Uluslararası İlişkiler \ 2-11
Sadettin Kılıç Bir toplum düşünün!
Dilini, dinini, kültürünü bilmediği, kimliğine yabancı, etnik yapısı farklı bir ülkeye, ekonomik motivasyonlu, en fazla 2-3 yıl kalma koşuluyla, ailesini bile yanına almadan “misafir işçi” olarak bir valizle gidiyorlar. Kendi ülkesinde şehir kültürü yaşamadığı hâlde, eğitim ve meslek tecrübesi sınırlı olmasına rağmen, sanayi alanında dünyanın en gelişmiş ülkelerinden birinin teknolojisine katkı sağlamak için metropol şehirlerde çalışmaya başlıyorlar ve kısa zamanda sistem entegrasyonunu gerçekleştirerek, uyum ve iş adaptasyonuyla geniş çevrelerin takdirini görerek, şehir hayatına geçiyorlar.
Günümüzde “Göçmen Türk” olarak adlandırılan ve işçi olarak Almanya'ya giden Türkler, artık işveren ve eğitimli bir Türk-Alman toplumunu oluşturmaya başlamıştır. Bu araştırma, bunların başarısını analiz etmek için hazırlanmıştır. Çokkültürlü Almanya'da en büyük göçmen yoğunluğunu oluşturan Türkler ile ev sahibi toplum arasındaki sosyokültürel temaslar, entegrasyonun gerçekleşmesi esnasında ve sonrasında olumlu ya da olumsuz ana ve destekleyici nedenler incelenmiştir.
İnsanlar öyküleriyle göç ederler!
Almanya'da geçici işçilikten kalıcı vatandaşlığa geçiş sürecinde Türk göçmenler, bir tarafta geldikleri ülke ile olan bağlarını koparmamak ve kimliklerini korumak; diğer taraftan bulundukları ülkenin kültürünü benimsemek ve birlikte uyum içerisinde yaşamanın ideal yöntemi olarak entegre olmaya yönlendirilmişlerdir. Bu kitapta Almanya'daki Türklerin göç sürecinde yaşadıkları olaylar ve günümüz Almanya'sına uyum sürecinde çokkültürlülük, örnekleriyle ele alınmıştır.
İyi okumalar dileriz.
Zeynep Özmen 2020 yılında %76,6'lık kadın istihdam oranıyla (20-64 yaş) Almanya, iş gücü piyasasına eşit katılım konusunda AB ülkeleri arasında en üst sıralarda yer almaktadır (AB-27 ortalaması %66,9). Bununla birlikte kadın ve erkeklerin istihdam biçimlerindeki önemli farklılıklar; “tipik” kadın ve erkek işleri, kadınların üst düzey yönetimde yetersiz temsili, kadınların yüksek yarı zamanlı çalışma oranı (%44,7) ve önemli bir cinsiyete dayalı ücret farkı (%18) şeklinde devam etmektedir. Merkel, dört başbakanlığı boyunca ancak son iki döneminde üç önemli politika reformunu gerçekleştirmiştir. Bunlar: (1) Şirket Yönetim Kurulu Cinsiyet Kotası Yasası, (2) Ücret Şeffaflığı Yasası ve (3) Geçici Yarı Zaman Yasası. Kapsamları ve etkileri bakımından her üç yasa da Alman iş gücü piyasasında toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda ilerleme kaydedildiğine işaret etmekle birlikte CDU/CSU baskısı altında zayıflatılmıştır. Üç yasanın hiçbiri hedef grupları tam olarak kapsamamaktadır; hepsi de işletmelerin, yasaların toplumsal cinsiyet eşitliği üzerindeki etkisini azaltmak için kullanabilecekleri boşluklar bırakmaktadır. Genel olarak kadınlar daha az haftalık çalışma saatine sahip olmakta, daha az yıl çalışmakta, daha düşük gelire sahip olmakta ve özellikle bekâr ebeveynler daha sık yoksulluk riski altında bulunmaktadır.
Bu kitapta; cinsiyetler arası ücret farkı, cinsiyetler arası bakım farkı ve cinsiyetler arası emeklilik farkı gibi yapısal sorunları ve bu sorunların; iş gücü piyasası, aile, uzlaşma ve vergi politikalarıyla önemli kesişim noktalarını ele almak için kapsamlı ve entegre bir yaklaşımla tartışıyoruz. İlk bölümde eğitim konusunu, ikinci bölümde istihdam konusunu ve üçüncü bölümde sosyal güvenlik konusunu ele alıyoruz.
Murat Yorulmaz ABD - Rusya Federasyonu İlişkilerinde Güvenlik İkilemi (2001-2012), Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya Federasyonu ilişkilerindeki güvenlik ikilemini örnek olaylar ve eleştirel güvenlik yaklaşımı bağlamında analiz etmektedir. İki devlet arasında güvenlik ikilemine sebep olan etmenler eleştirel güvenlik anlayışının temel argümanları olan özgürleştirme ve güvenlikleştirme temelinde analiz edilmiştir. İlgili dönemde her iki devletin güvenlik politikaları da ulusal ve uluslararası gelişmeler çerçevesinde incelenmiş olup çalışmada temel olarak şu sorulara cevap aranmıştır: 11 Eylül saldırıları ile uluslararası güvenlik alanında ve bu alan içerisindeki tehdit algılamalarına ilişkin hangi açılardan değişimler söz konusudur? Uluslararası güvenlik alanında yaşanan değişimin ve gelişimin ABD'nin ve Rusya Federasyonu'nun dış ve güvenlik politikalarını uluslararası politikada yaşanan gelişmeler ışığında nasıl etkilemektedir ve bu bağlamda iki devlet arasındaki ilişkilerde güvenlik ikileminin temel dayanakları nelerdir? Özellikle üniversitelerin uluslararası ilişkiler bölümlerinde ders kitabı olarak değerlendirilebilecek olan kitap umulur ki ulusal ve uluslararası güvenlik konularına ilgi duyan diğer disiplin mensuplarına ve genel okuyuculara katkı sağlar niteliktedir.
Alpay Özalan Kristof Kolomb, bir kâşif miydi yoksa gözünü altın ve hazine hırsı bürümüş bir korsan mıydı?
Bartolomé de Las Casas; Kolomb'un seyir defterlerine yazmadığı, sakladığı hangi sırları açıklamıştı?
Kızılderililer, 1492 yılından önce nasıl bir hayat yaşıyorlardı? Gerçekten “vahşi” miydiler?
Aztek İmparatoru II. Montezuma, İnka İmparatoru Atahualpa ve diğer başka bazı Kızılderili liderler neden hep aynı davranışları sergilemişti? Bu bir tesadüf mü yoksa tarih kitaplarında bir yanıltma mı var?
“Codex Mendoza”nın üstünde hiç durulmayan gerçek neydi?
“Medeni” kolonyalizm niçin gerekliydi?
Kurucu atalar arasında yer alan Amerikan başkanları, Kızılderililer hakkında ne düşünüyorlardı? Hangi başkanlar katliam emri vermişti?
Kızılderilileri kimler nasıl katlettiler? Nasıl soykırımlar yaptılar? Topraklarını nasıl istila ettiler? Kendilerine nasıl köle yaptılar? Onları bize nasıl tanıttılar? Günümüzde, Kızılderililerin çileleri bitti mi?
Fatih Demir Bu kitap, Amerikan siyasetinin, devlet yönetiminin ve siyasal kültürünün temel unsurlarını tanıtıyor ve bu unsurların bugün aldıkları şekle nasıl dönüştüğünü vurguluyor. Amerikan siyasetinin çeşitli bölümlerine tarihsel-kurumsal bir yaklaşım kullanarak Amerikan siyasi sisteminin devam eden bir çalışma olduğunu, on sekizinci yüzyıl anayasal çerçevesi içinde ortaya çıkan ve aynı zamanda sürekli olarak güncellenen bir sistem olduğunu vurguluyor. Kitabın birinci bölümü, Amerikan devriminden bugüne ülkenin kısa bir tarihçesini vermektedir. İkinci bölümde devletin üç erkini meydana getiren temel kurumlar ele alındıktan sonra eyalet yönetimleri ve yerel yönetimler ile ilgili bilgi verilmektedir. Üçüncü bölümde; federal, eyalet ve yerel düzeyde devlet kurumları arasındaki ilişkiler ve etkileşim biçimleri incelenmektedir. Son bölümde ise Amerikan siyasal kültürü, tarihsel köşe taşları ile birlikte ele alınmaktadır.
Fatih Bayezit Devletler arası ittifaklar, geniş bir politik stratejinin parçasıdır ve genel itibariyle dünya jeopolitiğinin asri temayülünü yansıtmaktadır. Bu yönüyle, modern dünyaya ait devletler sistemini yapılandırmaya ve dönüştürmeye yardımcı olan araçlardır. İttifaklar, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya siyasetinde tarihte eşi görülmemiş düzeyde etkili bir enstrüman hâline gelmiştir. 1991 yılında SSCB'nin dağılmasına rağmen ABD liderliğindeki ittifak ağları, teorik beklentilerin aksine sürekliliğini korumuş hatta genişlemiştir. Ancak ittifakların işleyişi ve müttefikler arasındaki iş birliği modelleri, Soğuk Savaş dinamiklerinden daha farklı bir zemine oturmuştur. Günümüzde pek çok müttefik devletin tehditlerle mücadelede farklı yaklaşımları benimsedikleri, kimi zaman birbirleri ile rakip hâle geldikleri görülmektedir. ABD ile yarım asırdan fazladır müttefik olan Türkiye ve Güney Kore, NATO ve San Francisco sistemi içerisindeki müttefik ilişkilerini göstererek, küresel ittifak ilişkilerinin anlaşılabilmesine yardımcı olacak benzerlikler taşımaktadır. Dolayısıyla bu çalışma, Ankara ve Seul’un ABD ile süregelen ittifak ilişkilerini konu edinmektedir.
Bu kitapta, ABD’nin dünya siyasetindeki yönünü gösteren ittifak politikalarının temellerine; Türk-Amerikan ilişkilerinin ve ikili ilişkilerde yaşanan sorunların detaylarına; Güney Kore’nin tarihsel sorunların sürdüğü ve Çin’in yükselişe geçen bir aktör olmasıyla daha fazla gerginleşen jeopolitik sahasında ABD ile olan ittifak ilişkilerine değinilmiştir. Analizler, Soğuk Savaş sonrası değişen uluslararası sistemin yapısına dayandırılmıştır. Kitapta 1991-2021 yılları arasındaki dinamikler teorik bir çerçeve içerisinde ele alınmış böylece Uluslararası İlişkiler araştırmacılarına ve okuyucularına katkı sağlayacak bir eser ortaya çıkmıştır.
Seyhan Sarıca Kelle “Dünya, uzun süredir hegemon devletlerin güdümünde dönüyor. Bugünün dünyasında hegemon devlet olan ABD, yüz yıla yakın süredir bu konumda bulunuyor. Seyhan Sarıca Kelle, bu çok önemli kitabında ABD'nin hegemonik konumunu yalnızca siyasal yönleriyle değil aynı zamanda ekonomik etkileriyle de inceliyor. Böylece günümüz dünyasının hegemonik gücü olan ABD'yi ve oradan hareketle uluslararası siyasal ilişkilerden uluslararası ekonomik ilişkilere kadar uzanan geniş bir alanı değerlendirmiş oluyor. Birçok konuya bakış açınızı değiştirecek olan bu önemli kitabı okumanızı öneriyorum.”
Dr. Mahfi Eğilmez
Beşir Mustafayev Anadolu ve Kafkas coğrafyalarda güç sahibi olmak isteyen emperyalist devletler başta Osmanlı olmak üzere Türklerin egemenliğini parçalamak istiyorlardı. Parçalanmayı gerçekleştirmenin en uygun yollarından biri de buralarda yaşayan gayrimüslimlerle ilgilenmekti. Bu ilgiyle ırkçılık tohumları aşılanan Ermeniler, dış güçlerin destek ve kışkırtmalarına kapılarak teröre kalkıştılar. Eş zamanlı olarak bu coğrafyalarda yaşayan Türk-Müslüman halklara yönelik insanlıkla bağdaşmayacak yakma, yıkma, talan, katliam ve soykırım gibi terör faaliyetlerine giriştiler. Yaşanan bu terör olayları karşısında elbette Türkler de meşru müdafaa haklarını kullandılar. Her iki coğrafyada her iki taraftan büyük göçler ve acılar yaşandı. Kazanan yine ötekiler yani bu coğrafyaya yabancı olan unsurlar oldu.
Böylece birbirine yakın olan her iki coğrafyada o günden beri güvenlik, barış ve istikrar hâkim olmadı. Küreselleşmeyle birlikte enerji savaşları ve güvenlik sorunlarının getirdiği yeni kaos ortamları da artmıştır. Sadece kendi çıkarlarını kollayan güçler, geçen yüzyılda olduğu gibi günümüzde de terörden ve siyasi uzantılarından nemalanmaktadır. Yaşanan bu jeopolitik ve jeostratejik ortamdaki sorunlar Müslüman-Türkleri ve Ermenileri birinci elden ilgilendiren konuların ortaya çıkardığı bir mesele değildir. Zaten, “Fil ile karınca bir tutulmaz.” teşbihinden yola çıkarak çalışmamız boyunca Türk milleti ve devletlerinin namına sığmayacağı için Ermenilerle asla kıyaslamadık.
Bazı çevreler bu olayları, belli bir sebep-sonuç ilişkisi içinde değerlendirerek tarihi sadece 1915'e hapsetmektedir. Ermeni ve yandaşlarının işlerine gelen argümanları çekip çıkardıkları bir bilgi ambarı olarak kullanmaktadır. Bu yaklaşımla Ermeni tarafında oluşan ve propaganda ile birçok ülkeye sirayet ettirilen tek taraflı bir hafıza oluşturulmuştur. Oluşturulan hafıza âdeta siyasi bir iman hâline getirilmiştir. Üzerinde durduğumuz bu çalışmayla gerçeğin bir anlamda tarihsel serüvenini açığa çıkarmaktır. Bu serüvenin bir gerçeği olarak da tümüyle bühtandan ibaret “Ermeni soykırımı”nın aksine Hristiyanların dünden bugüne Anadolu ve Kafkaslarda yaptıkları soykırımları vurgulamaktır. Üniversitelerin lisans ve lisansüstü dersleri düzeyinde okutulmasını da tavsiye ettiğimiz Hristiyanların Müslüman Türklere yaptığı soykırımları kamuoyuna duyurmaktır. Çalışmanın gerçeklerin görülmesine yardımcı olacağı inancındayız.
Bülent Koçoğlu, Halil Apaydın, Haris Macić, İlbey Dölek, Mehmet Ali Kirman, Oya Çetintaş, Ozaj Suliman, Rıfat Atay, Serdar Saygılı, Şeref Göküş, Yalçın Çetin Her kitap, bir fikir temelinden yola çıkılarak yazılır. Her kitabın gideceği, gitmek istediği bir düşünce limanı vardır. Bu kitabın düşünce kaynağı ve limanı Aliya İzzetbegoviç’tir. Kitabın mottosu; Aliya’yı daha doğru anmak, anlamak ve fikirlerini eleştirel süzgeçte değerlendirerek yaşama temelinde aşmaktır. Aliya, ulusu ile birlikte büyük bir fikir ve bağımsızlık mücadelesi vermiştir. Okumaya, yazmaya, eleştirel düşünceye, bilime, felsefeye, sanata, inanç ve evrensel ahlak yasası temelinde hoşgörüye önem vermiştir. Bu kitap, 13 bağımsız bölümde Aliya’yı yaşantısı, eserleri, sanat, siyaset, din, felsefe, bilim, Batı ve Doğu algısı, birlikte yaşama tecrübesi ve hoşgörü kültürü, kadının birey ve toplumun inşasındaki rolü gibi farklı konulardaki görüşleri bağlamında ele almaktadır. Eser, bu yönüyle daha bütüncül ve bilimsel bir yaklaşımla Aliya okuması yapmak isteyen okurların istifadesine sunulmuştur.
Abdulgani Bozkurt, Abdullah Aydın, Ahmet Ayhan Koyuncu, Ahmet Recai Tekin, Enver Arpa, Göktuğ Sönmez, Güner Özkan, Hakkı Uygur, Kadir Temiz, Levent Yiğittepe, M. Cüneyt Özşahin, Mesut Özcan, Metin Aksoy, Murad Duzcu, Murat Çemrek, Öner Buçukcu, Orhan Battır, Zehra Korkmaz Kökdere İlk yıllarındaki iyimserliği koruyan bir adlandırma ile Arap Baharı, Ortadoğu tarihinde kritik bir kavşak mahiyetindedir. Zira bölgede uzun süre tehir edilmiş sosyolojik taleplerin 2011 yılından itibaren hızla açımlanması bölge açısından uzun erimli politik sonuçlar doğurdu. Öyle ki; Müslüman Kardeşler’den Selefilere uzanan pek çok toplumsal hareket söz konusu süreç içerisinde hızla politik aktörlere evrildi. Ayrıca pek çok kişi için Arap Baharı, Ortadoğu siyasetinde sahip olunan yerleşik tecrübenin aksine yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya siyaset imkânlarının sınandığı bir tarihsel kesit olarak okundu. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde uzun yıllar donuklukla itham edilen Arap ülkelerinde kitlesel mobilizasyonun hızla yoğunlaşması bölgeye yönelik akademik ilginin de giderek artmasına yol açtı.
Bülent Karaatlı Tarih boyunca tüm dünyanın dikkatini üzerine çeken Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesi, “Arap Baharı” olarak adlandırılan sürecin başlamasıyla birlikte uluslararası arenada en fazla tartışılan gündem maddelerinden birisi olarak yer almaya başlamıştır. “Arap Baharı” olarak anılan Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki olaylar, Tunus’ta başlamış, müteakiben Mısır, Cezayir, Fas, Libya, Yemen, Bahreyn, Suudi Arabistan, Ürdün, Umman, Suriye ve Kuveyt’e sıçramıştır. Olaylar, ülkelerin sahip oldukları kendine özgü toplumsal kültür, siyasi birikim, tecrübe, kurumsal yapı gibi özellikler neticesinde her ülkede farklı bir yönde evrilmiş ve süreç her ülkede farklı yaşanmıştır.
Tunus’ta, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında daha az şiddetin ve ölümün yaşandığı olaylar sonucu Cumhurbaşkanı Bin Ali, yönetimi bırakmak zorunda kalmış; geçici hükümet kurulmuş, Kurucu Meclis seçimleri yapılmış ve bu seçimler bu sürecin içerisinde yer alan ülkelerde yapılan ilk serbest ve adil seçimler olarak tarihe geçmiştir. Kurucu Meclis öncülüğünde kurulan Anayasa Komisyonu, ülkedeki her kesime hitap eden ve eski tecrübelerden ders alınarak hazırlanan Anayasayı tamamlamıştır. Müteakiben de Tunus bu anayasaya göre yeni Başbakan ve Cumhurbaşkanını seçerek hem bölge ülkelerine örnek olmuş hem de diğer ülkelerden farklılığını ortaya koymuştur.
Tunus’un tüm bu farklılığı kazanması ve başarılı olmasında tarihî süreç içerisinde Osmanlı ve Fransa ile karşılıklı ilişkiler sonucu yapılan reformlar ve bu reformlar sonucu oluşan eğitimli ve güçlü orta sınıf, kendine özgü sosyal ve siyasi kültür, tecrübe ve kurumsal yapı gibi özelliklerin etkisi büyük olmuştur.
Hande Ortay Bu araştırmada Tunus'un “Arap Baharı” öncesinde ve sırasında kadınların halk hareketine etkilerinin ne yönde ve nasıl olduğu, “Arap Baharı” sonrasında kadınların kazanımlarının neler olduğunun incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmada betimsel tarama ve betimsel analiz yöntemi kullanılmıştır. Araştırmanın çalışma grubunu, erişilen ve katılmayı kabul eden 73'ü kadın 40'ı erkek, 113 Tunuslu oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama araçları olarak kişisel bilgi formu ve anket kullanılmış, verilen cevapların frekans ve yüzdeleri analiz edilmiştir. Araştırmanın sonuçlarına göre katılımcıların; Arap Baharının ortaya çıkmasında Tunuslu kadınların rollerinin olduğunu düşündükleri, Tunuslu kadınların Arap Baharından önceki sosyal, politik ve ekonomik durumunu kötü olarak değerlendirdikleri, Arap Baharı sırasında Tunuslu kadınların önemli rollerinin olduğunu belirttikleri, Arap Baharı sonrasında Tunuslu kadınların sosyal ve politik kazanımlarının olduğunu, bugün Tunus'taki kadınların durumunu katılımcıların çoğunluğunun iyi olarak değerlendirdikleri, kadınların bugün Tunus iç ve dış politikalarını etkilemede geldikleri aşamayı Arap Baharı öncesine göre iyi, ancak daha da gelişmesi lazım şeklinde değerlendirdikleri bulgulanmıştır.
Serkan Yenal Değişen zaman kendi savaş tarzını da beraberinde getirmiştir. Savaşın gerçekleştiği ortam, savaşan sayısı, savaşan gruplar ve silahlar zaman içerisinden değişikliğe uğramıştır. Zaman içerisinde savaşlar; milyonlara varan kişinin ölümüyle sonuçlanan, devlet kuran, devlet yıkan, bir tek bombayla on binlerce kişiyi öldürebilen bir boyuta ulaşmıştır. Çağımızın savaş yöntemi “Asimetrik Savaş” kavramıyla ifade edilmektedir.
İstihbarat, kuşkusuz ilk insanlardan beri çeşitli şekillerde ve amaçlarla gerçekleşmektedir. Haber ağları oluşturma, düşman hakkında bilgi toplama, halkın arasına karışma, kılık değiştirme, casus elde etme gibi yöntemler, çok eski dönemlerden beri varlığını sürdürmektedir.
Kitap iki bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde; savaşın gelişimi, günümüze kadarki süreçte savaş tarzları ve özellikleri, devamında da asimetrik savaş ve mücadele yöntemleri konusu incelenmiştir. Bu doğrultuda hücre örgütlenmesi, gerilla savaşı tanımlandıktan sonra çeşitli teorisyenlerin gerilla teorilerinden örnekler verilmiştir. Yine siber savaş, kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer savaşlarla hibrit savaşlar değerlendirilmiştir. Bölümde ayrıca asimetrik savaşa karşı alınabilecek önlemler incelenmiştir.
İkinci bölümde ise istihbaratın kavramsal özellikleri ile birlikte istihbaratın tarihi gelişimi; günümüzde istihbarat elde etme yöntemleri ve kullanımı inceleme konusu edilerek tartışılmıştır.
Kitapta; alana ilgi duyan öğrenci ve akademisyenlerle birlikte güvenlik güçlerine teorik bir destek sağlamak, bu sayede ulusal ve uluslararası güvenlik politikalarına destek olmak hedeflenmektedir.
Sait Yılmaz On dokuzuncu yüzyılda Asya'daki Batı emperyalizminin hikâyesi ve Asya ülkelerinin reaksiyonlarının geçirdiği aşamalar ve Atatürk'ün bu süreçlerden nasıl etkilendiği bu çalışmanın ana konusudur. İngilizlerin Asya ve Osmanlı'da yarattığı tahribatın kökleri ve bugüne uzantısı, üzerinde az çalışılan ve hâlâ yeterince keşfedilmemiş bir konu olmaya devam ediyor.
On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı siyasi hayatındaki iç (İslamcılar, solcular, Batıcılar, Türkçüler) ve dış (emperyalistler) aktörler, aslında geçmiş tarihî dönemlerin izlerini ve hatta aynı hikâyenin bugünkü taraflarını temsil ediyorlar. Bu çalışmada, on dokuzuncu yüzyıl Asya devrimlerinin Mustafa Kemal'in devrimlerine etkisini analiz ederken Türk siyasi hayatında o dönemde yaşananların bugünden çok farklı olmadığını ve alınması gereken derslerin büyük bölümünün unutulduğunu, benzer aktörlerin bugün de Türk siyasetine yön vermeye çalıştığını göreceğiz.
“Asya devrimleri Türk Devrimi'ni ne kadar etkiledi? Asya devrimleri ile Türk Devrimi'nin benzeyen ve ayrışan yönleri nelerdir? Atatürk, Asya devrimlerini mi yoksa Fransız Devrimi veya Amerikan Devrimi'ni mi daha fazla örnek aldı?” gibi sorulara cevap vermeye çalıştık. Böylece Mustafa Kemal'in fikir dünyasının şekillendiği, dünyanın düzeninin yeniden kurulduğu dönemin fikir akımlarına, olguları ve olaylarına öncesi ve sonrası ile ayrıntılı bir şekilde yer verdik.
Ayşen Aysun Kızıl Dünyanın stratejik ve ekonomik merkezi Asya-Pasifik bölgesine doğru kaymaya başladıkça bölgedeki büyük güç mücadelesi de uluslararası politikanın gündemine oturmuş ve Batı perspektifinde Çin’in yükselen gücünün yarattığı tehdit algısı, tüm araştırmalara konu olmuştur. Bu bağlamda bölgenin iki kilit aktörü olan Çin ve Japonya ilişkileri, bölgesel ve küresel etkileri bakımından önem taşımaktadır.
Birbirlerine rakip ve birbirleri ile güç etkileşimi içerisinde yer alan bu iki devlet hem tarihsel anlamda iki ayrı süper güç ile kurmuş oldukları ittifak ilişkileri ile hem de ekonomik anlamda bölgesel birer büyük güç olmaları nedeni ile önemlidir. Her iki devletin belirledikleri dengeleme stratejilerinin bölgenin güvenlik yapısını da etkilediği söylenebilir.
Newton’un etki-tepki kanunu ile ittifaklar bağlamında, güvenlikten ekopolitikaya birçok boyutu ile Doğu-Batı karşılaştırmalı ele alınan Çin-Japonya ilişkileri, kitapta özgün analizlerle ortaya konmaktadır.
Yusuf Çınar Asya ülkelerinde iktidar mücadelelerinin temel kaynağı, ülkelerin bağımsızlığa giden süreçte girift bir tarihsel arka plana sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Askeri darbeler, Asya’da son zamanlarda ortaya çıkan yeni bir fenomen değildir. Yaklaşık 70 yıldır bağımsız olan Asya ülkelerinin neredeyse tamamı belirli aralıklarla askeri darbeleri ve sayısız darbe girişimlerini tecrübe etmiştir. Demokratik değerlere bağlı ülke kültürünün gelişmesi, askeri darbeler nedeniyle sıklıkla sekteye uğramıştır. Bu nedenle Asya ülkeleri bağımsızlık sonrası herhangi bir bölgede yaşanabilecek en keskin demokratik gerilemeleri deneyimlemiştir.
Asya ülkelerinin görünürlüğü ve etkileri günden güne artmaktadır. Dolayısıyla bölgenin ekonomik, toplumsal ve siyasal değişimlerine dair çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu kitap; Asya ülkelerindeki demokratik yönetimleri hedef alan askeri darbelerin ekonomik, jeopolitik, siyasi ve toplumsal nedenlerini tarafsız bir biçimde ele alarak böylesi bir ihtiyacın karşılanmasını hedeflemektedir. Bu eserde, Asya’daki ülkelerin darbeye giden süreçleri incelenirken bölgeye ilgisi olan güçlerin, darbelerin zemininin hazırlanmasında oynadıkları rollerin göz ardı edilemeyeceğinin altı çizilmektedir.
Eylül Beyza Ateş Çiftçi İnişli çıkışlı bir tarihsel sürece sahip olan Rusya-Çin ilişkileri üzerine çalışmak, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonraki süreçte daha büyük önem arz etmiştir. Bu süreçte iki ülke arası ilişkilere pek çok karşılıklı bağımlılık olgusu şekil vermeye başlamıştır. Kuşkusuz bunda; tek kutuplu olarak şekillenen yeni dünya düzeni, çok kutupluluk temeline dayalı güç arzusu, coğrafi yakınlık merkezli siyasi partnerlik arayışları ve kaynak ihtiyacına yönelik iş birliği çabaları etkili olmuştur. Öte yandan, Avrasya'nın iki önemli aktörü ve komşu ülkeleri olan Rusya ve Çin'in birbirleri ile iş birliği eğiliminde olma ve ortaklıklarını geliştirme yolundaki en büyük nedenlerinin bölgede ve küresel anlamda ABD'yi dengelemek olduğu da aşikârdır.
Asya'daki Güç Mücadelesi Bağlamında Gelişen Rusya-Çin İlişkileri; iki ülkenin tarihlerinde ve ikili ilişkilerinde en güçlü olduğu dönemini, karşılıklı bağımlılık olarak tanımlanan kuram çerçevesinde analiz ederek sunmaktadır. Ekonomik, siyasi ve askerî-nükleer alanlarda yapılan bu çalışma, klasik başlık açarak içerik oluşturmaktan ziyade Asya'daki güç dengelerinin analizine dair bir zemin hazırlayan ve farklı bulgular ile çoklu ilişkileri irdelemeyi amaçlayan bir eserdir.
Orhan Gafarlı XIX. yüzyılda Birleşik Krallık, Çarlık Rusyası, Almanya ve Fransa arasında Osmanlı İmparatorluğu, İran, Orta Asya ve Uzak Doğu ülkelerinin topraklarını elde etmek amacıyla başlamış ve uzun yıllar sürmüş jeopolitik bir mücadele yaşanmıştır. Çarlık Rusyası, 1907 tarihinde Orta Asya, Güney Kafkasya ve Doğu Avrupa'da hâkimiyet alanı oluşturmuştur. 1991'de Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, Coğrafyada yeniden oluşan siyasi ve ekonomik boşluk üzerinden, yeni ve büyük bir stratejik oyun ortaya çıkmıştır.
Avrasya bölgesindeki bu Yeni Büyük Oyun, Ukrayna'dan başlayarak Afganistan'a kadar ulaşan Coğrafya üzerinde yeniden oynanmaktadır. Prof. Dr. Erel Tellal, Oyunun önemini vurgulamak için kitabın önsözünde “ABD başta olmak üzere, Türkiye, Rusya Federasyonu, Çin, İran gibi devletler; AB gibi devletüstü yapılar; BM, NATO, KGAÖ gibi örgütler; Gazprom, BP, ExonMobil gibi enerji şirketleri… Yeni Büyük Oyunun önemli oyuncularıdır.” demektedir.
Kitapta, Rusya Federasyonu'nun iç ve dış politikasının önemli olguları, Ukrayna'da yaşanan 2013 krizi, Güney Kafkasya Bölgesinde Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan gibi büyük devletlerin rekabeti anlatılmaktadır. Aynı zamanda Çin'in genişleyen ekonomisinin, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan'la gerçekleştirdiği ilişkilerinin içeriğinden de bahsedilmektedir. Türkiye gündeminde çok iyi takip edilmediği için Çin ve Güney Kafkasya ilişkileri ve Pekin'in bölge ülkeleriyle gerçekleştirdiği ilişkilerin gelecek perspektifine de bakılmaktadır.
Çalışmada, Türkiye ve Güney Kafkasya ilişkileri son dönemde yaşanan gelişmeler dikkate alınarak incelenmektedir. Türkiye'nin, yeni dış politika vizyonu üzerinden takip ettiği Azerbaycan, Ermenistan ve Ermeni Sorunu, Gürcistan ile ilişkileri askeri, ekonomik, politik ve enerji açısından değerlendirilmekte, ayrıca Avrasya Jeopolitiğinin temel kriz noktası olan Afganistan'la ilgili daha ayrıntılı değerlendirmelere yer verilmektedir.
Reha YILMAZ, Galip ÇAĞ , Mehmet Akif OKUR , Hatice YAZGAN , Sedat DEMİRCİ Avrasya insanlık tarihi süresince büyük mücadelelerin alanı olmuştur. Tarihe yön veren birçok olay burada yaşanmış, birçok şahıs burada yaşamış ve “Avrasya’ya sahip olan dünyaya sahip olur.” düşüncesi bugünde geçerliliğini koruyagelmiştir.
Avrasya politikaları teorilerle şekillendirilmiş, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal düşüncelerden teşkil edilen bir sistem olan Avrasyacılık düşüncesi oluşturulmuştur. Bu düşünce son iki yüzyılda gelişmiş ve bölge politikalarına etki etmiştir.
Bölge, Türkiye için hep öncelikli olmuş ve zaman zaman farklı adlarla bölgeye yönelik düşünce ve politikalar geliştirilmiştir. Ancak, Rus Avrasyacılığı kadar derinlemesine bir teori ve politika geliştiri-lememiştir. Bu kitap, bu alandaki eksikliği gidermek amacıyla hazırlanmıştır. Eserde, Avrasya ve Avrasyacılık konusu çeşitli yönleriyle ele alınmış, Avrasyacılık düşüncesinin tarihi gelişimi, Avrasya Birliği Projesi, Avrasya Birliğinin Avrupa Birliği ile Kıyaslaması, Kalpgah Kuramı perspektifinden Avrasyacılığın Analizi ve Orta Asya'nın Avrasyacılık bağlamında değerlendirilmesi gibi konular yer almıştır.
Çalışmanın, kapsamlı içeriğiyle Avrasya üzerine çalışan Türk bilim insanlarına, sosyal bilimler alanında öğrenim gören öğrencilere ve politika yapıcılara büyük katkısı olacaktır.
Hasan Ali Karasar - Hasan Kanbolat Avrasya coğrafyasında stratejik düşünce kültürü Mezopotamya, Anadolu, Eski Yunan, Çin, Hint, İran, Moğol, Türk, Rus medeniyetlerinin etkileri ile çok köklü bir geçmişe sahiptir. Ortak özellikleri, belki de, hemen hepsinde “emperyal” bir tarihin izlerinin bulunmasıdır. İkinci bir ortak özellik ise stratejik düşüncenin “devletin bekası” ve “farklı kültürleri yönetme” motifleri ile bir tekâmül geçirmesidir.

Bu çalışmanın özelliklerinden biri coğrafi olarak dev bir mekânı temsil eden Avrasya genelinde dengeli bir temsilin sağlanmış olmasıdır. Bölümlerde göreceğiniz üzere Sırbistan, Ermenistan, Gürcistan, Ukrayna, Rusya, Türkiye, İran, Bulgaristan, Azerbaycan, Türkistan (Orta Asya) ve Belarus düşünce kuruluşları ve kültürleri hakkında detaylı analizler sunulmaktadır. Çalışmanın ikinci özelliği ise bu ulusal ve bölgesel odaklı yazıların aynı zamanda tematik çerçevelerinin de bulunmasıdır. Bu tematik çerçeveler arasında; sivil toplum gelişimi, kültürel parametreler, düşünce kuruluşlarının sınıflandırılması sorunsalı, uzmanlaşan kuruluşlar, “doğuran düşünce kuruluşları,” kamudaki stratejik yönetim süreçleri, bölgesel ve küresel iletişim ağlarında düşünce kuruluşlarının rolleri, güvenlik sektöründeki düşünce kuruluşları, “renkli devrimler” sırasında düşünce kuruluşlarının oynadıkları roller, iktisadi sahada faaliyet gösteren düşünce kuruluşlarının karar alma mekanizmalarındaki etkileri, demokratikleşme ve sivil toplum stratejilerinde düşünce kuruluşları gibi başlıkları bulabileceksiniz.
Ayşe Gülce Uygun, Barış Sevinçli, Büşra Yılmaz, Cemre Pekcan, Cengiz Dinç, Cihan Günyel, Filiz Değer, Hakan Kıyıcı, Hatice Yazgan, Kamber Güler, Kyryll Sturmak, Mehmet Çağatay Abuşoğlu, Mehmet Emir, Merve Suna Özel Özcan, Murat Çemrek, Oğuzhan Mutluer, Samet Zenginoğlu Avrupa 2023 başlığını taşıyan bu kitapta, alanında uzman akademisyenler tarafından Avrupa Kıtası'na uluslararası ilişkiler disiplini bakış açısından mümkün olduğunca güncel ve bilimsel bir yaklaşım geliştirilmeye çalışılmıştır. Bölümlerde; iç gelişmelere, güncel siyasete, hukuk sistemlerine, göç konusuna, kıtanın küresel ve bölgesel stratejilerine, Rusya ile ilişkilere, Ukrayna Krizi'ne, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Kuzey Amerika, Çin, Türkiye, NATO ile ilişkilere ve terörizm konularına derinlemesine değinilmektedir.

Akif Ziya Bayrak, Aslıhan Yeniçeri Altıntaş, Ayşe Dilek Öğretir Özçelik, Bekir Karataş, Cengiz Dinç, Emrah Utku Gökçe, Fatma Pınar Eşsiz, Gürhan Ünal, Hasan Sekman, Haydar Efe, Nimet Varlık, Oğuzhan Mutluer, Önder Dilek, Samet Zenginoğlu, Seda Bayrakdar, Serpil Bardakçı Tosun, Sevim Budak, Sezai Özçelik, Şerife Özkan Nesimioğlu, Yiğit Çolak, Zeynep Erhan Bulut Avrupa Birliği: Kurumlar ve Politikalar başlığını taşıyan bu kitapta, konunun uzmanlarının emekleri sonucu ortaya çıkan 16 başlıkta Avrupa Birliği’nin temel kurumları ve politikaları tanıtılmış, analiz edilmiştir. Kitapta, kurumların ve politikaların tarihsel perspektifine değinilimekle birlikte, mümkün olduğunca yakın dönemlerdeki gelişmeler analiz edilerek güncel konulara odaklanılmıştır.
Bölümlerde; Avrupa Entegrasyonu, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Komisyonu, Avrupa Birliği Konseyi, Avrupa Birliği Zirvesi, Adalet Divanı, Merkez Bankası ve Sayıştay, Rekabet Politikası, Enerji Politikası, Çevre Politikası, Bölgesel Politikalar, Eğitim Politikaları, Güvenlik ve Savunma Politikası, Ekonomik ve Parasal Birlik, Ortak Tarım Politikası, Göç Politikası ve Mülteciler hakkında detaylı güncel bilgiler verilirken, pek çok tablo, harita ve grafik de kullanılmış böylece konuların okuyucu tarafından bir bakışta derinlemesine kavranılmasına imkân sağlanmıştır.
Zeynep Ceylin Ecer Altı genişleme süreci geçiren ve günümüzde 27 üyeli büyük bir birlik hâline gelen AB'de her genişleme dalgasıyla topluluk içerisinde belirginleşen bölgeler arasındaki gelişme düzeyi farkı Birlik tarafından ekonomik, sosyal, fiziki yönden koordine edilmeye çalışılmış ve sürdürülebilir küresel rekabete dayalı dengeli bir kalkınma için farklılıkların azaltılması zorunlu hâle gelmiştir. Üye ülke ve bölgeler arasındaki kalkınma farklılıklarını azaltmak amacıyla uluslararası alanda siyasal, ekonomik ve yönetsel yapılandırmaları önemli ölçüde etkileyen başlıca uluslar üstü yapılardan biri olan AB, Bölgesel Kalkınma Ajanslarını kurmuştur. AB'nin ayrıca bütün aday ülkelere benimsetmeye çalıştığı Bölgesel Kalkınma Ajanslarıyla Türkiye, Helsinki Zirvesinden sonra tanışmıştır. Bölgesel gelişmişlik farklılıklarının giderilmesi amacıyla Birliğin belirlediği önemli ortak politika alanlarından olan bölgesel gelişme politikaları ülkemizde yasal zeminin oluşturulduğu 2006 yılından beri uygulanmaya devam etmektedir.
Kitabın temel amacı; Avrupa Birliği Bölgesel Politikalarının Türkiye'de uygulanabilirliğinin Serka örneğinde değerlendirilmesidir. Değerlendirmeler AB'ye üye çeşitli ülkelerin bölgesel politika üretmede görevli olan kalkınma ajanslarının incelenmesi sonucunda oluşturulan bir çerçeve üzerinde yapılmıştır. İlgili çerçeve İngiltere, Fransa, İspanya, Almanya, Avusturya, İtalya, Polonya ve Çekya gibi ülkelerde yer alan çeşitli kalkınma ajanslarının amaçsal, yapısal, yönetsel ve işlevsel boyutlarda incelenmesi neticesinde oluşturulmuştur.
Kitapta ayrıca; Türkiye'de AB uyum politikaları çerçevesinde uygulanan bölgesel politikaların ve BKA'nın etkinlikleri değerlendirilmiştir. AB'de ekonomik ve sosyal alanda ortaya çıkan bölgesel gelişmişlik farklılıklarından kaynaklanan sorunlarla mücadele amacıyla geliştirilen bölgesel politikaların etkinlikleri incelenmiş ve AB Bölgesel Politika uygulamalarında önemli ve etkin bir araç olarak yararlanılan Bölgesel Kalkınma Ajanslarının bölgeler üzerindeki etkileri değerlendirilmiştir.
İrfan Kalaycı Türkiye- AB ilişkilerini farklı açılardan yorumlayan on bölüm altında toplamda yirmi yedi makalenin yer aldığı bu eser, Türkiye’de konu ile ilgilenen tüm çevrelerin takdirini alacaktır. Çünkü yazıların tamamı özgün ve Türkiye- AB ilişkilerine farklı açılardan ışık tutacak niteliktedir. Kitaptaki bölümler; giriş dersleri, ekonomi dersleri I-II, politika dersleri I-II, eğitim dersleri, teknoloji dersleri, Atatürk ve küreselleşme dersleri ve sonuç dersleri başlıklarından oluşmaktadır. Türkiye’nin, alanlarında önde gelen uzmanlarını bir araya getiren bu çalışmada yukarıda sayılan bölümler altında verilen makalelerle Türkiye’nin AB’ye, AB’nin de Türkiye’ye yaklaşımı farklı açılardan ele alınmıştır. Konu ile ilgilenen, fikir yürüten her kesim için çok yararlı olacak olan çalışma, bu alandaki büyük bir boşluğu da dolduracaktır.
M. Hakan Keskin Bu kitap daha önce Seçkin Yayınevi tarafından iki baskı yapmış kitabın güncellenmiş 3. baskısı. AB El kitabı, AB'nin bütünleşmesini bir diğer ifade ile derinleşmesini anlatan bir kitap. Diğerlerinden farklı; ilk farkı, iki dilli olması. Aynı sayfanın bir tarafı İngilizce, diğer tarafı Türkçe. Bu sayede, İngilizce programlarda verilen derslerde lisan yetersizliği sorununu aşmaya katkı sağlayacak. İkinci farkı tasarımı. Kitap renkli ve görsel ağırlıklı bir tasarıma sahip. Karmaşık AB jargonunu yasayanlara büyük yardımı olacak. Ayrıca AB Bütünleşmesi dersi verenlere dersin hazırlanmasına ve işlenmesine katkı sağlamak için kitabın sonuna Bologna sürecine uygun hazırlanmış ders izlencesi, araştırma soruları ve tartışma konuları eklendi.
Cihan Dura, Hayriye Atik, Cüneyt Dumrul Bu kitap Avrupa Birliği'ni, Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki, başta Gümrük Birliği olmak üzere ekonomik ilişkileri, tarihsel süreçleri ve yapıları ulaşmış oldukları son durum itibariyle incelemektedir.
Çalışmanın ilk amacı; olabildiğince Ortodoks yaklaşımdan sıyrılarak, üniversitelerimizin iktisat, işletme, uluslararası ilişkiler bölümlerinde, lisans düzeyinde ya da lisansüstü öğretimde okutulan “Uluslararası İktisadi Birleşmeler”, “Avrupa Birliği” gibi derslerde el kitabı olarak kullanılabilecek bir yapıt ortaya koymaktır. Çalışma “Uluslararası İktisat” gibi temel derslerde de yardımcı kitap olarak kullanılabilir. Çalışmamızın ikinci amacı; konuyla ilgilenen -öğrenci, aydın, sade yurttaş- herkese, Avrupa Birliği ile Türkiye-AB ilişkileri hakkında bilgilerini genişletmelerine, isabetli yorumlar yapmalarına ve doğru kararlar vermelerine yardımcı olacak bir araç sunmaktır.
Ayşegül Bostan Bu kitap Avrupa Birliği Parlamentosunda Suriyeli sığınmacılar konulu oturumları veri seti olarak ele almış ve bu veri setlerini eleştirel söylem analizinin kollarından biri olan söylemsel-tarihsel yaklaşımla incelemiştir. Bu çalışmanın amacı Avrupalı parlamenterlerin Suriyeli sığınmacılara yönelik algısını ortaya çıkarmaktadır. Bu kitap, ötekilerin diyarından gelen Suriyelere yönelik kucaklayıcı ve dışlayıcı söylemlerin nasıl üretildiğine, ne tür metaforlar, düz değişmeciler, zamansal referanslar ve isnatlar kullanıldığına ve bu söylemlerin nasıl uslamlandırılmaya çalışıldığına odaklanmıştır. Böylelikle Suriyeli sığınmacılar krizine yönelik Avrupalı parlamenterlerin bilişsel dünyalarına ışık tutarak onların Suriyeli sığınmacılara yönelik bakış açılarını ortaya çıkarmıştır.
Uğur Burç Yıldız 2008 yılında başlayan dünya finans krizinin en önemli etkilerinden biri de Avrupa Birliği’nin bazı ülkelerindeki ayrılıkçı hareketleri güçlendirmiş olmasıdır. İspanya’da Katalonya ve Bask bölgeleri, Britanya’da Kuzey İrlanda ve İskoçya, Belçika’da Flaman Bölgesi ve İtalya'da Kuzey İtalya bağımsızlık taleplerinin en güçlü olduğu yerlerdir. Bu kitapta, bu bölgelerdeki bağımsızlık hareketlerinin temel nedenlerinin geniş bir çerçevede açıklanması, aktörlerinin tanımlanması ve günümüzdeki durumlarının değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Oğuz Kaymakçı AB üzerine notlarda AB’nin tarihsel perspektif içindeki gelişimi, diğer ülkelerle ilişkileri, EURO ve AGÜ’lerin yanı sıra Türkiye başlığı altında; ekonomik, mali ve politik gelişmeler çizgisinde karşılıklı ilişkilere yer verilmiştir. Çalışma, “Küresel Bir Aktör Olarak Avrupa Birliği” ve “Küreselleşme Sürecinde Türkiye- AB İlişkileri” başlıklı bölümlerden oluşan iki ana kısma ayrılmıştır. Bu kısımlar altında yukarıda bahsedilenin yanında Avrupa birliği; genişleme süreci, politik iş birliği, Rusya ilişkileri, tek para birimi, Türkiye ilişkileri, maliye politikaları, gümrük birliği, Maastricht sonrası ekonomik ve parasal birlik ve Türkiye konularında toplamda on altı makale yer almaktadır. Bu kapsamda çeşitli yazarların Avrupa Birliği üzerine kaleme aldığı yazıların toplandığı bu kitap, 17 Aralık 2004 sonrası Türkiye için önemli bir kılavuz niteliği taşımaktadır.
Ahmet Taner Göksu Avrupa Birliği, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından Avrupa kıtasında barış ve huzuru temin etmek, siyasi ve ekonomik açıdan daha güçlü bir Avrupa oluşturma hedefine giden yolda önemli bir mihenk taşıdır. Özellikle Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle birlikte ortaya çıkan yeni jeopolitik sistem, AB ve benzeri uluslararası örgütlerin önemini daha da arttırmıştır. Bu süreçte, öncelikle Avrupa'nın siyasi ve ekonomik açıdan güçlenmesi hedeflenirken aynı zamanda bu hedeflerin sürekliliğinin teminini sağlamaya yönelik güvenlik politikalarını oluşturmak ve geliştirmek için yoğun çaba sarf edilmiştir. Diğer taraftan yanlızca Birlik içerisinde ortak bir dış güvenlik ve savunma politikası belirlemek ve uygulamaya koymak küresel dünyada tek başına bir anlam ifade etmemektedir. Bu politikaların uluslararası barışı sağlamayı ilke edinmiş diğer örgüt ve kuruluşlarla eş güdümlü bir hâle getirilmesi ile toplumları ve devletleri tehdit eden yeni küresel risklere karşı güncellenmesi zorunlu hâle gelmiştir.
Ali Ayata, Murat Ercan Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkileri konusunda pek çok kitap yayımlanmış ve her yıl yenileri literatüre eklenmektedir. Ama araştırmalarda ihmal edilen konu Avrupa Birliği’nin hangi teori üzerine kurulduğu ve nasıl gelişip şekilleneceği üzerine yeterince incelenmemesi, daha kötüsü akademik ilginin zayıflığıdır. Yapılan araştırmalarda, Avrupa Birliği’nin ne anlama geldiği bilinmeden, direkt AET başvurusu ve onu izleyen Ankara Anlaşması ayrıntılı olarak hikâye edilmektedir. Avrupa Birliği’nin bu şekilde analiz edilmesi, bilim dünyasına nasıl bir katkı sağlayacaktır? Ankara Anlaşması analiz edilirken “Neye hazırlık? Neye geçiş? Nasıl bir birliğe üye olacağız?” bu soruların yanıtını bulmadan, konu ile ilgili alana ve kamuoyuna katkı sağlamak mümkün müdür? Kuşkusuz hayır. Bu kitap, Avrupa Birliği ve Türkiye ile ilişkileri konusundaki zayıflığı az da olsa giderebilmek amacıyla, alanında uzman değişik akademisyenleri bir araya getirmiştir. Avrupa Birliği ve Türkiye ile İlişkileri isimli kitapta iki ana konu üzerinde durulmaktadır. Bunlardan birincisi Avrupa Biriliği’dir. Avrupa Birliği kapsamında birliğin tarihçesi, genişleme süreci, anayasası, para ve ekonomi politikaları ve bölgesel politikaları analiz edilmektedir. İkincisi ise Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkileridir. Burada da Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin teorik alt yapısı, tarihçesi, müzakere süreci, ilişkiler kapsamında yaşanan sorunlar ve son dönem Türkiye AB ilişkilerinin seyri irdelenmektedir.
Kadriye Gül Yücel Çalışma hayatının en tartışmalı konularından biri olan asgari ücret, özünde ekonomik bir kavram olmakla birlikte, her ulusun politik, hukuki ve felsefi algısının bir ürünü olması nedeniyle farklı veçhelerden ele alınması gereken bir olgudur. Sosyal refah devletinin toplumsal adaleti sağlaması bakımından önemli bir sosyal politika aracı olarak görülen asgari ücret, yoksulluk kıskacında yaşamını sürdüren asgari ücretli çalışanların refahının artırılması bakımından kritik öneme sahiptir.
Bu kitapta; Avrupa Birliği ülkelerinde ve Türkiye'de asgari ücret uygulamasının tarihsel perspektif içerisinde ve adalet bağlamında karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi hedeflenmiştir. Amaç; toplumun en düşük gelir grubunu oluşturan asgari ücretlilerin yaşam standartlarının iyileştirilmesine yönelik olarak asgari ücretlerin belirlenmesi ve vergilendirilmesinde en adil ücret politikasının ne olduğunun araştırılmasıdır.
Kitapta, adalet kavramına ilişkin kuramsal tartışmalardan hareketle asgari ücretlilerin aileleri ile birlikte insan onuruna yakışır düzeyde bir yaşam sürmesini garanti edecek adil bir ücret düzeyi ve bu ücret düzeyinin belirlenmesinde ve çeşitli kriterler temelinde farklılaştırılmasında Avrupa'dan iyi uygulama örnekleri göz önünde tutularak Türkiye'ye ilişkin önerilerde bulunulmaktadır.
Mehlika Özlem Ultan Yasa dışı göç konusu, Avrupa Birliği ve Türkiye gündeminde geniş bir yer kaplamaktadır. Yapılan göçlerin engellenmesi aşamasında izlenen politikalar da çeşitlilik göstermektedir. Bu çalışma, konuya Avrupa Birliği'nin bakış açısıyla bakarken; uygulamada İspanya, İtalya ve Yunanistan olmak üzere üç Akdeniz ülkesinin denizden gelen yasa dışı göçlerle nasıl mücadele ettiğini açıklamaya çalışmaktadır. Yasa dışı göçlere yönelik siyasi, ekonomik ve sosyokültürel boyutların değerlendirildiği bu çalışma; hem yasa dışı göçün önlenmesine yönelik hangi politikalar izlenmesi gerektiğini vurgulaması sebebiyle hem de yasa dışı göçün güvenlik konusuyla nasıl ilişkilendirildiğinin anlaşılması amacıyla önem teşkil etmektedir.
Eser, yasa dışı göç alanında mevcut bilgileri ortaya koyarak, konunun arka plana atılmış yönlerini ortaya çıkarmayı hedeflemektedir. Çalışmanın, Avrupa Birliği yasa dışı göç politikasını anlamak isteyenlerin yanı sıra, soruna yönelik geliştirilen çözüm önerilerini merak edenlerin de ilgisini çekeceği düşünülmektedir.
Uğur Özgöker, Onur Gürel Çalışma, 2011 yılında baş gösteren Suriye İç Savaşı sonrası Avrupa Birliği (AB)'nin düzensiz göç ile terörizm gibi kritik sorunlarla mücadelede benimsediği yönetim stratejilerini ve politikalarını, zirve sonuç bildirgeleri, programlar ve yıllık raporlar aracılığıyla analiz etmektedir. Ayrıca AB Kolluk Kuvvetleri İşbirliği Ajansı (EUROPOL) ve Avrupa Birliği Ceza Adaleti İşbirliği Ajansı (EUROJUST) tarafından yürütülen uygulayıcı ağların ve yıllık raporların, düzensiz göç ile güvenlik arasındaki ilişkiyi nasıl ele aldığı ve bu bağlamda üstlendikleri roller ile etkinliklerinin incelenmesi de çalışmanın kapsamı içerisindedir. Kitap, AB'nin düzensiz göçmenler ile terörizmle mücadeledeki iç ve dış politikalarına özellikle EUROPOL ve EUROJUST gibi kurumların faaliyetlerine odaklanarak güncel ve tarihsel bir perspektif sunmaktadır. Araştırma; öğrenciler, akademisyenler, politikacılar ve hukukçular için AB'nin güvenlik ile adalet alanındaki yaklaşımlarını anlamalarına yardımcı olacak kapsamlı bir kaynak niteliğindedir.
Serkan Küçükdoğru Türkiye, AB ile yüzyıllar boyu süregelen komşuluk ilişkisi içerisinde tüm hassasiyeti ile davranarak önemli bir müttefik konumuna gelmiştir. Türkiye'nin AB'ye üyeliği sonucunda karşılıklı yararlar sağlanacağı aşikârdır. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliği sürecinde, tüm alanlarda ilişkilerin gelişmesi için öncelikle "İçişleri ve Adalet Politikası"na uyumu gerekli ve önemli bir aşamadır.
Bu çalışmada; Avrupa Birliği'nin var olma gayesi, yapısı ve gelişimi ele alınmış; aday ülke statüsündeki Türkiye'nin AB'ye uyum süreci konusundaki kabiliyetinin ölçülmesi, verilen ev ödevlerine nasıl hazırlandığı ve bu ödevlerin nasıl anlaşıldığı hususlarının incelenmesi ve kişilerle yapılan anket yöntemi ile katılımcıların insan hakları, siyasal ilişkiler, adalet sistemi, dış politikalar ve benzeri konularda görüşlerinin alınıp bunların AB'ye uyum süreci hususundaki etkilerinin ve katılımcıların AB'ye uyum süreci hakkındaki görüşlerinin analizine yer verilmiştir.
Uğur Burç YILDIZ Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) aday ülke ilan edildiği 1999 yılındaki tarihi Helsinki Zirvesi sonrasında, AB alanında çeşitli üniversitelerde birçok yüksek lisans ve doktora programı açılmıştır. Bu alanda lisansüstü öğrenim gören akademisyen adaylarının en önemli çalışma alanlarından biri, AB’nin dış ilişkileri olmuştur. Yine aynı yıllarda AB’nin dış ilişkileri ile ilgili birçok kitap ve makale, akademisyenler ve araştırmacılar tarafından yayınlanmıştır. Hazırlanan tezlerde, yayınlanan kitap ve makalelerde genel olarak AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile Avrupa Komşuluk Politikası’na odaklanılmıştır. Bu kitapta, daha önce hakkında çok fazla çalışma yapılmış olan bu konuların ötesine geçilmek istenmiştir. Dolayısıyla, kitapta AB’nin bölgesel politikaları, bölgeler ile olan genel ilişkileri ve uluslararası aktörler ile ilişkileri konularındaki makaleler bir araya getirilmiştir. Neticede, bu kitap literatüre önemli bir katkı sağlayacak niteliktedir.
Mehmet Emir Göç ve güvenlik bağlamında icra edilen bu çalışma, Avrupa Birliği kurumsal yapısı ve üye devletlerin Libya ile olan ilişkilerine odaklanmaktadır. Libya'nın odağa alınarak yapılan bu araştırmanın ortaya çıkardığı sonuçlar, Avrupa Birliği üyesi devletlerin bu devlete bakış açılarındaki farklılıkları göz önüne sermektedir. Dolayısıyla Birlik üyesi devletlerin göç ve güvenlik politikası yaklaşımlarının ne kadar farklı olduğu, Libya olayları özelinde ortaya çıkmaktadır.
Kitapta, Libya'da Muammer Kaddafi öncesi ve sonrası dönem gelişmeleri incelenerek Avrupa Birliği kurumsal yapısı ve üye devletlerin bu süreç içerisinde etkileşimleri değerlendirilecektir. Özellikle 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından güvenlikle bağdaştırılan düzensiz göç olgusu Avrupa Birliği ve Libya ilişkilerini daha önemli kılmıştır.
Avrupa Birliği üyesi devletler açısından hâlen bu devletlerin ulusal çıkarları çok güçlü bir şekilde korunurken bunun en önemli unsurunu ise güvenlik oluşturmaktadır. Güvenlikleri söz konusu olduğunda Birlik üyesi devletler bütünleşme stratejilerini dahi geri plana atmaktadırlar. Güvenlikleri için çok önemli gördükleri düzensiz göç hareketlerine karşı birbirlerinin çıkarı aleyhine bile olsa Libya örneğinde görüleceği gibi hareket etmekten çekinmemektedirler. Libya olayları, Avrupa Birliği üyesi devletlerin ortak hareket etmelerinde neden başarısız olduklarını analiz etmek için çok elverişli bir alandır. Çalışma, bilimsel literatürdeki bu eksikliği tamamlayarak bilimsel alana katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
Ali Samir Merdan Soğuk Savaş sonrası dönemde dinamik bir yapı benimseyen Avrupa Birliği, zengin doğal kaynaklara ve stratejik öneme sahip Kafkas ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. Avrupa Birliği; öncelikle TACIS Programı adı altında bu ülkelere mali yardımlarda bulunmuş, daha sonra İpek Yolu’nun Yeniden Canlandırılma Politikası ile Enerji Politikasını uygulamaya koyarak ekonomik boyutta yardımlarını farklı alanlara kaydırmıştır. Ortaklık ve İş Birliği Anlaşmalarının imzalanmasından sonra ise Avrupa Birliği, 1991-2006 dönemini sağlam yasal temelleri olan bir döneme çevirerek Kafkas ülkeleriyle siyasi ilişkilerini de geliştirmeye başlamıştır.
Bu kitapta; TACIS Programı, İpek Yolu’nun Yeniden Canlandırılma Politikası ve Enerji Politikasıyla gelişmekte olan ekonomik ilişkileri, Ortaklık ve İş Birliği Anlaşmalarıyla kurulan hukuki ilişkileri ve Komşuluk Politikasıyla gelişmekte olan siyasi ilişkiler incelenmiştir. Genel olarak 1991'den itibaren Avrupa Birliği ile Kafkas ülkeleri arasındaki ilişkilerde, bölgesel bir bütünleşmeden çok bir küreselleşme sorumluluğunu üstlendikleri ve 2006'ya kadar amaçlarında başarıyla nasıl ilerledikleri üzerinde durulmuştur.
Bayram Sinkaya, Bilge Şahin, Ekin Oyan Altuntaş, İlhan Sağsen, İshak Turan, Kamer Kasım , Kamuran Reçber, Marziye Memmedli, Mehmet Arif Türkdoğan, Mehmet Dalar, Özkan Gökcan, Samet Yılmaz, Zelal Başak Yariş Avrupa Birliği'nin değişik coğrafya, bölge ve konularla ilgili dış politikasını analiz eden bu kitap, benzerlerinden farklı ve dikkat çekici bir perspektifle okuyuculara oldukça zengin bir içerik sunmaktadır. Ulusüstü niteliğiyle Avrupa'da ekonomik ve siyasal bütünleşmeyi hedefleyen Avrupa Birliği, uluslararası politikayı etkileyen önemli bir aktör olarak işlevlerini sürdürmektedir. Bu kitabı diğerlerinden farklı kılan özelliklerinden biri, Avrupa Birliği'nin dünyanın farklı bölge ve kıtalarıyla ilişkilerini ele alarak değişik konu ve sorunlarla ilgili yaklaşımını tartışan, eleştiren ve analiz eden derli toplu bir çalışma niteliğinde olmasıdır. Türkiye'nin değişik üniversitelerinde akademik çalışmalarını yürüten ve bu alanda uzman olan yazarlar, konulara farklı bakış açılarıyla birikimlerini paylaşarak alana önemli katkı sunmuşlardır.
Arif Köktaş Avrupa Birliğinde İşçilerin Serbest Dolaşım Hakkı ve Türk Vatandaşlarının Durumu adlı kitap, aynı adla tamamlanan yazarın doktora çalışmasına ve AB üyesi devletlerde yaşayan Türk vatandaşlarının serbest dolaşım hakları konusundaki çalışmalarına dayanmaktadır. Kitapta genel olarak; AB’nin kurumsal yapısı, Hukuku ve Türkiye ilişkileri ele alınmıştır.
Mesut Hakkı Caşın, Uğur Özgöker, Halil Çolak Avrupa’da yaşanan iki dünya savaşı Avrupa ve tüm dünya devletlerine önemli dersler öğretmiştir. Barış ve güvenlik içinde yaşamak tüm dünya insanlığı için bir gereklilik olmuştur. Uluslararası sistemdeki en başarılı entegrasyon örneği olarak kabul edilen Avrupa Birliği (AB), kuruluşundan günümüze kadar kurumsallaşma adına önemli yol kat etmiştir. AB entegrasyonu; ortak dışişleri, ortak güvenlik ve savunma politikalarının uygulanmasında ortak iktisadi-ticari ve sosyal politikalar alanlarında olduğu derecede başarılı olamamıştır. AB’de ortak güvenlik ve savunma konularında başarılı bir iş birliği ile Birliğin güçlü bir dış politika yürütebilmesi için teknolojiyle donatılmış güçlü bir orduya ihtiyaç duyulmaktadır. Bunun gerçekleşmemesi AB’nin zayıflamasına hatta dağılmasına neden olabilecektir. Bu nedenle AB’nin geleceği; Maastricht Antlaşması’yla kabul edilen üç sütunun güçlendirilmesine, AB değerlerine sahip çıkılmasına, koordinasyon ve iş birliği içinde ortak güvenlik ve savunma politikalarının etkili bir şekilde uygulanmasına ve uluslararası operasyonların gerçekleştirilmesine yapacağı katkı ve katılımındaki başarısına bağlıdır.
Haşim Türker İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın iktisadi, siyasi ve askeri anlamdaki bütünleşme gayretleri ancak Soğuk Savaş sonrasında ivme kazanabilmiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile ABD’nin tek başına dünya düzenini belirleyen dev bir güç olarak ortaya çıkması, AB’nin çok taraflı bir dünya oluşturma gayreti içine girmesine ve Avrupa bütünleşmesinin özellikle siyasi, askeri manada da gelişmesinin bir öncelik olarak belirmesine yol açmıştır. Bu çerçevede önce siyasi birliğin sağlanması için faaliyetlerde bulunulmuş, buna paralel olarak siyasi iradeyi destekleyebilecek bir askeri gücün oluşturulması için çaba sarf edilmiştir. Bu çabaların bir sonucu olarak Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) adı altında Avrupa Birliği’nin siyasi kararlarını destekleyebilecek nitelikte bir askeri gücün oluşturulmasına başlanmıştır.
Bu çalışma AB’nin bu çabasının tarihi gelişimini incelemeye gayret etmek üzere hazırlanmıştır. Bu kapsamda, AB’nin ortak güvenlik ve savunma politikasının oluşum süreci derinlemesine irdelenmiş ve bu sürecin başta dünya güvenliği olmak üzere, Türkiye’nin dış politikası ve güvenliği ile Türkiye-AB ilişkilerine etkilerinin ortaya konulması amaçlanmıştır.
Araştırmada yoğunlukla AB’nin AGSP kapsamındaki ortak kararları, ortak eylemleri, ortak tavırları, ortak stratejileri, Avrupa Konseyi sonuç raporları, ilerleme raporları, AB’nin antlaşmaları ve diğer resmî belgeleri temel olarak kullanılmıştır.
Ayşegül Gökalp Kutlu, Ender Akyol, Erkan Duymaz, Gül Ceylan Tok, Hürol Çankaya, Itır Aladağ Görentaş, Jülide Gül Erdem, Mehmet Arı 1949'daki kuruluşundan günümüze Avrupa Konseyi, bölgesel düzeyde insan haklarının korunmasının en ileri örneklerinden birini vermektedir. Bu çerçevede 1959'da Konsey bünyesinde bir Komisyon ve Divan olarak göreve başlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 1998 yılında bugünkü hâlini almıştır. Mahkeme, yargı yetki alanındaki birey ve birey gruplarının temel hak ve özgürlüklerini üye devletlerin kamu gücünden kaynaklanan ihlallere karşı koruma görevini sürdürmektedir.
Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile inişli çıkışlı ilişkisi, kuruluşundan beri hem iç kamuoyunda hem de Avrupa Konseyi nezdinde tartışmalara konu olmuştur ve hâlen de sıcak gündemini korumaktadır. Buradan hareketle kitabımızda AİHM nezdinde Türkiye açısından en çok tartışma konusu olan haklar ve konular incelenmiştir. Haklara getirilecek kısıtlamaların sınırlandırılması, din ve vicdan özgürlüğü, kadına yönelik şiddet, adil yargılanma hakkı, toplantı ve dernek kurma özgürlüğü ve ayrımcılık yasağı konularındaki çalışmalarımızın Türkçe insan hakları yazınına katkı sağlamasını umuyoruz.
Zeki Öztürk Avrupa Konseyi, İkinci Dünya Savaşı sonrası sonrası Avrupa'da barışın kalıcı olarak sağlanması ve demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ilkelerine bağlı kalınarak demokratik güvenliğin inşa edilmesi amacıyla kurulmuş en köklü uluslararası bir organizasyondur. Avrupa Birliği ile sürekli karıştırılan, ülkemizde ve Avrupa'da yeterince bilinmeyen ancak 47 üyesiyle 820 milyon kitleye hitap eden Avrupa Konseyi, organlarıyla ve bu organların işleyişine yardımcı olan kurulmuş mekanizmalarıyla, üye ülkelerdeki her alandaki demokrasi uygulamalarına, 200'den fazla antlaşmayı temel almak suretiyle 70 yıldır norm kazandırmakta, belli bir standart getirmektedir.
Türkiye, kurucu antlaşmasını imzaladığı 9 Ağustos 1949 tarihinden itibaren Avrupa Konseyi'nin çalışmalarına aktif katılım sağlamakta ve ülkede gerçekleştirilen hukuki reform ve kurumsal uygulamalarda bu kuruluşun birikimlerinden yararlanmaktadır. Avrupa Konseyi belgeleri her zaman Türk toplumunun temel dinamiklerine uygun çözümler önermese de ülkenin fikir ve görüşlerinin uluslararası arenada yansıtılmasına aracılık etmekte ve zengin araştırma sahalarıyla toplumsal hayatın her alanına standart kazandırmaya devam etmektedir.
Bu eser, Avrupa Konseyi arşivlerinde yapılan araştırmalar ve Avrupa Konseyi'nde bizzat izlenen ve doğrudan katılım sağlanan etkinliklerde elde edilen tecrübeler ışığında hazırlanmıştır.
John M. Hobson John M. Hobson, tarih boyunca çoğu uluslararası teorinin Avrupa merkezciliğin çeşitli biçimlerine gömülü olduğunu iddia etmektedir. Uluslararası teori, devletler arası ilişkilere dair değerden arınmış ve evrenselci teoriler üretmek yerine Batı medeniyetini dünya siyasetinin öznesi ve ideal normatif referansı olarak kutlayan ve savunan analizler sunmaktadır. Hobson ayrıca Edward Said'in Avrupa merkezcilik ve oryantalizm kavramlarına anlayışlı bir eleştiri getirerek Avrupa merkezciliğin emperyalist veya anti emperyalist olabilen farklı biçimler aldığını ortaya koymakta ve bunların 1760'tan bu yana uluslararası teoride nasıl yol aldığını göstermektedir. Bu nedenle kitap, uluslararası ilişkiler akademisyenlerinin yanı sıra siyaset bilimi/siyaset teorisi, ekonomi politik/uluslararası ekonomi politik, coğrafya, kültür ve edebiyat çalışmaları, sosyoloji ve en önemlisi antropoloji disiplinlerinde Avrupa merkezciliği ile ilgilenen herkese hitap etmektedir.

Hobson'ın uluslararası teorinin yalnızca Avrupa merkezci bir dünya siyaseti anlayışı inşa ettiğine dair güçlü iddiası, hem ana akım hem de eleştirel görüşlere sahip teorisyenler için önemli bir meydan okumayı temsil etmektedir. Hobson'ın sunduğu geniş entelektüel tarihçe ışığında bu kitap, farklı okuyucu kitlelerinin ilgisini çekecektir.
BRIAN C SCHMIDT, Carleton Üniversitesi

Uluslararası ilişkiler akademisyenlerini entelektüel miraslarının Avrupa merkezci ön yargılarına karşı duyarlı olmaya davet eden, Batı uluslararası teorisinin ustaca ve kışkırtıcı bir tarihçesi. Bu önemli ve dikkatlice gerekçelendirilmiş kitap, hepimize, araştırmalarımızın ahlaki ve etik sonuçlarını yeniden incelememiz için bir çağrı niteliğindedir.
J. N. TICKNER, Southern California Üniversitesi

John M. Hobson'ın, Immanuel Kant'tan Adam Smith'e ve Hans Morgenthau'ya kadar uzanan ve yazılarıyla Batı uluslararası teorisine bugünkü şeklini veren uzun düşünürler silsilesinin; iddialı, araştırmacı ve geniş kapsamlı eleştirisi, bir güç gösterisi niteliğindedir. Hobson, sadece alanın ısrarla Avrupa merkezci örgütlenmesine işaret etmekle kalmıyor; aynı zamanda oryantalizm ve Avrupa merkezciliğin çeşitleri arasında genellikle çağdaş analizlerde eksik olan önemli ayrımlar yapmayı da başarıyor. Postkolonyal uluslararası teori çalışmalarına bugüne kadar yapılmış en iyi katkılardan birini temsil eden bu kitaptan tüm“dünya siyaseti” öğrencileri faydalanacaktır.
DIPESH CHAKRABARTY, Chicago Üniversitesi
İrfan Kalaycı Dr. İrfan Kalaycı, bu çalışmasında, günümüze dek hep tartışılmış olan Türkiye'nin Avrupalı mı yoksa Orta Doğulu bir ülke mi olduğu sorusuna ekonomi-politik bir yaklaşımla yanıt aramaktadır.
Kitapta, Türkiye için “iki elbiseli” ülke tanımlaması yapılarak Türkiye'nin Avrupalılaşma süreci geçmişten geleceğe ayrıntılı olarak ve tarafsız bir gözle incelenmektedir. Yazar ayrıca, küreselleşmenin Kuzey Yarımküre'de yerleşik ülkeler eliyle yürütüldüğü gerçeğine dikkat çekerek Avrupalı Türkiye'yi ve Türkiyeli Orta Doğu'yu yakından ilgilendiren “Batılılaşma” deyimi yerine “Kuzeylileşme” deyimini önermektedir. Orta Doğu petrolleri incelenirken, petrolün uluslararası politika ve güç ilişkilerinde oynadığı rolü belirtmek için aslında “uluslararası ekonomi-politiğin kalbinin attığı yerin derin petrol kuyuları olduğu” benzetmesi yapılmıştır. Dünya ekonomisi ve politikası konusunda ise günümüzde iki kutuplu bir dünya olmayabileceğini, ancak bunun yerine petro-dolar veya petro-avro ile petrolü arz ve talep eden ülke gruplarının oluştuğu belirtilmektedir. Dr. Kalaycı, petrol zengini bu bölgede su kıtlığının yarattığı gerilime de dikkat çekmekte ve bugün için bir senaryo olmakla birlikte, bölgenin su savaşları açısından yüksek bir potansiyel taşıdığına değinmektedir. “Orta Doğu Ekonomileri ve Türkiye'nin Ülke Politikaları” başlığını taşıyan en “kritik” bölümde ise, çeşitli ölçütler kullanılarak Türkiye'nin negatif ve pozitif ayırımcılıkla yaklaşabileceği ülkeler belirleniyor. Bu çalışmada iki amaç öne çıkıyor: Birisi AB standartlarına kavuşmuş bir ülke olarak Türkiye'nin üç kıta arasındaki birleştirici özelliğini iktisadi alanda da sürdürülebileceğini ortaya koymak, ikincisi de, Türkiye'nin Orta Doğu'da Avrupalı kimliğiyle nasıl bir güç oluşturabileceğini göstermek.
Sonuç olarak kitap; küresel ekonomi, uluslararası finans, medeniyetler uzlaşması gibi konularla ilgilenen herkese büyük ölçüde yararlı olabilecek temel bir kaynak niteliğindedir.
Prof. Dr. Halil Seyidoğlu
Cenker Korhan Demir “Bu kitap, eski bir hikâyenin yeni yüzünü okuyucularına sunuyor. Hikâye gerçekten eski; çünkü benzer sorunları ve baş etme yollarını Romalı generallerden, Kızılderililerle uğraşan uzun bıçaklı Hafif Süvari Alayı mensubu subaylara, Kuzey Afrika'da görevli Fransız komutan/valilerden, Zulu savaşlarındaki "centilmen" İngiliz subaylarına ya da Şeyh Şamil'e karşı harekât yürüten Rus generallerine kadar birçok kişiden dinleyebilirsiniz.
Özellikle 11 Eylül 2001 terör saldırıları sonrasında önce Afganistan, Irak ve bugün Suriye ya da Libya'da yaşanan olaylar alanın çalışanlarının eski defterleri yeniden karıştırmalarına neden oldu. Dünyadaki tüm ordular, askeri entelektüeller, konu ile ilgili siyasi liderler yeniden ayaklanma ve ayaklanmaya karşı koyma konularını okumaya, araştırmaya başladılar. Bu noktada bilginin önemi bir kez daha ortaya çıktı. Bu bağlamda Cenker Korhan DEMİR'in bu kitabı, okuyucuları için ufuk açıcı bir eser olacaktır.”
Doç. Dr. Nihat Ali ÖZCAN
Ensari Yücel Kişilerin sahip oldukları din, dil, ırk, renk ve cinsiyet gibi özelliklerinden dolayı farklı muameleye tabi tutulması ve bu temellerde bazı haklardan mahrum edilmesi şeklinde ortaya çıkan ayrımcılık, uygulamada farklı biçimleriyle ortaya çıkmaktadır. Ayrımcılık, geçmişte var olduğu gibi insan hakları bakımından önemli gelişmelerin yaşandığı günümüz dünyasında da varlığını sürdürmektedir.
Kitapta, ayrımcılık yasağı, eşitlik ve adalet ilkeleri ışığında ele alınırken diğer taraftan ayrımcılığa yol açan ön yargı ve kalıp yargı kavramları üzerinde duruluyor ve ayrımcılığın çok kültürlülük ve pozitif ayrımcılık kavramlarıyla ilişkileri irdeleniyor.
Ayrımcılık yasağı, birçok uluslararası belge ve hukuk sistemlerinde yasaklanmıştır. Kitapta, ayrımcılık yasağı; uluslararası belgelerde, Avrupa Konseyi belgelerinde, Avrupa Birliği hukukunda ve Türk hukukunda ele alınıyor ve buna ilişkin mahkeme kararlarına yer veriliyor.
Orkhan Valiyev Modern Batı siyasal düşüncesinde, sanayileşme; ticaretin artması ve iletişim olanaklarının bir çıktısı olarak doğmuştur. Oysa öteki toplumlarda milliyetçilikten ziyade onu doğuran millî hareketlerden bahsetmenin daha doğru olacağı ifade edilebilir. Zira ulusların kitlesel doğum asrı olan on dokuzuncu yüzyılda sömürge altında olan halkların milletleşme süreci milliyetçilikten ziyade millî hareketlerle açıklanabilir. Millî hareketler sürecinde aydınların daha etkili olduğu söylenebilir. Bu bağlamda entelijensiya, Azerbaycan'ın uluslaşma sürecinde etkili bir millî hareket yaratmıştır. Azerbaycan ulus inşa sürecini açıklamak için yazdıkları metinlerle millî hareket sürecine belirgin katkısı olmuş Mirza Fatali Ahundzade, Ali Bey Hüseyinzade ve Mehmet Emin Resulzade belirlenmiştir. Bu çalışma, Azerbaycan'ı cumhuriyete götüren süreci millî hareket bağlamında değerlendiriyor.
Ali Samir Merdan 1991-2010 dönemini kapsayan Azerbaycan-ABD ilişkilerinde, ilk başlarda bazı olumsuzluklar nedeniyle belirsizlik dönemi yaşanmışsa da 1994'ten itibaren yakınlaşma dönemi başlamış ve 2001'den itibaren de olumlu gelişmelerle iş birliği dönemine girilerek 2010'a kadar devam etmiştir. Bu durum, hem Azerbaycan yönetiminin yürüttüğü dış politikayla hem de ABD'nin Azerbaycan'a artan ilgisiyle gerçekleşmiştir. Ayrıca Azerbaycan'da yapılan anket ve mülakatların sonucunda toplumda oluşan olumlu ABD imajının, Azerbaycan'ın ABD ve Batı Avrupa devletleri eğilimli bir dış politikaya yönelmesinde de etkili olduğu görülmüştür.
Bu kitap; Azerbaycan'ın ABD'yle ilişkilerini, Kafkasya'nın değişen dünya düzeni içerisindeki konumu çerçevesinde incelemiştir. Çünkü Azerbaycan dış politikasında ABD'nin yeri, Azerbaycan'ın Rusya Federasyonu'yla mevcut olan ilişkilerinden, Azerbaycan'la İran arasında süregelen gerginlikten, Çin Halk Cumhuriyeti'nin yükselmekte olan gücünün bölgeye yapacağı muhtemel etkinin ABD'nin ekonomik çıkarlarıyla ilişkisinden ve 11 Eylül 2001 sonrasında ABD'nin Kafkasya'ya yaklaşımındaki değişimden bağımsız olarak değerlendirilemez. Bu bağlamda, Azerbaycan-ABD ilişkilerinin dış politika kavramı çerçevesinde ve ABD imajının Azerbaycan dış politikası bağlamında değerlendirilmesi bu kitaptaki çalışmanın temel amacını oluşturmuştur.