yazıları” başlıklı kitabımızın gelecek yıllarda yapılacak yeni tartışmalara mütevazı bir katkı sunacağına inanıyoruz. Eski ve yeni kuşak akademisyenlerin çalışmalarını bir arada sunan bu kitabı beğenerek okuyacağınızı umarız.
Saadettin Yağmur Gömeç, Salih Yılmaz, Victoria Bilge Yılmaz 21. yüzyıla girmeden kısa bir süre önce aniden Türk Dünyasının ufku açıldı. Herkesin bildiği üzere Türkistan'daki Türkler birer birer bağımsızlıklarına kavuştular. Bugün aralarında dil ve kültürce pek ayrılık olmayan 300 milyona yakın bir Türk topluluğu, Asya'dan Avrupa'ya kadar dünya nüfusunun önemli bir kısmını meydana getirir hâle geldi.
Türk Dünyası, her bakımdan milletlerarası stratejilerde etkili bir güç olmaya başladı. Buna bağlı olarak Türkiye, başta Türk Cumhuriyetleri olmak üzere bölgede güvenebileceği devlet ve topluluklarla siyasi münasebetlerini kuvvetlendirmeye başladı. Türkiye, tüm Türk Dünyası için her açıdan müttefik olunan veya yardım beklenen ülke konumuna geldi.
Kafkasya, Balkanlar ve Orta Doğu'nun kesişme noktasında bulunan Türkiye'nin çıkarları, Türk Dünyası ile yakından bağlantılı hâle gelmiştir. Dünyada yeni iş birliklerinde Rusya ve Çin gibi ülkeler önemli mesafeler kat etmişlerdir. Yani Türkiye'nin yönünü sadece Batı'ya çevirdiği dönem sona ermiş aynı zamanda Doğu politikası da aktif hâle gelmiştir.
Bu kitabımız; çağdaş Türk Dünyasındaki devletleri, toplulukları, uluslararası kuruluşları ve kurumları detaylı olarak anlatmaktadır. Üniversitelerde ders kitabı olarak da okutulmaktadır. Akademik hakem incelemesinden geçmiş ve onaylanmıştır.
Ayrıca Devlet Personel Başkanlığı, Bakanlıklar, MEB ve YÖK'ün yaptığı sınav programları doğrultusunda (KPSS, ALES, DGS, Polis MYO, Askeri Okullar, Milli Savunma Üniversitesi Askeri Öğrenci Aday Belirleme Sınavı, JANA: Jandarma Astsubay Temel Kursu Giriş Sınavı, Kaymakamlık: İçişleri Bakanlığı Kaymakam Adaylığı Giriş Sınavı, MEB-EKYS: Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumlarına Yönetici Seçme Sınavı, İhtisas Sınavları, Yurtdışı Görevlendirme, T.C. Dışişleri Bakanlığı Aday Meslek Memurluğu, Aday Konsolosluk ve İhtisas Memurluğu) en son güncellemeler yapılmış iyi bir bilgi kaynağıdır.
Duygu Çağla Bayram Coğrafya tarih boyunca önemli olmuştur. Jeopolitik açıdan bakıldığında politik güçlerin çıkarları doğrultusunda coğrafya algısına yön verdiği görülür. Hint-Pasifik kavramsallaştırması tam olarak böyle bir yaklaşımın ürünüdür. 19. yüzyılda büyük bir güç ve bölgesel bir hegemon olarak ortaya çıkan ABD'nin uluslararası sistemdeki gücü sorgulanmaktadır. Çin’in hızla yükselişi nedeniyle Asya’ya yüzünü yeniden çeviren ABD, kurduğu düzeni korumaya çalışmaktadır. Burada bir diğer yükselen güç olarak Hindistan önem kazanır. Çin’e yönelik benzer kaygılar taşıyan ve Çin’'in hegemon oyuncu olduğu bir düzeni istemeyen ABD ile onun bölgesel müttefikleri ve diğer bölge devletleri ile Hindistan ortak paydada buluşmaktadır. Bu sayede vücut bulan Hint-Pasifik kurgusu 20. yüzyılda Asya-Pasifik fikriyle kurulan bölgesel düzenin 21. yüzyıldaki uyarlamasıdır. Hint-Pasifik kavramının jeopolitik eksende akademik literatüre kazandırılması 14 yıllık bir zaman dilimine denk gelse de kavram son 10 yıldır bölge devletlerinin (ve son 3 yıldır Avrupa devletlerinin) dış politika sözlüğünde yer almaya başlamıştır.
Bu kitap, Hint-Pasifik anlatısına yön veren temel dinamikler olarak ABD ve geleneksel müttefikleri Japonya ve Avustralya ile stratejik ortağı Hindistan’ı Hint-Pasifik ölçeğinde ve Çin faktörü ekseninde (jeo)politikalarını tartışmakla beraber Hindistan'ın anılan üç ülkeyle ve Çin’le ilişkilerini mercek altına alarak Hint-Pasifik’te konumlanan dış politika davranışına ışık tutmaktadır. Bu doğrultuda Hindistan’ın geleneksel ittifak karşıtlığına verdiği önem ile geliştirdiği hiyerarşik stratejik ortaklıklar sayesinde yürüttüğü proaktif dış politika yapısından hareketle ülke içindeki politik ve akademik tartışmaları dikkate alan yeni bir bakış açısı sunulmakta ve Hindistan dış politikası üzerine “konjonktürel bağlantısızlık” ve “bağlantısız dengeleme” kavramsallaştırmaları ortaya konmaktadır. Söylem ve belge analizi yöntemleriyle kavramsal ve süreç odaklı tartışmalar yürüten ve konuya ilişkin önemli isimlerle sağlanan kişisel görüşmelerle vücuda gelen bu kitap, uluslararası ilişkiler teorisi olarak Realist ve onun yol arkadaşı Jeopolitik ve ayrıca Konstrüktivist prizmadan uygulamalı yaklaşımlar geliştirmiştir. Dolayısıyla kitabın amacı, bugün uluslararası ilişkilerde yer edinmeye başlayan Hint-Pasifik anlatısı ile Hindistan dış politikası üzerine kavramsal, söylemsel, teorik ve uygulama ekseninde özgün, kapsamlı, sistematik, akıcı ve yenilikçi bir tartışma yürüterek literatürde bir ilke imza atmaktır.
Fulya Köksoy Telaffuz edilirken bir araya gelmeleri çok kolay olan iki kavram: ÇATIŞMA ve ÇÖZÜM. Realitede ise tam tersi bir durum söz konusudur. Çatışma çözümü, göründüğü kadar kolay olmayan, bu noktada başta sabırla beraber pek çok dinamiğin gerekli olduğu multi-disipliner bir alandır. İç silahlı çatışmaların çözümüne yönelik büyük resme odaklanan bu çalışma, aynı zamanda günlük hayatın doğal bir uzantısı olan çatışmaların çözümüne yönelik ipuçları da sunmaktadır.

”Yapmamız gereken hiç durmadan barış süreci için çalışmaktır.
Çünkü barış için çalışmayı durdurduğumuz gün en tehlikeli gündür. Eğer çatışmaların yeniden başlayacağını düşünüyorsanız, bu daha tehlikeli bir düşüncedir.”
İrlanda Eski Başbakanı Bertie Ahern

“Evet, yutmamız gereken büyük kurbağalar var ama barışa ancak böyle varılıyor."
Kolombiya Eski Devlet Başkanı Juan Manuel Sontos

“Bir şeyi çözmeye çalışıyorsanız, mevcut durumun tahammül edilemez olduğuna dair
geniş bir kabulün olması gereklidir.”
İrlanda Eski Başbakanı Bertie Ahern

“Barış, herkes için zafer.”
Kolombiya Eski Devlet Başkanı Juan Manuel Santos

“Günlük hayatın doğal bir parçası olan çatışmaların, farklı coğrafyaları
yangın yerine çeviren iç silahlı çatışmalara dönüştüğü günümüz dünyasında,
BARIŞ'a giden yol için ASLA VAZGEÇME!”
Nasuh Uslu Çeyrek asrı aşan bir çabanın ürünü olan bu kitap, yaklaşık yetmiş yıldır Türk dış politikasının en önemli boyutunu oluşturan Türk-Amerikan ilişkilerini bütün yönleriyle ve tarihsel gelişimi bağlamında masaya yatırmaktadır. Genel olarak Türk dış politikasıyla, özel olarak da Türk-Amerikan ilişkileriyle ilgilenenler açısından başucu niteliğinde bir eserdir. Uluslararası ilişkiler alanında eğitim alan lisans ve lisansüstü öğrenciler eserde derslerinde ve araştırmalarında faydalanacakları çok şey bulacaktır. Türk dış politikası ve dış politika analizi uzmanları açısından da eser, her zaman ihtiyaç duyabilecekleri faydalı bir referans niteliğindedir.
Kitapta Türk-Amerikan ilişkileri teorik bir tabana oturtularak analiz edilmiş ve sonuçları da teorik çerçevede değerlendirilmiştir. İlişkiler tematik ve kronolojik olarak ele alınırken şu konulara yer verilmiştir: ittifak ilişkisinin başlangıcını oluşturan Truman Doktrini, 1950'lerde Orta Doğu'da Bağdat Paktı ve diğer gelişmeler çerçevesinde yoğun iş birliği, Türkiye'nin ABD'yle ittifak ilişkisinden dolayı dâhil olduğu Küba Krizi ve bu durumun ilişkilere yansıması, 1960-1980 döneminde askerî ilişkilerde yaşanan sorunlar, 1960'ların sonunda ve 1970'lerde ilişkileri gereksiz yere sıkıntıya sokan haşhaş sorunu, Kıbrıs sorunu bağlamında yaşanan askerî ambargo sarsıntısı, Özal Dönemi'nde ilişkilerde sıkıntılı canlanma, 1990'larda Irak sorunu ve Çekiç Güç çerçevesinde zemini gevşeyen ilişkiler, Soğuk Savaş sonrasında ilişkilerin yeni ortamı ve sorunları, Ak Parti Dönemi'nde Orta Doğu'da dibe doğru çekilen ilişkiler, yine bu dönemde ilişkileri etkileyen faktörler ve ilişkilerin genel gidişatı.
İsmail Ermağan Türkiye için dünyada en özel ülkelerin başında geliyor Almanya.
3 milyon insanı orada yaşıyor.
Almanya Cumhurbaşkanı Sayın Frank-Walter Steinmeier 2024 yılındaki Türkiye gezisinde yanında döner getirdi, sağ olsunlar! Buna ilaveten Alman(ya) Türkleri sinemadan sağlığa, mühendislikten pedagojiye çok alanda değerler kattı bu ülkeye, unutmasınlar.
Her türlü ilintili sebepten ötürü stratejiktir bu ülkeyi bilmek.
Tarihini, kültürünü, Berlin'ini, Münich'ini, Max Weber'i, Martin Luther'i, çalışkanlıklarını, disiplinlerini, prangalarını, toplumunun aşırıcı kesimlerini vb. bilmek, araştırmak icap ediyor.
Fakat!
Küresel açıdan bakılınca bu denli kalkınmış-sanayileşmiş-teknolojikleşmiş, AB üssü konumundaki Almanya hakkında Türkiye kamuoyunda, kanımızca, yeteri kadar bilinç yok.
Türklere “zor arkadaş” deseler de Türkler, Almanlar için son derece önemli.
Bu kitap, bu hedef doğrultusunda hazırlandı.
Konular çerçevesinde, gerek Almanya'dan gerekse Türkiye'den şu bilirkişilerin görüşleri alındı: Siyaset bilimci Bülent Güven, Prof. Dr. Burak Gümüş, Dr. Michael März, Faruk Kurtulmuş, Dr. Christian Johannes Henrich, Prof. Dr. Giray Saynur Derman, Dr. Ahmet Bülbül, Prof. Dr. İsmail Şahin, Doç. Dr. Çiğdem Nas, Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger, Prof. Dr. Murat Önsoy, Yasin Baş, Dr. Latif Çevik, Dr. Caner Aver, Dr. Yaşar Aydın, Doç. Dr. Yusuf Yıldız, Dr. Mustafa Acar, Dr. Atanur Kara, Dr. Ahmet Tarık Ergüven ve Dr. Elif Ermağan.
Özellikle yakın dönem analizleri ile bu kitabın; dışişleri yetkilileri, siyasi danışmanlar, iş dünyası, medya ve öğrenciler için oldukça ilgi uyandırması bekleniyor.
Ensar Küçükaltan Çin-Afrika ilişkileri, 2000 yılından sonra daha belirgin olmaya başladı. Bağımsızlık süreçlerinde önemli destekler verdiği kıta ile tekrar yakınlaşmaya başlayan Çin, devasa ekonomik gücü ile pek çok bölgede büyük projelere imza attı. Peki, kazan-kazan stratejisi kapsamındaki ikili ilişkilerde, kim, ne kadar kazandı?
Bu çalışma, "üçüncü dünyanın lideri" olarak görülen ve aynı zamanda küresel bir güç olan Çin'in, Doğu Afrika'da bulunma sebeplerini, yumuşak güç stratejisi kapsamında ele almaktadır. Eğitim, kültür, medya, insani yardım gibi yumuşak güç etkenlerinin bölgedeki etkileri incelenirken yatırım, ulaşım, altyapı, tarım gibi hususların da aynı kapsamda, ne derece etkili yumuşak güç etkenleri hâline dönüşebildiği tahlil edilmektedir.
Bu bağlamda, Doğu Afrika'nın üç önemli ülkesi; Kenya, Tanzanya ve Uganda'nın, Çin ile ilişkilerinin tarihi incelenmiş, ilişkilerin bugününe dair gözlemler aktarılmış ve geleceğe dair çıkarımlara yer verilmiştir. Güç literatürünün de tartışıldığı çalışma, yumuşak güç kavramının günümüzdeki farklı yorumlarına odaklanmış ve Çin-Afrika ilişkileri özelinde, yeni bir çerçeve çizmeye çalışmıştır. “Müttefik Çin” ve “Tehdit Çin” algılarının değerlendirildiği çalışmanın, iki görüşün, çok boyutlu tartışılmasına katkı sağlaması umulmaktadır.
Abdürreşit Celil Karluk Fei Xiaotong'a göre, Çinlilik aslında bir kar topu gibidir. Çevresindeki yabancıları kendine yapıştırmak suretiyle büyüyen, çekirdeğinde Huaxialığın bulunduğu, politik sınırları içindeki Çinli olmayan yabancıların sosyal ve kültürel olarak asimile edilmesi sürecidir. Çinliliği yaşatan Çinliler, kendilerini daima ötekilerden ayrı ve üstün tutmuşlardır.
Çin, sosyolojik açıdan genel olarak kültürel Çin ve politik Çin diye ikiye ayrılabilmektedir. Kültürel Çin, Çinliliği oluşturan bütün unsurların tamamen hâkim olduğu, farklılığın esasen bulunmadığı homojen bir gerçekliktir. Politik Çin ise, Çin'in hegemonyasına daha sonra dâhil edilen, Çin'e bağımlı veya dolaylı olarak yönetilen Çinli olmayan halkların yaşadığı bölgelerdir. Çin tarihinde kültürel Çin daima politik Çin'i yutmak ister, bunun için de strateji geliştirir, ısrarla uygular. Politik Çin, kültürel Çin'e dönüştüğünde ise yeniden bir politik Çin inşa edilir. Politik Çin çoğu zaman Çin'e hâkim olan yabancılarca inşa edilmiştir.
Bu çalışma; Çinliliği ve Çinliliğin hâkim olduğu düzendeki ötekiler ile onların yönetilmesi sürecinde uygulanan stratejileri, Çinlilik içinde Çinli olmayan halkların sosyal ve kültürel olarak bütünleştirilme süreçlerini sosyolojik açıdan ele almıştır. İşlenen ilgili konular; ÇKP iktidarının Doğu Türkistan, Tibet ve Hong Kong'daki gayri insani uygulamaları ile dinlerin Çinlileştirilmesi, eğitim kurumlarında yabancı kaynakların yasaklanması ve borç diplomasisi, kredi tuzağı gibi Çin'e özgü durumların anlaşılmasında yardımcı olacaktır.
Anıl Çağlar Erkan Uzun yıllar boyunca titizlikle yürütülen bir araştırmanın ürünü olan bu kitap, son yirmi yıldır uluslararası ilişkilerin en önemli unsurlarından birisi hâline gelen enerji politikalarını kavramsal, kuramsal ve pratik açıdan çok boyutlu olarak incelemektedir.
Dr. Erkan, hem yazın hem de pratikte oldukça karmaşık bir hâl alan küresel enerji ilişkilerini sade ve yetkin bir dille anlatmakla kalmayıp siyasal, askerî ve ekonomik önemi günden güne artan iki küresel aktör Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti'ni inceleyerek merkezine Batılı ülkeleri koyan yazına meydan okumaktadır.
Tüm dünyayı ve bölgemizi yakından ilgilendiren Kutup İpek Yolu ve Kuşak-Yol Projesi gibi uluslararası projeleri de ihtiva eden bu kitap, hem enerji alanındaki araştırmacılar hem de siyasi karar alıcılar ve uygulayıcılar için bir başucu kitabı niteliğindedir.
Dr. Ahmet Ateş
Murat Ercan Geçmişten günümüze Türk dış politikası, gerçekleşen küresel önemdeki olaylara ve hızla değişen koşullara paralel olarak, sahip olduğu yeni anlayış çerçevesinde sürekli olarak tartışıla gelmektedir. Özellikle Soğuk Savaş sonrası döneme kadar, Türk dış politikası içe kapalı bir seyir izlemiştir. Bu süreçte Türk karar vericileri; terör, Kürt, Kıbrıs ve Ermeni sorunları gibi temel çatışmaları çözüme kavuşturmak için uğraşmışlardır. 2000’li yıllarda Türkiye, coğrafî, siyasî, ekonomik ve kültürel anlamda çok boyutlu jeopolitik konumu sebebiyle; bölge-merkezli çok yönlü bir dış politika izleyecek güçlü bir ülke olma imkânı yakalamıştır. Çünkü Türkiye Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Asya stratejik koridoru vasıtasıyla Asya-Pasifik Bölgesi’ne siyasî ve ekonomik olarak uzanabilecek büyük bir hinterlanda sahiptir. “Değişen Dünyada Türk Dış Politikası” başlığını taşıyan bu kapsamlı çalışma, Türkiye’nin alanlarında uzman akademisyenlerini bir araya getirmiştir. Türk dış politikasını farklı açılardan yorumlayan on altı özgün makalenin yer aldığı bu eser, Türkiye’de konu ile ilgilenen tüm çevrelerin takdirini alacaktır.
Abdulkadir Aksöz, Ali İhsan Kahraman, Çağla Vural, Derya Ayten, Gizem Bolat, Hasan Aydın, Hatice Çelik, Hatice Nursena Yücel, Helin Sarı Ertem, İsmail Ermağan, Meryem Özgür, Meysune Yaşar, Nesibe Aydın, Nilay Tavlı, Numan Hazar, Oktay Küçükdeğirmenci, Ömer Kul, Sedat Aybar, Yahya Alameşe, Yusuf Avcı 21. yüzyılda Türkiye, ne Doğu’ya ne de Batı’ya yaklaşıyor bilakis kendi özgün yolunda ilerleyerek ulusal çıkarlarını olabildiğince maksimize etmeye çalışıyor. Zira en akılcı yaklaşım bunu gerektirmekte. Son dönemde pek çok sorun alanının merkezinde yer alan, bununla birlikte geleneksel dış politika kodlarına uygun şekilde, itidalli ve soğukkanlı bir duruşla öne çıkan Türkiye; orta ölçekli, bölgesel bir güç olarak insani diplomasi, barışı koruma, arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık gibi “niş diplomasi” alanları yaratmada başarı elde ediyor. Türkiye gibi yükselmekte olan sarkaç devletlerin (swing states) 21. yüzyıl dünya jeopolitiğini şekillendirme şansı beklenenden çok daha yüksek görünüyor. 2019’da başlatılan “Yeniden Asya Girişimi”, Türkiye’nin 21. yüzyıl hedef ve stratejileri için tam da bu noktada hayati bir katkı sunmuş durumda. Elinizdeki bu eser, literatürde ilklerden biri olarak bölge ülkeleri ile Türkiye’nin ilişkilerini irdelemekte, ilgili alana kayda değer bir katkı sunmaktadır. Bu sebeple siyasetten akademiyaya, iş dünyasından STK’ya geniş bir kesimin ilgiyle okuyacağı düşünülmektedir.

Mehmet Çelik The influence of development aid on the foreign policy implementation of middle power countries has not been widely studied in the existing academic literature. In addition, states' perceived prestige, as an added indicator to measure a country's middle power status, has not been explored in the literature.
As such, this study attempts to academically contribute to the existing literature by investigating how development aid affects the foreign policy of a middle power country in its relationship with the aid receiving country. Through both primary and secondary empirical data collected, the theoretical framework was studied by applying Türkiye's development and cooperation agency, TİKA's, influence on Turkish foreign policy on Somalia and Bosnia and Herzegovina between 2002 and 2018 as a case study. This case study was precisely selected as Türkiye has been a rising middle power state since the early 2000s and the use of development aid as foreign policy instrument has been considered one of the key successes in establishing a prestigious presence worldwide.
Ultimately, this book attempts to answer the following theoretical questions: a) What is a middle power country? b) How does prestige contribute to the middle power status of a country? And, c) Do state development agencies positively or negatively affect middle power countries' foreign policies?
Metin Çelik BM Şartı md. 2/1'de “Örgüt, tüm üyelerin egemen eşitliği ilkesi üzerine kurulmuştur” denilmektedir. Bu ifade 1945 sonrası kurulan yeni uluslararası sistemin anayasası hüviyetindeki BM Şartı'nda örgütün ve dolayısıyla uluslararası sistemin devletlerin egemen eşitliği ilkesi üzerine kurulduğunu belirtmekte, böylece egemen eşitlik ilkesi sistemin kurucu unsuru hâline gelmektedir. Ancak egemen eşitlik ilkesinin BM Şartı, uluslararası antlaşmalar ve uluslararası hukuk kararlarından müteşekkil teorik muhtevasına karşılık uluslararası pratikler aksini göstermektedir, yani ilkenin teorisi ile pratiği örtüşmemektedir. Bu teori-pratik uyuşmazlığı akla şu soruları getirmektedir:
Egemen eşitlik bir aksiyom olarak kabul edilebilir mi? Egemen eşitlik bir aksiyom ise, bu aksiyom realite tarafından kabul edilmekte midir? Yoksa egemen eşitlik aksiyomu kâğıt üzerinde kalan bir ilke olup, realitede farklı mı işliyor? Eğer ilkenin teorisi ile pratiği örtüşmüyorsa, bu ilke neden var? Neden temel uluslararası antlaşmalarda, hukuki metinlerde ve hukuk doktrininde bu ilkeden ısrarla bahsediliyor? Bir şey hem var hem de yok olamayacağına göre, o hâlde egemen eşitlik ilkesinin mahiyeti nedir?
Kitapta bu sorulara cevap aranmaktadır.
Ahmet Özkan Türkiye ve Rusya hem bölge açısından hem de küresel sistem içerisinde ön plana çıkan iki önemli devlettir. Bu iki devletin güvenlik politikaları zaman zaman değişime uğrasa da 2000'li yıllarda iktidara gelen güçlü ve kararlı liderleri sayesinde beslendikleri kaynak ve felsefe farklı olsa da istikrarlı bir görünüme sahip olmuştur. Zira imparatorluk vârisleri olan Türkiye ve Rusya, tarihsel misyonlarını ve yükümlülüklerini ön plana çıkaran bir anlayışla dış politikalarını ve güvenlik politikalarını şekillendirmektedir.
Erdoğan liderliğindeki Türkiye, terörle mücadelede ve sınır güvenliğinin tesisinde proaktif bir anlayış belirleyerek insani diplomasi odaklı stratejiyle ön plana çıkarken, Putin liderliğindeki Rusya ise dış politikadaki güvenlik yaklaşımlarını imparatorluk geçmişini referans alarak yayılmacı anlayışla güçlendirerek devam etmektedir. Bu sebeple farklı medeniyet algılarından hareketle Erdoğan Türkiye'sinde hayata geçirilen proaktif güvenlik anlayışı ve Putin Rusya'sında hayata geçirilen yayılmacı politikalar/hamleler bu çalışmanın nirengi noktasıdır. Zira Türkiye, terör örgütlerinin ülkesini bölmeye yönelik eylemleri ve saldırılarına karşı sınırlarının ötesinde proaktif bir konseptle güvenlik kuşağı oluşturmaya çalışırken; imparatorluk kaybı ile bir türlü yüzleşemeyen ve “normal bir ülke”ye dönüşemeyen Rusya ise eski ihtişamlı günlerine dönme iştiyakıyla toprak ilhakına varan düzeyde yayılmacı politikaları hayata geçirmektedir.
Hayata geçirilen bu politikalar Türkiye açısından Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtları ile Libya'da varlık göstermesi üzerinden analiz edilirken; Rusya açısından ise, Gürcistan Savaşı, Kırım'ın işgali ve ilhakı, Ukrayna ve Suriye Krizleri üzerinden analiz edilmiştir. Nitekim bu kitap bahsi geçen konulara ilgi duyan herkes için önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır.
Emrah Utku Gökçe Bu kitapta, iki entelektüel siyaset adamı İsmail Cem ve Ahmet Davutoğlu, konstrüktivist/sosyal inşacı kuram bağlamında ele alınmıştır. Uluslararası sistemin durumu göz ardı edilmeden, dış politikada yapan/fail konumunda olan bireye kitap boyunca öncelik verilmiştir. Bu hâliyle kitap birey seviyesinden Türk dış politikasını anlamayı hedeflemektedir. Kitapta Cem’in ve Davutoğlu'nun hayatları, politik kimlikleri ve dış politika tasavvurları ortaya konulurken; Dışişleri Bakanı oldukları zamanlarda Türk dış politikasını kendi dış politika tasavvurlarına göre nasıl şekillendirmeye çalıştıkları değerlendirilmiştir. Kendilerine özgü dünya görüşleri, entelektüel birikimleri ve dış politika tasavvurlarıyla Kemalist elitlerin inşa ettiği geleneksel dış politikaya eleştiri getirmişlerdir. Kimlik, tarih, kültür, medeniyet gibi kavramları dış politikada kullanarak yeni tanımlar, tasarımlar ve eylemler ortaya koymuşlar, böylece Soğuk Savaş sonrası Türk dış politikasını etkileyen failler hâline gelmişlerdir.
İlhan Sağsen, Nuh Uçgan Dış Politika Analizi (DPA) uluslararası sistemdeki bir aktörün bir başka aktöre ve genel olarak uluslararası ortama karşı izlediği ilişki tipini ve politikalarını inceler. Graham Allison'ın 1971 yılında yayınladığı “The Essence of Decision: Explaining the Cuban Missile Crisis” adlı eserinde ortaya attığı rasyonel aktör, bürokratik ve örgütsel modellerine ilaveten günümüzde yapılan DPA çalışmaları kamuoyunun rolü, grup dinamikleri, bilişsel dinamikler gibi etkenlere de odaklanmaktadır. Bu çalışmalar temel olarak Uluslararası İlişkiler disiplinindeki tüm çalışma alanları gibi öncelikle uygun bir analiz seviyesi seçilerek gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla birey, devlet ve sistem olarak tanımlanabilecek analiz seviyeleri analizin oturtulacağı temel çerçeve açısından önemli bir yere sahiptir. Bu minvalde karar alma modellerinin belli başlı dış politika kararlarına uygulanmasını içeren bu kitabın alanında uzman akademisyenlerin değerli çalışmaları ve yöntemindeki özgünlükle literatüre katkı sağlaması amaçlanmaktadır.
Ertan Tosun Dış yardım kavramı, devlet kavramı kadar eski bir kavramdır. Ancak bugüne kadar dış yardımlar ile abat olmuş ne bir toplum ne de bir devlet bulunmaktadır. Bu durum, günümüzde istisna olarak ifade edebileceğimiz birkaç küçük örneğin dışında geçerliliğini korumaktadır. Gerek kamu gerekse STK'lar eliyle ülkemizin yaptığı dış yardımlar için de bu durum geçerlidir.
Küresel açıdan baktığımızda, sömürgeci yaklaşımı bir kenara bırakırsak, dış yardım alanında; aklın yerini duygusallığın aldığı, stratejinin yerini sığlığa bıraktığı ve bürokrasinin de kısa vadenin ötesine geçemediği bir iklim bulunmaktadır. Bu kitap, mevcut iklimi eleştirerek dış yardımların etkinlik iklimini araştırmaktadır.
Kitapta, etkinlik iklimine bir önerme geliştirdikten sonra her türlü kalkınma yardımı için geçerli olacak bir Etkinlik İklimi Modeli oluşturulmaya çalışılmış ve bu Model açısından KKTC'ye yapılan yardımların bir analizi yapılmıştır.
İnanıyoruz ki saha çok geniş ve derin olduğundan araştırmamız bir temel mahiyetinde kalmaktadır. Kitabın, bölgesel ve küresel güç olan Türkiye'nin uluslararası kalkınma alanında atacağı adımlara zerre miskal katkısının olması bizim bahtiyar olmamıza yetecek, araştırmacılara veya ilgililere küçük bir katkı sağlaması emeğimize değecektir.
Hamza Yavuz Bazı istisnalarla birlikte tüm Yahudilerin İsrail'e koşulsuz destek sunduğu kanaati oldukça yaygındır. ABD ile İsrail arasındaki "özel ilişki", dolayısıyla Amerika'daki Yahudi diasporası söz konusu olduğunda bu kanaat daha da güçlenmektedir. 1967 Savaşı'ndan 1970'lerin sonlarına kadar Amerikan Yahudileri için İsrail'i tereddütsüz desteklemek gerçekten de iyi bir Yahudi olmanın gereğiydi. Fakat 1980'lerin başlarından bu tarafa İsrail'deki bilhassa sağ kanat hükûmetlerin, Filistin'e/Filistinlilere yönelik eylem ve politikaları, Amerikan Yahudi toplumunun giderek genişleyen bir bölümü tarafından yoğun bir biçimde eleştirilmektedir. Bu kitap, Amerikan Yahudilerinin İsrail'in Filistin politikasına yönelik eleştirilerini anlamlı bir bağlam içerisine yerleştirmeyi ve bu eleştirilerin muhtevasını detaylı bir biçimde açığa çıkarmayı amaçlamaktadır. Kitapta, eleştirilerin temelinde, Amerikan Yahudilerinin ev sahibi toplumlarıyla etkileşimleri vasıtasıyla deneyimledikleri kimlik dönüşümünün yattığı iddia edilmektedir. Kimliğin nasıl dönüştüğü tarif edilirken Hall, Gilroy ve Clifford'un diaspora kimliklerinin, farklılıkla yürütülen müzakereler yoluyla melezleştiğini ve nihayetsiz ve doğrusallık arz etmeyen bir biçimde yeniden ve yeniden inşa edildiğini savunan görüşlerinden yararlanılmaktadır. Kitapta, Amerikan Yahudilerinin deneyimledikleri kimlik dönüşümünün dinî ve siyasi boyutlarına odaklanılmaktadır. Zira muhtelif anket araştırmaları, Amerikan Yahudilerinin İsrail-Filistin çatışmasına yaklaşımlarıyla dinî ve siyasi kimlikleri arasında yakın bir ilişkinin mevcut olduğunu göstermektedir. Amerikan Yahudilerinin İsrail'in Filistin politikasının hangi yönlerini eleştirdikleri ve bu eleştiriler için hangi gerekçeleri öne sürdükleri ise Eylül 2017 ile Mart 2018 arasında çeşitli Amerikan Yahudi örgütlerinden temsilcilerle gerçekleştirilen mülakatlar ışığında açıklığa kavuşturulmaya çalışılmaktadır.
Elif Gürdal Limon Diplomasi, iletişim ve teknoloji üçgeninde oluşan dijital diplomasi uluslararası ilişkilerde nasıl bir güç dayanağı hâline gelebilir? Bu kitap, hegemonik bir dünya düzeninde devletler arası ilişkileri yorumlarken bunu teknoloji ile bağdaştırmış ve bu soruya yanıt aramıştır. Dünya kamuoyunun fikri, devletlerin kararlarını ve geleceklerini etkilemektedir. Kamu diplomasisi de bu farkındalığın bir sonucu olarak devletlerin yabancı halkların fikirlerine ve kanaatlerine sırt çeviremeyeceklerini göstermektedir. Kamu diplomasisi, gelişen iletişim teknolojileri sayesinde kendine münhasır bir hâl alan dijital diplomasiye kapı açmış ve devletler arası ilişkiler, dijital iletişim teknolojilerinden etkilenir olmuştur. Hegemonya analizi yapılırken de bunu dijital iletişim teknolojileri ile bağdaştırmak bu özgün kitabı ortaya çıkarmıştır. Uluslararası ilişkilerde en çok tartışılan konular, güç ve düzen anlayışı etrafında gezmektedir. Hegemon aktörün bu düzenin sağlayıcısı ve sürdürücüsü olarak sorumlulukları ve ayrıcalıkları vardır. Bunun için de gücünü meşrulaştırması gerekmektedir. Dijital diplomasi dünyanın birbirine bağlantılılığındaki bu muazzam seviyede uluslararası ilişkilere etki edebilecek her aktör için gücün meşrulaştırılmasında en uygun araçlardandır. Hegemonya, kamu diplomasisi ve dijital diplomasiyi tüm boyutları ile ele alan bu kitaptan istifade etmeniz ve keyif almanız dileğiyle...
Hüsmen Akdeniz Türk-Amerikan ilişkilerinin çeyrek milenyuma yaklaşan bir geçmişi vardır. İkili ilişkilerin tarihi, çökmekte olan bir büyük güç ile yükselmekte olan bir büyük gücün bir başka deyişle “Anka Kuşu’nun inişe geçtiği”, Amerikan kartalının ise Roma İmparatorluğu'nun yerini almak üzere havalandığı bir dönemden günümüze kadar uzanan bir süreci kapsamaktadır. Bu nedenle ilişkilerin en önemli niteliğini, güçteki eşitsizlik olgusu oluşturmaktadır.
Bu kitap, bir taraftan farklı güç kategorisindeki ilişkilerde uygulanacak strateji ve politikalara yönelik istatistiksel analiz destekli bir yöntem önermekte ve Uluslararası İlişkiler çalışanlarına ve öğrencilerine bir model sunmaktadır. Böylece eşit olmayan güçlerin birbirlerine karşı uygulayabilecekleri strateji ve politikalara ışık tutmaktır.
Diğer taraftan kitap, ilk diplomatik ilişki kuruluşundan günümüze Türk-Amerikan ilişkilerindeki olaylar, olgular, krizler, uygulanan strateji ve politikaların kısa tarihçesini de hatırlamaya ve giderek bir satranç oyununa dönüşen ikili ilişkilerin çözümlemesine ilişkin ipuçları vermek suretiyle tüm okuyuculara da yararlı olmayı umut etmektedir.
Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel'in ifadesiyle kitap, yalnızca Türk-Amerikan ilişkilerini “güç ve çıkar” temelinde değerlendirmekle kalmayıp ''küresel bir başat güç” ile “orta güçte bir ülke” arasındaki ilişki modeline kuramsal bir çözümleme de sunmayı amaçlamaktadır.
M. Hakan Keskin

Türkiye, yarım asırdır AB kapısında üyelik için bekliyor. 2008 Mayısında 50. yaş gününü kutlayan AB, bugün vatandaşlarına siyasi istikrar ve ekonomik refah getiren 27 üyeli önemli bir aktör haline geldi. Devlet politikası olarak benimsenen ve bugünlerde modasını yitiren bu macera inişli çıkışlı bir seyir izliyor. Bu kitapta; TÜRKİYE AB ÜYESİ OLACAK MI? AB, BİZ ÜYE OLUNCAYA KADAR DAĞILACAK MI? TÜRKİYE'NİN AB'NDEN BAŞKA ALTERNATİFİ YOK MU? gibi sıkça sorulan sorulara tarafların olası kazanç ve kayıpları ile okuyucunun kendi cevaplarını vermesine imkan sağlayacak farklı bir yöntem deneniyor. AB; BİZİ ALMAZ, ÜNİTER YAPIMIZI BOZMAYA BİZİ BÖLMEYE ÇALIŞIYOR, AB HRİSTİYAN KULÜBÜ, BİZ MÜSLÜMANIZ gibi sloganlaşmış yaklaşımların ne derecede doğru olduğunu, Türkiye AB üyesi olacaksa, buna katkısı olacak unsurların, olamayacaksa engellerin neler olabileceğinin tespiti için gerekli teknik karar destek argümanları, okuyucuya, diğer AB ile ilgili kaynaklarda bulamayacakları şekilde tarafsız ve önyargısız şekilde veriliyor. ŞİMDİ N'OLACAK? BUNDAN SONRA BİZ NE YAPMALIYIZ? gibi sorulara da yanıt veren elinizdeki bu kitap, AB karşıtı kitapların enflasyonunun yaşandığı günümüzde, modasını yitirmiş gibi görünen Türkiye'nin AB üyeliği üzerine doğru sanılan yanlışlardan arınmış tespitler yapan diğerlerinden tamamen farklı bir çalışma.

Uğur Özgöker, A. Zübeyr Mirzabey Doğu Akdeniz'de keşfedilen enerji kaynaklarının çeşitli güzergâhlar üzerinden taşınmasında, sahip olduğu boru hatları ve coğrafi konumu sebebiyle Türkiye'nin en uygun rota olduğu gözlemlenmiştir. Buna karşılık bölge ülkeleri arasındaki siyasi ve askeri çekişmeler sebebiyle farklı ajandaların oluşturulduğu bilinmektedir. Bu kapsamda Doğu Akdeniz'deki enerji denkleminin çözülmesinin önünde bazı önemli engeller bulunmaktadır. Kitapta bu engeller ve getirilen çözüm önerileri detaylı bir şekilde ele alınmaktadır.
Elinizde bulunan kitabın matbaaya verilmesinin hemen öncesinde çıkan Rusya-Ukrayna Krizi ve Savaşı dolayısıyla Rusya-Batı arasında tehlikeli bir hızla artan gerilim ve kriz; kitapta ortaya koyduğumuz öngörünün ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir. Krizin ardından Almanya'nın Kuzey Akım 2 Doğal Gaz Boru Hattı Projesi'ni durdurması AB'nin enerji arz güvenliğini tehlikeye sokmuştur. Bu gelişme, söz konusu krizin enerji boyutunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Zaten var olan etkenler dışında son Ukrayna Krizi süreci ve muhtemeldir ki sonrası, hem dünyanın hem de Türkiye'nin enerji gündemine farklı dokunuşlar yapacaktır.
Kumakura Jun Prof. Dr. Kumakura Jun tarafından kaleme alınan bu kitap, Doğu Türkistan'ın işgalinden günümüze uzanan Türk tarihinin kapsamlı bir anlatımını sunmaktadır.
Doğu Türkistan'ın kökenini, bölgede dağılım gösteren halkın İslam ile tanışmasını, Çin ile olan ilişkilerini irdeleyerek başlayan kitap, ilerleyen kısımlarda; Çin-Sovyet çatışmalarını, bölgede yaşanan “Kültür Devrimi”ni, Uygur Türklerinin öz yurdu olan Doğu Türkistan'da yaşanan siyasi çalkantıları, terör eylemlerini, baskı ve gözaltı politikalarını ve Çin anakarasında Han Çinlilerinin Doğu Türkistan topraklarına göç etmelerinin teşvik edilerek Çinli nüfusun Uygur Türkleri üzerine baskı kurması yönündeki politikalarını ayrıntılı olarak ele almaktadır.
İlk olarak Haziran 2022'de Japonya'da yayınlanan bu kitap, aynı yıl yine Japonya'da ödül almış, daha sonra Japoncadan Çinceye çevrilerek Taiwan'da okuyucuyla buluşmuştur.
Doğu Türkistan sorununun doğru anlaşılmasına katkı sağlaması dileğiyle…
Gerard Delanty Elinizdeki bu eser Doğu ve Batı’nın değişen paradigmaları bağlamında Avrupa’nın temel soru ve sorunlarına eğilmektedir. Kitabın içindeki makalelerin sosyologlar, antropologlar, felsefeciler ve tarihçilerden oluşan yazarları; Avrupa’nın Batı ile eş tutulması geleneğinin artık sorgulanması gerektiğini farklı bakış açılarından ele almaktadırlar. Bu kitap, dört tematik bölümden oluşmaktadır ve ilgilendiği temel konular Batı sonrası bir dünya, Avrupa’daki Doğu algıları ve tarihteki karşılaşmalar, Avrupa ve Asya arasında bir dünya ve Batı ve Doğu’da ötekiliktir.
Bu kitap, Avrupalılık kavramının yeni ifade ediliş biçimlerini son dönemin ‘medeniyetler çatışması’ ideolojik kavramlarına meydan okur bir biçimde inceleyerek, analizlerini Avrupa ve Asya’nın hem tarihte hem de çağdaş perspektiflerde birbirlerine nasıl karşılıklı bir şekilde bağlı olduklarına dikkat çeken en son ilmi çalışmalar üzerinden yapmaktadır. Kitapta son gelişmelerin ve değişen jeopolitik bağlamın bir sonucu olarak hem Avrupa hem de Asya’nın birçok ortak noktası olduğuna ve çatışmalardan değil, kozmopolit bağlantılardan bahsetmenin artık daha mümkün olduğuna dikkat çekilmektedir.
Bu kitap sosyoloji, Avrupa siyaseti, tarihi ve kültürel teorisi alanında çalışan öğrenciler ve araştırmacılar için çok değerli bir kaynaktır.