Sosyoloji \ 3-15
Nevzat GÜLDİKEN Emek ve iş kavramlarının ilk defa tarih sahnesine çıkmasıyla günümüze kadar olan süre boyunca, bu kavramlara yönelik farklı düşünceler geliştirilmiştir. İlkel dönemlerde çalışma kavramının karşılığı, hayatı minimum düzeyde idame ettirmeye yetecek kadar iş yapma olarak belirlenirken, modern zamanlarda bu karşılık artık yeterli olmamaktadır. İnsanoğlunun üretimi keşfetmesi ve bu keşifle birlikte ücret kavramının da ortaya çıkmasıyla, çalışmaya karşı olan tutum da değişmiştir.
Çalışma ve çalıştırılma kavramlarına sosyolojik bir pencereden bakmaya çalışılan bu kitapta, bu kavramlara ilişkin çeşitli sosyologların görüşleri ve toplumların yaşayış tarzları, değer ve yargılarına göre kavramların nasıl şekillendiği okuyucuya iletilmeye çalışılmıştır.
Kenan ÖREN Elinizdeki bu eser, çalışma sosyolojisinin doğuşunu, gelişim sürecini, özelliklerini, çalışanların (iş görenlerin) iş içi ve iş dışı ilişkilerini, bu ilişkilerden doğan etkileşimleri, emek hareketinin (iş gücü göçünün) getirdiği sınıf farklılığını, gruplaşma, tabakalaşma gibi modernleşme ve küreselleşme süreciyle ortaya çıkan olguları ve bu olguların sonuçlandırdığı yabancılaşma, yalnızlaşma, dışlanma, ötekileştirme gibi sendromları, bu sendromların sosyo-psikolojik etkilerini ve sonuçlarını ortaya koyan bir çalışmadır.

Takım çalışmasının iyi bir özelliği, her zaman başkalarının da sizin tarafınızda yer almasıdır (Sosyal Sermaye).
Margaret Carty

Dünyanın en güç işi, bir şeyin nasıl yapılacağını bilirken, başka birinin nasıl yapamadığını ses çıkarmadan seyretmektir.
Mevlânâ
Tim STRANGLEMAN - Tracey WARREN - Routledge Çalışma meselesi, sosyal bilimlerin birçok alanının bir kesişme noktasını oluşturmaktadır. İktisattan, işletme yönetimine, kamu yönetiminden siyaset bilimine, insan kaynakları yönetiminden sosyal politikaya ve psikolojiye ve elbette sosyolojiye kadar birçok alan şu ya da bu şekilde, merkezi veya tali bir mesele olarak çalışma temasını içerir. Ancak öte yandan ironik bir biçimde hem sosyal bilimler içinde hem de yaşamın içinde bu denli merkezi bir tema olan çalışma genellikle kendi başına detaylı bir biçimde incelenen ve ilgi toplayan bir alan olamamıştır. Dolayısıyla bu konuyu çalışmak isteyenler için de derli toplu bir okuma metnine erişmek oldukça zordur. Bu zorluk özellikle Türkçe okuyucu için çok daha barizdir.
Çalışma sosyolojisi alanında Türkçede temel okuma metinlerinin sayısı neredeyse yok denecek kadar azdır. Bundan dolayı bu alanın hem öğrencileri hem de öğreticilerinin karşı karşıya bulundukları temel meselelerin başında derli toplu bir okuma metninin eksikliğidir. Bu kitap, bu alandaki eksikliği girmeye yönelik çabanın bir parçası olarak kabul edilebilir. Tim Strangleman ve Tracey Warren'in kitapları hem çok zengin bir referans tabanı sunmakta, hem bu literatürün genellikle ihmal ettiği örneğin ev işleri ve işsizlik gibi bazı konuları içermekte hem de başka bir çalışma sosyolojisi kitabında bulunması çok zor olan çalışmanın temsilleri gibi konuları içermesi ile son derece zengin bir muhteva sunmaktadır. Öte yandan kitap, bütün bölümleri aynı sistematik mantık örüntüsü ile sunarak okuyucuya konuları takip etmede kolaylık sağlamaktadır. Kitap bu özellikleriyle çalışma sosyolojisi okumak isteyen lisans ve lisansüstü düzeyindeki öğrenciler için yeni ufuklar vadediyor.
Joseph P. FOLG ER, Marshall Scott POOL E, Randall K. STUTMAN Çatışma konusundaki çalışmaları güncelleyerek ve bugüne kadar yapılanları harmanlayarak sunan bu kitap, ayrıca uygulamaya giriş kitabı olarak da pratik bilgiler vermektedir. Elinizdeki kitabın yalnızca iletişim uzmanları için değil herkesin yararlanacağı bir kaynak olduğu görülmektedir. Belki de kitabın en genel ve temel mesajı; çatışma yaşanmasının kaçınılacak bir şey olmaması, üstelik problemlerin üstünün örtülmesinin sakıncalı olması, çatışmanın da bir çözüme doğru ilerlemek için gerekliliğidir. Yapıcı bir biçimde yönetildiği takdirde belki de çözülemeyecek bir sorun bile olmayacaktır. Bu mesajın bizim kültürümüz bakımından çarpıcı olması söz konusudur ama üzerinde düşünerek değerlendirmekte de yarar vardır. Bizler acaba hiçbir çatışma olmasın diye mi büyütüldük? Hiç çatışmadan yaşayabiliyor muyuz? Bu mümkün mü? Çatışıyorsak neden adını açıkça koyarak, oturup bunu birlikte çözmeye yönelmeyelim?
Tuğçe Ertem Eray Çatışmanın hem ortaya çıkışında hem de yönetimi ve çözümünde iletişimin önemi ve oynadığı rol, iletişim bilimlerinin de kavramı ele almasına neden olmaktadır. İletişim içerisinde bulunan hemen hemen herkesin çatışma süreci içerisinde bulunması söz konusu olabilmekte ve çatışmaların kaçınılmazlığı, yönetimini de zorunlu kılmaktadır. Çalışmada çatışma kavramından yola çıkılarak uluslararası literatürde çatışma ve halkla ilişkiler ilişkisine verilen önemin ulusal literatürde kendisine yer bulamaması ve Türkiye'de çatışmaların çözümünde halkla ilişkilerin önemine yeterince değinilmemesi sorunsalından hareket edilmektedir. Bu çerçevede, çatışma süreç modellerinden etkilenen kuramlardan bahsedilerek halkla ilişkiler alanında çatışmaların çözümüne yönelik çalışmalara yer verilmektedir. İlişki ve iletişim yönetimi bakışıyla kitapta, çatışma süreç modelleri içerisinde literatürde en fazla yer bulan Ortak Yönelim Teorisi, Oyun Teorisi, Olumsallık Teorisi ve Müzakere Yaklaşımları ile Karma Motifli Modellere değinilmektedir.
Kemal GÖRMEZ Bir bilgenin “Tabiatın insanoğlundan intikamı” diye tanımladığı ekolojik sorunlar, bugün insanoğlunun karşılaştığı temel sorunlar arasındadır.
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren insanlığı tehdit eden sorunlardan biri hâline gelen çevre sorunları, kökü çok eskilere uzanmasına rağmen, genelde Sanayi Devrimi’nin sonucunda hissedilir hâle gelmiştir. O zamandan bu yana da sürekli artarak büyük boyutlara ulaşmıştır. Son yıllarda geliştirilen tedbirlere rağmen henüz pek çok insan gelecekten ümitli değildir. Önceleri sadece kirlenme olarak algılanan ve gün geçtikçe toplumsal hayatın bütün alanlarını kapsayan bu sorun üzerinde tartışma ve araştırmalar gittikçe yoğunlaşmaktadır.
Bu kitap, esas olarak öğrencilerin ekoloji ve çevre sorunları ile ilgili kaynak ihtiyacını karşılamak amacıyla yazılmıştır.
Mücahit Navruz, Ali Şahin Terörizmle mücadele yalnızca askeri ve istihbari metodlara indirgenemeyecek kadar kapsamlı bir konudur. Kentsel terör gibi mekan, aktör, hedef ve mücadele yöntemlerinin bulanıklaştığı bir alanda ise çevresel tasarım, askeri ve istihbari metodları tamamlayan/kolaylaştıran bir araç halini almaktadır. Yakın geçmişte Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı en önemli kentsel terör dalgasını teşkil eden ‘hendek çatışmaları’ sürecini, Diyarbakır Suriçi örneğindeki yansımalarından hareketle ele alınan bu çalışma, kentsel terörle mücadelede çevresel tasarımın önemini vurgulaması açısından özgün bir niteliktedir.
Adem Sağır, Erdener Gülenç İçinde bulunduğumuz pandemi sürecinde en çok konuşulan konular arasında yer alan laboratuvar çalışmaları, bilim insanının laboratuvardaki “egzotik” dünyasına yeniden odaklanılmasına ve bilim-toplum ilişkisinin yeniden gündeme getirilmesine neden oldu. Tüm dünyada ortaya çıkan ve artan aşı tartışmaları ile laboratuvarın kendisinin bir nesne olarak toplumsal alanda farklı örüntüler açığa çıkarması, öznenin ötesine uzanan bir anlam arayışını da kaçınılmaz kıldı. Aktör ağ teorisi, salgınlar çağında ortaya çıkan toplumsal davranışları ve tutumları açıklamak için kullanışlı durmaktadır. Çünkü artık Ulrich Beck'in risk toplumu yaklaşımı, bugünün dünyasını açıklamak için yeterli değildir. Beck'in, Baudrillard'ın, Foucault'nun ve Bauman'ın mirasının öldüğü bir çağa adım attık. Bugünü açıklamak ve geleceği konumlandırmak için daha fazlasına ihtiyacımız var görünüyor.
Pandeminin başlangıcı, ortası ve sonu varsa her üç evrenin de ortak noktası bilime, doktorlara ve siyasetçilere güvensizliğin aşı tereddütünü besleyen bir damar olmasıdır. Bu ortaklık; çiplerle dünyayı ele geçirmeye çalışan devletlerin varlığına, ilaç şirketlerinin üzerinden zenginlerin daha zengin olacağı bir sürecin yaratıldığına iman eder vaziyette inanan tipolojileri karşımıza çıkardı. Bu noktalar bize, pandeminin sonrasını konuşmak için "aşı tereddütü" kavramının oldukça kullanışlı olduğunu göstermektedir. Çünkü dünyanın düz bir tepsi olduğuna ya da öküzün boynuzları üzerinde durduğuna inanan eski zaman dünya görüşüyle, aşılara yerleştirilmiş çiplerle dünyayı ele geçirmek isteyen güçlerin varlığına inanan şimdiki zamanın dünya görüşü aynı paydada birleşiyor.
Ahmet Hulusi Akkaş, Çağlar Özdemir, Ebru Davulcu, Fikret Yazıcı, Hakan Aydın, Haşim Asil, Hülya Öztekin, Mustafa Öztürk, Mustafa Temel, Sümeyye Derin, Vahit İlhan Çocuk istismarı, multidisipliner yaklaşımla ele alınması ve çocukların yüksek yararının gözetilmesi için titizlikle çalışılması gereken bir konudur. Çocuk istismarı sorununa ilişkin çözüm çabalarına kuşkusuz en önemli katkıyı, bu alanla ilgili bilimsel ve yönetimsel bilgiyi artırma girişimleri sağlayacaktır. Bu girişimlerin multidisipliner bir yaklaşım içermesi, bu konuda son derece sınırlı üretim göz önüne alındığında stratejik bir önem arz etmekte ve çözüm arayışlarını güçlendirecek bir potansiyel taşımaktadır. Belirtilen amaç ve öneme bağlı olarak ProChild Projesi, çocuk istismarı sorununun multidisipliner yaklaşımla ele alındığı editörlü bir kitap üretimini, temel çıktılarından biri olarak belirlemiştir. Bu kitap; çocuk istismarı sorunsalını, tıp, eğitim, hukuk ve iletişim birikimiyle ele almakta, internet gazetelerinde yayımlanan çocuk istismarı haberleri üzerinden temsil sorununa odaklanmakta ve çocuk istismarının dijital bileşenlerini ayrıntılı olarak tartışmaya açmaktadır.
Clemens Bartollas, Frank Schmalleger Yaşı yasal limitlerin altındaki bireylerin suçlu davranışları olarak en geniş şekilde tanımlanabilecek “çocuk suçluluğu fenomeni”, ülkemiz açısından oldukça dikkate değer bir noktaya gelmektedir. Suça karışan çocuklardaki artış kadar, hakkında yasal takibata başlanan ve mahkeme süreçlerine geçiş yapan çocukların oranları ise önümüzdeki yıllara bağlı olarak korkutucu boyutlara doğru ilerlemektedir. Bu durum çocuk suçluluğunu çok boyutlu olarak ele almayı gerektirmektedir ve bu sorunu yaklaşım, müdahale ve en önemlisi de önleme açılarından en rasyonel şekilde ele almayı kaçınılmaz kılmaktadır.
Ülkemizin geleceği olan çocukları her türlü suçlu ortamlardan uzak tutmak ve suçluluğa adım atmalarına neden olan faktörleri tespit ederek müdahale etmek başta devlet mekanizması olmak üzere her kesimin temel görevlerinden biridir. Ülkemizdeki çocuk suçluluğuna bakış konusunda belli bir duyarlılığın olduğu söylenebilir; ancak çocuk suçluluğu literatürü ve çalışmaları ne yazık ki istenen boyutlarda değildir. Bu anlamda elinizdeki bu kitabın, özellikle çocuk suçluluğu literatürü açısından önemli bir boşluğu dolduracağı düşünülmektedir. Bu kitabın diğer önemli bir katkısı ise çocuk suçluluğunu pek çok alandan ele alan çalışma ve araştırmalara ek olarak bu fenomeni kriminolojik boyutu ile de değerlendirme fırsatını sağlayacak olmasıdır. Kriminolojik teori ve yaklaşımları kapsamlı bir şekilde ele alan bu kitabın, çocuğun suçlu davranışının daha iyi anlaşılmasında katkılar sunacağı aşikârdır. Bunun yanı sıra sadece çocuk suçluluğunun anlaşılmasını değil aynı zamanda çocuk adalet sürecini, ıslah, rehabilitasyon ve topluma kazandırma gibi çok önemli konuları da ele almaktadır. Ayrıca, suç ve sapma ile ilgili literatürde oldukça eksikliğini gördüğümüz ampirik çalışmalara da teorik bir alt yapı oluşturacaktır. Böylece kendi toplumumuz ve sosyal dinamiklerimizi içeren teorik çalışmalara ihtiyacımız olduğu gerçeğine de bir başlangıç noktası olarak hizmet edeceği düşünülmektedir.
Yayınlandığı ülkede 9. Baskıya ulaşmış olan ve alanında uzman akademisyenler tarafından dilimize çevrilerek “Çocuk Suçluluğu” adı verilen bu kitabın, çocuk suçluluğu alanına hem akademik hem de pratik boyutta katkı sunacağı kanaatindeyiz. Ayrıca bu kitap; hukuk, adli bilimler, sosyal hizmet, psikoloji, sosyoloji, eğitim bilimleri, çocuk gelişimi, psikolojik danışmanlık ve rehberlik gibi alanların lisans ve lisans üstü eğitimlerinde kullanılabilecek ve çocuk suçluluğu ile ilgili çalışan her kesim için bir başucu kitabı olacaktır.
Roger A. Hart Günümüzde insanların doğa ile ilişkileri dünyanın karşılaştığı en büyük sorundur ve dünyanın her yerinde genç insanlar çevresel eyleme çok büyük ilgi göstermektedir. Birçok ülke hem yurttaşların çevreyi yönetmesindeki rolü üzerinde, hem de çocukların kendilerinin ve toplumlarının geleceklerini şekillendirmeyle ilgili hakları ve sorumlulukları üzerinde köklü bir yeniden değerlendirme yapmaktadır.
Çevre eğitimiyle ilgili dünyadaki en büyük otoritelerden biri tarafından yazılmış olan bu kitap, eğer katılımları ciddi bir biçimde ele alınır ve onların gelişen kapasiteleri ve biricik güçleri dikkate alınarak planlanırsa, çocukların sürdürülebilir kalkınmada çok değerli ve uzun süren bir rol oynayabileceklerini göstermektedir. Doğrudan katılım yoluyla çocuklar gerçek bir demokrasi anlayışı ve kendilerine ait bir yeterlik ve sorumluluk duygusu geliştirebilirler. Fiziksel çevrenin planlanması, tasarımı, izlenmesi ve yönetimi çocukların katılımı açısından ideal bir alandır çünkü çocukların çevreye olan bağlılıkları çok güçlüdür.
Kitap; eğitimciler, planlamacılar ve çevreciler için çocukların katılımıyla ilgili kuram ve uygulamaları ve bunun demokrasi ve sürdürülebilir toplumlar için önemini anlatmaktadır. Çocukların toplumlarını etkileyen konulardaki sorunları tanımladıkları ve aktif biçimde eleştirel ve düşünsel katılımcılar olarak yer aldıkları gerçek katılıma vurgu yapmaktadır. “Çevre” çok geniş biçimde yorumlanmaktadır; örneğin, konut planları yapma ya da oyun parklarını tasarımlama gibi konuları içermektedir. Ayrıntılı örnek olay incelemeleri hem Kuzey'den, hem de Güney'den kent ve kırsaldaki yoksul ve orta sınıf toplumlarından örnekler sunmaktadır. Öğretmenler, grup kolaylaştırıcıları ve toplum liderleri içinse çevre projelerinde genç insanları içermede örgütleme ilkeleri, başarılı modeller, pratik teknikler ile kaynakları sunmaktadır.
Mazlum Ar, Mehdi Pekedis, Murat Dinç, Müslüm Reyhanoğulları, Nurettin Özgen, Sami Zümrüt, Sedat Benek, Selim Bozdoğan, Sevgi Erdem, Süleyman Cengiz Ege İnsanlık tarihi, çok boyutlu siyasal mücadeleler tarihidir. Amaç, iktidar olmak ve ilgili tüm varsılları kontrol altında tutarak konforlu bir yaşam sürdürmektir. Marksist teorisyenler de kısmen bu veçhe üzerinden toplumların tarihini sınıf mücadelelerinin tarihi olarak tanımlar. İktidar olmanın nimetlerinden yararlanan sermaye sınıfı, artı değer kazanımını sürdürmek için emek gücüne ve toplumsal tüketim döngüsüne ihtiyaç duyar. Çünkü toplum, sermaye sınıfı tarafından bir tüketim borsası olarak görülür. Bu düşünsel kurulum zamanla tüm eylem ve düşünsel pratiklere sirayet ederek sıradanlaşabilmektedir. Zira iktidarlar, ideolojik kurulumunu sürdürmek için, yapılandırılmış bir topluma ihtiyaç duyarlar ve bu durum genellikle kültür kavramıyla tecessüm eder. Toplumun kültürel kodlarını şekillendiren ideolojiler, Althusser'in tanımıyla "bireyleri özne olarak çağırır". Kültürel norm ve değerlerle kodlanan, toplum ve özne olarak çağrılan birey, ideolojik kurulumların failleri olarak işlev görürler. Böylelikle toplumun temel normlarından sayılan din ve inançlardan etnik ve ulusal geleneklere, toplumsal kimlik ve temsiliyet formlarından birlikte yaşamayı olanaklı kılan radikal demokrasilere kadar tüm yapısal kurulumlar iktidar tarafından tanzim edilir. Fakat bu ideolojik kurulumlar, genellikle "biz-onlar", "dost-düşman" gibi karşıtlıklar ve aygıt olarak kullanılan sosyal kimlikler üzerinden yürütülmektedir. Oysa elzem olan, tarihin saklı tuttuğu bu ideolojik kurulumları ters yüz etmektir. Baskılanan ve yok sayılan kimliklere alan açmak ve temsili çoğulculuğa dayalı çokkültürcülük politikalarını hayata geçirmek, en makul gerekliliklerdendir.
Ayhan Selçuk - Mustafa Şeker Hemen her basın yayın organı, kendilerinin “bağımsız”, “tarafsız”, “demokratik”, “herkese/her siyasi görüşe eşit mesafede duran” vs. bir yayın politikası izlediklerini ifade etseler de, idealize edilmiş bir yayıncılık anlayışına tekabül eden bu sözlerin pratikte karşılık bulduğunu söylemek oldukça güçtür. Son yıllarda, “Yandaş Medya”, “Yoldaş Medya” ya da “Laik/çi Medya”, “Dinci Medya” nitelemelerinin dolaşıma girdiği bir medya düzenine evrilen Türkiye koşullarında bunu söyleyebilmek daha da güçleşmiştir.
17 Mayıs 2006'da yaşanan Danıştay saldırısı, Türk medyası açısından bu anlamda önemli bir kırılma noktası oluşturmuş, deyim yerindeyse Türk toplumu, “birinin ak dediğine, diğerinin kara dediği” bir medya gerçekliğiyle karşı karşıya kalmıştır.
Bu kitapta, Türkiye'de bazı olaylar üzerinden yapılan rejim tartışmalarının Danıştay saldırısı haberleri üzerinden ne tür söylemlerle tekrar dolaşıma sokulduğu, egemen güçler arasındaki mücadelenin bir terör olayının haberleştirilmesinde ne kadar görünür hâle geldiği, başka bir deyişle ideolojik farklılıkların haber sunumlarında ne denli etkili olduğu gibi hususlar tartışılmaya çalışılmıştır.


Suna Tevrüz - İnci Erdem - Tülay Bozkurt İnsanı konu alan, gerek birey olarak gerekse sosyal ve iş ortamında onun davranışlarını inceleyen bu kitabın temel amacı; çalışma yaşamına girmiş ve girecek olanlara insan davranışlarının çeşitli yönleri hakkında bilgi sunmaktır.
Yazarlara, kitabın içinde yer alan konuların seçiminde öğrencilerin sordukları sorular ve onların anlattıkları yönlendirici olmuş ve yazarları Türkçe literatürdeki bazı boşlukları doldurmaya sevketmiştir. Bu açıdan sınırlı konular içinde kalsa da temelinde insanın yer aldığı alanlarda bu kitap, öğrenciler için önemli bilgiler veren tamamlayıcı bir kaynaktır.
Bu kitap; konuların işlenişi ve davranışların bireysel, sosyal ve kurumsal düzeylerde ele alınışı açısından insan davranışıyla ilgilenen, onu ve kendini anlamak isteyen herkes için ilgi çekici ve katkı sağlayıcıdır.
Yılmaz Ceylan Değerler, her dönemde farklı şekillerde insanların ve toplumların geçmişten gelen kültürel kodlarına sirayet etmiş ve onlara yol gösterici ölçütler olmuştur. Tarih boyunca değerler, coğrafya, iklim ve toplumsal koşullar nedeniyle değişime uğramış ve dönemden döneme, toplumdan topluma farklılaşmıştır. Tarihsel süreç içerisinde bir kategorileştirmeye gidildiğinde genel olarak değerleri ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasi temelde bir ayrışmayı içinde barındırması nedeniyle geleneksel, modern ve postmodern şeklinde üç kategoride ele almak mümkün olmuştur. Bu dönemlerin içinde bulundukları şartlar gereği kendilerine göre referans aldıkları kaynaklar olmuş ve o referans kaynakları hem değerlere kaynaklık etmiş hem de değerler aracılığıyla kendi davranış örüntülerine yön vermiştir. Bu anlamda üç önemli fenomen din, toplum ve topluluk veya cemaat, toplumların norm ve değerlerine farklı dönemlerde kaynaklık etmiştir. Bu dönemler ve bu dönemlerin merkezinde bulunan değer ve normların referans kaynakları, kitabın yoğunlaştığı hususlardır. Bu kitapta modern dönem sonrası genelde teknoloji özelde iletişim teknolojisindeki değişimlerle birlikte bu değerler ve medyada karşılık bulduğu durum, sosyolojik bağlamda tartışmaya açılmıştır.
Ahmet Yıldırım, Behlül Tokur, Cevdet Kılıç, Ejder Okumuş, Harun Şahin, İbrahim Ethem Arıoğlu, Murat Demirkol, Mustafa Macit, Özcan Güngör, Sefer Yavuz Günümüzde artan intihar olayları, uyuşturucu kullanma oranlarının ilkokul seviyelerine inmesi, şiddetin pek çok versiyonunun sürekli medya ve toplumda gözlemlenmesi, her şeyin tüketime konu edilmesi, yüce ve yüksek değerlerin sanki eskimiş gelenek gibi algılanması daha çok sosyal değişim evresi içerisinde bütün toplum üzerinde etki bırakmakta ve artık toplumun bütün katmanlarında görülerek etki etmektedir. Ancak biliyoruz ki değerlerini kaybetmiş ve başkalarının değerlerini yaşayanların dünyaya sunacakları yeni bir medeniyet olamaz. Çünkü başkalarının gölgesinde kalanların da kendi gölgeleri olmayacaktır. Ayrıca teoride kalan ve yaşanmayan değerler, denizin dibindeki inci gibidir. Değerlidirler ancak kullanılmadıkları için bir işe yaramazlar. İşte bu çalışmada değerlerin; bir yönüyle insanın davranışlarını yönlendirici bir güç olması sebebiyle psikolojiyi, toplumun yaşantısına etki eden yanıyla sosyolojiyi, her kültürün kendine has bazı değerler taşıması sebebiyle antropolojiyi ve her dinin toplumu düzene koyma ve mutluluğunu sağlama amacıyla getirdiği emirleri vasıtasıyla da tefsir ve hadis bilimini yakından ilgilendirdiği dikkate alınarak interdisipliner bir perspektif uygulanmıştır. Bir anlamda denizin dibindeki incilerin göz önüne farklı sunumlarla getirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmanın merkezi kavramları değerler ve toplum olarak belirlenmiş, bu çerçevenin tamamlanabilmesi için konular oluşturulmuş ve alanında uzman akademisyenler kaleme aldıkları bu konuları gözden geçirerek düzenlemişlerdir. Anlamlandırılması, bilgiye dönüştürülmesi ve bu bilginin de kişisel hayatlarımıza yansıyarak başkalarının gölgesinden kurtulup gerçek inci müminler olmamız dileğiyle...
Suna Tevrüz Bir yandan değer kuramlarının, öncü kuramcıların hayatlarından kesitlerle bütünleştirilerek ve diğer yandan yazarın akademik yaşamının ve Türkiye'de yapmış olduğu uzun soluklu değer çalışmalarının soru soran ve sorduran eleştirel bakış açısıyla sunulduğu bu kitap, derin bir kavrayış sağlıyor; öğretmen ve akademisyenler için sağlam bir rehberlik ile kapı açıyor. Esasen ve sahiden her daim öğrenci kalanı içine çeken hikâyesel anlatımıyla ilham, heves, coşku ve anlam uyandıran bir bilimsel kitap.
Şemsinnur Göçer Günümüzde nüfus artış hızındaki azalma ve ortalama yaşam beklentisinin yükselmesi genel nüfus içindeki yaşlı nüfus oranının artmasına yol açmaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemiz de tüm bunların etkisiyle birlikte demografik yaşlanma sürecine girmektedir. Nüfus içerisindeki yaşlı bireylerin sayısının hızla artıyor olması uzun yaşam yıllarının beraberinde getirdiği yaşlılık dönemi sorunları ile karşı karşıya gelmemize neden olmaktadır. Yaşlanma ile ortaya çıkan kronik hastalıklar, engellilik, bakım ve destek ihtiyacı, yalnızlık, yoksulluk gibi tüm bu sorunlar, sağlıktan sosyal güvenliğe, eğitimden çalışma hayatına, yakın çevreden sosyokültürel alanlara kadar yaşlı bireylerin bütün yönlerini etkilemekte ve yaşlılık sürecinin tüm yönleri ile daha detaylı bir biçimde ele alınmasını gerekli kılmaktadır.
Asiye Kemik, Asiyeh Abbasi, Bengisu Belirdi Özkurt, Berfin Varışlı, Fatih Özden, Fatma Didem Yemeniciler, Gökçe Manavgat, Gökçesu Akşit, Hatice Selin Irmak, İlker Daştan, Sarper Ateşer, Tule Gültekin, Veli Özkurt, Zahide Yuvakgil Dünya nüfusu yaşlanmakta, yaşlı nüfusun oranı hızla artmaktadır. Bu demografik dönüşüm küresel anlamda sosyal, kültürel ve ekonomik yansımaları da beraberinde getirmektedir. Farklı disiplinlerden araştırmacı ve akademisyenlerin ortak çalışmasının bir ürünü olan Değişen Toplumda Yaşlanma ve Yaşlılık kitabı, yaşlanma ve yaşlılık kavramlarına sosyal değişim perspektifinden disiplinler arası bir bakış açısıyla yaklaşmayı hedeflemektedir.
Bu kitapta; değişen toplumda yaşlılık ve sosyal hizmet, yaşlılığın sağlık ekonomisiyle ilişkiselliği, Türkiye’de yaşlılara yönelik sosyal politika uygulamaları, yaşlılıkta gelir ve zorunlu tüketim ürünlerine erişimdeki eşitsizlikler, yaş ayrımcılığı, değişen yaşlılık algısı ve ölüm, üretken yaşlanma, güncel Türk sinemasında yaşlılığın yeri, yaşlılık sürecinin toplumsal cinsiyet ekseninde değerlendirilmesi, demanslı bireylerde gündelik yaşam aktiviteleri ve üçüncü yaş turizmi konuları tartışılmaktadır.
Hakan ERKAL, Nazlı Ayşe AYYILDIZ ÜNNÜ, Jülide KESKEN, Derya KELGÖKMEN İLİC, Burak ÇAPRAZ, Tamer KEÇECİOĞLU Hayatın her anında olduğu gibi işletmelerin de hayatlarında kaçınılmaz olan değişim konusunu farklı perspektiflerden ele alarak sunmak istedik. Özellikle yönetim alanında farkındalığını arttırmak isteyen her kesimden çalışan, yönetici ve işletme sahibinin başvuracağı bir değişim yönetimi kaynağı yanında akademinin de ihtiyaç duyduğunu düşündüğümüz bir eseri sizlere sunuyoruz. Değişimin felsefesinden insan kaynakları yönetimine kadar farklı perspektiflerden değişimi keşfetmeniz için ...
Lütfi Sunar Toplumsal değişme nedir?
Toplumlar nasıl değişirler?
Değişimi açıklayan temel teoriler hangileridir?
Türkiye'de değişimin temel dinamikleri nelerdir?

Toplumsal değişim sosyolojinin tüm konu, kavram ve kuramlarını ilgilendiren temel bir alandır. Başlangıcından günümüze değin sosyoloji literatüründe değişimle ilgili çok sayıda açıklama ortaya çıkmıştır. Bu açıklamaların oluşturduğu birikimin kavranması bir sosyoloji öğrencisi için çok önemlidir. Değişimin anlaşılması toplumun işleyişini çözümlemek bakımından zorunludur.
Türkiye'nin toplumsal yapısı hızlı ve daimi bir değişim içerisindedir. Bu değişimin anlaşılması ve açıklanması için kapsamlı ve sürekliliği olan araştırmalara ve yeni perspektiflere ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak ne var ki, toplumsal değişim, Türkiye'de sosyolojinin ilgisini çok fazla çekmemiştir. Alandaki kuramsal çalışmalar, kavramsal incelemeler ve ampirik araştırmaların sayısı çok azdır. Elinizdeki bu eser böylesi bir boşluğu doldurmak üzere Toplumsal Yapı Araştırmaları Programı kapsamında kaleme alınmıştır.
16 bölümden oluşan bu kitap, sosyolojide değişim ile ilgili kavram, kuram ve yaklaşımları incelemektedir. Aynı zamanda bir ders kitabı olarak da tasarlanan bu kitapta ele alınan konular yalın bir biçimde ele alınmış ve örnekler ile genişletilmiştir. Bölümlere eklenen kavram açıklamaları, biyografi yazıları ve okuma parçaları ile kitabın akışı rahatlatılmaya ve okuyucunun zihninde farklı pencereler açmaya çalışılmaktadır.
Aysel Okudan, Halil Ecer, İhsan Koçak, İhsan Seddar Kaynar, İsmail Güven, Mustafa Doğan, Mustafa Seydioğlu, Ömer Yılmaz, Recai Doğan, Sebahattin Şimşir, Sinan Miser, Solma Yel, Serkan Yorgancılar, Tecelli Karasu, Yasemin İpek Cumhuriyetin 100. Yılının Şafağında Türkiye

Osmanlı Devleti’nin mağlubiyeti kabul ettiği Mondros Mütarekesi’ni müteakiben haksız ve hukuksuz bir şekilde başta Anadolu olmak üzere Osmanlı coğrafyası parça parça işgale maruz kalmıştır. Mütarekenin imzalandığı gece başlayan İstiklal mücadelelesi gereğince Anadolu’nun özellikle azınlıkların hak iddia ettikleri bölgelerinde Şarkî Anadolu Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti, İzmir Müdâfaa-i Hukuku Osmaniye Cemiyeti, Manisa’da İstihlası Vatan Cemiyeti, Edirne’de Trakya-Paşaeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti, Trabzon Muhafaza-i Hukuku Milliye Cemiyeti, Çukurova Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurulmuştur. Daha sonraki askeri ve siyasi gelişmeler sonrasında da, İzmir’de Hareket-i Milliye ve Redd-i İlhak Teşkilatları, Adana Vilayeti Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti, Kozan Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti ve Sivas Valisi Reşid Beyin eşi Melek Hanımın öncülüğünde Anadolu Kadınları Müdâfaa-i Vatan Cemiyeti kurulmuştur. 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşanın Samsun’dan başlatmış olduğu birleştirme hareketi ile kongreler süreci başlatılmış ve Türk Milletinin milli misakı yani Misakı Millisi tespit edilmiştir. Son Osmanlı Mebussan Meclisinde 28 Ocak 1920’de kabul edilen bu metin, Türk milletinin o yıllardaki kızıl elması olmuştur. İtilaf Devletleri bu gelişmelere elbette tepkisiz kalamamış ve 16 Mart 1920’de İstanbul’u resmi olarak işgal etmişlerdir. Bu hadiseyi müteakiben 23 Nisan 1920 ‘de Ankara’da TBMM açılmıştır. Tamamen milli amaçlar etrafında teşkil edilmiş olan bu meclis, son Osmanlı Mebûsan Meclisinde kabul edilmiş olan Misakı Milli Esaslarını resmi olarak Türk milletinin kızıl elması olarak kabul etmiştir. Nedir Misakı Milli sorusunun cevabı açık ve net olarak şöyledir: İdari, adli, ekonomik ve kültürel yönden bütün kapitülasyonların lagv edilmesi ve de 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandığı esnada Türk askerinin hâkimiyeti altında olup, işgal görmemiş olan toprakların milli sınır olarak kabul edilmesidir. Asla bunlardan taviz verilmemesi söz konusu olup, ”ya istiklal ya ölüm “ şiarı doğrultusunda mücadeleye devam edilecektir. Elbette Misakı Milli ’de bu tarihte söz konusu sınırlar dışında kalmış olan tarih ve kültür coğrafyası da unutulmamış, Arabistan coğrafyası için de plebisit talep edilmiştir. Aynı talep Batı Trakya için de söz konusudur. Elbette yüzlerce yıldır İslam coğrafyası için büyük hayaller kurmuş, planlar yapmış olan İtilaf Devletlerinin Misakı Milliyi kabul etmesi mümkün değildir. Bu nedenle de öncelikle Anadolu’nun birçok bölgesinde isyanların çıkışına zemin hazırlanmıştır. Müteakiben de Osmanlı Hükümetine Sultan Vahdettin imzalamamış da olsa Sevr Anlaşmasını imzalatmışlardır. Diğer yandan da maşa olarak kullanılan Yunan ordusuna Anadolu içlerinde ilerleme emri verilmiştir. Güney Doğu Anadolu’da Fransızlara, Doğu Anadolu’da Ermenilere ve Batı Anadolu’da Yunan işgaline karşı yapılan askeri muharebeler sonucunda İstiklal Savaşı zaferle sonuçlanmıştır. 24 Temmuz 1923’te imzalanmış olan Lozan Anlaşması, Türkiye’nin tam istiklalinin batılı devletler tarafından resmen tescili anlamına gelmekte olup, aynı zamanda da ”tek devlet, tek millet, tek dil “ esasına dayalı üniter devlet esası kabul edilmiştir. Hemen arkasından da inkılaplar süreci başlamıştır. Bu tarihi gelişim içinde yaklaşık olarak 1000 yıldır bu bölgede hâkim olan İran Kaçar Türk Devleti vardır. Fakat İngiltere’nin kontrolü altında olup zaten Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunu müteakiben 1925’de İngiliz destekli Fars Pehlevi askeri darbesi ile ortadan kalkacaktır.
Daha Lozan öncesinde saltanatın kaldırılması ile başlamış olan inkılaplar sürecinde 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilan edilmesi yeni bir dönemin de başlangıcı olmuştur. Siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik olmak üzere hemen hemen her alanda yapılmış olan inkılaplar ile Sultan II. Mahmud döneminden itibaren başlanılmış olan ıslahatlara devam edilmiştir. Hedef, Türkiye’nin Mustafa Kemal Atatürk’ün göstermiş olduğu muasır medeniyet seviyesine erişilmesidir. Ancak değişen dünya şartlarında Türkiye, özellikle 1947 sonrasında açıktan açığa görünmez, karanlık baskı unsurları ile batılı devletlerin tehdit ve şantajlarına maruz bırakılmış, idari, adli ekonomik ve kültürel yönden yeniden kapitülasyonlara maruz bırakılmıştır. Ancak Kıbrıs Barış Harekâtı ile başlayan yeni istiklal hareketinde Batılı emperyalistlerin tek tek bütün barajları ve setleri yıkılmaya ve yeniden kapitülasyonlara karşı mücadele sürecine başlanmıştır. Misakı Milli ’nin farklı sebeplerden dolayı eksik kalmış olan kısımlarının tamamlanabilmesi için hali hazırda mücadele süreci devam etmekte olup, kültürel kapitülasyonlarla unutturulmuş olan Türkiye’nin bir yarımada oluşu ve Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi üzerindeki hakları hatırlanmaya başlanılmış “Mavi Vatan” ifadesi ile sınırlar çizilmiştir. Atatürk’ün 1921’de Azerbaycan Büyükelçiliğinin açılısında yaptığı konuşmada da ifade ettiği gibi Türkistan Coğrafyasına ulaşmada önemli bir menzil olan Kardaş Azerbaycan ile Karabağ üzerinde kucaklaşılmış ve müteakiben Türkistan Devletleri ile yüzlerce yıl önceki yakınlaşmaya doğru yol alınmaya başlanılmıştır. Bu işbirliği sürecinin 1926 Bakü Türkiyat Kongresi kararlarının çok daha ilerisine gideceği umut edilmektedir. Yani Gaspıralı İsmail Bey ve Hüseyinzade Ali Beyin büyük kızıl elması “Dilde Fikirde İşte “ birliğin önünde dağlar dayanamayacak gibi görünmektedir. İstikbalin göklerde olduğu bilincinde olan Türkiye, büyük engelleri aşarak savunma sanayinde çağ atlamıştır. Ülkenin birçok bölgesinde zengin doğalgaz ve petrol kaynaklarına erişilmeye başlanılmış olması da bu olumlu gelişmeler içindedir.
2023 bu anlamda kutlu bir yıldır. Çünkü hemen hemen her alanda muasır medeniyet seviyesine erişilmiş olduğunu söylemek mümkündür. Ancak artık yeni hedef de belli olmuştur. Bu hedef, Muasır Medeniyet Seviyesi içinde en güçlülerden birisi olmak ve bulunduğumuz coğrafyada edilgen değil etkin olmayı başararak, yaklaşık 300 yıldır sömürge durumunda olan Türk Kültür ve tarih coğrafyasında yapılan zulümlere dur diyebilmektir.
İşte 29 Ekim 2023 bu anlamda bir asırlık ömrünü tekâmül ettirmiş olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin eşsiz doğum günü olma özelliğine sahiptir. Bu nedenle Dergimizin Aralık sayısı için 100. Kuruluş yılının anlam ve önemine binaen 100. Yılın Şafağında Türkiye (Dün-Bugün –Yarın) başlığı altında geçmişten günümüze ve geleceğe dair çıkarımlara da değinilecek makale ve röportajlara yer verilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gelecek hedefleri doğrultusunda değerli bilim insanlarının gece gündüz çalışarak büyük katkılar sundukları aşikârdır. Bu nedenle ülkemizin dünya devletleri ve halkları nezdinde elde ettiği saygınlık kapsamında, bölgesel ve küresel bir güç olarak bölgesel barıştan, dünya barışına doğru gelişim noktasındaki azminin, bilimsel çalışmalarla perçinlenmesinin bir gelecek vizyonu sağlayacağı düşünülmektedir. Bu vesileyle tüm bilim alanlarını kapsayacak şekilde değerli bilim insanlarını Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıllık mirasının ve gelecek yüzyıldaki hedeflerinin tespitine çalışacak olan Demokrasi Platformu Dergisinin Haziran 2023 ve Aralık 2023 sayıları için değerli çalışma ve makaleleri ile bu sürece katılıma davet ediyoruz.

Baş Editor: Prof. Dr. Selma Yel

Aykut Sığın, Ayla Kaşoğlu, Aysel Günindi Ersöz, Ayşe Canatan, Ayten Er, Canan Gürsel, Emel Yiğittürk Ekiyor, Hatice Demirbaş, Hüseyin Yadigaroğlu, Mine Gözübüyük Tamer, Naciye Ata Yıldız, Nurten Gökalp, Selma Elyıldırım, Tuğba Görgülü, Zeynep Serap Tekten Aksürmeli Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınlar dünyanın her tarafında ataerkil toplum yapısının yansımaları nedeniyle çeşitli sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Kadınlar eğitim, sağlık, gelir getirici işlere katılma, karar mekanizmalarından dışlanma, şiddet görme, savaşlarda sistematik tecavüze uğrama, çocuk yaşta evlendirilme, medyada eksik veya yanlış temsil edilme, yoksulluğun ve göçün esas yükünü üstlenme gibi sorunları daha derinden yaşamaktadırlar. Kitapta yer alan yazılar farklı disiplinlerin bakış açısından kadınların “kadın” olmaktan kaynaklanan sorunları üzerine yoğunlaşarak kadınların sorunları konusunda farkındalık yaratmayı ve onları görünür kılmayı amaçlamaktadır.
Kitapta; ana hatları ile kadınları “beden”, erkeği “akıl” ile ilişkilendiren aydınlanma geleneği tartışmalarından Türk destanlarında kadının yer alma biçimine, Orta Çağ Fransa'sındaki kadının konumundan dil kullanımındaki cinsiyet farklılıklarına, oradan kadınların savaş deneyimlerine kadar uzanan “zaman” ve “mekân”ı aşan farklı “kadınlık” durumları ele alınmıştır. Zengin bir içeriğe sahip olan ve alanlarında yetkin birçok ismin katkılarıyla kitapta; göç, suç, madde kullanımı, yoksulluk, şiddet, çocuk yaşta yapılan evlilikler ile yaşlılık konularına toplumsal cinsiyet bağlamında yer verilmiştir. Ayrıca, medyanın kadına bakış açısı, sağlık sosyolojisi bağlamında kadınların kanserle imtihanı, kadına dayatılan güzellik algıları ile kadın eğitiminin önemi Türkiye üzerinden değerlendirilmiştir.
Kitap; yol gösterici, farkındalık yaratıcı ve ufuk açıcı olması temennisiyle okuyucuyla paylaşılmaktadır.
Abdullah Karatay, Başak Ekim Akkan, Berna Yazıcı, Betül Altuntaş, Faruk Taşcı, Güngör Toprak Çabuk, Mehmet Baki Deniz, Mehmet Ertan, Reyhan Atasü Topcuoğlu, Turgay Çavuşoğlu, Volkan Yılmaz Türkiye'de 2011 yılına kadar Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu çatısı altında örgütlenen kurumsal sosyal hizmetler, 2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının oluşumuyla birlikte yeni bir örgütlenme sürecine girmiştir. Bu süreç; sadece bürokratik yapılanma değişimini değil, aynı zamanda sosyal hizmetlerin sunumunda kamu dışındaki aktörlerin yer almasını da ifade etmektedir. Bu aktörler; özel sektör, yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri olarak sıralanabilir. Kuşkusuz bu yeni dönemde, ailenin toplumsal dayanışmanın ana dayanağı olarak sahip olduğu önem devam etmektedir.
Bu kitap; farklı refah rejimleri bağlamında sosyal hizmetlerdeki dönüşümü, dezavantajlı guruplar (çocuk, yaşlı, engelli, kadın, göçmen, LGBT bireyler, farklı etnik-kültürel gruplar, insan ticareti mağdurları) ekseninde tartışmaya açmaktadır. Kuşkusuz dezavantajlı her gurubun istihdamdan, yaşam kalitesinin artırılması, eğitim ve sağlık hizmetlerine değin pek çok alanda sorunları bulunmaktadır. Bu çalışma, sosyal hizmetlerin ilgisi çerçevesinde farklı dezavantajlı grupları sosyal politikanın temel meselesi olarak ele almakta ve her bir grup için özgün tartışmalar içermektedir.
Ayşenur Karakuş, Büşra Tuna, Dilek Doruk Kondakcı, Hakkı Kalaycı, Hatice Demirbaş, Hazal Swearinger, Melis Erdener, Nihal Gördes Aydoğdu, Tahsin Barış Değer Yaşlılık dönemi biyolojik ve sosyolojik olarak kendine özgü dinamikleri olan yaşamın hassas bir evresidir. Bu hassasiyetle yaşlıların sorunlarını ortaya koyarak çözümü noktasında sosyal politikalara yön verebilmek, daha refah bir toplum için çok önemlidir. Bununla birlikte sosyal politikaların sorumluluk alanlarından biri de dezavantajlı grupların sosyal risklerini tespit ederek önlem almak ve bu grupların yaşamlarını iyileştirmektir. Bu kitap; engelliler, yoksullar, kadınlar, göçmenler, mahkûmlar gibi dezavantajlı grupların içerisinde yer alan ve aynı zamanda yaşlı olduğu için kendi biyolojik ve sosyolojik sorunlarıyla da baş etmek zorunda kalan insanları hedef almaktadır. Bu insanların sorunlarını ortaya koyan, dünyada ve ülkemizde bu gruplara yönelik uygulanan sosyal politikaları derleyen ve hızla yaşlanmakta olan ülkemizde bu grupların sorunlarına çözüm önerileri getiren bir eserdir. Bu kitabın; başta sosyal politika yapıcıları olmak üzere, sosyal politika, yaşlılık, sosyal hizmet alanlarında çalışan araştırmacılara özgün bir kaynak olacağı düşünülmektedir.
Aylin Görgün Baran, Ayşe Dericioğulları Ergun, Ayşe Özada Nazım, Çağlar Özbek, Dolunay Şenol, Esra Burcu Sağlam, Esra Çolak Türe, Fatih Kahraman, Fatime Güneş, Ferhat Arık, Hülya Eker, Levent Taş, Mehmet Çakır, Mualla Köseoğlu, Seda Taş, Songül Sallan Gül Bourdieu, sosyoloji uğraşısının mutluluk vaat eden bir yapısının olmadığını belirtir. Sosyoloji daha çok içerisinde keder barındırır. Toplumsal gerçeklik her zaman bir dizi eşitsizliklere, dışlamaya, ırksal ve dinsel ayrımcılığa, damgalamaya, güç mücadelesine dayanmaktadır. Sosyoloji ise toplumsal hayatı ve birlikte yaşamı bozucu bu türden olgularla-etkilerle mücadele eder. Bir mücadele alanı olarak görebileceğimiz sosyoloji bu hâliyle bir keder içerse bile sosyoloji uğraşısı her zaman umut vaat eden, problem çözücü ve gelecek inşa etme kudreti olan bir yapıya sahiptir. Toplumsal hayata dokunmak, toplumsal hayatı anlamaya ve yön vermeye çalışmak her zaman için güç dengeleriyle oynamak anlamı taşır. Dezavantajlılığı, sosyal problemleri, eşitsizlikleri, dışlamayı, damgalamayı, ayrımcılığı konuşmak, dert edinmek, anlamaya, açıklamaya ve çözümlemeye çalışmak sosyolog açısından bir zorunluluktur zira sosyoloji, içinde doğduğu dünyanın bütün keşmekeşliği içerisinde toplumsal hayatı yeniden ve yeniden kurgulamanın, toplumsalı savunmanın ve onu yönetmenin hazzını yaşatmıştır.

Bu kitap, dezavantajlılar ve dezavantajlılığı sosyolojik bir bağlamda tartışmaktadır. Dezavantajlıların ve dezavatanjlılığın sosyolojisinden bahsedebilmek için ortak bir kavramsal ve kuramsal çerçeveye ihtiyaç vardır. Ancak dezavantajlılık tartışmaları böyle bir çerçeveden oldukça uzaktır. Dezavantajlılığın ve dezavantajlıların sosyolojik zeminde tartışılması ile olguya yönelik bütüncül bakışın gerçekleştirilmesi amaçlanmaktadır. Bu kitapta, dezavantajlılığa ilişkin temel kavramsal ve kuramsal tartışmalar ele alınırken seçilen belirli dezavantajlı gruplar üzerine yapılan tartışmalarda söz konusu kavramsal ve kuramsal anlayışa ışık tutulmuştur. Sosyologların gözünden dezavantajlı grupları yazıya döken bu eser, dezavantajlı gruplara ilişkin diğer alanlarda yapılan tartışmalara da katkı sağlayacaktır.
Ahmet Songur, Alper Tütünsatar, Çiçek Bozyel, Elif Gün, Erdal Eke, Fahrettin Apak, Fatma Yağmur Evcil, Fulya Akgül Gök, Gizem Tan Eren, Hande Nur Eroğlu, Hasan Hüseyin Aygül, Hasan Rençber, Hilal Akman Dömbekci, Mehdiye Akgül, Mehmet Şengül, Melih Sever, Meyrem Tuna Uysal, Mustafa Zihni Tunca, Nurullah Zafer Kartal, Osman Çöllü, Özge Zeybekoğlu Akbaş, Seyhan Özdemir, Tuba Yüceer Kardeş, Ümit Arklan, Yunus Emre Öztürk “Dijital Çocukluk ve Dijital Ebeveynler: Dijital Nesillerin Teknoloji Bağımlılığı” başlıklı ilk kitabımızın devamı niteliğini taşıyan bu ikinci kitabımız, kolektif bir çabanın üretimi olarak kurgulanmış ve farklı üniversitelerden 26 yazarın bir araya gelmesine vesile olmuştur. Dijital Bağımlılık ve E-Hastalık olmak üzere iki genel bölüm ve bu bölümlerde yer alan toplam on dört bölümden oluşan bu kitap, dijital nesillerin teknoloji bağımlılığını ve teknoloji kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan hastalıkları konu edinmektedir. Dijital bağımlılık, sosyal medya bağımlılığı, dijital oyun bağımlılığı, çevrim içi alışveriş bağımlılığı gibi konuların yanı sıra e-hastalıklar, nomofobi, FoMO, maraton izleme, dijital istifçilik, stalklamak gibi konular/olgular gerek teorik ve kavramsal düzeyde gerekse uygulamalı olarak ele alınmıştır. Bu doğrultuda kitabın hem ilgili alan yazına katkı sağlayacağı hem de bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de her alanda yoğun bir şekilde yaşanan dijitalleşmenin bireysel ve toplumsal yansımalarına yönelik farkındalığın artırılmasına destek olacağı düşünülmektedir.
Asiye Gölpek Karababa, Burcu Erşahan, Esra Ağyar, Esra Ayaz, Ferhat Toper, Feyza Betül Köse, Günsu Yılma Şakalar, Hatice Tatar, İsmail Bakan, Tuba Büyükbeşe, Yağmur Matyar Tanır, Zeynep Kök, Zeynep Köse Dünya, her yönüyle dijitalleşiyor. Bu dünyanın etki alanını ve gücünü anlamak, imkânlarından faydalanmak kadar önemli sayılmaktadır. Bugün kullandığımız makine ve cihazların, bilgisayar ve akıllı telefonların da içinde olduğu tüm gelişmiş teknolojilerle birlikte değerlendirilip bu yeniliklerin insanın hayat standardını yükselttiği ve günlük yaşantımızı önemli ölçüde kolaylaştırdığı gerçeğini de gözetmemiz gerekiyor.
Dijital çağda yeni çalışma modelleri oluşturulmakta... Ağ oluşturmak çok önemlidir ancak kadınların, yeni modeller oluşturma sürecinde tasarımcı rolü ile dijital değişimi hızlandırdığı, çözüm odaklı, pragmatik, yaratıcı ve iyi “networker”lar oluşturduğu olgusu da bir o kadar önemlidir.
Teknolojinin hızla geliştiği ve yenilendiği dijital çağda, kadınları güçlendirmek için önemli fırsatlar da oluşuyor. Dijitalde kadınlara yönelik fırsatlar arasında ek gelir elde etme, girişimcilik, istihdam beklentilerini geliştirme ve bilgi edinme eğilimi yer alıyor.
Dijital dönüşüm aslında farklı bakabilmeyi getiren bir süreçtir. Dolayısıyla kadınların doğasından gelen; empati kurabilme, çoklu iş yapabilme ve tasarım odaklı düşünme gibi konular ile kadınlarımızın, bu süreçte daha aktif rol alacağına ve bunun kadınlarımızın iş hayatındaki sayılarını yakın gelecekte olmasını istediğimiz düzeye getireceğine dair inancımız sonsuz.
Dijital geleceğe kadınların yön vereceğine ve yöneteceğine kanaat getirebilen bir toplum olabilmek dileğimizle...
Ahmet Songur, Cevdet Yılmaz, Ekin Kaynak Iltar, Erdal Eke, Fahrettin Apak, Fatma Tezel Şahin, Gamze İnan Kaya, Gizem Tan Eren, Hasan Hüseyin Aygül, Merve Atay, Metin Kocatürk, Meyrem Tuna Uysal, Seda Eskidemir Meral, Yusuf Yıldırım, Zeynep Gazali Demirtaş Dijitalleşmenin gündelik hayatın olağan akışına ve hızına olumlu etkileri olduğu bilinmekle birlikte bu sürecin birtakım tehlikeleri ve riskleri de beraberinde getirmekte olduğu gözlenmektedir. Son yıllarda, alanyazında bu etkilerin tanımlanması ve kavramsallaştırılmasına yönelik olarak dijital hastalıklar, teknolojinin doğurduğu hastalıklar, e-hastalıklar ya da e-sendromlar gibi anahtar kavramlar üzerinden tartışmalar devam etmektedir.
Kitap kolektif bir üretimin sağlayacağı pozitif katkı dikkate alınarak hazırlanmış, farklı disiplinlerde söz konusu alanla ilgili çalışmalara sahip olan yazarların bir araya gelmesine ve birlikte üretmesine vesile olmuştur. On bölümden oluşan bu kitap, dijital nesillerin (çocuklar ve ebeveynler) teknoloji bağımlılığını konu edinmekte; siber kimlik, siber zorbalık, dijital şiddet, dijitalleşmiş kültür, dijitalleşmiş sosyalleşme ve dijital bağımlılık üzerine geliştirilen politikalar ve uygulamalar gibi başlıklar üzerinden olguyu derinleştirmekte; ayrıca dijitalleşmenin etik yönlerini tartışmakta, sorgulamakta ve sürecin bütün paydaşları üzerinden çözüm önerileri sunan yazıları/araştırmaları bir araya getirmektedir.
Hakan Tan Bu eserde, dijitalleşmenin yarattığı dalgalar ile kişisel, toplumsal, kültürel, ekonomik, simgesel ve teknolojik sistemlerdeki yaşanan değişim, gelişim ve dönüşüm medyanın somut (akıllı mobil telefon) ve soyut (sosyal medya ve web) araçları üzerinden açıklanmaktadır. İnsanlık günümüzde kendi donanım ve yazılımı üretme seviyesine gelmiş ve kendi ürettiği meta ile etkileşim, katılım ve iş birliğine girmiş ve bu ilişki süreç içerisinde kişileri araca bağımlı hâle getirmektedir. Düşünürler, “Neye bakıyorsanız, neye dikkat ediyorsanız, neyi düşünüyorsanız ona dönüşeceksiniz.” demektedirler. İnsan araca, araç ise insana bakmaktadır.
Araç-insan yakınsamasıyla bir oluş süreci başlamıştır. İnsan süreç içerisinde kendisini norm yapıcıların doğrultusunda “yapay” bir ürüne dönüştürürken kendisinin tasarımı olan aracı da “yapay” bir insana dönüştürmek istemektedir. Bu oluşun ilk aşaması yakınsamadır. Kişi ve toplumların istediği “ortaklık” ile iktidar ilişkilerinin istediği “yeni toplumsal model” günümüzde birinci aşaması olan “yakınsama” (convergence) evresindedir. Oluş başlamıştır.
Bu eserde, dijitalleşmenin yarattığı dalgalar ile başlayan yakınsama süreci; ”İnsan-Araç Yakınsaması”, “Normlar ile A/Normalliklerin Yakınsaması”, “Retorik ile Marka İletişiminin Yakınsaması”, “Güç İstencinde Gerçek ve Sahte Kendiliğin Yakınsaması” ve “Pazarlama İletişimi ile Dijital Hastalıkların Yakınsaması” başlıklarında açıklanmaktadır.
Hakan Tan Dijital Dalgalar Cilt 2: Dönüşüm adlı eser, “Yeni Medya ve İletişim”, “Güzel Sanatlar”, “İşletme”, “Gazetecilik”, “Halkla İlişkiler ve Tanıtım”, “Tarih”, “Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi” ve “Uluslararası İlişkiler” gibi farklı disiplinlerin gelen akademisyenlerin, birbirlerinden ayrı olarak çalışmalarıyla ortaya çıkan, multidisipliner, editörlü bilimsel bir çalışmadır.
Editörlüğünü Dr. Öğr. Üyesi Hakan Tan’ın üstlendiği bu eserde, bölüm yazarlarının metinlerinde öne çıkan kavram "dönüşüm"dür. Dönüşüm kavramı deyince ilk akla gelen, Franz Kafka’nın Dönüşüm adlı eseridir. Dönüşüm kavramı dilbilim, antropoloji, felsefe, psikoloji, sosyoloji ve edebiyat bilimlerine göre olduğundan başka bir biçime girme, bir şeyin yapısındaki veya şeklindeki değişimler, transformasyon olarak açıklanmakta ve dönüşümde her geçiş, bir düzene göre gerçekleşmektedir. Dönüşüm ilişkisinde; her dönüşümün sistematik bir düzeni vardır, her bir tür birbirinden çıkar ve bu dönüşüm sürecinin gerçekleşmesi için bir "olgunlaşma" aşamasına ihtiyaç vardır. Bilim, hep aynı durumda ve değişmeden kalan yönünü ilgilendiren her şeyi eşsürem, evrimlerle ilişkin her şeyi ise artsüremli olarak açıklamaktadır. Dönüşüm artsüremlidir ve evrimseldir. Evrim kavramı; bir türün, ideolojilerin, toplumsal sistemlerinin, insanın, makinelerin ve yazılımların süreç içerisinde (olgunlaşma-zaman) birdenbire olmayan, kesintisiz, niteliksel ve niceliksel gelişim sürecine gönderme yapmaktadır.
Dijital dalgalar; dijitalleşme, dijital teknolojiyi ve dijital araçlar; sosyal, kültürel, siyasal, simgesel ve ekonomik yaşamımızın her alanını etkilemektedir. Bölüm yazarları da dijitalleşme, dijital teknoloji ve dijital araçlar ile gelen dönüşümü; “Dijital Medya Kapitalizmi”, “Dijital Kamusal Alan”, “Dijital Marka”, “Dijirati”, “Kurumsal İletişimin Dönüşümü”, “Tarihsel Dezenformasyonlar”, “Dijitalleşme ve Rekabet”, “Dijitalleşme ve Sürdürülebilirlik”, “İfadelerin Dijitalleşmesi”, “Sosyal Ağ Analizi” ve “Dijital Anlam (dijisemantik) ve Anlatım (dijisentaktik) Yapılarını Çözümlemek” olarak açıklamaktadır.
Batuhan Avşaroğlu, Hüseyin Gökal, Kamuran Gülarslan Değer, Müge Karabağ, Pınar Eke, Seda Aktaş, Seda Kandemir Metaverse gibi farklı gelişmiş teknolojiler tarafından desteklenerek oluşturulacak kalıcı çevrimiçi üç boyutlu sanal ortamlardaki siber toplumsal düzlemlerin konuşulduğu bir dünyada, her geçen yıl çevrim içi hayatlarımız çevrim dışı hayatlarımızdan biraz daha fazla zaman almaktadır. Hayatımızın her alanını kapsar hâle gelen bu tutum, sevgili ya da partner bulmak arayışı için de geçerlidir. Sırf bu amaçla kurulan Tinder, OkCupid, Happn, Badoo gibi sosyal medya uygulamaları olduğu gibi bu amaçla kullanılan Facebook ve Instagram gibi popüler uygulamalar da bulunmaktadır. Bu uygulamalar çok sayıda insana ulaşması nedeniyle potansiyel flört olasılığını arttırmakta, potansiyel flört hakkında kendisiyle iletişime geçmeden temel bilgileri size sunmakta, reddedilmeye karşı korumakta, ilişki kurma hızı üzerinde kontrole izin vererek ilişkiyi başlatma sırasında daha az stresle iletişim kurma fırsatı sunmaktadır. Bu kitapta, son dönem dijital flörtleşme araçlarına ilişkin; gözlemler, çalışmalar ve eleştiriler yer almaktadır.
Ahmet Yıldırım, Cemal Hakan Dikmen, Çağdaş Erbaş, Derya Aktaş, Dilek Kocabaş, Dilek Memişoğlu Gökbınar, Dilruba İzgüden, Eda Evlioğlu Gezer, Erdal Eke, F. Burak Yerlikaya, Fulya Akgül Gök, Gizem Tan Eren, Gökhan Özkul, Gülay Bulgan, İnan Eryılmaz, Mahmut Sami Öztürk, Meyrem Tuna Uysal, Muazzez Yelsiz, Muhammed Kasım, Muhammed Yusuf Ertek, Murat Çakmak, Mustafa Zihni Tunca, Mücahit Avcı, Oğuzhan Çarıkçı, Onur Aktürk, Osman Daban, Samed Soy, Serdar Gezer, Sunay Güngör Gülsoy, Şefika Özdemir, Tuba Yüceer Kardeş, Ümit Arklan, Ümmühan Kaygısız, Veysel Demirer, Yılmaz Türker Sandıkcı Günümüzde tanık olunduğu üzere insan ve toplum yaşamında başta adalet, çalışma, eğiti m, ekonomi, finans, güvenlik, iletişim, kültür, nüfus, sağlık, sanat, siyaset, sosyal güvenlik, spor, ticaret ve turizm olmak üzere pek çok alanda olağanüstü bir dijital dönüşüm yaşanmaktadır. Bu durum, dijital insan ve dijital toplum olgularını öne çıkarmakta; ortaya çıkan yeni pratikler olumlu ve olumsuz yansımaları bakımından ciddi bir şekilde tartışılmaktadır. Belirtilen bu hususlardan yola çıkarak tasarlanan bu kitap çalışması, insan ve toplumun dijitalleşme süreciyle beraber nasıl bir değişim geçirdiğini, gelinen noktada sorun alanlarının neler olduğunu ve de ilerleyen yıllarda insan ve toplumu nelerin beklediğini çok farklı disiplinler üzerinden cevaplamayı amaçlamaktadır. Böylelikle çalışma hem ilgili alan yazına katkı sağlama hem de insan ve toplumun dijitalleşmesi alanında tartışılan hususlara yönelik güncel ve özgün bir perspektif sunma misyonunu üstlenmektedir. Ayrıca 2021 yılında yine Nobel Yayınevi tarafından yayımlanan "Yönetim: Dijital Çağın Yeni Normal Pratikleri" isimli eserin devamı niteliğinde olan bu çalışma, farklı üniversitelerden çok sayıda yazarı bir araya getirmekte ve 18 bölümden oluşmaktadır.
Çağla Coşar, Ebru Han Kundakçı, Fatma Esra Öztürk, Oytun Doğan, Özlem Akkaya, Semay Buket Şahin, Türkay Türkan Ünlü Dijital Medya Ekseninde Nostalji ve Toplumsal Bellek kitabı, hafızaya yönelik iletişim çalışmaları ve medya alanında çoktandır var olan ama üzerinde kapsayıcı incelemelerin olmadığı kilit metinleri okuyucuya sunuyor. Farklı medya metinlerinin, kendi doğası içinde dijital alana aktarıldığında, toplumsal belleği hangi yollarla oluşturduğuna odaklanıyor. İletişim araştırmalarında, kullanılan antropoloji ve medya tarihi merkezli akademik çalışmalarda toplumsal bellek, saha olarak görülmekten çok araç olarak kullanılır. Hâlbuki, medya çalışmalarında toplumsal bellek yaratımı ve aktarımı, sahanın kendisi olarak kabul edilmelidir. Medya metinleri ister görsel ister yazınsal ister işitsel olsun toplumla özdeşleşmiş parçaları bulunur. İşte bu alanlar toplumsal belleğin geleneksel ve dijital medyaya aktarılması sürecinde başat birer rol üstlenmektedir. Türkiye'de sosyal bilimler içerisinde, toplumsal bellek öncelikli çalışma alanları arasında yer almaması nedeniyle gündelik hayat pratiklerinde yer alan nesneler, imgeler, film karakterleri, semboller, kültürel kodlar, çoğunlukla göstergebilim üzerinden analiz edilmektedir. Bu çalışma ise araştırmacılara, bugüne kadar alışılagelmiş bir alanı farklı bakış açıları ile inceleme imkânı sunmaktadır.
Asiye Ata, Aslı Yurdigül, Aslıhan Zinderen, Derya Çakmak Karapınar, Emre Gökalp, Güler Erkal Karaman, İbrahim Etem Zinderen, Kübra Okumuş Dağdeler, Melike Arslan, Meryem Okumuş, Meryem Serdar, Mevlüde Deveci, Mustafa Berkay Aydın, Serdar Çil, Tuba Sütlüoğlu Günlük yaşamımızın önemli parametrelerinden olan dijital araç ve ortamlar toplumsal olanı etkilemekte ve insan yaşamını dönüştürmektedir. Söz konusu dönüşüm, dijital araçlara ve özellikle de yeni iletişim teknolojilerine büyük oranda bağlı bir yapıyı ortaya çıkarmaktadır. Bu çerçevede dijitalleşmenin toplumsal etkileri üzerine düşünmek, içinde yaşadığımız dünyayı algılamak ve değerlendirebilmek için bir zorunluluktur. “Dijital Sosyoloji Çalışmaları” bu değerlendirmede başvurulabilecek temel bir kaynak olma arzusunu taşımaktadır. Bu bağlamda dijital sosyoloji, dijital eşitsizlik, dijital gözetim, sanal kimlik, dijital aktivizm, kuşaklar, ebeveynlik, dijital sağlık, dijital diplomasi ve eğitimde dijitalleşme kitapta tartışılan konular arasındadır. Sosyoloji, iletişim ve eğitim alanındaki akademisyenlerin ortak çabalarıyla hazırlanan bu kitap alana ilgi duyan herkes içindir.
Selva Ersöz Karakulakoğlu Bu kitap sosyal bilimler alanında, özellikle dijital ile bağlantılı sıklıkla kullanılan kavram, kuram ve yöntemleri tek bir kaynak içinde okuyucuya sunmak amacıyla yazılmıştır. Kitabın içeriği dijital kavram ve kuramların gelişimi, dijital araştırma yöntemleri ve dijital yurttaşlık, dijital aktivizm, mobil kültür gibi farklı dijital konulara değinen üç bölümden oluşmaktadır. Dijital süreçte karşımıza çıkan pek çok kavram, tarihsel bütünlüğü içerisinde incelenerek okuyuculara sunulmuştur. Dijital konulara ilgi duyan, özellikle iletişim alanında dijital çalışmalar yapanlar için alana giriş niteliği taşıyan bu eser, iletişim bilimleri araştırmalarındaki yöntemlerin, kavramların ve kuramların etik, yöntemsel ve kuramsal sorgulamaları hakkında tartışmaları içermektedir. Prof. Dr. Selva Ersöz, Maltepe Üniversitesi iletişim Fakültesinde çalışmaktadır. Yazar bu kitapta, dijital topluma ilişkin kavramları, iletişim çalışmaları perspektifinden okuyuculara sunmaktadır.
Canan Kökus, Emin Arslan, Eren Keser, Esra Karip, Fatih Uslu, Figen Ebren, Hakan Kendir, Hale Alan, Halil Cura, Hasan Cem Çelik, Hüseyin Keleş, Mustafa Uslu, Nezir Temur, Özgür Yayla, Sinem Burcu Uğur, Yiğit Güven Thomas L. Friedman'ın, “The World Is Flat” adlı eserinde, 21. yüzyıldaki yaşam şeklini koşu bandına benzetmesi esasen günümüzde çok hızlı gerçekleşmekte olan sosyal, kültürel ve ekonomik dönüşümün ve endüstriyel devrimlerin habercisi gibiydi. Geçmişi son üç yüzyıla kadar uzanan Kıta Avrupası’nın, oluşturmuş olduğu sanayiye dayalı birtakım birikimi sayesinde dünyaya yön ve şekil verme ihtirası karşısında sanal ve soyut bir kavram bulundu: internet. Üçüncü sanayi devrimine ismini veren ve kendisinden sonra oluşacak endüstriyel devrimlerin de öncüsü olan “internet”in, önce ana akımın daha sonra da alternatif akımın hizmetine girmesiyle geri dönülmez bir yola girdi yerküremiz. Artık yirmili yaşlarda, kolejli elektronik müptelası bir genç, çok kısa bir sürede dünyanın en zengin insanları arasına girebilir hâle geldi. Son on yılda gerçekleşen iki endüstri devrimi, dünyadaki güç dengelerini değiştirdi, planlamaları altüst etti! En son yüz yıl önce yerküreye uğrayan virüsün Covid-19 ismiyle dönüşü ise muhteşem oldu. Think tank kuruluşları kapılarına zincir vurdu! Acaba bu virüs, beklenen bir misafir miydi yoksa kapı açıkken bacadan giren bir haydut mu? Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı dünyamızda dijitalleşmenin sosyal ve beşerî bilimlere yansımaları nasıl olacak? Bu soruları eksenine alan bu eserin, cevap arayan okurlarına cevap vermesi dileğiyle…
Zafer CİRHİNLİOĞLU, Üzeyir OK, Fatma Gül CİRHİNLİOĞLU Bu kitapta dindarlık, ruh sağlığı ve moderniteye ilişkin hem kuramsal bilgiler hem de Türkiye örnekleminde yapılmış bir araştırmanın kısaca değinilen sonuçlarını bulabileceksiniz. Bu üç olgu hakkında tek tek bilgi oluşturmakla birlikte bunlar arasındaki ilişkiye de yönelinmektedir. Batı literatüründe modernite ve dindarlık genel olarak birbirlerini dışlayan iki olgu olarak ele alınmaktadırlar. Türkiye örnekleminde bu anlayış test edilmiştir. 1990’lı yıllardan sonra Avrupa’da gelişen literatür söz konusu üç olgu açısından incelenmiştir. Türkiye’deki durumun açıklanmasına katkı yapabilecek yaklaşımlar ayıklanarak sunulmuştur. Özellikle Türkiye’de modernitenin anlaşılmasında tarihsel açıklamalara başvurulmuştur.
Bulgulara göre Türkiye halkı modernleşme isteğini muhafaza etmektedir. Aynı zamanda dindarlık eğilimleri de oldukça yüksektir. Modern insanlar diğerlerine göre daha az ruhsal sorun yaşamaktadırlar ve yaşam doyumları daha fazladır. Dindar olanlar ancak bazı durumlarda daha az ruhsal sorun yaşamaktadırlar. Dindarlıkla ruh sağlığı arasında bir ilişki yoktur. Bireyler modern hayat tarzında daha az ruhsal sorunlar yaşadıklarından Türkiye’de modernitenin kolayca terk edilemeyeceği ancak yeni yorumlarla ilerleyeceği düşünülebilir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya çıkan modernleşme anlayışı modernleşmenin birinci boyutudur (maddi-teknolojik). Bu dönemde bireysel rollerde belirsizlikler ortaya çıkmıştır. Bu belirsizlikler (eksik ya da ihmal edilen özelikler ) modernleşmenin ikinci boyutu (manevi-kültürel) ile aşılmaya çalışılmaktadır. Bu bakımdan yetersiz modernite kavramı bu sürecin açıklanmasında işlevsel olabilmektedir.
Bayram Demirtaş Din tarihî süreç içerisinde farklı etkenlerle amacı dışında ele alınabilen bir olgu olmuştur. Geçmişte olduğu gibi bugün de dinin bireysel ya da toplumsal düzeyde yanlış anlaşılması, dezenformasyona araç kılınması, dahası istismar edildiği görülebilmektedir. Bu durumun dine, dindara ve tüm varlığa en çok zarar vereni dinin terör için araçsallaştırılması olmalıdır. Zira küresel boyutta rahmetin şiddete, şefkatin zulme alet edilmesi tüm insanlık için büyük bir kayıptır. Her suç olgusunda olduğu gibi burada da olayın görünen görünmeyen birçok yönü vardır. Biz bu çalışmada meseleye tam anlamıyla içeriden bakmaya çalıştık. Dinî saik ve söylemlerle terörle ilişkileri olan ve bu sebeple cezaevlerinde bulunan insanları merkeze alarak din-istismar-terör kavramlarına mercek tuttuk. Doğrusu din ve terör konusu ile cezaevi çalışmaları birçok zorluğu içinde barındırmaktadır. Umarız bu çalışma literatüre olduğu kadar sosyal hayata da katkıda bulunur. Bu amaçla çözülmesi imkânsız gibi görünen meselelere dair mütavazı önerilerde bulunduk. Kitabın sayfaları arasında buna dair gözlem ve tespitleri bulacaksınız.
Ali Köse İnsan edimlerinin tüm kurguları, tüm icatları, tüm yenilikleri din dışı alandan geliyor. Din bu yeniliklere, olsa olsa şeklen eklemlenebiliyor. Resim, din dışının üretimi; din ancak eline verilen resmi boyayabiliyor. Din eğer bugüne kadar güçlü, dirençli olmayı başardıysa bunu; kültüre nüfuz etme, kültürel semboller, söylemler oluşturma kabiliyetine borçludur. Ama artık dinin elinde bu güç yok gibi. Geleneksel dinî söylem, nüfuz kaybı yaşıyor. Sosyokültürel desteği olmayan, sembollerini diri tutamayan dinlerin varlıklarını devam ettirme kabiliyeti azalıyor. Her nesil bir öncekine göre dinî kültüre bir kat daha yabancılaşıyor; entelektüel, sosyal ve duygusal anlamda biraz daha uzaklaşıyor. 21. yüzyılda dinin geleceğini belirleyecek temel nokta; kültürü ne kadar etkilediğiyle, geleneksel sembolleri ne kadar canlı tutabildiğiyle doğru orantılı olacak. “Gelenek sadece külleri savurmak değil, ateşi canlı tutmaktır”. Ateşi canlı tutmak da öyle görünüyor ki zamanın ruhunu yakalayabilmekle, dinin tarihsel formlarını yenide yaşatabilmenin yollarını bulmakla mümkün. Aksi takdirde din, post tarihsel bir görüntü sergileyen 21. yüzyıla yabancılaşma ve marjinalleşme kaderini yaşamaktan kurtulamayacak.
Aysun Öcal, Ceyda Şataf, Emine Türkmen, Gökçe Nur Şafak, Hakan Mehmet Kiriş, Hayriye Sağır, Hikmet Soy, Hilmi Can Turan, Mustafa Zihni Tunca, Nilüfer Negiz, Öğretim Üyesi Niran Cansever, Rukiye Çelik, Seda Tapdık, Songül Sallan Gül Demokratik bir toplum anlayışında, ülke nüfusunun yarısını oluşturan kadınların kamusal yaşamda görünürlüğü önemli bir olgudur. Türkiye'de de kadının konum olarak “eş” ve “anne” olmasının dışında siyaset, yönetim, hukuk, eğitim, iletişim, sağlık vb. kamusal yaşamın her alanında var olmasının kabul edilmesi ve bu yönde çeşitli düzenlemeler ile bu fikrin desteklenmesi, Türk kadınının toplumsal yaşamda önünde yer alan engellerin ortadan kaldırılması adına önemlidir. Eğitim ve kültür alanlarında atılan her adım, doğrudan kadının toplumdaki etkisini arttırdığı gibi kamusal yaşamda görünür olmalarına; siyaset, yönetim, hukuk vb. alanlarda önemli kademelere erişmelerine imkân sağlayacaktır.
Kamusal politikalara rağmen hâlâ kamusal yaşamda kadınların eksik temsilinden ve eksik görünürlüğünden bahsediyor olmamız, sorunun temelinin kamusal yaşamın “erkeğin işi” ya da “erkeğin alanı” olarak gören toplumsal cinsiyetçi anlayışından kaynaklandığına işaret etmektedir. Bu bahisle, toplumda kadınların kamusal alanda yetersiz olan görünürlükleri ve karşı karşıya kaldıkları sorunlar noktasından hareketle kaleme alınan Disiplinler Arası Kadın isimli bu eser, multi disipliner bir bakış ile kadın konusunu; Yönetim, Siyaset, Kent, Ekonomi, Kalkınma, Hukuk, Sağlık, Medya ve Sivil Toplum başlıklarında ele almakta ve ilgili alan kapsamında sorunlar, değerlendirmeler ve öneriler sunmaktadır.
Abdullah Korkmaz, Galip Bayezit İlk insandan günümüze kadar bireyler arasında yaşanan anlaşmazlıkların çözümü için uzlaştırmacı kişilere ve kurumlara ihtiyaç duyulmuştur. Geçmişte geleneksel yöntemlerle gerçekleştirilen arabuluculuk, günümüzde dünyanın birçok yerinde kamu eliyle yapılan resmî bir uygulama hâline gelmiştir. Ülkemizde birçok kurum, alternatif uyuşmazlık çözümü uygulama ve araştırma merkezleri kurmuşlardır. “Divan” olarak kavramsallaştırdığımız geleneksel yollarla yapılan uzlaştırma meclislerinin her ne kadar günümüzde etkinliği azalmışsa da ülkemizin doğu bölgelerinde varlığını hâlen devam ettirmektedir. Divan kurumu; bireyler veya gruplar arası anlaşmazlıkların çözümü için uzlaştırma; bireyleri, grubu veya toplumun genelini ilgilendiren sorunların çözümü için öneride bulunma ve karar alma; şenlik (sünnet, düğün, nişan, kız isteme, bayram, asker uğurlama vs.) ve yas (taziye, mevlit, kaza, hastalık, doğal afetler vs.) ile ilgili merasimlerin tertip edilmesine öncülük etme gibi işlevleri yerine getirmektedir. Amacımız, fenomenolojinin imkânlarından yararlanarak toplumsal sorunların çözümüne yönelik yeni bir yaklaşım geliştirmektir.
Bu çalışmada üç temel noktaya odaklanılmıştır. Birincisi, geleneksel kurumların toplumsal sorunların çözümündeki rolünü değerlendirmektir. İkincisi, geleneksel adalet sistemlerinin zayıf yönlerini tahlil ederek eksikliklerini giderme olasılığını tartışmaktır. Son olarak çalışma, resmi sistemin yükünü hafifletecek bir çerçeve önerme amacı taşımaktadır.
Araştırmamızın bulguları, ülkemizin doğu illerinde sorunların çözümü için resmî kurumlardan önce gayriresmî yapılara müracaat edildiğini göstermektedir. Bu yapıları tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmadığına göre, son tahlilde bu kurumlardan nasıl faydalanılacağına, bunların nasıl geliştirileceğine, resmî kurumlarla iş birliği içerisinde nasıl çalışılacağına yönelik öneriler sunulmuştur. Saha çalışmasının farklı coğrafi alanlarda (Van ve Bingöl) yapılması, divan kurumunun geniş bir perspektifle anlaşılmasına katkıda bulunmuştur.
Yaşar Kalafat Türklük; bir kavime, bir ırka ve bir millete isim olmazdan evvel bir sıfattı. Bu sıfat güzel anlamını karşılıyordu. Bu güzellik hayatın her safhasında ve ilişkilerin tümüne yansımış olup kapsadığı halklar tarafından sindirilmişti. Bu güzellik paylaşıldıkça büyümüş; birlikte yaşayan halkların ortak malı olmuş. Halk kültürü yok edilmek istenilen her toplum, kültürsüzlüğe mahkûm olur. Böylesi bir akıbet emperyal kültür politikalarının emelidir.
Gerard Delanty Elinizdeki bu eser Doğu ve Batı’nın değişen paradigmaları bağlamında Avrupa’nın temel soru ve sorunlarına eğilmektedir. Kitabın içindeki makalelerin sosyologlar, antropologlar, felsefeciler ve tarihçilerden oluşan yazarları; Avrupa’nın Batı ile eş tutulması geleneğinin artık sorgulanması gerektiğini farklı bakış açılarından ele almaktadırlar. Bu kitap, dört tematik bölümden oluşmaktadır ve ilgilendiği temel konular Batı sonrası bir dünya, Avrupa’daki Doğu algıları ve tarihteki karşılaşmalar, Avrupa ve Asya arasında bir dünya ve Batı ve Doğu’da ötekiliktir.
Bu kitap, Avrupalılık kavramının yeni ifade ediliş biçimlerini son dönemin ‘medeniyetler çatışması’ ideolojik kavramlarına meydan okur bir biçimde inceleyerek, analizlerini Avrupa ve Asya’nın hem tarihte hem de çağdaş perspektiflerde birbirlerine nasıl karşılıklı bir şekilde bağlı olduklarına dikkat çeken en son ilmi çalışmalar üzerinden yapmaktadır. Kitapta son gelişmelerin ve değişen jeopolitik bağlamın bir sonucu olarak hem Avrupa hem de Asya’nın birçok ortak noktası olduğuna ve çatışmalardan değil, kozmopolit bağlantılardan bahsetmenin artık daha mümkün olduğuna dikkat çekilmektedir.
Bu kitap sosyoloji, Avrupa siyaseti, tarihi ve kültürel teorisi alanında çalışan öğrenciler ve araştırmacılar için çok değerli bir kaynaktır.
Ahmet Murat Kadıoğlu, Aierken Maiergeya, Çile Maden Kalkan,Esra Büyükbahçeci, Derya Adalar Subaşı,Gonca Unal Qiang, Güneş Şahin, Hasan Tuncer, Nilay Ağırnaslı, Noriji Fujimoto, Nuray Pamuk Öztürk, Reyhan Eraslan, Sema Gökenç Gülez, Seungeun Kim-S. Göksel Türközü, Yingjie Wang, Bilgen Gül - Bilsen Ş. Özdemir, Deniz Dilşad Karail Nazlıcan, Duygu Özakın,İren Dilara Kongaz, Hasan İçen,H. Necmi Öztürk, Seyyal Körpe Kemer, Zoya Şengüder Gündelik yaşam, “yaşamın sıradan bir şekilde akması, her gün tekrarlanan davranışlar, alışkanlıklar ve bizi çevreleyenler” olarak tanımlanır. Bunun yanı sıra gündelik yaşam, içinde bulunulan toplumun kültürü ve kültürel değerleri, sanatı, edebiyatı, mutfağı, inançları, felsefesi, dili gibi birçok konu hakkında bilgi vermektedir. Bu sebeple gündelik yaşama kültür bilim penceresinden bakarak Doğu ve Batı kültürlerini kapsayan bir araştırma hazırlamak, Doğu'da ve Batı'da Gündelik Yaşam adını verdiğimiz çalışmamızın temel amacını oluşturmaktadır.
Doğu ve Batı kültürlerinde gündelik yaşamın izlerini sürecek olan bu araştırma, söz konusu kültürler arasında bir köprü kurarak kültürel benzerlikleri ve farklılıkları açığa çıkarmayı amaçlamaktadır. Bunun yanı sıra çalışmamız, tarihî süreç içerisinde toplumların sahip oldukları kültürel değişimleri göz önüne sererek farklı medeniyetlerdeki gündelik yaşamların tarihî kökenlerini ortaya çıkarmaktadır.
Kitap, gündelik yaşam çalışmalarına ve farklı kültürlere ilgi duyan okuyuculara yönelik olmasının yanı sıra bilimsel bir araştırma olmasından dolayı akademisyenlerin, araştırmacıların, lisans ve lisansüstü düzeyindeki öğrencilerin başvuracağı yardımcı bir kaynak olması bakımından da önem taşımaktadır.
Miraç Çeven Elinizdeki bu kitap lonca tarihini bütüncül bir bakış açısı ile anlayıp kavrama arayışının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Konu incelenirken lonca kurumlarının ilk ortaya çıkışından modern çağa kadar olan dönemdeki ortak özellikleri ve ortaya çıkış nedenleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Ticaret tarihi kadar eski olan bu kurumlar aileden devraldıkları vefakâr ruhu, özel ve belirli gayelere dönüştürmüşlerdir.
Sadece ticaret ile alakalı kurumların değil, aynı zamanda diplomatik kurumların, polis teşkilatının, hayır kurumlarının belediyelerin ve hatta eğitim kurumlarının ilk hali olan loncaların tarihinin izinden giderken uzun mesafeli ticaretin zorluklarını aşmaya antik dönem medeniyetlerin dehasına, antik dönemdeki ticaretin yaygınlığına şahit olurken; bir yandan da iklimin ekonomi üzerindeki etkilerini ve Roma'nın yıkılmasına olan etkisine; göçebe toplulukların yerleşik hayata geçerken kendi yönetim sistemlerini ve metotlarını nasıl Batı toplumlarına nakşettiklerine şahit olacaksınız. Ticaret yoluyla sadece mal ve hizmetlerin değil aynı zamanda kültürlerin de taşındığına dair malumat sahibi olacaksınız. Tarihsel bir arka plan olarak Sümer ile Mısır arasındaki uzun mesafeli ticaretten, Orta Asya göçebe kavimlerinden, İpek ve Baharat yolu ticaretinden, inançların yayılma serüvenine ve kültürel geçişkenliğe kadar birçok bilgi bu anlama serüveninde sizi beklemekte...
Adem Üstün Çatalbaş, Ahmet Gökçen, Ahmet Özpınar, Ayşe Nur Leblebicier, Canser Kardaş, Ejder Ulutaş, Ferhat Tekin, Hasan Harmancı, Hüseyin Çil, İbrahim Nacak, İslam Can, Muammer Ulutürk, Mustafa Aydın, Zeynep Atalay Duyular, bireysel ve toplumsal ilişkileri kurabilme ve yıkabilmeye dair manevra kabiliyeti sunabildiği için, toplumsal hayatın temel belirleyici referanslarını oluşturmaktadır. Görebilme, dokunabilme, tadabilme, koklayabilme, duyabilme ve hissedebilme gibi arttırılabilecek duyu aktlarının hayatı tanımaya dair dayanaklar olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Hayata dâhil olmada yaşanan zorlukların derecesi, duyuların yoksunluğuyla doğru orantılı seyretmekte; duyular, yaşanılan dünyayı anlamlı bir zeminde okumayı mümkün hâle getirmektedir. Kültürel varlık ve konumlanmalara göre duyuların öncelik-sonralık ilişkisi farklılık göstermekle beraber, bütün varoluş biçimlerinde duyulara verilen paye ve referans çerçevesi oldukça geniştir. Güvenin, tanımanın, anlamanın, temellendirmenin ve ispatlamanın temel tutamağı olan duyu verileri, bu ve pek çok yönleri itibarıyla hem bilimsel hem de gündelik hayata kendi imzasını atmaktadır. Bu bakımdan duyu verileri, hayatı okumada önemli duraklardır.
Bu çalışma; duyuları yanına alarak birey ve toplumun hâllerini yeni ve farklı bir zeminden okumaya gayret göstermekte; uzun bir müddet pozitivist paradigma tarafından kıskaca alınan duyuların kültürel dünyada nerede durduğuna dair bir kapı aralamaktadır. Duyu Sosyolojisi, duyuların teorik ve gündelik hayattaki karşılığının ne olduğunu irdelemek üzere alanda çalışmalar yapan uzmanlarca, incelikli ve derinlemesine değerlendirmeler içeren metinlerden müteşekkildir. Kitabın, Türkiye'de bu konu ve kapsamda yapılan ilk çalışma olması itibarıyla alana katkı sağlamasını dileriz.
Ayşegül Sekman, Davut Aydın, Ebru Alagöz Boyraz, Fatma Bilgili, Hande Aksöz Yılmaz, Hüseyin Öztürk, İsa Bahat, Levent Taş, Nur Çetin, Rabia Sarıca, Sevde Mavi Var, Sultan Selen Kula, Suzan Yıldırım Kadının toplumdaki konumu, günümüzde hâlâ tartışılan önemli bir küresel sorun alanıdır. Kadının konumunun iyileştirilmesi için değerlendirmelerde bulunan kitabımız, bu alana katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Geçmişten günümüze değin kadının toplumsal ve ekonomik konumunun “Dünde, Bugünde ve Yarında Kadın” başlığı ile ele alındığı kitabımız, kadına ilişkin geniş bir çerçeve sunmaktadır. Tarih, din, edebiyat, eğitim, siyaset, iktisat gibi çeşitli disiplinler açısından kadının geçmişteki ve günümüzdeki konumunu ele alan çalışma aynı zamanda kadının konumunun iyileştirilmesi için tespit ve önerilerde bulunmaktadır.
Kitabımızın da vurgulamaya çalıştığı gibi kadının toplumdaki konumunun iyileştirilmesi toplumların sosyal, ekonomik ve ahlaki açıdan gelişmesinde kilit rol oynamaktadır. Kadınların eğitim, istihdam, siyaset, yönetim gibi alanlardaki görünürlüğünün artırılması toplumsal kalkınmanın gereklerinden biri hâline gelmiştir. Bu açıdan bakıldığında kadınlar, topluma yön veren ve toplumları geleceğe taşıyacak olan en önemli faktördür. Unutmayalım ki “güçlü toplum”ların temelini oluşturan aile kurumunun güçlü kalabilmesi için “güçlü kadın”lara ihtiyaç vardır. Bu açıdan kadınların konumlarının iyileştirilmesi tüm toplulukların ele alması gereken en önemli konulardan biridir. Kitabımız da bu konudaki literatüre katkı sunacaktır.