Tarih \ 5-5
Merve Suna Özel Özcan İmparatorluklar, tarih boyunca ilgimizi ve merakımızı cezbeden güçlü siyasi yapılardır. İmparatorlukların sistem dönüştüren yapıları ve güçlerinin incelendiği bu çalışma, sınırlı bir tarihsel dönem değil bütünsel bir tarihsel okumasının sonucunda oluşmuştur. Bu açıdan çalışma dört ana bölümden oluşan yek bir çalışma olsa da esasında birbirini tamamlayan tarihsel süreçlerin Rusya örneği üzerinde incelendiği iki aşamalı bir çalışma olarak sunulmaktadır. Büyük güç olarak sistemde karşımıza çıkan imparatorluklar, günümüz uluslararası sisteminde “yeni imparatorluk biçimleri” ile yeniden kendilerine yer bulmaktadır. Tarihsel süreçte imparatorlukların değişen doğası ve deneyimleri sonucunda oluşan geleneksel ve modern imparatorlukların uluslararası ilişkiler alanında oynadıkları rol ve konumları farklı bir perspektiften sunulmaktadır.
1990 sonrası değişen uluslararası sistemde imparatorluk söylemleri yeniden gün yüzüne çıkmıştır. Rusya Federasyonu'nda Vladimir Putin'in iktidara gelişi sonrasında yaşanan küresel değişimler ve krizler Ruslara imparatorluk gücüne dönüş umutlarını doğurmuştur. Rusya Federasyonu örneği bu açıdan çalışmada oluşturulan imparatorluk tanım ve özelliklerinin inceleme alanı olarak sunulmuştur.
Yüksel Yıldırım Türkiye Cumhuriyeti'nin önemli kültürel atılımlarından biri olan Halkevleri, Atatürk tarafından 19 Şubat 1932'de kurulmuştur. Halkevlerinin amacı, Atatürk ilke ve inkılâplarını halka tanıtmak, benimsetmek ve geliştirmek olmuştur. Böylece devlet ile halk arasındaki bütünleşme sağlanırken, inkılâpların toplum tabanına yayılması amaçlanmıştır.
23 Şubat 1934'te açılan Halkevlerinden biri de Urfa Halkevidir. Bu kitabın kapsamını Urfa Halkevi ve faaliyetleri oluşturmaktadır. Bu durum, Urfa'nın 1934–1951 yılları arasındaki döneminin aydınlatılmasında önemli rol oynaması düşünülmektedir. Urfa Halkevi, Cumhuriyet ideolojisini benimsemiş ve kültürel kalkınma yolunda önemli adımlar atmıştır. Güzel sanat çalışmalarında millî kültür, çağdaş bir şekilde derlenip yansıtılmıştır. Gerçekleştirilen temsil (tiyatro) ve konferanslar ile millî ve çağdaş bilinç oluşturulurken, sosyal alanda da önemli bir canlanmanın yaşanmasını sağlamıştır. Yine spor faaliyetleri ile gençliğin beden terbiyesi sağlanırken, ulusal bayramlar ile millî tarih bilinci oluşturulmaya çalışılmıştır. Ayrıca Türkçe okuma yazma kursları ile eğitim seviyesi yükseltilmeye çalışılmış, özellikle kadınların sosyal hayata katılmasında büyük çaba gösterilmiştir. Böylece Halkevlerinin hedeflediği gaye, Urfa'da kendini büyük ölçüde hissettirmiş ve kültürel kalkınma politikasına önemli katkılar sağlamıştır.
Seyithan Altaş İnsan aklı ve çabasıyla binlerce yıllık serüvenini sürdürmekte; ortaya koyduğu değerlerle dünü olduğu gibi bugünü de şekillendirmeye devam etmektedir. Geçmişi araştırmak tarih biliminin bir zorunluluğu, bir görevi olsa da bundan daha önemlisi tarihi yaratan insanın bugüne kadar ortaya koyduklarının kendi yaşantısını nasıl ve ne yönde değiştirdiğidir. İnsan binlerce, milyonlarca yıl önce mağara kovuklarında yaşarken, bugün lüks apartmanlarda yaşamaktadır ve uzayda yaşamayı düşlemektedir.
İnsanın dünya sınırlarını aşarak uzayın derinliklerine el attığı, aya ayak bastığı, yeni gezegenlerde hayatı aradığı bugün; gözlerimizi geriye çevirince, yeryüzünde uygarlığın nasıl başlayıp nasıl geliştiğinin hikâyesi daha da merak konusu olmaktadır. Kendisine kerpiçten ev, kenevirden elbise yaparak, yiyeceklerini pişirmek için ateş yakarak uygarlık yolunda ilk adımlarını atan insanlar, elbette ki bir gün bizim bugün eriştiğimiz seviyeye geleceklerini düşünemezlerdi. Bugün bizim de bundan milyonlarca yıl önce insanların nelere, nerelere ulaşabileceklerini düşünemediğimiz gibi...
Beşir Mustafayev Ruslar, Ermenileri kendi amaçları doğrultusunda kullanırken hiçbir zaman Ermeni dostu olmamışlardır. Ermeniler de bunun farkında oldukları hâlde güç de olsa kendi hayallerine ancak Ruslar aracılığıyla ulaşacaklarına inanmışlardır. Çünkü Ermeniler, bir Ermeni coğrafyasının oluşmasında Ruslara her zaman minnet duymaktadırlar ki bunda da haksız sayılmazlar.
Eski Türk yurdu olan şimdiki Ermenistan arazisinde, ta eskiden beri Türk izleri mevcuttur. Türk toponimleri, MÖ VIII. yüzyıldan başlayarak XII-XIV. yüzyıla kadar yaşamış ve oradaki ulu Türk ecdatlarının etnografisi olmuştur. Türk yer adlarını değiştirme siyaseti, Taşnak Ermeni terörü ve Bolşevik Rus Devrimi'nden sonra yeni boyut kazanmıştır. Türkçe olan yüzlerce köy isimleri, kasıtlı olarak çıkarılan kararnamelerle Ermenice adlarla değiştirilmiştir. Ad değiştirme operasyonu, Stalin döneminde hız kazanmış, Azerbaycan Türklerinin planlı şekilde kovulması uygulamaya konulmuştur. Ermeniler, yapılan bu göç siyaseti ile artık Ermenistan denen coğrafyada, olası bir Müslüman Türk problemine karşı kendilerini garantiye almış, rahat bir şekilde politikalarına devam etmişlerdir. Böylece yoğun bir şekilde Karabağ ve Nahçıvan üzerinde toprak iddiasında bulunmaya başlamışlardır.
Bir zamanlar Türklerin yaşadığı ve egemen olduğu şimdiki Ermenistan (Revan, Zengezur, Göyçe) arazilerinde, özellikle son yıllarda Azerbaycan'da yayınlanan eserlerle ilgili Türkiye'deki araştırmacılara yol gösterecek ve okuyucuların faydalanabileceği çalışmalar hemen hemen yok denecek kadar azdır. Bu kitap, başta üniversitelerin ve kamuoyunun bilgilenmesi açısından kayda değerdir.
Tuncay Öğün Bu eser I. Dünya Savaşı yıllarında Rus işgali ve Ermeni çetelerinin saldırıları nedeniyle Doğu Anadolu’ya ya da Anadolu içlerine göç ederek ülkenin her köşesine dağılan Müslüman halkın dramını anlatmaktadır. Sayıları 1,5 milyonu bulan bu insanlar neden göç ettiler? Hangi bölgelere sığındılar? Gittikleri yerlerde ne gibi sorunlarla karşılaştılar? Ne kadarı hayatta kalabildi? Hayatta kalabilenler yurtlarına nasıl ve hangi şartlarda dönebildiler? Bu soruların cevaplarını birinci elden kaynaklara dayalı olarak bu kitapta bulabilirsiniz.
Yıldız Deveci Bozkuş …Özellikle takdir ettiğim husus, söz konusu bağlamda Osmanlı'dan ve Ermeni'den, pek çok defalar yapıldığı gibi -ister açıkça, ister imalı veya dolaylı olsun- birbirinden ayrı hatta birbirine zıt, en makul varsayımda birbirine eklenen fakat içten temas edemeyen unsurlar olarak söz edilmemesi oldu. Bu nedenle kitabınız, bir boşluğu doldurmakta. Osmanlı-Ermeni ortak fikir tarihine bu önemli hizmet ve katkınız için takdir ve tebriklerimi arz eder, eserinizin mümkün mertebe geniş okur kitlelerine ulaşmasını gönülden temenni ederim…
Prof. Dr. Boğos Levon Zekiyan

Türklerle olan birlikte yaşama tecrübesi uzun süreye dayanan Ermeniler üzerine yapılan çalışmaların büyük çoğunluğu, Ermeni Meselesi olarak kavramsallaştırılan bir alana dönüştürülmüştür. Dolayısıyla Ermeni kökenli Osmanlı tebaası, çatışma alanlarının dışında çok az araştırmanın konusu olmuştur. Yıldız Deveci Bozkuş, yaptığı çalışmasıyla ihmal edilen bir olguya odaklanmıştır. Modern aydın sınıfının ortaya çıkması uygun atmosferin oluşmasıyla ilgilidir. Osmanlı aydın sınıfı da kendine özgü hâlleriyle uygun atmosferin oluşmasıyla doğmuştur. Ermeni kökenli aydınlar da aynı atmosferde nefes alıp vermişlerdir. Hatta denilebilir ki Türklerden yüzyıllar önce matbaa kurmuş olmalarına rağmen Batı’daki entelektüel gelişimden ziyade Ermeni aydının ortaya çıkışı, ağırlıklı olarak Osmanlı başkentinde yaşanılan süreçlerin sonucu olmuştur. Entelektüel dünyayı bu anlamda Osmanlı-Türk aydınının çıkışı ve gelişimi süreçlerinden ayırmak doğru olmayacaktır. Bu süreçte Türk kültürel hayatına Ermeni kökenli aydınların bir anlamda lojistik destek olarak görebileceğimiz katkıları olmuştur. Bu katkılar daha çok sözlük, musiki, sanat vb. alanlarda kendini gösterecektir. Yıldız Deveci Bozkuş, ele aldığı kişiler ve eserleri üzerinden yaptığı araştırmasıyla bu katkıyı söylem düzeyinden olgularla desteklenebilir düzeye çekerken, Ermeniler üzerine yapılacak araştırmalara farklı kapılar açılabileceğini de göstermiştir.
Prof. Dr. Ahmet Özcan

Yıldız Deveci Bozkuş’un bu eseri, Osmanlı Ermenileri ile ilgili bir çalışmanın 1915 olaylarının dar çerçevesinin çok ötesinde olabileceğini göstermesi bakımından çok önemlidir. Bozkuş, bu kapsamlı çalışmasıyla Osmanlı Ermenilerinin Osmanlı kültür ve bilim dünyasına katkılarını ortaya koyarken, bu cemaatin Osmanlı toplumunun ayrılmaz bir parçası olduğunu da göstermektedir. Yüzyıllar boyunca devam eden girift toplumlar arası ilişkileri birkaç yıllık siyasi/askeri çatışmaya sıkıştırmak Türkiye'deki Ermeni çalışmaları literatürünün en büyük zaaflarından biridir. Bu sebeple, bu eserin literatürdeki önemli bir boşluğu doldurduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Doç. Dr. Mustafa Serdar Palabıyık
Cafer Güler, Çağla Demirdüzen, Hamiyet Sezer Feyzioğlu, Lemi Atalay, Melis Çeliktaş, Merve Cemile Sönmez, Selda Kılıç, Yasemin Zahide Erol, Zeynep Gül Erel Çalan Yakın Çağ Dünya Tarihi adlı bu eser zaman zaman daha önceye de gitmekle beraber, esas olarak 1789 tarihinden I. Dünya Savaşı'nın çıkışına kadarki süreci kapsamaktadır. Bilindiği gibi bu zaman aralığı, üzerinde yaşadığımız dünyanın tarihinde günümüzü de etkileyen önemli olayların olduğu bir dönemdir. Bu çerçevede; Sanayi Devrimi ile başlayan Avrupa’daki gelişmeler, Amerika, Afrika, Asya ve Uzak Doğu’daki değişim, incelemeye alınan konular arasındadır.
18. yüzyılda başlayan Sanayi Devrimi bu dönemde gelişerek etkilerini artıracaktır. Yine siyasi olaylar açısından, Fransız Devrimi, 1830-1848 İhtilalleri, devletlere yön veren dönemin olaylarıdır. Keşiflerle başlamış olan sömürgecilik faaliyetleri 19. yüzyılda değişiklik gösterip büyüdüğünde, dünya karalarının çoğunluğu ve buralarda yaşayan insanlar, başta İngiltere olmak üzere Fransa, Almanya, İtalya gibi devletlerin nüfuzu altına girecektir. Bu yüzyılda, Almanya ve İtalya, birliklerini tamamlayarak dünya siyaset sahnesine çıkacak, aynı zaman içerisinde Rusya, Japonya, İran, Güney Amerika ve Çin’de de gelişmeler yaşanacaktır. ABD güçlü bir devlet olarak büyük devletler arasında söz sahibi olmaya başlayacaktır. Hindistan, dünya siyaseti açısından İngiltere’nin politikalarına yön veren önemli bir konumdadır. Yüzyılın bitişi sonrasında yani 20. yüzyıl başlarında da dünya tarihinin dönüm noktası olaylarından Birinci Dünya Savaşı patlak verecektir.
Vesile Şemşek Azerbaycan coğrafyası, tarih boyunca çok sayıda farklı devletlere ev sahipliği yapmıştır. Eski çağların çeşitli dönemlerinden itibaren, Azerbaycan'da kurulan ve uzun dönem hâkimiyette kalan devletlere Manna, Midiya, Atropatena, Albaniya örnek olarak gösterilebilir. İslam fetihleri ile başlayan Araplar döneminde İslamiyet bölgenin tamamına yayıldı. Abbâsî Halifeliği'nin gerilemesiyle oluşan otorite boşluğunda Sâciler, Şeddadiler ve Büveyhîler gibi birçok yerel devlet bölgeye hâkim oldu. XI. yüzyılın başlarında ise Orta Asya'dan batıya doğru ilerleyen Oğuz Türkleri, Azerbaycan'a hâkim oldular.
Türk-İslam tarihi sürecinde, Azerbaycan'da kurulan devletlerin siyasi ve kültürel tarihine bakıldığında, bu kadim uygarlığın taşıdığı değerlerin önemini daha kolay bir şekilde anlamak mümkündür.
Vesile Şemşek Türk İslam tarihinde önemli yere sahip Azerbaycan, siyasî ve kültürel anlamda Orta Çağ'ın başlamasıyla daima dikkat merkezinde olmuştur. XI-XV. yüzyıllar arası fetihler sonrası yayılan İslam medeniyeti, dünya tarihinin dönüm noktasını teşkil etmekte ve bu bağlamda Orta Çağ dünya medeniyet tarihinin de temelini oluşturmaktadır. Türklerin bölgeye gelişiyle Azerbaycan'da yeni bir dönem başlamış ve bununla birlikte de hemen hemen her alanda önemli gelişmeler sağlanmıştır. XI ve XV. yüzyıllar arasında Azerbaycan'da yapılan tüm ilmî ve kültürel faaliyetlerle sadece Müslüman Doğu'ya değil tarihî süreçte dünyaya ışık tutacak kadar başarılı çalışmalara imza atıldığı görülmüştür. Kitapta, Türkler döneminde Azerbaycan'da meydana gelen siyasî gelişmelerin yanı sıra bölgenin sosyal ve kültürel hayatı ile ilgili yerel kaynaklarda geçen bilgilerin ortaya çıkarılması, farklı yaklaşımların arka planının aydınlatılması ve olayların gerçek analizinin yapılması hedeflenmiştir. Böylece Orta Çağ'ın temel dinamiklerini oluşturan başlıca olay ve olguların merkeze alınarak objektif bir yaklaşım ile değerlendirmek suretiyle Türk İslam tarihine katkıda bulunmaktır.
Aleksandar R. Miletić, Boban Batrićević, Bojan Balkovec, Davor Marijan, Dragomir Bondžić, Husnija Kamberović, Ivana Dobrivojević-Tomić, Jure Gašparič, Ljubinka Trgovčević-Mitrović, Mario Jareb, Milivoj Bešlin, Miroslav Akmadža, Nikica Barić, Petar Todorov, Slobodan Selinić, Srđan Barišić, Vladan Jovanović, Vladimir Geiger, Zdenko Čepič, Zdenko Radelić, Zoran Janjetović Bu kitap, eski Yugoslavya cumhuriyetlerinden akademisyenlerin yazdıkları makalelerden oluşmaktadır. Hırvatistan’dan Zdenko Radelić, Miroslav Akmadža, Davor Marijan, Vladimir Geiger, Mario Jareb ve Nikica Barić; Slovenya’dan Zdenko Čepič, Bojan Balkovec ve Jure Gašparič; Karadağ’dan Boban Batrićević; Bosna Hersek’ten Husnija Kamberović; Kuzey Makedonya’dan Petar Todorov ve Sırbistan’dan Ljubinka Trgovčević-Mitrović, Ivana Dobrivojević-Tomić, Slobodan Selinić, Milivoj Bešlin, Vladan Jovanović, Zoran Janjetović, Srđan Barišić, Aleksandar R. Miletić ve Dragomir Bondžić 1918-1991 yılları arasındaki Yugoslavya tarihini kendi yorumlarıyla anlattılar.
Bekir Çelik Bu araştırmada Milli Güvenlik Kurulu Sekreterliğinin (MGKS) tarihçesi incelenmiştir. MGK Genel Sekreterliğinin öncülü olarak kabul edilen, 1933 yılında kurulan ve esas görevi milli seferberlik olan Yüksek Müdafaa Meclisinin (YMM) kuruluşu, değişen şartlara paralel olarak MGK Genel Sekreterliğine dönüşümü bütünsel bir süreç olarak ele alınmıştır. MGK Genel Sekreterliğinin Avrupa Birliği (AB) üyelik süreci çerçevesinde gerçekleştirilen anayasal ve yasal değişikliklerle günümüzdeki halini alışı da çalışmanın odaklandığı konular arasındadır. Söz konusu kuruluşun tarihçesi içsel süreci dışında, dünyadaki benzer organizasyonlarla yapısal benzerlikleri ve farklılıkları da incelenmiştir.
İslam öncesi ve sonrası Türk ve İslam devletlerinde kurultaylar ve şuralar, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Divan, Meşveret Meclisi, Meclisi Âla vb. yapılar incelenerek, tarihsel bağlamda bu kurumların işlevi ele alınmıştır.
Cumhuriyet sonrası dönemde ise milli güvenlik çalışmalarının yapısı ve gelişimi ele alınmıştır. Bu bakımdan 1922 yılında Harp Encümeni'nin kuruluşu, gizli bir kararnameyle kurulan Yüksek Müdafaa Meclisinin kuruluşuna kadar geçen süreçte oynadığı rol üzerinde durulmuştur. Bu nitelikte bir kuruluşun ilk kez kanuni bir nitelik kazanmasına vesile olan 1949 yılında Milli Savunma Yüksek Kurulu ve 1961 yılında Milli Güvenlik Kurulunun kuruluşu da çalışmanın ana konuları arasındadır.
Ayrıca çalışmada 28 Şubat sürecinde Milli Güvenlik Kurulunun tutumu, sosyal ve siyasal yaşamdaki sonuçları detaylı bir şekilde incelenmiştir.
İsmail Şahin Hristiyan Avrupa, müslüman Türklerle karşılaştığı günden itibaren bir savaş ve mücadele içinde olmuştur. Bu mücadele, zamanla
Türklerin Avrupa'dan hatta Anadolu'dan atılmaları gerektiği anlayışına dönüşmüştür. Nihayet. Birinci Dünya Savaşı ile yenilen
Osmanlı Devleti'ni parçalama ve paylaşmaya başlayan İtilaf devletleri. Barış Konferanslarında Osmanlı ülkesinden alınacak
topraklar konusunda anlaşarak Türklerden İstanbul'un alınması ve Ege bölgesi. Ermenistan. Suriye, Mezopotamya, Kürdistan,
Filistin ve Arabistan'ın tamamen ayrılması görüşünde birleşmişlerdir. Dört bir taraftan kuşatılan ve kendisine hayat
hakkı tanınmayan Türk milleti, Anadolu'nun ortasında bir bölgede yok olmaya mahkûm edilmek istenmiştir. Türk milleti. Sevr ile kendisini yok etmek için uygulanan projeyi asla kabul etmemiş ve Mustafa Kemal Paşa ile başlattığı Millî Mücadeleyi zaferle taçlandırarak millî istiklâlini kazanmayı başarmıştır. Ancak aradan bir asır geçmesine rağmen Hristiyan dünya tarafından bu süre içinde gerek ülkemiz ve gerekse Orta
Doğu ve diğer İslâm coğrafyasına yönelik uygulanan ekonomik, askerî ve siyasi politikalar analiz edildiğinde Sevr projesinin her
zaman canlı tutulma istek ve gayreti açık bir şekilde görülebilmektedir. Bu kapsamda, çalışmamız günümüze ve geleceğe ışık tutması bakımından bir hatırlatma kitabı olarak hazırlanmıştır. Çünkü atalarımızın da dediği gibi: “Su uyur, düşman uyumaz".