Türk Dış Politikası \ 2-2
B. Toygar Halistoprak, Cengiz Mert Bulut, Dicle Korkmaz, Emel Parlar Dal, Emre İşeri, Gökay Özerim, Gözde Turan, Hakan Mehmetçik, Haluk Karadağ, Kısmet Metkin, Sezgin Mercan, Şaban. H. Çalış, Tarık Oğuzlu, Uğur Güngör, Yelda Ongun Türkiye; sahip olduğu güç imkânları, coğrafi konumu, kimliksel özellikleri ve dış politika tercihleriyle uluslararası alanda dikkatleri çeken bir ülke. Türk Dış Politikası üzerine yapılan bilimsel çalışmalar son yıllarda artarak devam ediyor. Uluslararası sistemin yapısal bir dönüşümden geçtiği günümüzde Türk dış politikası uygulamalarına bilimsel bir pencereden bakmak hiç olmadığı kadar önemli. Uluslararası İlişkiler, Dış Politika ve Türk Dış Politikası üzerine çalışan saygın akademisyenlerin hazırladığı bu kitap, gündemi meşgul eden Türk dış politikası uygulamalarına bir yandan kuramsal bir ışık tutarken diğer yandan da yaşananları daha anlaşılır kılmayı hedefliyor. Kuram ve pratik arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılması kitabın en önemli amaçlarından biri. Türk Dış Politikası, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika alanlarına ilgi duyan ve politika yapım ve uygulama sürecinde yer alan herkesin faydalanması amacıyla hazırladığımız kitabımızın önemli bir boşluğu dolduracağını düşünüyoruz.
Mustafa Salep Doğu Akdeniz'de stratejik konumu nedeniyle, tarih boyunca devletlerin egemenlik kurmak istedikleri bir ada olan Kıbrıs, tarihî ve coğrafi bağları nedeniyle Türk dış politikasının da temel konularından biri olmuştur. Yunanistan'ın Kıbrıs'ı ilhak etmek istemesi ve Rumların da Yunanistan'la birleşme arzusu nedeniyle Türkiye, Kıbrıs üzerindeki tarihî ve hukuki haklarına uygun bir dış politika belirlemiştir. Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanması hayali, Yunan ve Rum milliyetçileri tarafından Enosis adıyla bayraklaştırılmıştır. 1571'den 1878'e kadar Osmanlı toprağı olan Kıbrıs, 1960 yılına kadar ise İngiltere idaresinde kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Yunanistan ve Kıbrıs Ortodoks Kilisesi öncülüğünde yürütülmüş olan Enosis faaliyetleri ile EOKA'nın silahlı eylemlere başlaması, Ada'da emniyetsiz bir ortama neden olmuştur. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında yapılmış olan görüşmeler neticesinde 1959 yılı Şubat ayında Zürih'te ve Londra'da anlaşma sağlanmış, Rum ve Türk toplumlarının nüfusları esas alınarak müşterek ve denge esaslı bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulması kararlaştırılmıştır. 16 Ağustos 1960'ta fiilen kurulmuş olan ortak devlet, Kıbrıs tarihinde farklı bir yönetim denemesi olmuştur. 21 Aralık 1963'te başlayan ve Kanlı Noel olarak tarihe geçen Rum saldırıları nedeniyle Türkler, canlarını korumak amacıyla evlerini ve mallarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Yunanistan destekli Rum saldırıları 1964 yılında da devam etmiş, ortak Kıbrıs Cumhuriyeti'ni ise işlemez hâle getirmiştir. Bu çalışmada, Türk dış politikası bağlamında 1965 yılı başına kadar Kıbrıs'la ilgili gelişmelerin detayları yer almaktadır.
Zakir Avşar, Burak Medin, Serhan Koyuncu, Bünyamin Duranoğlu, Aşkın Yıldız Dış politikada sahaya sürülen kültürel diplomasi pratikleri, medya araçlarının etkili bir şekilde kullanımının elzem olduğu stratejiler içerir çünkü medya politikalarının etkileri sadece yerel düzeyde değil, küresel düzeyde de çeşitli sonuçlara yol açar. Medya politikaları, ülkelerin kültürel kimliğini ve toplumsal değerlerini biçimlendirerek yönlendirici bir nitelik sergiler. Bu nedenle medya politikaları evrensel düzeyde önemli bir etkiye sahiptir.
Türkiye'nin kültürel diplomasi stratejileri; sahip olduğu tarih, çeşitli kültürel etkinlikler, sanat ve edebiyat festivalleri, dil kursları, öğrenci değişim programları ve medya yayınları gibi araçlarla hayata geçirilmektedir. Bu pratikler, Türkiye'nin uluslararası boyutta bir marka olarak daha fazla tanınmasını sağlamak, Türk kültürünü ve tarihini dünyaya daha etkili şekilde anlatmak ve Türkiye'nin dış politika hedeflerine destek olmak amacıyla kullanılmaktadır. Türkiye kendine içkin dinamiklerle birçok alanda olduğu gibi bu çalışmada odaklanılan medya alanında da önemli kültürel diplomasi ve yumuşak güç faaliyetleri ve stratejileri ortaya koymakta, bu minvalde hem iç hem de dış kamuoyunu kendi menfaatleri doğrultusunda şekillendirmeye çalışmaktadır. En nihayetinde kültürel diplomasi ve yumuşak güç faaliyetleri ve stratejileri ile Türkiye, ulusal ve uluslararası sahada ideal bir özne ve imge algısı oluşturmaya çalışarak bizatihi sahip olduğu potansiyellere insanları yakınlaştırmaya çalışmaktadır. Bu eksende üretilen diplomasi faaliyetleri ile Türkiye, önemli bir küresel aktör olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Tuba Özbilen, Ali Çağlar Günümüz dünyasında ülkeler arası rekabet ve mücadele biçimleri önemli değişiklikler geçirmiştir. Geçmişte, daha çok “sert güç” denilen yöntemle, karşılıklı mücadele, egemenlik kurma ve nüfuz alanı yaratma ve bu ayrıcalıkları devam ettirme söz konusu iken günümüzde, gerek temel haklardaki gelişme ve anlayış değişikliği ve gerekse de ülke halkları arasındaki iletişim ve yakınlaşmalar yeni arayışlara sebep olmuştur. Bu gelişmeler, başta küresel-emperyal ülkeler olmak üzere sert güç uygulamalarına alternatif arayışlara girişilmiş ve bunun sonucunda sert güç yaklaşımı yerine “yumuşak güç” uygulamalarının daha etkili sonuçlar doğuracağı ileri sürülmüş ve yumuşak güç yaklaşımı uygulanmaya başlamıştır. Ancak bazı zaman ve durumlarda yumuşak güç uygulamalarının yetersiz ve etkisiz kalması sonucunda, sert ve yumuşak güç uygulamalarını birleştiren "akıllı güç" (smart power) yaklaşımının daha uygun olacağı değerlendirilmiştir. Diğer bir deyişle, her durum ve olaya özgü olarak yumuşak güç, sert güç veya her ikisinin karması olan akıllı güç stratejisinin devreye sokulması ve uygulanmasının daha etkili sonuçlar doğuracağı-doğurduğu ileri sürülmüştür.
Bütün bu gelişmeler sonucunda, Türkiye'nin politika yapıcılar ve strateji geliştiren birimlerince özellikle 1989'dan sonra Türk Dış Politikası'nda, başta Türk Cumhuriyetleri ve akraba topluluklar olmak üzere yumuşak güç uygulamalarına daha sistematik bir şekilde başlanmıştır. Bu anlayıştan hareketle 1998 yılında “Afrika Eylem Planı” ile Afrika ülkelerine ve 2006 yılında ise Latin Amerika Yılı ilan edilerek “Latin Amerika Eylem Planı 2006” çerçevesinde Latin Amerika ve Karayip ülkelerine yönelik yumuşak güç çalışmaları yürütülmüştür. Başlangıçta doğal olarak daha zayıf olan bu girişimler zamanla daha profesyonel bir biçimde yürütülmüş ve özellikle daha sonraki yıllarda oldukça ivme kazanmıştır. Bu kitap, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı dönemi odağında Türkiye'nin uygulamış olduğu yumuşak güç uygulamalarını açıklama ve tartışmayı konu edinmiştir. Söz konusu uygulamaların sahip olduğu özellikler dikkate alınmış ve ABD merkezli bir kavram olan yumuşak güç uygulamalarının düşünsel mantığı ile Türk dış politikasında uygulamalardaki bazı düşünsel farklılıklar tespit edilmiştir. Ayrıca bu farklılığı karşılayacak "adaptif güç" olarak tanımlanan bir kavram önerisinde bulunulmuştur. Kısacası bu çerçevede tamamlanmış olan kitap çalışması, okuyucu-yararlanıcıların kullanımına sunulmuştur. Türk bilim literatürüne, kendi alanında bir nebze de olsa katkı yapması yazarların temel amacıdır.
Serkan Gündoğdu Uluslararası sistem, yumuşak güç ve kamu diplomasisi kavramlarının ortaya çıkmasıyla birlikte diplomatik yöntemlerden aktörlere, güç merkezlerinden etki alanlarına kadar büyük bir dönüşüme maruz kalmıştır. Böylece uluslararası arenadaki bir devlet, istediği sonuçlara ulaşmada zorlayıcı diplomasi yöntemlerinin yanı sıra diğer devletlere yumuşak güç ve kamu diplomasisi unsurlarıyla nüfuz ederek, ikna ve cazibe yöntemlerini kullanarak kendisine hayranlık oluşturup ortak değerler etrafında toplama ve amaçlarını kabul ettirme olanağını bulmuştur. Dünyada hızla gelişim gösteren ve birçok devlet tarafından etkili bir şekilde kullanılmaya başlanan yumuşak güç ve kamu diplomasisi, geç de olsa Türk dış politikasında da önem atfedilen bir konu olmuştur.
Bu kitapta, 2002-2013 yılları arası Türk dış politikasına yön veren ilkeler çerçevesinde, yumuşak güç ve kamu diplomasisi uygulamaları ele alınmış, bu kavramların dış politika aracı olarak nasıl ve ne derece kullanıldığı üzerinde durulmuştur. Ayrıca kamu diplomasisi faaliyeti yürüten kurumlar ve bu kurumların politikaları incelenerek Türkiye'nin kamu diplomasisindeki gücü ve Türk dış politikasındaki etkisi ortaya konmaya çalışılmıştır.
Adem Özer, Bilal Karabulut, Ceren Urcan, Deniz Zeynep Altınsoy, Emre Ozan, Erdal Bayar, Fırat Purtaş, İrşat Sarıalioğlu, Kadir Ertaç Çelik, Kürşad Turan, Levent Ersin Orallı, M. Nail Alkan, Mehmet Seyfettin Erol, Mesut Aslan, Selman Öğüt, Soyalp Tamçelik, Türel Yılmaz Şahin, Yunus Turhan Bu kitabın ortaya çıkmasındaki temel saik, 1923 yılından 100. yılını kutladığımız 2023 yılına kadar geçen süreçte, Türkiye'nin dış politikasını; temel olgular, olaylar, bölgesel politikalar ve ikili ilişkiler üzerinden analiz etmektir. 100 yıl önce, Mustafa Kemal Atatürk'ün fikirleri ışığında parlayan genç Cumhuriyet'in aydınlığıyla şekillenmeye başlayan Türk dış politikasında yaşanan değişimler ve devamlılık unsurları, kitabın farklı bölümlerinde, alanın önde gelen akademisyenleri tarafından değerlendirilmektedir.
Bu kitap, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü akademisyenlerinin katkıları ile ortaya çıkmıştır. Kitabın, 100 yıllık süreçte, Türk dış politikasının; değişim, dönüşüm ve süreklilik unsurlarını anlama ve anlamlandırma noktasında konu ile ilgilenen herkes için yararlı olmasını diliyoruz.
Nilüfer Oba Dıș yardımlar, Türk dıș politikasının önemli bir aracı hâline gelmiș bulunmaktadır. Artık Türkiye, hem yardım alan hem de yardım yapan “yükselen donörler” grubuna dâhil bir ülkedir.
Türkiye’nin yaptığı yardımlar uluslararası kamuoyunda da dikkat çekmektedir. Türkiye 2016 yılında, 6 milyar ABD doları ile dünyada en fazla insani yardım yapan ikinci ülke olmuştur.
Diğer birçok donör ülke gibi Türkiye de yardım yaptığı coğrafi bölgelerde önemli bir yere sahiptir. Bununla birlikte, değișmekte olan dünya konjonktürü ve son yıllarda sıkça rastladığımız doğal afetler, Türkiye’nin gayretlerini Afrika ülkeleri gibi çok geniș bir coğrafyaya yaymasına neden olmuștur. Bu yardımlar, Türkiye'nin dıș politika hedeflerine ulașmasına önemli katkı sağlamaktadır.
Uluslararası ekonomi politikası açısından bu kitap, Türkiye’nin yardımlarının hem geleneksel donör hem de Güney Kore gibi diğer yükselen donör ülkelerle karşılaştırmalı olarak tahlil edilmesini sağlayarak, bu alanda bir katkı yapmayı hedeflemektedir.
Bu kitabın diğer önemli özelliği de Türkiye’nin yardımlarına ilișkin bugüne kadar çok az bilinen istatistiklerini gün yüzüne çıkarmasıdır.
Bu kitap ayrıca, Türk dıș politikasının dıș yardımlar konusunda gerçekleștirdiği önemli atılımı ortaya koymayı ve kamuoyumuz tarafından Türk dış politikasının bu yeni aracının bilinmesini amaçlamaktadır.
Andreas Treske, Burak Gümüş, Christian Johannes Henrich, Daniel Bauer, Elif Kocagöz, F. Ceren Sadioğlu, Fahri Türk, Heiko Schuß, Hüseyin Bağcı, İsmail Ermağan, Klevis Kolasi, Levent Börü, Lutz Peschke, Max Florian Hertsch, Mustafa Nail Alkan, Nilgün Yüce, Olaf Leiße, Özlem Tekin, Pamuk Nursen Topbaş, Şafak Parlak Börü, Şebnem Udum, Semih Erdoğdu, Stefan Rathert, Uğur Sadioğlu, Yaşar Aydın, Yasemin Dayıoğlu Yücel Türkiye ve Almanya'nın tarihin farklı dönemlerinde kesişen yolları, iki ülke arasında güçlü ve özel bir ilişkinin gelişmesine imkân sağlamıştır. İkili ilişkilerin siyasi, ekonomik ve askerî boyutlarına 60'lı yılların başından itibaren yaşanan işçi göçüyle beraber sosyal ve kültürel boyutlar da eklenmiştir. Böylece iki ülke ve toplumları arasında çok kapsamlı ve dinamik ilişkiler oluşmuştur. Bu çok boyutluluk hâli ilişkilerin multidisipliner bir yaklaşımla ele alınması gereksinimini doğurmaktadır.
Bu eser, 2019 yılında Türk-Alman ilişkilerini multidisipliner bir anlayışla ele almak gayesiyle kurulmuş olan Hacettepe Üniversitesi Türk-Alman İlişkileri Uygulama ve Araştırma Merkezi'nin (HÜTAİ) ilk yayınıdır. Sosyal bilimlerin farklı disiplinlerinden birbirinden değerli uzmanları Türk-Alman ortak paydasında bir araya getirdiğimiz bu derleme kitabın Türk-Alman ilişkileri üzerine çalışan araştırmacılara kaynaklık etmesi dileklerimizle.

Die Begegnungen der Türkei und Deutschland zu unterschiedlichen Zeiten in der Geschichte, trugen zum Aufbau enger und besonderer Verhältnisse beider Länder bei. Neben den bilateralen Beziehungen in Politik, Wirtschaft und Militär nahm ab den 60er Jahren mit der Arbeitermigration die kulturelle Dimension ihre Position ein. Somit bildeten sich vielfältige und dynamische Beziehungen zwischen beiden Ländern und ihren Gesellschaften heraus. Diese Vielfältigkeit erfordert eine multidisziplinäre Herangehensweise für eine Analyse der Beziehungen.
Dieses Buch ist die erste Publikation des Forschungszentrums für türkisch-deutsche Beziehungen der Hacettepe Universität (HUTAI), das 2019 gegründet wurde, um türkisch-deutsche Beziehungen aus einer multidisziplinären Perspektive zu betrachten. Wir hegen die Hoffnung, dass dieser Sammelband mit seinen Beiträgen von Akademikern aus verschiedenen Fachbereichen der Sozialwissenschaften als ein Nachschlagewerk für Wissenschaftler, die in diesem Bereich forschen, dient.

Andreas Treske, Burak Gümüş, Christian Johannes Henrich, Daniel Bauer, Elif Kocagöz,
F. Ceren Sadioğlu, Fahri Türk, Heiko Schuß, Hüseyin Bağcı, İsmail Ermağan, Klevis Kolasi,
Levent Börü, Lutz Peschke, Max Florian Hertsch, Mustafa Nail Alkan, Nilgün Yüce, Olaf Leiße, Özlem Tekin, Pamuk Nursen Topbaş, Semih Erdoğdu, Stefan Rathert, Şafak Parlak Börü,
Şebnem Udum, Uğur Sadioğlu, Yasemin Dayıoğlu-Yücel, Yaşar Aydın
Ömer Lütfi TAŞCIOĞLU Türk-Ermeni ilişkilerinde zorunlu göçe neden olan olayların ve sonuçlarının incelendiği bu kitabın amacı; yaşanan olayların araştırılarak gerçeklerin belgeler ışığında ortaya çıkarılmasıdır. 1. Dünya Harbinin 100. yılında yabancı devletlerin de desteğiyle Ermeni iddialarının Türkiye üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılma gayretleri dikkate alındığında kitabın önemli bir boşluğu dolduracağı ve hem Türk milletine hem de Türkiye Cumhuriyeti yönetim kadrolarına söz konusu baskılara karşı izlenmesi gereken politikalar konusunda yol gösterici olacağı umulmaktadır.
Farklı yaklaşımları ile dikkati çeken ve daha önce ortaya konulmamış bilgi ve belgeleri de içeren kitapta 1. Dünya Harbi öncesinde kendi devletine karşı isyan ederek düşman tarafına geçen ve kurdukları silahlı çetelerle sivil halkı katletmeye başlayan Ermenilerin tabi tutulduğu zorunlu göç uygulamaları ve göç ettirilen Ermenilerin akıbetleri detaylı olarak ortaya konulmuştur.
Kitapta daha önce yeterince ortaya konulmamış olan, Rus işgali ve Ermeni katliamları nedeniyle topraklarını terk ederek göç etmek zorunda bırakılan Anadolu'daki ve Kafkasya'daki Müslüman halkın durumu ile Rus ve Ermeniler tarafından katledilen Müslümanların durumları detaylı olarak incelenmiştir. Bu kapsamda özellikle yabancı kaynaklara dayanılarak iki tarafın kayıpları karşılaştırılmıştır.
Umuyoruz ki bu çalışma sömürgeci Batının ve onların uzantılarının sözde soykırımın 100. yılında Türkiye'ye soykırımı kabul ettirmek üzere yürüttükleri çalışmaların arka planının aydınlatılması ve alınacak tedbirlerin belirlenmesinin yanı sıra, Ermenistan'ın ve Diaspora Ermenilerinin yalanlarıyla kandırılmış olan Ermeni vatandaşlarımızın bilgilendirilmesi yoluyla toplumsal barışa da katkı sağlayacaktır.
Ömer Lütfi Taşcıoğlu Birinci Dünya Savaşı, emperyalist devletlerarasındaki paylaşım savaşıydı. Savaşın konusu, Osmanlı Devleti'nin paylaşılmasıydı. Osmanlı Devleti nasıl Çanakkale'de emperyalist düşmana karşı vatanını savunduysa, Doğu cephesinde de aynı işi yapmıştır. Bu iki cephe vatan savunması açısından tek cephedir. Osmanlı Devleti Ermeni örgütlerinin iç cephedeki yıkıcı faaliyetlerini önlemek amacıyla İngiliz ve Fransız emperyalistlerin Gelibolu yarımadasına yaptığı çıkarma harekâtının başladığı 25 Nisan 1915'ten bir gün önce, 24 Nisan 1915' te gerekli uygulamaları hayata geçirmiştir. Bu uygulamalar savaş koşullarında emperyalist saldırıya karşı savunma önlemidir. Zorunlu göç kararı da bu kapsamdaydı ve cepheler arasındaki bağlantıyı korumak ve cephelerin lojistik desteğini sağlamak için zorunluydu. Taşnakların örgütlediği Ermeni birlikleri Rus ordusunun yanında savaşmış, Ermeni çetecileri ise Osmanlı ordusunu arkadan vurmuş, Doğu ve Batı Cepheleri arasındaki bağlantıları, demiryollarını, haberleşme hatlarını kesmiş, sabotajlar yapmış, ayaklanmalar çıkarmış ve erkeklerinin çoğu cephelerde olan Türk köylerinde terör estirerek etnik temizliğe kalkışmıştır. Bu koşullarda Osmanlı Devleti'nin savaş cepheleri gerisindeki Ermeniler için göç kararı alması zorunlu bir savaş önlemidir.
Ali Saydam, Aslı Yağmurlu, Elif Gürdal Limon, Elif Kahraman Gökalp, Ergün Köksoy, Faruk Yazar, İbrahim Halil Yaşar, Meltem Ünal Erzen, Samet Kavoğlu, Süleyman Eren, Yusuf Zafer Can Uğurhan Yeni dünya düzeninde ya da düzen arayışında sadece sert güce dayalı güvenlik mimarilerinin yeterli olmadığı, ülkelerin güvenliği ve gelişimi açısından yumuşak güç bileşenlerini de içerisine alan akıllı güç pratiklerine yönelimin gerekli olduğu görülmektedir. Küçük, orta, büyük, bölgesel ve küresel olmak üzere güç ölçekleri farklılaşan tüm ülkeler imkân ve ihtiyaçları doğrultusunda yumuşak güç enstrümanlarına başvurmaktadır. İktisadi ve askerî sert güç parametrelerini kullanma noktasında görece farklı özellikler taşımakla birlikte ülkeler 20. yüzyılın başından itibaren propagandadan psikolojik savaşa, kültürel iletişimden kamu diplomasisine kadar değişen yumuşak güç bileşenlerini kullanmaya devam etmektedir. Farklı coğrafyaların ve kültürlerin kesişim noktasında yer alan, bölgesel güç ve küresel aktör olma iddiası taşıyan Türkiye de güvenliğinin tahkimi ve uluslararası politikalarının kabulü açısından sert gücün yanı sıra meşruiyet tesis edebilmek; politikalarını, değerlerini ve görüşlerini muhataplarına daha iyi anlatabilmek için akıllı güç bileşenlerine ihtiyaç duymaktadır.
Yukarıda belirtilen önemden ve ihtiyaçtan yola çıkarak Türkiye perspektifinden bir kamu diplomasisi panoraması ortaya koymayı hedefleyen bu kitapta, Türkiye'de kamu diplomasisi alanında düşünen ve yazan kıymetli akademisyen, uzman ve araştırmacılar Türkiye'nin yumuşak güç ve kamu diplomasisi anlayışına, kurumlarına ve uygulamalarına ilişkin değerli bilgiler sunmaktadır. Çalışmanın Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yılında, Cumhuriyet'imizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesi çerçevesinde biçimlenen Türk dış politikasına ve bu politikanın en önemli bileşenlerinden biri hâline gelen Türk kamu diplomasisine anlamlı bir katkı sunmasını ümit ediyoruz.


Mustafa Aydın 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Orta Asya ve Kafkaslarda bağımsızlığını yeni kazanan devletlerin ortaya çıkmasıyla Türkiye için büyük umutlar ve arayışlarla dolu yeni bir dönem başladı. Bu dönemde, stratejik avantaj elde etme arzusundaki güçler arasında başlayan ikinci “Büyük Oyun”un büyük bir satranç tahtasına dönüştürdüğü Avrasya’da, beklentileriyle olanakları arasında sıkışan Türkiye’nin umutları kadar hayal kırıklıkları da büyük oldu.


Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi (TOBB ETÜ) Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mustafa Aydın tarafından yayına hazırlanan Avrasya Üçlemesi’nin ikinci kitabı olan Türkiye’nin Avrasya Macerası, Türk Dış Politikasının Avrasya açılımını, 1990’lardan günümüze, gerek bölgenin içsel dinamiklerini gerekse Türkiye’nin bölge devletleriyle ikili ilişkilerini göz ününe alarak değerlendiriyor. İlişkilerin 1990’ların başından bugüne seyrini tarihsel bir perspektifle ele alan ve Türkiye’nin bölgedeki on yedi yıllık geçmişini değerlendiren elinizdeki çalışma, geçmişten çıkarılan derslerle yarını şekillendirme çabasının ürünüdür.
Der.: Cüneyt Yenigün - Ertan Efegil Günümüzde Türk dış politikası, birbiriyle çatışan ve çelişen, ancak her şeye rağmen birbirini tamamlayan genel bir bütünü oluşturmaktadır. Öncelikle yıllardır dış politikasında daha aktif, daha etkin bir konumda olmasını engelleyen Kürt sorunu, PKK terörü, askerin dış politikadaki etkisi, dış politika ekseninin yeniden tanımlanması, kimlik, dış politika yapım süreci ve Kıbrıs sorunu gibi temel çatışma alanlarını çözüme kavuşturma yönünde, Türk karar vericileri, Soğuk Savaş sonrası dönemde, kararlı, somut ve yapıcı adımlar atmaya başlamışlardır. Türk karar vericileri, tarihsel, sosyolojik ve siyasal anlayışlarının bir sonucu olarak, Rusya, Avrupa Birliği, Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu bölgeleri ile yakından ilgilenmekte, bu bölgelerde etkisini ve ilişkilerini geliştirmeye ve derinleştirmeye çalışmaktadır. Bu eser, Soğuk Savaş sonrasında ve son on yılda Türk dış politikasındaki değişimleri ve buna etki eden faktörleri, farklı perspektiflerden inceleyen akademisyenlerin makalelerinden oluşmaktadır. Sosyal bilimlerde “tek doğru olmadığı” gerçeğinden hareketle, belki de bu farklı analizlerin bileşimi, eseri ideale doğru yanaştırmaktadır.
Ahmet Ateş, Aykut Karahan, Bahar Özsoy, Bülent Bilgi, Ferhat İlgen, Hakan Sezgin Erkan, İskender Güneş, Kemal Kaya, Kübra Çoban Hastunç, Mehmet Babacan, Murat Kasapsaraçoğlu, Özker Kocadal, Şeyda Çevikel, Tuğçenur Ekinci Furtana, Yıldırım Deniz “Türkiye'nin orada ne işi var?”, uzun zamandır Türk dış politikasında sorulan önemli sorulardan biridir. Bilhassa Soğuk Savaş'ın sona ermesi ile birlikte ABD ve Sovyetler Birliği arasında iki kampa bölünmüş olan uluslararası düzen -her ne kadar ABD kendini “süper güç” olarak ilan etmiş olsa da- çok kutuplu bir düzene evrilmiştir. Demir perdenin ortadan kalkması ile Türkiye'nin NATO nezdindeki jeopolitik önemi ve ağırlığı ise yapılan yorumların aksine artmıştır.
Jeopolitik blokların oluşturduğu dikey küreselleşme olarak adlandırılabilecek yeni dünya düzeninde dünya, çoklu gruplara bölünürken kısa vadeli koalisyonlar ve ticari bloklar, Türkiye'nin önüne yeni stratejik fırsatlar sunmaktadır. Bu bağlamda ABD'nin en büyük çekincesi Türkiye'nin kenar kuşaktan koparak Avrasya bloğuna dâhil olmasıdır. Türkiye, kara ile denizin savaşında denize açık Asya ile karasal Asya'nın bütünleşmesini Avrasya majör aktörü olarak güçlü diplomasi ve istihbaratıyla yeni dönem küreselleşmeyi bölgeselleşme üzerinde inşa edilmesini sağlayacaktır. Neticede "Türkiyenin orada çok işi olacak”.
Levent Kalyon Türkiye'nin jeo-stratejik konumu, ulusal ve uluslararası platformda siyaset üretmeye konu olacak değerdedir. Bu nedenle Türkiye'nin topraklarını kullanmak isteyecek sınır ötesi güçlerin olması ve Türkiye'nin tehdit algılamaları doğaldır. Ancak bugün, Cumhuriyet tarihi boyunca yükseliş eğiliminde olan savunma harcamalarının gerekliliğini sadece bu coğrafyaya ve bu coğrafyanın yarattığı tehditlere dayandırmak, Türkiye'nin jeo-stratejik konumu ile ilişkilendirmek tatmin edici ve gerçekçi değildir. Savunma politikalarımızın özgün olmadığı, Türkiye'nin gerçekleri temeline oturmadığı ve kurgulanan senaryolardan kaynaklanan tehditleri merkeze aldığı düşünülmektedir. Türkiye'nin de içerisinde bulunduğu coğrafyada yaratılan askeri-politik ortamın kendiliğinden oluşmadığı ve Türkiye'nin savunma refleksini ve buna bağlı savunma harcamalarını sürekli canlı tutmaya teşvik edecek zeminin hegemon güçlerce hazırlandığına inanılmaktadır.
Dünya genelinde her yıl bir trilyon doların oldukça üzerinde savunma harcaması içeren bir savunma ve silah sektörü yaratılmıştır. Öyle ki milyonlarca insan bu sektörde istihdam edilmekte, yüzlerce dev şirket bu sektörden beslenmektedir. Dünyadaki gelişmeler ne olursa veya nasıl olursa olsun, bu dev şirketlerin ülkesinde ekonomik bir kriz yaşanmaması için bu sektörün aksatılmadan çalışması, silahların üretilmesi ve kullanılması, mühimmatın tüketilmesi gerekmektedir, gerisi detay veya senaryodur. Ancak, uluslararası kapitalizmin başat oyuncuları tarafından planlanan ve sergilenen bu detay veya senaryolar, azgelişmiş ülkeler için yaşanan gerçekler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu çalışmanın temel amacı, Türkiye’nin savunma politikalarının oluşumunda rol oynayan yapı, yönetsel tercihler, ulusal/küresel çevre ve dinamikleri inceleyerek ulusal savunma politikalarımızı analiz etmektir. Türkiye’nin Cumhuriyet dönemi savunma politikalarını tarihsel yaklaşımla analiz eden; savunma yapısı, karar mekanizmaları, politika belgeleri, politika aktörleri olarak politika oluşum sürecinin bileşenlerini bir bütün şeklinde inceleyen ilk çalışma özelliği taşıdığı değerlendirilmektedir. Savunma politikaları oluşum süreci incelenirken, dönemin özelliklerini yansıtan siyasi, askeri ve ekonomik çevre ile birlikte iç ve dış dünyanın savunma politikalarını etkileyen aktörlere de yer verilmiş, bu çerçevede sistem ve temel yaklaşımları merkeze alan değerlendirme ve öz eleştiriler yapılmıştır.
Aziz Balcı Türkiye, Rusya ve İran, gerek bulundukları coğrafi konum itibariyle gerekse bu konum ile ilişkili olarak yürüttükleri siyasi, askerî, ekonomik, kültürel olmak üzere birçok yönden değerlendirilebilecek ilişkiler bütünü açısından tarihsel düzlemde çeşitli siyasi sistemlerle ve isimlerle var olmakla birlikte, günümüzde de bu ilişkiler çerçevesinde politika uygulamaya devam etmektedirler. İran açısından Şah yönetiminin devrilerek bir rejim değişikliğinin yaşandığı 1979 İslam Devrimi ve Rusya açısından 1991'de Soğuk Savaş'ın resmî olarak bitişiyle birlikte yaşanan değişim, bu iki ülkenin dış ve güvenlik politikalarında da önemli değişimlerin meydana gelmesine neden olmuştur. Bununla birlikte 2000'li yılların başından itibaren Vladimir Putin'in Rusya'da seçimleri kazanarak iktidara gelmesi, bu ülkenin bölgesel ve küresel politika yapım sürecini her ne kadar ideolojik olarak tanımlanmasa da SSCB dönemi ile birtakım benzerlikleri hatırlatacak şekilde, özellikle yakın çevre etki alanında yeniden var olmak yönünde şekillendirmeye başlamıştır. Türkiye ise Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sistemik değişim anlamında büyük oranda etkilenmesine rağmen özellikle 2000'li yıllarla birlikte AK Partinin iktidara gelmesiyle iç dinamiklerin şekillendirdiği bir anlayışla dış ve güvenlik politikasını yeniden düzenlemiştir.
Bu çerçevede geniş anlamda 2000'li yılların başından itibaren, dar anlamda 2015 yılından sonra, Türkiye, Rusya ve İran'ın gerek kendi dış ve güvenlik politikalarının gerekse birbirleri arasındaki ilişkilerinin analiz edilmesi, bu kitabın temel konusunu oluşturmaktadır. Bu kitapta üç ülke arasındaki ilişkiler analiz edilirken Uluslararası İlişkiler disiplininin Kopenhag Okulu yaklaşımları ekseninde bir incelemesi yapılmış, bu anlamda özellikle yeni dönemde bir bölgesel güvenlik kompleksinin oluşum ihtimali de araştırılmıştır.
Erman AKILLI Bir devletin dış politikasına yön veren ögeler, değerler, normlar uluslararası sistemin konjonktürel durumuna göre dönemsel olarak farklılıklar gösterebilmektedir. Nitekim Soğuk Savaş Dönemi'nin güvenlik parametreleri zemininde şekillenen ve realist kuram dünya görüşü ile taçlandırılan dönemin Türk dış politikası, 11 Eylül sonrası şekillenen uluslararası sisteme de bağlı olarak “sert güç” anlayışından “yumuşak güç” anlayışına geçiş gösteren bir paradigma temelinde yükselmektedir. Elbette bu anlayışın özünde, küresel olarak, 11 Eylül saldırıları neticesinde artık güvenliğin klasik araçlar ile sağlanmasının mümkün olmadığının idrakinin yattığını da söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu bağlamda, Türk dış politikasını analiz etme ve dış politikaya yön veren yegâne nüveyi ortaya koyma gayesini taşıyan bu kitap, söz konusu gayeyi devlet kimliği-dış politika ilişkisi üzerinden ortaya koymaktadır. Zira Türk dış politikasının aldığı seyrin devlet kimliği minvalinde açıklandığı bu kitap içerisinde, dönemsel olarak Türk dış politikası incelemeye tabi tutulmuş ve bu bağlamda çeşitli devlet kimliği analojilerine yer verilmiştir. Ayrıca inşacılık kuramı anlayışı üzerinden TİKA, TÜRKSOY, T.C. Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü (Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü), Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumların son dönem Türk dış politikasına etki eden devlet kimliğinin inşasındaki etkileri incelenmiştir.
Meltem Özel Toplumlar arası çatışmaların azalmasına, karşılıklı ülke ilişkilerinin gelişmesine katkı sağlamada ve ülkelerin dış politikasını desteklemede artan bir öneme sahip olan Erasmus+ değişim programı, bu çalışmada kamu diplomasisi bileşenlerinden olan eğitim diplomasisi aracı olarak değerlendirilmektedir. Bu eser, Erasmus+ değişim programlarının Türk kamu diplomasisindeki rolünü irdelerken aynı zamanda Türkiye için eğitim diplomasisi ekseninde oluşturulacak bir değişim diplomasisi stratejisi önermektedir.
Çalışmada kamu diplomasisi kavramı, kamu diplomasisi modelleri ve kamu diplomasisiyle ilgili olan diğer kavramlarla birlikte açıklanmakta, kamu diplomasisi kavramının uluslararası halkla ilişkiler, ulus markalama ve halkla ilişkiler ile olan ilişkisi ele alınmaktadır. Kamu diplomasisinin önemli bileşenleri olan kültürel diplomasi ve eğitim diplomasisinin ayrıntılı bir şekilde incelendiği eserde, Türkiye özelinde yürütülen kamu diplomasisi faaliyetleri geçmişten günümüze açıklanarak Türk kamu diplomasisi aktörlerine yer verilmektedir. Erasmus+ programı kapsamında yabancı öğrencilerin Türkiye'de gerçekleştirdikleri Erasmus+ faaliyetine odaklanılan çalışmada, öğrencilerle gerçekleştirilen yapılandırılmış görüşmelerden elde edilen sonuçlar doğrultusunda Türkiye için eğitim diplomasisi ekseninde önerilen değişim diplomasisi stratejisi bu eserin önemini ve farkını ortaya koymaktadır.
Dr. Meltem Özel'in bu çalışması, Türkiye'de kültürel diplomasi ve eğitim diplomasisi uygulamalarını ayrıntılı bir şekilde ortaya koyması ve değişim programlarını eğitim diplomasisi bağlamında değerlendirmesi açısından ilgi çekecek ve literatüre önemli bir katkı sağlayacaktır.
Prof. Dr. Mustafa Yılmaz
Ali Onur Özçelik, Ayşegül Bostan, Barış Ateş, Bengü Çelenk, Didem Ekinci Sarıer, Dolapo Fakuade, Erdem Özlük, Erman Akıllı, Fazlı Doğan, Federico Donelli, Halil Kürşad Aslan, Haluk Karadağ, Hüsrev Tabak, İbrahim Kurnaz, İmren Kaygısız, İzzettin Artokça, Machiko Sato, Mehmet Özdemir, Miray Vurmay Güzel, Murat Çemrek, Mustafa Cüneyt Özşahin, Mürsel Bayram, Olusimbo Ige, Öner Akgül, Özgür Tüfekçi, Salih Doğan, Segâh Tekin, Sertan Akbaba, Sezai Özçelik, Tamer Kaşıkçı, Tuğba Bağbaşlıoğlu, Yasin Avcı, Yiğit Anıl Güzelipek, Yusuf Çınar Dış yardımların bir mefhum olarak uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde kendisine yer bulması; II. Dünya Savaşı'nın nihayetlendiği döneme, yani savaş sonrasında ikiye ayrılmış Kıta Avrupa'sının yeniden inşası sürecine denk gelmektedir. Ancak söz konusu mefhumun ülkelerin dış politikalarında belirleyici bir pozisyona yükselmesi, şüphesiz Sovyetler Birliği'nin çözüldüğü ve tek kutuplu sistemin kurulduğu 1990'ların başıdır. Soğuk Savaş sonrasında oluşan yeni dünya düzeni içerisinde, devletlerin siyasi ve ekonomik altyapıları bakımından yeniden yapılandırılma sürecine girdikleri aşikârdır. Bununla birlikte eski Sovyet havzasında bağımsızlığını kazanan ülkelerin söz konusu dönüşüm sürecini atlatmak adına diğer devletlerden belirli oranlarda destek aldıkları da bilinmektedir. Söz konusu dönemden günümüze dış yardımlar, ülkelerin dış siyasalarında giderek artan bir öneme sahip olmuş ve insani yardımlar, kalkınma yardımları, eğitim yardımları, koruma sorumluluğu, insani müdahale gibi geniş bir yelpazeyi ifade eder hâle gelmiştir. Buna rağmen, Türkiye'deki uluslararası ilişkiler yazınında dış yardımlara ilişkin yapılan çalışmalar yok denecek kadar azdır.
Türkiye'nin ve dünyanın dört bir yanından otuz dört yazarın katkılarıyla ortaya çıkan bu kitap, Türkçe yazındaki eksikliği gidermek ve Türkiye'de dış yardım konusu üzerine çalışma yapan ve/veya yapacak olan akademisyenlere (ve akademisyen adaylarına) kaynak oluşturmak amacıyla derlenmiştir. Bu kitabın derlenmesindeki bir diğer amaç ise dış yardım mevzusunun Türkiye ve dünya çeperinde geniş bir yelpazede incelenmesiyle kamuoyunda farkındalığın arttırılmasına katkı sunmaktır. Mevcut çalışmanın derlenmesindeki bir başka amaç ise dış yardımlar alanındaki literatürün Türkçe yazına kazandırılmasıdır.
Güray Alpar Geçmişteki benzer durumları esas alarak gelecekteki muhtemel olayları tahayyül etmek mümkündür. Strateji de geçmişteki olaylar arasında bağlantı kurup bu olaylardan gelecek için yararlanma sanatıdır. Türkiye’nin Güvenliğini Anlamak kitabı; çevremizdeki olayları stratejik açıdan anlamamızı sağlamakta; strateji, tarih ve uluslararası ilişkiler konularını bir arada ve uygulamalı olarak akıcı bir şekilde sunmaktadır.
Türkiye ve çevresinin stratejik açıdan ele alındığı kitapta; tarihî, kültürel, politik ve ekonomik olarak yapılan değerlendirmeler çoğunlukla “güvenlik” alanı ekseninde ve alışılmışın dışında farklı bir bakış açısı ile verilmektedir.
Olaylar hakkında doğru değerlendirmeler yapmak için sağlam bilgiye ulaşmak isteyenlere rehber olması dileğiyle…
Emrullah GÜNEY Komşu Ülkeler Coğrafyası...Tamamı ya da bir bölümü Osmanlı Devleti'nin sınırları içinde kalan ülkeler...
Sınırdaş ya da sınır ötesi...Moldova'dan Kuveyt'e; Arnavut diyarından Azerbaycan'a... Tarihsel, toplumsal, ekonomik, siyasal bağlantılarımızın olduğu ülkeler.
Kitabımız başta Türkiye üniversitelerinde değerlendirilecek elbette. Sayıları 200'e yakın...Kıbrıs, Makedonya, Moldova-GagauzKomrat, İran Tebriz, Irak Kerkük, Suriye Bayır Bucak, Azerbaycan... Edebiyat - Eğitim fakülteleri yanında İktisadi ve İdari Bilimler fakültelerinde de ders kitabı olarak kullanılacak.
Bilgiler güncellendi, okuma parçaları özenle seçildi ve ortaya bu kitap çıktı.Yararlı olmasını diliyoruz...
Elif Yıldız, Tuba Gültekin
Ali Rıza Savaş, Aykut Karahan, Ayşegül Güler, Bedri Şahin, Burak Çıtır, Eren Alper Yılmaz, Fatih Özgüven, Fuat Bozyel, Kahraman Gürbüz, Muhabbet Doyran, Murat Demirel, Mustafa Nail Alkan Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılını kutladığımız bugünlerde hazırlanan “Türkiye-Almanya İlişkileri: Dünü, Bugünü ve Yarını” başlıklı bu editoryal çalışma, Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkileri farklı boyutlarda değerlendirerek kapsamlı bir eser ortaya çıkarmak üzere kaleme alınmıştır. Bu amaçtan hareketle iki devlet arasındaki ilişkiler farklı boyutlarda analiz edilmiş, arka planda kalmış konulara ışık tutulmuş ve literatüre oldukça değerli bir katkı sağlanmıştır.
Tarihsel süreçte Türkiye'nin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda güçlü ilişkileri olan devletlerden biri Almanya olmuştur. Türkiye ve Almanya arasındaki güçlü ilişkilerin temellerini, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine kadar dayandırmak mümkündür. Bu süreçte yaşanan savaşlar, barışlar, krizler ve ortaklıklar iki devlet arasındaki ilişkilerin seyrini zaman zaman değiştirmiş olsa da bu gelişmeler iki devlet arasında inşa edilen bağların daha da güçlenerek günümüze kadar gelmesine katkı sağlamıştır. Bu kitapta, Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkiler kronolojik olarak farklı politika alanlarında incelenmiştir. Böylece iki devlet arasındaki ilişkilerin geçmişi ve bugünü değerlendirilmiş, geleceğe yönelik tavsiye ve öngörülerde bulunulmuştur.
Ergenokon Savrun, Fatih Demircioğlu, Gökhan AK, Halil Emre Deniş, Hasan Acar, İbrahim İrdem, İlker Limon, Mehmet Koca, Mehmet Yüce, Mustafa Pekcandanoğlu, Mustafa Yayla, Pınar Akarçay, Recep Demir, Selim Çapar, Serkan Gündoğdu, Taner Karakuzu, Yeşim Demir Balkan coğrafyası, Avrupa'nın güneydoğusunda yer alan, kültürel ve coğrafi yapısıyla birbirine yakın özellikler gösteren ülkeleri kapsayan bir bölgeyi ifade etmektedir. Bu coğrafya, adını Bulgaristan'da bulunan sıradağlardan almış olup zaman içerisinde ortak kültürel özellikler gösteren ülkelerin geneli için “Balkanlar” tabiri kullanılmaya başlanmıştır. Türkçemizde “Rumeli” olarak adlandırılan bu bölge, Osmanlı Devleti Dönemi'nde “Avrupa-i Osmanî” ve “Rumeli-i Şahane” tabirleri ile de ifade edilmiştir. Balkan coğrafyası; Bulgaristan, Arnavutluk, Yunanistan, Bosna-Hersek, Karadağ, Kosova ve Kuzey Makedonya'nın tamamını; Hırvatistan, Romanya, Slovenya ve Sırbistan'ın ise önemli bir bölümü kapsamaktadır. Balkan Devletleri, söz konusu on bir devleti ifade eden bir devletler topluluğundan oluşmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti, Balkan devletleri ile kökleri Osmanlı Devleti Dönemi'nden gelen önemli kültürel bağlara sahiptir. Bununla birlikte Balkan coğrafyasında sayıları göz ardı edilemeyecek ölçüde Türk nüfus yaşam sürmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, gerek coğrafi yakınlığı gerekse de kültürel bağları nedeniyle Balkan devletleri ile siyasi, ekonomik ve kültürel olarak önemli ilişikler içerisindedir. Türkiye'nin Balkan coğrafyasında kurduğu bu ilişikiler, gün geçtikçe gelişmeye devam etmektedir.
Bu kitap, Türkiye Cumhuriyeti'nin Balkan devletleri ile kurmuş olduğu ilişikilerin boyutlarına ışık tutmak ve Balkan coğrafyasının Türkiye Cumhuriyeti için önemini ortaya koymaktadır. “Srebrenitsa katliamında yaşamını yitiren Boşnak kardeşlerimizin aziz hatıralarına” ithaf edilen kitabımızın, Türkiye-Balkan Devletleri ilişkilerinin iyimser geleceğinde bir yol haritası olmaya katkı sunacağı kanaatindeyiz.
Robert Olson Çeviri: Kezban Acar Bu kitap, iki ülkenin ilişkilerini bölgesel bağlamda inceleyen ilk İngilizce kitap özelliğini taşımaktadır. Kitap, İran İslam Devrimi, İran – Irak Savaşı ( 1980 – 1988 ) ve 1991 ve 2003 Körfez Savaşları gibi faktörlerin, iki ülke ilişkileri üzerindeki etkilerini incelemektedir. Bununla birlikte bölgesel güç olma yolunda ilerleyen iki ulus devletin, uluslar arası müdahalelerin göbeğinde yaşadığı ve devrim, ideoloji, darbeler, jeopolitik ve savaş kavramlarıyla özetlenebilecek ortak ve benzer mücadele alanlarında birlikte ve karşı karşıya geldiği anlar bütün çıplaklığıyla ortaya konulmaktadır. Bununla birlikte kitapta, geleceğin Orta Doğu’sunun şekillenmesinde bu ülkeler üzerine düşenler ve bu şekillenmeye etkileri de karşılıklı ilişkiler merkezli olarak ele alınmıştır. Bu analiz düzeyinin önemi dolayısıyla Türkçeye kazandırdığımız eser genel olarak, başından sonuna dek birincil araştırmaya dayanan, iyi yazılmış bir çalışmadır. Robert Olson’un bu iki ülkeye tuttuğu ayna, kabullenmesi zor olsa da üzerinde düşünülmesi gereken tespitleriyle önem kazanmaktadır.
Nejat Doğan, Ferit Kula, Memet Öcal

Jeoekonomi ve jeopolitika kavramlarının iç içe geçtiği günümüzde ekonomik çıkarlarla politik çıkarların birbirini şekillendirdiği küresel güç dengeleri içinde Türkiye de kendine sağlam bir yer edinmek zorundadır. Türkiye’nin Jeoekonomisi ve Jeopolitikası Türkiye Geleceğin Neresinde? başlıklı bu çalışma Türkiye’nin ekonomik ve politik çıkarları doğrultusunda bugünün ve geleceğin Türkiyesini çok disiplinli bir sosyal bilim anlayışı ile irdelemektedir. Çalışma, Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde ekonomi, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanlarında dersler veren onlarca akademisyenin katkılarıyla ortaya çıkan çalışma uluslararası istatistikler, küreselleşmeye global ekonomiden finansal piyasalar ve bölge ekonomilere kadar çeşitli konularda kaleme alınmış yirmi beş ayrı makaleden oluşmaktadır. Bunun yanı sıra çalışmada Türkiye’nin mevcut durumu açıklanırken bir taraftan da ülkenin gelecekte daha iyi bir konumda olabilmesi için neler yapılabileceği ile ilgili tavsiyelerde bulunmuştur. Kitap ekonomi ve politik eğitimi alan tüm üniversite öğrencilerinin yanı sıra Türkiye’nin geleceği üzerine kafa yoran herkesimden okuyucuya hitap etmektedir.

Ali Demirel, Alperen Kürşad Zengin, Aslı Yiğit Gülseven, Bülent Atalay, Çağla Mavruk Cavlak, Erdem Ateş, Ferit Yücebaş, Güngör Şahin, Gürbüz Arslan, Harun Aras, Hasan Bayramov, İlyas Topsakal, Kazım Sarıçoban, Kemal Gökçay, Kezban Acar, Mevlüt Akçapa, Muammer Öztürk, Murat Jane, Murat Kasapsaraçoğlu, Oktay Berber, Osman Tekin, Remzi Bulut, Seçkin Baykal, Sevinç Öztür, Yelda Tutar Serter, Yusuf Yıldırım Uluslararası sistemin yapısal değişim ve dönüşüm geçirdiği mevcut dünya düzeninde, millî güvenlik konularında jeopolitik tahliller kendini gösterirken Türkiye ve Rusya gibi jeopolitik tahayyülleri çakışan, çatışan ve bazen uyum gösterebilen ülkelerin ikili ilişkilerini değerlendirmek, hem bölgesel hem de küresel düzeydeki etkileri bakımından oldukça önemlidir.
Türkiye ve Rusya Federasyonu'nun ikili ilişkilerine odaklanan ve geleceğe dair bir öngörü sunmayı amaç edinen bu çalışma, münasebetlerin başlangıcından bağını koparmadan ontolojik kaygıları, güncel dinamikleri değerlendirirken de makul bir ilişkiler kümesini açıklamaya çalışmaktadır. Hem geniş bir tarihsel arka plan hem de ekonomik, siyasi, güvenlik ve jeopolitik birimlerini referans kabul eden değerlendirme bölümleriyle birlikte bu çalışmanın; uluslararası ilişkiler disiplini ve güvenlik stratejileri gibi daha birçok alandaki araştırmacılara yararlı olabileceği umut edilmektedir.
Nurullah Çetin Irak ve Suriye eskiden birer Türk yurdu idi. Irak ve Suriye Türkmenleri Türkiye Türklerinin bir devamı ve akrabasıdır. Bugün Irak ve Suriye’de bulunan kadim Türk yurtlarının ismi olan Türkmeneli’nde Türkler, IŞİD ve Barzani peşmergelerinin zulmü altında yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bugün Türkmeneli’nde Türk köy ve şehirleri IŞİD ve peşmerge tarafından boşaltılıp işgal ediliyor. Türkiye varlığını koruyabilmesi için mutlaka Irak ve Suriye Türkmenlerine sahip çıkmalıdır.
Rabia Taş, Ali Onur Özçelik Elinizdeki kitap, Türkiye'nin geçmişten günümüze bilim ve teknoloji politikalarındaki değişimi ele alarak geniş bir belge taraması ve analizi sonucunda ortaya çıkmıştır. Bilim ve teknoloji alanında gelişmişlik, günümüzde uluslararası bir norm olarak değerlendirilmektedir. Bu kitap, bilim ve teknolojinin ülkelerin gelişmişlik düzeyini gösteren bir norm olduğu varsayımına dayanarak, uluslararası politika yayılımının Türkiye'nin bilim ve teknoloji politikasına etkisini araştırmayı hedeflemiştir. Kitap kapsamında uluslararası toplumun etkisinin politika yayılımı mekanizmaları ile Türkiye'deki bilim ve teknoloji politikalarına yansıması, TÜBİTAK 1513 Teknoloji Transfer Ofisleri Destekleme Programı ile kurulan TTO'lar özelinde araştırılmış ve bu süreci hızlandıran ve yavaşlatan unsurlar olup olmadığı ele alınmıştır.
Bilim ve teknoloji politikaları, hem kısa vadede hem de uzun vadede yaratacağı etkileri bakımından önemsenmesi gereken bir konudur. Süreçlerinin tasarlanırken yalnızca uluslararası toplumun gerekleri ve küresel çevrede rekabet edebilirliğe katkı boyutu ile değil, etkilerinin ölçülebilir ve çıktılarının izlenebilir olması boyutuyla da ele alınması gerekmektedir. Elde edilen bulgular göstermektedir ki bilim ve teknoloji alanında kurulan yapıları destekleyici yasal altyapı, insan kaynağı ve iş birliği çevrelerinin oluşması Türkiye'de bilim ve teknoloji alanında gelişimin önünü açacaktır. Teknoloji politikalarının yayılımında ve uyarlanmasında yalnızca yeni model ve yapıların inşa edilmesi değil, inşası sırasında işlerlik ve olası direnç unsurlarının da göz önünde bulundurularak bütüncül bir yaklaşım izlenmesi yeni modellerin ve yapıların sahiplenilmesi ve sürdürülebilir kılınmasını olumlu yönde etkileyecektir. Ancak Türkiye'deki bilim ve teknoloji politikalarının bir çıktısı olan ve politika yayılımı mekanizmaları ile uluslararası toplumdan beslenen TTO'ların yarattığı etki ve çıktıları izlenebilir olmakla birlikte sistematik ve standart bir etki analizi yürütülmediği görülmektedir.
Ferhat Kökyay Araştırmacılar dışında yerli nüfusun yaşamadığı dünyanın beşinci büyüklükteki ıssız kara parçası Antarktika, 19. yüzyılda insanların ayak basması ile birlikte artan sevi­yede uluslararası rekabetin konusu olmaya başlamıştır. Kıta ile ilgili yaşanan egemenlik mücadelesi sonucu, çeşitli seviyelerde gerginliklere şahit olunmuştur. 1959 yılında Antarktika Antlaşması'nın imzalanması sonrası, Soğuk Savaş yıllarında ilginç bir şekilde kıta ile ilgili ger­ginliklerin giderilmesi sağlanmıştır. Yeni dönemde Kıta'da kendi­ne münhasır bir sistem olarak ortaya çıkan Antarktika Antlaşmalar Sistemi (AAS), egemenlik iddialarını dondurmakla kalmamış, kıtanın bilimsel çalışmalara ayrılması ve doğal yaşamın korunması yönünde önemli hedefleri başarmıştır. Bununla birlikte zaman zaman başta yer altı kaynakları olmak üzere ekonomik kaynakların kulla­nımı ve kıtanın yönetişim sisteminin yenilenmesi konusunda tartışmalar açılmıştır.
Bu çalışmada; AAS'nin tarihsel gelişimi ile birlikte sistemin oluşumunda yer alan uluslararası dinamikler analiz edilerek gelecek dönemde uluslararası ilişkilerin odak noktası olma potansiyeli açısından Antarktika yönetişiminin temel esasları ortaya ko­nulmuş, AAS'yi tehdit edebilecek en önemli unsurlardan birisi olarak yer altı kaynak­larının mevcudiyeti ile ilgili bilgiler sunulmuş, uluslararası aktörlerin son dönemde dikkat çeken Antarktika politikaları analiz edilmiş, Türkiye'nin Antarktika açılımı sü­reç ve hedefler yönünden uluslararası ilişkiler bağlamında irdelenmiştir.
Ali AYATA - Gökberk YÜCEL Değişen dünya düzeniyle değişim sancıları yaşayan Türk dış politikasının ele alındığı bu çalışmada, Türkiye'nin 1990'lardan bu yana uyguladığı dış politika perspektifi irdelenmiştir. Kimlik buhranı olarak adlandırdığımız bu dönemde Türkiye'nin dış politikasında, iç politikasıyla orantılı olarak değişim Soğuk Savaş'ın bitimiyle yeniden keşfedilen, baskılanmış Osmanlı kimliği/havzası ekseninde gelişmeye başlamıştır. Türkiye'nin bu değişim serüveninin, bağımsız bir dış politika anlayışı olarak mı; yoksa iş birliği dâhilinde olduğu Batı eksenli, yarı özerk bir anlayışta mı yoğrulduğu ikilemi, bu bağlamda cevap aranması gereken suallerin başında gelmektedir. Mamafih, Türkiye'nin yakın havzası ile ilişkilerinde kuvvetli bir tarihi temele dayanan, aynı zamanda mekân üzerine inşa edilmiş bir kimlik formu olarak, Batı düşüncesinden ithal edilmiş "izmlere" karşı yerli bir duruşun nişanesi olan “Osmanlılık” vizyonu, yakın havzanın uzak havzadaki reel politik sınırları içinde önemli bir sınama noktasını teşkil etmektedir. Bu noktada “Osmanlılık”, muhalefet çevresinin Türk dış politikasına eleştirel bir tonla seslendirdiği “Yeni Osmanlıcılık” mı; yoksa kuramsal bir çerçeveye dayanan, vizyonu belirgin, amaçları sarih olan, hem iç politikada hem de dış politikada kendini gösteren yeni bir medeniyet tasavvuru olarak mı algılanmalıdır?
Ayhan Nuri Yılmaz - Gökmen Kılıçoğlu Yumuşak güç ve kamu diplomasisi, uluslararası ilişkiler literatürüne canlılık kazandırmış ve klasik güç politikalarına bir alternatif sunma iddiasında olmuştur. Uluslararası ilişkilerin aktörlerine yönelik savaş ve zora dayalı etkileme yöntemleri yerine cazibe ve özendirme unsurlarını öne çıkaran, bilinen diplomatik kanalların yanına bir dizi başkalarını ekleyen bu kavramlar aynı zamanda uluslararası ilişkiler çalışmalarına farklı disiplinlerden katılımı da sağlamıştır. Hakla ilişkilerden, iletişime; lojistikten ulaşıma; dilbiliminden antropolojiye ve kültürolojiye, sanattan sinemaya, gastrolojiden modaya, sivil toplumdan sosyal medyaya pek çok alan ve mecradan uluslararası ilişkilere yönelik çalışmalar görülmeye başlamıştır.
Bu kitap da benzer bir şekilde çok disiplinlilik ve yaklaşım zenginliği taşımaktadır. Kitap; 12 üniversite, 1 araştırma merkezi ve 1 de THY’den olmak üzere 14 kurumdan 22 uzmanın hazırladıkları Türkiye, Çin, İran gibi ülkelerin yumuşak güç unsurlarını ve kamu diplomasisi kurumlarını tarihî ve güncel boyutları ile ele aldıkları çalışmalardan oluşmaktadır.
Pınar Aslan Türkiye 2017'den bu yana dünyada en çok dizi ihracatı yapan ikinci ülkedir. Türk televizyon dizilerinin olağanüstü başarısı Arap ülkeleri ve Balkanlarda coğrafi ve kültürel yakınlık gibi etkenler sayesinde kolayca açıklanabilmektedir. Öte yandan, dizilerimizin Kuzey Afrika ve Latin Amerika gibi bölgelerde de gittikçe popülerleşmesi, Türkiye'nin bu bölgelerde kısa sürede dikkate değer bir yumuşak güç edinmesi açısından ele alınabileceği gibi kültürel, ekonomik veya siyasi etkiler çerçevesinde de analiz edilebilir.
Bu kitapta, Türk televizyon dizilerinin dünya çapında elde ettiği başarı uluslararası halkla ilişkiler, kamu diplomasisi, kültürel diplomasi, yumuşak güç ekseninde analiz edilmekte; Türk televizyon dizileri bir yaratıcı kültür endüstrisi ürünü olarak değerlendirilmektedir. Yumuşak güç, uluslararası halkla ilişkiler ve kamu diplomasisi konuları ele alındıktan sonra kültür, kültürün küreselleşme etkisiyle yaşadığı değişim, popüler kültür ve yaratıcı kültür endüstrileri kavramları üzerinde durulmaktadır. Son olarak Türk televizyon dizilerinin gösterdiği başarı değerlendirilmekte, geleceğe yönelik bir yol haritası sunulmaktadır.
Can Kızılkan Yunanistan'ın mevcut dış ve güvenlik politikaları, 1974 yılında başlayan Metapolitefsi (Μεταπολίτευση) dönemi olarak bilinen dönemin tarihsel ve kültürel etkileri kapsamında şekillenmiştir. Metapolitefsi, kavram olarak Yunanistan'da 1974 yılından itibaren günümüze kadar olan sivil demokratik süreç anlamına gelmektedir.
Kraliyetten cumhuriyete uzanan bu süreçte Metapolitefsi ve Avrupa (Batı ittifakı) siyasetine dayalı diplomasi, Yunanistan'ın politikalarının ana iskeletini oluşturmuştur. Bu politikaların temel unsurlarının ise ABD ile iyi ilişkiler kurmak, İsrail ile GKRY'yi de (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) katarak üçlü müttefiklik kurmak ve Çin ile ticari ilişkileri geliştirmek olduğu görülmektedir.
Yunanistan'ın Metapolitefsi döneminin (1974-2021) dış ve güvenlik politikaları ve ittifak ilişkileri, geniş bir Yunanca literatürün taranarak ele alınmasıyla bölgesel ve ulusal meseleleri ekseninde küresel ve bölgesel aktörlerle ilişikleriyle analiz edilmiştir.
Bu çalışma, Yunanistan'ın Üçüncü Yunan Cumhuriyeti olarak da adlandırılan Metapolitefsi dönemi (1974-2021) dış ve güvenlik politikalarının Türkiye karşıtlığı üzerine ittifak ilişkileri stratejisini benimsediği düşüncesine dayanmaktadır. Bu bağlamda Yunanistan'ın 1974 yılından Avrupa Birliği üyesi olduğu 1981 yılına kadarki dış ve güvenlik politikaları, ulusal meseleler şeklinde ifade edilen sorunlardan meydana gelmiş, AB üyeliği sonrası bu sorunları Avrupalılaştırma politikası izlemiştir. Buna ek olarak, Yunanistan'ın uluslararası hukuku ihlal ederek Doğu Ege Adaları'nın gayri askerî statüsünü aşındırıyor olması, Ege Denizi'nde Türkiye üzerine güvenlik tehdidi yaratmaktadır.
İsmail Şahin Hristiyan Avrupa, müslüman Türklerle karşılaştığı günden itibaren bir savaş ve mücadele içinde olmuştur. Bu mücadele, zamanla
Türklerin Avrupa'dan hatta Anadolu'dan atılmaları gerektiği anlayışına dönüşmüştür. Nihayet. Birinci Dünya Savaşı ile yenilen
Osmanlı Devleti'ni parçalama ve paylaşmaya başlayan İtilaf devletleri. Barış Konferanslarında Osmanlı ülkesinden alınacak
topraklar konusunda anlaşarak Türklerden İstanbul'un alınması ve Ege bölgesi. Ermenistan. Suriye, Mezopotamya, Kürdistan,
Filistin ve Arabistan'ın tamamen ayrılması görüşünde birleşmişlerdir. Dört bir taraftan kuşatılan ve kendisine hayat
hakkı tanınmayan Türk milleti, Anadolu'nun ortasında bir bölgede yok olmaya mahkûm edilmek istenmiştir. Türk milleti. Sevr ile kendisini yok etmek için uygulanan projeyi asla kabul etmemiş ve Mustafa Kemal Paşa ile başlattığı Millî Mücadeleyi zaferle taçlandırarak millî istiklâlini kazanmayı başarmıştır. Ancak aradan bir asır geçmesine rağmen Hristiyan dünya tarafından bu süre içinde gerek ülkemiz ve gerekse Orta
Doğu ve diğer İslâm coğrafyasına yönelik uygulanan ekonomik, askerî ve siyasi politikalar analiz edildiğinde Sevr projesinin her
zaman canlı tutulma istek ve gayreti açık bir şekilde görülebilmektedir. Bu kapsamda, çalışmamız günümüze ve geleceğe ışık tutması bakımından bir hatırlatma kitabı olarak hazırlanmıştır. Çünkü atalarımızın da dediği gibi: “Su uyur, düşman uyumaz".
Hasan Acar Tarihsel bağlam, yalnızca bireysel deneyimi okuyucularla paylaşmaktan ziyade geçmiş olayları günümüzde yorumlamamızı sağlar. Türkiye-Suriye ilişkileri, 1998 yılında Adana Mutabakatı'nın imzalanması ve sonrasında belirli bir süre gerginlikten uzak devam etmiştir. Beşar Esad'ın 2000 yılında Suriye'de iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye-Suriye ilişkileri, geçici bir süre de olsa normalleşme sürecine girmiştir. İki ülke arasında yakalanan olumlu hava, Suriye Krizi'nin başlangıcına kadar devam etmiştir. Suriye Krizi'nin başlamasıyla birlikte bölgede artan güvenlik sorunları, Türkiye'yi bölgesel güvenliğin sağlanması noktasında birtakım adımlar atmaya zorlamıştır. Bu kapsamda bölgede Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtları gerçekleştirilmiştir. Bu kitabın amacı, söz konusu harekâtlar kapsamında, Türkiye-Suriye ilişkilerini neorealist kuram bağlamında analiz ederek uluslararası politik ilişkilerde daha gerçekçi sonuçlara ulaşmaktır.
Uluslararası politika analizini kuramsal yaklaşımlarla ifade etmek, her zaman daha bilimsel sonuçlara ve daha gerçekçi verilere ulaşmamızı sağlayacaktır. Bu çalışmada, uluslararası politik ilişkileri yorumlamayı sağlayan bir kılavuz olarak neorealist kuramdan istifade edilmiştir. Bunun sebebi Suriye Krizi'yle ortaya çıkan sorunlara bölgesel ve uluslararası güç odaklarının müdahil olmasıdır. Neorealist kuram, uluslararası politikayı devletlerin birbirleriyle olan güç ilişkisinden ziyade uluslararası sistemin yapısıyla açıklamaya çalışmaktadır. Arap Baharı'nın etkisiyle 2011 yılında başlayan Suriye Krizi, Türkiye'nin bölgesel güvenliğini tehdit eder bir niteliğe kavuşmuştur. Krize Rusya, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası güç odaklarının müdahil olmasıyla krizin çözümü zorlaşmıştır. Gelinen noktada Suriye Krizi'nin nasıl sonuçlanacağı belirsizliğini korumaktadır. Bölgede yer alan ve farklı menfaatlere sahip güç odaklarının varlığı, krizin olumlu bir şekilde sonuçlanmasını her geçen gün güçleştirmektedir. Bu kitap, çocukların ölmediği, daha barışçıl daha yaşanabilir bir dünya ümidiyle bilim dünyasına ve krizin çözümüne bir nebze de olsa katkı sunma amacındadır.
Ömer Lütfi Taşcıoğlu Первая мировая война была борьбой за разделение территорий между империалистическими государствами. Предметом войны было разделение Османской империи. Османская империя защищала свою родину на восточном фронте так же, как и в Чанаккале от империалистического врага. Эти два фронта являются единственными с точки зрения защиты родины. С целью предотвращения разрушительной деятельности армянских организаций внутри Османской империи 24 апреля 1915 года, за день до начала кампании по изгнанию британских и французских империалистов на полуострове Галлиполи (25 апреля 1915 года), были предприняты необходимые меры. Это меры по защите от империалистической агрессии в условиях войны. Решение о депортации также входит сюда, так как это было необходимо для защиты связи между фронтами и обеспечения материально-технической поддержки фронтов. Группировки армян, организованные партией Ташнак, сражались вместе с российской армией, нападали в тылу османской армии, прерывали связь между Восточным и Западным фронтами, портили железные дороги, линии связи, саботировали, бунтовали и пытались совершить этническую чистку в турецких деревнях, в которых многие из мужчин служили на фронтах. В таких условиях решение Османской империи депортировать армян за пределы военных действий было необходимой мерой предосторожности.