Sosyoloji \ 4-15
Pınar Aykaç, Bahar Aykan, Sena Kayasü, Mesut Dinler, Sarper Ataşer, Burcu Selcen Coşkun, Hasan Münüsoğlu, Şule Tepe ve Sena Temel Dünden Bugüne Bugünden Düne; kültürel miras, kimlik ve bellek inşa süreçlerinin birbirleriyle etkileşimlerini ve farklı ölçeklerde, muhtelif aktörler tarafından kurgulanış ve temsil biçimlerini Türkiye özelinde ele alıyor. Sosyal inşacı bir anlayış benimseyen bu derleme kitap, üç bölümden oluşuyor. İlk bölümdeki yazılar, Cumhuriyetçi ve Yeni-Osmanlıcı millî kimlik ve geçmiş anlatısı arasındaki çatışmaların somutlaştığı mekânları merkeze alıyor. İkinci bölüm, kültürel miras yönetiminin farklı aktörler ve aidiyet ilişkilerini içeren çok katmanlı ve karmaşık yapısını tartışmaya açıyor. Son bölümdeki yazılar ise “unutulmaya yüz tutmuş” geçmişi şimdide yeniden kurma ve canlandırma süreçlerine odaklanıyor.
Pınar Aykaç, Bahar Aykan, Sena Kayasü, Mesut Dinler, Sarper Ataşer, Burcu Selcen Coşkun, Hasan Münüsoğlu, Şule Tepe ve Sena Temel’in katkılarıyla…
Abdulkadir Yeler, Adem Palabıyık, Adem Sağır, Celal İnce, Cumhur Arslan, Ebru Çetin, Esra Işık, Gökhan Göktürk, Göknur Ege, Gül Aktaş, Hasan Biçim, Işılay Göktürk, İlknur Beyaz Özbey, İsmail Öz, Kerem Özbey, M. Yavuz Alptekin, Mehmet Koca, Onur Uca, Özkan Aydar, Özkan Öztürk, Selim Karyelioğlu, Ümmet Erkan, Yaşar Erjem, Yunus Anter, Zeynep Hiçdurmaz Dünden Bugüne Sosyoloji başlıklı bu eser; hem çeviriden kaynaklı dilsel sorunlara hem de Türkiye’nin sosyolojik gerçekleriyle örtüşmeyen içeriksel sorunlara sahip olmalarına rağmen ders kitabı olarak okutulan birçok çeviri kitaba alternatif hazırlanmıştır.
Sosyoloji bölümlerinde verilen “Sosyolojiye Giriş” ders içeriğine sahip olan bu kitap; kapsamlı, ayrıntılı, örnek ve görsel açısından zengin olarak ve sade bir dille kaleme alınmıştır. Bu yönleriyle akademisyenlerin ve öğrencilerin yanı sıra sosyolojiye ilgi duyan tüm okurların da faydalanabileceği bir eserdir.
Orhan Battır Modern dönemde hızı ve görünürlüğü artan göç hareketleri; eylem düzeyinde sosyo-demografik bir olgu iken önce politik alana dâhil olmuş sonrasında ise güvenlikleştirilerek yüksek politika konusu hüviyetine bürünmüştür. İçinde bulunduğumuz yüzyılda ise göç, uluslararası sistemin işleyişine doğrudan etki eden ve sistem aktörleri arasındaki etkileşimi şekillendiren, bu yönüyle uluslararası toplumun öncelikli gündem maddeleri arasında ön sıralarda yer alan konulardan birisi hâline çoktan gelmiş durumdadır. Son yılarda sorun olan yönleriyle sıkça gündeme gelmesinin de etkisiyle göç konusuna olan akademik ilginin de giderek arttığı görülmektedir.
Bu eser, tarihsel süreçte insanların çok farklı gerekçelerle de olsa yaşadıkları yerleri terk ederek başka yerlere yerleşmelerini âdeta bir doğa durumu olarak ele almaktadır. Bu yüzden eserde; göç olgusunu mutlaka önlenmesi gereken bir “suç” olarak görmenin ve buna bağlı olarak da göçmenlere “suçlu” nazarıyla bakmanın temel bir yanılsamadan ibaret olduğu şeklinde değerlendirmelere yer verilmektedir. Tabii ki bunu yaparken göçe dayalı sorunların yok sayılması ya da görmezden gelinmesi gibi bir hataya düşmemeye de özen gösterilmektedir.
Ramazan Özey, İsmail Ermağan, Giray Fidan, Elem Eyrice Tepeciklioğlu, Murat Aktaş, Mustafa Acar, Volkan İpek, Mürsel Bayram, İzzettin Artokça, Atanur Kara, Burçin Aydoğdu, Gonca Oğuz Gök, Oktay Salih Akbay, Numan Hazar, Bülent Eşiyok NEDEN DÜNYA SİYASETİNDE AFRİKA?
Neden “Dünya Siyasetinde Afrika”? Örneğin The Economist dergisi 2000'de “The hopeless continent” (ümitsiz kıta) olarak attığı başlığını, 2011'de “Africa rising” (Afrika yükseliyor) olarak güncelliyor; kıtanın nüfusu bir milyarı geçiyor ve artık dünyada gelişen ilk 10 ekonomiden yedisi Afrikalı bir devlete ait oluyor.
Dünyada Afrika çalışmalarının sayıları artmakta ve çok ciddi bir literatür oluşmaktadır. Sadece Fransız, İngiliz veya diğer Avrupalı (geçmişte sömürge sahibi devletlerden) değil, Çinli, Hindistanlı, ABD'li, Brezilyalı vb., Afrika konusuna ehemmiyet veren bilim insanları çoğalmaktadır. Başlangıç noktasında olan Türkiye’de Afrika çalışmalarına ilişkin Dünya Siyasetinde Afrika adlı seri, 2014 yılından başlayarak literatüre Türkçe dilinde katkılar sunmayı hedeflemektedir. Seri'nin bu ilk kitabında, kıtaya ait farklı konular alanında yetkin isimler tarafından ele alındı. Fark edilebilir ki kimi çalışmalar, kulvarında ilk olmaya namzetler.
Bu çalışma için seçilen temel başlık ve temalar ise şu şekilde ifade edilebilir:
• Afrika’nın Panoraması: Başlıca Siyasal-Ekonomik-Sosyal ve Kültürel Özellikler
• Afrika’nın Küresel Aktörler ile İlişkileri: Çin ve ABD
• Kıta Ülkelerinin Analizi: Cezayir ve Angola
• Kıta’da Temel Sorunlar: Mali’de Tuareg İsyanı, Darfur Sorunu, Eş Şebab ve Boko Haram Terör Örgütleri ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki Çatışmalar
• Afrika’da Eğitim ve Kalkınma: Güney Afrika, Nijerya ve Gana Örneği
• Kıta’ya İlişkin Çeşitli Konular: Kenya Siyasal Sistemi ve Afrika’da İnsan Güvenliği
• Afrika’da Ekonomi: Dünya Ticaretinde Afrika ve Afrika’da Bir Başarı Hikâyesi: Botsvana
• Afrika-Türkiye Arasında İlişkiler: Siyaset ve Ekonomi
İsmail Ermağan NEDEN DÜNYA SİYASETİNDE AFRİKA?

Değerli akademisyenlerve farklı konular ile ortaya çıkmış olan Dünya Siyasetinde Afrika 2 kitabı, akademik camiamızın devlet erkini ve kamuoyunu bilgilendirme veya yönlendirme hedeflerinde geç kaldığı bir alan olarak Afrika üzerine gerçekleştirilen bir çalışma olarak dikkat çekmektedir. Kıtadaki insan yapısından kültürel kodlara, küresel aktörlerin Afrika politikalarından kıta ülkelerinin analizlerine, enerjiden ulaşıma ve Türkiye'nin kıta ile olan ilişkilerine ışık tutmaktadır. Bütün bu özellikleri ile dış politika teknokratları, parti yetkilileri, gazeteci, yüksek lisans-lisans öğrencileri ve işadamları için verimli bir kaynak olarak değerlendirilebilir.
Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu – Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslâm Ülkeleri Enstitüsü Müdürü

Elinizdeki bu kitabın birinci sayısı Kara Harp Okulu'nda ders kitabı olarak seçilmiş olup bu sene okutulmaktadır. Bu ne anlama gelmektedir? Bölüm yazarları işini iyi yapmıştır; yapıt, Türkçe literatüre/kurum faaliyetlerine katkı sunmuştur; Afrika, dünyada olduğu gibi Türkiye'de de günden güne yükselmektedir.
Editör Yrd. Doç. Dr. İsmail Ermağan – İstanbul Medeniyet Üniversitesi. Öğretim Üyesi

Dünya Siyasetinde Afrika 2, ülkede Afrika üzerine sadece bilgi üretmiyor, aynı zamanda geç kalınsa da fena olmayan bir noktaya gelinen Afrika kıtasını gündemliyor. Ne kamuoyu, ne de akademik çevre, ne siyaset ne de ticaret aktörlerinin, bu tarz çalışmaları yadsıma lüksünün olmadığı kanaatindeyim; çünkü eser yepyeni bilgiler sunuyor, kıtanın değişik yönlerine girizgah yapıyor. Diğer yandan, bölüm yazarları için uzmanlaşma riskini de barındırıyor. Her halükarda bu yapıt, gelecek serileri ile izlenme merakı uyandırıyor.
Prof. Dr. Hüseyin Bağcı – Ortadoğu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı

İsmail Ermağan NEDEN DÜNYA SİYASETİNDE DOĞU ASYA?
Asya kıtası oldukça geniş bir coğrafi alana yayılıyor. Bu yönüyle tek bir Asya kimliğinden veya kültüründen bahsetmek pek mümkün değil. Dünya sıralamasında Çin ikinci, Japonya üçüncü, Hindistan dokuzuncu, Güney Kore on üçüncü ve Endonezya on altıncı büyük ekonomi konumundadır. Türkiye'nin Asya'ya yönelik politikasına bakıldığında makro bir politika izlemek yerine ikili düzeyde ilişkileri yürütmeyi tercih ettiği görülmektedir. Elinizdeki bu kitabın Asya ülkelerinin dünya üzerindeki öneminin anlaşılmasına ve Türkiye'nin bölgeye yönelik politikalarının şekillenmesine katkı sağlayacağını düşünüyorum.
Prof. Dr. Selçuk Çolakoğlu
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
USAK Asya-Pasifik Araştırmaları Merkezi Başkanı
Türkiye'den Doğu'ya açılan bu akademik gemiyi bölgeye ulaştıran yani elinizdeki kitabın ortaya çıkmasını sağlayan kıymetli yazarlara-hocalara teşekkür etmek isterim. Onlar biliyorlar ki, birileri onları takip edecek, yeni çalışmalar ortaya konacak. Doğu Asya ülkeleri ile Türkiye'nin gerçekleştirdiği ticaret oranı binde 4'tür; bu oran binde 8'e bile çıkarılabilse büyük bir kazanım olacaktır. Dünyaya bakalım, çünkü dünyaya bakmak, aslında kendimizin iç organlarının röntgenini çekmektir, nefes almaktır, gelişmektir.
Yrd. Doç. Dr. İsmail Ermağan
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi
Pakistan'daki dinsel/mezhepsel çatışmalar, Sri Lanka'da yılarca süren etnik terör, Myanmar'daki rejim tartışmaları ve yine Müslüman Arakan azınlığın karşılaştığı sorunlar, Malezya'da ekonomik gücü elinde tutan Çinli azınlığın durumu Güney ve Doğu Asya'da karşılaşılan sorunlardan sadece bazılarıdır. Pekin'de 2000-2004 yılları arasında Büyükelçi olarak görev yaptım. Bölgeye yönelik Dışişleri Bakanlığı öncülüğünde güçlü bir yapılanmaya ve izlenebilir bir stratejiye gereksinim vardır. Bu çalışma, Güney Asya ile Doğu/Güneydoğu Asya bölgelerinde yer alan ÇHC dışındaki 18 ülkeyi Türk okuyucularına değerli bilim insanlarımızın kaleminden tanıtacak olup, bu niteliğiyle bir ilktir.
Büyükelçi (E) Dr. Rafet Akgünay
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü'nde Öğretim Üyesi
Murat Şentürk Gönüllülük alanı ve uygulamaları günümüz toplumları için giderek daha önemli hâle gelmektedir. Toplumsal dayanışmanın sağlanması, sosyal ağların oluşturulması, yoksulluğun azaltılması, ekolojik krizlerin önlenmesi vb. amaçlar dünyanın temel gündemleridir. Bu gündemler gönüllülük alanına yönelik teorik ve pratik ilgileri arttırmaktadır. Türkiye'de derin köklere ve zengin bir mirasa sahip olan gönüllülük faaliyetleri devam ederken araştırmaların ve yayınların henüz istenilen düzeyde olduğunu söylemek güçtür. Bu çalışma, çeşitli ülkelerde yapılan gönüllülük çalışmalarını ve araştırmalarını ele alarak Türkiye'de gönüllülük alanında faaliyet gösteren farklı aktörlere katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Farklı kültürel, sosyal ve tarihsel koşullara sahip ülkelerdeki gönüllülüğün durumuna, kavramsallaştırma biçimlerine, gönüllülükle ilgili araştırmalara ve uygulamalara yer verilen bu kitapta, küresel ölçekte gönüllülüğe dair bir bakış sunulmaktadır. Kitap, gönüllülüğün yaygınlaştırılmasında araştırmaların önemli bir yer tuttuğunu göstererek Türkiye'de akademinin ve sivil toplum alanının gönüllülük araştırmalarına yönelmesine katkı sağlamayı hedeflemektedir.
Hasan AYDIN Çokdilli ve çokkültürlü eğitim, son yıllardır eğitim dünyasında ön plana çıkan bir fenomen olup ve tüm öğrenciler için temel eğitimi hedefleyen kapsamlı bir okul reformu sürecidir. Bu eğitim türü, okullarda ve toplumda ırkçılık ve ayrımcılığın her türlü biçimini reddederken, toplumun üyelerinin çeşitliliğini destekler. Bu eğitim reformu ayrıca farklı din, dil, ırk, renk, yaş, cinsiyet, sosyal statü, ekonomik düzey, gelenek, görenek gibi kültürlere sahip olan öğrencilere eşit eğitim hakkı tanımaktadır. Çokkültürlü çokdilli eğitim sadece toplumun baskın kültüründen farklı kültüre sahip olan öğrenciler için değil, bütün öğrenciler içindir. Bu tür bir eğitimde hedef; eğitimde fırsat eşitliği sağlamak, kültürel çatışmalardan doğan sorunları çözmek, öğrencilerin birbirlerine karşı empati kurmalarını desteklemek, birbirlerinin kültürlerini tanımak ve içerisinde çalışarak akademik başarılarını artırmaktır. Bu kitapta, Türkiye'de gerçek anlamda etkili çok kültürlü ve çok dilli eğitim programlarının geliştirilmesi amacıyla, hedef olarak belirlenen 20 ülkede kullanılan çok kültürlü ve çok dilli eğitim programlarına odaklanılmış ve şu anda dünya genelinde yer alan tartışmaların bir sentezi sunulmuştur. Bu kitabın bir diğer özelliği ise ABD, Avrupa ve diğer bazı ülkelerde başarıyla uygulanan çokkültürlü ve çok dilli eğitim programlarının incelenmesi ve derlenmesi sonucunda, bu fikirlerin Türk Eğitim Sistemi için nasıl faydalı hâle getirilebileceği sorusunu yanıtlamaktır.
Bilal Coşan Aile ve evlilik kavramlarına atfedilen değerin zaman içerisinde aşınması, birçok sosyal sorunun derinleşmesine neden olmaktadır. Nitekim son yarım asırlık süreçte evliliğin erken dönemlerinde artan boşanma oranları ve evliliğe olan ilginin azalması bu dejenerasyonun en tipik örnekleridir. Bireyin varoluş amacını haz/madde üzerine inşa etmesi ve her hadise karşısında rasyonel tavır alma uğraşı, “değer”lerine olan “tahammül” seviyesini azaltmaktadır. Bu durum, uzun vadede toplumsal düzeyde “önem” kelimesiyle anılan birçok “değer”in içinin boşaltılmasıyla sonuçlanmaktadır. İlk evlilik yaşının artışı da bu bağlamda ele alınması gereken konuların başında gelmektedir. Zira dünya genelinde evlilik oranları azalıp ilk evlilik yaşına girişte artışlar yaşanırken evli gibi birlikte yaşama (cohabitation) oranları zamanla artış göstermekte fakat evli gibi birlikte yaşama yaşına giriş sabit kalmaktadır. Bu minvalde bir değerlendirme yapıldığında insanların “birlikte olma” eğiliminin devam ettiği ancak bunu “evlilik” yoluyla sürdürmedikleri ya da daha geç dönemlerde evlenmeyle sonuçlandırdıkları görülmektedir. Zihniyette yaşanan dönüşümün bir uzantısı olarak ortaya çıkan bu durum, uzun vadede hem mikro (aile ve birey özelinde; evlilik uyumu/doyumu, boşanma riski, biyolojik riskler) hem makro (doğurganlık, çocuk ve yaşlı nüfus değişimi) düzeyde birçok sorunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Şüphesiz çalışma, evlilik için ideal bir yaş sunma ya da evlenmek istemeyenleri ötekileştirme uğraşında değildir. Bu çalışma, ilk evlilik yaşının artışının nedenleri ve muhtemel sonuçlarını sosyal politika açısından bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirmeyi hedeflemektedir.
Atilla Gökhun Dayıoğlu, Ayşe Özcan Buckley, Barış Celep, Barış Yetkin, Duygu Küçüköz Aydemir, Emre Burak Demirer, Ertuğrul Meşe, İlknur Meşe, İlknur Meşe, Mertcan Öztürk, Rasim Berker Bank Sağ popülist hareketlerin geniş kitleler nezdinde somut bir nitelik kazanması, tarihsel açıdan iki temel olgunun birleşmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Birincisi, 70'lerin sonu 80'lerin başında neoliberal politikaların gelişmesine bağlı olarak refah devletinin dayandığı sosyal politikalara son verilmesi, toplumsal uzlaşıyı ortadan kaldırmakla kalmaz, hoşnutsuzluğu genel bir eğilim hâline dönüştürür. İkincisi, 90'lı yılların başında Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte reel sosyalist hareketlerde yaşanan ideolojik bunalım, devrimci hareketlerin zayıflamasına ve faaliyet alanının daralmasına neden olur.
Genel manada “Popülizm nedir?” sorusuna sınırları belirlenmiş net bir yanıtın verilebilmesi pek mümkün görünmüyor. Popülizm, içinde yer aldığı sorunsala bağlı olarak farklı anlamlar ihtiva etmektedir. Popülizm ifadesi; iktisat politikalarının belirlenmesinde, sınıflar arası ittifakların oluşturulmasında, farklı devlet tipi ve biçimleri, bunlara özgü siyasal rejimler, toplumsal hareketler, ideoloji gibi çeşitli olguları tanımlamakta kullanılır. Bir siyasal strateji olarak popülist hareketin, sol ya da sağ olarak tanımlanması, bir siyasal form olarak hangi ideolojik söylemlere eklemleneceğine bağlı olarak değişkenlik gösterir. Bu çerçevede sağ popülizm; neo-milliyetçilik, ekonomik milliyetçilik ve sosyal muhafazakârlığı merkeze alan bir siyasi ideoloji olarak anlam kazanır. Sağ popülist hareketler, devlet aygıtında yalnızca yerli grup üyelerinin yaşaması gerektiğini savunan yabancı düşmanı ve yerlicilik (nativist) vurgusuyla somut bir nitelik kazanır. Yerlicilik vurgusu, yer yer ırkçılık temaları içerse de ırkçı olmayan ve kültür veya dine dayalı da olabilir. Sağ popülizm, otoriterlik ve yerlicilik niteliğinin yanı sıra yabancı düşmanı bir niteliğe sahiptir.
Bu derleme çalışmasında, "sağ popülizm" olgusu, dünyada ve Türkiye'de kuramsal ve güncel tartışmalar ekseninde ele alınarak incelenmiştir.
Elif Altundere, Fatma Nur Tanyeri, Ferhan Saniye Palaz, Furkan Başarslan, Jose Rafael Medeiros Coelho, Merve Ayar Yılmaz, Muhammet Akkaya, Murat Şentürk, Saliha Kocaman Wilutzki, Şeyda Sevde Tunçbilek Dünya nüfusunun yaşlanması 21. yüzyılın en önemli değişimlerinden biridir. Yaşlanma ve yaşlılık araştırmaları giderek artmaktadır. Dünyada yaşlanma araştırmaları son 30 yıllık dönemde boylamsal çalışmalara yönelmiştir. Kapsamlı bir literatür taramasının sonucu olan bu çalışmanın her bir bölümünde farklı ülkelerin yaşlanma konusunda yaptığı boylamsal araştırmalar ana hatlarıyla tanıtılmaktadır. Her bir bölümde farklı ülkeler ve değişik araştırmalar ele alınmaktadır. Eleştirel bir perspektifle araştırmaları tartışmayı amaçlamayan bu bölümlerin temel amacı betimsel olarak ilgili ülkedeki araştırmaların tarihsel arka planını vererek genel özelliklerini okuyucuya tanıtmaktır. Bu çalışma yaşlanma araştırmalarına genel bir bakışı içermektedir, alanda farkındalık sağlayarak gelecekteki beslenmelere ve iş birliklerine kapı aralama amacını taşımaktadır.
Ali Serdar Yücel, Alpaslan Hamdi Kuzucuoğlu, Ayça Gürkan, Ayla Taşkıran, Bülent Kılıç, Demet Akarçay, Elif Karagün, Emine Demiray, Emre Yanıkkerem, Fatma Arpacı, Fatma Tezel Şahin, Gökşen Aras, Mihalis (Michael) Kuyucu, Murat Korkmaz, Nurhayat Çelebi, Nurullah Karta, Saliha Özpınar, Seda İnan, Sevgi Özkan, Sezer Er Güneri, Şadan Tokyürek, Şebnem Aslan, Şerife Güzel, Ümran Sevil, Yavuz Taşkıran, Zeynep Kurtulmuş Şiddet günümüzde gelişmiş ya da az gelişmiş bütün ülkelerin en önemli sorunları arasındadır. Kadına, çocuğa, yaşlıya ve doğaya yönelik yapılan şiddet engellenemez durumdadır. Şiddetin en önemli nedenleri arasında gösterilen eğitim, ekonomi, yönetim, algı, psikoloji, medya ve inanç kavramlarıyla ilgili sorunlar üzerine her gün yeni çalışmalar literatürde yer almakta ve yasal boyutta birçok düzenlemeler yapılmaktadır. Ancak teknoloji ve uzay çağını yaşadığımız bu dönemde hâlen insan­lığın çok uzun zaman önce geçmişte bırakması gereken şiddetle ilgili sorunlar artarak devam etmektedir.
Bu kitapta da, farklı açılardan şiddet boyutlarına, Türkiye ve Dünyada yaşanan şiddetin nedenlerine, geçmişten günümüze kadar olan gelişmeler ile her anlamda şiddetin yok edilmesinin nasıl sağlanacağı konularına yer verilerek, akademik çerçevede şiddet sorununa cevap aramayı amaçladık. Alanında uzmanlaşmış ve literatüre birçok eser kazandırmış akademisyenlerimizin kaleminden çıkan değerli çalışmaları siz okuyucularımızla paylaştık. Umudumuz ve hedefimiz şiddet ve şiddete neden olan faktörlerin ortadan kaldırılması, bu anlamda sorun yaşayan tüm dünya insanlarına bir nebze de olsa katkı sağlamak, önerilerde bulunmak, yapılması gerekenlerin neler olduğuna değinmek ve toplumsal fayda unsurunu ortaya çıkarmaktır.
Ahmet İşcan, Atakan Yılmaz, Doğuş Sönmez, Melis Özdemir, Özgenur Aktan, Taşkın Toprak İpek, Yeliz Kulalı Martin, Yusuf Gökhan Atak Bu kitap, öncelikli olarak karşılaştırmalı siyaset alanında Türkçe literatüre katkı sağlama hedefiyle yola çıkmıştır ve editör Yeliz Kulalı Martin ve doktora öğrencilerinin iki yıl süren çalışmalarının ürünüdür.
Çalışma kapsamında, karşılaştırmalı analiz yöntemiyle ele alınan devletlerin seçimi, ortak bir paydadan hareketle belirlenmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın kaybedenleri Almanya ve Japonya ya da savaş suçlarından oldukça zarar gören Bosna-Hersek ve Güney Afrika örnekleri gibi. Bu ortak çıkış noktalarından hareketle çalışmanın özünde, bu devletlerin siyasal sistemlerindeki benzerlikler ve farklılıklar irdelenmiştir. Bununla birlikte yasama-yürütme-yargı organlarının ele alındığı rejim karşılaştırmalarının daha net yorumlanabilmesi amacıyla bu ülkelerin tarihsel süreçlerine, ayrıca kısaca ekonomik ve sosyal yapılarına da değinilmiştir. Ek olarak, çalışmada yer alan devletlerin siyasal sistemlerinin şekillenmesinde etkili liderlere ve belli başlı siyasi partilere de yer verilmiştir. Söz konusu yöntemle örneğin iki gevşek federasyon yapısına sahip Kanada ve İsviçre'nin benzer görülen sistemlerinde aslında ne kadar zıtlıklar da olduğu ortaya konabilmiştir. Eser, siyaset bilimi alanına katkı sağlamakla beraber konuya uluslararası ilişkiler perspektifinden yaklaştığı için daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmayı da hedeflemektedir.
Abdullah Muhsin Yıldız, Ayşe Ataş, Bilgen Sütçüoğlu, Burcu Saygun, Ceren Ergenç, Devran Dönmez, Ebru İlter Akarçay, Elçin Aktoprak, Elçin Kürşat, İbrahim Hasanoğlu, M. Yavuz Alptekin, Mehmet Fahri Danış, Mustafa Sarıca, Nail Elhan, Soyalp Tamçelik, Şeyma Kızılay Ulus devlet, önceki devlet tipolojilerinden farklı ama kendi içinde de tek tip değildir. Her ulus devletin farklı bir uluslaşma tecrübesi ve farklı bir ulusçuluk sistematiği bulunmaktadır. Buna bağlı olarak her ulus devletin kendine özgü bir ulus inşa yaklaşımı vardır. Her farklı ulus devlet, kendi içyapısının ve içinde bulunduğu coğrafi, beşerî, siyasi ve sosyal çevrenin etkilerini ve izlerini taşıyan bir ulus inşa süreci ve tarzı tecrübe etmiştir. Bu kitapta dünyanın önde gelen ve kendi coğrafyasında karakteristik olan ulus inşa süreçlerinden Almanya, İngiltere, Fransa, İspanya, Amerika, Çin, Rusya, Nijerya, Ukrayna, İran, Irak, Makedonya ve Lübnan'ın ulus inşa süreçleri incelenmektedir. Bu örnekler incelendiğinde Avrupa'ya, Asya'ya, Afrika'ya ve Ortadoğu'ya özgü en karakteristik ulus inşa örnekleri anlaşılmış olacak ve geri kalan ülkelerle ilgili fikir yürütmek mümkün hâle gelecektir.
Recep Cengiz Dünyanın nükleerle imtihanını; dünyada meydana gelen kazalar olarak değil nükleeri olmayan ülkelerin nasıl savunmasız kaldıkları bağlamından değerlendirmek daha doğru olacaktır.
“ABD’nin öncülüğünü üstlendiği uluslararası çabalar, İran’ın nükleer yetenek kazanmasını durdurmaya yetmezse, İsrail, askerî hamlede bulunacak”. “Hiçbir zaman nükleer silaha sahip olmamalarını sağlayacak değişiklikler yapılabilir”. İsrail İstihbarat Bakanı Israel Katz, 26.10.2017
İran, ABD ile ucube bir anlaşma (14 Temmuz 2015) imzalamış olmalı ki 08 Mayıs 2018’de ABD nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekildi. ABD tarafından şeytan üçgeninin bir köşesi olarak nitelendirilen İran, “büyük şeytan” olarak gördüğü ABD ile yaptığı anlaşmanın işe yaramadığını bir kez daha anlamış oldu.
Kuzey Kore’ye yönelik dış tehditler, kendisi dışında kimseye hesap vermeyen Kuzey Kore gerçeğini ortaya çıkarmıştır.
P5+1 ülkelerinin İran’dan uranyum zenginleştirme faaliyetlerini askıya almasını istemesi, İran’ın şahsında tüm İslam dünyası üzerinde ciddi bir psikolojik baskı oluşturmaktadır. Bu bağlamda Türkiye, İran-ABD nükleer anlaşmasını “Kızım sana söylüyorum gelinim sen işit.” özlü sözü ile nitelendirmektedir.
Nükleer Karşıtı Platform’un Sinop’ta 24 Nisan 2016 tarihinde Çernobil nükleer kazasının yıldönümü nedeniyle düzenlediği mitingte, yaklaşık 444 nükleer reaktöre sahip gelişmiş ülkelerin nükleer santrallerden vazgeçtiğini belirtmesini ve “Yağma yok, değil üç nükleer santral yapmak, bir tanesinin bile inşaatına başlayamazlar, başlarlarsa bitiremezler, bitirseler bile çalıştıramazlar, kapattırırız.” söylemi 5+1’in söylemleriyle örtüşmektedir.
ABD ve AB, 1975 Kıbrıs harekâtı ve PKK ile mücadelede Türkiye’nin güvenlik bilicinde derin yaralar açmıştır. Bu nedenle nükleer teknoloji yatırımlarında Türkiye, silah ambargolarında olduğu gibi nükleer bir ambargoya maruz kalacağını aklında tutmaktadır.
Türkiye, doğusunda Ermenistan’ın, güneyinde İsrail’in, kuzeyinde Rusya’nın batısında ise Bulgaristan’ın sahip olduğu nükleer santraller ve merkezlerin bulunduğu bir nükleer çember içindedir.
İstanbul İkitelli’de bir hurdacıyı işleten Ilgaz kardeşlerin kendilerine hurda olarak satılan eski röntgen cihazlarının demir kütlesini çıkarmak isterken “Kobalt 60” isimli radyoaktif maddeye maruz kalmaları sonucunu Türkiye’nin nükleerle imtihanı olarak görenlerin Türkiye’de teröre verilen kurbanların sayısını bilmedikleri düşünülmektedir. Amerika ve Avrupa’da fonksiyonel yüzlerce ve inşaat hâlinde onlarca nükleer santral, bu ülkelere helal iken Türkiye’ye haram olarak gösterilmektedir.
Cavit Emre Aytekin "Düzenler & Barışlar", uluslararası arabuluculuk, uluslararası düzen ve barış arayışları arasındaki ilişkiyi uzun dönemli bir bakış açısıyla ele almaktadır. Tarihsel sosyolojik yaklaşım doğrultusunda ayrıntılı vaka incelemeleri ve karşılaştırmalarına yer veren kitap, farklı tarihsel dönemlere uzanan dört önemli arabuluculuk sürecinin değerlendirmesini yapmaktadır. Avrupalı güçlerin 1897 Osmanlı-Yunanistan Savaşı'ndaki arabuluculuğundan Milletler Cemiyeti'nin 1924-1925 Musul anlaşmazlığına müdahil olmasına ve Bosna Savaşı ile Suriye krizindeki güncel arabuluculuk süreçlerine varan bu değerlendirmelerle "Düzenler & Barışlar", çatışma çözümü politikalarının sistemik değişim dönemlerinde barış ideolojilerinin korunması ve yeniden inşası üzerindeki etkisini ele almaktadır. Kitap birbirini takip eden bölümler boyunca uluslararası barışa yönelik alternatif düşüncelerin ideolojik temellerini, farklı konjonktürlerde kullanılan barış mekanizmaları ve arabuluculuk uygulamalarının dönüşümü ile ilişkilendirmektedir. Kitap, 19. yüzyıl Avrupa'sındaki kongre sistemi, Milletler Cemiyeti'nin idealist barış anlayışı, Soğuk Savaş sonrası liberal barış ideolojisi ve hegemonya sonrası ortaya çıkan alternatif barış konseptlerine odaklanarak, uluslararası düzenlerdeki tarihsel süreklilik ve kırılmaların, arabuluculuk diplomasisi üzerindeki etkilerini ortaya koymaktadır.
Ceyda Çavuşoğlu Deveci “Zeki ama çalışmıyor”, “Çalışırsan yaparsın”, “Yeterince istemiyorsun” eğitim hayatında başarısızlık durumları karşısında sıklıkla kullanılan cümlelerdir. Başarıyı tamamen bireyin performansına indirgeyen bu açıklamalar genel olarak kabul gören bir anlayışın da göstergesidir. İnsanın sosyal bir varlık olduğu düşünüldüğünde başarı ya da başarısızlığından sadece kendisini sorumlu tutan açıklamalarda bulunmak durumu eksik değerlendirmeye yol açar. İnsanı çevreleyen faktörlerin bir çok alanda olduğu gibi akademik başarı anlamında da belirleyici etkileri vardır.

“Eğitimde Başarısızlık: Sosyolojik Bir Analiz” kitabı akademik başarısızlığa dair geniş bir bakış açısı kazandırma iddiası taşımaktadır. Okuyucuya ilk olarak teorik anlamda farklı yaklaşımları aktardıktan sonra Türkiye’de sahada akademik başarısızlığı deneyimleyen lise öğrencilerinin anlatılarına genişçe yer vermektedir. Bu kitap okuyucunun kendi yaşadığı başarı ve ya başarısızlıkları farklı açılardan değerlendirip yeniden yorumlaması için bir başlangıç noktası niteliği taşımaktadır.
Ayşe Yıldırım, Çağdaş Demirci, Çiğdem Kara, Erdinç Kineşçi, Hasan Münüsoğlu, Melike Kaplan, Pınar Kasapoğlu Akyol, Saim Örnek, Sanem Kulak Gökçe, Z. Nilüfer Nahya, Zeynep Kantemur Çocuk yetiştirme, çocukluk ve psikolojik antropoloji çalışmaları üzerinden eğitim konusuna yönelmeye başlayan sosyal ve kültürel antropoloji, zamanla eğitimi, sınıf, etnisite, dil ve din konularının yanı sıra mekânla, üretimle, ilişkilerle, kurumlarla vb. örtüştüren bir bakış açısı oluşturabilmiştir. Etnografi sayesinde antropologlar, detaylara inebilen, topluluğu derinlemesine ve örüntüsel olarak anlamayı ve açıklamayı hedefleyen çalışmalar kaleme alırlar. Öğrenme, öğretme, okul ve okullaşma, kültürleme, kimlik, farklılık, ayrımcılık, eğitime ulaşma, eğitim olanaklarının yeterliliği vb. ekonomik, siyasi ve sosyal eşitsizlikleri ele alan araştırmalar yaparlar.
Bu kitap, Türkiye'de gelişmekte olan eğitim antropolojisi çalışmalarına giriş niteliğinde bir katkı yapma hedefiyle eğitimin tarihinden okul etnografilerine, antropolojinin içeriğinden kuramlarına, dilin eğitim alanındaki öneminden kültürel mirasa, çokkültürcülük ve küreselleşmeye kadar geniş bir perspektifle eğitim antropolojisini ele alıyor. Böylece kitap, sosyal ve kültürel antropoloji kadar sosyoloji ve eğitim bilimlerine de hitap edebilen çok yönlü bir içerik sunabiliyor.
Mine Gözübüyük Tamer Bir Afrika atasözünde denildiği gibi “Müzik değişince dans da değişir”.
Kadim bir geçmişe sahip eğitim olgusu da zaman ve mekâna bağlı olarak değişmekte, Durkheim'in ifadesiyle her çağda o döneme özgü eğitim anlayışı ortaya çıkmaktadır. İnsan neredeyse her şeyi eğitim sayesinde edinebilmekte böylelikle kültür dünyasına dâhil olup bütün yönleriyle gelişebilme imkânı bulabilmektedir. Toplumsal sorunların çözümünde ve değişim sürecinde temel bir mekanizma olarak karşımıza çıkan eğitim olgusu, eğitim sosyolojisinin merkezinde yer almaktadır. Her meselenin sosyolojik bir yönü olduğu vurgusundan hareketle aslında topluma ait tüm birlikteliklerin eğitimle kesişen yolları birlikte düşünülmektedir.
Eğitim sosyolojisi, sosyoloji disiplininin uzmanlık alanlarından biridir. Sosyolojinin kendine özgü analitik perspektifini, sosyal teorilerini ve araştırma yöntemlerini kullanmak suretiyle sosyoloji disiplininin gelişimine katkıda bulunarak insan ve toplumsal yaşamı hakkında eleştirel düşünmemizi ve eğitimdeki sosyolojik sorunlarla ilgili sorular sormaya devam etmemizi sağlar. Her türden eğitim anlayışı öncelikle şu sorulara cevap vermekle işe başlar: Eğitim nedir? Niçin eğitiyoruz? Nerede eğitiriz? Neyi bilmemiz gerekiyor? Kimi eğitiriz? Nasıl eğitiriz? Her dönemde bu sorulara verilecek cevaplar değişmekle birlikte toplumsal sorunlar, eğitim yoluyla çözülür mü? Toplumların sürdürülebilirliğinde eğitimden nasıl yararlanılır? Toplumun amaçlarının gerçekleştirilmesinde eğitimden nasıl yararlanılır? İstenilen durum ve davranışlar, eğitim yoluyla nasıl sürdürülebilir? Eğitimin içeriğini oluşturan düşüncenin, değerlerin ve politikaların toplumsal kaynakları nelerdir? Eğitimin bireysel ve toplumsal değişime etkileri nelerdir? Dijital dönüşüm ve yapay zekânın eğitime etkileri nelerdir? Bu ve bunun gibi sorulara makro ya da mikro boyutta çalışmalar yapmak suretiyle elde edilen verilerden hareketle cevap verilebilmektedir.
Kavramsal ve kuramsal zeminde eğitim ve toplum olgusunu farklı sosyolojik perspektiften ele alan bu kitap; toplum ve eğitimin birlikteliğini felsefi, tarihi ve sosyal zeminde anlamlandırmaya ve açıklamaya çalışmaktadır. Kitapta; eğitim olgusunu biçimlendiren önemli felsefi sistemler, kuramlar ve bu eğitim kuramlarını temsil eden belli başlı düşünürler düşünceleri, kuramları ve bu kuramları temellendiren ilkeleri ile birlikte ele alınmakta; farklı kuramsal yaklaşımlar ışığında eğitimin odağındaki konular ve çalışma alanları gözler önüne serilmektedir. Eğitim sosyolojisinin, dünyada ve Türkiye'de ortaya çıkış süreci ve gelişimi aktarılarak öncü düşünürlerin görüşlerine yer verilmektedir. Son olarak PISA sonuçlarından hareketle öne çıkan ülke eğitim sistemlerinin genel özellikleri okuyucuya sunulmaktadır.
Abdullah Çetin, Betül Yanık, Birsen Bağçeci, Devrim Ertürk, Erol Çetin, Fahrettin Korkmaz, Mikail Aydemir, Musa Öztürk, Mustafa Gül, Serkan Ünsal, Zülfü Demirtaş Bu kitap, YÖK’ün 2018 yılında güncellediği öğretmen yetiştirme programında yer alan ders içeriği ve alanda öne çıkan konular göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır.
Kitapta; hem öğretmen adaylarına hem de eğitim sosyolojisine ilgi duyanlara, sosyolojiyle ilgili temel kavramlar, eğitim sosyolojinin anlamı ve işlevi, eğitim sosyolojisindeki yaklaşımlar, eğitim-toplum ilişkisi, toplumsal değişim ve eğitim, ahlaki bir sistem olarak okul, yabancılaşma ve eğitim, küreselleşme ve eğitim, toplumsal tabakalaşma ve eğitim, eğitim sosyolojisinin Türkiye’deki gelişimi konularında temel bilgiler verilmektedir. Kitapta güncel konulara ve örneklere yer verilerek, eğitimin sosyal boyutu ön plan çıkartılmıştır.
Mehmet Devrim TOPSES Üniversitelerde okutulan eğitim sosyolojisi dersleri için en geçerli yol, kuramsal yaklaşımları pratikle desteklemektir. Pratik, kuramsal bir yaklaşımı destekler ya da onu yaşamın yeni gerçekleri doğrultusunda değiştirir. Kitabımızın temel özelliği, eğitimin diğer toplumsal kurumlarla olan ilişkisini içeren kuramsal değerlendirmelerin pratiklerle desteklenmiş olmasıdır. Her bir bölümün hazırlanması için konuyla ilgili çok sayıda bilimsel makale, doktora ve yüksek lisans tezi taranmıştır. Eğitim sosyolojisi alanındaki diğer kitaplar ve uzman görüşleri, kitabımızın genel gidişine katkı sağlamış, yön vermiştir.
Kitabımız, YÖK'ün kur tanımlarına bağlı kalınarak hazırlanmış ve eğitimin diğer toplumsal kurumlarla ilişkisini inceleyen sekiz temel bölüme ayrılmıştır. Her bölümün sonunda, ilgili konunun öğrenciler tarafından anlaşılmasını pekiştirecek özet, bölüm soruları ve okuma parçaları yer almaktadır. Ülkemizin aydınları olmaya aday öğrencilerimize iyi okumalar ve başarılar dileriz.
İsmail Doğan Bu kitap, “Eğitimin Sosyal ve Tarihî Temelleri”ne vakfedilen uzun yılların tecrübe ve birikiminin bir ürünüdür. Prof. Dr. İsmail Doğan, bu çalışmasında, eğitim sosyolojisinin teorik ve kavramsal boyutunu Türk toplumunun eğitim ve kültürel gerçekleriyle buluşturmaktadır. Batılı sosyolog ve teorisyenlerin yanı sıra ülke ve toplum sorunlarına eğitim koridoru açan Türk aydın ve mütefekkirleri de sosyolojik tarz ve yönteme yakınlıkları ve yatkınlıkları oranında kitabın münderecatında önemli yer tutmaktadır. Ali Suavi, Münif Paşa, Prens Sabahattin, Ziya Gökalp, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Mümtaz Turhan, Nurettin Topçu, Nusret Köymen ve birçok Türk aydınının eğitim sosyolojisine katkıları bu bağlamda düşünülmüştür.
İbn-i Haldun'dan Emile Durkheim'a, Max Weber'den Paulo Freire'a uzanan öykü, eğitim sosyolojisinin akademik sorunlarına evrensel bir bakış ve deneyim kazandırır. Bu çerçevede öne çıkan içerik ise eğitim sosyolojisinin geleneksel ve güncel sorunlarına nesnel bir yolculuk imkânı vermektedir.


Adem Solak
Ayşen Bakioğlu - Tamer Kurt Demokrasi, vatandaşlık ve vatanseverlik konuları farklı toplum ve kültürlerde değişik şekillerde algılanmaktadır. Yeni ortaya çıkan eğilimler ve küresel gelişmeler toplumu etki altına almaktadır. Siyasî ve ekonomik dalgalanmalar, büyük devletlerin güç dengesini kendi lehlerine çevirme gayretleri, Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın birçok yerindeki karışıklıklar, terör ve bunlardan kaynaklı göçler, mülteci sorunları gibi faktörlerin günümüzde ve yakın gelecekte demokrasi, vatandaşlık ve vatanseverlik eğitiminin şekillenmesi üzerinde etkili rol oynayacağı öngörülmektedir.
Demokrasi, vatandaşlık ve vatanseverlik eğitiminde; öğrencilerin ailelerine, ülkelerine, topluma karşı sorumluluk sahibi olmaları ve ülkelerinin geleceğinin şekillendirilmesinde alacakları rolleri anlamaları sağlanmaktadır. Demokrasi eğitimi, vatandaşlık eğitimi, vatanseverlik eğitimi; birbirleriyle bağlantılı ve iç içe konular olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün öğrencilerin ve öğretmen adaylarının ilköğretimden başlayarak yükseköğretime kadar vatandaşlık eğitimi alması önem taşımaktadır. Her kademedeki her branştaki müfredat içerisinde bu kavramların birlikte ele alınması, bu amaçla, tüm eğitim programlarının içeriği ve öğrenme-öğretme sürecinin bu kavramların birlikte ele alınarak eğitimine uygun hale getirilmesi ve demokratik okul kültürünün oluşturulması önem kazanmaktadır. Öğretmenlerin vatanseverlik eğitimi kapsamında, öğrencilerin kişisel özelliklerinin, yaşadıkları sosyal çevredeki inanış ve normların, öğretim materyallerinin, yazılı ve görsel basında verilen mesajların, vatanseverlik algısının gelişimine yansıdığını bilerek hareket etmeleri ve gerekli önlemleri almaları gerekmektedir.
Ben Fincham ‘Refah konusundaki tartışmalar çoğu kez ahlakçı ben bilirimciliğe sürüklenir. Çokça ihmal edilen eğlence kavramının bu yüksek kavrayışlı analiziyse bir hoş geldin yanıtı sunar. Vakitlice, hoş bir kışkırtma.’
—Joe Hallgarten, Kraliyet Sanat, İmalat ve Ticaret Cemiyeti, İngiltere
‘Bu, “eğlence sosyolojisini” net bir biçimde telaffuz etmeye yönelen ilk kitap niteliğindedir [...] o, şu ana kadar sosyal hayatın görmezden gelinen bu alanına dair içtenlikle hayranlık uyandırıcı ve yenilikçi bir anlayış getirmiştir. Ayrıca eğlencenin yaşamlarımızda oynadığı merkezî rolü teslim etme ve önceden önemsizleştirilmiş olan bu olguya dair sosyolojik bir kavrayış geliştirme amacı bakımından açıkça başarılı olmuştur.’
—Ruth Woodfield, St. Andrews Üniversitesi, İngiltere
‘Fincham’ın analizi keşifsel olmakla beraber analitiktir de; kuramsal anlayışları, ampirik olarak zengin örneklerle ustalıkla bir araya getirmiştir.’
—Susie Scott, Sussex Üniversitesi, İngiltere
Eğlence nedir? Mutluluk veya zevkten hangi bakımdan farklıdır? Eğlendiğimizde eğlendiğimizi nasıl anlarız? Bu kitap, sorgulamadan kabul edilen bu toplumsal olgunun kapsamlı olarak sosyolojik açıklamasını yapmak bakımından bir ilktir. Fincham; çocukluktaki eğlence anılarımız, yetişkin olarak yaptığımız eğlence, işte sesi boğulmuş eğlence deneyimlerimiz ve yaşanmış eğlence deneyimlerimiz gibi konuları irdeler. İlk elden hikâyelerin yanı sıra eğlenceyi yorumlamak için yeni bir yaklaşımın kullanılması suretiyle, eğlencenin ciddiyetsiz veya önemsiz fakat aynı zamanda da mutlu yaşam için zaruri olarak görülmesi paradoksu ortaya koyulur. Kontrol, sınırı aşma ve eğlencede toplumsal ilişkilerin önceliği konularını ele alan Eğlence Sosyolojisi, nasıl eğlenmek istediğimiz ve yaptığımız eğlenceyi kimin belirlediği hususunda tartışma açmak niyetindedir.
Aynur Örnek, Aytekin Can, Azime Cantaş, Cenk Ateş, Çiçek Topçu, Emrah Başer, Ferhat Kaçar, İhsan Koluaçık, Naci Anıl Konya İnternet teknolojisinin yaygınlaşmasıyla birlikte izleme eylemi, gündelik yaşamda önemli bir yere sahip olmuş; sinema, televizyon ve dijital platformlar aracılığıyla topluma ulaşan içeriklerin etki alanı genişlemiştir. Konu üzerine gerçekleştirilen araştırmalar, ekran saatlerinin küresel ölçekte artış eğiliminde olduğunu belirterek ekranlara dayalı bir kültürün geleceği şekillendireceğinin altını çizmiştir. Sinema ve yayıncılık alanında yaşanan radikal dönüşümlere rağmen ekranların toplumu yansıttığı gerçeği, beyaz perdeden dijital platformlara uzanan süreçte hiçbir zaman değişmemiştir. Ekranlar aracılığıyla sunulan eserlere ışık tutmanın, toplumsal olana ilişkin bir kavrayış sağladığı fikriyle sosyal bilimlerin köklü disiplinleri, tartışmalara başlangıcından itibaren dâhil olmuştur. İletişim, felsefe, psikoloji, sosyoloji alanları, sinema ve yayıncılık pratiklerinin toplumsal yönüne ilişkin hususların tartışılmasında ayrıcalıklı bir yer edinmiş, gerçekleşen dönüşümlerle birlikte her araştırma geleneği, yeni yöntemler var etmiştir. Ekranlara dayalı dijital bir kültürün inşa edildiği 21. yüzyılda, alana yönelik olguların ilişkisel perspektifle yorumlanması gerekliliği, söz konusu disiplinlerin ve toplumsal dönüşümlerin dinamik doğasından ileri gelmiştir. Bu kitap aracılığıyla bilim insanlarının sinema, televizyon ve dijital platformları konu edinerek çok yönlü yaklaşımla ele aldığı araştırmalar derlenmiş, alana katkı sunmak amaçlanmıştır.
Ahmet Özkan Medya; yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü bir sacayağı olarak nitelenmiş ve devlet idaresini yönlendirmede etkin bir rol oynamıştır. Medya, kamuoyu oluşturma gücünü oldukça iyi kullanmış ve yargı başta olmak üzere pek çok organı yönlendirmeyi başarmıştır. Bu bağlamda 2002 yılında AK Parti'yi iktidara taşıyan en önemli güçlerden birisi, eleştirel tutum sergileyen medya olmuştur. Medya bunu isteyerek değil eleştirel ve seçkinci bir bakış açısıyla manipüle ederek sağlamıştır. Keza Recep Tayyip Erdoğan'ın muhtar bile olamayacağını dile getiren alaysı ve eleştirel manşetler, Türkiye'deki medya-siyaset ilişkilerini gözler önüne seren en belirgin siyasal olgulardan birisi olmuştur. Atılan bu ve buna benzer pek çok manşet, çevrede bulunan dışlanmış toplumu kenetlemiş ve 3 Kasım 2002 yılında yapılan seçimlerle AK Parti'nin tek başına iktidara gelmesinde önemli bir rol oynamıştır. 2002 yılında başlayan ve on yıllardır çevrede kalan ve kendisini muhafazakâr demokrat olarak nitelendiren, AK Parti kimliğinde vücut bulmuş kesimlerin iktidarı, aynı zamanda “muhafazakâr demokratlık”tan “muhafazakâr burjuvazi”ye giden yolun da önünün açılmasına sebebiyet vermiştir. Türkiye'de muhafazakâr kesimin ve burjuvazinin yaklaşık son yirmi yıllık dönemde yaşadığı toplumsal değişim ve dönüşüm, medya boyutuyla tarihe not düşecek şekilde kendisini göstermiştir.
Nitekim bu kitap, bahsi geçen konulara ilgi duyan herkes için önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır.
Gökhan Murat Üstündağ Even though there is large literature on mass political culture, indeed, there is so limited number of works on elite political culture. To my knowledge, there is no scholarly work examining Turkish elite political culture after the 1990s. In this regard, main purpose of this research is to fill this gap by shedding a new light on basic aspects of elite political culture in Turkey. In order to explore the basic aspects of elite political culture in Turkey, the ideology of conservatism which is argued to be “dominant” ideology in Turkey was used in this study. In this regard; the Justice and Development Party elite was taken as case study and the records of Grand National Assembly between 2002 and 2016 were analyzed by applying critical discourse analysis based on interpretivist epistemology. As such in this study, the basic aspects of elite political culture, and concomitantly basic principles of Turkish conservatism were examined in a systematic way.
Bengi Yanık İlhan, Deniz Erer, Derya Demirdizen Çevik, Gökten Öngel, Gözde Bozkurt, Gülay Aslan, Gülçin Taşkıran, Janet Barış, Seyran Gürsoy Çuhadar Kadınların işgücüne katılımı, toplumsal ve ekonomik düzenin temel taşlarından birini oluşturmaktadır. Kadınlar, işgücüne katıldıklarında, sıklıkla karşılaştıkları ayrımcılık ve cinsiyet temelli stereotiplerle mücadele etmek zorunda kalmaktadırlar. Elinizdeki kitap, ayrımcılık ve stereotiplerin nasıl şekillendiğini, kadın çalışanların yaşadığı zorlukları ve bu sorunların toplumsal ve ekonomik etkilerini ele alarak bu konuda bir derinlik kazanmayı hedeflemektedir.
Kolektif emeğin bir ürünü olan bu kitap, Cumhuriyetin 100. Yılında kadın emeğinin Türkiye’deki durumunu anlamaya çalışırken, toplumsal cinsiyete dayalı işbölümünden işgücü piyasasında cinsiyete yönelik ayrımcılıklara, kadın yoksulluğundan, kayıtdışı-güvencesiz kadın emeğine, karşılıksız kadın emeğinden, eğitim ve sağlık alanında emeğin cinsiyetlendirilmesine, sinemada kadın emeğinin sınıfsal örüntülerinden kadınların cam tavan sorunsalına ve kapsayıcılık ve çeşitlilik politikalarına kadar birçok konunun geniş bir perspektifte tartışıldığı makalelerden oluşmaktadır.
Mustafa Büte Düşünme yetisi bizlere bahşedilmiş bir mucizedir. Her birimiz bu potansiyele doğuştan sahibizdir. Ancak, düşüncelerimiz kendi haline bırakıldığında benmerkezci, ön yargılı, çarpıtılmış, kısmi, bilgisiz, tamamen taraflı ve adaletsizdir. İlginç olan şey ise, bu durumun neredeyse hiç farkında olmamamızdır. Gerçekte iyi bir düşünme sürecinden; problem odaklı olma, derinlemesine analiz etme, mantık kullanma, akıl yürütme ve rasyonelliğe yaklaşma gibi fonksiyonlar beklenir. Zira hayatımızın, ürettiklerimizin, yaptıklarımızın ya da inşa ettiklerimizin kalitesi tamamen düşüncelerimizin kalitesine bağlıdır. Sıradan düşünme hem ekonomik olarak hem de hayatın kalitesi açısından oldukça masraflıdır. Bununla birlikte bir usta ya da bilge gibi düşünmek çok kolay değildir. Bazı temel düşünme becerileri ve oldukça güdülenmiş bir çaba gerektirir. Öte yandan, nefes aldığımız sürece hemen her yerde sürekli olarak inançlarımızı şekillendirmek, desteğimizi alabilmek, bizi herhangi bir şeyi satın almaya ya da yapmaya ikna etmek için tasarlanmış mesaj bombardımanlarına maruz kalırız. Kritik düşünme becerilerine sahip değilsek, her an daha üst düzeyde düşünebilen birileri tarafından manipüle edilebilir, aldatılabilir ya da mağduriyet yaşayabiliriz. Kısaca; işimizi, benliğimizi, kişiliğimizi, özgürlüğümüzü, inançlarımızı, menfaatlerimizi, yaşam kalitemizi, haklarımızı, sınırlarımızı ve varlığımızı; özetle her şeyimizi koruyabilmemiz için kritik düşünme becerilerini kendimizde yerleştirmeye ihtiyacımız vardır. Bu kitabın, kendi düşüncelerini kontrol altına almak, isabetli kararlar almak, problemlerini etkili bir şekilde çözmek ve düşünce kalitesini artırmak suretiyle tüm yaşamında mucizevi değişimler yapmak isteyen ev hanımından CEO'ya kadar herkese; özellikle öğrenci, öğretmen, yönetici, akademisyen, hemşire, doktor, avukat, iş insanı, girişimci, politikacı ve medya mensuplarına çok faydası olacağına dair inancımız tamdır.
Asena Boztaş, Aydın Bağdat, Aydın Yılmazer, Aykut Yılmaz, Ayten Yılmaz Yalçıner, Dilşad Türkmenoğlu Köse, Emine Balcı, Furkan Akdemir, Hale Biricikoğlu, Hatice Gül Önder, Hatice Sarıaltın, İsmail Ermağan, İsmail Koç, Mustafa Yılmaz, Nermin Ceren Türkmen, Selma Kılıç Kırılmaz, Semih Erdoğdu, Serpil Çiğdem, Tarık Yolcu, Yunus Turhan, Yusuf Arslan Amerikalı düşünür Warren G. Bennis, 1991 yılında, geleceğin fabrikasını şöyle tarif etmektedir:
“Geleceğin fabrikasında yalnızca iki adet canlı olacaktır: Bunlar bir köpek ve bir insandır. Geleceğin fabrikasında insanın görevi, fabrikadaki köpeği beslemektir. Köpeğin görevi ise insanın fabrikadaki makinelere yaklaşmasını engellemektir.”
Gelecekte robotların, akıllı fabrikaların vazgeçilmez çalışanları olacağı düşünülmektedir. Bugün kesin olan şu ki robot ve insan etkileşimli bir geleceğin ütopik mi dispotik mi olacağını görmek için çok beklemeyeceğiz. Zira dünya hızla değişmekte, dijitalleşme, insanın olduğu her yere daha fazla sirayet etmektedir. Ekonomiler, endüstriler, fabrikalar, üretim biçimleri değişmektedir. Yeni iş modelleri, çalışma biçimleri ve işgücü profilleri ortaya çıkmaktadır. Kamu ve özel sektörlerden akademi ve sivil topluma kadar tüm alanlarda değişim yaşanmaktadır. Kurumlar, anlayışlar, yaklaşımlar ve tabii ki özünde insan değişmekte, yeni tüketim biçimleri ve yaşam kodları ortaya çıkmaktadır. Bu değişimin itici gücü, birçoklarının dünya üzerinde ilk sanayi devriminin getirdiği değişimden daha güçlü bir etkisinin olmasını öngördüğü Dördüncü Sanayi Devrimi veya Endüstri 4.0'dır.
Endüstri 4.0; siber-fiziksel sistemler, nesnelerin interneti, bulut bilişim, yapay zekâ ve akıllı fabrikanın oluşturulması dâhil olmak üzere üretim teknolojilerindeki otomasyon ve veri alışverişi araçlarını temsil etmektedir. Siber-fiziksel sistemlere odaklanarak sanal ve fiziksel dünya arasında bir köprü kurmakta, makinelerin “gerçek” dünyası ile internetin “sanal” dünyası arasındaki sınırı giderek bulanıklaştırmaktadır. Endüstri 4.0'ı daha insancıl bir yaklaşımla dengeleyen Toplum 5.0 ise “Süper Akıllı Toplum” inşası niyetiyle şekillendirilen yeni bir toplumsal düzeni tanımlamaktadır. Zira Endüstri 4.0 uygulamalarının başarılı bir biçimde gerçekleşebilmesi için dijital dönüşümün toplumsal dönüşüm boyutunu yönetecek yaratıcı ve nitelikli topluma gereksinim duyulmaktadır.
Bu kitap, bir yandan Endüstri 4.0 ve Toplum 5.0 ile ilgili kavramsal bir çerçeve sunarken öte yandan bu iki yaklaşımın çeşitli alanlardaki etkilerini birçok farklı disiplinlerden meslektaşlarımızın bakış açısı ile ele almıştır. Endüstri 4.0 ve Toplum 5.0'ın etkilerinin eğitimden ticarete, ekonomiden turizme, güvenlikten yönetim sistemlerine kadar çok geniş bir yelpazede incelendiği eser, akademisyenlere, öğrencilere ve bu konulara ilgi duyan herkese kaynak oluşturmasının yanı sıra çeşitli sektörlerdeki uygulayıcılara da yön gösterici olmayı hedeflemektedir.
Behçet Kaldık Engelli bireyler, toplumsal yaşamın gündelik pratiğinde bütün çağlarda çeşitli sorunlar deneyimlemişlerdir. Tarihsel bağlamda, dinamik bir özne olarak görülmekten ziyade edilgen bireyler olarak görülen engelliler, zorlu bir yaşam mücadelesinden geçmişlerdir. Temel hak ve özgürlükleri genellikle ihlal edilerek ikinci plana atılan engelli bireylerin toplumsal katılım ve bağımsız yaşam sorunsalı, daima gündelik yaşam pratiklerinin bir parçası olmuştur. Oysaki birçok alanda hakları ihlal edilen ve sorun yaşayan engelli bireylerin de diğer bireyler gibi toplumsal yaşama katılım sağlama hakları bulunmaktadır.
Toplumsal düzlemde inşa edilen ekonomik, kültürel ve siyasal bariyerler, engelli bireylerin çeşitli sorunlar yaşamalarına neden olmaktadır. Bazı yeti yitimleri olan engelli bireylerin yaşadıkları sorunların asıl kaynağı, bu yeti yitimlerinden ziyade toplumsal ön yargılar, stereotipler ve damgalamalardır. Bu olumsuz kültürel tanımlama biçimleri neticesinde bireyler; çalışma yaşamı, erişilebilirlik, eğitim, sağlık ve kültürel yaşam gibi alanlarda sosyal dışlanmaya maruz kalmaktadır.
Bu kitapta engellilik olgusu, temelde sosyal bir perspektiften ele alınmıştır. Bu kapsamda engelli bireylerin deneyimledikleri sosyal dışlanma boyutları ekseninde ele alınmış, ayrıca bireylerin başta sosyal dışlanma olmak üzere karşılaştıkları sorunlarla nasıl başa çıkmaya çalıştıkları da incelenmiştir. Dolayısıyla mevcut çalışma, engellilik alanında çalışan bütün akademisyenlere, araştırmacılara, öğrencilere ve konuya ilgi duyan herkese hitap etmektedir.
Cengiz Anık Adı siyaset olmakla birlikte kitabı salt siyaset bilimi içerisinde görmek ya da bu alanla sınırlamak, bu alana sığdırmak pek mümkün değildir. Kitapta; siyaset felsefesi, bilgi kuramı, siyasal düşüncelere, hepsinden daha fazla iletişim bilimine ilişkin kavramlara yer verilmiştir. Bu ve benzeri disiplinlerin verilerinden yararlanmakla birlikte esasen çalışma, bilgi sosyolojisinin aydınlattığı bir alanın içinde devinmeyi denemektedir. Zaten kitabın kapağında da bu durum “Bilgi sosyolojisi Açısından Bir Deneme” ifadeleriyle yer almıştır. Bu doğrultuda çalışmada, akademik standartlardan ödün vermeden, bilgi sosyolojisinin gözüyle, siyasal projeksiyonlar ortaya konulmaya çalışılmakta ve projeksiyonların enerji kaynağının iletişim olduğu vurgulanmaktadır. Ama bu, halkla ilişkiler etkinlikleri için tasarlanan bir iletişimdir.
Necmettin Aydın Merhum Erbakan;
“Dinle, Sana dizel motoru nasıl çalışır anlatayım. İlk yanmanın olacağı bölüme önce yakıt doldurulur ve sonra akım verilir. Akımın etkisi ile yakıt moleküllere ayrışarak yoğunlaşır, sıkışır, yanar ve patlar.
Bu ilk yanma çok kısa sürer ve kendinden sonraki tüm yanmaları yapar, yani motor çalışır.
İşte sen, öyle bir ilk yanma-patlama (öyle bir iş) yapmalısın ki, kendinden sonraki bütün yanmaları-patlamaları yapsın.
Bu dünya hayatı da çok kısadır. İlk yanma yeridir. Eğer bu dünyada yanmayı başarırsan öbür alem de de ebedi aydınlığa mutluluğa kavuşursun.’’
Erbakan etkisi-devrimi dediğimiz bu örnekte bizzat kendi anlattığıdır. Yaptığı her şey hep ilk yanmadır.
Kürşad Atalar Türkiye’de İslamcı düşüncenin bazı dönüm noktaları, etkileyenleri, önde gelen isimleri vardır. Ercüment Özkan da bu kırılma noktalarından birine işaret etmektedir. Bu kitapta Özkan’ın düşünce dünyasındaki önemli dönüm noktaları ve faaliyetleri analitik bir gözle değerlendirilmiştir.
Özkan’ı Türkiye’deki İslamcılık akımı için önemli kılan en önemli unsur, mücadelesinden çok düşünceleridir. Özkan’ın hayat hikayesi bu düşüncelerin tarihsel açıdan konumlandırılma şansını vermekle beraber kendi dönemini izahı bakımından da önemli bir yere sahiptir. Bu bağlamda kitapta din-siyaset ilişkisi, modernite-gelenek eleştirisi ve yöntem olmak üzere üç ana başlık altında Özkan düşüncesinin profili çıkarılmaktadır.
“Fikir ve Hareket İncelemeleri” dizisi ile İslamcılığın fikri birikimini yansıtan ve hemen hemen her alanda karşımıza çıkan temel isimler, dergiler, meseleler hakkında bir çerçeve ve özgün bir bakışın ortaya konulması amaçlanmaktadır. Dizide yer alacak kitaplar İslamcılık düşüncesinin farklı alanlarında merak edilen mevzuları kapsamaktadır. Bu çerçevede, meselelerin temel bir zeminde ve giriş düzeyinde anlaşılmasına katkı sağlaması hedeflenmektedir.
Ahmet Oktan, Ahmet Talimciler, Aslı Karamollaoğlu Favaro, Canan Uluyağcı, Gülgün Meşe, Güliz Gülçin Güzelgün, Huriye Kuruoğlu, Lale Kabadayı, Mehmet Oğulcan Turan, Nesrin Kula Demir, Nevin Yıldırım Koyuncu, Zühal Çetin Özkan Erkeklerin yarattıkları ve kendilerini egemen kıldıkları hegemonik ortam, zamanla geri dönerek kendilerini ezmeye başlamıştır. Ezilen erkek ise kendi ezikliğini örtbas etmek için kadını daha çok ezmeye çalışmıştır. Günümüz erkeği, bir yandan yeni yaşam tarzının getirdiği beklentiler, öte yandan yüzyıllardır devam eden “erkek olma” kriterleri arasında sıkışıp kalmış gibidir. Toplumsal vicdanı olan bazı erkekler, yaşanan bu sıkışmışlığın farkında. Pek çok erkek ise değişimin farkında olmayıp kadın-erkek eşitliği konusunun gündeme gelmesinin ve yıllardır sürdürdükleri iktidarın sarsılmasının yegâne sebebinin yine kadınlar olduğunu düşündükleri için sözel ve/veya fiziksel şiddetin dozunu artırmaktadır. Öyle görünüyor ki erkek kimliği üzerine düşünmedikçe şiddet hikâyeleri dinlemeye, okumaya ve yazmaya devam edeceğiz. Şiddeti üreten ve uygulayan zalim rolündeki temel aktör olan erkeklere dayatılan kimliğin ciddi bir şekilde yeniden sorgulanması ve bu bağlamda, değişen şartlara göre yeniden kurgulanması gerekmektedir.
Erkeğin özgürleşmesinin, günümüz şartlarında olması gereken gerçek kimliğini sağlıklı yaşamasının yolu, şu andaki mahpusluğunun farkında olmasından geçiyor. Bu mahpusluk ise geleneksel değerlerin dayattığı erkek kimliği ile modernizmin dayattığı erkek kimliği arasında sıkışıp kalmış olmaktan kaynaklanıyor. Bu durumdan kurtulmanın yolu özgürleşmekten, özgürleşmenin yolu ise kişinin kendisiyle yüzleşmesinden geçiyor.
Tarık Solmuş İşte bilimsel araştırma sonuçlarından özgün denemelere erkek ve “erkeklik"…
Kadınlardan hangi açılardan ve neden farklıyız?
Kimiz, neyiz, kendimizden ve hayattan ne istiyoruz?
Gerçekten aşık olabiliyor ya da ilişki kurabiliyor muyuz? Örneğin hep “durup dururken” mi terk ediliyoruz?
Neden en çok biz aldatırken aldatılmaya da en çok biz öfkeleniyoruz?
Her erkek sanıldığı hatta sanılmak istendiği gibi bir tecavüzcü müdür?
Neden bizden olmayana, bizim gibi düşünmeyene tahammül edemiyoruz?
Tüm duygularımızla, travmalarımızla, kişiliğimizle, kendimizden kaçışmacalarımızla, aslında içimizdeki aynalarla yüzleşmekten korkumuzla biz; erkekler ve erkekliğimiz…
Kendini, benliğini, kişiliğini, kimliğini arayan erkekliğimiz…
Saeid Mozafari, Halime Ünal Reşitoğlu “Erkek olarak çocuklarım aç kaldığı zaman ciğerim yanıyor, kalbim sıkışıyor nasıl aç kalırlar diye. Bu benim içimdeki en büyük yangın, çok zoruma gidiyor bu.
Tek derdim onları koruyabilmektir”
“İnsanın elinden bir şey gelemeyince, bir şey yapamayınca bir eksiklik hissediyor çünkü ailesine istediklerini sunamıyor. O an işte zayıf olduğun yer…
Kesinlikle bu erkeğin zayıf noktasıdır.”

Geleneksel Suriyeli erkeklik biçiminin yeniden üretim dinamiklerine karşı kronolojik olarak üçlü bir ittifak içinde olan savaşın, zorunlu göç ve kentsel yoksulluk deneyimlerinin toplumsal cinsiyet ilişkileri bağlamında dönüştürücü bir etkiye sahip olduğu açıkça görülüyor. Yaşama dair her şey üzerinde katastrofik bir etkiye sahip iç savaş koşullarının ortaya çıkardığı “korku”, “çaresizlik” ve “gelecek kaygısı” kıskacında ezilen bir erkeklik hâli bir taraftan, akabinde ölüm dâhil risk ve çatışma dolu bir zorunlu göç sürecine mahkûm bırakılması ile “kaybedilmiş erkeklik” deneyiminin oluşması diğer taraftan patriarkal ilişkileri sekteye uğratıyorlar. Geleneksel erkeklik beklentilerini ifa etmekte “acizleşmiş” Suriyeli erkeklerin zorunlu göç sonrası yerleştikleri yeni ekonomik, toplumsal, hukuksal ve siyasal yapıların madunlaştıran ve marjinalleştiren etkileri ise deneyimlenmekte olan erkeklik kaybını pekiştiriyor.
Ankara'nın merkezî bölgelerinde bir görünürlüğe sahip yoksul Suriyeli mülteciler ile gündelik hayattaki karşılaşmalar ve edinilen deneyimler ve gözlemler sonucu şekillenen bu çalışma, göç sorunsalı bağlamında sınıf, toplumsal cinsiyet ve eleştirel erkeklik yaklaşımlarının önemini vurgulayarak giderek kronikleşen göç tartışmalarına bir katkı sunuyor.
Nuray Ertürk Keskin, Aslı Yönten Balaban, Cuma Yıldırım, Duru Çiğdem Şimşek Eşitlik Yolunda kitabı; kadınların toplumsal konumlarına dayalı mevcut engellerin aşılması, buna yönelik önlemlerin alınması ve kadınların güçlendirilmesi bağlamında farkındalığı artırmak amacıyla hazırlanmıştır. Kitap, üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliği derslerinde ders kitabı; sosyoloji, toplumsal yapı, kamu yönetimi gibi derslerde yardımcı kaynak olarak kullanılabilir. Kitap ayrıca toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili bilgilendirme toplantıları ve diğer faaliyetler için de başvuru kaynağı olarak faydalı olacaktır. Bunun yanı sıra kitaptan kadın-erkek eşitsizliğinin temel bir problem olarak mevcut olduğunu düşünen herkesin yararlanması mümkündür.
Bu kitapta; kadınların eşitlik yolu sırasıyla Kadınların Tarihi, Kadının İnsan Hakları, Feminizm ve Feministler, Eğitim Hakkı, Bilimin Cinsiyeti, Ekonomide Kadın, Siyasette Temsili Varlık, Kadına Yönelik Şiddet, Medyanın Tutumu, Göçmen Kadının Durumu ve Sosyal Politikalar başlıkları altında incelenmektedir. Her konu, farklı disiplinlerden yararlanılarak bütüncül bir bakışla ele alınmıştır. Güncel verilerle birlikte diğer ülkelerden iyi uygulama örnekleri inceleme alanına çekilmiş, mevcut durumun analiziyle yetinilmeyip "Neler yapılabilir?" sorusu etrafında politika önerilerine de yer verilmiştir. Bilgiyi derinleştirmek amacıyla bölüm sonlarına konuyla ilgili okuma, dizi veya film önerileri, faydalı bağlantılar ve sorular eklenmiştir.
Eşit bir dünya, düşünce süreçlerini ve kalıplarını, alışkanlıkları değiştirerek başlar. Biz de bu kitabın okuyucularını toplumsal cinsiyet eşitsizliğini konuşmaya, kalıp yargılarımızı ve alışkanlıklarımızı sorgulamaya, eşitsizlikten kaynaklı sorunlar üzerinde düşünmeye çağırıyoruz.
Siniša Malešević “Bu kitap, yeni bir kuşağın etnisite alanının ve onun tartışma konularının kavram dünyasını etkileyebilecek bir şekilde ileriyi işaret ederek hâlihazırdaki bilgi birikiminin özgün bir sentezini sunmaktadır. Eğer hak ettiği ilgiyi uyandırabilirse seksenlerden beri etnik ve ırksal ilişkilere dair yazılmış en önemli kitaplardan birisi olabilir.”
Michael Banton, Ethnic and Racial Studies
“Maleševic, etnisite çalışmalarının sosyolojik temellerine dair kapsamlı ve dengeli bir anlatı sunmaktadır… Sunumu, eleştirel ve çekicidir zira okuması kolaydır ve mantıklı bir şekilde organize edilmiştir. Sosyologlar için okunması paha biçilmez değerdedir.”
Jon Fox, British Journal of Sociology
Klasik sosyolojiyi güncel tartışmalara kadar genişleten Etnik Sosyoloji, etnik ilişkilere dair başlıca sosyolojik yorumlamaları sentezlemekte ve bunun analizi için tutarlı bir teorik çerçeve sunmaktadır.
Bu derin ve kolay anlaşılır metinde Siniša Maleševic, etnisiteyi ve etnik çatışmayı anlamada bir dizi sosyolojik teorinin açıklayıcı gücünü değerlendirmektedir. Etnik gruplar arası ilişkilere dair her bir vaka ile ilgilenmek için herhangi bir sihirli anahtar veya planın olmadığını tasdik eden Etnik Sosyoloji, etnik gruplar arası ilişkiler için epistemolojik ve politik gereklilikler arasında köprü kuracak en iyi stratejiyi geliştirmektedir. Etnik Sosyoloji, sosyoloji disipliniyle tüm diğer sosyal bilimler disiplinlerinde okuyan ileri düzey lisans ve lisansüstü öğrencileri için okunması zorunlu bir kitap olacaktır.
Ali Zafer Sağıroğlu Toplumsal gruplar arası ilişkilere dair bilimsel çalışmalar, sosyal bilimler içinde giderek yükselen bir araştırma alanı olsa da Türkiye'de -onca ağırlaşmış meseleye rağmen- olması gereken ilgiden ve nitelikten çok uzakta kalmıştır. Özellikle akademide katmerleşmiş sorunlara olan mesafe, konuya olan ilgisizlikten ziyade teknik çözümlemelerin getireceği ağır siyasi yüklerin ve hatta bedellerin göğüslenmesine dair duyulan tedirginlikle ilgili olmalıdır.

Bu çalışma, teknik olarak iki toplumsal grup arasındaki ihtilafın çözümlenmesine (conflict resolution) bir katkı olarak yola çıkmış bir doktora tezinin ürünüdür. Çalışmanın saha araştırmasının üzerinden geçen süre, çalışmanın kitaba dönüştürülmesinin anlamını eksiltmek bir yana, konunun bugün geldiği noktayı anlamak açısından daha anlamlı bir hâle getirmiştir.

Din temelli inançların toplumsal gruplara dair birçok sorunun önünde önemli bir bariyer olduğu yadsınamaz. “Ancak bu, hangi şartlarda geçerlidir? Her durumda sadece ortak inanç zemininin genişlemesi, bütün ihtilafları ve sorunları ortadan kaldırmaya yeter mi? İhtilaf çözümlemelerinde sadece hâkim alana değil dışarıda kalan alanlara da odaklanmak anlamlı mıdır?” gibi sorular, bir akademik çalışmanın alan çalışmasına dönüştü.
Paul Atkinson, Amanda Coffey, Sara Delamont, John Lofland, Lyn Lofland Etnografi, tek bir sınıflandırmaya ya da tek bir sosyal bilim alanına sığmayacak kadar farklı özelliklere bürünebilen, uygulandığı her ortamda farklı anlamlar kazanabilen, basit bir araştırma yönteminden daha fazlasına sahip entelektüel bir uğraştır. Bu özelliklerinden dolayı onu en iyi şekilde tasvir etme ve anlama yolu, sahadaki çeşitli hâllerini okuyucu ile paylaşmaktan geçmektedir. Bu kitap, etnografiyi alanla ilişkisi bağlamında anlatmaya yönelik önemli bir girişim ve aynı zamanda etnografik araştırma yapmak isteyenleri özendirici, teşvik edici ve destekleyici bir ruhla yazılmış kapsamlı bir etnografik metodoloji ve yöntem metnidir.
Kitabın bazı bölümlerinde özel olarak kaleme alınmış olan etnografik mülakat, odak grup çalışmaları, katılımlı gözlem ve saha notları alma gibi tümüyle teknik becerileri geliştirmeye odaklanan içerikler özellikle etnografik bir saha araştırması gerçekleştirmek isteyenler için güçlü bir rehber niteliğinde. Etnografinin bir metodoloji olarak sosyal bilimler alanında çok geniş ve çeşitli kullanımları olduğuna şüphe yok. Antropoloji, sosyoloji, siyaset bilimi, iletişim bilimleri, işletme, sağlık bilimleri, kültürel çalışmalar, hukuk, pazarlama vb. birçok alanda kullanılabilen etnografik metodoloji, tüm bu alanlar açısından güçlü bir disiplinler arasılık ve kesişimsellik barındırıyor. Etnografi El Kitabı etnografinin bu kesişimselliğini özellikle ortaya koymakta. Tüm bu özelliklerinden dolayı kitabın etnografik metodoloji konusunda Türkçe alan yazındaki boşluğu doldurmaya yönelik mütavazı bir katkı olmasını umuyor ve etnografik saha çalışmalarındaki birikimin zenginleşmesine ve araştırmacıların bu alanda beceriler kazanmasına vesile olmasını diliyoruz.
Yavuz Ercan Gül Bu kitap, binlerce yıllık deneyimlere dayalı olarak gelişen ve halk bilgeliğini temsil eden geleneksel eğitim yöntemlerinin modern eğitimde kullanılması amacıyla hazırlanmıştır. Etnopedagoji; insanın kalbine dayanan, ruhu sevgiden oluşan bir eğitimdir. Çocuklara karşı, mesleğe karşı, kültüre karşı, halkına karşı ve vatanına karşı sevgiyle yoğrulmuş halk pedagojisi konusunda yetişmiş bir eğitimci, öğrencilerini ve ailelerini daha iyi anlayabilecek ve gençlerin gerçek bir eğitimcisi olabilecektir. Modern eğitim sistemlerinin, başka hiç bir eğitim sisteminde eşi benzeri olmayan bir etki ve başarıya sahip halk pedagojisine gözlerini kapaması düşünülemez. Evrensel insan kültürünün derinliğini oluşturan ulusal kültürlerin kaybolmadan devam etmesi, etnik öz bilincin oluşması, milli karakterin devamı ve bireylerin ulusal değerlere dayalı kişiliğinin oluşumu, etnopedagoji ile mümkündür. Bu nedenle etnopedagoji konusunda hazırlanan bu kitap, Türkiye'de eğitim ve etnik kültür alanındaki boşluğu doldurmaktadır.
Şenol Korkut Bu kitap İkinci Muallim Fârâbî'nin siyaset felsefesini kökenleri ve özgünlüğü bakımından incelemektedir.
İslâm düşüncesinde siyaset ilmi ve felsefesini bir ilim olarak inşa eden Fârâbî aynı zamanda Atina odaklı Grek felsefesinin siyasal düşüncesine de bir nevi alternatif siyaset kuramlar dizisinin peşinde koşmuştur. İslâm'ın vahiy öğretisinin getirdiği siyasal unsurlarla antik Grek siyaset felsefesi arasında kendine özgü bir siyaset felse­fesi inşa eden Fârâbî bir yandan siyaset felsefesine yeni problem alanları kazandırırken öbür yandan İslâm düşüncesine erdemli ve erdemsiz şehirler öğretisi ile yeni bir ufuk kazandırmıştır. Filozofun felsefe, mille ve medîne zemininde geliştirdiği erdemli ve erdemsiz bakış açılarını siyaset felsefesine dair irdelediği bütün problem öbeklerinde görebilmek mümkündür. Bu kitapta bir yandan erdemli felsefe, erdemli din ve erdemli şehrin idealize edilmiş felsefî serüveni irdelenirken öbür yandan bozuk felsefe, bozuk dinler ve erdemsiz şehirlerin İkinci Muallim'in felsefî süzgecinde zemmedilmiş hikâyesi ele alınmıştır.
Gözde Özsezer Kaymak, Gülbu Tanrıverdi, Gülen Addis, Özden Erdem, Özlem Avcı, Sema Kuğuoğlu, Sevinç Polat Sağlık çalışanlarının, kendilerinden farklı inançlara sahip bireylere bakım verirken, onların inancına uygun olan bakımı sunmaları en azından sunmak için çaba göstermeleri beklenmektedir. İnancına uygun olmayan yaklaşım, bireyler tarafından kabul edilmeyebilir, memnuniyetsizlik yaratabilir, bakımın veya tedavinin yarıda kesilmesine neden olabilir. Hatta birey inancına uygun olmayan yaklaşımlardan ötürü sağlık çalışanları ile çatışma yaşayabilir. Tam da bu noktada bu kitabın, başta hemşireler olmak üzere tüm sağlık çalışanlarında inançlara yönelik farkındalık oluşturması ve inançlara uygun bir yaklaşımın nasıl sunulacağı konusunda rehberlik edeceğini düşünmekteyiz. Amaç okuyucuya, sağlıklı ve hasta bireylerin inançlarındaki farklılıkların, sağlık bakımını ve sağlık hizmetlerini nasıl etkileyebileceğini literatüre dayalı olarak göstermektir.
Kitapta özellikle yaygın dini inançlar ele alınmış ve bilimsel literatür temel alınarak hazırlanmıştır. Umuyorum ki, her yeni baskıda yeni dini inançları kitabımıza ekleyelim ve tüm inançları içine alan sağlık hizmetlerinin sunumunda bir rehber niteliği kazandıralım. Yine umuyorum ki, tüm inançlara saygılı ve sağlık hizmetinde bu durumu yok saymayan bir yaklaşım kazanalım. Bu kitabın tüm okuyucularımız için yararlı olmasını diliyoruz.
Jawad Syed, Mustafa Özbilgin Bu kitap, farklı disiplinlerden ve kültürlerden akademik çalışmaları sayısız örgütsel örnekle birleştirerek farklılık ve kapsayıcılık üzerine birçok deneyim ve bakış açısını bir araya getiriyor. İlgili alanda oldukça ihtiyaç duyulan bu kitap, akademisyenlere ve uygulamacılara farklılıkları anlamaları ve daha öz güvenli, proaktif ve kapsayıcı bir yaklaşım benimsemeleri konusunda yeni bir bakış açısı sağlıyor.
Dianah Worma, FCIPD, Personel Geliştirme Enstitüsü Farklılık Yöneticisi, Birleşik Krallık.

Kitap, çağdaş örgütlerde ve toplumlarda farklılıklarla ilgili önemli eleştirel yansımaları içeriyor. farklılık konularına ilgi duyan ve bu konuyla ilgili çalışan herkesin okumasını hak ediyor.
Prof. Dr. Jean-François Chanlat, Paris-Dauphnie Üniversitesi, Farklılık Anabilim Dalı Başkanı, Fransa.

Hızla değişen iş gücü demografisi, haberlerde yer alan ayrımcılık olayları ve yürürlüğe giren yeni yasalarla birlikte yalnızca örgütsel sonuçlar için değil aynı zamanda iş yerinde sosyal sorumluluk bağlamında da yaratıcı ve kapsayıcı bir ortam yaratmak için örgütlerin farklılığı anlamaları ve etkin bir şekilde yönetmeleri her zamankinden daha önemli hâle geliyor.
Merakla beklenen bu yeni çalışma, uluslararası düzeyde alanında uzman kişilerden oluşan bir ekip tarafından yazılmıştır. çalışmada en güncel ve çağdaş teori ve yaklaşımlar derinlemesine incelenmiştir.
Kitap, uluslararası ve kültürler arası örnek olaylar ve ulusal bağlamların alanı nasıl şekillendirdiğine ilişkin açıklamalar ve küresel düzeyde incelemelerle birlikte Birleşik Krallık ve Avrupa politika ve uygulamalarını da özel olarak ele almaktadır.
Kitap, eleştirel analizi teşvik eden ve teoriyi gerçek dünya pratiğine bağlamaya yardımcı olan özelliklerle doludur. bununla birlikte çevrim içi destekleyici kaynaklara erişim olanağı sağlamaktadır.
Haridimos TSOUKAS, Robert CHIA Yaşamımız bir örgütün içinde başlar, çok sayıda örgütün içinde ya da etkisinde şekillenir ve yine bir örgütün içinde sonlanır. Sahip olduğumuz etkin ve verimli örgütlerin yaşam kalitemizi ve refah düzeyimizi yükselttiğini düşünecek olursak; nasıl bir yaşam sürdüreceğimizin, örgütlerle yakından ilişkisi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hayatımızın şekillenmesinde bu kadar önemli bir rolü olan örgütler ve bu örgütlere ilişkin bilgi, her yönüyle felsefi analize tabi tutulmayı hak etmektedir.
Felsefe ile örgüt teorisi arasında ilişki var mıdır? İlk bakışta çok küçük bir ilişkinin var olduğunu söylemek mümkünken, yakından bakıldığında çok sayıda bağlantının bulunduğu görülmektedir. Örgüt kuramlarını anlama ve örgütleri açıklama çabalarımızda metafizik bilgilerimizin süreçleri şuursuzca ve derinden etkilemekte olduğu, felsefe konusundaki çalışma ve analizlerle ortaya çıkmaktadır.
Felsefi akım önermelerinin örgüt teorileri ile ilişkisini konu alan bu kitap, felsefi analizlerin örgüt teori ve araştırmalarına katkısını okuyucuya sunmaktadır.
Aysun Gür, Berna Akyüz Sizgen, Betül Tansel, Cihan Camcı, Ece Sağel-Çetiner, Erdem Çiftçi, Gökhan Gürdal, Nergiz Gündel, Zeynep Zafer Esenyel Yaşlanma, yalnızca bir sağlık konusu değildir. Yaşlanmanın; geriyatri ve geriyatrik hemşirelik, yaşlı bakımı, sosyal yardım gibi alanların birbiriyle örtüştüğü bütüncül bir anlamı da vardır. Bu bütüncül anlam, yaşamın ya da filozofların dediği gibi varoluşun kendisinden başka bir şey değildir. Varoluşun kendisi, yaşamın sonluluğunu aşan zamansal sürekliliktir. Gerontoloji, bu anlamda varoluşu yaşamımızda bölünmüş yaş dönemlerindeki rollerimizin ve kimliklerimizin ötesindeki bu süre-gidişini anımsama zamanıdır. Rollerimizi, kimliklerimizi aşan, otantik benliğimizi anımsama zamanı…
Bu kitap, yaşlanmaya bu varoluşsal açıdan katkı yapmayı amaçlıyor. Yaşlanmaya daha önce bakmadığımız pencerelerden bakıyor; onu edebiyat ve sinemadaki karakterlerle yorumluyor ve aynı zamanda yaşlanmayı; Freud ve Heidegger'in tekinsizlik, kaygı kavramlarıyla, yolda oluş hâliyle, yavaşlığıyla, Bergson'un bölünmeyen zamanında yaşamı duyma, belki de onunla hesaplaşma olanağı olarak öneriyor…
Seyit Gezer Bir insan göçerse dünyadan eğer,
Sen öyle bilme ki tek bir can gider.
Her sönen bakışta sayısız dilekler,
Her küçük tabutta bir cihan gider.
Şehriyâr

Sözlü tarih, sıradan olanın tarihini arayan, aynı zamanda sıradan olanın tarihin içine yerleştirilmesine vesile olan bir yaklaşımdır. Otoritenin sunduğu, çerçevesi belirlenmiş anlayışın dışında kalan yoksul sınıflar ve bu sınıflardan oluşan toplumun sosyal tarihi, sözlü tarih yaklaşımının çıkış noktasını oluşturur.
Anonim ya da ferdî karakter taşıyan sözlü kültür ürünlerinde de toplumun tarih ve medeniyetine ait izler bulunmaktadır. Bu nedenle sözel tarih yaklaşımının folklor için ne denli önemli olduğu bir gerçektir.
Ağıtlar edebî bir tür olmasının yanında yas kültürü ile anlam bulan sosyal tarihe ait zenginlikleri barındırmaktadır. Ağıtlar; hayatın acı gerçeğinin, yaşanılan çaresizliğin, insanların kadere teslimiyetinin edebî göstergesidir. Ağıtlar, yaşanan elim bir hadisenin neticesinde söylenmiş olması nedeniyle aynı zamanda tarihe düşülen notları da içinde bulundurur. Bu açıdan bakıldığında ağıtlar, içinde sosyal tarihi saklayan önemli manzumelerdendir.