Tarih \ 2-5
Seyithan Altaş Öğrenim çağımızın her döneminde genel bir tarih dersi olarak gördüğünüz “Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi” dersi Türk devrimini hazırlayan gelişmelerden oluşmaktadır. Ancak bu genel bir tarih anlayışı dışında daha da geniş bir mana ifade etmektedir. Çünkü Türk devrimi, emperyalizme ve onun içerideki işbirlikçilerine karşı verilmiş bir mücadele olduğu kadar bir çağdaşlaşma hareketidir. Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen bu hareket Doğu halkları arasında olduğu kadar Batıda da en geniş yankıları ve övgüleri almıştır. Bağımsızlık savaşının kazanılmasıyla Türk devrimini tamamlayan çağdaşlaşma hareketleri ile de bir toplumun kaderi feodal bir yapıdan ileri, çağdaş bir yapıya doğru geliştirilmiştir.
“Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi” dersinin amacı, geleceğimizin güvencesi olan gençlerimizin her bakımdan gelişmelerini sağlamak, Türk çağdaşlaşma devriminin çeşitli aşamalarını dün, bugün ve yarın anlayışı içinde kavramak, daha da ileriye götürmelerini sağlamak olacaktır. Geçmişte yaşananların geleceğe sağlam bir temel olacağı bilincine bu dersle ulaşacağız. Umarım bu kitabın bu bilince ve sağlam bir düşünce yapısına sahip olmak bakımından Türk gençlerine katkısı olur.
Seyithan Altaş Öğrenim çağımızın her döneminde genel bir tarih dersi olarak gördüğünüz “Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi” dersi Türk devrimini hazırlayan gelişmelerden oluşmaktadır. Ancak bu genel bir tarih anlayışı dışında daha da geniş bir mana ifade etmektedir. Çünkü Türk devrimi, emperyalizme ve onun içerideki işbirlikçilerine karşı verilmiş bir mücadele olduğu kadar bir çağdaşlaşma hareketidir. Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen bu hareket Doğu halkları arasında olduğu kadar Batıda da en geniş yankıları ve övgüleri almıştır. Bağımsızlık savaşının kazanılmasıyla Türk devrimini tamamlayan çağdaşlaşma hareketleri ile de bir toplumun kaderi feodal bir yapıdan ileri, çağdaş bir yapıya doğru geliştirilmiştir.
“Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi” dersinin amacı, geleceğimizin güvencesi olan gençlerimizin her bakımdan gelişmelerini sağlamak, Türk çağdaşlaşma devriminin çeşitli aşamalarını dün, bugün ve yarın anlayışı içinde kavramak, daha da ileriye götürmelerini sağlamak olacaktır. Geçmişte yaşananların geleceğe sağlam bir temel olacağı bilincine bu dersle ulaşacağız. Umarım bu kitabın bu bilince ve sağlam bir düşünce yapısına sahip olmak bakımından Türk gençlerine katkısı olur.
Gerard Delanty Elinizdeki bu eser Doğu ve Batı’nın değişen paradigmaları bağlamında Avrupa’nın temel soru ve sorunlarına eğilmektedir. Kitabın içindeki makalelerin sosyologlar, antropologlar, felsefeciler ve tarihçilerden oluşan yazarları; Avrupa’nın Batı ile eş tutulması geleneğinin artık sorgulanması gerektiğini farklı bakış açılarından ele almaktadırlar. Bu kitap, dört tematik bölümden oluşmaktadır ve ilgilendiği temel konular Batı sonrası bir dünya, Avrupa’daki Doğu algıları ve tarihteki karşılaşmalar, Avrupa ve Asya arasında bir dünya ve Batı ve Doğu’da ötekiliktir.
Bu kitap, Avrupalılık kavramının yeni ifade ediliş biçimlerini son dönemin ‘medeniyetler çatışması’ ideolojik kavramlarına meydan okur bir biçimde inceleyerek, analizlerini Avrupa ve Asya’nın hem tarihte hem de çağdaş perspektiflerde birbirlerine nasıl karşılıklı bir şekilde bağlı olduklarına dikkat çeken en son ilmi çalışmalar üzerinden yapmaktadır. Kitapta son gelişmelerin ve değişen jeopolitik bağlamın bir sonucu olarak hem Avrupa hem de Asya’nın birçok ortak noktası olduğuna ve çatışmalardan değil, kozmopolit bağlantılardan bahsetmenin artık daha mümkün olduğuna dikkat çekilmektedir.
Bu kitap sosyoloji, Avrupa siyaseti, tarihi ve kültürel teorisi alanında çalışan öğrenciler ve araştırmacılar için çok değerli bir kaynaktır.
Peter Haugen Dünya tarihinde kişisel rehberiniz şimdi güncellendi!
Dünya tarihine dair daha fazla bilginiz olmasını mı istiyorsunuz, bu özlü rehber dünyayı bugünkü haline getiren tüm önemli oyuncuları ve olayları ayrıntılarıyla açık bir biçimde izah ediyor. İnsanlık tarihinin bütününü ele alan bu kapsamlı kaynak, yirmi birinci yüzyıldaki dünyanın nasıl vücuda geldiği hususunda size bir fikir vererek, dinden bilime, oradan sanata ve savaşa kadar her alandaki önemli gelişmelere ışık tutuyor.
Geçmişle bağlantı kurmaya başlayın Neandertaller ile karşılaşır, Homer’e yönelir, Atlantis’i yükseltir ve Firavunları mumyayla korurken çağlara ad verin.
Sayılarla güç kazanın eski medeniyetlerden bugünün küresel topluluğuna kadar gelen büyümenin izlerini sürün ve toplumları başarıya veya başarısızlığa götüren faktörleri keşfedin.
Düşüncenin etkisini keşfedin dinin çıkışı, felsefenin kökleri, bilimin gelişimi ve hislerimiz ve inançlarımızın bizi nasıl sürekli olarak yeniden tanımladığını anlamaya çalışın.

Savaşın küresel sonuçlarını anlayın Grekler ve Romalılar ile ata binerek, süvarilerle birlikte silahlanarak, hendek kazarak, insanların modern savaşlar başlatmada tuttukları yolları izleyin.
Önderler ve düzeni sarsanlarla; büyük liderler, cesur devrimciler, acımasız titanlar ve adı duyulmamış kahramanlarla tanışın.
Yirmi birinci yüzyılın önemli olaylarını; 11 Eylül ile Afganistan ve Irak savaşları, iklim değişikliği, Katrina Kasırgası ve Çin, Hindistan ve Brezilya’nın ekonomik yükselişini inceleyin.
Kitabı açın ve
• Tarihin detaylı bir değerlendirmesini
• Dünya dinlerinin gelişimini
• İncil’den Haklar Bildirisi’ne kadar başlıca tarihi belgelerin değerlendirmesini
• Yazının ve resmin icadını
• Dünyayı kökten değiştiren bilimsel gelişmeleri
• Dünyayı değiştiren insanların ve dünyanın değiştirdiği insanların özlü biyografilerini
• Dünya geçmişindeki unutulmaz on tarihi inceleyin.
Abdurrahman İlhan, Arzu Erman, Bilal Karabulut, Fatmanur Demirsoy, H. Mustafa Eravcı, Hamit Karasu, Hülya Aslan, Kadir Ertaç Çelik, Mücahide Nihal Engel, Naime Yüksel Karasu, Sayim Türkman, Sinan Öztürk, Sümeyra Öztürk, Yakup Kiriş, Yaşar Baytal Düşünce tarihi denilince birçok alanda yapılan çalışmalar akla gelmelidir. Yazının icat edilmesinden günümüze kadar birey ve toplumları etkileyen fikir akımlarının yanı sıra bunlara derinlik katan düşünürlerin katkıları, o fikirlerin günümüze kadar gelmesine hizmet etmiştir. Fikir akımları, aslında ülkelerin iktisadi, siyasi ve kültürel anlamda kalkınmalarını sağlamak için birçok düşünce ve siyaset insanının gündeminden hiç çıkmamıştır ve bu insanlar toplumsal ve bireysel sorunlara çare bulabilmek için devamlı fikir üreterek düşünce tarihinde yerini alan ideolojiler ve düşünsel felsefeler ortaya çıkarmışlardır. Tarih, edebiyat, felsefe, sosyoloji, iktisat, tıp, teknoloji, siyaset dâhil olmak üzere tüm alanlardaki fikri ve ilmi gelişmelerin tarihsel içeriğinde düşünce tarihine dâhil edilecek önemli fikri çalışmalar ve bu çalışmaları yürüten bilim insanları yer almaktadır. Bu kadar geniş alana sahip olan “düşünce tarihi” aslında “uygarlıklar tarihi”ne de ışık tutmaktadır.
Bu kitapta; geçmişten günümüze iz bırakan on altı şahsiyetin hayatları, eserleri fikirlerinin yanı sıra dönemlerine ışık tutacak bilgiler kaleme alınmıştır.

III. Hattušili
Niccolo Machiavelli
Mirza Mahmud Şerif
Gottfrıed Wilhelm Leibniz
Halil Hamid Paşa
Adamantios Korais
Abdurrahman El-Ceberti
II. Abdülhamid Han
Ahmed Cevad Paşa
Ziya Gökalp
Enver Paşa
Kazım Karabekir Paşa
Adnan Menderes
Necip Fazıl Kısakürek
Nelson Mandela
Süleyman Demirel
Abdurrahman İlhan, Arzu Erman, H. Mustafa Eravcı, Hülya Aslan, İbrahim Baş, Kadir Ertaç Çelik, Sayim Türkman, Sinan Öztürk, Sümeyra Öztürk, Vehbiye Eviz, Yakup Kirişçi Düşünce Tarihi 2 isimli bu kitapta, Hitit tarihinden günümüze kadar tarihte iz bırakan on bir şahsiyet mercek altına alınarak incelenmiştir.
Bunlar arasında;
• -Hitit Hükümdarı I. Šuppiluliuma'nın Suriye ve Mısır seferleri,
• -Yunus Emre ve Erasmus von Rotterdam'ın insanı merkeze alan düşünce analizleri,
• -17. ve 18. yüzyıl Hurûfat defterlerine göre Bağdat'ta tekke ve zâviyelerin durumları,
• -Yunanlı düşünür ve yazar Velestinli Rigas'ın hayatı ve politik görüşleri,
• -Sultan II. Abdülhamid Han'ın din siyaseti,
• -Tartışmalı Padişah VI. Mehmed Vahidettin'in Anadolu siyaseti,
• -Jeopolitik görüşün öncüsü coğrafyacı Friedrich Ratzel'in görüşleri,
• -Yüzellilikler listesine dâhil edilerek yurt dışına sürgün edilen Ahmed Hamdi Paşa’nın hayatı,
• -Millî Mücadele Dönemi'nin yazarlarından Halide Edip Adıvar ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun düşünsel kimlik mukayesesi,
• -Diplomat ve bürokrat Enis Behiç Koryürek'in şairliği,
• -Yahudi bir ailede doğan ve büyüyen, İslam inancını kabul ettikten sonra hayat mücadelesi verip birçok İslami eser bırakma cesaretini gösteren Meryem Cemile'nin hayatı, eserleri ve fikirlerinin yanı sıra o dönemin tarihine ışık tutacak bilgileri yer almaktadır.
Murat Özden Uluç Yakın Türk tarihimiz, katıldığı savaşlarda verdiği mücadelelerle vatan uğruna canını feda eden adı, sanı unutulmuş birçok kahramanla doludur. Yüzbaşı İsmail Naci, Mustafa Kemal'in doğduğu topraklarda dünyaya gelmiş, onunla aynı dönemlerde Manastır Askerî İdadisi ve İstanbul Mekteb-i Harbiyey-i Şahane'sinden mezun olmuş, 1904'te Selanik'te başlayan askerlik yaşamının Sakarya Meydan Muharebesi'ndeki şehadetiyle sonuçlanmasına kadar geçen süreçte birçok kahramanlığa imza atmış bir Türk subayıdır.
İsmail Naci; Selanik, Manastır ve Serez'de Jandarma Kumandanlığı görevleri sırasında Sırp, Bulgar ve Yunan çeteleriyle savaşmış, Kafkas Cephesi'nde Rus Ordusu ve Ermeni çetecilere karşı verdiği mücadeleler sonrası Mustafa Kemal Paşa'nın Diyarbakır'daki yaklaşık iki yıllık görev süresi boyunca onun yanında olmuş ve Silvan Jandarma Bölük Komutanı olarak görev yapmıştır. İsmail Naci, askerlik yaşamı boyunca ikisi Mustafa Kemal Paşa imzasıyla olmak üzere Osmanlı Devleti Padişahları tarafından birçok madalya ve nişan ile ödüllendirilmiştir. 1919 yılında Vezirköprü-Havza civarı Jandarma Karakol Kumandanı iken Millî Mücadale'ye katılmış, Merkez Ordusunda Rum Pontus çetelerine karşı mücadele etmiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle cepheye çağrılan ve gelişleri teşekkür telgrafıyla kutlanan Bağımsız 48. Alayda Bölük Kumandanı olarak görev yaparken Sakarya Meydan Muharebesi Beştepeler-Beylikköprü Savunma Hattı'nda 25 Ağustos 1921 tarihinde şehit olmuştur. Aldığı son madalya olan Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası'nda da yine Mustafa Kemal Paşa'nın imzası vardır.
Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nda her zaman en ön cephede olan İsmail Naci'ye silah arkadaşları tarafından, o kadar mücadeleye girip de mermi sağanağının altında mermi değmemesi, değse de bir an olsun yere yıkılmamasından dolayı bir lakap takılmıştı: "Efsunlu Yüzbaşı".
Mustafa Gündüz Hafızası, tarihinde saklanan bilimin sıhhat derecesini yöntemi belirler. Tarih, bilimler hiyerarşisindeki mevziini kuvvetlendirmek için tarihyazımına, ürettiği verilerden daha çok önem verir. Eğitim, tarih ve sosyolojinin kesiştiği kavşakta anlam bulan eğitim tarihi, dünyada olduğu kadar Türkiye’de de bakir sahalardan biridir. Çok az topluma nasip olan özgün kurum, tecrübe ve eserlere sahip olmasına karşın, biriken sorunlar karşısında çözümsüzlük ve çaresizlik girdabında bunalan eğitim sisteminin temel krizlerinden biri, tarihine duyarsızlığıdır.
Eğitim Tarihinin Peşinde, Türkiye’de eğitim tarihçiliğinin tarihine yönelik özgün bir birikim sunarken, bu çok disiplinli sahanın avantajlarına, sınırlılıklarına ve temel meselelerine ışık tutarak, eğitimin tarihi, sosyal ve kültürel temelleriyle ilgilenenlere rehber olmayı denemektedir.
Bilimin katalizör güçlerinden biri, hasbi tenkittir. Eleştirisiz ortamda uzmanlıktan, ilmî derinlikten, yenilik cesaretinden ve meslekî etikten bahsetmek güçtür. Alanıyla ilgili tarihî birikim yanında, kitapların güvenirlik derecesini, niteliğini, zayıf ve güçlü yönlerini tefrik edip, kaynaklar arasında sınıflamalar yapabilmek her bilim adamından beklenen bir vasıftır. Bilimsel araştırmalarda yaratıcılığın filizlenmesi söz konusu yetkinlikte içkindir. Bu realiteye istinaden, elinizdeki kitap eğitimin tarihi, sosyal ve kültürel temellerine ilişkin güncel kitaplar üzerine serinkanlı ve uzun değerlendirmeler de sunmaktadır.
Reşat Uğur Karacan Müslümanlar, dokuz yüz üç yıl (711-1614) boyunca İspanya Krallığı'ndaki varlıklarını sürdürerek yarımadaya önemli bir kültür mirası bırakmışlardır. Bu dönemin son yüz on yedi yılına (1492-1609) Kraliyet ve engizisyonun asimilasyon politikaları ve propaganda faaliyetleri damga vurmuştur.
Granada'nın 1492 yılında İspanyollar tarafından ele geçirilmesinden sonraki dönemde Müslümanlar, iktidar tarafından kademeli olarak zorla vaftiz edilmiş ve Moriskolar (küçük Müslümanlar) olarak adlandırılmaya başlanmışlardır. Yüz yılı (1499-1609) aşkın bir süre uygulanan asimilasyon politikalarının beklenen sonucu vermemesi üzerine Moriskolar, İspanya Krallığı'ndan Kuzey Afrika ülkelerine sürülmüşlerdir (1609-1614).
Bu kitap; Moriskoların asimilasyon süreçlerini ve toplu sürgünün nedenlerini irdelemeyi amaçlamıştır. Kitapta, İspanyol yazar Rodrigo de Zayas'ın kişisel kütüphanesinde bulunan Holland Arşivi'nin (1542-1609) ilgili belgeleri incelenmiştir. Ayrıca Valencia Krallığı'ndaki Moriskolarla ilgili engizisyon raporları ve Kraliyet mektuplarını barındıran Holland Arşivi'ne ek olarak birçok farklı kaynaktan da faydalanılmıştır.
Ahmet Yazar, Atıl Cem Çiçek, Bengi Demirci, Burak Gökalp, Duygu Bibar, Esin Kıvrak, Fadime Emiş, Ferihan Polat, Haydar Efe, Hüsniye Akıllı, Özlem Özdeşim Subay, Rana İçmen, Selin Zengin Taşdemir, Turan Şener, Yavuz Selim Alkan Bu kitapta, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atıldığı 1923-1950 yılları arası, Erken Cumhuriyet Dönemine odaklanılmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin temellerinin atıldığı; toplumsal, kurumsal, yasal, yönetsel, ideolojik, kentsel-mekânsal ve iktisadi alan başta olmak üzere her alanda köklü reformların ve yapısal dönüşümlerin gerçekleştirildiği bu dönemi anlayabilmek, analiz edebilmek için bütüncül, çok boyutlu ve disiplinler arası bir bakışa ihtiyaç duyulmaktadır. Bu amaçla, 1923-1950 arası dönemde Türkiye'nin özellikle siyaset, ekonomi ve yönetim anlayışı üzerinde etkili olan faktörlerin neler olduğuna ve bu dönemin hangi dinamikler üzerine inşa edildiğine yönelik akademik çalışmalara katkı sağlamak arzusuyla; siyaset, tarih, sosyoloji, kentleşme, iktisat gibi farklı disiplinlerden akademisyenlerin yazıları bu çalışmada bir araya getirilmiştir.
Müzehher Yamaç Bu kitap; Osmanlı Orta Doğu’sunun paylaşım planlarında yer alan bir kısım olaylara, arşiv belgelerine de yer verilerek, ışık tutmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında kendilerine vaat edilen “Büyük Ermenistan” hayallerini gerçekleştiremeyen Ermeniler, savaşın ardından oluşturulan Ermeni-Kürt ittifakı ile bu hayallerini gerçekleştirmeye çalışmışlar, amaçlarına ulaşamayınca da “Büyük Savaş’ta kendileri için savaştıklarını” her fırsatta ifade ederek Fransızlardan yardım isteklerini tekrarlamışlardır. Fransızların bir borç ödeme hissiyatı içinde, Ermenilerin Türk topraklarından ayrılarak göç ve yerleşimlerini organize ettikleri anlaşılmaktadır. 1930-1940 yıllarını kapsayan ve Ermeniler açısından uzun bir durgunluk olarak anılan bu dönem, esasında bir “Ermeni Sorunu”
nun yaratıldığı dönemdir. Savaş sırasında Osmanlı topraklarından kovulduğunu iddia eden Ermeniler, savaş sonrasında “katliam” (massacres) ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise soykırım (génocide) sözcüğünü öne çıkardıkları bir varlık ideolojisi yaratarak, tarihi olayların ötesinde uluslararası politikanın önemli bir gündemini oluşturmaya devam etmektedirler.
Fatma Uygur Osmanlı topraklarına önce seyyah sonra Fransız büyükelçisi olarak (1855-1860) gelen Edouard Antoine Thouvenel, Islahat Fermanı'nın hazırlanma sürecine Fransız tezinin fikir babası olarak katkı sağlamıştır. Bunun yanı sıra diğer diplomatlarla birlikte faaliyetlere bizzat iştirak ederek bir bakıma Fransa'nın Osmanlı nezdindeki nüfuzunu kayıt altına alan bir misyonu yerine getirmiştir. Gerçekten de İstanbul, devletin bütün kurum ve kuruluşlarıyla Batılı devletlerin ittifak ya da çatışmalarının merkezindeydi. Bu dönemde İstanbul'da Fransa, İngiltere ve Rusya'nın en tecrübeli, en donanımlı, en kurnaz diplomatları görev yapmış ve aralarında kıyasıya bir mücadele yaşanmıştır. Birbirinden farklı yöntemlerle diplomasi yürüten İngiliz elçi Lord Stratford ve Rus elçi General İgnatyef ile ters düşse de Thouvenel, müzakereleri Fransa adına başarılı bir şekilde yürütmüştür.
Thouvenel, Bâb-ı Âli ve Abdülmecid ile sürekli temas hâlinde olmuştur. Fransa'dan aldığı talimatlar doğrultusunda baskıcı bir tutum izleyerek Reşid Paşa'yı azlettirmiş ve Fransa yanlısı Âli Paşa ve Fuad Paşa'yı bazen sadarete bazen de Dışişleri Bakanlığı'na getirtmiştir. Eflak-Boğdan meselesindeki hayatî önemi haiz Divan-ı mahsus seçimlerinde de yürüttüğü etkin diplomasiyle Fransa'nın tezlerini gerçekleştirmiştir. Ülkesi için Doğu'da prestij sağlayacak, ciddi mühendislik gerektiren ve İngilizleri kızdıran Kızıldeniz ile Akdeniz'i birbirine bağlayacak olan, Fransız mühendis Ferdinand de Lesseps başkanlığındaki Süveyş Kanalı projesinin diplomasi ayağında yine Thouvenel vardır. Ayrıca, daha önce hiçbir Osmanlı sultanının kabul etmediği Légion d'honneur nişanı Abdülmecid'e Çırağan'da görkemli bir törenle Thouvenel tarafından verilmiş ve Sultan ilk kez Fransız Büyükelçiliği'nde bir baloya katılmıştır.
Beş yıl boyunca İstanbul'da, rakibi Stratford kadar gürültü çıkarmadan icraatlarını sessizce sürdüren Thouvenel, III. Napolyon'un İstanbul'da Fransız devrini başlatan büyükelçisi iken Paris'e Fransız dış politikasına yön veren Dışişleri Bakanı olarak dönmüştür.
Zeynel Levent İlk örnekleri ilkel insan topluluklarına kadar götürülebilecek olan gayrinizami harp, geçmişte yalnızca zayıfın güçlüye karşı başvurduğu bir yöntem iken bugün güçlünün güçlüye hatta güçlünün zayıfa karşı uyguladığı bir harp türüne evrilmiştir. Bir başka ifadeyle, tarihî süreçte gayrinizami harp sürekli olarak form değiştirmiş, ivme kazanmış ve uygulama alanı yıllara sâri olarak genişlemiştir.
Bu harp türünün Türk tarihindeki ilk somut örnekleri Avrupa ve Amerika'daki uygulamalara nazaran oldukça erken bir tarih olarak kabul edilebilecek olan M.Ö. VI. yüzyılda görülmüştür. Osmanlı Devleti döneminde ise gayrinizami harbin en bilindik temsilcileri hafif süvari kuvveti hüviyetindeki “Akıncılar” ile istihbarat teşkilatı ve özel kuvvetleri aynı çatı altında toplayan kompakt bir yapı ve erken dönem bir gayrinizami harp örgütü olarak tanımlanabilecek olan “Teşkilât-ı Mahsusa”dır. Millî Mücadele döneminde ise “Kuva-yı Milliye”, İtilaf Devletleri konvansiyonel birliklerine karşı gerilla harbi, yıkıcı faaliyetlerde bulunan azınlıklar ile ayrılıkçı gruplara karşı kontrgerilla harbi vermiş ve gerek gerilla gerek kontrgerilla harbi hükûmet çapında yürütülen psikolojik harp faaliyetleriyle desteklenmiştir.
Kadim Türk tarihi gayrinizami harp açısından bu derece zengin bir altyapıya sahip olmasına rağmen Türk gayrinizami harp geleneğinin tüm boyutlarıyla günyüzüne çıkarılamadığı, yüzlerce yıllık tecrübenin doktrinize edilemediği ve bu alanda yeterince akademik çalışma yapılmadığı, yorumdan öte tespittir. Literatürdeki bu büyük boşluğun, gayrinizami harbe duyulan ilginin arttığı bir dönemde birbiri ardınca yayımlanan ve gerçekte var olan ile var olması istenilenin birbirine karıştırıldığı tevatür cinsinden, tekdüze eserlerle doldurulması mümkün değildir.
Çıkış noktası bu paradoks olan kitap; Geç Osmanlı ve Millî Mücadele dönemlerine ait Türk ve İngiliz arşiv belgelerinin incelenmesi, gayrinizami harbin sahadaki uygulayıcıları ve bu alanda akademik anlamda çalışan kişilerle yapılan mülakatlar, ulusal/uluslararası arenada modern gayrinizami harp teorisinin oluşumuna katkıda bulunmuş kişilerin öğretileri ve İngiliz-Amerikan ordu talimnamelerinin bir arada değerlendirilip yorumlanmasıyla oluşturulan ve “Türkiye'de gayrinizami harp alanında hazırlanan ilk doktora tezi” olma özelliği taşıyan akademik bir çalışmanın gözden geçirilmiş hâlidir.
Mehmet Değirmenci Anadolu toprakları tarih boyunca yoğun kitlesel göç hareketlerine ev sahipliği yapmıştır. Bu hareketliliğin en önemli unsuru coğrafi konumudur. Her ne kadar coğrafi konum, göçler açısından başat önem taşısa da, o coğrafyaya hâkim siyasi otoritenin göçe ve göçmene yaklaşımı da bir diğer ana belirleyici unsurdur. Göçe ilişkin yaklaşımlar ise tecrübelerle şekillenir ve bu yaklaşımlar, göç politikalarını şekillendirir. Göç olgusunun sürekli gündemde kaldığı coğrafyalarda göç politikalarının hem siyasi alanda hem bürokratik alanda hem de uygulamada kurumsal bir düzende olması beklenmektedir. Ancak günümüzde Türkiye'nin göç politikaları, ciddi eleştirilere maruz kalmaktadır. Özellikle Geç Dönem Osmanlı’dan günümüze yoğun göç hareketliliklerine maruz kalan bir ülkenin göçe ilişkin politikalarının bu denli eleştirilmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir soruyu da beraberinde getirmektedir. Ciddi tecrübelere rağmen yaşanan göç politikalarındaki bu aksaklıklar, kurumsallaşamamanın mı yoksa kasıtlı politikasızlığın bir sonucu mudur?
Ahmet Sapmaz, Ali Eravcı, Ali Tokmak, Aslı Yiğit, Aytaç Durmaz, Burcu Özdemir, Duygu Dersan Orhan, Emel Kahraman, Emirhan Kaya, Erdem Eren, Ferdi Güçyetmez, Gamze Helvacıköylü, Gökhan Cin, Halit Hamzaoğlu, Hasan Hüseyin Tekin, Hayrettin Güler, İdil Tunçer Kılavuz, İskender Karakaya, Kemal Kantarcı, Kezban Acar, Levent Aydın, Mehmet Tunahan Çelik, Melih Demirtaş, Metin Kıratlı, Moldyr Komekova, Murat Yorulmaz, Onur Limon, Salih Yılmaz, Serdar Yılmaz, Sezai Özçelik, Sibel Mehter Aykın, Sina Kısacık, Tibet Abak, Tuğçe Dündar, Victoria Bilge Yılmaz, Yeşim Güçlü Geniş bir tarihî arka plana sahip olan Türk-Rus ilişkilerinin gelişmesi adına Rusya'nın her yönüyle bilinmesi büyük önem taşımaktadır. Günümüzde Türk-Rus ilişkileri bir taraftan tarihten beri görülmedik derecede gelişme dönemleri yaşar­ken diğer taraftan stratejik ve bölgesel politikalar karşısında sergiledikleri farklı yaklaşımlar nedeniyle birtakım meydan okumalar ve sınamalarla da karşı karşıya kalmaktadır. Fakat hem Rusya hem Türkiye, dış politikadaki görüş farklılıklarının ülkelerin birbirine yönelik tehditkâr politikalara dönüştürülmemesi gerektiği gö­rüşüne uyum sağlamıştır. Barışın tesisi ve istikrarın korunması açısından tarihî, etnik ve kültürel bağlar ile coğrafi konumlarından dolayı Türkiye ile Rusya arasın­daki ilişkiler sadece kendileri açısından değil, bölgede geniş çaplı ilişki içerisinde oldukları diğer ülkeler için de çok önemli hâle gelmiştir.
Rusya ve Türkiye, Suriye, Irak, Libya gibi bölgelerde her ne kadar farklı stra­tejilere sahip olsalar da zamanla iş birliğinin faydalarını görmüşler ve sürdürüle­bilir ilişki modelini benimsemişlerdir. Ukrayna konusunda Türkiye her ne kadar Rusya'nın politikalarını desteklemediğini açıklamışsa da diğer Batı ülkeleri gibi yaptırımlara katılmamıştır. Rusya'ya yaptırım uygulamayan ender ülkelerden bi­risi olarak Türkiye, dünyada Rusya-Ukrayna barışına giden yolda ara bulucu rolü üstlenebilecek tek ülke konumuna gelmiştir.
Rusya'nın tarihî, kültürel, siyasi, ekonomik, askerî, hukuki ve diğer alanlardaki politikalarını anlamak adına bu kitabın faydalı olacağını düşünüyoruz. Alanında uzman isimlerin yazmış olduğu makalelerden oluşan “Geçmişten Günümüze Rus­lar ve Rusya” eserinin bu sahada çalışanlar, ilgililer ve bütün okuyucu­larımız için faydalı olmasını dileğiyle.
Mükerrem Şahin Uranyum ve nükleer silah; her biri tek başına bile dünya için tehlike ifade eden kelimeler. Egemen güçler elde ettikleri bu silahlara, başka kimse yapmasın diye her platformda engeller koymuş, kimsenin teknolojinin detaylarını bilmesine izin vermemişlerdir. Bu kitapta bu yüzden atom bombası süreçlerine, bilim insanlarının hayatları ve işleri bitince yaşadığı olumsuzluklara, müslüman bir ülkenin nükleer konusunda aldığı yola ve hikâyesine özel olarak yer verilmiştir. Mühendislerin ve teknik insanların daha iyi anlaması için zenginleştirme teknolojilerin detaylarına, hangi teknolojinin şu an dünyada uygulanır olduğuna tek tek yer verilen kitapta ayrıca 1977 yılında Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın talimatı ile ülkemizde MTA'da da başlatılan ve sarı pasta (zenginleştirilmiş uranyum) eldesi ile neticelenen ancak 12 Eylül Darbesi ile kapatılan ve ekipmanları yok edilen proje özünde ülkemizin nükleer macerasına ayırca değinilmiştir. Kitap, başka nükleer bir değer olan toryumun eldesi ve işlenmesi ve kullanımı konusunda özel teknolojilere ve ülkemizde yapılması gerekenlere de yer vermiştir. Nükleer teknoloji mühendisliği öğrencilerine, makine mühendisliği ve enerji mühendisliği öğrencilerine iyi bir rehber olarak hazırlanan, nükleer konusunda uranyum ve toryum için teknolojik ve siyasi olarak özel bir yol haritası sunan kitabın, gelecek nesillere rehber olması dileği ile...
Nihat Yazılıtaş Bilinen en eski gezgin Yunanlı tarihçi, coğrafyacı ve filozof olan Strabon (MÖ 64-MS 24)'dur. Strabon'dan sonra günümüze kadar çok sayıda gezgin dünyayı dolaşmış ve gezip gördükleri yerleri seyahatnamelerinde anlatmışlardır. Bu eserlerinde, gittikleri yerlerin coğrafyasından, orada yaşayan insanların hayat tarzlarından, kültürlerinden, medeni durumlarından, inançlarından, mimari yapılardan, ticari hayattan, oralarda anlatılan olağanüstü olaylardan, hikâyelerden, efsanelerden ve daha birçok şeyden bahsetmişlerdir. Bu bağlamda seyahatnameler, tarihi açıdan özellikle de kültür tarihi açısından son derece önemli kaynaklardır.
Her gezgin, seyahatine, içinde yetiştiği kültür çevresinin ona yüklediği kendi inançları ve kabulleri ile yola çıkar. Gördüklerini de buna göre değerlendirir. Bundan dolayı bu çalışmada seyahatnameler belirlenirken farklı kültür ve inanç çevrelerine mensup seyyahları seçilmeye gayret edilmiştir. Böylece, Irak'tan Sünni Müslüman İbn Fazlan (IX. yy.), İran'dan Şiî Müslüman Nâsır-ı Husrev (XI. yy.), İspanya'dan Yahudi Benjamin ve Alman Yahudisi Petachia (XII. yy.), yine İspanya'dan Sünni Müslüman el-Gırnâtî (XII. yy.), İtalya'dan Hristiyan Marco Polo (XIII. yy.), Fransa'dan Hristiyan misyoner Wilhelm Von Rubruk (XIII. yy.), Fas'tan Sünni Müslüman İbn Battûta (XIV. yy.) ve son olarak da Almanya'dan Hristiyan Johannes Schiltberger (XIV-XV. yy.) bu çalışmaya dâhil edilmiştir. Böylece kendi zamanlarında Ortaçağların bilinen üç kıtasını gezen ve farklı inanç ve kültür çevrelerinden gelen bu gezginlerin gözünden, bu coğrafyalarda yaşanan, kimileri gerçek ama çoğunluğu gerçek olamayacak kadar olağanüstü olan fantastik hikâyeleri bir araya getirerek okuyucuya sunduk. Okuyucular bu fantastik hikâyeleri okumaya başladıklarında günümüzde popülerliği artmış olan fantastik hikâyelerin, romanların, dizilerin ve filmlerin konularıyla bu fantastik hikâyeler arasındaki benzerlikleri, yani bu modern çalışmalara Ortaçağ anlatılarının nasıl kaynak etmiş olduğunu da göreceklerdir.
Hakan Yıldız Göynüklü Ahmed Efendi, yüz yılı aşkın ömründe Osmanlı maliyesinin ikinci yöneticiliğine (şıkk-ı sani defterdarı) kadar yükselmiş çok tecrübeli bir Osmanlı bürokratıdır. Bir asra yakın memuriyet hayatı boyunca bizzat katıldığı Rus (Prut), Venedik (Mora), Avusturya, İran seferlerinde gördüklerini ve duyduklarını günü gününe kaydetmek suretiyle yazdığı Tarih resmî belgelerde bahsi geçmeyen ya da ayrıntısı bulunmayan 18. yüzyılın çeşitli olaylarına dair ilk ağızdan bilgiler veren önemli bir kaynak eserdir. Bu kitap, Göynüklü Ahmed Tarihi'nin bilinen iki nüshasının 1711-1714 yıllarındaki Rus seferi ve sefer teşebbüslerine ait kayıtlarının tenkitli metin çalışması ve değerlendirmesinden oluşmaktadır. En önemli özelliği ise 1711 Rus Seferi'nde Prut kıyısında yaşananlar ve günümüzde hâlâ tartışılan rüşvet konusu ile ilgili başka hiçbir kaynakta olmayan delil sayılabilecek bilgiler ve ayrıntılar içermesidir.
Kurtuluş Öztürk Halil Hâlid Bey (1869-1931); akademisyen, gazeteci, parlamenter ve diplomat olarak yurt içi ve yurt dışında önemli vazifeler üstlenmiş çok yönlü bir Osmanlı entelektüelidir. Cambridge Üniversitesi’ndeki uzun hocalık deneyimi (1897- 1911), onu özellikle İngiliz ve Avrupa siyaseti konusunda döneminin en yetkin isimlerden biri haline getirmiştir. Ayrıca Cezayir, Sudan, Mısır ve Hindistan’ı içine alan geniş bir coğrafyada yürüttüğü çalışmaları sebebiyle İslam dünyasını da yakından tanımaktadır.
Halil Hâlid Bey, Batı işgal ve sömürgeciliğine karşı Osmanlı Devleti’nin ve Müslüman Doğu toplumlarının hukukunu etkili bir şekilde müdafaa etmiş, olacaklar konusunda önceden uyarılarda bulunmuştur. Üstelik bütün bunları Avrupa’da İngilizce, Fransızca ve Almanca olarak kaleme aldığı gazete yazıları, makale ve kitaplarıyla yapmıştır. Bu kitapta Halil Hâlid’in yaşam öyküsü, düşünceleri ve deneyimleri incelenmiştir.
Fikir ve Hareket İncelemeleri dizisi ile İslamcılığın fikri birikimini yansıtan ve hemen hemen her alanda karşımıza çıkan temel isimler, dergiler, meseleler hakkında bir çerçeve ve özgün bir bakışın ortaya konulması amaçlanmaktadır. Dizide yer alacak kitaplar, İslamcılık düşüncesinin farklı alanlarında merak edilen mevzuları kapsamaktadır. Bu çerçevede, meselelerin temel bir zeminde ve giriş düzeyinde anlaşılmasına katkı sağlaması hedeflenmektedir.
Murat Karataş

25 Nisan 1915 tarihinde İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’ye çıkarma yaptıkları yerlerden biri olan Anadolu Yarımadası’ndaki Kumkale, bugün Çanakkale Savaşları’nın unutulmuş bir alanıdır; oysa burası, Türk ve Alman rütbelilerinin riski yüksek olarak değerlendirdikleri bir bölgedir. Hatta burada, Gelibolu Yarımadası’na nispeten daha fazla kuvvet bulundurularak olası çıkarmaya karşı savunma düzeni alınmıştır. Fransız birlikleri Kumkale’ye çıkıp gerilerde kümelenmiş Osmanlı birlikleri ile karşılaştıklarından, Kumkale’nin kolayca elden çıkmayacağını anlamışlardır. İki gün boyunca süren çetin çarpışmalar neticesinde, Fransızlar burada tutunamamış, apar topar tahliye edilerek Seddülbahir bölgesine alınmışlardır. Fakat akıllarda halen şu soru vardır:


Acaba, Kumkale çıkarması sadece bir gösteri harekatı mıydı?



Çanakkale Savaları’nın ilginç bir yönünü teşkil eden Kumkale Savaşı, bir bütünün parçası olarak görülse de içerisinde barındırdığı çelişkiler, yaşanan olaylar ve sonuçları bakımından İtilaf Devletleri’nin Çanakkale serüveninin özeti niteliğindedir.


Eski harfli basma eserler dizimizin ilk kitabı olan çalışma, I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’nin bilinmeyen yönlerini ortaya koyması sebebiyle önemlidir. Kitap, kafalarda Çanakkale Savaşı’na dair var olan soru işaretlerinin birçoğunu ve belki de en önemlilerini kaldıracaktır.
Ahmet Tetik, Yusuf Dinçel Devlet, içinde barındırdığı çok sayıda hükmi şahsiyetlerin üzerinde, bir hükmî şahsiyettir. Varlığını devam ettirmek yükümlülüğünün şuuruyla aktarılagelen özgün değerleri, zamanın değişken şartlarında korumanın yanı sıra, sürekli diri tutmakla da mükelleftir.
1918 yılına gelindiğinde, topyekûn harbin çehresi, yıkılan Çarlık Rusyasının değiştirdiği dünya düzeniyle, belirsizliğe bürünmüştür. Osmanlı Devleti'nin idarî kademelerindeki sivil ve asker devlet memurları, bu puslu havada, en güvenli çıkış yollarını, stratejik istihbarat öngörüleriyle ararlar.
Harekât alanı, cepheler ve cephe gerisidir. Stratejik istihbaratta, harekât alanından toplanan bilgilerin ışığında belirlenen hedeflerin elde edilmesi veya üzerinde etkinlik sağlanmasına yönelik faaliyet planlarının hazırlanmasındaki yeterlik, başarının temelidir. Açık istihbarat kaynağı da basındır. Hâriciye Nezâreti Matbûât-ı Umûmiye Müdîriyeti ve Başkumandanlık Vekâleti İkinci Şube Müdîriyeti memurları, iç ve dış basında, devletin uluslararası ilişkilerindeki siyasetine rehberlik edecek verileri toplarlar.
Öncelikle İngiltere, Fransa, İsviçre, Almanya, Bulgaristan ve diğer ülkelerin basınında takip edilen gazetelerde, haber ajanslarında Devlet-i Aliyye'nin lehinde ve aleyhinde çıkan haberler, makaleler ve yorumlar, önyargıdan uzak ve bütüncül bir bakış açısıyla tercüme edilerek; Hâriciye Nezâretince “İstihbârât-ı Siyâsiye-i Umûmiye Mecmûası”, Başkumandanlık Vekâleti İkinci Şubesi tarafından da “İstihbârât-ı Siyâsiye Ceridesi” başlıkları altında, “gayet mahrem” gizlilik derecesiyle, ilgili birimlerin dikkatlerine sunulur. Karar vermeye yetkili makamlar, böylece günlük siyasetin dışında, dost ve düşman devletlerin basınlarına yansıyan iç ve dış siyasetlerine dair anlayışlarından haberdar olurken, takip edilecek yolu da tespit imkânı elde ederler.
“Hâriciye Nezareti ve Başkumandanlık Vekâleti Siyasî İstihbârât Raporları” devlet idaresinin sayfalarından bir kesit…
Murat Karataş İtilaf Devletlerinin 25 Nisan 1915 tarihindeki üç ayrı ana bölgeye yaptıkları çıkarmalardan birisi olan Arıburnu-Conkbayırı hattı ve daha sonra Anafartalar-Suvla hattı, Kuzey Bölgesi Kara Muharebelerinin temelini oluşturur. Birçok açıdan iki taraf için de savaşın en önemli bölgesi niteliğindedir. Bu nedenle muharebeler detaylarıyla incelenmeye çalışılarak haritalar üzerine işlenmiştir. Gerektiği yerde her gün için hazırlanan haritalar, bölgedeki muharebeleri daha anlaşılır kılacaktır. Osmanlı yazılı ve görsel kaynaklarına dayanılarak arazi tetkikleri ile desteklenen bu çalışmanın aşağıda örnekleri verilmiş soruların yanı sıra kişilerin Çanakkale Savaşlarına ilişkin akıllarında bulunan birçok soruyu yanıtlayacaktır.


İngiliz çıkarma kuvvetleri, Osmanlı birlikleri tarafından ne zaman fark edildi?

İngiliz birliklerinin karaya çıkmasına müsaade edildi mi?

27. ve 57. Alayın, muharebeleri kilitleyen müdahaleleri nasıl oldu?

Osmanlı birliklerinin, İngiliz birliklerini tuttuğu hatlar nereler?

İngiliz birlikleri Conkbayırı’nı ele geçirdiler mi?

Muharebelerdeki detaylar neler?

Mustafa Kemal’in kuzey bölgesi muharebelerindeki rolü nedir?

Osmanlı birliklerinin zayiatı ne kadar?
Hasan Tuncer MÖ. 2. bin yılın en büyük imparatorluklarından birisi olan Hitit ile ilgili bilgilere, Hititçe çivi yazılı metinler sayesinde ulaşabilmekteyiz. Siyasi, ekonomik, dinî vs. gibi birçok içeriğe sahip farklı belgelerin yer aldığı bu tabletlerden Hitit ülkesinin dokuma alanındaki gelişimini de takip edebilmekteyiz. Dokuma ürünleri, Hitit hayatının hemen her sahasında kendini göstermiştir. Bu ürünler, bir kıyafet olarak giyilmelerinin yanında kimi zaman bir ip ve kimi zaman da bir kumaş veya bez olarak karşımıza çıkmıştır. Büyücü kadınların en önemli ritüel malzemelerinden birisi olan dokuma ürünleri, ekonomik anlamda çeşitli fiyatlara sahip olmasının yanında devletler arası ilişkilerde de kendine yer bulmuş ve kimi zaman bir hediye kimi zaman da vergi olarak metinlerdeki yerini almıştır. Elimizdeki belgelerden yola çıkarak onlarca dokuma ürününün varlığından söz edebiliriz. Kitabımızda, bu ürünlerin öncelikle anlamlarını açıklayarak, ardından siyasi, ekonomik ve dinî hayattaki kullanım yerleri ve şekilleri hakkında bilgiler sunmaya çalıştık.
Kubilay Çelik Tarihe 93 Harbi olarak geçen Osmanlı-Rus Savaşı'nda, Osmanlı ordusu yenilince tam kırk yıl (1877-1917), Rusların işgalinde kalan Kars, Gazi Mustafa Kemal'in merakına mazhar olmuştu. 29 Ekim 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin daha bir yılı dolmadan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Sonbahar Gezileri kapsamında, 6 Ekim 1924 tarihinde, merak ettiği Kars'a, eşi Latife Hanım ve maiyetiyle birlikte geldi.
Gazi'nin Kars'a gelişi, âdeta bir bayramdı ve öyle de kutlanmalıydı. Ancak tüm Türkiye gibi Kars halkı da yoksuldu. “Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya armağan olsun.” diye Hoş Gelişler Ola, Mustafa Kemal Paşa folklorik türküsünü bestelediler. Kars'a, tren istasyonuna indiğinde, çalınıp hep bir ağızdan söylenen ve oynanan bu türkü, Gazi Paşa'yı oldukça memnun etmişti. Kars'ta beş gün kalmayı planlayan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Başvekil İsmet İnönü'den gelen “Paşam, Musul elden gidiyor.” telgrafıyla bu gezisini sekiz buçuk saatte keserek Ankara'ya dönmek zorunda kalmıştır. Ancak Kars'ta kaldığı süre içinde, bu türküyü, üç-dört kez istemişti. Oldukça memnun kalan Gazi, türkünün söz yazarı ve bestecisini, kendi kişisel çekiyle 500'er lirayla ödüllendirdi (Bu türkünün bestecisinin hazin ölümü sonucu, evinde yapılan aramada, Mustafa Kemal'in kendisine verdiği çek bulundu. Sanatçı, Gazi Paşa'nın bu çekini bozdurmamıştı).
Bu arada Kars Türk Ocakları, Latife Hanım'dan, 1925 yılında Ankara'da düzenlenecek olan konferansta kendilerini temsil etme ricasında bulundu. Gazi Paşa'nın da “Olur”uyla Latife Hanım, Ankara'da Kars delegesi oldu. Dönüşte Sarıkamış'a uğrayan Gazi Mustafa Kemal ve eşi Latife Hanım arasında başlayan şiddetli tartışma sonucu, Gazi Paşa, Başvekil İsmet İnönü'ye bir telgraf çektirerek boşanma işleminin başlatılmasını istedi. Eğer Latife Hanım, Gazi Mustafa Kemal'den boşanmasaydı ilk seçimde Kars Milletvekili olacaktı.
Mustafa Çakıcı Mali itibar, başkasının sermayesinden geçici olarak yararlanabilmek kabiliyetidir. İtibar üzerine kurulan borç senetlerini, servetin değişim vasıtası haline koyan işlemler, adı geçen senetlerin emre muharrer veya hamiline ait olmak üzere düzenlenmesi yöntemlerinin oluşturulmasıyla meydana gelmiştir. 20. yüzyıla kadar kullanılan ticarî senetler poliçe, bono, çek ve süftece idi. Bu senetler içinde en yaygın olarak kullanılanı ise poliçeydi. Poliçenin ortaya çıkış tarihiyle ilgili farklı iddialar ve yaklaşımlar bulunmakla birlikte, 17. yüzyılın sonlarına doğru keşfedilen "ciro" ve "emir kaydı", poliçe kullanımını kolaylaştırmıştır.
Osmanlı Devleti'nde, poliçe kayıtlarına 17. yüzyılın ortalarından itibaren rastlanmaktadır. Madeni para naklinin masraflı ve tehlikeli olması ile Avrupayla ilişkilerin gelişmesi poliçe kullanımını artırmıştır. Yine de ilk dönemlerde, yeni bir yöntem olan poliçeye yeterince güven duyulmaması, poliçe kullanımını sınırlamıştır. Bundan dolayı Osmanlı Devleti'nde poliçe, 19. yüzyılda yaygınlık kazanabilmiştir.
Standart bir hukuki durumu bulunmayan poliçe, 1850 yılında yürürlüğe giren Ticaret Kanunnamesi ile bir düzene kavuşmuştur. Genel olarak poliçeden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözüm yeri olan ticaret mahkemelerini, daha sağlıklı bir hukukî yapıya kavuşturan Ticaret Kanunnamesi Zeyli, hukuki altyapıyı daha da sağlamlaştırmıştır.
Kayıtlar, Osmanlı coğrafyasında yurt içi poliçe kullanımının, özellikle günümüz Türkiyesi sınırları ile Rumeli ve kısmen kuzey Suriye, Filistin bölgelerinde yaygınlaştığını göstermektedir. Ayrıca 19. yüzyılda, Avrupa'ya ve Avrupa'dan Osmanlı Devleti'ne; özellikle İstanbul'a bir hayli poliçe keşide edilmiştir. Sonuç olarak poliçe, Osmanlı Devleti'nin yıkılışına kadar, ticarî hayattaki önemini korumuştur.
Sempozyum I. DÜNYA SAVAŞI’NIN 100. YILDÖNÜMÜ ULUSLARARASI SEMPOZYUMU - 100TH ANNIVERSARY OF I. WORLD WAR INTERNATIONAL SYMPOSIUM
Keith D. Dickson O en muhteşem nesle şekil vermiş savaşı keşfedin! II. Dünya Savaşı yirminci yüzyıldaki anlaşmazlıkların en yıkıcısıydı. Peki, bu savaş nasıl ve neden oldu? Büyüleyici anekdotlar, ilginç ek bilgi kutuları ve Efsane 10'lar listeleri ile dolu olan bu kaynak, savaşa neden olan meseleler hakkında sizi bilgilendirirken Pearl Harbor'dan Yahudi Soykırımı'na, D-Günü'nden Hiroşima'ya kadar her şey ve daha fazlası hakkında işin aslını anlatıyor.
• Bir liderin fikirlerinin bir ülkenin kaderini nasıl çizdiğini öğrenin! Hitler'in komutanları ile ilişkisi ve yanlışa sürüklenişi hakkında bilgi sahibi olun.
• Bir buluşun insanlık tarihine nasıl kara bir leke çaldığını görün! Atom bombasının keşfini ve bunun insanlık tarihi için nasıl kötüye kullanıldığını okuyun.
• Bir kıtanın sınırlarını yeniden çizin! Savaş süreci ve sonrasında Avrupa'da el değiştiren şehir ve bölgelerde gezinin.
• Toplumların savaş karşısındaki mücadelesini izleyin! Doğrudan savaşın içinde olmayan insanların savaştan nasıl etkilenip nereden nereye sürüklendiğini görün ve bunun günümüz toplumlarına yansımalarını takip edin.
• Üç kıtanın bir savaşın çevresinde bir araya gelmesine şahitlik edin! Savaşın büyük resmine bakarak sadece karada değil, denizde ve havada da gerçekleşen çatışmaları gözlemleyin.
Kitabı açın ve
• Savaşın kökenini ve amaçlarını,
• Diktatörlerin yükselişini,
• Mihver ve Müttefik Devletlerin kimler olduğunu ve ittifakların kuruluşunu,
• Faşizm ve Nazizm kavramlarını,
• Normandiya Çıkarması'nın detaylarını,
• Avrupa'daki güç dengelerinin değişimini öğrenin.
Çağıl Sağun Girit, stratejik konumu nedeniyle fatihlerin dikkatini her yüzyılda üzerine çekmeyi başarmış Akdeniz'in en önemli adasından biridir. Girit, Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanması ile Yunan siyasetinin bir parçası hâline gelmiş ve bu durum, Girit'in XIX. yüzyılını âdeta isyanlar yüzyılı hâline getirmişti. Girit ayrıca büyük devletlerin konsoloslarının Şark meselesini uygulama alanı da olmuştu. Özellikle İngiltere'nin Girit'te uyguladığı ikili politika, Girit'in kaderini de etkileyecek ve XIX. yüzyıl, Girit'i Osmanlı İmparatorluğu için âdeta bir “çözümsüzlük” ve "emanet (vedia)" hâline getirecekti. II. Meşrutiyet'in ilanı, Girit'e olan Osmanlı kamuoyunun ilgisini de arttıracaktı. Osmanlı Hükûmeti'nin Girit politikası, “statükonun devamı” çerçevesinde olayları protesto etmek ve İngiltere'ye güvenmekten ibaretti. Bu nedenle Osmanlı kamuoyu, Girit'te Osmanlı hukukunun yok sayılmasına ve Giritli Müslümanların feryatlarına tepkisiz kalmamış ve bu tepkiler, bilinçli bir eyleme dönüştürülerek önce protesto ve mitingler ile daha sonra da Yunanistan'a karşı boykot hareketleri ile kendini göstermişti. Mitingler halkın Girit için azim ve kararının göstergesi olmuş ve dönemin en yaygın sloganı "Ya Girit Ya Ölüm!" sözleriyle vücut bulmuştu. Girit için Yunanistan'a uygulanan boykot (1910-1911) ise âdeta “iktisadi harp” niteliğinde, o dönemin en uzun soluklu, en geniş katılımlı, planlı ve programlı bir halk hareketi olmuştu. Yunanistan'a boykot, 1911 yılı sonlarında noktalanmış ve 1913 yılında korkulan olmuş; Girit'in semalarında “mavi beyaz” bayraklar dalgalanmıştı.

Ahmed Refik ‘Osmanlı târîhinde, fi’l-hakîka, pek karışık ve ‘âdetâ nefretle yâd edilecek devirler vardır; fakat hiçbiri bu zorbalar idâresine makîs değildir. Hüsn-i niyetle başlayan, neticede koca bir devletin izmihlâliyle nihayetlenen bu devir, ‘Osmanlı târîhinin en elîm safhasıdır. Hiçbir zamanda ‘Osmanlı milleti, kendi efrâdı tarafından bu derece zâlimâne bir gadre uğramamışdır. Hiçbir devirde ‘Osmanlı devleti, dört beş zorbanın şekaveti yüzünden bu mertebe acıklı bir felâkete giriftâr olmamışdır. Hiçbir vakitde ‘Osmanlı pâdişâhı, etrafında dökülen kanlardan, sönen hânümânlardan bî-haber,
geçici bir saltanatın parıltıları içinde, bedbaht milletinin felâketini idrak edemeyerek ecdadının mukaddes mîrâsını düşmanlara parçalatmamışdır. Sultan Mehmed-i Hâm
Mesut Hakkı Caşın Hiçbir savaş; kendisini hazırlayan tarihsel, siyasal, etnik, dinsel, ekonomik, kültürel ve ticari çıkarların oluşturduğu çok katmanlı birikimden bağımsız anlaşılamaz.
Bu bağlamda İkinci Dünya Savaşı isimli bu eser; İkinci Dünya Savaşı'nın görünür olanın ötesinde yer alan iç içe geçmiş karmaşık nedenlerini gün ışığına çıkarmanın peşine düşerken ekonomik ve siyasal krizlerin totaliter rejimlerin güçlenmesine etkisinin arka planını da girift nedenleriyle birlikte mercek altına almaktadır.
Ayrıca yirminci yüzyılın en kanlı çarpışması olarak İkinci Dünya Savaşı'nın sebep ve sonuçlarını seksen yıl sonra yeniden gözden geçirirken aynı zamanda seksen yıl sonraki sorunlarla karmaşık bağına da ışık tutarak günümüz dünyasındaki güç ilişkilerinin sıcak ve soğuk savaş potansiyelini anlamamızı sağlamaktadır.
Kitapta yer verilen belge niteliğindeki binlerce fotoğraf ise hem savaşa dair araç ve mühimmatı hem de savaşın dehşetini ve yıkıcılığını bir belgesel film niteliğiyle hafızalara kazıyacaktır.
Mesut Hakkı Caşın Hiçbir savaş; kendisini hazırlayan tarihsel, siyasal, etnik, dinsel, ekonomik, kültürel ve ticari çıkarların oluşturduğu çok katmanlı birikimden bağımsız anlaşılamaz.
Bu bağlamda İkinci Dünya Savaşı isimli bu eser; İkinci Dünya Savaşı'nın görünür olanın ötesinde yer alan iç içe geçmiş karmaşık nedenlerini gün ışığına çıkarmanın peşine düşerken ekonomik ve siyasal krizlerin totaliter rejimlerin güçlenmesine etkisinin arka planını da girift nedenleriyle birlikte mercek altına almaktadır.
Ayrıca yirminci yüzyılın en kanlı çarpışması olarak İkinci Dünya Savaşı'nın sebep ve sonuçlarını seksen yıl sonra yeniden gözden geçirirken aynı zamanda seksen yıl sonraki sorunlarla karmaşık bağına da ışık tutarak günümüz dünyasındaki güç ilişkilerinin sıcak ve soğuk savaş potansiyelini anlamamızı sağlamaktadır.
Kitapta yer verilen belge niteliğindeki binlerce fotoğraf ise hem savaşa dair araç ve mühimmatı hem de savaşın dehşetini ve yıkıcılığını bir belgesel film niteliğiyle hafızalara kazıyacaktır.
Reyhan Çelik Savaş olgusunun insanlık üzerindeki maddi ve manevi etkisi tartışılmazdır. Her savaş; ölümleri, kayıpları, sakatlıkları, esareti beraberinde getirir. Yirminci yüzyılın en büyük yıkımlarından biri olan İkinci Dünya Savaşı da farklı açılardan da olsa tüm dünyayı etkileyen bir savaştır. Bu savaşın Asya ayağını oluşturan unsurlardan biri olan Almanya-Sovyet Rusya savaşı da savaşın en kanlı sürecidir. Ekonomik ve ideolojik temellere dayanan bu savaşta, yalnızca Sovyetler Birliği'nden yaklaşık 25-27 milyon insanın çeşitli nedenlerle yaşamını yitirdiği bilinir. Bunca kayba neden olan savaş sırasında edebiyat ve sanatın farklı alanları da bir miğfer görevi üstlenmiştir. Savaşın ilk günlerinden itibaren edebiyatçılar ve sanatçılar düşmana karşı topyekün bir seferberlik hâline girerler. Bunun doğal sonucu olarak da Sovyet dönemi Rus edebiyatında “savaş edebiyatı” kavramı ortaya çıkar.
Bu kitabın birinci bölümünde, savaş kavramının tarih sayfalarındaki değişim ve gelişim sürecinin yanında İkinci Dünya Savaşı'nın gelişim evreleri ve sanatın her alanında (marşlar, filmler, afişler, besteler, makaleler, deneme yazıları, romanlar, öyküler, şiirler vb.) yapılan faaliyetler anlatılmaktadır. İkinci bölümünde ise savaş yıllarının önde gelen yazar ve şairlerinin yaşamları ve savaş sırasında ve sonrasında savaşla ilgili kaleme aldıkları eserlerden bahsedilmektedir.
Kitap, tarihi bir yaklaşım gözeterek İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Sovyet edebiyatını ele almaktadır. Dolayısıyla insanlık tarihinin temel gerçeklerinden biri olan savaşın tarihi süreçteki önemini, gelişimini ve İkinci Dünya Savaşı'nın Sovyet dönemi Rus edebiyatı üzerindeki etkisini öğrenmek isteyen herkese hitap edebilir. Bu bağlamda, hem tarih ve edebiyata ilgi duyan genel bir okuyucu kitlesine hem de Rus Dili ve Edebiyatı alanında eğitim alan her seviyedeki öğrenciye katkı sağlayacaktır.
Kader Akdağ Sarı İmparatorluklara yüzyıllarca başkentlik eden İstanbul, önce saltanatın kaldırılması, ardından cumhuriyetin ilanı ve son olarak halifeliğin kaldırılmasıyla idari vasfını tümüyle kaybetti. Türkiye Cumhuriyeti'nin Ankara'yı başkentlikle "onurlandırması" ise stratejik kaygılardan öte tümüyle genç devletin hedeflediği modern ulus devlet amacıyla ilişkiliydi. Oysa İstanbul'un temsil ettiği değerler, sahip olduğu tarihî geçmiş ve barındırdığı unsurlar, iktidar açısından ulaşılmak istenen modernleşme hedeflerine birer engeldi.
Yeni iktidara göre fazlasıyla "İslâmî" ve "kozmopolit" bulunan, aynı zamanda kontrol edilmesi güç unsurlarıyla güven telkin etmeyen İstanbul, yoksul kalmış Anadolu'nun müsebbibiydi. Kalkınma hamlelerinde Anadolu'nun önceliğine önem verilirken "çürümüş geçmiş" olarak tanımlanan
Osmanlı'yla hesaplaşılması yeni ideoloji açısından tutarlı bir girişimdi. Bu idealler çevresinde Cumhuriyetin ilk yıllarıyla birlikte alman siyasi ve iktisadi kararlar; nüfusu gerilemiş, idari fonksiyonlarını yitirmiş, bir zamanların ticaret merkezi olan İstanbul'u, ihmallerin ve kayıtsızlığın hüküm sürdüğü bir evreye sürükledi. İmkânsızlıklarla mücadelenin simgesi durumundaki örnek ve fedakâr kent Ankara'nın modernleşme sürecindeki gelişimi, yeni Türkiye'nin vitrini olurken İstanbul, ötekileştirilip edilgen hâle getirildi. Ulusal kalkınma hedeflerinde birikiminden yararlanılmayan İstanbul, başta ticari olmak üzere birçok alanda ekonomik üstünlüğünü kaybetti. Elinizdeki kitap, bahsi geçen iddiaları iki bölümde toplamaktadır. İlk bölüm, modern ulus devlet bağlamında Ankara'nın önemine dikkat çekerken ikinci bölüm, başkentlik sonrası İstanbul'un hükümet politikaları karşısındaki durağanlaşma ve gerilemesine yoğunlaşmıştır.
Abdül Halim Varol, Cevdet Yakupoğlu, Ergin Ögcem, Erhan Ateş, Halil İbrahim Gökbörü, Kemal Taşcı, Mehmet Vural, Mustafa Hizmetli, Mustafa Uyar, Özgür Tokan, Özkan Dayı, Seyfullah Kara, Tunay Karakök İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi kitabı, Orta Çağ Müslüman ve Türk devletlerinin tarihini konu edinen yeni ve özgün bir çalışmadır. Kitap, kronolojik bakımdan geniş bir tarihi dönemi kapsamaktadır. Bu süreçte İslamiyetin zuhuru, Türklerin İslam dinini kabulü, Müslüman Türk devletlerinin kuruluşu ve İslam dünyasındaki hâkimiyetleri; ayrıca bu devletlerin teşkilat, kültür ve medeniyet mevzuları işlenmiştir. Böylece bir yandan İslam tarihi içinde gelişen siyasi, sosyal ve kültürel mevzular; bir yandan da ilk Müslüman Türk devletlerinin siyaset, teşkilat, kültür ve medeniyet konuları ele alınmıştır. Kitaptaki konular, özgün bir yaklaşım ve akademik bir üslup içinde kaleme alınmıştır. Alanında uzman çok sayıda akademisyenin katkısıyla hazırlanan İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi kitabı, üniversiteler için de ders kitabı niteliğindedir.
Cengiz Dönmez, Kubilay Yazıcı

Ülkemizde T.C. İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük konuları, İlköğretimden – Yükseköğretime kadar bütün eğitim kurumlarında öğretilmektedir. Ancak bu ders ve konuların öğretimi geçekleştirilirken, dünyadaki benzer nitelikli ders ve konuların öğretimi sırasında benimsenmiş, çağdaş yöntemi teknik ve stratejilerin kullanılmadığı görülmektedir. Özellikle Atatürkçülük konularında, programlarda değer boyutunun dikkate alınmamış olması sebebiyle, istenilen sonuçların tam olarak alınması mümkün olamamaktadır. Bu durumu ortadan kaldırmaya yönelik, bazı teşebbüslerde bulunulmuş olsa da, şimdiye kadar, çözüm önerilerini de içeren, ciddî bilimsel ve akademik çalışmalar yapılmamıştır.İşte bu kitap, T.C. İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük konularının eğitim-öğretiminde mevcut sorunların ortadan kaldırılarak, daha olumlu sonuçların alınmasına yardımcı olmak amacıyla hazırlanmıştır. Başta öğretmen adayları, öğretmenler ve akademisyenler olmak üzere, ilgili tüm kesimlere sorunlarla birlikte çözüm önerileri de sunan bu kitap, alanındaki ilk çalışma niteliğindedir.T.C. İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük konularının öğretiminde; kavramla birlikte konuların değer ve beceri boyutunun da göz önünde bulundurularak, uygun yöntem, teknik ve stratejilerle, uygun araç-gereçlerin nasıl kullanılması gerektiğine dair geniş bilgilerin yer aldığı kitap, bu konuların öğretiminde istenilen hedeflere ulaşılmasına büyük katkı sağlayacaktır.



Aydın Usta, Cihan Piyadeoğlu, Ertuğrul Ökten, Hasan Asadi, Hasan Asadi, Hayrunissa Alan, İsmail Pırlanta, Mehmet Dağlar, Meryem Gürbüz, Mesut Demir, Mustafa Uyar, Osman Gazi Örgüdenli, Reza Bigdelo, Serhan Afacan, Şefaattin Deniz, Şefaattin Deniz, Touraj Atabaki, Yılmaz Karadeniz, Zienab Ahmadvand, Zohair Siamian Gorji Elinizde bulunan kitap, İran'da İslam fetihlerinden İslam Cumhuriyeti’ne kadar olan dönemde tarihyazımını ve kaynaklarını inceleyen bir çalışmadır. Türkiye, İran ve Avrupa'dan tarihçilerin katkılarıyla meydana gelen bu eser, ele alınan görece uzun ve hanedan esasına göre alt dönemlere ayırılan asırlara ilişkin ağırlıklı olarak eleştirel bir bibliyografya ve belirli ölçüde tarihyazımı tartışmalarını içeriyor.
Bu amaçla kitapta, Tevaifu'l-Mülûk, Sâmânîler, Gazneliler, Selçuklular, Harezmşahlar, İlhanlIlar, Timurlular, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Safevîler, Afşarlar, Zendler, Kaçarlar ve Pehlevîler dönemlerinden her birinin kaynakları, o dönemde ihtisaslaşmış ve çeşitli eserler vermiş tarihçiler tarafından incelenmiştir. Alana yeni giren öğrenciler, özellikle lisansüstü olanlar kadar alanın uzmanları için de faydalı olacak bu eser, konunun ilgililerine her bir dönemin tarih kaynaklarına dair bilgi ve analiz sunmakta ve dönemler arasında tarih kaynaklarının ve tarih yazım dinamiklerinin, perspektiflerinin ve elbette kaynak türlerinin nasıl değiştiğini yahut devamlılık arz ettiğini görme imkânı sunmaktadır.
Ali Ahmetbeyoğlu, Altay Tayfun Özcan, Erhan Aktaş, Hayrettin İhsan Erkoç, Hikmet Demirci, Konuralp Ercilasun, Murat Öztürk, Mustafa Kalkan, Münevver Ebru Zeren, Osman Karatay, Osman Karatay, Tilla Deniz Baykuzu, Üçler Bulduk Dört bin yıllık Türk tarihinin önemli bir safhasını teşkil eden İslam öncesi Türk tarihi günümüzde sürekli artan bir ilgiye mazhar olmaktadır. Bunu hem akademik hem de popüler açıdan rahatlıkla iddia etmek mümkündür. Evlerin adresleri olduğu gibi insanların da adresleri vardır ve bu adresleri atalarıdır. Diğer uluslar gibi Türk ulusu da nereden geldiğini, atalarının kimler olduğunu hep merak etmiş, bu nedenden ötürü bu konuya eğilen eserlere de ciddi bir ilgi oluşmuştur. Geleceğin öğretmenleri olacak üniversite öğrencilerinin de bu konuya ilgi duymamaları mümkün değildir. Bu çalışma, hem doğru bilgiyi vermek hem de ilgilenenleri doğru kaynaklara yönlendirmek amacıyla yapılmıştır. Dönemi ele alan literatürde, isim ve terimlerin yazılışı ve okunuşu konusunda tam bir birliktelik olmasa da bu tartışma ve karmaşa en aza indirilmeye gayret edilmiştir. Zevkle okunması dileğiyle…
Ali Aktan Kitabın konusu, İslam dininin doğuş ve yayılış tarihidir. Hz. Peygamber, getirmiş olduğu dinin bütün Arap Yarımadası'na yayıldığını görme mutluluğuna erişmiştir. Onun vefatını izleyen yüz yıl içerisinde ise İslam devleti, tek merkezden idare edilen en büyük siyasi sınırlarına ulaşmıştır.
Kitabın giriş bölümünde, İslam tarihinin temel kaynakları tanıtıldıktan sonra, İslam öncesi Arap tarihi hakkında özlü bilgiler verilmiştir. Birinci ve ikinci bölümler, Hz. Peygamber'in hayatına ayrılmıştır. Bu bölümlerdeki ana başlıklar belirlenirken klasik siyer kitaplarında olduğu gibi kronoloji değil, konu bütünlüğü esas alınmıştır. Dört Halife Dönemi ve Emevîler ise ayrı birer bölüm olarak düzenlenmiştir. Türklerin kitleler hâlinde İslam'a girdikleri Abbasîler Dönemi'ne ise bu çalışmada yer verilmemiştir. Esasen tarih bölümü öğrencileri için hazırlanmış olan böyle bir eserde buna gerek görülmemiştir. Çünkü “İlk Müslüman Türk Devletleri Tarihi” gibi bazı derslerde, Türk tarihiyle ilgili olduğu ölçüde Abbasîlerden de söz edilmektedir.
Bu kitaptaki bilgiler, ilk defa burada ortaya atılmış değildir. Temel kaynakların yanı sıra, bu konuda yerli ve yabancı birçok araştırmacının yazdığı eserlerde daha fazlasını bulmak mümkündür. Bununla birlikte çok geniş bir zaman ve mekânı ilgilendiren bu bilgilerin tamamı belli bir hacim içinde sunulmuştur. Verilen bilgilerle yetinmek istemeyenler, dipnotlarda ve kaynakçada isimleri verilen eserlerden başlayarak başka kaynaklara da başvurabilirler. Bu kitap, bir ders kitabı olarak tasarlanıp hazırlanmış olmasına karşın, ele aldığı konu bakımından her kesimden okuyucuya hitap edecek mahiyettedir.
Adnan Demircan İslâm Medeniyeti insanlık tarihinin en büyük ve etkili medeniyetlerinden biridir. İnsanlığın sahip olduğu birikim ve kazanımların ortaya çıkışında İslâm Medeniyeti’nin önemli payı vardır. Bilindiği gibi bilgi ve hikmet insanlığın ortak malıdır. Müslümanlar da dünyanın en önemli medeniyetlerinden birisini kurdukları dönemde bilgi ve hikmetin korunmasına ve gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Mekke’de Hira Mağarası’ndan başlattığı medeniyet yürüyüşü günümüze kadar devam etmekte İslâm, insanlık için önemini korumaktadır. Bu sebeple geçmişte İslâm Medeniyeti’ne mensup milletlerin ve kurdukları devletlerin tarihini öğrenmek bugünü anlamak için önem arz etmektedir.
İslâm’ın doğduğu coğrafyadan ve dönemden başlayarak Osmanlılar dönemine kadar yaklaşık yedi asırlık dönemin ele alındığı kitapta hem siyasî tarih hem de medeniyet ve kültür tarihi açısından önemli olaylar ve olgular ele alınmıştır.
Siyasî ve bölgesel durum dikkate alınarak yapılan tasnifte siyasî tarihi ele alınan her dönemin sonunda medeniyet tarihi; toplum, siyaset, yönetim, adalet, ekonomi, maliye, eğitim, ilim ve kültür, mimari ve sanat, din gibi belli başlı konular çerçevesinde değerlendirilmiştir. Böylece İslâm Tarihi’nin sadece hanedanlar tarihinden ve savaşlardan ibaret olmadığı sosyal hayat, ilim ve kültür açısından da önemli gelişmelerin yaşandığı vurgulanmıştır.
Harun Şahin Tarihte kültür ve medeniyetlere müspet yönde rehber olmuş İslâm toplumlarının ekonomik ve sosyal tarihi günümüz akademik ve entelektüel çevrelerde daha fazla ilgi odağı olmaya başladı. Bu sebeple İslâm medeniyetinin ve müesseselerinin daha iyi anlaşılabilmesi için İslâmiyet öncesi Arap toplulukların tarihi bugüne kadar birçok çalışmaya konu olmuştur. Arap toplulukların yaşadığı coğrafya, kurdukları devletler, diğer milletlerle ilişkileri, kabile gelenek ve görenekleri, kabileler arası münasebetler ve ekonomik aktivitelerin neler olduğunun yeni anlayışa uygun ortaya konulması oldukça önemlidir. Bu doğrultuda yapılan araştırmalar, Arapların ve İslâm toplumlarının umumi dünya tarihi içinde önemli bir mevkiye sahip olduklarını göstermektedir.
Bu kitapta, İslâmiyet öncesi Arap tarihi bir iktisatçı gözü ile yeniden ele alınıp incelenmiştir. Arap tarihinin klasik ve yaygın anlatımlarından uzaklaşarak İslâmiyet öncesi Arapların toplum ve ekonomi dünyaları çok sayıdaki modern kaynak yardımıyla daha açık gösterilmeye çalışılmıştır.
Ahmed Refîk Kafkas Yollarında
AHMET REFİK
Erzurum kadınları, hattâ mini mini kızlar, tesettüre son derece ri’âyet ediyorlar. Ekseriyâ caddelerde, mahalle aralarında, kırmızı çizgili, ba’zan ipekli, ince hilâlî çarşaflar içinde alaca esvablar, yeşil ve kırmızı gül(l)ü şalvarlar giymiş hanımların misafirliğe gitdikleri görülüyor. Erzurum ahâlîsi gayet zekî ve mültefit. Sözleri düzgün. Esnafı bile ‘irfan sahibi. Onların, size iltifat içün bir: -Beğim, gözün üstüne gele, deyişleri var ki, bu basit cümlelerdeki teslîmiyetkârâne ve samîmâne edâlarına karşı Anadolu’nun bu serhad halkına kalben bir hürmet beslememek gayr-i kabil. Rus istîlâsı altında silâhsız yaşayan, Ermeni mezalimine çocuklarını, erlerini, hattâ kadınlarını kurban veren, işte bu halk...
Ramin Sadıgov 1917'de Rusya'da iki devrim meydana geldi. İlkinde, üç yüz yıllık Romanov hanedanı devrilerek Çar Nikola tahttan indirildi. İkincisinde, iktidara geçen Geçici Hükûmet, Bolşevikler tarafından silahlı isyanla uzaklaştırıldı.
Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmeleri, Rus toplumunu devrimci sol ideoloji yandaşları ve eski rejim taraftarları diye ikiye böldü. Dahası Bolşeviklerin dayatmacı, baskıcı, tek parti diktatörlüğüne dayalı siyasetleri toplumdaki ayrışmayı daha da derinleştirdi. Sonuçta, ülke 1917-1920 yılları arasında İç Savaş'a sahne oldu.
İç Savaş, Rusya'nın başkente yakın merkez şehirleri dışında hemen hemen bütün bölgelerinde yaşandı. Çatışmalar ülkeyi ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal bir çöküntüye uğrattı. Savaşın kazananı Bolşevikler, kaybedeni ise Rus halkı oldu. Zira halk dünya savaşından sonra iç mücadele yıllarında daha da yıprandı ve Sovyet yönetimi altında yaşamak istemeyen milyonlar ülkeden ayrıldı. Savaştan zaferle ayrılan Bolşevikler ise geride kalanlarla yeni bir toplum ve kendi ideolojilerine dayalı bir ülke tesis ettiler.
Kasım Hacıyev, Eyyub Ebdülezimov 1829 Edirne Antlaşması’ndan sonra bölgeyi işgal eden Ruslar, Osmanlı Ermenilerini, Türkmençay Antlaşması’ndan sonra da İran Ermenilerini Kafkaslara getirerek Dağlık Karabağ’a yerleştirmiştir. Sorunun başlangıç tarihi daha çok bu döneme tekabül etmektedir. Günümüzde Kafkas’ta Karabağ sorunundan daha ziyade bir Ermeni terör sorunu bulunmaktadır.
Peki, Karabağ neresidir, tarihsel sürecin süzgecinden nasıl geçti, neden sorun hâline geldi ve bu sorunu kimler ortaya çıkaardı? Bu ve bunun gibi soruların geçmişi çalışmada yanıt bulurken, günümüzdekine ise aslında dünya tanık olmaktadır. Hem Osmanlı’nın son döneminde hem de Sovyetler sonrasında meydana gelen Ermeni terörü ve Karabağ sorunu konusunda bugüne kadar pek çok eser yayınlanmıştır. Yayınlanan bu eserlerin büyük bölümü, Ermenilerce veya onların asılsız tezlerini destekleyenlerce kaleme alınmış olup subjektif kıstaslara dayanmaktadır.
Karabağ konusunda özellikle son yıllarda Azerbaycan’da yayınlanan eserlerle ilgili araştırmacılara yol gösterecek çalışmalar yok denecek kadar azdır. Zengin içerikli kitap, dergi, gazete ve bu konuda yazılmış eserlerden araştırmacıların faydalanmasıyla ileride bu tarzda yapılacak daha kapsamlı çalışmalara da yol gösterileceği kanaatindeyiz. Artık Azerbaycan’da “Dağlık-Yukarı Karabağ, Dağlık Karabağ Muhtar Vilayeti” adlı siyasi yer ve sorun yoktur. Azerbaycan’ın ezelî ve ebedî Türk yurdu Karabağ vardır. Aslında bu hep böyleydi. Bu kitap, keşmekeşli süreçlerden geçen Karabağ’ın tarihini ve kültürünü başlangıçtan günümüze kadar sizlere sunmaktadır.
Ahmet Köç, Cihan Özgün, Fuat Uçar, M. Murat Öntuğ, Mehmet Temel, Okan Ceylan, Resul Yavuz, Selim Hilmi Özkan, Semih Çınar, Yücel Yiğit, Zeki Çevik O yeşil toprağın ey yüzler ağartan Karesi,
Şimdi binlerce şehidin kanayan makberesi.
Sana hasret kalan evladın için dünyada
Varsa kahrolmadan ârâm edecek yer neresi?

Hani gökkubbenin altında görülmüş mü eşin?
Dağların bağ, hele vadilerin altın deresi!
Ey benim her taşı bir ma’bed-i iman yurdum,
Seni er geç bana mutlak verecek Ma’budum!

Mehmet Akif Ersoy*


Eski çağlardan beri Anadolu'nun batı bölgesinden İstanbul'a doğru uzanan önemli bir yol ağı üzerinde bulun Balıkesir, Anadolu'ya ilk Türk fetih hareketlerinden sonra Karesi Bey ve babası Kalem Bey'in kurdukları Karesi Beyliği'nin merkezi oldu. Beylik XIV. yüzyılın ilk yarısında Osmanlıların idaresine girdi. Karesi Sancağı adıyla idarî statüsünü Osmanlı Devleti'nin son dönemine kadar sürdürdü. 1923 yılında aynı adla il oldu. 1926 yılında ise adı Balıkesir olarak değiştirildi. 2012 yılında da Büyükşehir statüsüne kavuştu.

Osmanlı Devleti'nin 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak I. Dünya Savaşı'ndan çekilmesi sonrası, başta İstanbul olmak üzere Anadolu ve Trakya'da birbirinden bağımsız olarak müdafaa-i hukuk anlayışında pek çok dernek kurulmuştu. Böyle bir uyanış, İzmir'in işgalinden bir gün sonra Balıkesir'de de görüldü. Batı Anadolu'da genişleyen Yunan işgalinin önünde, Ayvalık'tan başlayıp Bergama, Savaştepe, Soma, Akhisar, Salihli ve Nazilli'ye uzanan Kuva-yı Milliye cephelerinin sevk ve idaresi şerefi Balıkesir'e aittir. Bu direniş bir yılı aşan bir süre Yunan ilerleyişini durdurarak Ankara'da TBMM Hükümeti'nin düzenli orduları kurmasına zaman kazandırmıştır. Ayrıca Balıkesir aynı zamanda Millî Mücadele'de ilk ve son askeri kurşunların atıldığı il olma şerefine de sahiptir.

Bu kitapta; 11 akademisyen, Balıkesir'in Osmanlı, Millî Mücadele ve Cumhuriyet dönemlerine ilişkin bilimsel çalışmalarıyla, Balıkesir şehir tarihine küçük de olsa bir katkı sunmayı amaçlamışlardır.

* Bu şiir, Mehmet Akif Ersoy tarafından “Balıkesir” için yazılmış ve Hasan Basri Çantay’a verilmiştir.

** Kapakta yer alan fotoğraflar üstten alta sırasıyla:

-Gazi Mustafa Kemal Paşa, eşi Latife Hanım, Kazım Karabekir ve Ali Hikmet Paşa Bergama (bugünkü Gökçeyazı)’da dinleniyor (8 Şubat 1923)
-Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Balıkesir’e ilk gelişi (6 Şubat 1923)
-Eski Vali Konağı (1930)



Yüksel Yıldırım Bu kitapta, gazeteciler arasında yaşanan polemikte Velid Ebüzziya'nın başmakaleleri ve karikatürleri ele alınmıştır. Böylece yazıları bir bütünlük içinde incelenmiş ve onun günümüze kadar muhalif bir gazeteci olduğu algısına sebep olan polemiğin bütün ayrıntıları bulunmaktadır.
Bu bağlamda okuyucu kitapta, Mart 1923 tarihinde başlayıp Aralık 1923 tarihine kadar devam eden polemikte esas mevzunun Cumhuriyet’in ötesinde olduğunu göreceği gibi İstiklal Mahkemesine taşınan polemiğin sonunda Velid Ebüzziya'nın İstiklal Madalyası ile taltif edildiğini bulacaktır.
Ali Rıza GÖKBUNAR, Hamza KAHRİMAN “-Bir köylü kadın şehirde oturuyormuş. Hasat mevsimi olunca aç olan çocuklarına gıda temin etmek için köye gitmiş. Yollara, tarlaya dökülen başakları toplamış, dilenmiş, yirmi kilo kadar arpa tedarik etmiş, köyün su değirmeninde öğütmüş, sırtında taşımış. Evine giderken şehirde bekçi yakalamış, karakola getirmiş, oradan haydi “mevcuden” adliyeye. Kadın ağlıyor, sızlıyor, yalvarıyor “çocuklarım açtır” diyor.
Bir memur şu cevabı veriyor: “Hareketin kanunsuzdur, karne ile ekmek almalısın”.
Kadın şu cevabı veriyor: “Kilosu 75 kuruşa ekmeği nasıl alabilirim? Param mı var?”.
Neticede mahkeme, arpa ununun müsaderesine, kadından yirmi beş lira para alınmasına karar veriyor.”

1940'ların önemli bir gazetecisi olan Ahmet Emin Yalman 14 Temmuz 1943 tarihli Vatan Gazetesi'ndeki köşesinde 1940'lı yılların karne uygulamasında devletin nasıl sert önlemler aldığına ve uyguladığına yönelik bir olayı işte bu şekilde anlatır.

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'na doğrudan katılmamış olsa da, savaşın etkilerini yokluk, açlık, yaygınlaşan karaborsacılık, uzayıp giden kuyruklar gibi toplumsal sorunlar olarak yakından hissetmiş bir ülke olmuştur. Yetmiş yıla yaklaşan bir süre geçmiş olmasına rağmen, savaş yılları karne uygulaması hâlâ tartışmalı bir konu olmaya devam etmektedir. Bu kadar tartışmalı bir konu olmasına karşın, savaş yılları karne uygulaması bugüne kadar yeterli düzeyde ele alınıp başlı başına bir inceleme konusu yapılmamıştır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan özellikle ekmek ve gıda ürünlerinin dağıtılmasında uygulanan karne yönteminin incelenmeye çalışıldığı “Karneli Yıllar: Bir Savaş Maliyesi Uygulaması” adlı bu kitap alanında ilk detaylı inceleme olması bakımından, Türkiye'nin yakın tarih sosyo-ekonomik araştırma sahasına katkıda bulunabilme gayesi taşımaktadır.
Mehmet Mercan Türk – Rus ilişkileri yaklaşık olarak bin yıllık bir geçmişe sahiptir. Bu sürenin son üç yüz yılı ise çok sıcak ilişkilerle geçmiştir. Öyle ki gerek Osmanlı Devleti’nin gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasına yön vermiş, tarihini şekillendirmiştir. Bu çalışmanın temelini teşkil eden Katerina tarihi de Rusya’nın ve Türk – Rus ilişkilerinin önemli bir periyodunu içine alan XVIII. yüzyılın ikinci yarısını ele almaktadır. Bu dönem artık Osmanlı Devleti için kırılma noktalarının başladığı dönemdir. Aynı zamanda bu dönem, Rusya için de bir dönüm noktası kabul edilmektedir.
Gerek Türk – Rus ilişkileri gerekse Rus tarihi hakkında yeterli yayının yapılmadığından hareketle, II. Katerina (1762 – 1796) ve dönemi ile ilgili önemli kaynak eserlerden biri olan ve Fransız tarihçi ve çevirmen Castera tarafından Fransızca olarak kaleme alınarak, Yakovaki Efendi tarafından tercüme edilen Katerina Tarihi isimli eser bilim alemi için temel kaynak niteliğindedir.
Roderich Davison Çeviri: Durdu Mehmet Burak Bir Türk dostu olan müteveffa Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Roderich H. Davison batılı tarihçilerin küçücük devletlerle ilgili binlerce eser verirken, bir Cihan-Devleti olan Osmanlı Devleti ile ilgili ciddi bir eser yazılmamasını eleştiren nadir tarihçilerden biridir. Bu eser hem batılı öğrenciler, hem Amerikalı öğrenciler hem de tarihi sevenler için bir el kitabı bir Türk tarihi kılavuzudur. Bu eser Osmanlı Devletinin tarih sahnesine çıkışından Cumhuriyet dönemi de dâhil olmak üzere 1985 tarihine kadar geçen zaman dilimindeki bütün tarihi hadiseleri akıcı bir üslupla özetlemektedir.
Christopher Hodapp, Alice Von Kannon Kimi gerçek, kimi de safsata.
Gizli cemiyetler ve komplo teorilerinin esrarengiz dünyasında kaybolmayın!
Dünya bildiğimiz, işittiğimiz gibi mi, yoksa her şeyin ardında görünmez eller mi var? Günümüzün en tartışmalı konuları olan gizli cemiyetler ve komplo teorileri siyasetten din, bilim ve kültüre her alanda sürekli gündemimize giriyor. Komplo Teorileri ve Gizli Cemiyetler for Dummies bu alandaki gerçeklere ve safsatalara somut bilgilerle ışık tutarak, onları birbirinden nasıl ayırt edeceğimizin yolunu gösteriyor.
• Parolayı unutmayın! Dünyanın en gizemli örgütleriyle onların esrar perdesi ardındaki ayin ve törenlerinde yapılan uygulamaları öğrenin
• Üçgenlere ve gözlere dikkat edin! Hakkında sayısız teori üretilen İlluminati'nin simgelerini ve ne ifade ettiğini inceleyin. Bunun yanında ne tür eylemlerin içinde bulunduğunu görün.
• gördüğünüz bir uçan daire olabilir mi? Dünya dışı varlıklar ya da uzaylılar olarak tanımlanan öznelerin yer aldığı teorilere göz atın. 51. Bölge'de aslında ne oluyor? Uzaylıların dost olup olmadığı bilgisini Mavi Kitap'tan edinin.
• Masonların arasına karışın! Topluluğun kökenlerini, tarihini, eylemlerini ve kimlerden oluştuğunu gözleyin.
• İtalyan kesimi takımınızı çekin! Farklı yerlerde, farklı kökenlerden gelen grupların nasıl çeteleştiğini ve tehlikeli boyutlara ulaştığını, hangi ailelerin etkili olduğunu ve yankılarını keşfedin.
• Görevimiz tehlike! Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılmış olan Kennedy suikastı ile diğer başkanların sonlarını ve tarihte yer edinmiş diğer tehlikeli grupları öğrenin.
Kitabı açın ve
• Geçmişten bugüne kadar var olmuş cemiyetleri ve kökenlerini,
• Bir komplo teorisinin doğruluğunu kendi başınıza test etmeyi,
• Sinsice aranıza sızmış bir gizli cemiyetin farkına varmayı,
• İnternetin komplo söylentileri üzerine körükleyici etkisini,
• Uzaylıların dünyayı ele geçirme planlarına karşı uyanık olmayı,
• 11 Eylül'e dair komplo teorilerini nasıl yorumlayacağınızı öğrenin.
Gökalp Selışık Erkılıç Kurtuluş Savaşı gazisi Fahri Erkılıç’ın (1902-1972) 1968'de kaleme aldığı anı defteri, önce süvari sonra gümrük memuru olarak görev yaptığı hayatını anlatıyor. 1. Dünya Savaşı ve 1920-25 yılları arasında Kurtuluş Savaşı, Doğu Cephesi’nde tanık olduğu olaylar, Narman’a bağlı Kornes'ten (bugünkü adıyla Güvenlik köyü) Kars’a kadar yayılan coğrafyaya birinci elden ışık tutuyor. Torunu Gökalp Selışık Erkılıç’ın derlemesi ile bir araya gelen haritalar ve belgeler ile bölgenin tarihsel coğrafyasına dair detaylı bir incelemeye ve aile nesillerine uzanan bir anlatıma kavuşuyor.