Tarih \ 3-5
Komisyon KPSS Lisans / Genel Yetenek - Genel Kültür 8 Deneme

Alaattin Dolu, Asiye Şahin, Hüseyin Önal, İsmail Taşpınar, Lana Kudumovic, Ömür Yazıcı Özdemir, Ruba Kasmo, Sezen Karabulut, Yasemin Avcı Kudüs tarihte çok az şehre nasip olmuş bir şahitliği barındırır. Geçtiğimiz yüzyılda Kudüs'ün işgali ve İslam Dünyası'nın problemleri birbirine paralel bir şekilde ilerlemiştir. Bu durum sadece siyasi çözüm arayışı bekleyen bir mesele olmanın ötesinde fikrî, coğrafi, sosyo-kültürel ve iktisadi bileşenleri ile birlikte çok boyutlu bir değerlendirmeyi gerekli kılar.
Kudüs araştırmaları, günden güne zenginleşmektedir. Kadim şehrin top¬lumsal ve mekânsal bakiyesini ortaya çıkarmak, Kudüs'ün ulus ideolojisine indirgenmiş müdahalelerle tahribine karşı, ilmi arşivini üretmek bu araştır¬maların vazgeçilmez bir ön şartı olarak görülmektedir.
Elinizdeki kitap, Türkiye'de genişleyen Kudüs Kütüphanesi'ne katkı sunma gayesiyle hazırlandı. Kitapta Kudüs'ü tarih, kültür, şehir ve mimari boyutları açısından değerlendiren ve Kudüs sorununu uluslararası hukuk cihetiyle ele alan özgün çalışmalar üzerinden çok yönlü bir Kudüs perspektifi sunulmaktadır.
İsmail Şahin Türk milleti, bilinen tarihi içerisinde, karşılaştığı büyük sıkıntılar karşısında millî birlik ve beraberliğini her zaman koruyabilmiş, bu sayede tarihin hiçbir devresinde devletsiz kalmamıştır.
Birinci Dünya Savaşı sonunda galip devletlerin Ermeni ve Yunanlılar eliyle başlattıkları Türk milletini yok etme tehlikesi yaşanmıştır. Sakarya Meydan Muharebesi, Türk milletinin ölmeyi gördüğü, yok olmayı hissettiği bir muharebedir. Toplum bu idrake, en küçüğünden en büyüğüne kadar bir bütün hâlinde erişmiştir. Bu nedenledir ki 22 gece 22 gündüz devam eden muharebenin ikmali hemen hemen bütünüyle iç tedarike dayanmasına rağmen on bir yıl süren savaşlarda tükenen Anadolu halkı; Başkomutanının emriyle bütün fertleriyle savaşa katılarak ordusunu malı ve canıyla takviye etmiştir.
Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında geriye bakıldığında millî birlik ruhumuzun canlılığının devam ettiği görülmektedir. Yaşadığımız 6 Şubat 2023 depremleri gibi on bir ilimizi vuran büyük olaylar karşısında gösterdiğimiz millî refleks, millî birlik ve beraberlik şuurumuzdan hiçbir şey kaybetmediğimizi ortaya koymuştur. Deprem nedeniyle ülkemize gelen Fransız bir gazeteci bu dayanışmayı “Türkler çıldırmış gibiydiler, deprem bölgesine yardım götüren tırlar yollarda sanki freni yokmuş gibi uçarak gidiyorlardı.” sözleriyle ifade etmiştir.
Boğos Levon Zekiyan, Yıldız Deveci Bozkuş, Buğra Poyraz Bu eser, Osmanlı İmparatorluğu'nun XVII ve XVIII. yüzyıllardaki ekonomik dünyasını inceleyerek Osmanlı Ermenilerinin ve onların aracılığıyla dönemin küresel bağlantılarının ilişkilerini ortaya koymaktadır. Ermeni esnaf, tüccar, zanaatkâr ve entelektüel sınıfının ekonomi alanındaki faaliyetlerine odaklanan çalışma aynı zamanda Ermeni tüccar ve entelektüel grubun dış dünya ile bağlarını da araştırmaktadır. Ermenilerin sarraflık alanında XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren devletin finans ve mali işlerini nasıl yönettiklerini detaylandırmaktadır. Eser, özellikle Düzyan ailesi gibi önemli Ermeni ailelerinin ve elitlerinin rolünü vurgulamaktadır. Ayrıca Culfa Ermenisi tüccarlarının zenginlik ve şöhret seviyelerini göstererek Osmanlı'ya modern teknolojinin gelişinde Ermenilerin kilit rolüne dikkat çekmektedir. Bu eser, Osmanlı İmparatorluğu'nun çok kültürlü yapısında Ermenilerin ticaret, finans ve teknoloji alanındaki katkılarını ve Osmanlı'nın az incelenmiş dönemlerine dair önemli verileri sunarak Ermenilerin bu konudaki etkilerini daha yakından tanımamıza olanak sağlamaktadır.
Göknur Akçadağ “Malatya Tarihinden Kesitler” kitabı, Malatya tarihinin farklı dönemlerini ve konularını ele alan beş ayrı bölümden oluşmaktadır. Prof. Dr. Göknur Akçadağ'ın şehir ve bölge tarihi çalışmaları çerçevesinde basılmış doktora tezi olan “XVI. Yüzyılda Malatya Kazası” başta olmak üzere Malatya bölgesine dair yazdığı diğer makaleler ve gerçekleştirdiği projelerin bir devamı mahiyetinde olan bu çalışmada, Antik Çağ'dan Cumhuriyet Dönemi başlarına kadar Malatya tarihinin farklı kesitlerinde Malatya ve yakın çevresi tarihinin çeşitli konuları ele alınmaktadır.
“Malatya Bölgesinde Tarihî Yer Adları ve Yerleşim”, “Malatya'da İlhanlılar Döneminde Fırat Nehri'nden Açılan Kanallar ve Kurulan Köyler”, “Sınır Şehri Malatya'nın İki Kez Osmanlı Hâkimiyetine Geçişi”, “Osmanlı Hâkimiyetine Geçtiği Dönemde Malatya Yöresinde Aşiretler”, “1926 Tarihli Malatya Meclis İdaresi Zabıt Defterine Göre Mahalli Konular” başlıklı bölümler; tarihsel süreç içinde Malatya şehrinin ve bölgesinin tarihî coğrafyasına, yerleşim tarihi ve siyasi tarihinin farklı dönemlerine ve konularına ışık tutmaktadır.
Mehmet Mandaloğlu İslamiyetten önce Türk tarihi sadece Orta Asya'dan ibaret değildir. Türkler, hayatlarını devam ettirmek için ana yurtlarından başka bölgelere göç etmişler ve geniş coğrafyalarda varlıklarını hissettirmişlerdir. Türklerin izlerinin takip edilebildiği yerlerden biri Anadolu topraklarıdır. Bozkır coğrafyasından Anadolu'ya uzanan bir süreç, Türklerin tarih sahnesinde yeni bir sayfa açmalarını sağlamıştır.
Türkler, 1071 yılından önce Anadolu'da yaşamışlardır. Türklerin Anadolu'daki serüveni, yaklaşık 4250 yıl öncesine dayanmaktadır. Akad Kralı Naramsin (MÖ 2260-2223), Şartamhari Metinleri'nde yaptığı seferleri anlatırken Anadolu'da Türki Krallığı'ndan bahsetmektedir. Bu metinler, serüvenin ilk izleri olup Türklerin Anadolu'daki varlıklarının kanıtıdır. Kimmerler, İskitler, Avrupa Hunları, Sabarlar, Avarlar, Hazarlar ve Oğuzlar, Anadolu'daki Türk varlığının temsilcileridir. Bu kavimlerin Kafkaslardan ve Boğazlar üzerinden Anadolu'ya yayıldıkları hem yazılı kaynaklarda hem de arkeolojik kazılarda tespit edilebilmektedir. Bu kavimler, Anadolu'yu yaşayabilecekleri yurt olarak tercih etmişler, bozkır kültürüne özgü yaşam biçimini burada sürdürmüşlerdir.
Malazgirt Muharebesi, Anadolu Türk tarihi açısından dönüm noktasıdır. Selçuklular, Bizans'a karşı kazandıkları zafer ile Anadolu'yu kalıcı olarak yurt edinmişlerdir. Miryokefalon Savaşı ile Anadolu'nun Türk yurdu olduğu kesinleşmiş, Sakarya Meydan Muharebesi ise Türklerin Anadolu'dan çıkarılamayacağının ispatı olmuştur.
Büşra S. Kaya, Gürzat Kami, M. Emin Canlı, M. Fatih Yalçın, Mesut Kaya, Muhammet Enes Midilli, Nagihan Emiroğlu, Nurcan Gül Arslan, Rabia Hacer Bahçeci, Sümeyye Olgaç Bu çalışma geç orta çağın Memlûk şehirlerine odaklanmaktadır.
Şehirlerde pratik bulan entelektüel faaliyetlerin toplumsal ve kültürel alanlardaki etkilerini izleme, orta çağ İslam şehirlerinde bilginin kaynakları, aktarımı ve üretimi üzerine mekânlar, metinler ve öne çıkan ulema üzerine yapılan günümüz araştırmalarının bir hasılasını sunmayı hedeflemektedir. Bu dönemde İslami bilginin aktarımı henüz tam olarak kurumsallaşmadığından Memlûk şehirlerinde inşa edilen medrese yapıları dışındaki hankah, ribat ve zaviye gibi kurumlarda ve hatta ulemanın evlerinde de çeşitli dersler icra edildiği görülmektedir. İslam dünyasının dört bir yanından farklı mezhep mensuplarını bir araya toplayan bu ilim meclisleri pek çok bakış açısının bir araya gelmesini mümkün kılmıştır.
Ayrıca Memlûk şehirlerinde yaşanan entelektüel gerçekliğin modern çalışmalara nasıl yansıdığını ele almaktadır. Dönemin kadın ve çocuklarının ve dört mezhepten ilim taliplerinin bir araya geldiği bu entelektüel çevre, üzerinde daha pek çok soru işareti ile çalışacak pek çok meseleyi barındırmaktadır. Çalışmada Memlûk entelektüel tarihi alanında yeni yaklaşımlar ve yöntemler sunarak meselenin farklı bakış açıları tarafından nasıl problematize edildiğini Memlûk kaynaklarına nasıl yaklaşılabileceğini ve ne tür sorular sorulabileceğini anlama ve alana dair yeni bakış açıları geliştirme imkânı sunmaktadır.
Hıfzî Pes Hazret-i 'Ömer bir gün çeri çeküp Kudüs-i şerîfi almağa geldi. Mağara-i Ken'ân derler bir yer var idi, anın üzerine 'alem dikdi ve cümle 'asker ile anda konup Kudüs beğine elçi gönderdi. Ol zaman Kudüs beğine Yunan derlerdi bir ulu melik idi Kudüs-i şerifi üç kerre yapdı ve içinde kenisalar binâ edüp vâfir 'imâretler yapdırdı. Kudüs-i şerîfin ekser yeri hâlâ anın binâsı eseridir. Çün ki elçi melike erişdi, nâmeyi okudular. Mefhûmun anlayup eyitdi: “Ben 'Ömer'in sûretin ve hırkasın ve dekanın ve kaametin bilürem zîrâ ki ol zamanda Hazret-i 'Ömer radıyallahu 'anhin heybetinden küffâr ziyâde dehşet üzre olmuşdu. Dînce salâbeti ve kerâmeti zâhir olup andan sûretin ve hırkasın kitâbları içine yazmışlar idi. Eyitdiler: Var 'Ömer'e söyle taşra çıksun. Biz burçdan bakalım tahkîk ol mudur? dediler.
Nadir Özkuyumcu, Aydın Çelik, Harun Yılmaz, Fatih Yahya Ayaz, Büşra Sıdıka Kaya, M. Fatih Yalçın, Özen Tok, Fatma Zehra Beyaz, Halil İbrahim Erol, Anthony Gorman, Hilal Görgün, Hilal Livaoğlu Mengüç, Seyyid Muhammed es-Seyyid Elinizde bulunan kitap, Mısır'da İslam fetihlerinden günümüze kadar olan dönemde tarihyazımını ve kaynaklarını topluca inceleyen Türkçe literatürdeki ilk çalışmadır. Türkiye, Mısır ve Avrupa’dan tarihçilerin katkılarıyla meydana gelen bu eser, ele alınan görece uzun ve hanedan esasına göre alt dönemlere ayrılan asırlara ilişkin ağırlıklı olarak eleştirel bir bibliyografya ve belirli ölçüde tarihyazımı tartışmalarını içeriyor. Bu amaçla kitapta, ilk devir İslam tarihi, Fâtımîler, Eyyûbîler, Memlükler, OsmanlIlar ve ulus devlet dönemlerinden her birinin kaynakları, bizzat o dönemde ihtisaslaşmış ve çeşitli eserler vermiş tarihçiler tarafından incelenmiştir. Alana yeni giren tarihçiler, özellikle lisansüstü olanlar kadar alanın uzmanları için de faydalı olacak bu eser, konunun ilgililerine her bir devrin birincil tarih kaynaklarına dair detaylı bilgiler vermekte ve dönemler arasında tarih kaynaklarının ve tarihyazım dinamiklerinin, perspektiflerinin ve elbette kaynak türlerinin nasıl değiştiğini yahut devamlılık arz ettiğini görme, anlama ve mukayese etme imkanı sunmaktadır.
Halil İbrahim Erol XIX. yüzyıl Mısır'daki tarihyazımı; Abdurrahman el-Cebertî, Abdullah eş-Şarkâvî, İsmail el-Haşşâb, Ahmed er-Recebî, Nikola et-Türk ve eserleri üzerinden İncelenmektedir. Türkçe literatürde ilk olma özelliğine sahip olan bu eser, Arapça ana kaynakların yanı sıra İngilizce ve kısmen Fransızca literatürdeki ilgili araştırmaları ele almaktadır. Eser, Osmanlı tarihyazımında son dönem tarihçiliğinin mukayesesine imkân sağlaması itibarıyla ayrı bir öneme sahiptir. Bu açıdan tarihyazımı, tarih düşüncesi ve usulü hususlarında ilgiye değer oranda sahadan örnekler sunmaktadır. Eserde; Memlükler, Vehhâbiler, Ezher uleması, Mısır toplumu, Fransız işgali sürecinde halka dağıtılan Müslüman Fransız imajının propagandasının yer aldığı bildiriler, Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve dönemi öne çıkan konular arasındadır.
Ahmet Tetik, Gülcan Işık Birinci Dünya Harbinin cephelerinde savaşan Osmanlı Ordusunun, İngilizlere esir düşen askerlerinin tutulduğu Mısır’daki kamplardan birisi de Kahire yakınlarındaki “Tura Esir Kampı”. 1919 yılında harp sona ermiş ancak esirler henüz serbest kalamamışlardır.
Kampta, dünyadan kopmayan esir Türk subayları, dirençlerini korumak, bugünü yarına hazırlamak için değerlendirmede bulunmak, maddi olarak esaret altında olsalar da fikren hürriyet mücadelesini ve vatan sevgisini zinde tutmak gayesi içinde el yazısıyla bir gazete çıkarırlar: IŞIK!
Yaşamak, dünde değil bugünde yarını inşa etmektir. Kamptakiler de bunun şuurundadırlar. “Unutulmamalıdır ki dünyadan ziyade ukbâya bakan insanlar; beşikle mezar arasındaki refahını ihmal ederler.” Tura’da bulunanların sağlam gövdeleri, “mezarlıkları çoğalmış, dinçliği eksilmiş vatan için” en değerli hediyedir. “Hayat; bizim anladığımız gibi ölümle nihayet bulan, ağır bir çileden ibaret değildir.” Esaret altında yaşayan Türk askerleri, Türk Milletinin “Çin’de yenilmişse, Hindistan’da yenmiştir. Turan’dan çıkmışsa, İran’a girmiştir. İran’da batmışsa, Bizans’ta çıkmıştır.” gerçeğini bilmektedirler. Büyük bir felaketten, mutlu bir yarın oluşturmak zorundadırlar.
Yenilgiye uğramak, ölmek değildir. Tura’da tel örgülerin arkasına hapsedilenler, yarının hayatıdırlar. Onlar; “yoksul bir diyarın âdeta ışıklarıdırlar.” Esaretin bol vakitlerini boş işlerle harcayamazlar, gülüp eğlenemezler. “Mâziye karışan her dakika içinde, yarın için düşünmeyen bir nesil; bağdaş kurmuş varlıkları kabil değil, ayağa kaldıramaz.”
IŞIK; esaretin küllerinden yüzyıl sonra yeniden doğan “Anka”…
Bayram Akça, Behçet Kemal Yeşilbursa, Ercan Haytoğlu, Hakan Uzun, Haluk Selvi, İhsan Erdem Sofracı, İhsan Güneş, Seher Akça, Sezen Karabulut, Umut Karabulut, Üyesi Birgül Bozkurt 1920, Türk bağımsızlık mücadelesinin örgütlü ve kurumsal bir yapıya kavuştuğu, yeni Türk Devleti'nin temellerinin atıldığı yıl olarak tarihe geçmiştir. Bu nedenle yalnız Türkiye'nin değil çevre coğrafyaların da şekillendiği tarihi bir sürecin başlangıcına işaret eder. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı Devleti'nin yıkılması sonucu kurulmuş ve Osmanlı'dan Cumhuriyet'e uzanan tarihsel bir boyut ortaya çıkmıştır. 1920 yılı birçok açıdan bu geçişin yaşandığı köprü görevini görmektedir. Bir yandan Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi yeni devletin temellerinin atıldığı kurumlar ortaya çıkmış, diğer yandan ise varlığı devam eden Osmanlı Devleti kurumları nedeniyle ikili bir yapı ortaya çıkmıştır.
Millî Mücadele ‘1920’ başlıklı çalışmamız, Millî Mücadele hareketine dair olayların yanı sıra İstanbul'daki Osmanlı kurumlarının tarihlerine de ışık tutmaktadır. Ayrıca Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası olaylara da yer vermekte ve Millî Mücadele dönemi Türkiye'sini birçok boyutuyla ele alan tarihsel bir panorama sunmaktadır.
Ali Sarıkoyuncu, Dilşen İnce Erdoğan, Ercan Çelebi, Esra Sarıkoyuncu Değerli, Fevzi Çakmak, Günver Güneş, Hakkı Uyar, Hüsnü Özlü, İbrahim Bozkurt, Müslime Güneş, Nilgün Nurhan Kara, Şaduman Halıcı, Umut Karabulut Millî Mücadele'ye tümüyle bakıldığında Türk tarihi açısından eşsiz bir dönemi ifade ettiği tartışılmaz bir gerçektir. Millî Mücadele yalnız I. Dünya Savaşı sürecinde ve sonrasında Mondros Mütarekesi ile vatan topraklarının işgalden kurtuluş savaşımı değildir, aynı zamanda modern Türkiye Cumhuriyeti'nin de kuruluşunu ifade eden tarihsel bir dönüm noktasıdır. Hiç kuşkusuz böylesine önemli bir tarihsel olgunun, tarihçilik açısından yeniden ve yüzüncü yıl dönümünde yeni bakış açılarıyla araştırılması değerlidir. Bu bağlamda askerî, toplumsal, kültürel ve diplomatik açılardan çok kritik gelişmelerin yaşandığı 1921 yılının 100. yıl dönümünde, Millî Mücadele 1921 kitabı, içerdiği farklı konu başlıklarıyla kültürel, tarihsel ortamın düşünsel yetkinliğine katkı sunmaktadır.
Buğra Terzi, Çiğdem Kılıçoğlu Cihangir, F. Rezzan Ünalp, Filiz Çolak, Funda Selçuk Şirin, İbrahim Halil Aytar, Murat Karataş, Seçil Karal Akgün, Sezen Karabulut, Ulvi Keser, Umut Karabulut, Yasemin Doğaner Millî Mücadele'ye tüm yönleriyle bakıldığında Türk tarihi açısından eşsiz bir dönemi ifade ettiği tartışılmaz bir gerçektir. Millî Mücadele, yalnız I. Dünya Savaşı sonrasında Mondros Mütarekesi ile vatan topraklarının işgalden kurtuluş savaşımı değildir; aynı zamanda modern Türkiye Cumhuriyeti'nin de kuruluşunu ifade eden tarihsel bir dönüm noktasıdır. Hiç kuşkusuz böylesine önemli bir tarihsel olgunun, tarihçilik açısından yeniden ve 100. yıl dönümünde yeni bakış açılarıyla araştırılması değerlidir. Bu bağlamda askerî, sosyoekonomik, toplumsal ve diplomatik açılardan çok kritik gelişmelerin yaşandığı 1922 yılının 100. yıl dönümünde, Millî Mücadele 1922 kitabı, içerdiği farklı konu başlıklarıyla kültürel, tarihsel ortamın düşünsel yetkinliğine katkı sunmaktadır.
Birgül Bozkurt, Birten Çelik, Ercan Haytoğlu, Fevzi Demir, Hasan Yürek, İbrahim Bozkurt, Kemal Arı, Olcay Özkaya Dumanlı, Sezen Karabulut, Temuçin Faik Ertan, Umut Karabulut, Volkan Payaslı Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri olan İtilaf Devletleri ile, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi sonrası Anadolu’da başlayan işgaller, hukuksuzluklar ve haksızlıklar, bir milleti var olma çabasıyla örgütlenmeye yöneltmiştir. Bu bağlamda Milli Mücadele, çeşitli zorluk ve yetersizliklere rağmen ülkenin işgaline ve parçalanmasına sessiz kalınmadığını gösteren, Anadolu’da verilen topyekûn bir direnişin adı olmuştur. İşgallere karşı yerel düzeydeki direniş, adım adım Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ve daha sonra Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde birleşerek ulusal düzeyde verilen mücadeleye dönüşmüştür.
Bu kitap, Millî Mücadele dediğimiz tarihsel sürecin 1919'daki gelişmelerine odaklanarak hazırlanmıştır. 1919’u birbirinden farklı konu ve bakış açılarıyla değerlendiren on üç çalışmanın yazarlarının ortak amacı, Millî Mücadele’nin 100. Yıldönümünde mesleğimizdeki tarihsel dönüm noktalarına özgü bir geleneği devam ettirmek ve ulusal ortak hafızamıza akademik bir yayınla katkıda bulunmaktır.
Memet Yetişgin Bu kitap, modern Avrupa'nın bir tarihi olup siyasi gelişmelerden ziyade modern Avrupa'yı modern yapan belli başlı tarihî gelişmeleri konu edinmektedir. Modern Avrupa'nın oluşumunda son derece etkili olan Rönesans, coğrafi keşifler, reform hareketleri, bilim devrimi, Aydınlanma, Fransız Devrimi, Endüstri Devrimi ve emperyalizm, kitabın ana konularını meydana getirmektedir. Rönesans ile başlayan “akıl çağı”; edebiyatta, sanatta, bilimde ve kültürel sahada köklü değişimler meydana getirirken coğrafi keşifler, Avrupa'yı geleceğin dünya hâkimiyetine götüren coğrafyalara taşımıştır. Reformasyon, modernleşme için gerekli dinî ve kültürel ortamı oluştururken; ilim devrimi, Avrupa'yı skolastik öğretiden ve kilise dogmalarından uzaklaştırarak gelişimin bilimsel temelini oluşturmuştur. Aydınlanma; siyasi, politik, idari ve toplumsal sahada modern fikirleri, bireysel hakları ve temel insan haklarını formüle ederken Fransız Devrimi, modern Avrupa'nın siyasi şekillenmesine katkı sağlamıştır. Endüstri Devrimi, Avrupa'nın fabrikalaşmasını ve ekonomik zenginleşmesini sağlarken emperyalizm, gelişen ve modernleşen Avrupa'nın dünya sömürüsünü ifade etmiştir. Modernleşen Avrupa yeni sorunlar doğurmuş; bu sorunlar, sosyal hareketlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Kitap, bu gelişmelerin nedenleri, gelişimleri ve sonuçları üzerinde durmakta, gelişmelerde rol alan önemli kimseler hakkında bilgiler vermekte ve Modern Avrupa'nın önemli tarihî gelişimlerini bilimsel bir üslupla kaleme almaktadır.
Erdem Usta 2018 yılına kadar Türkiye'de yaşanan siyasal ve toplumsal hadiseler; Orta Asya, Türk-İslam Devletleri ve Osmanlı İmparatorluğu ile erken Cumhuriyet devrinin genetiğine dayalı faktöriyel sonuçların eklentileri şeklinde birleşerek, anatomi içerisinde zaman zaman tahrip edici tepkisel kıyamlara neden oldu. Bu özelliğin, laik devlet sistemini zayıflattığı iddia edilse de -belki bu çıkarım siyasal açıdan haklı olabilir- bireysel ve toplumsal anlamda seküler yaşam, kodlandığı erken Cumhuriyet devri ile kıyaslandığında, günümüzde daha fazla bir oranla içselleştirilmiş durumdadır.
Bununla beraber iktidarda, Anadolu muhafazakârlığının egemen varlığını; köklerini 1927 topluluğundan alan radikal entelijansiya grupların ve bu oluşuma bağlı militar yapıların, toplumun istekleri ve evrimini görmezden gelmeleri sebebiyle; kuvvetlendirmiş oldukları sonucuna varılmaktadır…

Atatürk ve Cumhuriyet,
Modern Türkiye,
Osmanlı ve İslam,
Orta Asya ve Genetik Miras
Ve Dünya…
Tarih, siyaset, sosyoloji üçgeninde teorilerle dolu çarpıcı bir kitap…
Meryem Doygun Suç ve ceza olguları insanlık tarihi ile yaşıt olgular olup araştırmacılar için dikkat çekici bir konudur. Buna muvazi işkence de bahsedilen türden bir olgu olarak bu çalışmada bahis mevzusu edilmiştir. Moğolların özellikle yayılma dönemlerinde önlerine çıkan toplumlara karşı cezalandırmaları çoğu zaman işkence manzaraları ile var oldu. Korku salma ve bu yolla kendini kabul ettirme denilebilecek bir yaklaşımın tahakkuku sırasında karşılaşılan manzaralar işkencenin boyutlarının hangi dehşet seviyesine varacağını göstermesi bakımından önemlidir. Bu manada cezalar ve işkenceler, Moğol yayılma siyasetinin önemli bir unsuru olarak korkulan büyük bir gücün elindeki kahır aleti olarak görülür.
Bu çalışmanın esas gayesi, ceza unsurunun ve türlerinin gerek Büyük Moğol İmparatorluğu gerekse İlhanlılardaki durumunu tespit etmek devrin ana kaynakları üzerinden bu gelişime dair sarih ve sahih yorumlar yapmaktadır. Elbette bunu yaparken ceza ve hukukta görüldüğü gibi in'âm ve ihsanların da devletin bekasında önemli bir rol oynadığı hakikati göz ardı edilmeden siyasi zemindeki karşılığı gösterilmeye çalışılacaktır.
Moğolların tarihi içerisinden ceza ve işkenceye bakmak bir yönüyle bu devletin ve toplumun tarihine bir katkı diğer yönüyle ise suç ve ceza olgularının tarihine sağlanan mütevazı bir ilavedir. Umudumuz bu tetkikin başka sahalarda benzer çalışmalara numune ve tarihçiliğimize naçiz bir fayda olmasıdır.
Cihat Tanış Mondros Mütarekesi’nin 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanmasının ardından İtilaf Devletleri’nin siyasi ve askeri müdahalelerinin başladığı işgal dönemine girilmiştir. İtilaf Devletleri, mütarekenin dördüncü maddesinde yer alan harp esirlerinin ve Ermenilerin teslimine ilişkin maddeyi kendilerince yorumlayarak başta İstanbul’dakiler olmak üzere Osmanlı hapishanelerine müdahale etmişler ve diledikleri mahkûmları serbest bırakmışlardır. İtilaf Devletleri’nin hapishanelere yaptıkları fütursuz müdahaleler Osmanlı Devleti’nin asayişini bozmuş ve siyasi otoritesini zayıflatmıştır. Bu durum, hapishanelerde firar ve isyan gibi birçok olayın yaşanmasında etkili olmuştur. Mütareke yıllarında Osmanlı hapishanelerinin eski, yetersiz ve kalabalık olmasına iaşe teminindeki sıkıntılar da eklenince hijyen koşulları giderek kötüleşmiş ve bulaşıcı hastalıklar ortaya çıkmıştır. Hapishanelerde meydana gelen sorunları çözmek için alınan kararlar ise çoğu kez mali imkânsızlıklar sebebiyle uygulanamamıştır. Bu durum İtilaf Devletleri’nin müdahalelerine zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla işgal, en ağır boyutuyla Osmanlı hapishanelerinde kendini hissettirmiştir.
Mesut Hakkı Caşın Türk-Rus ilişkileri tarih boyunca, Avrasya bölgesinin genel görünümü ve bu coğrafyadaki güç dengesinin temel ögelerinden birisi, muhtemelen de en önemlisi olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu ile Rus Çarlığı arasındaki ilişkiler ile başlayan bu önemli rekabet, Sovyetler Birliği'nin kuruluşunun ardından ilk başlarda bir işbirliği görünümü kazanmaya yönelmişken, II. Dünya Savaşı ile birlikte, bu defa ideolojik bir ayrılığın etkisiyle de pekişerek kendisini göstermiştir. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında doğrudan kara sınırı kalmamakla beraber taraflar arasındaki ilişki yoğunluğu azalmamış; aksine Türkiye'nin Kafkasya ve Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile olan ilişkisi nedeniyle, daha da önem kazanmıştır.
Çoğu zaman çatışma/rekabet, zaman zaman da ortak anlayış/işbirliği olarak ortaya çıkan bu yeni ilişki zemininin iyi anlaşılabilmesi için ülkemizde Rusya'nın daha iyi tanınmasına ihtiyaç vardır. İşte elinizdeki bu akademik çalışma da Rusya'ya bakış açısından bu ikilem içerisinde yerini alan, Rusya'nın bugününü ve geleceğini anlamamıza ışık tutan niteliktedir. Yazar Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın çalışmasında, özel­likle Rusya Federasyonu'nun Vladimir Putin'in Devlet Başkanı olmasının ardından ortaya çıkan durumunu analiz etmeye yönelirken, bu dönemin daha iyi anlaşılabilmesi için gerekli olan tarihsel arka planı ve kısa geri dönüşleri de kullanmaktadır. Çalışma bu özellikleriyle, Rusya konusunda eksikliğini duyduğumuz çabalara yararlı bir katkı niteliği taşımaktadır.
Sefa Alp Nüfus defterlerinde şahısların isim, yaş, eşkâl, meslek, meşguliyet, fiziki özellik, varsa lakap ve benzerine dair önemli bilgiler bulunmaktadır. Temettuat defterlerinde hane (ev) esas alınmış olup, bu hanelerin reisi olan vergi mükelle¬finin ismi, mesleği, sahip olduğu/kiralayıp ektiği tarla, bağ, bahçe, beslediği küçükbaş/büyükbaş hayvanlarının cinsiyle (inek, keçi, merkep vb.) sayıları, menkul ve gayrimenkullerinden bir yıl içinde elde ettiği kazancı, bunların yanı sıra imamlık, kiracılık, çobanlık, amelelik ve hizmetkârlıktan sağladığı gelirler, bir yıl içinde mükellef hane reisinin ödediği vergi miktarı belirtilmektedir.
Vâris Çakan Tarih, geçmişte cereyan eden olayları sebep ve neticeleri ile inceleyen bir bilimdir. Bu durumda akla gelen ilk soru, geçmişteki olayların öğrenilmesinin ve öğretilmesinin faydasının ne olacağıdır. Bu soruya verilecek cevapların başında, “Geçmiş olayların bilinmesi, içinde bulunduğumuz çağın iyi değerlendirilmesine ve geleceğe ışık tutulmasına katkıda bulunur.” görüşü gelmektedir. Tarih, insanlığın sosyal ve siyasi konularda doğru karar vermesini sağlar. Bunun içindir ki eskiden bütün hükümdarlar tarih okurlar ve çocuklarına da okuturlardı. Çünkü toplumu idare etmek veya yönetmek için gerekli olan bilgiler, en çok tarih sayesinde elde edilebilir. İnsan; dün, bugün ve yarından ibaret üç boyutun içinde yaşar. Tarihin asıl konusunu bu üç boyut içinde yaşananlar teşkil ettiğinden, insanlığın geleceğine yönelik en isabetli öngörüyü tarihçiler yapabilir. Bunun için tarih, çok eski zamanlardan beri milletlerin geleceğine ışık tutan çok önemli bir bilim dalı olarak kabul edilmiştir.
Bir millet ve devletin varlığını devam ettirebilmesinin ilk şartı, tarih şuuruyla oluşan birlik ve beraberliktir. Bu husus, Türkler için çok daha büyük önem taşımaktadır. Millet olarak varlığımızı sürdürmemizin temelinde; kendimizi iyi bilmemiz, güçlü bir tarih şuuruna sahip olmamız yatmaktadır.
Tarih şuurunun oluşması için elbette tarih eserlerine ihtiyaç vardır. İyi bir tarihî eserin ortaya çıkması için de bilgi esastır ve o da güvenilir kaynaklardan elde edilir. Kaynak ise tarihteki çeşitli dönemlerde çeşitli devletler ve milletlere ait olan insan topluluklarının geçmişini aksettiren türlü eserlerden oluşur. Biz, tarihin herhangi bir dönemindeki herhangi bir millet veya devletle ilgili olan bir konuyu ele aldığımızda kaynaklara müracaat etmek zorundayız. Çünkü kaynak, insaniyet tarihi ile ilgili her türlü bilgiyi doğrudan ve açık bir şekilde verme özelliğine sahiptir. Elinizdeki bu kitapta işte bu özelliklere sahip türlü kaynaklar dokuz bölüm hâlinde ele alınarak incelenmektedir.
Stephen Batchelor Beşinci yüzyıldan on altıncı yüzyıla
1000 yıllık korkunç bir tarihi bir çırpıda öğrenin

Kıtlık, veba ve halka açık idam nedeniyle Orta Çağ pek çok insan için iyi bir zaman sayılmazdı, fakat Şarlman, Fatih William ve V. Henry gibi kahraman hükümdarlar sayesinde hareketli bir çağ oldu. Gerçeklerle dolu olan bu kitap, yoksul köylülerden gösterişli hükümdarlara kadar bu dönemde yaşayan insanları yakından tanımanıza yardımcı olacak. Orta Çağ Tarihi For Dummies, Karanlık Çağlar’dan Rönesans’a uzanıp bu ikisinin arasındaki çalkantıları anlatarak
Orta Çağ’ı sizin için kolaylaştırıyor.

• Kara Ölüm! Britanya ve Avrupa’yı kasıp kavuran ve milyonlarca insanın canını alan ölümcül salgını ele alıyor.
• Kutsal Roma İmparatorluğu karşılık veriyor! İmparatorluğun konumunu korumak için nasıl savaştığını anlayın.
• Dağılmak! Doğudan güçlü orduların, kuzeyden işgalcilerin gelişine ve dini bölünmelerin dramatik sonuçlarına şahitlik edin.
• Kutsal Topraklar için yola düşmek! On birinci ve on dördüncü yüzyıllar arasında Haçlı Seferine katılmanın bu kadar popüler, seferlerin nihai sonuçlarının ise bu kadar başarısız olmasının nedenlerini açığa çıkarın.
• Orta Çağ dünyasında yaşamak! Bu dönemde yaşamış keşişlerin ve monarkların, köylülerin ve papaların, seyyahların ve tüccarların hayatlarını anlayın.
• Çatışmalarda, muharebelerde ve savaşlarda mücadele etmek! Roma İmparatorluğu'nun yıkılışından Güllerin Savaşı’na, Orta Çağ’ı şekillendirmiş sıkıntılara bir bakış.

Kitabı açın ve
• Köylülerin neden ayaklandığını,
• Chaucer’in Canterbury Masalları’nı yazmak için nereden ilham aldığını,
• Hangi dini grupların iktidar için mücadele ettiğini,
• Magna Carta’nın bugünkü hukuk sistemimizi nasıl şekillendirdiğini,
• Neden Vikinglerin Amerika’ya Kolomb’dan önce ulaşmış olabileceğini,
• Orta Çağ’daki en iyi ve en kötü hükümdarların kısa biyografilerini,
• Jeanne d’Arc’ın ismini nasıl duyurduğunu,
• Günümüze kalmış Orta Çağ kalelerinin muhteşem ve ürkütücü tarihlerini inceleyin.
Hasan Karaköse Öğrencilere önce ders notu olarak okutulan ve sonra basımı yapılan bu kitap, alanında ilk eser olması nedeni ile büyük ilgi görmüştür. Kitabın ilk basımı 2002 tarihinde yapılmış ve şu anda ise sekizinci basımı yapılmıştır. Kitap, Hristiyan Tarihi, Roma Tarihi, İslam Tarihi, Bizans Tarihi ve Türk İslam Tarihi konularında ders kitabı olma yanında bilimsel müracaat eseri olarak da kullanılabilme özelliğine sahiptir. Aynı zamanda kitabımız, siyasi tarih incelemesi yanında dönemlerin kültür tarihi ile ilgili olarak da önemli bilgiler içermektedir.
Hasan Karaköse Avrupa devletlerinin, başta Suriye olmak üzere diğer Arap bölgelerinde eğitim ve misyonerlik faaliyetleri ile yürüttükleri gizli, yıkıcı, sinsi faaliyetleri, bu devletlerin Orta Doğu’da siyasi güçlerinin artmasına yol açtı. XIX. yüzyılda Fransızların Katolikler içinde, Amerikalıların Protestanlar arasında, Rusların Ortadokslar ile başlattıkları gizli çalışmaların yanı sıra, İngilizlerin de Hicaz Bölgesi olmak üzere Arabistan topraklarında yıkıcı faaliyetleri, Orta Doğu’nun önemli kısımlarını fitne ve fesat yuvası hâline dönüştürdü.
Birinci Dünya Savaşı, Orta Doğu’nun en güçlü devleti olan Osmanlı Devleti’nin sonunu getirmiş ve bölgede sömürgeci Batı devletlerinin istekleri doğrultusunda yeni bir düzenin kurulmasına zemin hazırlamıştır. Savaş sonrası yürürlüğe konan manda rejimi Osmanlı Devleti’nden koparılan yerlerin yönetiminde sömürgeci devletlerin isteklerini resmîleştirmiştir. Avrupa’nın bölgeye nüfuzunun artması, Hıristiyan azınlıkları himayeci sıfatı ile kendi çıkarlarına alet etmesi ve milliyetçilik düşüncesinin bölgeye yerleşmesi ile bölge, istikrarsız bir döneme girmiştir Bu istikrarsızlık kanlı bir biçimde günümüze kadar gelmiştir. Fransa, Katoliklere; Rusya, Ortodokslara; İngiltere ise Dürzîlere ve Araplara destek vererek Orta Doğu’nun geleceğini biçimlendirme siyasetini sürdürmüşlerdir. Daha sonraları Amerika ve İsrail'in buraya yerleşmesi ile boyutu daha da genişleyen güç gösterilerini ve hesaplaşmaları bugün tüm dünya sadece seyretmektedir. Bu kitapta on dokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başlarında Orta Doğu’da büyük güçlerin rekabetini, hesaplaşmalarını ve bölgeyi nasıl bölüştüklerini göreceksiniz.
Abdurrahman İlhan, Arzu Erman, Bilal Karabulut, Doğacan Başaran, Elif Günal, Emre Ozan, H. Mustafa Eravcı, Kadir Ertaç Çelik, Mehmet Seyfettin Erol, Mücahide Nihal Engel, Naime Yüksel Kayaçağlayan, Nuri Salık, Sayim Türkman, Serpil Güdül Orta Doğu, tarih boyunca stratejik konumu ve küresel güçlerin siyasi ve iktisadi beklentileri sebebiyle, cazibesini hiçbir zaman kaybetmemiştir. Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti (1517-1917) döneminde istikrarlı bir dönem yaşayan Ortadoğu, Birinci Dünya Harbi’nin sonunda Osmanlı Devleti’nin parçalanmasıyla birlikte önce İngiltere ve Fransa’nın kontrolüne girmiş ve ardından da “Soğuk Savaş” Dönemi’nde SSCB ve Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasi ve askerî alanlarda çekişme sahası olmuştur.
Daha önce “Orta Doğu’ya Bakış I” kitabının devamı olarak hazırlanan bu ikinci kitap, yine tarihsel süreç içerisinde Orta Doğu ülkelerinin yaşadığı siyasi, askerî ve iktisadi olayları çok sayıda akademisyenin katkıları ile geniş bir dönemi kapsayacak şekilde Orta Doğu tarihine ışık tutmaktadır.
İsmail Ceran Fransa'nın İslâmiyet'le tanışması VIII. yüzyılın başlarında Pireneler'i aşan İslâm ordularının Fransa'ya girmesiyle başlar. Narbonne'u alan müslümanlar Lyon, vb. şehirleri ele geçirip Rhône vadisi istikametinde ilerleyerek Loire kıyılarından Franche-Comté'ye kadar mevcut Fransa'nın yarısını fethettiler. Onların amacı Akdeniz'in kuzeyinden Şam'a ulaşmak ve Akdeniz'i İslâm gölü haline getirmekti. 732'de Abdurrahman el-Gafikî, Bordeaux'yu ele geçirdikten sonra Tours şehrine yöneldi. Müslümanlar en önemli seferlerinden sayılan bu seferde Poitiers yakınlarında Charles Martel tarafından durduruldular. Kuzeye ilerlemeleri engellenen müslümanlar fetihlerine diğer yönlerde devam ederek Fransa'daki varlıklarını iki yüzyıl daha sürdürdüler. 793'te Pireneler'i tekrar geçip Güney Fransa sahillerine yönelerek Arles bölgesindeki Camargue'da bir liman kurdular. 889'da Fraxinet'ye yerleşip 975'e kadar Marsilya ile Nice arasında meydana getirdikleri kolonileri ellerinde tuttular. Provence ve Alpler üzerine akınlar düzenleyerek Lerins adası, Provence bölgesi ve İtalya'da etkili oldular. Hatta Torino'yu tehdit ettikleri gibi Po ovasına yerleşmeyi de başardılar. Daha sonra Müslümanlar Fraxinet ve Provence bölgesinden çıkarılmalarına rağmen XI. yüzyılın başlarından itibaren bu bölgeye akınlar düzenlemekten vazgeçmediler. Netice itibariyle Canton des Sarrazins, Jabal al-Qila, Barbaresco, Batharam, Ramatuelle ve Almanar gibi Arapça yer isimleri Fransa'daki İslâm varlığının yaşayan tanıklarıdır.
Dimitris Dimitropoulos, Filiz Yaşar, Orçun Nalezen, Sibel Kundakçı, Yasemin Demircan, Yasemin Demircan Ege Denizi, enginliğinde barındırdığı yüzlerce ada, adacık ve kayalıklarla haritada kapladığı alandan çok daha geniştir. Bu genişlik adalarında yaşayan topluluklar ve adaların sahne olduğu tarihsel gelişmelerle ilgilidir. Elinizdeki bu kitap, Ege Adalarının sahip olduğu tarihî derinliği ortaya koyma girişiminin bir ürünüdür. Ege Adalarındaki toplumsal gruplar arasındaki ilişkilere yüzlerce hatta binlerce yıl içinde ortaya çıkan kültürel geleneğin tesir ettiği görülür. Bu kitapta Osmanlı idaresi altında söz konusu ilişkileri var eden doğal mecranın nasıl bir görünüm arz ettiği sorusuna cevap aranmaktadır. Adalardaki toplumsal kurgu, toplumu meydana getiren temel unsurlar bağlamında ele alınmakta, adalarda yaşan kadınlar ve erkekler, Müslümanlar ve gayrimüslimler, Rumlar ve Latinler bu kitabın merkezinde yer almaktadır. Roma İmparatorluğu'nun hüküm sürdüğü çağdan Osmanlı fetihlerine kadar Ege'de biriktirilen tarihsel ve kültürel tecrübelerin izlerini süren araştırmaları bir araya getiren bu kitabın öznesi imparatorlar, sultanlar ya da büyük komutanlar değil, Ege Adalarında yaşayan halklardır.
Ayhan Sekili Dünya üzerindeki ilk Kızılhaç Teşkilatı hangi devletten ve nasıl ortaya çıktı?
Yunanistan'da insani gayelerle kurulan Yunan Kızılhaç Teşkilatı masum muydu?
Millî Mücadele Dönemi'nde Yunan Kızılhaç Teşkilatının Anadolu'ya getirdiği sandıkların içerisinde ne vardı?
Tamamen tarafsız olduğu söylenen ve tüm gücüyle insanlığın menfaatine hizmet eden bir sağlık teşkilatı, içinde bulunduğu devleti tarafından nasıl suistimal edildi?

XIX. yüzyılda İsviçre'de Beyne'l-Milel Salîb-i Ahmer (Uluslararası Kızılhaç) Cemiyetinin kurulmasıyla birlikte bu cemiyete bağlı olarak, dünya üzerindeki muhtelif devletler de kendi millî Kızılhaç cemiyetini kurmaya başlamıştı. Bu millî Kızılhaç cemiyetlerinden biri de, Yunanistan'ın 10 Haziran 1877'de kurmuş olduğu Yunan Salîb-i Ahmer (Yunan Kızılhaç) Cemiyetidir. Yunan Salîb-i Ahmer Cemiyeti, Venizelos'un İngiltere’den ve Fransa'dan “Yunanistan'ın İtilaf Devletleri adına Batı Anadolu'ya çıkartma yapabilmesi iznini” alabilmesinden önce Anadolu ve Trakya'da bazı gizli çalışmalarda bulunmuştur. Söz konusu bu cemiyet, her ne kadar insani gayelerle kurulmuş olsa da Megali İdea doğrultusunda hareket ederek Anadolu'ya geldikten sonra hızlı bir şekilde teşkilatlanma içerisine girmiştir. Batı Anadolu'daki bölge halkına tıbbi malzeme ve ilaç getirdiğini ifade ederek sandıklar içerisinde silah, mühimmat, patlayıcı maddeler ve çete teşkilinde kullanılmak üzere üniforma getirmiştir. Nitekim bu tıbbî malzeme ve yardım sandıkları içerisinde getirmiş oldukları silah ve mühimmatlarla, fakir fukaralar için açmış oldukları hastaneleri birer cephaneliğe çevirmişlerdir. Tüm bu yaşanan hadiseler Osmanlı arşiv kaynaklarına yansımış olup, biz de eserimizi dönemin zengin arşiv belgelerine dayanarak hazırladık. Elinizde bulunan kitap kendi alanında hazırlanmış ilk kitaptır.
Erol Canarslanlar, Volkan Marttin Elinizdeki bu eser, 2007 yılından bu günlere zorlu bir araştırma sürecinin ürünüdür.
Eskişehir'in yakın dönem tarihine bakıldığında göçlerin yadsınamaz bir etkisinin olduğu görülür. Bu göçlerin, küçük bir yerleşim yeri olan Eskişehir'i vilayet konumuna yükselttiği söylenebilir. Göçün etkisiyle kurulan dört yüze yüze yakın yerleşim noktasındaki insanların çalışmaları ve çabaları Eskişehir'in modern bir kente dönüşmesine olanak tanımıştır. Bunun tarihî kayıtlarla, arşiv belgeleriyle ortaya konulması oldukça meşakkatli bir iştir. Buradan hareketle Eskişehir'deki Tatar yerleşimleri çalışmanın birinci hedefi olmuş, binlerce belge arasından seçilen 228 adet Osmanlı vesikası basit transkripsiyonla okuyucuya sunulmuştur.
Kuzey Türklerinden Kırım, Kazan ve Nogay Tatarlarının Eskişehir'e gelişleri sırasında yaşadıkları, yerleşimlerin kurulmasında ve buralardaki hayatın idamesinde ortaya çıkan sorunlar Osmanlı belgelerinin dilinden okuyucuya sunulmuştur. Konunun daha iyi anlaşılması amacıyla kimi sözcüklerin anlamları köşeli parantez içinde verilmiş, yerleşime ilişkin açıklayıcı metinler kaleme alınmıştır.
Köyünü, mahallesinin kuruluş ve yerleşim öyküsünü merak edenlerin elinden düşürmeyeceği bu eseri emsallerinden ayıran en önemli özelliği, saha çalışmasında elde edilen nüfus kayıtlarını ve sözlü tarih çalışmalarını içerisinde barındırıyor olmasıdır. Bu bakımdan Eskişehir'in köy ve mahallelerine ilişkin arşivdeki binlerce belge arasından bulunup çıkarılan ve bir seçki şeklinde kullanıma sunulan tarihî kayıtların, bir bakıma yerelden genele değerlendirilebilecek verilerin, başta göç ve nüfus çalışmaları olmak üzere tarih, sosyoloji, yerel yönetimler, eğitim gibi birçok bilim alanında kullanılabilmesi bu eseri bir kat daha değerli kılmaktadır.
Isam Salahuddin Al-Bayaty Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş coğrafi dağılımında hiç kuşkusuz en önemli kurumsal oluşumların başında vakıflar gelmektedir. Vakıf kurumu, şehir tarihi ve sosyalkültürel yapı araştırmalarında önemli bir kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kurumun araştırılması, ilgili bölge ve şehrin kuruluşu hakkında zengin bilgiler sunmakta, ilgili şehrin yapılaşması ve müesseseleşmesi konusunda da ayrıntılı bilgiler vermektedir. Bu araştırmada, H 922-1112/M 1516-17000 tarihleri arasında Osmanlı hâkimiyetindeki stratejik yollar üzerinde yer alan Musul ve Kerkük bölgesindeki vakıflar incelenmiş ve takribi iki yüz yıllık süreçteki değişim ve gelişimleri tespit edilmeye çalışılmıştır.
Abdullah Taha İmamoğlu, Ali Benli, Asım Cüneyd Koksal, Berat Açıl, Fatih Usluer, Halil İbrahim Kaygısız, Harun Kuşlu, Haşan Umut, Muhammed Usame Onuş, Müstakim Arıcı, Özgür Kavak, Pehlul Düzenli, Sami Arslan, Seyfullah Efe, Tuba Nur Saraçoğlu Koleksiyon çalışmalarında son yıllarda meydana gelen artışa ciddi bir katkı sunan Osmanlı Kitap Kültürü: Cârullah Efendi Kütüphanesi ve Derkenar Notları, Osmanlı kitap kültürünün yazma boyutunu ele aldı. Eserde, Cârullah Efendi Koleksiyonunda yer alan yazmalar üzerinde bulunan derkenar notlan tahlil edilerek kitap, kütüphane, koleksiyon, koleksiyoner, yazar, okur gibi kitap kültürünün farklı boyutlarına dair sorulara cevaplar üretilmeye çalışıldı.
Bu çalışma, birçok açıdan ilkleri barındırıyor. Öncelikle kitap kültürü ve yazma kitap kültürü çalışmalarında ilk defa bir koleksiyonun tamamı inceleme konusu edildi, ikinci olarak ilk defa derkenar notlarının da kitap kültürü çalışmalarında çok önemli veriler sunabileceği, "hürde” bilginin "hurda” addedilmemesi gerektiği gösterildi. Kitabın hiç şüphesiz en önemli katkısı, hakkında neredeyse hiçbir bilgi bulunmayan Cârullah Efendi gibi çok kıymetli bir âlim, müderris, kadı, kütüphaneci ve bibliyofilin ilim âlemine layıkıyla tanıtılmış olmasıdır.
Ahmet Kısa Nurettin Topçu, Türkiye'nin Maarif Davası adlı eserinde, “Mektep, ruha sunulacak iksirler halinde hakikatler üzerinde yapılan seçimle, alıcı gönüllerin birleştiği yerde vardır”, diyor ve ekliyor; “Felsefesi olmayan milletin mektebi olamaz.” Osmanlı modern eğitiminin eskisinden farklı olarak tedrisatı sevdirme, alıcı gönüllere hitap etme gibi bir yönünün olduğu hakikattir. Ancak bunun bir felsefe dâhilinde yapıldığı söylenemez. Yani Orhan Okay'ın Osmanlı modernleşmesi için kullandığı “mülemma” tanımlaması, eğitim için de söz konusu olmuştur denilebilir. Dolayısıyla kitapta kullanılan modernleşme tabirinin bugünkü anlamda bir modernleşme olmadığını, Osmanlı modernleşmesinin genelinde görülen bulanıklığın eğitimde de söz konusu olduğunu belirtmek isteriz.
Osmanlı modern eğitim anlayışının ibtidâî mektepler (ilkokullar) ve rüştiyeler (ortaokullar) özelinde incelendiği bu kitap, iki açıdan önem arz etmektedir. Öncelikle kitap, modern eğitimin Antalya'ya ne ölçüde yansıdığını, nüfusa göre eğitim oranını, salnamelerin ihtiyatla yaklaşılması gereken verilerinin dışında, okul kayıtlarından hareketle doğru bir şekilde tespit etmiştir. Diğer taraftan ele alınan okullarla ilgili mutlaka imtihan kayıtlarına yer verilmiş, bu sayede o dönem eğitim görenlerle ilgili bugün Antalyalılar geçmişe dönük okuma yapabilme, bir yerde büyükanne ve babalarının okul notlarına ulaşma imkânına sahip olmuşlardır. Dolayısıyla bu kitap, Antalya'da yetişmiş, daha sonra Antalya'nın ve ülkemizin irfan ve kültür yaşamında önemli mevki edinmiş Antalyalı şahsiyetlerin tespiti açısından da önemlidir. Örneğin, ilk eğitimini Elmalı'da alan Cumhuriyet Dönemi'nin sekizinci Diyanet İşleri Başkanı İbrahim Bedrettin Elmalı'nın ibtidâî mektep notlarına çalışmamızda yer verilmiştir.
Osmanlı Dönemi'nde taşrada modern eğitim vilayet merkezleri dışında ibtidâî mektepler ve rüştiyelerden öteye gidememiştir. Bu açıdan bakıldığında kitabın İdâdi ve Dârülmuallimîn-i İbtidâîye dışında Antalya'da modern eğitim kurumlarını tamamen kapsadığı söylenebilir.
Haci Sarı Emek üzerinden değerlendirilen Osmanlı'nın modernleşme tecrübesi, üretim örgütlenmesi ve iş organizasyonunun dönüştürülmesi ihtiyacının bir neticesi olarak ortaya çıkmış olmakla birlikte Osmanlı insanının varlığı algılama ve anlamlandırma biçimi üzerinde de etkili olan bir süreçtir.
Osmanlı aydın zümresinin iktisadi, sosyal ve düşünsel bağlamda ortaya koyduğu emek yaklaşımları, emek kavramını Osmanlı modernleşme sürecinde önemli aktörlerden biri kılmıştır. Modern teknolojiyi Osmanlı insanın kullanımına sunmaya yönelik bir çaba olan modernleşme; bilimsel, rasyonalist, seküler ve insan merkezli düşünüş tarzı ile kapitalist, komersiyalist ve faydacı iş ve üretim tarzı geliştirme anlamına geldiğinden sanayileşmeye yönelik her çaba özü itibariyle "modernliği" içkindir.
Geleneksel yaşam tarzının lisanıyla modern dönemde hayat imkânı aramanın ifadesi olan sa'y-u amel, modernleşme sürecinde Osmanlı emek tasavvurunu ifade etmek için kullanılmakla birlikte modernleşme süreci, Osmanlı emek dünyasının kavramlarını form ve içerik olarak dönüştürürken emek pratiklerine de bağımlı çalışma yönünde ivme kazandırmıştır. Değişen üretim örgütlenmesi beraberinde işin yapısına uygun mücadele araçlarını da (grev) taşımıştır.
Teknolojik ilerleme, iktisadi refah ve sosyal gelişme gibi kavramlarla iç içe olan emek yaklaşımları, Osmanlı'da ideolojik ayrımlara kaynaklık teşkil ederken aynı zamanda dinî düşüncenin ıslahına varan bir etki yelpazesine sahiptir. Bu anlamda emek, Osmanlı modernleşme tecrübesinde kurucu bir vasfa sahiptir.
Zekeriya Bülbül Kitap hazırlanırken lisede tarih öğretmenliği yapacak olan öğretmen adayları dikkate alınmıştır. Tarih sadece siyasi olayların okutulduğu bir ders değildir. İncelemeye çalıştığımız devletin sosyal ve ekonomik yapısını da tanımamız gerekmektedir. Zaferleri kazanan ordunun arkasında mutlaka güçlü bir ekonomi bulunmaktadır. İyi bir teşkilatlanma olmadan herhangi bir konuda başarılı olmak söz konusu değildir. Bu düşünceden hareketle kitapta, Osmanlı devlet teşkilatını tanıtmaya çalıştık. Önce, devletinde idare merkezi olan saraylar, sarayda yaşayan, sarayın sahibi olan insanlar ve onlara hizmet edenler hakkında bilgiler verdik. Padişahı, devlet başkanı olarak her yönüyle tanıttık. Daha sonraki bölümlerde, Divan-ı Hümayun'a (merkezi teşkilat) yer verdik. Ayrıca, taşra teşkilatının yapılanması, askerî teşkilat, mali teşkilat, toprak idaresi, adalet teşkilatı hakkında da bilgiler verdik. Verilen bu bilgiler, Osmanlı Devleti'ni daha iyi tanımak isteyen okuyucular için yararlı bir kaynak olacaktır.
Hadi Belge Bugün Yunanistan'ın Halkidiki Yarımadası'nda bulunan ve hâlen özerk bir statüye sahip olan Athos Dağı gerek Hristiyanlık gerekse Bizans tarihi içinde özel bir yere sahiptir. Athos Dağı, Hristiyanlığın daha ilk asırlarından itibaren keşişler için muhteşem bir inziva mekânı olmuştur. X. asırda Bizans monastizminin simgesi ve Ortodoksluğun kutsal emanetlerini barındıran bir belde olarak Athos aynı zamanda ruhbanlar için bir eğitim ve rehabilitasyon merkezi, Ortodoks milletlerin etkileşimde bulunmasına vesile olan bir platform, dünyanın en zengin el yazması koleksiyonlarından birine sahip bir kültür merkezi ve dünyada kadınların giremediği tek coğrafya olarak şöhreti tüm Hristiyan âlemince bilinen bir yer hâline gelmiştir.
1430 yılında Osmanlı egemenliğine alındığında Aynaroz olarak isimlendirilen yarımadanın kadim ayrıcalıkları ve yönetim usulleri ruhani idare adı altında korunmuş ancak oluşturulan mülki idareyle de taşra teşkilatının genel yapısına yaklaştırılmaya çalışılmıştır. Böylece yarımadada Osmanlı taşrasının belki başka hiçbir yerinde emsaline rastlanamayacak çift başlı bir idare teşekkül etmiştir. Yaklaşık dört asır sorunsuz biçimde devam ettirilen bu statü, XIX. asırda Tanzimat bürokratlarının reform düşünceleriyle karşı karşıya gelmiştir.
Mahmud Şevket Paşa Mahmut Şevket Paşa tarafından kaleme alınan, Bahriye Nezareti ressamı Hüseyin Hüsnü (Töngüz) Efendi tarafından resimlenen ve üç cilt, bir zeylden oluşan Osmanlı Teşkilât ve Kıyafet-i Askeriyesi adlı bu eser, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan başlayarak son dönemine kadar geçen süre içinde hem askerî teşkilâtını hem de neredeyse başka hiçbir kaynakta bulunmayan askerî kıyafetleri çok ayrıntılı biçimde incelemektedir. Eserin birinci cildi, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına kadar geçen dönemi; ikinci cildi, Asakir-i Mansure-i Muhammediye Ordusu’nun kuruluşundan 1876’ya kadar geçen dönemi ve üçüncü cildi ise 1876-1903 arası dönemi kapsamaktadır. Esere zeyl olan kısım ise 1903 sonrası yapılan kısmî bazı değişiklikleri içermektedir.
Eserin ilk iki cildi, 1909 yılında Mekteb-i Harbiye Matbaasında basılmış; üçüncü cilt ve zeyl ise muhtemelen güncel askerî teşkilâta ait bilgileri içerdiği için dönemi içinde basılmamıştır. Eserin, Sultan Abdülhamid dönemini içeren bu bölümü, askerî teşkilâtın muazzam bir biçimde geliştiği bir dönemi kapsaması açısından ayrıca büyük bir öneme sahiptir. Mahmut Şevket Paşa, ilk baskının ön sözünde, bu son cildin de ileride basılması temennisinde bulunmaktadır ki bu yayınla, Paşa’nın yüz yıl önceki vasiyetini yerine getirmiş oluyoruz.
İstanbul Üniversitesi Nâdir Eserler Kitaplığı’nda bulunan tüm ciltleri içeren el yazması nüshadan, dönemin diline sadık kalınarak günümüz alfabesine aktardığımız bu muazzam eser, umarız, tarih araştırmacılarının ayrıntılı araştırmaları için kaynak olur.
Mustafa Can, Nejla Günay, Ramazan Erhan Güllü, S. Gül Akyılmaz, Tuğba Eray Biber Osmanlılar, eski dünya kıtaları olarak bilinen bir coğrafyada, dünyanın en uzun ömürlü devletlerinden birini kurup yönetmek suretiyle üç kıtada birlik ve bütünlüğünü korumayı başardı. Bu başarıyı sadece askerî güce dayandırmak yanlış bir yaklaşım olacaktır. Çünkü Osmanlı Devleti askerî gücünü kaybettikten sonra da yaklaşık üç asır daha varlığını koruyabildi. O hâlde bunu anlayabilmek için “Osmanlılar günümüzde kargaşanın hâkim olduğu Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya'da huzur ve refahı nasıl sağlamıştı?” sorusunun cevabını aramak gerekmektedir. Böylece günümüzde farklı kültür ve inanca sahip toplumların birbirleriyle ilişkilerinin iyileştirilmesinin ve barışın nasıl sağlanacağının ipuçlarını bulmak mümkün olabilecektir.
Osmanlı Devleti, farklı köken, inanç ve kültürel özellikler taşıyan halkının inanç ve değerlerine müdahale edip engellemek yerine onları uyum içinde yönetmek hassasiyetini gösterdi. Toplumun karşılıklı saygı çerçevesinde bir arada yaşamasıyla huzur ve barışın sağlanması devletin en önemli amacı oldu. Bu sebeple “Osmanlı Millet Sistemi” adı verilen bir yönetim modeli geliştirerek farklı dinleri, onların temsilciliğini yapması amacıyla yeni tesis ettiği dinî kurum ve liderleri nezdinde muhatap kabul etti. Osmanlı Devleti, Ortodoks Hristiyan halkını ve özellikle Balkanlar’daki diğer Hristiyan unsurları Fener Rum Patrikhanesi'ne; Ermeni halkını Ermeni Patrikhanesi'ne ve Yahudi halkını Hahambaşı olarak anılan dinî lidere bağlayıp onlar aracılığıyla yönetti. Buna göre her cemaatin lideri, cemaatinin ödemesi gereken vergiyi toplayıp hazineye teslim etmek ve devletin koyduğu kanunlara cemaat mensuplarının uymasını temin etmekle yükümlü kılınmıştı. Buna karşılık devlet, cemaatleri kendi iç düzenlerinde serbest bırakarak onların dinî ve kültürel hayatlarına müdahale etmemişti.
Muhammed Emin Durmuş Mukâtaa kavramı, Osmanlı mali hukukunda olduğu gibi vakıf hukukunda da farklı hukuki sonuçlar doğuran uygulamaları ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu çalışmada ise esas olarak vakıf arsanın, üzerine karâr hakkı ve mülkiyeti şahsına ait olmak kaydıyla bina yapmak veya ağaç dikmek isteyen kimseye kiralanması anlamındaki mukâtaa uygulamasına odaklanılmıştır. Mukâtaa uygulamasının temelleri Osmanh'dan öncesine dayanmakta olup Osmanlılar tevarüs ettikleri bu uygulamayı birtakım düzenlemelerle daha da geliştirmiş ve yüzyıllar boyunca kullanmışlardır. Ancak mukâtaa uygulamasının, zamanla vakıfların istismarına sebebiyet verdiğini gören Osmanlı hukukçuları bu uygulamada ısrar etmemiş bilakis vakıflar için daha avantajlı olan icâreteyn uygulamasını geliştirmişlerdir. Bu da mukâtaanın icâreteyn uygulamasına zemin hazırladığını göstermektedir. Bu kitapta mukâtaa akdinin, 16 ve 17. yüzyıllardaki tarihi serancamı, mahiyeti, farklı uygulamaları, şartları, hukuki prensipleri ve taraflara sağladığı haklar özellikle fetva mecmuaları ve şer'iyye sicillerinden hareketle ortaya konmaya çalışılmıştır.
Şerife Eroğlu Memiş Bu kitap, hacıların çevrelerindeki insanlara aktardıkları her türlü tecrübe ve gözlemlerinin oluşum sürecini, Mekke ve Medine'de gerçekleştirdikleri dini ve dünyevi faaliyetlerini konu edinen hac eserlerini, hac literatürünün gelişmesi ve yaygınlaşması bağlamında kültürel dolaşıma önemli katkılar sağlayan araçlar olarak gündeme getirmektedir. Dini, edebi ve tarihi metinler olarak hac eserlerinin bu yönü, Osmanlı toplumunda “kitap sahipliği” olgusundan yola çıkılarak sorgulanmaktadır.
Osmanlı ulemâsı tarafından telif edilen veya intinsâh edilmek suretiyle çoğaltılan hac eserlerinin çoğunluğu haccın usulüne göre nasıl eda edileceğini anlatan menâsik-i hacc niteliğindedir. Elinizdeki kitabın konusunu oluşturan Nebzetü'l-menâsik adlı menâsik-i hacc türündeki hac el yazması, ilmî kimliği 18. yüzyılda şekillenmiş bir Osmanlı âlimi, kadısı, kazaskeri, mutasavvıfı ve kitap-severi olarak Dâmadzâde Mehmed Murad Efendi -ki eserde “en-Nakşibendî el-Murâdî” olarak zikredilmiştir- tarafından telif edilmiştir. Eserin metni Osmanlı Türkçesi, metnin izah ve kaynakları sayfa kenarlarında Arapça derkenar notları şeklinde yazılmıştır. Eseri diğer menâsik-i hacc'lardan ayıran bu derkenar notlarının niteliğidir. Diğer pek çok hac menâsikinden ayrı olarak eserde, Mekke ve Medine'nin yanı sıra ziyaretgâh olarak Kudüs ve el-Halil fezâilnâme ve tarih kitaplarına referansla etraflıca tasvir edilmiştir.
Abidin Çevik, Ali Eren Demir, Aslı Doğan, Emrah Doğan, Erkan Oflaz, Hayri Taci Yıldırım, Muhammet Ali Sağlam, Senem Civgin, Sidar Çınar, Şevket Alper Koç Osmanlı İmparatorluğu’nun son iki yüz yılı, deyim yerindeyse batı karşısında kaybettiği üstünlüğünü yeniden kazanma mücadelesi ile geçmiştir. İmparatorluk yönetici ve aydınları bu süreç boyunca geniş bir alanda yapılacak reformlarla bunun gerçekleşeceğine inanmış, bu yolda pek çok adım atmışlardır. Ekonomik, siyasi, hukuki ve sosyal alanda yapılan reformlar, o dönemle sınırlı kalmayarak geleceği de önemli oranda şekillendirmiştir. Osmanlı’nın son dönemde geçirdiği dönüşüm, kendisinden sonra gelen reformculara da bir yol açmıştır. Cumhuriyetin kurucu kadroları son dönem Osmanlı bürokrasisi içinde bulunmuş, reformculukları bu ortamda şekillenmiştir. Haliyle cumhuriyetin ilanı sonrasında hayata geçirilen reformlarda geçmişin etkisini ve izlerini bulmak mümkündür. Yeni rejim kimi alanlarda geçmişten kesin bir kopuşu hedeflemişse de, sosyolojik ve siyasi gerçeklik buna müsaade etmemiştir. Çalışma bu gerçeklikler üzerinden Osmanlıdan cumhuriyete modernleşmeyi farklı alanlar üzerinden ele almış, siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel gelişmeler üzerinden akademik bir değer yaratmaya odaklanmıştır.
Arman Sert, Ayça Yenilmez Koyuncu, Begüm Çardak, Mehmet Kurum, Şeyda Öcal Arslan Terör tehdidi, tarihsel olarak bütün toplumlarda çeşitli şekillerde var olmuş ve yarattığı korku ile insanların davranışlarını hem düşünsel hem de davranışsal olarak etkilemiştir. Modern anlamda terörizm, 19. yüzyılda Batı devletlerinde ilk terör dalgası olarak anarşist doktrin kapsamında gelişim göstermiştir. Aynı dönemde Osmanlı Devleti'nde anarşist terör dalgasına paralel olarak Balkanlar'da etnik milliyetçi ve ayrılıkçı amaçlar ile çeşitli ayaklanma ve tedhiş hareketleri ortaya çıkmıştır. Bu kitapta, Osmanlı'dan günümüze Osmanlı dönemi ile Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve sonrasında yaşanan terörizm ve terörizmle mücadele tecrübelerinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Günümüzde, terörizm ve terörizmle mücadele kapsamında her ne kadar yabancı literatür temel alınsa da tarihsel perspektifte neredeyse her çeşit motivasyona sahip terörizme maruz kalan Türkiye'nin bu konuya ilişkin tecrübelerinin oldukça fazla olduğu görülmektedir.
Ülkemizde terör tehdidi ve terörle mücadele çoğunlukla güvenlik boyutuyla ve Soğuk Savaş döneminden itibaren ele alınmıştır. Bu kitapta, siyasal tedhiş hareketleri kavramsal olarak geniş çerçevede ele alınarak hem tarihsel boyutta hem de teröristle mücadeleden ziyade geniş çerçevede güvenlik boyutunun ötesinde politik ve ekonomik boyutu ile incelenmiştir. Bu kapsamda ortaya çıkan bu kitap ile Türkiye'nin maruz kaldığı terörizm tehdidi ile terörizmle mücadelesinin bir taraftan tarihsel olarak ortaya konulması amaçlanırken diğer taraftan güvenlik boyutunun ötesinde farklı boyutlarına dikkat çekilmesi hedeflenmiştir.
Kürşad Emrah Yıldırım İnsanlık tarihi kadar eski bir kavram olan yönetim, başarmak istediğimiz her amaç için bize yol gösteren bir süreçtir. Bu sürecin doğru işletilmesi doğru hamleler yapmayı ve hedefe yaklaşmayı sağlar. Yönetimde önemli kavramlardan birisi öngörüdür. Geleceği tahmin edebilme yöneticinin hangi hamleleri yapması gerektiğini bilmesine yardımcı olur. Özel bir yetenek olan öngörü, kitabımızın konusunu oluşturan stratejik mimarlığın en temel özelliğidir. Türkler yöneticilik alanında rüştünü ispat etmiş ve bu özellikleri sayesinde tarihe yön vermiş bir millettir. Türk yönetim tarihinin her sayfasında başarılı yöneticileri görmek mümkündür. Yöneticilerin başarı hikâyelerindeki önemli unsurlardan birisi karar alma sürecinde danışmaya verdikleri önemdir. İlk Türk devletlerinde “toy” ismi verilen devlet meclislerinden başlayıp günümüz yönetim anlayışına kadar devam ettirilen ve bu süreçte değişim gösteren danışma mekanizmaları, Osmanlı Devleti döneminde akıl hocalarının danışma kültüründe aktif rol almasıyla zirveye ulaşmıştır. Daha çocuk yaşlardaki şehzadeleri birer padişah adayı olarak yetiştirmekle görevli olan akıl hocaları küçük bir beyliğin tarihin en büyük devletlerinden birisi olan Osmanlı Devleti’ne dönüşmesini sağlayan stratejik mimarlar olmuşlardır.
Stratejik yönetim, stratejik niyet, stratejik mimari gibi kavramların anlatıldığı bu kitabın amacı; kamu yönetiminin işleyişinde artık gerektiği önemi görmeyen danışma, akıl hocalığı gibi kavramların önemini hatırlatmak ve bürokrat eğitimi konusunda Osmanlı Devleti’nde bazı padişahlar ve hocalarının yaşantılarından kesitler sunarak stratejik mimari ile ilgili farkındalık oluşturabilmektir.
Bekir Çelik Din, insanoğlunun yaşamında tarih boyunca var olmuştur. Siyaset ise toplumdan ayrılabilecek bir alan değildir ve bir yönüyle yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkiyi belirler.
İnsan üzerindeki otoritesi sebebiyle dinler de iktidar kavramıyla ilgilenmiş ve din-devlet ilişkileri kaçınılmaz bir olgu olmuştur. Dinler ya varlık nedenleriyle ya da dindar insanların iktidar mücadelesi sebebiyle siyasetle ilişkili olmuştur. Bu nedenle dünya kamuoyunu ciddi biçimde meşgul eden, tarihsel, toplumsal ve kültürel kökleri olan İslam, İslami uyanış ve günümüz İslamcı hareketleri araştırmayı gerekli kılmıştır.
İslami Siyasal Hareketin çok geniş ve kapsamlı içeriğe sahip olduğu muhakkaktır. Türkiye'de İslami Siyasal Hareket ile ilgili kaynakların çoğu yabancı eserlerden tercüme edilmiştir. Ülkemizde konuyla ilgili yayımların sayısının ise oldukça az olduğu dikkat çekicidir.
İslami siyasal hareket üzerinde çalışanların birçoğu İslami hareketi Osmanlının son dönemlerinden itibaren ele almışlardır. Çünkü Osmanlı'nın son dönemi özellikle Meşrutiyet devri, diğer fikir akımlarında olduğu gibi İslami hareketin de zeminini oluşturmuştur.
Bu yüzden eserde; XVIII. yüzyıldan itibaren modernleşme sürecine giren ve bu akımı devam ettiren İslami hareketin Türkiye'de doğuşu, fikri altyapısı ve zaman içerisindeki değişim ve gelişimi incelenmiştir. Ele alınan konunun fikri başlangıcı olarak Osmanlı Devleti'nin son dönemi incelenerek Cumhuriyet Türkiye'sine etkileri tahlil edilmeye çalışılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş zeminini oluşturan Osmanlı dönemi olayları fikir akımları ele alınmıştır. Türkiye'deki siyasi süreci tek parti öncesi ve sonrası; demokratik hayata geçiş sürecinde siyasal İslam'ın geçirdiği evreler detaylı bir şekilde örneklendirilerek anlatılmıştır. Türkiye'de İslami hareketin durağan dönemi ve Türkiye'de siyasal İslam'ın gelişmesini sağlayan sebepler incelenmiştir.

Fatma Uygur İstanbul'da Fransız büyükelçiler ve sefaret görevlileri, Osmanlı’nın maruz kaldığı kaotik ortamlarda icra ettikleri diplomatik faaliyetlerle öne çıkmışlardır. İstanbul'da bir sadrazam kadar icrâ-yı nüfuz eden Napolyon'un casusu General Horace Sébastiani, Cezayir'de Napolyon'un Lawrence'ı Vincent-Yves Boutin veya Yanya Paşası Tepedelenli Ali'nin çıkardığı isyana destek veren Pouqueville gibileri sadece bir konsolosluk veya büyükelçilik görevini yerine getirmek için değil iç karışıklıklar çıkartmak için de faaliyet göstermişlerdir.
Fransız İhtilali’nin rüzgârıyla önce bir savrulan, sonra yeniden toparlanarak denge siyaseti gütmeye başlayan Osmanlı ise diplomasi sanatında henüz pek mahir değildir. Seyyid Ali Efendi'nin diplomat Talleyrand tarafından aldatılması bu duruma örnek bir vakadır. Yetenekli ve becerikli Fransız diplomatlar, kurdukları casusluk ağıyla her türlü bilgiye kolayca ulaşabilmişlerdir. Nitekim Sultan Mahmud'un ölümünü Paris'te bulunan Reşid Paşa'ya saraydakilerden önce Fransızlar haber vermişlerdir.
Bu çalışmaya, Fransız Diplomat Kont Émile Desages'ın kaleme aldığı Osmanlı-Fransız Diplomatik Münasebetleri (1800-1840) konu edilmiştir. Yunan ayaklanmasının getirdiği kaotik dönemden Cezayir'i işgal ederek zafer kazanan bir Fransa tablosu ve Mısır paşasının isyanlarını her daim destekleyen bir Fransız dış politikası, Osmanlı paşaları nezdinde ele alınmıştır.
Yavuz Unat Türkiye'de Osmanlı bilimi üzerine yapılan araştırmalar akademik olarak 1955'e kadar götürülse de henüz çok yenidir. Aşağı yukarı son 20 yıldır Osmanlı bilimi üzerine önemli çalışmalar yapılmış ve bu araştırmalarla Osmanlı bilimi hakkındaki genel kanılar yavaş yavaş değişmiştir. Özellikle Osmanlıların Batı'yı yeterince takip etmediği gibi sadece yenileşme hareketlerine bakılarak yapılan değerlendirmeler, Osmanlı biliminin genel çerçevesini çizmekten uzaktır. Bilim tarihi çalışmaları, bize, uygarlıkların başarılarının büyük ölçüde bilimsel ve kültürel hareketlere bağlı olduklarını göstermektedir. 600 yıllık bir dünya imparatorluğu olmayı başarabilmiş olan Osmanlı'nın bilimde başarısız olduğunu söylemek bu anlamda olanaksızdır. Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji adını verdiğimiz bu kitap, Türkiye'de bu alanda çalışan bilim tarihçilerinin araştırmalarını derleyen bir çalışmadır ve bir kısmı yayımlanmış makalelerden oluşmaktadır. Çalışmanın amacı bu alanda yapılan araştırmaları ve sonuçlarını genel okuyucuya ulaştırmaktır. Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm, Osmanlı bilimi üzerine genel yazıları içermekte ve Bilim ve Felsefeye Genel Bir Bakış başlığını taşımaktadır. İkinci bölüm, Osmanlılarda Matematiksel Bilimler (Matematik, Astronomi ve Fizik) konusuna ayrılmıştır. Üçüncü bölüm ise, Osmanlılarda Coğrafya, Jeoloji, Tıp ve Teknoloji konularını içermektedir.


İÇİNDEKİLER
1 KISIM
BİLİM TARİHİNİN KURUMLAŞMASI VE
PROF DR SEVİM TEKELİ
Remzi Demir
KLÂSİK DÖNEM OSMANLI BİLİM ANLAYIŞI
Fahri Unan
FATİH DÖNEMİ (1451 – 1481) BİLİM ANLAYIŞI VE BİLİM
ADAMLARI
Melek Dosay Gökdoğan, Yavuz Unat
FATİH KÜLLİYESİ
Fahri Unan
KLÂSİK OSMANLI DÖNEMİNDE FATİH
MEDRESELERİNDE İLMÎ VERİM
Fahri Unan
ENDÜLÜS MENŞE'Lİ BAZI BİLİM ADAMLARININ OSMANLI
BİLİMİNE KATKILARI
Ekmeleddin İhsanoğlu
TAŞKÖPRÜLÜZÂDE VE MEVZÛ‘ÂT EL-‘ULÛM’U
Fahri Unan
600 ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE İBN HALDÛN’UN TARİH VE
TOPLUM FELSEFESİNİN TÜRKİYE’YE GİRİŞİ VE ETKİLERİ
ÜZERİNE BİR DENEME
Remzi Demir
ON SEKİZ VE ON DOKUZUNCU YÜZYILLARDA GENEL
ÇİZGİLERİYLE OSMANLILARDA BİLİM
Esin Kâhya

OSMANLILAR DÖNEMİ TÜRK DÜŞÜNCESİNE GENEL BİR
BAKIŞ
Remzi Demir
MECMÛA-İ ULÛM-İ RİYÂZİYE
Melek Dosay
SUBHİ EDHEM BEY’İN ‘İLM-İ NEBÂTÂT TÂRÎHİ’NDE
BİLİM TARİHİ VE BİLİM FELSEFESİ BİLİNCİ
Remzi Demir
FEN ADAMLARI, İLK BİLİM TARİHİ KİTABIMIZ
Remzi Demir
2 KISIM
PROF DR ESİN KAHYA VE BİLİM TARİHİNE KATKILARI
Yavuz Unat
OSMANLILARDA MATEMATİK
Melek Dosay Gökdoğan
FATİH DÖNEMİ MATEMATİKÇİLERİ
Melek Dosay Gökdoğan
SEMERKANDÎ’NİN EŞKÂL EL-TESÎS ADLI
GEOMETRİ ESERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Ali Rıza Tosun
TAKİYYÜDDÎN VE STEVİN’DE ONDALIK KESİRLER
Remzi Demir
ÇAĞDAŞ MATEMATİĞİN TÜRKİYE’YE GİRİŞİ,
(HALİFEZÂDE İSM‘ÎL EFENDİ’DEN SÂLİH ZEKİ BEY’E
KADAR YAPILAN ÇALIŞMALARA GENEL BİR BAKIŞ)
Remzi Demir
HOCA İSHAK EFENDİ VE ESERİ MECM'UA-İ 'ULÛM-U
RİYÂZİYYE
Melek Dosay Gökdoğan, Mutlu Kılıç
SÂLİH ZEKİ BEY (1864-1921),
Remzi Demir
SÂLİH ZEKİ BEY’İN MATEMATİKLE İLGİLİ
KÜÇÜK BİR YAPITI
Remzi Demir, İnan Kalaycıoğulları
AHMED CEVDET PAŞA’NIN ÖNERDİĞİ YENİ BİR TAKVİM
Remzi Demir, Yavuz Unat
FATİH DÖNEMİ ASTRONOMİSİNE GENEL BİR BAKIŞ
Yavuz Unat
ALİ KUŞÇU
Remzi Demir, Yavuz Unat
OSMANLI TÜRKLERİNİN EN BÜYÜK ASTRONOMU VE
ÇALIŞMALARI TAKÎYÜDDÎN VE İSTANBUL GÖZLEMEVİ
Yavuz Unat
KOPERNİK KURAMI’NIN TÜRKİYE’DEKİ YANSIMALARI
İnan Kalaycıoğulları, Yavuz Unat
ÇAĞDAŞ ASTRONOMİNİN TÜRKİYE’YE GİRİŞİNDE
HOCA TAHSİN’İN ROLÜ
Yavuz Unat
ASTRONOMİNİN ESASLARI,
HOCA HASAN TAHSİN EFENDİ
Yavuz Unat
3 KISIM
TÜRKİYE’DE BİLİM TARİHİNİN KURULUŞUNUN
55 YILDÖNÜMÜ
Yavuz Unat
OSMANLILARDA COĞRAFYA BİLİMİ
Osman Gümüşçü
MUSTAFA İBN ALİ EL-MUVAKKÎT VE İ’LÂM EL-İBÂD FÎ A’LÂM EL-BİLÂD (ŞEHİRLER ALEMİNDE MESAFELERİN BİLDİRİMİ) ADLI RİSÂLESİ
Yavuz Unat
HİNT OKYANUSU’NDA BİR TÜRK AMİRALİ, SEYDÎ ALİ REÎS
VE KİTÂB EL-MUHÎT FÎ ‘İLM EL-EFLÂK VE EL-EBHÛRRemzi Demir
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA JEOLOJİ VE JEOFİZİK
BİLİMLERİ
Ferhat Özçep, Dilek Kepekçi
ON DOKUZUNCU YÜZYILIN İLK YARISINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA TIP EĞİTİMİ VE KALBURÜSTÜ HEKİMLERİMİZ
Esin Kâhya
OSMANLI DEVLETİ’NDE BİLİM VE TEKNOLOJİNİN
MUHAFAZASI
Salim Aydüz
TÜRK TEKNOLOJİ TARİHİNDEN İKİ ÖRNEK; CEZERÎ VE
TAKÎYÜDDÎN
Yavuz Unat

Mustafa Alkan İslamın siyaset nazariyesine göre her şeyin üzerinde hükümran olan Allah'tır. Allah, hükümranlığını siyasi hususlarda doğrudan doğruya icra etmez. Bu işe insanları tevkil eder. Bu, onun büyüklüğü ile ilgilidir. Kâinattaki her şey onun karşısında son derece acz içindedir. Kur'an'da onun hükümranlığı hakkında pek çok hüküm vardır. Peygamber, Allah'ın elçisidir. Emirler de Kur'an ve Peygamber'in sünnetine dayalı olarak yeryüzünde doğruları anlatmak ve adalet dağıtmakla yükümlüdürler. Bunları yaptığı müddetçe kendisine itaat edilir. Zira sulh ve itaat Kur'an'ın özüyle mutabık hâldedir. “İslam ve iman”; birincisi sulhun, diğeri de itaatin hükümran oluşunu ifade eder. Merkezî bir otoriteye itaat olmadan devlet olmaz. Devletin varlığı da Allah'ın hükümlerini yeryüzüne yaymak içindir.
Siyasi birlik ve beraberliği öğütleyen İslam, fitneye “katilden daha kötü” nazarla bakmıştır. Buna göre kanunun üstünlüğü, adaletin sağlanması, İslam idaresinin en mühim esasları arasında yer alır. Hilafetin temeli olan İslamın siyaset anlayışına göre nizam için kanuna dayalı, adil, istişari sisteme bağlı, sosyal, harp hukukuna ve eşitliğe riayet eden, şartlara göre müsamahalı bir siyasi teşekkül teşvik ve tavsiye edilmiştir.