Türk Dış Politikası \ 1-2
Özden Zeynep OKTAV, Helin SARI ERTEM 21. yüzyıl ile birlikte değişen yerel, bölgesel ve küresel şartlar, Türkiye'nin dünya siyasetindeki yerinin yeniden yorumlanmasını da beraberinde getirmiştir. 11 Eylül'den Afganistan ve Irak savaşlarına, “Arap Baharı”ndan Suriye'de yaşanan insanlık dramına kadar bir dizi zorlukla mücadele anlamına gelen 2000'ler, dünya tarihinde barışçıl bir dönemin başlangıcı olmaktan uzak görünmektedir. Bu nedenle değişim ve dönüşüm çağı olarak adlandırılan 21. yüzyıl, çatışma ve yıkım çağı olma potansiyelini de içinde barındırmaktadır. Yeni dönemin fırsatlar kadar, risk ve krizlerle de bezeli bu yapısı, Orta Doğu'nun hassas bölgesel dinamikleri nedeniyle, Türkiye'yi çok daha dikkatli olmaya itmekte ve duygusal refleksler yerine, akılcı politikalar üretmeye mecbur bırakmaktadır.
Bu kitap, Türkiye'nin 21. yüzyılın kendine has nitelikleriyle yüzleştiği, fırsatlar kadar risk ve krizlerle ilgili tutumunu da netleştirmeye çalıştığı bir dönemde hazırlanmıştır. İçerdiği makaleler, Türk dış politikasını kavramsal, teorik ve pratik yansımalarıyla ele almakta, 2000'lerle birlikte gündeme taşınan, ezber bozucu pek çok yeni meseleye ilaveten, geçmişten gelen kronik bazı sorunların aldığı son şekle de dikkat çekmektedir. Kitapta, 21. yüzyılda ortaya konulan Türk dış politikası anlayışını farklı perspektiflerden ele alan makalelerin yanı sıra, Türkiye'nin bu dönemde küresel ve bölgesel aktörlerle kurduğu ilişkilerden, hukuk, ekonomi ve çevre politikalarının dış politika ile etkileşimine varan, detaylı ve analitik çalışmalar bir arada bulunmaktadır. Çok boyutlu ve zengin içeriği ile bu kitap, Türkiye'nin 2000'li yıllardaki dış politikasıyla ilgilenenler için temel referans kaynaklarından biri olmaya adaydır.
Salih Yılmaz Bu kitabımızda, 2018 yılında TRT Rusça kanalında Rusça yayımlanan 47 analiz bir araya getirilerek Türkçeleriyle birlikte sunulmuştur. Bu analizlerde 2018 yılı boyunca Türkiye-Rusya arasında gelişen siyasi olaylar başta olmak üzere ekonomik ve askeri gelişmeler yorumlanmıştır. Bu anlamda iki ülke ilişkilerine yön verecek fikir ve görüşler tartışılmıştır.
Bu eser, daha önce 2016-2017 yılları arasında Rusya-Türkiye temelli gelişen ilişkileri ele alan kitabın devamı niteliğindedir. Bu eserde de 2018 yılında iki ülke arasında gelişen olaylar, analizler şeklinde Türkçe ve Rusça yazılmıştır. Bu eserleri anlamak adına “Türkiye-Rusya Avrasya Paktı Mümkün mü?” adlı eserimizin de mutlaka okunmasını tavsiye ederiz.
Rusya-Türkiye arasında Suriye'de gelişen ekonomi dışında askerî-teknolojik işbirliği, NATO üyesi Türkiye açısından olduğu kadar diğer üyeler açısından da yeni bir dönemi işaret etmektedir. Bu hâliyle NATO müttefiklerinden yeterli desteği alamayan Türkiye'nin Rusya ile işbirliği hâlinde bölgesinde kendi güvenliği başta olmak üzere istikrar sağlama konusunda çaba gösterdiğini söylemeliyiz. ABD'nin Türkiye'ye karşı sert politikaları devam ettiği sürece bu işbirliği daha da gelişecek gibi duruyor. NATO'nun bu işbirliğine dair endişelerini de dikkate aldığımızda gelecekte Avrasya'da yeni bir güvenlik temelli blokun kurulması da mümkün olabilir. Bu süreç, bir taraftan NATO-ABD diğer taraftan da Türkiye'nin inisiyatifindedir.
Türkiye'nin S400 hava savunma sistemi alması sadece Türkiye açısından değil ABD'ye bağımlı hâle gelen tüm dünya açısından da önemli bir değişime ve karşı duruşa işaret etmektedir. Bu iki devlet ve toplumun birbirini daha iyi anlaması adına bu tür eserlerin faydalı olmasını dileriz.
Ali Ayata, Ali Ünsal, Alpaslan Hamdi Kuzucuoğlu, Aykut Ekinci, Ayşen Seymen Çakar, Büşra Çeliköz, Cemalettin Hatipoğlu, Giray Saynur Derman, Gülsüm Çalışır, Hakan Çelik, Harun Kılıçaslan, Hatice Nur Germir, Hayri Sağlam, Melih Coşgun, Murat Ercan, Murat Korkmaz, Murat Uzun, Özlem Çalkan Sağlam, Pınar Özden Cankara, Rıdvan Kocaman, S. Rıdvan Karluk, Selma Çetinkaya, Semin Hatipoğlu, Semra Altıngöz, Tarık Semiz Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyelik süreci, 1963 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Ortaklık Anlaşması'nın imzalanmasıyla başlamış ve 1987 yılında tam üyeliğe başvurmasıyla ivme kazanmıştır. 1999 yılında AB üyeleri tarafından aday olarak kabul edilen Türkiye, 2005 yılında tam üyelik müzakerelerine başlamıştır. AB ile ilişkiler Türkiye için her zaman çok önemli, bir o kadar da zorlu bir süreci ifade eder. Ankara Anlaşması'nın imzalanmasıyla başlayan ve günümüze değin farklı evrelerden geçen ilişkileri şekillendiren gelişmeler, kimi zaman tarafların birbirlerinden beklentilerinde değişikliklere yol açsa da ne Türkiye tam üyelik kararından vazgeçebilmiş ne de Avrupa Türkiye'yi tamamen reddedebilmiştir.
Türkiye'nin farklı üniversitelerinden alanında uzman ve akademisyenleri bir araya getiren bu çalışmanın amacı; Türkiye - AB ilişkilerinin genel çerçevesini çizerek, Türkiye AB ilişkilerindeki genel sorunlarına değinip bu sorunlar çerçevesinde ilişkilerin gelecekteki perspektifini ortaya koymak olmuştur.
Çağrı Erhan Diplomasi ideal olanı değil, mümkün olanı elde etme sanatıdır. Lozan Konferansı bu ilkenin en çarpıcı örneklerinden biridir. Lozan’a, Kurtuluş Savaşı sonunda imzalanan Mudanya Mütarekesi’nden gelen Türkiye ile Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi’nden gelen İtilaf Devletleri arasında çetin müzakereler yaşandı. Türkiye’nin Lozan’da varmak istediği en öncelikli hedef, bağımsızlığının ve egemenliğinin uluslararası alanda tanınmasıydı. Siyasi bağımsızlık kadar ekonomik bağımsızlık da önemliydi. Bunun için kapitülasyonlardan kurtulmak gerekiyordu.
Atatürk’ün Ankara’dan verdiği talimatlarla hareket eden Türk Heyeti, Milli Mücadele’yle tarihin çöp kovasına atılan Sevr Antlaşması’nı diriltmek isteyenler karşısında büyük bir mücadele verdi. Kasım 1922’de başlayan, Şubat-Nisan 1923 döneminde kesintiye uğrayan Konferans, 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla sona erdi. İtilaf Devletlerine barış masasında tescil ettiren yeni Türkiye, Lozan Konferansı’ndan yaklaşık üç ay sonra Cumhuriyet’i ilan etti.
Altınbaş Üniversitesi’nin Cumhuriyetimizin 100. Yılına armağan serisinde yer alan 50 Soruda Lozan Konferansı ve Barış Antlaşması Kitabı, Lozan Konferansı’yla ilgili tüm ayrıntıları objektif ve bilimsel bir yaklaşımla ortaya koyuyor. Aradan yüz yıl geçtikten sonra bile tartışılmaya devam edilen birçok konuya, temel kaynaklara dayanarak ışık tutuyor. Söylenti ve çarpıtmalardan arındırılmış bir tarih anlatımını okuyuculara sunmayı hedefliyor.


Efe Sıvış, Hasan Aydın Afrika Türkiye’ye yabancı bir kıta değildir. Türklerin tarih boyunca Afrika ile ilişkileri olmuştur. Kıtada önemli eyaletleri olan Osmanlı Devleti aynı zamanda bir Afrika Devleti idi. Türkiye Cumhuriyeti de Afrika’ya hep sıcak bakmış, Afrika halklarının bağımsızlıklarına kavuşarak özgür olmalarını desteklemiştir. Geçtiğimiz yüzyılın başında yalnızca üç bağımsız devletin bulunduğu Afrika’da ilk yerleşik Büyükelçiliğini Cumhuriyetin ilanından üç yıl sonra Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da açmıştır. Türkiye daha sonra aşamalı olarak bağımsızlıklarını elde eden ülkelerle ilişkilerini geliştirmek için çeşitli girişim ve açılımlarda bulunmuştur.
Türkiye’nin en önemli açılım girişimi 1998’de yazılı bir Eylem Planını kabul etmesi ve 2005 yılını da Afrika Yılı ilan ederek günümüze değin uzanan önemli gelişmelerin gerçekleşmesinin sağlanması olmuştur. Bugün Türkiye’nin Afrika Politikasını stratejik bir başarı olarak kabul etmek gerekmektedir. 1998 yılında Türkiye’de Afrika ile ilgilenen yalnızca birkaç araştırmacı varken şimdi çok sayıda akademisyen, araştırmacı ve Afrika Araştırma Merkezinin varlığını memnunlukla ve gururla izliyoruz. Bu kitapta Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. Yılında Afrika Politikamızda kaydedilen ciddi gelişmeleri uzman kalemlerden izleyebileceksiniz.
Hakkı Uygur İran, Orta Doğu’yu olduğu kadar Türkiye’yi de yakından ilgilendiren bir ülkedir. Özellikle 1979 İslam Devrimi ile büyük bir değişim yaşayan İran’ın; iç ve dış politikasından ekonomisine, güvenlik yaklaşımlarından toplum kültürüne değin geniş bir perspektifte araştırılması elzemdir.
Elinizde bulundurduğunuz 50 Soruda Türkiye - İran İlişkileri kitabı; İran’ın iç ve dış politikasından ekonomisine, güvenlik yaklaşımlarından toplum kültürüne değin tüm konularda merak edilen sorulara yanıt sunmaktadır. Bu kapsamda; ülkenin iç dinamikleri ve işleyişinin yanında dış politikada attığı adımlarda göz önünde bulundurduğu bakış açıları ele alınmış, güvenlik konusunda ne tür hamleler yaptığı irdelenmiş, toplumsal yaşamı güncel gelişmeler bağlamında değerlendirilmiş ve ekonomi anlayışının ana hatları sunulmuştur.
Sait Yılmaz ABD, son 50 yıldır Kürtlerin yaşadığı coğrafyada ülke inşası, rejim değiştirme, insani yardım ve askerî müdahale işlerine girişti. Bu müdahaleler içinde ABD çıkarlarını sağlamak için vasal olarak kullanılan Kürtlere, Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyinde özerk bölgeler hediye edildi. Amerikalılar, Orta Doğu'da askerî olarak kaldığı sürece siyasi ve stratejik çıkarları için Kürtleri korumaya çalışırken Türk-Kürt çatışmasının iki tarafı ile de oynamaya çalıştı. Geçici olarak Kürtlere yardım ederken eş zamanlı olarak Ankara'yı, uzun vadeli çıkarlarına göre memnun etmeye çalıştı. Bunun nedeni, stratejik çıkarlarının çeşitlenmesi idi. Türkiye söz konusu olduğunda Kürtler her zaman ikinci endişe konusu oldu. Bu kitapta, 19. yüzyıldan beri ABD'nin Kürtlerle olan ilişkilerini, Türkiye ve diğer bölge ülkelerine yansımalarını ve ülke ülke gerçek niyetini sorguladık.
Fahriye Keskin Karagöl Uluslararası aktörler arasındaki sorun ya da çatışmaların tutarlı bir teorik incelemesini hedefleyen bu kitap, Türk dış politikasının son yirmi yılki döneminin önemli gündem maddelerinden olan Türkiye'nin Ermenistan ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile ilişkilerini güvenlikleştirme/güvenlikdışılaştırma teorileri ile çatışma çözümü disiplini arasındaki kavramsal bağlantılardan yola çıkarak geliştirilen bir analitik çerçeve kapsamında tartışmaktadır. Titiz ve analitik bir çalışmanın yansıması olan kitap, güvenlikleştirme teorisinin sadece söylem ve algılar üzerine odaklanan yönünün sürecin analizi noktasında yetersiz kaldığını ileri sürmekte ve güvenlikleştirme/güvenlikdışılaştırma teorisi ile çatışma çözümü yaklaşımları arasında kurulan analitik çerçeve ile alana teorik bir katkı sağlamaktadır. Bu kapsamda çalışma, özellikle de çatışma çözümü tekniklerinin “olması gerektiği gibi” uygulanmasının, güvenlikdışılaştırmanın istikrarı açısından oldukça önemli olduğunu, hem bağlamın hem de çatışma çözümleri mekanizmalarının (özellikle sorun tanımlama) desteklediği bir güvenlikdışılaştırma çabasının daha istikrarlı olacağını vurgulamaktadır. Bu yönüyle kitap, dış politika analizi ve Türk dış politikası çalışanları için olduğu kadar güvenlik çalışmaları ve çatışma çözümü alanlarında çalışanlar için de kıymetli bir kaynak niteliği taşımaktadır.
Abdullah Orhan, Adem Bağış Alçiçek, Agil Mammadov, Ahmet Keser, Ahmet Sapmaz, Ainur Nogayeva, Akın Kiren, Akın Sağıroğlu, Ali Serdar Erdurmaz, Anıl Çağlar Erkan, Arif Bağbaşlıoğlu, Aslı Okay Toprak, Aybike Açıkel, Aylin Çelik Turan, Aylin Erdoğdu, Ayşe Gülce Uygun, Azime Telli, Belma Engin Güder, Betül Buzbay, Burak Şakir Şeker, Canan Orhan Gönül, Ceyda Tuna Bozdoğan, Cüneyt Akalın, Deniz Mehmet Irak, Deniz Vural, Dinçer Bayer, Doğan Şafak Polat, Doğuş Sönmez, E. Caner Bener, Eda Güney, Emete Gözügüzelli, Emin Abbasov, Emin Erol, Emine Kılıçaslan, Emre Ozan, Erdoğan Mert, Faik Canbolat, Fatma Aslı Kelkitli, Furkan Yıldız, Gamze Tanil, Gaukhar Jumadilova, Gökçe Hubar, Gökhan Ak, Göksu Uzunyayla, Güney Ferhat Batı, Güngör Şahin, Hakan Çetinoğlu, Hasan Oktay, Hasret Çomak, Haşim Türker, Hatice Nur Germir, Haydar Çakmak, Hekma Wali, Hüseyin Çelik, İ. Melih Baş, İbrahim Akın, İbrahim Hasanoğlu, İlhan Aras, Keisuke Wakizaka, Kübra Deren Ekici, Levent Uzunçıbuk, M. Cem Oğultürk, Mahir Terzi, Mehmet Şahin, Melih Ersal, Melih Görgün, Merve Taşyaran, Mesut Şöhret, Metin Aksoy, Murat Koray, Mustafa Oktay Alnıak, Muzaffer Akdoğan, N. Verda Ecim, Nejat Doğan, Nurgül Yıldırım, Nuri Gökhan Toprak, Oktay Bingöl, Ömer Gök, Öykü Oğulbalı, Özkan Gönül, Özkan Gönül, Saltuk Duran, Saniya Nurdavletova, Serhan Karaloğlu, Serpil Bardakçı Tosun, Sevilay Keleş, Sezai Özçelik, Sina Kısacık, Soyalp Tamçelik, Tarık Demir, Ufuk Cerrah, Uğur Gül, Uğur Özgöker, Ulvi Keser, Ulvi Keser, Ülkü Öztürk, Volkan Tatar, Yaşar Onay, Zeynep Erhan, Zuhal Mert Uzuner Küresel ve bölgesel aktörler, günümüzde ekonomik, politik, kültürel ile güvenlik açılım ve yönelimlerini büyük ölçüde deniz ulaştırma hatları aracılığıyla gerçekleştirmektedirler. Bu açıdan denizler ve deniz yolları, jeopolitik rekabetin önemli bir unsuru haline gelmiştir.
Akdeniz, jeopolitik ve jeostratejik önemi gittikçe artan bir denizdir. Uluslararası ticaretin en önemli kavşaklarından birisidir. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını kendi çevresinde birbirine bağlayan Akdeniz; bir yandan Süveyş Kanalı üzerinden Hint Okyanusu ve Uzak Doğu ülkelerine, diğer yandan ise Cebelitarık Boğazı üzerinden Atlantik ve Kuzey ile Güney Amerika ülkelerine uzanan deniz ulaştırma hatlarının odak noktasıdır.
Akdeniz'in enerji açısından konumu, dünya ölçeğinde Akdeniz üzerindeki güç yarışını ve jeoekonomik rekabeti gittikçe artırmaktadır.
Akdeniz; Avrupa-Atlantik güvenliğine yeni bir boyut ve yeni bir yönelim kazandırmakta, jeopolitik konumu gereği Avrupa, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Uzak Doğu ülkelerinin güvenlik dinamiklerini doğrudan etkilemektedir.
Ülkemizde Akdeniz ile ilgili çok boyutlu ve zengin içerikli bir araştırma eserinin hazırlanması ve bilimin hizmetine sunulması gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Akdeniz Jeopolitiği isimli eser; Akdeniz ile ilgili güncel konulara açıklık getirmek, geleceğe ilişkin yeni yönelim ve yaklaşımları belirlemek, bilim alanına derinlik ve zenginlik kazandırmak düşüncesinden hareketle hazırlanmıştır.
Sait Yılmaz On dokuzuncu yüzyılda Asya'daki Batı emperyalizminin hikâyesi ve Asya ülkelerinin reaksiyonlarının geçirdiği aşamalar ve Atatürk'ün bu süreçlerden nasıl etkilendiği bu çalışmanın ana konusudur. İngilizlerin Asya ve Osmanlı'da yarattığı tahribatın kökleri ve bugüne uzantısı, üzerinde az çalışılan ve hâlâ yeterince keşfedilmemiş bir konu olmaya devam ediyor.
On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı siyasi hayatındaki iç (İslamcılar, solcular, Batıcılar, Türkçüler) ve dış (emperyalistler) aktörler, aslında geçmiş tarihî dönemlerin izlerini ve hatta aynı hikâyenin bugünkü taraflarını temsil ediyorlar. Bu çalışmada, on dokuzuncu yüzyıl Asya devrimlerinin Mustafa Kemal'in devrimlerine etkisini analiz ederken Türk siyasi hayatında o dönemde yaşananların bugünden çok farklı olmadığını ve alınması gereken derslerin büyük bölümünün unutulduğunu, benzer aktörlerin bugün de Türk siyasetine yön vermeye çalıştığını göreceğiz.
“Asya devrimleri Türk Devrimi'ni ne kadar etkiledi? Asya devrimleri ile Türk Devrimi'nin benzeyen ve ayrışan yönleri nelerdir? Atatürk, Asya devrimlerini mi yoksa Fransız Devrimi veya Amerikan Devrimi'ni mi daha fazla örnek aldı?” gibi sorulara cevap vermeye çalıştık. Böylece Mustafa Kemal'in fikir dünyasının şekillendiği, dünyanın düzeninin yeniden kurulduğu dönemin fikir akımlarına, olguları ve olaylarına öncesi ve sonrası ile ayrıntılı bir şekilde yer verdik.
Cihan Dura, Hayriye Atik, Cüneyt Dumrul Bu kitap Avrupa Birliği'ni, Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki, başta Gümrük Birliği olmak üzere ekonomik ilişkileri, tarihsel süreçleri ve yapıları ulaşmış oldukları son durum itibariyle incelemektedir.
Çalışmanın ilk amacı; olabildiğince Ortodoks yaklaşımdan sıyrılarak, üniversitelerimizin iktisat, işletme, uluslararası ilişkiler bölümlerinde, lisans düzeyinde ya da lisansüstü öğretimde okutulan “Uluslararası İktisadi Birleşmeler”, “Avrupa Birliği” gibi derslerde el kitabı olarak kullanılabilecek bir yapıt ortaya koymaktır. Çalışma “Uluslararası İktisat” gibi temel derslerde de yardımcı kitap olarak kullanılabilir. Çalışmamızın ikinci amacı; konuyla ilgilenen -öğrenci, aydın, sade yurttaş- herkese, Avrupa Birliği ile Türkiye-AB ilişkileri hakkında bilgilerini genişletmelerine, isabetli yorumlar yapmalarına ve doğru kararlar vermelerine yardımcı olacak bir araç sunmaktır.
Ali Ayata, Murat Ercan Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkileri konusunda pek çok kitap yayımlanmış ve her yıl yenileri literatüre eklenmektedir. Ama araştırmalarda ihmal edilen konu Avrupa Birliği’nin hangi teori üzerine kurulduğu ve nasıl gelişip şekilleneceği üzerine yeterince incelenmemesi, daha kötüsü akademik ilginin zayıflığıdır. Yapılan araştırmalarda, Avrupa Birliği’nin ne anlama geldiği bilinmeden, direkt AET başvurusu ve onu izleyen Ankara Anlaşması ayrıntılı olarak hikâye edilmektedir. Avrupa Birliği’nin bu şekilde analiz edilmesi, bilim dünyasına nasıl bir katkı sağlayacaktır? Ankara Anlaşması analiz edilirken “Neye hazırlık? Neye geçiş? Nasıl bir birliğe üye olacağız?” bu soruların yanıtını bulmadan, konu ile ilgili alana ve kamuoyuna katkı sağlamak mümkün müdür? Kuşkusuz hayır. Bu kitap, Avrupa Birliği ve Türkiye ile ilişkileri konusundaki zayıflığı az da olsa giderebilmek amacıyla, alanında uzman değişik akademisyenleri bir araya getirmiştir. Avrupa Birliği ve Türkiye ile İlişkileri isimli kitapta iki ana konu üzerinde durulmaktadır. Bunlardan birincisi Avrupa Biriliği’dir. Avrupa Birliği kapsamında birliğin tarihçesi, genişleme süreci, anayasası, para ve ekonomi politikaları ve bölgesel politikaları analiz edilmektedir. İkincisi ise Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkileridir. Burada da Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin teorik alt yapısı, tarihçesi, müzakere süreci, ilişkiler kapsamında yaşanan sorunlar ve son dönem Türkiye AB ilişkilerinin seyri irdelenmektedir.
Çağrı Erhan ABD, Türkiye’nin müttefiki. Bazılarına göre iki ülke arasında stratejik ittifak ilişkisi bulunuyor. Bunu stratejik ortaklık olarak adlandıranlar da var. Her ne hikmetse, Türkiye yakın tarihte en derin dış politika ve güvenlik sorunlarını bu stratejik müttefikiyle yaşamış. Bu sorunların çoğunu biliyoruz. Bazıları ise tarihin tozlu raflarında kalmış. Haşhaş Sorunu Türk-Amerikan ilişkilerinde bir döneme damgasını vurmuş ama sonradan unutulmuş konulardan biri. Beyaz Savaş, ABD’nin iç siyasi hesaplarının Türkiye ile ilişkileri nasıl zehirlediğini bütün yönleriyle gözler önüne seriyor. Anadolu’da binlerce yıldır tarımı yapılan haşhaşın Türkiye ile ABD arasında neden ve nasıl bir kriz konusuna dönüştüğünü okurken, Osmanlı’nın son yüzyılından, Atatürk döneminden ve 1970li yıllardan kesitlerle karşılaşacaksınız. ABD’nin Türkiye’ye yaklaşımında geçmişten bugüne pek de değişen bir şey olmadığını gördüğünüzde ise şaşıracaksınız.
Durdu Mehmet Burak Bu eser Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesine çıkışından Birinci Dünya Savaşı öncesi, Savaş dönemi ve sonrasına kadar Osmanlı Devleti üzerinde yazılan senaryoları, oynanan oyunları ve sahneye koyan figüranları arşivlerin tozlu raflarından çıkartarak tarihi gerçekleri okuyucuya ulaştırmak için özveriyle hazırlanan bir çalışmanın ürünüdür. Batılı sömürgeci devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki gerçek niyetlerini, savaşın gizli kalmış noktalarını, işgal güçlerinin amaçsız tutumlarını, yoğun istihbarat çalışmalarını ve buna direnen kahraman Türk milletinin azmini, dirayetini, karakterini ortaya koyan gerçek bir mücadelenin safhalarını gözler önüne seren mütevazı bir bilgi yumağıdır.
Ahmet Özkan, Aymene Hadji, Barış Adıbelli, Cantürk Caner, Fırat Purtaş, Gökhan Telatar, Hüsamettin İnaç, Meysune Yaşar, Mustafa Yetim, Nurbanu Kesgin, Yunus Turhan Türkiye, bölgede ve kürede özgül ağırlığı olan bir devlet olmasının yanı sıra kadim medeniyeti ile de üzerinde dikkatle durulması ve incelenmesi gereken bir ülkedir. Yaşadığı tarihsel tecrübe, sahip olduğu medeniyet kodları ve birikimiyle dünya siyasetine yön veren bir etki kapasitesine sahiptir. Bunun yanı sıra Türkiye, bulunduğu coğrafyanın jeopolitik özelliklerine bağlı olarak pek çok devletle etkileşime açık bir pozisyona sahiptir. Dolayısıyla Afrika'da, Avrupa'da, Asya'da, Orta Doğu'da ya da Körfez'de yaşanan herhangi bir gelişmenin Türkiye'ye etki etmeyecek bir hüviyete sahip olması ve Türkiye'nin de buna kayıtsız kalması olası değildir. Bu sebepten ötürü Türkiye'nin bölgesel ve küresel ilişkiler bağlamında yürütmüş olduğu dış politika önemlidir ve ayrıntılı bir şekilde ele alınmaya muhtaçtır. Özellikle 11 Eylül 2001 terör saldırıları ile birlikte değişen ve dönüşen küresel sistem, 2002 yılı ile birlikte iktidara gelen Erdoğan liderliğindeki AK Parti'nin dış politik hamlelerini, bölgesel ve küresel ilişkiler ekseninde ele almayı zaruri hâle getirmiştir.
Nitekim bu çalışma, 2002 yılında Erdoğan liderliğindeki AK Parti'nin iktidara geldiği zaman diliminden günümüze kadar uzanan süreci kapsamaktadır. Bu çerçevede Erdoğan dönemi Türk dış politikası, seçilen ülkeler ve bölgesel ilişkiler etrafında incelenerek iki ana eksen üzerinden dizayn edilmiştir. Küresel hegemon güç olan ABD ve Rusya, Asya'nın kilit ülkesi Çin, Türkiye'nin sınır komşusu olan İran ve Yunanistan'ın Türkiye ile ikili ilişkileri, Erdoğan döneminde izlenen dış politika üzerinden analiz edilmiştir. Diğer yandan Erdoğan dönemi Türkiye'sinin Avrupa Birliği ile olan ilişkisi; Orta Doğu, Körfez, Afrika ve Orta Asya'daki devletlerle kurduğu münasebetler de bölgesel düzeyde ayrı ayrı irdelenmiştir.
Ezcümle, on bölümden oluşan, bölgesel ve küresel ilişkiler bağlamında Erdoğan dönemi Türk dış politikasını irdeleyen bu çalışma, birbirinden kıymetli akademisyenlerin katkılarıyla vücut bulmuştur. Dolayısıyla bu kitap, bahsi geçen konulara ilgi duyan herkes için önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır.
Akif Bahadır Kaynak, Ayşegül Ün, Aziz Balcı, Başak Naz Şimşek, Burak Güneş, Bengül Bolat, Ceren Gürseler, Çiğdem Elbir, Ayça Eminoğlu, Çiğdem Şahin, Ersin Embel, Fikret Birdişli, Hakan Küçük, Mehmet Çağatay Abuşoğlu, Mehmet Turan Çağlar, Merve Suna Özel Özcan, Metin Çelik, Seyfi Kılıç, Sinan Baran, Sinem Ünaldılar, Şennur Özdemir, Ayça Eminoğlu, Tuğçe Uraler Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yıl dönümü, birçok bilim alanında çok sayıda akademik çalışmanın üretilmesi için önemli ve değerli bir vesile teşkil etti. Türk dış politikası da bu önemli yıl dönümünün en çok ele alınan konularından biri oldu. Cumhuriyet’in 100. yılında Türk Dış Politikasını tartışmak üzere 4-5 Mayıs 2023 tarihinde Altınbaş Üniversitesi’nce düzenlenen “Cumhuriyet’in 100. Yılında Türk Dış Politikası: Tarih, Kuramlar, Aktörler, Meseleler” başlıklı konferansta sunulan bildirilerden yola çıkarak derlenen bu kitapta Türk dış politikası tarihinin yanı sıra, yumuşak güç unsurları, güvenlik ve göç gibi başlıca temalarla birlikte Avrupa, Orta Doğu ve Avrasya bölgeleriyle olan ilişkileri ele alan değerli çalışmalar yer almaktadır. Bunun yanında, konferansın açılış oturumunda alanın kıdemli isimlerinin katılımıyla Türk dış politikasının 100 yıllık seyrinin, geleceğe dair projeksiyonlar eşliğinde ele alındığı tartışmalar da kitapta okuyucuya sunulmaktadır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, “Cumhuriyetin 100. Yılında Türk Dış Politikası Yazıları” başlıklı kitabımızın gelecek yıllarda yapılacak yeni tartışmalara mütevazı bir katkı sunacağına inanıyoruz. Eski ve yeni kuşak akademisyenlerin çalışmalarını bir arada sunan bu kitabı beğenerek okuyacağınızı umarız.
Nasuh Uslu Çeyrek asrı aşan bir çabanın ürünü olan bu kitap, yaklaşık yetmiş yıldır Türk dış politikasının en önemli boyutunu oluşturan Türk-Amerikan ilişkilerini bütün yönleriyle ve tarihsel gelişimi bağlamında masaya yatırmaktadır. Genel olarak Türk dış politikasıyla, özel olarak da Türk-Amerikan ilişkileriyle ilgilenenler açısından başucu niteliğinde bir eserdir. Uluslararası ilişkiler alanında eğitim alan lisans ve lisansüstü öğrenciler eserde derslerinde ve araştırmalarında faydalanacakları çok şey bulacaktır. Türk dış politikası ve dış politika analizi uzmanları açısından da eser, her zaman ihtiyaç duyabilecekleri faydalı bir referans niteliğindedir.
Kitapta Türk-Amerikan ilişkileri teorik bir tabana oturtularak analiz edilmiş ve sonuçları da teorik çerçevede değerlendirilmiştir. İlişkiler tematik ve kronolojik olarak ele alınırken şu konulara yer verilmiştir: ittifak ilişkisinin başlangıcını oluşturan Truman Doktrini, 1950'lerde Orta Doğu'da Bağdat Paktı ve diğer gelişmeler çerçevesinde yoğun iş birliği, Türkiye'nin ABD'yle ittifak ilişkisinden dolayı dâhil olduğu Küba Krizi ve bu durumun ilişkilere yansıması, 1960-1980 döneminde askerî ilişkilerde yaşanan sorunlar, 1960'ların sonunda ve 1970'lerde ilişkileri gereksiz yere sıkıntıya sokan haşhaş sorunu, Kıbrıs sorunu bağlamında yaşanan askerî ambargo sarsıntısı, Özal Dönemi'nde ilişkilerde sıkıntılı canlanma, 1990'larda Irak sorunu ve Çekiç Güç çerçevesinde zemini gevşeyen ilişkiler, Soğuk Savaş sonrasında ilişkilerin yeni ortamı ve sorunları, Ak Parti Dönemi'nde Orta Doğu'da dibe doğru çekilen ilişkiler, yine bu dönemde ilişkileri etkileyen faktörler ve ilişkilerin genel gidişatı.
Murat Ercan Geçmişten günümüze Türk dış politikası, gerçekleşen küresel önemdeki olaylara ve hızla değişen koşullara paralel olarak, sahip olduğu yeni anlayış çerçevesinde sürekli olarak tartışıla gelmektedir. Özellikle Soğuk Savaş sonrası döneme kadar, Türk dış politikası içe kapalı bir seyir izlemiştir. Bu süreçte Türk karar vericileri; terör, Kürt, Kıbrıs ve Ermeni sorunları gibi temel çatışmaları çözüme kavuşturmak için uğraşmışlardır. 2000’li yıllarda Türkiye, coğrafî, siyasî, ekonomik ve kültürel anlamda çok boyutlu jeopolitik konumu sebebiyle; bölge-merkezli çok yönlü bir dış politika izleyecek güçlü bir ülke olma imkânı yakalamıştır. Çünkü Türkiye Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Asya stratejik koridoru vasıtasıyla Asya-Pasifik Bölgesi’ne siyasî ve ekonomik olarak uzanabilecek büyük bir hinterlanda sahiptir. “Değişen Dünyada Türk Dış Politikası” başlığını taşıyan bu kapsamlı çalışma, Türkiye’nin alanlarında uzman akademisyenlerini bir araya getirmiştir. Türk dış politikasını farklı açılardan yorumlayan on altı özgün makalenin yer aldığı bu eser, Türkiye’de konu ile ilgilenen tüm çevrelerin takdirini alacaktır.
Abdulkadir Aksöz, Ali İhsan Kahraman, Çağla Vural, Derya Ayten, Gizem Bolat, Hasan Aydın, Hatice Çelik, Hatice Nursena Yücel, Helin Sarı Ertem, İsmail Ermağan, Meryem Özgür, Meysune Yaşar, Nesibe Aydın, Nilay Tavlı, Numan Hazar, Oktay Küçükdeğirmenci, Ömer Kul, Sedat Aybar, Yahya Alameşe, Yusuf Avcı 21. yüzyılda Türkiye, ne Doğu’ya ne de Batı’ya yaklaşıyor bilakis kendi özgün yolunda ilerleyerek ulusal çıkarlarını olabildiğince maksimize etmeye çalışıyor. Zira en akılcı yaklaşım bunu gerektirmekte. Son dönemde pek çok sorun alanının merkezinde yer alan, bununla birlikte geleneksel dış politika kodlarına uygun şekilde, itidalli ve soğukkanlı bir duruşla öne çıkan Türkiye; orta ölçekli, bölgesel bir güç olarak insani diplomasi, barışı koruma, arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık gibi “niş diplomasi” alanları yaratmada başarı elde ediyor. Türkiye gibi yükselmekte olan sarkaç devletlerin (swing states) 21. yüzyıl dünya jeopolitiğini şekillendirme şansı beklenenden çok daha yüksek görünüyor. 2019’da başlatılan “Yeniden Asya Girişimi”, Türkiye’nin 21. yüzyıl hedef ve stratejileri için tam da bu noktada hayati bir katkı sunmuş durumda. Elinizdeki bu eser, literatürde ilklerden biri olarak bölge ülkeleri ile Türkiye’nin ilişkilerini irdelemekte, ilgili alana kayda değer bir katkı sunmaktadır. Bu sebeple siyasetten akademiyaya, iş dünyasından STK’ya geniş bir kesimin ilgiyle okuyacağı düşünülmektedir.

Mehmet Çelik The influence of development aid on the foreign policy implementation of middle power countries has not been widely studied in the existing academic literature. In addition, states' perceived prestige, as an added indicator to measure a country's middle power status, has not been explored in the literature.
As such, this study attempts to academically contribute to the existing literature by investigating how development aid affects the foreign policy of a middle power country in its relationship with the aid receiving country. Through both primary and secondary empirical data collected, the theoretical framework was studied by applying Türkiye's development and cooperation agency, TİKA's, influence on Turkish foreign policy on Somalia and Bosnia and Herzegovina between 2002 and 2018 as a case study. This case study was precisely selected as Türkiye has been a rising middle power state since the early 2000s and the use of development aid as foreign policy instrument has been considered one of the key successes in establishing a prestigious presence worldwide.
Ultimately, this book attempts to answer the following theoretical questions: a) What is a middle power country? b) How does prestige contribute to the middle power status of a country? And, c) Do state development agencies positively or negatively affect middle power countries' foreign policies?
İlhan Sağsen, Nuh Uçgan Dış Politika Analizi (DPA) uluslararası sistemdeki bir aktörün bir başka aktöre ve genel olarak uluslararası ortama karşı izlediği ilişki tipini ve politikalarını inceler. Graham Allison'ın 1971 yılında yayınladığı “The Essence of Decision: Explaining the Cuban Missile Crisis” adlı eserinde ortaya attığı rasyonel aktör, bürokratik ve örgütsel modellerine ilaveten günümüzde yapılan DPA çalışmaları kamuoyunun rolü, grup dinamikleri, bilişsel dinamikler gibi etkenlere de odaklanmaktadır. Bu çalışmalar temel olarak Uluslararası İlişkiler disiplinindeki tüm çalışma alanları gibi öncelikle uygun bir analiz seviyesi seçilerek gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla birey, devlet ve sistem olarak tanımlanabilecek analiz seviyeleri analizin oturtulacağı temel çerçeve açısından önemli bir yere sahiptir. Bu minvalde karar alma modellerinin belli başlı dış politika kararlarına uygulanmasını içeren bu kitabın alanında uzman akademisyenlerin değerli çalışmaları ve yöntemindeki özgünlükle literatüre katkı sağlaması amaçlanmaktadır.
Ertan Tosun Dış yardım kavramı, devlet kavramı kadar eski bir kavramdır. Ancak bugüne kadar dış yardımlar ile abat olmuş ne bir toplum ne de bir devlet bulunmaktadır. Bu durum, günümüzde istisna olarak ifade edebileceğimiz birkaç küçük örneğin dışında geçerliliğini korumaktadır. Gerek kamu gerekse STK'lar eliyle ülkemizin yaptığı dış yardımlar için de bu durum geçerlidir.
Küresel açıdan baktığımızda, sömürgeci yaklaşımı bir kenara bırakırsak, dış yardım alanında; aklın yerini duygusallığın aldığı, stratejinin yerini sığlığa bıraktığı ve bürokrasinin de kısa vadenin ötesine geçemediği bir iklim bulunmaktadır. Bu kitap, mevcut iklimi eleştirerek dış yardımların etkinlik iklimini araştırmaktadır.
Kitapta, etkinlik iklimine bir önerme geliştirdikten sonra her türlü kalkınma yardımı için geçerli olacak bir Etkinlik İklimi Modeli oluşturulmaya çalışılmış ve bu Model açısından KKTC'ye yapılan yardımların bir analizi yapılmıştır.
İnanıyoruz ki saha çok geniş ve derin olduğundan araştırmamız bir temel mahiyetinde kalmaktadır. Kitabın, bölgesel ve küresel güç olan Türkiye'nin uluslararası kalkınma alanında atacağı adımlara zerre miskal katkısının olması bizim bahtiyar olmamıza yetecek, araştırmacılara veya ilgililere küçük bir katkı sağlaması emeğimize değecektir.
Cansu Güleç, Ekrem Yaşar Akçay, Ferit Yücebaş, Hasan Köni, Kemal Gökçay, Murat Kasapsaraçoğlu, Murat Toman, Recep Kemal Kuzu, Yıldırım Deniz, Zuhal Çalık Topuz Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin kökenleri, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar uzanmaktadır. Bu dönem, üç kıtada at koşturan bir “cihan devleti” olan Osmanlı Devleti'nin son demlerine denk gelmiştir. İki devlet arasında ilişkilerin başladığı dönem olan 19. yüzyıl aynı zamanda Osmanlı'nın tersine ABD'nin büyüyen bir güç olmaya başladığı bir dönem olmuştur. Ancak iki devlet arasındaki ilişkilerin “ittifak” noktasına gelmesi 1945 sonrası dönemde gerçekleşmiştir. Zira İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yaşanan Soğuk Savaş Dönemi'nin ilk yıllarında iki devlet, SSCB merkezli güvenlik endişeleri doğrultusunda birbirlerine yakınlaşmışlardır. Türkiye'nin özellikle sahip olduğu jeopolitik konum nedeniyle Soğuk Savaş Dönemi'nde ABD'nin SSCB karşısında güçlü ve sağlam bir savunma hattı oluşturma ve komünizmin uluslararası alanda yayılmasını engelleme stratejisinde çok önemli bir yeri olmuştur. Bu çerçevede 1952 yılında Türkiye'nin NATO'ya tam üye kabul edilmesi, ikili ilişkilerin kurumsal bir boyut kazanmasını sağlamıştır. Böylelikle Türkiye ile ABD, Soğuk Savaş'ın henüz ilk yıllarında başlayan ve Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra da devam edecek olan bir ittifak ilişkisine girmiştir. Soğuk Savaş koşullarında başlayan ve “stratejik ortaklık”, “model ortaklık” gibi farklı adlarla da anılan bu ilişki, inişli çıkışlı bir yol izlemesine rağmen günümüze kadar devam etmiştir. Bu kitap ile ilişkilerin başlangıç döneminden günümüze kadar olan süreçte yaşanan gelişmeler anlatılarak bundan sonraki dönemde ilişkilerin nasıl bir yolda ilerleyeceğine ışık tutulması amaçlanmıştır.
Abdullah Sayın, Akın Kiren, Akın Sağıroğlu, Alaettin Sevim, Ali Bilgin Varlık, Alperen Kürşad Zengin, Arzu Yorkan, Aslı Okay Toprak, Aylin Çelik Turan, Ayşe Gülce Uygun, Begüm Doğrusöz, Bekir Evin, Belma Engin Güder, Betül Özyılmaz Kiraz, Burak Şakir Şeker, Canan Özge Eğri, Cemal Kakışım, Cemre Pekcan, Cihat Yaycı, Çağla Arslan Bozkuş, Çiğdem Pekar, Çiğdem Sofuoğlu, Dimitrios Ioannidis, Dinçer Bayer, Doğan Şafak Polat, Dora Uzkesici, Ece Barutçu, Emete Gözügüzelli, Emin Abbasov, Emine Kılıçaslan, Emre Çıtak, Erdoğan Mert, Ergun Mengi, Erkan Akdoğan, Erkan Zan, Esra Ballı, Esra Toz, Fahri Erenel, Ferda Özer, Feride Yılmaz, Furkan Yıldız, Gökhan Yılmaz, Gülşah Özdemir, Hakan Çetinoğlu, Hande Sapmaz, Hanife Bıdırdı, Hasret Çomak, Hatice Nur Germir, Hüseyin Çelik, Hüseyin Gençer, Ioannis E. Kotoulas, Ioannis Th. Mazis, Işıl Demirtaş, İ. Melih Baş, İbrahim Akın, İbrahim Arslan, İlhan Aras, İsmail Hakkı Elçi, Konstantinos Gogos, Kübra Deren Ekici, Levent Uzunçıbuk, Markos I. Troulis, Mehlika Özlem Ultan, Mehmet Şahin, Melis Atasoy, Mesut Şöhret, Mine Yılmazer, Muhammed Emin Kocaman, Murad Duzcu, Murat Koray, Murat Pınar, Mustafa Kaymakçı, Mustafa Oktay Alnıak, Müge Manga, Nejat Doğan, Neslihan Özkerim Güner, Nurettin Taşar, Nuri Gökhan Toprak, Oğuz Taner Hacıfazlıoğlu, Oktay Bingöl, Özkan Gönül, Pelin Dikmen Yıldız, Sadullah Özel, Sami Kiraz, Serdar Altun, Serdar Çukur, Serpil Bardakçı Tosun, Sezai Özçelik, Sina Kısacık, Soner Karagül, Soyalp Tamçelik, Şengül G. Aydıngün, Tarık Demir, Volkan Tatar, Yunus Karaağaç, Zeynep Erhan Bulut, Zuhal Mert Uzuner Ege Denizi, Karadeniz ile Akdeniz arasında İstanbul ve Çanakkale boğazları ile birlikte önemli bir suyolunu oluşturmaktadır. Bu suyolunu kullanan tüm ülkeler için Ege Denizi, jeopolitik ve jeostratejik önemini korumaktadır. Yarı kapalı bir deniz olması nedeniyle Ege Denizi’nde istikrar odaklı politikaların üretilmesi ve izlenmesi önem kazanmaktadır. Bu suretle, Ege Denizi’nin barış ve istikrara örnek teşkil etmesi ve bunun devam ettirilmesi, bölge ve dünya barışına çok katkı sağlayacaktır. Deniz güvenliğinin ve istikrarının her zamankinden daha fazla önem kazandığı bu dönemde; Ege Denizi’nde kıyıdaş ülkeler arasında karşılıklı güvenin tesis edilmesi ve sürdürülmesi, tarafların, Uluslararası Antlaşma ve Sözleşme hükümlerine uyması ile mümkündür.
Ercan Akar Dünya, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde birçok değişim ve dönüşüm yaşamaktadır. Bunlar, eş zamanlı olarak baş döndürücü hızda ve çapta gerçekleşmektedir. Elbette bu durum, uluslararası ilişkiler ve diplomasi alanlarını da etkilemektedir. 20. yüzyılın günümüze mirası olan yumuşak güç ve onun bir politika aracı olarak kamu diplomasisi de bu bağlamda genişlemekte ve zenginleşmektedir. Kamu diplomasisinin temel ilgi alanlarından birisi ise eğitimdir.
Tarihsel süreç değerlendirildiğinde, eğitimin giderek daha da uluslararasılaştığı dikkat çekmektedir. Artık eğitim, uluslararası boyutundan soyutlanamaz hâle gelmiş bulunmaktadır. Buna paralel olarak, diplomasi alanının ise çeşitli alt başlıklarda irdelenmekte olduğu göze çarpmaktadır. Böylesi bir ortamda, eğitim ve diplomasi alanlarının ortak bir kesişim kümesi olarak eğitim diplomasisi alanı öne çıkmaktadır.
Eğitimin uluslararası boyutu kapsamındaki faaliyetlerin ve uygulamaların, bir süredir akademisyenlerin ve politika yapıcıların gündeminde olduğu söylenebilir. Ancak bu alandaki çalışmalar, konunun belirli alanlarını incelemekte ve bunları sınırlı bir çerçevede sunmaktadır. Elinizdeki eser ise eğitimin uluslararası boyutunu kapsamlı, bütüncül ve özgün bir yaklaşımla ele almaktadır. Diğer bir deyişle, “eğitim diplomasisi” alanını kavramlaştırmakta ve çerçevesini çizmektedir. Bu yönüyle eserin, önemli bir boşluğu doldurduğu ifade edilebilir. Alanındaki ilk ve tek çalışma olduğu düşünülen bu eserin, eğitim diplomasisi ile ilgili olan tüm kesimlere ve özellikle Türk eğitim diplomasisine katkı sunması beklenmektedir.
Ahmet Bakır Bu eser, Türkiye'nin mavi vatanındaki hak ve çıkarlarını koruma mücadelesini, enerji rekabetinin yoğun olduğu bir dönemde ele almaktadır. “Mavi Vatan” kavramının ortaya çıkışından başlayarak günümüzdeki stratejik önemine kadar geniş bir perspektifte kavramsal ve stratejik bir analizi yapılmaktadır. Türkiye'nin deniz yetki alanlarındaki doğal kaynaklar üzerindeki hak iddialarını, uluslararası hukuk çerçevesinde ve bölgesel güç dengeleri bağlamında incelenmektedir.
Okuyucular, bu çalışmayla birlikte Doğu Akdeniz'deki enerji kaynakları etrafında şekillenen siyasi ve askerî dinamikleri, Türkiye'nin jeopolitik stratejileriyle birlikte değerlendirme fırsatı bulacaklardır. Doğu Akdeniz'de yaşanan son gelişmeler ışığında ülkemizin enerji diplomasisinde izlediği stratejiler ve bu stratejilerin bölgesel barış ve istikrar üzerindeki potansiyel etkileri ele alınarak, Mavi Vatan'daki hak ve çıkarlarımızın korunması konusundaki kararlılığı ve bu süreçte ustalıkla yapılan jeopolitik manevralar analiz edilmektedir. Kitapta ayrıca Türkiye'nin deniz yetki alanlarında bulunması muhtemel hidrokarbon kaynaklarının bölgesel ve küresel enerji denklemleri üzerinde göstereceği etkiler detaylı bir şekilde tartışılmaktadır. Enerji güvenliği ve ekonomik kalkınma açısından bu kaynakların önemi, Türkiye'nin dış politikasında ve uluslararası ilişkilerinde nasıl bir rol oynadığı ile bunun stratejik yansımaları derinlemesine incelenerek okuyucuya sunulmaktadır.


Ömer Lütfi Taşcıoğlu La Première Guerre mondiale était une compétition pour diviser le pillage des terres ottomanes entre les grandes puissances de l'époque. Les attaques impérialistes sont venues des deux côtés. La défense de l’État (ottoman) sur le front oriental, n’a rien de différent de sa défense sur la péninsule de Gallipoli à l’ouest, en termes de sécurité de tous les peuples du pays.
Ensuite, le gouvernement n'a pas eu d'autre choix que de mettre en pratique la pratique de la déportation pour éviter la rébellion, à savoir: la trahison arménienne, qui est aujourd'hui généralement symbolisé par la date du 24 avril 1915, qui devient également une veille du "débarquement britannique à Gallipoli".
Le décret de réinstallation émis par le gouvernement ottoman visait à empêcher les résidents locaux de soutenir, de renforcer et d'inciter les mouvements arméniens agressifs, qui se battaient volontiers pour l'armée adversaire (russe) contre leur propre pays, étant eux-mêmes et aux citoyens de l'Empire ottoman. En plus de cela, sous la forme de gangs armés organisés, ils assassinaient des innocents turcs et / ou musulmans de la région.
Cette décision de réinstallation temporaire a également résolu d'autres problèmes au sein des lignes de communication logistique de l'armée et des autres lignes d'approvisionnement, qui ont été empêchés par ces gangs.
Des gangs arméniens poignardaient l'armée ottomane dans le dos, et des mutinés arméniens causaient encore d'autres maux tels que torturer et massacrer honteusement des femmes, des personnes âgées et des enfants dans les maisons turco-musulmanes laissées par les jeunes de la maison, ceux qui étaient alors occupés à mener des batailles féroces sur les lignes de front d'une guerre féroce, ce que ces gangs faisaient était exactement un "nettoyage ethnique", que dans ces circonstances, la décision de l'État était une précaution obligatoire de la situation de guerre stratégique.
Ömer Lütfi Taşcıoğlu La Primera Guerra Mundial fue una competición de repartimiento el saqueo de tierras otomanas entre las grandes potencias de la época. Los asaltos imperialistas venían por ambos lados. La defensa del Estado (Otomano) en el 'frente oriental' no era nada diferente de su defensa en la Península de Gallipoli en el occidente, en términos de la seguridad de todos los pueblos del país.
Entonces el gobierno no tenía más remedio que poner en vigor la práctica de deportación para evitar la rebelión, i.e: la traición, armenia, la que hoy suele ser simbolizada por la fecha del 24 de abril de 1915, el que también pasa a ser un día antes del 'desembarco británico en Gallipoli'.
El decreto de reubicación emitido por el Gobierno Otomano tenía la intención de impedir a los residentes locales apoyar, reforzar e instigar a los agresivos movimientos armenios, quienes voluntariamente estaban luchando por el ejército adversario (ruso) en contra a su propio país, siendo ellos mismos ya los ciudadanos del Imperio Otomano. Además de esto, en forma de unas bandas armadas que organizaban, estaban asesinando a las inocentes gentes turcas y/o musulmanas de la zona.
Esta decisión de recolocación temporaria resolvió también unos otros problemas dentro de las líneas de comunicación logísticas del ejército y las otras líneas de suministro, las que se impedían por éstas bandas.
Las pandillas armenias estaban apuñalando al ejército otomano por la espalda y los mutinos armenios causaban aun otros males como que torturaban y masacraban vergonzosamente a las mujeres, a los ancianos y a los niños en las casas turcas/musulmanes dejadas atras por los jóvenes de la casa, quienes entonces estaban ocupados luchando feroces batallas en las líneas del frente de una feroz guerra, lo que hacian aquellas bandas era exactamente una “limpieza étnica”, que en estas circunstancias, la decisión del estado era una precaución obligatoria del la situación estratégica bélica.

Ahmet Güven, Ammar Sevgili, Bekir Gündoğmuş, Celalettin Yanık, Emre Yıldırım, Faruk Temel, Gökhan Duman, Gökhan Tuncel, Hakan Gülerce , Haluk Yaman, Hatice Dönmez Aydın, İbrahim Halil Sugözü, Mehmet Köse, Muhammed Şahin, Murat Arslan, Onur Önürmen, Resul Duran, Sami Kalaycı, Sema Yaşar, Uğur Atalar, Yunus Macit, Yusuf Adıgüzel İlki 1961 yılında imzalanan ve sonrasında birçok ülke ile akdedilen iş gücü anlaşmaları, Türkiye’nin göç tarihinde yeni tecrübeleri ortaya çıkaran bir milat olma özelliğine sahiptir. Avrupa’ya iş gücü göçü; muadilleri gibi mağduriyetlerin, acıların, sevinçlerin, gerilimlerin ve etkileşimlerin sergilendiği bir sahne konumundadır. Geçici olması planlandığından günübirlik politikalar ile şekillenen ve bu nedenle yarını ıskalanan göç; peşinde milyonların sürüklendiği, fırsat ve tehditlerin iç içe geçtiği meşakkatli bir yolculuğa dönüşmüştür. Süregelen bu yolculuk, her ne kadar başlangıcı doğru yapılmasa da büsbütün bir karamsarlık da içermemektedir. Aksine kazanımları da ziyadesiyle yoğun bir süreç yaşanmaktadır.
Yaklaşık bir yıllık bir zaman diliminde alanında uzman isimlerin kaleme aldığı on beş ayrı yazının bir araya getirilmesiyle oluşturulan bu eser, iş gücü göçünün 60. yılında Avrupa’da yaşayan Türk toplumunun kimlik, uyum ve katılım süreçlerini ele almayı ve alana mütevazı bir katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
“Elinizdeki bu kitap, Gündoğmuş'un Avrupa’daki Türk toplumunu bütün yönleriyle anlama ve araştırma çabasının bir ürünü olarak ortaya çıktı. Gündoğmuş’un hem yazar hem de editör olarak bir yılı aşkın süredir üzerinde çalışarak ortaya koyduğu bu eser, “çok uzaktan fetva ile bilinmeyen” Avrupa’daki Türk toplumunu daha iyi anlamamıza önemli katkılar sağlayacak.”
Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel
Ömer Lütfi Taşcıoğlu Der 1. Weltkrieg war ein Machtkampf der Imperialmächte. Der Gegenstand diese Krieges war die Aufteilung des Osmanischen Reiches. Das Osmanische Reich währte sich in Çanakkale gegen den imperialistische Feind, und tat das gleiche an der Ostfront. Diese beiden fronten waren die wichtigsten Fronten zur Verteidigung des Vaterlandes. Um den armenischen Organisationen die zerstörerischen Aktivitäten zu unterbinden, ein Tag, am 25. April 1915, vor dem Einfall der englischen und französische Imperialisten auf der Halbinsel Gelibolu, hat das Osmanische Reich am 24. April 1915 notwendige Schritte eingeleitet. Diese Schritte waren Verteidigungsoptionen gegen den Einfall der Imperialmächte. Die Zwangsumsiedlung war ein Schritt, um die Fronten zu sichern und die Logistik der Fronten sicherzustellen. Die von den Taşnak organisierten Armenier haben zusammen mit der russischen Armee gekämpft, armenische Banden sind den Osmanischen Soldaten in den Rücken gefallen, sie haben die Verbindungswege der Fronten zwischen Ost und west sabotiert, Schienenwege und Nachrich- tenwege abgeschnitten, Aufstände angezettelt und türkische Dörfer überfallen, mit dem ziel einer Ethnischen Säuberung, während die Männer an der Front dienten. Unter diesen Umständen war der Beschluß des Osmanischen Reiches für eine Zwangsumsiedlung der Armenier, hinter den Kriegsfronten, eine unumgängliche Maßnahme.
Ömer Lütfi Taşcıoğlu World War-I was a land grabbing effort among the imperialist powers of the time. The main prize was the vast lands belonging to the Ottoman Empire. Ottoman Empire's defence in the Eastern Front is no different than its defence of the Gallipoli Peninsula in terms of security of all the peoples of the country.
The Ottoman Empire put into force the relocation practice in order to prevent the Armenian rebellion, which in our time is symbolized by the date of April 24, 1915, which also happens to be one day prior to the British landing in Gallipoli. The Ottoman Government's relocation decree intended to stop the local residents from aiding and abetting the Armenian volunteers who were fighting in the Russian army against their country and while armed Armenian bands were killing defenceless Turkish/Muslim people of the area. The Relocation decision also solved the problems of logistic army communication lines and supply lines being cut-off from behind.
Also, the Armenian gangs stabbed the Ottoman army in the back, disconnected the linkage between the eastern and western fronts, railway transportation and communication lines. The mutinous Armenians also instigated riots and horrifically tortured and massacred the Muslim women, elderly and children – similar to what would be considered ethnic cleansing in our day - while their young men were busy fighting ferocious battles in the front lines of the Ottoman Army. In these circumstances the decision of relocation was a compulsory war precaution.
Şaban Halis Çalış Despite its standing in world politics, there is still a paucity of academic publications concerning Turkish foreign policy. In addition, most of the existing publications prefer only to narrate it historically.
This book takes a step back and critically analyses the factors and actors which affect Turkish foreign policy within a theoretical and conceptual framework as well as a historical setting covering the Kemalist period in particular. In addition, this book presents its subject matter from a broader and longer perspective, taking together both material and ideational phenomena, all the while focussing on the ideas, ideologies and norms which are ignored by many analysts of Turkish politics.
Turkish foreign policy of the past and even up to the present appears to be a product of certain “foundations” that were laid down by the Kemalist leadership and cadres after the establishment of the Turkish Republic. However, this book reviews these foundations comparatively with the Ottoman modernisation period including as well certain detailed references to the classical age of the Empire in order to demonstrate that there are not so much epistemological ruptures between past and present in a broader sense.
Nuri Salık Mart 2011'de patlak veren ve âdeta küresel bir depreme yol açan Suriye krizi, geçtiğimiz 10 yıl boyunca Türk dış politikasını en çok meşgul eden meselelerden biri oldu. Türkiye'nin Arap Baharı sürecinde izlediği Suriye politikası ilk günden itibaren gerek yurt içinde gerekse yurt dışında büyük tartışmalara yol açtı ve Türkiye-Suriye ilişkilerine yönelik akademik ilgiyi artırdı. Ancak son dönemde artan bu ilgiye rağmen iki ülke arasındaki ilişkileri inceleyen çalışmaların daha çok güncel gelişmelere odaklandığı ve Türkiye'nin Suriye politikasının tarihsel dinamiklerini ıskaladığı gözlemlenmektedir. Bu kitap, Türkiye-Suriye ilişkileri üzerine oluşan literatürde şimdiye dek detaylı olarak ele alınmayan 1960-1980 dönemine ışık tutmaktadır. Kitapta, Türkiye'nin dış politikada yeni arayışlara girdiği 1960'lı ve 1970'li yıllarda komşusu Suriye'ye yönelik politikası yerli ve yabancı arşiv belgelerine dayanılarak incelenmektedir. Kitap, 1950'li yıllarda Soğuk Savaş rekabetinin 1980 sonrası dönemde PKK terörünün gölgesinde kalan Türkiye-Suriye ilişkilerinin 27 Mayıs 1960 darbesinden 12 Eylül 1980 darbesine kadar geçen süreçte belirgin bir yumuşama ve uzlaşma zeminine oturduğunu ortaya koymaktadır. Bu kitabın, Türkiye-Suriye ilişkileri etrafında cereyan eden tartışmaların daha sağlıklı bir zeminde yürütülmesine vesile olmasını umut ediyoruz.
Metin Aksoy Bu kitap; dış politika, jeopolitik ve siyaset olarak tasnif edilen ve farklı güncel gelişmeler çerçevesinde yapılan değerlendirmelerden oluşuyor. Verdiğim derslerde, Uluslararası İlişkilerin teorik tartışmalarından bunalan öğrencilerimin sıklıkla bana yönelttikleri soru “verdiğim bilgileri nasıl kullanacakları” yönündeydi. Jeopolitik, dış politika ve siyaset üzerine olan bu mülahazaları yayımlayarak onların bu sorusunu cevapladığımı ve kuramın pratiğe nasıl uygulandığını gösterdiğimi umuyorum. Kitap; jeopolitik analizler, dış politika yazıları ve siyaset denemeleri olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Jeopolitik Analizler bölümünde; Rusya'nın Orta Doğu politikasından Suriye Krizi'ne, Azerbaycan-Ermenistan ihtilafından Ukrayna Krizi'ne kadar küresel siyaset gündemini hâlâ çeşitli açılardan meşgul eden konular 14 başlıkta ele alınmıştır. Dış Politika Yazıları başlığındaki ikinci bölümde ise ekseriyetle Türk dış politikasına dair 13 değerlendirme bulunmaktadır. Son olarak Siyaset Denemeleri başlığındaki üçüncü bölümde de Türkiye'nin iç siyasetini ilgilendiren konular 17 başlıkta ele alınmıştır.
Faruk Yazar Uluslararası ilişkilerde vazgeçilmez konuma sahip olan kamu diplomasisi, devletlerin uluslararası alanda kendini anlatabilmesini sağlayan stratejik bir fonksiyonu ifade etmektedir. Özellikle diyalog, karşılıklı anlayışın gelişmesi ve ilişki inşa etmeye odaklanmasından dolayı dış politikanın önemli bir bileşeni hâline gelmiştir. Uluslararası sistemde kamu diplomasisi sadece barış dönemlerinde değil kriz zamanlarında da devletlerin iletişim yönetiminde hayati bir rol oynamaktadır.
Kitabın ilk bölümünde; diplomasinin dönüşümü, uluslararası ilişkilerde güç kavramının değişimi ve hegemonya ele alınmıştır. Yumuşak güç, devletlerin güç mücadelesinde kritik bir öneme sahiptir. Kitabın ikinci bölümünde; kamu diplomasisinin teorik yapısı çeşitli yaklaşımlar bağlamında ele alınarak ulus markalama, lobicilik, propaganda gibi kavramlarla olan ilişkisi ve insani diplomasi, savunuculuk, medya, eğitim, kültür, spor gibi uygulama alanları incelenmektedir.
Üçüncü bölümde; kriz yönetimi ve kamu diplomasisi arasındaki ilişki interdisipliner olarak ele alınmıştır. Kriz yönetimi, kriz iletişimi, halkla ilişkiler ve kamu diplomasisi kavramları ile ilgili temel bir anlayış oluşturulmaya çalışılan bu kısımda kamu diplomasisi faaliyetlerinde krizin nasıl ele alındığı ve yürütüldüğüne dair kavramsal açıklamalar yapılmıştır. Kitapta, kamu diplomasisi bağlamında kriz yönetiminin proaktif olarak yürütülmesinin önemine değinilerek devletlerin kriz durumlarında iletişimi nasıl yönetmeleri gerektiği üzerinde durulmaktadır. Bu bölümde ayrıca Türkiye'nin kamu diplomasisi ve kriz yönetimi potansiyeli değerlendirilmektedir.
Muhammet Musa Budak Uluslararası ilişkilerin kapsamı, siyaset ve diplomasinin yanında ekonomiyi, sosyal ve kültürel hayatı da içerisine alarak gelişmektedir. Bu gelişim, dış politikada aktörlerin çeşitlenmesini sağladığı gibi uluslararası siyasette tartışılan güç kavramını da değiştiren etkiler göstermektedir. Devletlerin, siyasi ve asker güçleri ile hâlen temel belirleyici olduğu uluslararası sistemde uluslararası örgütler, sivil girişimler, direkt kamuoylarını ve insanı odak alan, onlara etki edebilen faaliyetler daha fazla önem kazanmaktadır. Ülkelerin ince güç imkânlarını kullanarak uygulamaya koydukları kamu diplomasisi faaliyetleri artmaktadır. Ülkelerin değerlerini, kültürlerini, dillerini yaymak için uluslararası öğrencilere yönelik uyguladıkları bursluluk programları bu bağlamda önemli bir kamu diplomasisi faaliyeti olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu kitapta, kamu diplomasisi faaliyetleri ve bu çalışmaların önemli bir parçası olan bursluluk programları ile ABD, Rusya, Çin, Almanya, İngiltere, Japonya ve Fransa gibi ülkelerin burs programları analiz edilmektedir. Türkiye'nin uzun yıllardır uygulamakta olduğu burs programları ile anılan ülkelerin kamu diplomasisi aracı olarak uyguladığı benzer programlar karşılaştırılmaktadır. Bursluluk programlarına yaklaşım, başarılar, karşılaşılan problemler değerlendirilerek Türkiye'deki uygulamaları iyileştirebilecek öneriler sunulmaktadır. Bu kitabın, kamu diplomasisi bağlamında uluslararası burs programlarına yönelik Türkçe çalışmaların ilklerinden olması yönüyle uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, sosyoloji, iletişim gibi farklı disiplinlerden öğrenci, araştırmacı ve okuyucular için bir başvuru eseri olması ve alana katkı sunması, yazarın amacıdır.
Emete Gözügüzelli Bu çalışma, Kıbrıs’ta Türkler üzerinde uygulanan siyasi ve psikolojik savaş hamlelerini incelemektedir. Uygulayanlar, ABD’nin USAID’inden İngiliz Yüksek Komiserliği ve Slovak Büyükelçiliği nezdinde yürütülen ada içi faaliyetlere kadar geniş bir yelpazeye yayılmakta ve askeri istihbarat birimlerine kadar uzanmaktadır.
Askeri ve askeri olmayan yöntemlerle Güney Kıbrıs ulusal güvenlik politikasının çıkarları etrafında geliştirilen tüm faaliyetlerin hedefinde Kıbrıs Türkleri bulunmaktadır.
Kitapta, psikolojik ve siyasi harbin detayları aktarılarak Kıbrıs Türklerine uygulanan silahsız savaş metotları çerçevesinde öne çıkan siyasi ve psikolojik operasyonlar, belge ve bulgular ile izah edilmektedir.
Soyalp Tamçelik TMT, Kıbrıs Türk halkının can ve mal güvenliğini tesis etmek, aidiyet duygusunu ve mensubiyet bilincini korumak, Rum toplumu içinde azınlık olmaktan kurtulmak, silahlı güç unsuru olarak savunma yapmak ve gerektiğinde saldırıda bulunmak amacıyla kurulmuş bir savunma teşkilatıdır.
Bu gayeyle TMT, sağlık alanından haberleşmeye, kültürel faaliyetlerden toplum maliyesine, iktisadi ünitelerden sosyal hizmetlere kadar kamu yaşamının hemen her alanında toplumun ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çalışmalarda bulunmuştur. Kıbrıs Türkleri için salt bir yeraltı teşkilatı olmaktan ziyade TMT, devletleşme sürecinde atılmış bir adım olarak da değerlendirilebilir. Bu yüzden Kıbrıs'ta silahlı mücadelenin yanında “sessiz” ve “gizli” bir savaşın daha yaşandığı söylenebilir.
Bu kitapta TMT'nin kuruluşu, kurumsal doktrini, bağlı olduğu prensipler, teşkilatlanma ve idari yapısı, yayın organları ve uyguladığı ceza usullerinde herhangi bir yeraltı teşkilatında olması gerekenlerden farklı bir şey olmadığı; TMT'de uygulanan muhabere ve istihbarat sistemleri, haberleşme usulleri, kriptolama yöntemlerinin ve esaslarının amaca ve günün ihtiyaçlarına uygun olduğu; TMT tarafından uygulanan psikolojik savaşın kuramsal boyutunun bulunduğu; kullanılan psikolojik savaş yöntemlerinin ve araçlarının etkin bir şekilde uygulandığı; TMT öncesi yeraltı teşkilatlarının durumu tespit edilerek bunların satıhta kaldığı ve ihtiyaçları karşılamaktan uzak olduğu, TMT'nin ise bunları büyük ölçüde karşıladığı sonucuna varılmıştır.

TMT'nin Doktrini
Hem görürüm hem görmem uykudaki göz gibi
Hem dururum hem yürürüm üzengideki ayak gibi
Hem varım hem yokum gül suyundaki koku gibi
Hem susarım hem konuşurum kitaptaki yazı gibi
(Em.Tuğg.) Kenan Çoygun
Bayraktar
Muharrem Ekşi Diplomasi üzerine kapsamlı bir eser olan elinizdeki bu kitap hem öğrencilere hem de genel kamuoyuna hitap etmektedir. Uzun bir akademik birikime dayanan bu eseri, literatüre kazandırdığı için Kırklareli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Doç. Dr. Muharrem Ekşi'yi kutlar, diplomasiyle ilgilenenlere ve öğrencilere başucu kitabı olarak tavsiye ederim.
Prof. Dr. Bülent Aras
Profesör, Rensselaer Polytechnic Institute, New York/ABD
Araştırma Direktörü, Center for International Policy Research, Doha/Katar

Uzun bir emeğin ürünü olan bu eserle Doç. Dr. Muharrem Ekşi, Türkçe literatürde eksikliği oldukça hissedilen bir alanda, ikili diplomasiden zirve diplomasisine klasikleşen tüm diplomasi türleriyle birlikte kültür, sanat, eğitim, turizm, bilim, STK, spor, diaspora veya gastronomi diplomasisi gibi çağdaş diplomasi türlerine yönelik oldukça geniş bir yelpazede, diplomasi, uluslararası ilişkiler, kamu yönetimi ve siyaset bilimi alanlarında eğitim gören tüm öğrencilere hem bir ders kitabı hem de diplomasiye ilgi duyan herkese referans bir kaynak sunmaktadır.
Prof. Dr. Hüseyin Bağcı
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
Dış Politika Enstitüsü Başkanı

Kırk yıllık kariyer diplomasi tecrübesine sahip emekli bir Büyükelçi olarak Kırklareli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Doç. Dr. Muharrem Ekşi'nin kitabını büyük bir ilgi, dikkat ve merakla okudum. Akademik dünya ve diplomasiyi sahada uygulayanlar açısından önemli bir boşluğu dolduran bu eseri, sıkça başvurulması gerekli bir başucu kitabı olarak nitelemek hatalı olmaz. Son derece akıcı, yalın ve anlaşılabilir bir dille kaleme alınan kitapta, sadece diplomasinin anlamı, kapsamı ve türlerine değil geçmiş ve güncel tarihiyle uluslararası ilişkiler disiplininin kodlarını içeren değişik düşünce ekolleri ile akım ve kuramlara da geniş bir açıdan ışık tutulmaktadır. Dış politikayı, uluslararası ilişkiler ve diplomasi merceğinden engin bir kaynakça eşliğinde inceleyen bu önemli eseri bizlere kazandırdığı için Doç. Dr. Ekşi'yi kutlar, uzun akademik birikime dayalı bu yapıtını akademik çevrelere, diplomasiyi uygulayanlara ve özellikle genç kuşaklara kuvvetle tavsiye ederim.
E. Büyükelçi Fatih Ceylan
NATO Eski Daimi Temsilcisi
Ankara Politikalar Merkezi Başkanı

Diplomasi sanatsa kamu diplomasisi zanaattır. İlkinde yaratıcılık ve kabiliyet, ikincisinde hüner ve müktesep öne çıkar. Diplomaside olmayanı inşa ve imal etmekteki, kamu diplomasisinde ise var olanı dönüştürmek ve görünür kılmaktaki maharet takdir edilir. Diplomaside üstatlar ve efendiler, kamu diplomasisinde ise ustalar ve şefler acemilere el verir. Çağdaş diplomasi artık sadece diplomatların icra-i sanat eyledikleri bir alan olmaktan çıkmış, sporculardan akademisyenlere, aşçılardan turist rehberlerine vb. toplumun çok farklı kesimlerinin katkı verdiği çok katmanlı bir süreçler bütününe evirilmiştir. Kamu diplomasisi -tüm türevleriyle- günümüz diplomasisinin çoğunluk mesaisini teşkil etmeye başlamıştır. Muharrem Ekşi, bütün bunları ve fazlasını klasikten postmoderne diplomasinin dönüşüm hikâyesini anlattığı kitabında bir araya getirmiş. Uluslararası ilişkilere ilgi duyanların çalışma masalarından eksik edemeyecekleri ansiklopedik nitelikte bir referans kitabı ortaya çıkmış.
Prof. Dr. Çağrı Erhan
Altınbaş Üniversitesi Rektörü
T.C. Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu Üyesi

Doç. Dr. Muharrem Ekşi zoru başardı. Çok konuşulan ama az çalışılmış bir konuyu, tüm detaylarıyla, tüm boyutlarıyla ve çok katmanlı olarak inceleyerek sadece öğrenciler için değil akademisyenler ve uzmanlar için de yararlı bir eseri üretti. Diplomasi konusunda ve alanında bir ilk niteliği taşıyan, kuram ve saha içinde önemli bir boşluğu dolduran bu kitabı herkese tavsiye ederim. Tarihten kurama, farklı paradigmatik yaklaşımlardan farkı diplomasi türlerine kadar geniş bir yelpazede çalışan Ekşi, titiz ve bilimsel çalışmasıyla bu alandaki akademik ve kamusal tartışmalara ve çalışmalara çok önemli bir katkı veriyor. Dahası bu kitap, son dönemlerde popülerleşen ama üzerinde kapsamlı çalışmalara gerek duyulan kamu diplomasisini de inceliyor. Klasik Diplomasiden Kamu Diplomasisine Yeni Yöntemler ve Araçları eserini okunması gerekli bir kitap olarak tavsiye ederim.
Prof. Dr. Fuat Keyman
Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı
İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü

Hakan Tuna, Zafer Akbaş Sağlık turizmi kapsamında ele alınan medikal turizm, 21. yüzyılda önemini artırmaya devam etmektedir. Türkiye, medikal turizm açısından önemli avantajlara sahip bir ülkedir. Bu kapsamda Türkiye'nin uygulamış olduğu dış politikanın, medikal turizm faaliyetleri üzerinde olumlu etki yaptığı görülmektedir.
Sekiz bölümden oluşan bu kitapta, öncelikle gelişmekte olan bir sektör olarak sağlık turizmi ve türleri hakkında bilgiler verilmiştir. Daha sonra sağlık turizminin bir çeşidi olarak medikal turizm, medikal turizmin ekonomik etkileri, nedenleri, tarihsel gelişimi, medikal turizmde akreditasyonun önemi ve dünyada medikal turizm yapan ülkeler konuları kapsamlı bir şekilde açıklanmıştır. Bir sonraki bölümde Türkiye'de medikal turizmin gelişimi ve potansiyeli, medikal turizmin SWOT analizi ve Türkiye'nin medikal turizm stratejileri hakkında detaylı bilgi verilmiştir. Literatürün son bölümünde ise 21. yüzyılda Türk dış politikası başlığı altında Türk dış politikasının oluşumuna etki eden faktörler ele alındıktan sonra Türk dış politikasına yön veren kavramsal ilkeler konusuna yer verilmiştir. Ardından 2000 yılı sonrası dönemde Türk dış politikası ile Türk dış politikasında yaşanan değişimler ve konuları incelenmiştir. Kitabın altıncı bölümü olan yöntem kısmında; araştırmanın yaklaşımı, araştırma yönteminin seçimi, araştırmada kullanılan veri toplama araçları ve veri toplama teknikleri ifade edilmiştir. Daha sonra elde edilen verilerin nasıl analiz edileceğine ilişkin bilgilere değinilmiştir. Kitabın yedinci bölümünde araştırma verilerinin analizi sonucunda elde edilen bulgulara ilişkin istatistik verilerine yer verilmiştir. Sonuç bölümünde ise araştırmaya özgü sonuçlar ortaya konulmuştur.
Bu kitap, sağlık turizminin bir çeşidi olarak medikal turizm hakkında kapsamlı bir içerik analizini sunmaktadır. Ayrıca yirmi birinci yüzyıldaki Türk dış politikasının durumu hakkında önemli bilgiler vermektedir. Lisans ve yüksek lisans düzeyinde eğitim gören öğrenciler başta olmak üzere, akademisyenlere ve sağlık turizmi alanında araştırmalar yapan herkese faydalı bir kaynak olacağı düşünülmektedir.
Mehmet Çimen Hafız Esad liderliği döneminde Suriye-Türkiye ilişkilerini etkileyen en önemli olguların başında küreselleşme gelmektedir. Küreselleşmenin bu etkisi millî güvenlik stretejilerini sürekli olarak şekillendirmiştir. Ortadoğu bölgesi uzun yıllar Osmanlı Devleti yönetiminde kaldıktan sonra batılı ülkelerin sömürgesi durumuna düşmüş ve daha sonra bu sömürgeci devletlerin çizmiş olduğu sınırlar sonucunda yeni devletler türemiştir. Bu yeni devletlerden birisi de Suriye'dir. Suriye ile Türkiye arasında en önemli ve temel uyuşmazlık noktaları strateji açısından ve sınır güvenliği bakımından Hatay sorunu, su sorunu, Suriye'deki Türk nüfusunun varlığı ve terör sorunudur. Bu çalışma, Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilere ışık tutmayı amaçlamaktadır.
Fatma Kurt Sarıaslan Ana merkezi dış politika olan bu çalışmada, Orta Doğu ülkelerinden İran, Suriye, Irak, İsrail, Lübnan, Mısır, Yemen, Filistin ve Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki siyasi ilişkiler tarihsel bir perspektifle ve bölgede geçmişten günümüze dek yaşanan krizler ekseninde incelenmektedir. Okuyucu bu kitapta, bölge ülkeleri ile Türkiye arasındaki siyasi ilişkilerin geçmişten günümüze kadar gelişiminin izini sürerken, aynı zamanda tarihten günümüze bölgede yaşanan önemli krizlerin de öyküsünü Türk Dış Politikası bağlamında okuma fırsatı bulacaktır. Bu bağlamda kitapta, Süveyş Krizi’nden Filistin meselesine, İran-Irak Savaşı’ndan su sorununa, Lübnan ve Yemen iç savaşlarından Körfez savaşlarına, Arap isyanlarından Mavi Marmara Saldırısı’na, Tahrir Devrimi’nden Kaşıkçı Cinayeti’ne, Suriye Krizi’nden Barış Pınarı Harekâtı’na kadar bölgedeki tarihsel ve güncel muhtelif konular Türk Dış Politikası ve ikili siyasi ilişkiler çerçevesinde okuyucuya sunulmaktadır.
Anton Antonov Simeonov, Arda Dilmaç, Betül Aydınyüz, Erol Göka, Esra Özsüer, F. Sevinç Göral Alkan, Funda Ersoy, Murat Beyazyüz, Murat Cingöz, Mücahit Gültekin, Sajma Ademovic, Selçuk Demirkılınç, Selin Erkul, Şenol Kantarcı, Tarık Oğuzlu, Yusuf Kenan Polat Uluslararası İlişkiler disiplini, devletlerarası ilişkilerle ilgilendiği gibi Psikoloji de doğal olarak insan/insanlar, toplum/toplumlar arasındaki ilişkilere odaklanmıştır. Bu iki disiplin arasındaki esas fark, ontolojiktir yani araştırmalarındaki “odak noktası”dır. Daha doğrusu Uluslararası İlişkiler genelde “ulus-devlet” olgusuna odaklıyken, Psikoloji'nin ilgi alanında başrolü “birey” (insan) oynamaktadır. Ancak Uluslararası İlişkiler ve Psikoloji arasındaki “ayrım çizgisi” henüz kesin bir şekilde çizilmediği için bu iki disiplin birbirlerinden ilham alabilmektedir. Bunun en büyük belirtisi bazı Uluslararası İlişkiler disiplini aydınları tarafından bir devletin dış politikası incelenirken ulusal liderlerin rollerini – gerek icraat gerekse söylem analizi bağlamında- analiz etmesi ve bazı psikologların gerek sosyal grupları gerekse onları bağlayan veya ayıran zihinsel, duygusal veya davranışsal faktörlere odaklanmasıdır. Bu bağlamda Politik Psikoloji'nin esas amacı, politika ve psikoloji alanları arasında etkileşimin incelenmesi ile birlikte psikolojinin politika olgusu üzerindeki etkisinin tahakkuk etmesi şeklinde özetlenebilir. Dolayısıyla henüz yeni gelişen ve disiplinler arası niteliği ile uluslararası ilişkilerdeki olgu ve olaylara farklı bir perspektif sunan Politik Psikoloji, Dış Politika Analizi için önemli kavramsal ve yöntemsel çerçeve oluşturma potansiyeline sahip yeni bir disiplinler arası alan olarak kendisini göstermeye başlamıştır.
Neticede insan ilişkilerinde psikolojik unsurların rolü nasıl yadsınamaz ise öznesi insan olan devletlerin de gerek birbirleriyle olan ilişkilerinde gerekse yürütmüş oldukları dış politikalarında psikolojik unsurların rolü de azımsanamaz. Kaldı ki azımsanmamalı da. Türkiye'nin dış politikasını divana yatıran “POLİTİK PSİKOLOJİ BOYUTUYLA TÜRK DIŞ POLİTİKASI” başlıklı çalışma da buna odaklanmıştır.
Turgay Merih Sadako, Hiroşima8217;ya atılan atom bombası kurbanlarından biridir. Bomba atıldığında iki yaşında olan bu küçük kız çocuğu o gün ölümden kurtulur ve on iki yaşına kadar sağlıklı bir yaşam sürer... Ancak radyasyona maruz kalmıştır; 1955 yılında aniden hastalanır ve yatağa düşer. Hastanede ölümle pençeleşirken acı sonunu kendisi de biliyordur. Ama bir Japon efsanesine göre, kâğıttan 1000 tane turna kuşu yapan kişinin dilekleri gerçekleşecektir; arkadaşlarından biri bu efsaneyi anlatır kendisine... Son bir umutla işe koyulur Sadako... Günlerce kâğıtları katlayarak turna kuşları yapar... Ne yazık ki 25 Ekim 1955 günü yaşama gözlerini kapattığında yapabildiği kuş sayısı 644\8217;tür. Eksik kalan turnaları Sadako8217;nun arkadaşları tamamlayıp onunla birlikte gömerler... Ve o günden sonra da turna kuşu barışın ve nükleer silahsızlanmanın simgesi olur. Yazar bu alanda alışıla gelmemiş bir anlatım tarzıyla yaklaşık yarım asır devam eden bir mücadeleyi derli toplu ve yeniden kurgulanmış biçimde okuyucularımıza sunuyor.
Nizamettin Doğar Strateji geliştirme ve stratejik planlama, devleti de kapsayan hemen her kurum için orta ve uzun vadeli hedefleri gerçekleştirme yolunda bir zorunluluktur. Stratejik yönetimin ana görevi dikkate alındığında, devletlerin de kurumlarıyla birlikte hedeflerini belirlemesi ve belirlenen hedeflere ulaşmak için stratejik yönetim enstrümanlarından istifade etmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Buradan hareketle kitap, algının bir stratejik yönetim ve planlama enstrümanı olduğu kabulünden yola çıkarak tasarlanmıştır. Bu ise çalışmanın yönetim bilimi ile sınırlı kalmayarak, tarih, uluslararası ilişkiler ve strateji gibi diğer disiplinlerle de işbirliği sonucunu doğurmuştur.
Kitapta önce tarihsel süreç incelenerek Türkiye'nin Arnavutluk'taki algısının temelleri irdelenmekte ve mevcut algının altyapısı sorgulanmaktadır. Müteakiben Milli Güç unsurları perspektifiyle yapılan saha çalışması verileri üzerinden mevcut algı tespit edilmektedir. Son olarak da stratejik yönetim gözlüğüyle geleceğe yönelik çözüm önerileri sunulmaktadır.
Kitap, sınırlı sayıda araştırmanın bulunduğu Arnavutluk özelinde yaptığı saha çalışması ve sunduğu bilgilerle, “Türkiye'nin nasıl görüldüğü” konusunda planlamacılara önemli veriler sunmaktadır.
İbrahim Karataş This book analyzes the role of soft power in Qatar's foreign policy. Although Qatar is a small state, it could ensure its sovereignty and security through its soft power instruments. Thanks to hydrocarbon revenues, the Sheikhdom could become a regional actor through its assertive foreign policy, established one of the biggest media companies, namely Al Jazeera TV network, made new friends by foreign aid and overseas investments, could win the bid for hosting FIFA 2022 World Cup, and so on. In addition, personal efforts of incumbent Emir Tamim Al-Thani, former Emir Hamad Bin Khalifa and his wife Sheikha Moza have shown how soft power of individuals can change the destiny of a country. The book analyzes Qatar for the concept of soft power since the small country is one of the most successful countries wielding soft power. It also lays down the author's theories about the concept, which he tries to include to the literature.
Ahmet Hüsrev Çelik, Bora Bayraktar, Erdem Eren, İbrahim Karataş, Mustafa Atatorun, Mustafa Öztop, Şahin Çaylı This book analyzes Turkey's fight with terrorism, overseas bases and its efforts to produce indigenous weapons. Threats to Turkey have changed and transformed in the last two decades. Besides, struggling with the PKK terrorist organization, the Arab Spring led to the emergence of new existential threats such as ISIS, another terrorist organization, PKK's Syria branch YPG, and waves of migration, originating mainly from Syria. In addition, Turkey incurred a failed military coup perpetrated by FETO (Fetullahist Terrorist Organization) in 2016. Thus, it had to fight PKK, YPG (SDF), ISIS and FETO simultaneously until recent times. On the other hand, Turkey accelerated the production of indigenous weapons from early 2000s onward. As of 2021, more than 70% of Turkish army's military equipment is supplied by local defense companies. Relying on its economy, active foreign policy and advanced weapons, the Turkish state also began to construct military bases in various countries and got involved in clashes.
Nisa Bayramoğlu Çalışma, Yunan medyasında; medyanın gücü, medya ve siyaset, medya patronları, gazeteciler, medyada siyasi ve sosyal gündemin şekillenmesinde gazetecinin rolü, sorunları, iç ve dış ilişkileri, bilgi, bilginin gücü ve de artık gerçeklerin saklanmasına izin vermeyen dolu dizgin gelişmekte olan iletişim teknolojisi konularını incelemiştir. Özellikle PKK’nın başı Abdullah Öcalan’ın Kenya’da Yunanistan Büyükelçiliğinde bulunmasını ve yakalanmasını müteakip dönemde, Türkiye-Yunanistan arasında başlatılan yumuşama, yakınlaşma dönemi (1999-)’nde, Yunan medyasının ve halkının Türkiye’ye karşı şiddeti zaman zaman had safhaya varan, asla yok olmayan olumsuz tavrı irdelenmeye çalışılmıştır.
Elem Eyrice Tepeciklioğlu 21. yüzyılın Afrika yüzyılı olacağı söylenmektedir. 2018 verilerine göre, dünyanın en hızlı büyüyen 10 ekonomisinden 6'sı Afrika'da yer almaktadır. Petrol ve doğalgaz gibi yeraltı kaynaklarının yanı sıra önemli madenlere de ev sahipliği yapan Afrika, ABD ve AB gibi kıtanın geleneksel ortaklarının yanı sıra Çin başta olmak üzere, Brezilya, Hindistan, Japonya ve Rusya gibi yükselen güçlerin rekabet alanı hâline gelmiştir. Dünya politikasındaki ağırlığını hızlı bir şekilde artıran Afrika'nın yükselişi, Türkiye'nin kıtaya yönelik ilgisini de artırmıştır.
Türkiye'nin Afrika ülkeleriyle artan ilişkilerinin neticesinde siyasi ilgi akademik ilgiyi beslemiş ve Afrika'nın dış politikadaki önemi arttıkça Afrika çalışmalarına olan ilgi de artmıştır. Elinizdeki bu kitap, Afrika'ya yönelik artan akademik ilginin bir sonucu olup ilgili literatüre mütevazi de olsa bir katkı sağlamayı ve dünya politikasında önemi gittikçe artan Afrika ülkeleri ile Türkiye'nin ilişkilerini çok boyutlu olarak incelemeyi amaçlamaktadır. Türkiye-Afrika ilişkilerini tarihsel bir perspektifle ve eleştirel bir bakış açısıyla ele alan bu çalışma, ilişkilerin ortaklık temelinde nasıl geliştirebileceği ile ilgili öneriler getirmektedir.
Türk Dış Politikasında Afrika: Temel Dinamikler, Fırsatlar ve Engeller başlıklı eser, beş bölümden oluşmaktadır:
1)Afrika'ya açılım politikası öncesinde Türkiye-Afrika ilişkileri,
2)Afrika ülkeleriyle siyasi ilişkiler ve askerî işbirliği,
3)Afrika ülkeleriyle ekonomik ilişkiler ve Türk firmalarının kıtadaki yatırımları,
4)Türkiye'nin Afrika'daki yumuşak güç unsurları: İnsani yardımlar, eğitim ve kültürel işbirliği,
5)Türkiye'de Afrika çalışmaları.
Ali Burak Darıcılı, Cem Karadeli, Engin Koç, Ergenekon Savrun, Ertuğrul Cevheri, Esengül Danışan, Halil Emre Deniş, Halil Kanadıkırık, Hasan Acar, İsmail Ermağan, Kamuran Reçber, Mehmet Emin Erendor, Mehmet Fatih Öztarsu, Mustafa Yıldız, Neşe Kemiksiz, Oğuz Kalelioğlu, Özkan Gönül, Sedat Aybar, Segah Tekin, Süleyman Temiz, Tarık Oğuzlu, Vedat Kanat, Yeşim Demir, Yunus Karaağaç “Türk dış politikasına gerçekten katkı sağlayacak anlamlı çalışma ve analizlere en çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz. Bu da daha çok uzmanlık, daha çok araştırma, daha çok bilgi ve belge inceleme, analiz etme anlamına gelmektedir.
Dış politikada her şeyden önce millî çıkarlar çerçevesinde hedefler saptanmalı, bu hedefleri gerçekleştirecek kapasite ve kurumlar oluşturulmalı, stratejiler geliştirilmeli, bu stratejileri geliştirmek için taktikler üretilmeli ve bu süreç sürekli gözden geçirilerek yorumlanmalıdır. Çünkü dış politika dinamiktir.
Dış politikada, genelde orta ve zayıf güçlerce tercih edilen, güçlü olan devletin politikası yönünde tavır alma ve o yönde politikalar oluşturma yöntemi çoğu zaman millî hedeflerle uyuşmaz. Kararlı ve millî bir politika belirlemek esas olmalıdır.
Bu kitabın farkı da dış politikayı millî bir bakış açısıyla analiz etmesidir. İncelemelerde merkeze ülkemiz ve insanımız koyulmuş, olaylar bu çerçevede bilimsel bir analize tabi tutulmuştur. Bu yönüyle Türk Dış Politikası kitabı, benzerlerinden ayrılmakta ve bu alanda yeni bir bakış açısı getirmektedir.”