Sosyal Bilimler ve Türkçe Eğitimi \ 1-8
Eray Alaca, Tercan Yıldırım Fransız Devrimi sonrasında başlayan ulusçuluk düşüncesi genelde eğitimin özelde ise tarih eğitiminin önem kazanmasına neden olmuştur. Devletler eğitim sistemlerini yeniden düzenlemek zorunda kalmışlardır. Eğitim, seçkinler için bir ayrıcalık olmaktan çıkarılarak halka indirilmiştir. Bu durum 18. yüzyıldan itibaren Batılılaşma çabası gösteren Osmanlı İmparatorluğu'ndaki eğitim sistemini de etkilemiş, 1869 yılında yayınlanan “Maârif-i Umûmiyye Nizamnâmesi” ile eğitim işleri hukuki bir çerçeveye alınarak bir programa kavuşturulmuştur. Modern eğitim alanında birçok yenilik getiren bu nizamname ile ilk kez tarih dersi ilkokulların öğretim programına girmiş, böylece tarih dersi tüm eğitim kurumlarının öğretim programlarında yer almıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde önemli bir işleve sahip olan tarih öğretimi, bir ulus devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin erken döneminde de önemini güçlendirerek devam ettirmiştir. Bu eserde Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminden günümüze kadar tarih öğretim programları ayrıntılı bir şekilde verilirken aynı zamanda bütüncül bir bakış açısıyla tarihsel süreç içerisinde meydana gelen değişim ve dönüşümlere de dikkat çekilmek istenmiştir. Böylece alana yönelik çalışma yapan başta akademisyenlere, öğretmenlere ve öğrencilere geçmişten günümüze Türkiye'de tarih öğretimi programlarını bir arada görme, dönemlerinde etkili olan tarih anlayışlarını anlamlandırma bağlamında katkı sunmak amaçlanmıştır.
Eray Alaca, Tercan Yıldırım Türk tarihinde modern anlamda bir öğretim programı, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde hazırlanan 1869 tarihli “Maârif-i Umûmiyye Nizâmnâmesi” ile karşımıza çıkmaktadır. İlkokuldan liseye kadar tüm öğretim kurumlarına yönelik öğretim programları hazırlama süreci, Türkiye Cumhuriyeti Dönemi'nde de devam etmiştir. Bu öğretim programları içerisinde “coğrafya öğretim programları” önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü yaşanılan ülkenin başta fiziki, beşerî ve ekonomik özelliklerinin bilinmesi; uzak ve yakın ülkeler, komşu ülkelerle ilişkiler ve buna paralel olarak sınırların bilinmesi; farklı toplumların ve kültürlerin tanınması bağlamında dünyanın bir bütün olarak algılanması coğrafya dersi aracılığı ile olmaktadır. Dolayısı ile Osmanlı İmparatorluğu'ndan günümüze coğrafya öğretiminin geçirdiği aşamaların görülmesinde bu kitap önemli yer tutmaktadır.
Hüseyin Fidan Yöneticilerin, yönettikleri topluma daha iyi hizmet verebilmek için tarihin her devrinde ülkelerinde yaşayan ileri görüşlü, bilgili, deneyimli kişilerden yararlandıkları bir gerçektir. Bu yararlanmayı gerçekleştirmek için de kimi zaman kurallı kimi zaman kuralsız kimi zaman sık kimi zaman seyrek toplantılar yapmışlardır. Meclis geleneği Türk devlet geleneğine de yabancı değildir. Orta Asya Türk Devletlerinde hükümdarın yanında bulunan ve çeşitli ülke sorunlarının görüşülüp önemli kararların alınmasına yardımcı olan Meclisler olmuştur.
Bu çalışmada; Osmanlı Döneminde başlayan parlamento yolculuğuna kısaca değinilmiş, daha sonra Cumhuriyet dönemine ait Cumhurbaşkanları, Meclis Başkanları, Başbakanlar, Partiler, Hükümetler, Koalisyonlar vb. birçok bilgiye yorumsuz olarak yer verilmiştir.
Türk siyasi tarihine meraklı yurttaşlarımız ile siyasal bilgiler alanında eğitim alan gençlerimiz için kaynak kitap niteliğini taşıyan bu çalışmanın tüm okurlarımıza faydalı olacağını ümit ediyorum...
Yılmaz Açık 2. yüzyılda Yunan yazar Lukianos'la birlikte başladığı varsayılan bilimkurgu, Türk edebiyatında ilk defa 19. yüzyılda Jules Verne çevirileriyle görülmeye başlamıştır. Bu dönemde, Ahmet Mithat Efendi'ye ait Fenni Bir Roman yahut Amerikan Doktorları (1888) da ilk telif eser olarak Türk edebiyatında yerini almış olsa da çok uzun bir süre bu türe ilgi gösterilmemiştir. 1970'li yıllara kadar yayımlanan çok az sayıdaki eserle varla yok arasında varlığını sürdüren bilimkurgu, 1970'li yıllardan sonra çıkan fanzin ve bilimkurgu dergilerinin de etkisiyle 1980'lerde daha görünür hâle gelmiştir. 1980 sonrasında da Amerika ve Avrupa'da yayımlanmış romanların Türkçeye çevrilmesi ve sinemadaki bilimkurgu filmlerinin etkisiyle özellikle 2000 sonrasında giderek artan bir şekilde Türk edebiyatında yerini almaya başlamıştır.
Bu kitapta, 1980 sonrasında bilimkurgu türünde yayımlanmış romanlar incelenerek bilimkurgunun Türk edebiyatındaki yeri ve gelişimi ortaya konmaya çalışılmıştır.
Alperen Yandı, Büşra Gociaoğlu, Esra Nur Tiryaki, Faik Kanatlı, Gülşah Mete, Gülşat Bican, Gürol Yokuş, Halil Erdem Çocuk, Haluk Güngör, Mehmet Kurudayıoğlu, Mutlu Uygur, Ozan Korkmaz, Serkan Bayrakçı, Taşkın Soysal, Yunus Emre Çekici Bilgi çağında muasır medeniyetler seviyesinde varlık göstermek ve bilgi üretiminin önemli bir parçası olmak için birtakım yetkinlik ve becerilere sahip bireyler yetiştirmek gerektirmektedir. 21. yüzyıl becerileri olarak adlandırılan bu yetkinlik ve becerilerin genelde bütün yurttaşlara, özelde ise öğrencilere kazandırılacağı alan eğitim öğretim ortamlarıdır. Bu açıdan ana dili öğretiminde söz konusu yetkinlik ve becerilerin öğrencilere kazandırılmasının önemi büyüktür. 21. Yüzyıl Becerileri ve Türkçe Eğitimi adlı bu eser, 21. yüzyılda değişen eğitim anlayışına ana dili dersi açısından katkı yapmayı amaçlamaktadır. Kitapta; 21. yüzyılda bireylere kazandırılması hedeflenen becerilerin neler olduğu hakkında bilgiler verilmiş, bu becerilerin kaynağı, önemi, ölçme ve değerlendirme aşaması gibi konular Türkçe eğitimi açısından ele alınmıştır.
Ahmet Yatkın, Bahadır Köksalan, Bedrettin Özmen, Devkan Kaleci, Dündar Yener, Erhan Yaylak, Erol Koçoğlu, Ezlam Susam, Fatıma Betül Demir, Fatih Mehmet Ciğerci, Gökhan Coşanay, Hasan Aydemir, Mahmut Bozkurt, Mert Şen, Merve Ünal, Munise Duran, Mustafa Yılmaz, Nazlı Nur Durak Kuru, Ömer Varol Palancıoğlu, Özcan Bayrak, Ramazan Özbek, Ramazan Ziya Yamaç, Servet Atik, Tuğrul Gökmen Şahin, Ufuk Erdoğan, Ülkü Ulukaya Öteleş, Yalçın Karalı, Zekai Ayık Bilim ve teknolojideki hızlı değişim hayatın hemen her alnında yeni beklentiler ve gereksinimleri zorunlu kılmıştır. 20. yüzyılda, bireylerin belli bilgi ve becerilere sahip olmaları yeterli görülürken dijital çağ olarak da adlandırılan 21. yüzyılda, bireylerin bu belli bilgi ve becerilerin ötesine geçip “21. yüzyıl becerileri” olarak adlandırılan becerilere sahip olmaları bir gereklilik olarak görülmektedir. Bu sayede bireyler, yüzyılımızda yaşanan baş döndürücü değişiklikler ve gelişmelere ayak uydurabilecek ve edindikleri yeni becerileri iş, sosyal ve günlük hayatlarına adapte edebileceklerdir.
Çağımızın eleştirel ve yaratıcı düşünen, iş birliği ve empati yapabilen, öz düzenleme, öz yeterlik, sorumluluk gibi becerilere sahip, bilgi, iletişim ve teknoloji okuryazarı, yenilikçi ve lider bir ruha sahip bireylerini yetiştirmenin yolu 21. yüzyılın gereksinimlerine cevap verecek eğitim sistemlerinden ve bu sistemler içinde en büyük aktörlerden olan öğretmenlerden geçmektedir. Bu çağın öğrencilerini yetiştirebilmeleri ve onlara rehberlik edebilmeleri için öğretmenlerin de öğrenciler için atfedilen becerilere sahip olmaları, kendilerini kişisel, sosyal ve mesleki alanlarda sürekli geliştirmeleri ve yenilemeleri gerekmektedir.
Bu kitap, yüzyılımızın öğretmenlerinin sahip olması gereken becerileri farklı başlıklar altında detaylı olarak ele almayı ve bu sayede de alana katkı getirmeyi amaçlamaktadır.
Hülya Koz, Çiğdem Bektaş 6. Sınıf Türkçe Konu Anlatımlı Test Kitabı

* Özet Konu Anlatımları
* Anlatımları Destekleyen Eğlenceli Etkinlikler
* Kazanımlarla Uyumlu Bilginizi Değerlendiren Testler
* Sonuca Ulaştıran Deneme Testleri
Hülya Koz, Handan Soy, Çiğdem Bektaş 7. Sınıf Türkçe Konu Anlatımlı Test Kitabı

* Özet Konu Anlatımları
* Anlatımları Destekleyen Eğlenceli Etkinlikler
* Kazanımlarla Uyumlu Bilginizi Değerlendiren Testler
* Sonuca Ulaştıran Deneme Testleri
Hülya Koz Öğrencilerimizin ortaokulu bitirip liseye geçeceği bu dönemde, Türkçe dersinin önemi ve diğer derslere etkisi kaçınılmazdır. Yapılan sınavlar, öğrencilerin edindikleri bilgileri çok daha iyi ve hızlı bir şekilde kavrayıp transfer edebilmelerini gerektirmektedir. Hızlı okuma ve kavrama becerisi bir bilgisayar işlemcisinin hızı gibidir. Geliştirilmesi ile zihnimizin işlem yapma hızı ve kapasitesi artar.
Başarıya ulaşmak için üç kural vardır: Dersi çok iyi dinlemek, planlama yapıp zaman yönetimi yapabilmek ve tekrar çalışmaları ile konuları pekiştirip eksiklerini giderebilmek. İşte tam da burada öğrencinin işini kolaylaştıracak kaynak çok önemlidir.
Bu amaca hizmet etme düşüncesiyle yazılmış olan bu deneme testleri, sizin bilgileri tekrar etmenizi, eksiklerinizi bulup pekiştirmenizi ve daha da önemlisi bir üst basamağa geçip bilgiyi hızlı transfer etmenizi sağlayacaktır.
Bir öğrencinin verimli bir çalışma için neler yapması ve hangi teknikleri kullanması gerektiğini en iyi öğretmenler bilir. İşte bu kitap, bir öğretmen tarafından öğrencilere bu yolda rehberlik etmesi için tasarlanmıştır.
Başarı yolunda emin adımlarla ilerlemeniz dileğiyle…
İsmail Yavuz Öztürk, Kemalettin Deniz Grafik simge, bir görsel kodlama sistemidir. Grafik simgelere olan ihtiyaç artmakta ve buna bağlı olarak bu görsellerin kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Sözlük, bu görsel kodlama sisteminin ortak kullanım sorununa vurgu yapmayı, çeşitli standartlarda yayımlanan grafik simgeler ile bunların ilettiği mesajları sizlere sunmayı ve böylece simgelerin doğru anlaşılabilmesine rehberlik etmeyi amaçlamaktadır.
Bölgesinde çekim gücü yüksek olan ve Avrupa Birliği üyeliği yolundaki Türkiye'ye, dünyanın hemen hemen bütün noktasından her yıl milyonlarca insanın geldiği, bir o kadar vatandaşın da yurt dışına çıktığı göz önüne alındığında, grafik simgelerin standart ve yönetmeliklere uygun olarak halka açık (kamusal) alanlar ile ürün etiket ve ambalajlarında kullanımının önemi ortaya çıkmaktadır. Grafik simgelerin ilettiği mesajların doğru anlaşılması sayesinde hem ürün ve kamusal alanların daha etkin, güvenli kullanılabilmesi hem de grafik simgelerin ortak kullanımı için faaliyet gösteren kurum ve kuruluşların halka ulaşması sağlanmış olacaktır.
Grafik simgelerin, ortak bir kodlama sistemi hâline geldiği günlere erişilmesi ve Sözlüğün başta Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarımız olmak üzere insanlığa faydalı olması dileğiyle...
İbrahim Demirci Ahmet Hâşim’in Nesirleri
İBRAHİM DEMİRCİ

Türk Şiirinin büyük şairlerinden Ahmet Hâşim hakkında en kapsamlı kitaplardan birini sunuyoruz: Ahmet Hâşim'in Nesirleri. O Belde'nin, Merdiven'in, Karanfil'in, Piyale'nin, Bülbül'ün, Bahçe'nin, Süvari'nin güçlü, ince ve yabanıl şairi Ahmet Hâşim, nesirleriyle de dilimizi ve edebiyatımızı zenginleştirmiştir. Çeşitli gazete ve dergilerde yayımladığı ve ancak üçte birini kitaplaştırdığı fıkra, söyleşi ve gezi yazılarının hemen hepsine “deneme” derinliği ve lezzeti katmış olan Ahmet Hâşim, kişiliğini ve mizacını edebi akımların ve siyasi ideolojilerin oyuncağı olmaktan sakınmış; dünyaya özgür, meraklı, zaman zaman çocuksu ve muzip gözlerle bakabilmiş; bütün insanlığın kültür birikiminden olabildiğince yararlanmış; estetiği gözeten bir yaklaşımla derinlikli metinler üretmiştir. İbrahim Demirci bir kuyumcu titizliğiyle bu çalışmada onun kitaplaşan ve kitaplaşmamış bütün nesirlerini ele almış; hem içerik, hem biçim bakımından değerlendirmiştir. Hâşim'in nesirleri bağlamında temel kaynak niteliğindeki bu çalışma, böylesi çalışmaları çoktan haketmiş Hâşim'e bir övgü değil, bir ödevdir.
“Fakat doğru düşünmüş olmak için neden filân veya falan gibi düşünmek elzem olmalı?” “Beni anlamanız için bir ruhunuz olmalıydı ve o ruh, hemşehrimiz Loti'nin ruhu gibi şifâ bulmayacak tarzda zehirlenmiş olmalıydı.” “Cami ve insan, cübbe ve sarık, mangal ve nargile şark denilen şey değildir; şark bunları görüp duymakta ve görürken benimsemektedir. / Edebiyat, hayatın havasında ve sinirlerin ağlarındadır. Ressamlarımız atölyelerinin terebentin kokan havasından çıkmağa râzı oldukları gün bunu bileceklerdir.” “Bütün mabetler içinde güneşten ilk ziya alan camidir. Bakır oklu minareler, güneşi en evvel görmek için havalarda yükselir.” “Hiçbir çehre hayâlde göründüğü kadar hakikatte güzel değildir.” “İstanbul'da hayatında ancak bir iki defa, o da haberi olmaksızın, kolunu siyasî bir mevzuun elektrik tellerine çarpmış bir şaire mukabil, Ankara'da bal çanağına düşen arılar gibi kanatlarını artık kullanmaktan âciz, ayaklarıyla tıpış tıpış yürüyen nice şair var.” “Hiçbir san'atkâr eserini yaratmadan evvel, ondan başkalarına bahsetmek istemez. Zira sırrı fâş olmuş bir eser, doğmadan ölmeğe mahkûmdur.” “Her devirde başka türlü tarif edilen sanatın son tariflerinden biri de şudur: 'Hakiki hayatın bizden esirgediği tahassüsatı telâfi etmek vasıtası.'” “Almanya pembe ve büyük bir elmadır. Fakat içi kurtludur.” “Seviliyor muyum, sevilmiyor muyum, diye mütemâdiyen endişe içinde olan bir millet beğenilmekten ümidini kesmiş olan bir millettir.”
Nail GÜNEY, Talat AYTAN Dil bilgisi, dilin mantık ve anlam dünyasını kurallar yoluyla öğreten bilim dalıdır. Ana dilinin inceliklerini, düşünce ve duygu evrenini, toplumun değerlerini öğretir. Öğrenme alanları arasındaki bütünlüğü ve işleyişi sağlar. Bu hedeflere ulaşılabilmesi, dil bilgisi öğretiminin yetkinliğine bağlıdır. Dil bilgisi öğretimi, çocuğun doğru olarak kullandığı ana dili kurallarına ad verme ve onları tanımlama süreci olarak düşünülebilir. O halde dil bilgisi öğretimi, çocuğun dünyası göz önünde tutularak yapılmalıdır. Aktif öğrenme bu konuda önemli bir yardımcıdır.
Bu kitapta, ilköğretim ikinci kademe müfredatında yer alan isim, sıfat, fiil, zarf, isim-fiil, sıfat-fîil ve zarf-fiil konuları aktif öğrenme yöntemiyle ele alınmıştır. Önerilen yöntem, bütün dil bilgisi konularının öğretiminde uygulanabilir. Bu şekilde gerçekleştirilen dil bilgisi öğretimi, ezberin ötesinde daha kalıcı ve eğlenceli olacaktır. Kitabın fakültelerin Türkçe öğretmenliği bölümü öğrencileri ile Türkçe öğretmenlerine faydalı olacağını ümit ediyor
Elif Ermağan Dünyanın dört bir tarafında çeşitli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel nedenlerle yüzyıllardan beri var olan ve var olmaya devam edecek bir hareketlilik olan göç, farklı bir dil ve kültüre yapıldığında beraberinde iki dilliliği ve kültürlülüğü de getirmektedir. Bu bağlamda, ilgili alandaki literatür incelendiğinde, gerçekleştirilen araştırmaların bu zamana değin çoğunlukla Almanya’daki Türklerin Almanca veya Türkçe dil edinimlerine yoğunlaştığı tespit edilmiştir. Almanların Türkçeyi öğrenmeleri ve bunu Türkiye’de yapmaları konusunda akademik çalışma yok denecek kadar azdır. Bu çerçevede bir diğer temel husus, araştırma mekânı olarak Alanya’nın seçilmesidir -ki, bu tez, bu coğrafyada dil edinimi çalışmalarının ilkidir.
Daha ayrıntılı ifade etmek gerekirse, Alanya’daki Almanların Türkçe öğrenirken standart Türkçeden ses bilimsel, yapı bilimsel, anlam bilimsel ve söz dizimsel anlamda sapma yaptıklarını gösteren ayrıntılı bir çalışma görülmemektedir. Bu çalışma toplumdilbilimsel bir nitelik taşıdığından katılımcıların demografik özellikleriyle birlikte, ana dilinden hareketle yaptıkları sapma nedenleri bulunmaya çalışılırken diğer taraftan Türkçeye olan tutumları da tespit edilmiştir. Sonuç olarak, Alanya’daki Almanların Türkçeyi sosyolojik ve dilsel bazda nasıl kullandığı tespit edilmeye çalışılmıştır.
Abdullah Bağdemir Arap kökenli alfabeden Latin kökenli alfabeye geçmek üzere Maarif Vekilliğinde dokuz kişiden oluşan bir heyet meydana getirilmiş ve bu heyet 26 Haziran 1928’de eski Millî Eğitim Bakanlığı binasında, Talim ve Terbiye odasında toplanarak çalışmalarına başlamış ve ilk iş olarak alfabe ve gramer raporlarını hazırlamıştır. 41 sayfalık Elifbe Raporu’nun “layiha muharriri” İbrahim (Grantay), daha sonra çıkan 69 sayfalık Gramer Hakkında Rapor’un “layiha muharriri” Ahmed Cevad (Emre) olmuştur. Elifbe Raporu’na imza atan üye listesinde Dil Heyeti adı, Gramer Raporu’na imza atan aynı kişilerin oluşturduğu üye listesinde ise Dil Encümeni adı görülmektedir. Dil Heyeti, 12 Temmuz günü yaptığı toplantıda, alfabe projesine son biçimini vererek yeni Türk alfabesi projesinin tamamlandığını Anadolu Ajansı ve basın aracılığıyla duyurmuştur. Dil Heyeti’nin Alfabe Raporu’nun yeni harflerle ilgili bölümü 31 Temmuz günü Vakit gazetesinde yayımlanmıştır. Raporun tümü de 1928 Ağustos başında kitap olarak İstanbul’da basılmıştır.
Rapora göre Latin harflerinin Türk diline uygulanması için bugünkü ortak, edebî dilin dayandığı ince, gelişmiş İstanbul konuşma dili esas alınarak kuramsal ve uygulamalı yönlerden en uygun ve elverişli bir alfabe oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu amaçla ilk olarak Latin harflerinin asli değerleri ve kullanıldıkları Avrupa ulusları katında uğradığı değişiklikler incelenerek bugün söz konusu harfleri Türkçeye ne şekilde uygulamanın yerinde olacağı büyük bir dikkat ve özenle düşünülmüş, ikinci olarak bazı ilkeler saptanarak bunların mümkün olduğu kadar belirli bir yöntem kullanılarak uygulanmasıyla istenilen harfler düzenine ulaşılmıştır.
Arap kökenli alfabe fonetik değildi. Latin kökenli Türk alfabesinde tek ses için harf birleşmeleri olmadığı gibi, okunmayan harf de yoktur ve her sese bir harf esasına dayandığından Türkçenin fonetik yapısına uygun bir alfabedir. Latin kökenli alfabe 29 harften oluşmuş ve Türkçeye özgü sesler için Latin alfabesinde bulunmayan ç, ş, ğ, ı, ö, ü gibi harfler eklenmiştir. Türkçe bunu yaparken diğer diller gibi Avrupa’daki eski ve yeni dillerden aldığı birtakım harflere yeni değerler yükleyerek, bazılarına ayırıcı işaretler (diacritical marks) koyup biçimini değiştirerek alfabesini düzenlemiştir.
Kitap olarak basılan ancak Latin harflerine aktarılmayan Elifbe Raporu’nun metni, çeviri yazıya aktarıldı. Alfabe değişikliğinin nedenleri ve bu değişikliğine giden yolda neler yapıldığı anlatılarak raporun içeriği özetlenip değerlendirildi. Sonuna açıklanması gerekli görülen sözcük ve terimleri içeren bir de sözlük eklendi. Böylece Latin harfleri esas alınarak 1.XI.1928 gün ve 1353 sayılı “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun” ile kabul edilen metin, 90. yılında, Latin harfleriyle yayımlanarak yeniden ele alınıp değerlendirilmiş oldu.
Süleyman Hayri Bolay Bu kitapta, Sultan Alparslan Devri’nden Osmanlı’ya kısa yolculuklar, daha doğrusu gezintiler yapılmaktadır. Gezinti olduğu için bütün düşünürlerimiz tek tek ziyaret edilememekte, duruma ve şartlara göre bazen kısa bazen de uzun sayılabilecek ziyaretlerde bulunulmaktadır.
Bu kitap; fikir mirasımız hakkında muhtelif zamanlarda ve muhtelif yerlerde sunulan tebliğlerden, araştırma makalelerinden ve bazı kongrelerde, panellerde yapılan konuşma ve müzakere metinlerinden teşekkül eden yazıların dergi sayfalarında kalmasını önleyip taliplilerine derli toplu olarak sunulabilmek amacıyla oluşturuldu. Ayrıca bu yazılar, Türk düşüncesinin başlangıçtan günümüze ve bütün Türk dünyası ile birlikte bir bütün teşkil ettiğini, bu bütünün ve parçalarının iyi kavranması için gözlüklerin ve zihinlerin değiştirilmesi gerektiğini ifade edebilmek gayesiyle bir araya getirildi. Bu maksatlar temin edilebilirse hem bu zengin muhtevalı fikir tarihimizden günümüze ve yarınımıza mühim yansımalar olacak, önümüz aydınlanacak hem de yeni nesillerin eziklikten ve birtakım menfi duygulardan kurtulmalarına katkıda bulunulmuş ve gelecekteki düşünce hayatımızın şekillenmesinde; yeni, özgün düşüncelerinin üretilmesinde yönlendirici bir rol üstlenilmesine katkı sağlanmış olacaktır.
Cansu Büke Çavdar, Ebubekir Akdeniz, Elif Beşpınar, Esmanur Okcan Taşova, Huzeyfe Muhammed, Murat Yiğit, Musa Taşova, Nazangül Şahiner Türkler ve Araplar tarih boyunca çeşitli sebeplerle yakın iletişim ve etkileşim içinde olmuş, iki millet arasında kültürel, sosyal, ekonomik, siyasi, ticari vb. alanlarda oluşan etkileşim, yaşayan dile de yansımıştır. Yüzyıllardır süren kültürlerarası etkileşim sürecinde Araplar, Türkçe, Türkler ise Arapça öğrenme ihtiyacı hissetmiş ve bu doğrultuda çeşitli eserler kaleme alınmış, sözlükler yayımlanmış, bilimsel çalışmalar yapılmıştır.
Yabancı/ikinci bir dili öğrenmek ve ana dilini başkalarına öğretmek, 21. yüzyıl becerileri arasında değerlendirilmektedir. Dünyada ana dili dışında farklı bir dili öğrenme tercihi, kişinin amacına göre değişse de özel amaçlı yabancı dil öğretimi sürecinde akademi, ekonomi, hukuk, sağlık, turizm temaları ön plana çıkmaktadır.
Bölgenin güvenli limanı olarak görülen Türkiye'nin son yıllarda yoğun göç dalgasıyla karşı karşıya kaldığı ve bu göçlerin büyük bir bölümünü ise ana dili Arapça olan göçmenlerin oluşturduğu bilinmektedir. Bu gerçeklikten hareketle, başta ana dili Arapça olan göçmenlerin Türkiye'ye uyumunun önündeki engellerin kaldırılması ve dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan ana dili Arapça olanların Türkçe öğrenme ihtiyacınının karşılanması için ortak dilsel-kültürel değerlerimiz üzerinden özel amaçlı yabancı/ikinci dil olarak Türkçe öğretimine ihtiyaç duyulmaktadır.
Bu kitap, Türkiye Türkçesinde günlük dilde aktif olarak kullanılan, Türkçe ve Arapça arasındaki ortak söz varlığının tespiti, sıklık sayılarının bulunması ve örnek konuşma metinleri üzerinden ana dili Arapça olanlara özel amaçlı Türkçe öğretimi üzerine kurgulanmıştır.
Yusuf Kızıltaş Mesleğine henüz başlamış birçok öğretmenimizin haklı bir sitemidir: “Bize lisansta bunları öğretmediler, bu kavramları ilk kez duyuyorum, böyle bir durum beklemiyordum…” gibi cümleler. Bu sitem, esasında eğitim fakültelerindeki bir eksikliğe dikkat çekmektedir. Eğitim fakülteleri ile saha arasındaki makasın açılmasının yarattığı bir boşluk söz konusudur. İşlevsel bilgilere duyulan ihtiyacın önemine, gerekliliğine yapılan bir vurgudur. Burada sitem edilen hususların kaynağını sorgularken hepimiz farklı gerekçeleri ve aksaklıkları sunabiliriz. Ancak bu sorgulamaların çözümlere nasıl ve ne düzeyde bir katkı sağlayacağını da hesaba katmak gerekir. Öğretmenlerimizi, mesleğe başladıklarında hangi durumlarla, uygulamalarla karşılaşacaklarını “haberdar” etmeye çalışmak, naçizane de olsa sitemlerine haklı bir ses olmaya çalışmakla eş değerdir. Başka bir ifade ile bu mütevazı teşebbüs, sorunların çözümüne bir nebze de olsa katkı sunabilir. O yüzden öğretmenlerimizin duygularına ve düşüncelerine tercüman olmaya bilenmişliğin ürünüdür bu kitap. Ciddi bir emeğin de ürünü olan bu kitap ile öğretmenlerimiz mesleğe başladıklarında artık birçok husustan “haberdar” olabilecekler. Gündemi takip etmek için “haberler”e ihtiyacımız var.
Sizleri, yıllarca sahanın nabzını tutan, sınıfların tozunu yutan bir meslektaşınız olarak sansürsüz ve reklamsız “ana haberleri” izlemeye/okumaya davet ediyorum. İyi seyirler…
Nuri Yavuz Anadolu beyliklerinin, beylik ettikleri bölgelerde nasıl ortaya çıkmış olduklarını ve ne gibi faaliyetlerde bulunduklarını bu eserde görebileceksiniz.
Selçukluların Anadolu'yu fethettikleri sırada ve daha sonra Sultan Melikşah zamanında ve Cengiz Han'ın istilasını müteakip Anadolu'ya çeşitli tarihlerde yerleşen Oğuz yani Türkmen boylarının bir kısmı görülen lüzum üzerine Bizans ve Çukurova sınırlarına yerleştirilmişlerdir. Bu boylar uçlarda muhafız olarak Anadolu Selçuklularının batı ve Çukurova sınırlarını emniyet altına almışlardır. Anadolu Selçuklu Devleti'nin 1243 Kösedağ mağlubiyetinden sonra, Anadolu Selçuklu Devleti ani bir zaafa uğramış ve İlhanlılara vergi vermeye mecbur kalmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti'nin bağımsızlığını kaybetmesi, uçta bulunan ve özellikle sınırlara yerleştirilmiş olan bazı Türkmen beyleri Anadolu idaresinin gerçekte Moğolların Anadolu valilerine geçtiğini ve Selçuklu sultanlarının gözden düştüklerini görmeleri üzerine yavaş yavaş devletleriyle münasebetlerini kesmeye başladılar.
Bu beylikler Germiyanoğulları, Eşrefoğulları, Hamidoğulları ve Menteşeoğulları beylikleridir. Çukurova'daki (Kilikya) küçük Ermeni Krallığı sınırına iskân edilen Karamanoğulları da buraları Ermenilere karşı savunmuştur. Kuzey Anadolu'da isimleri beyliklerine alem olan Süleyman Pervane ve Şemseddin Yaman Candar'ın beylikleri hizmetlerine karşılık Selçuklular ve İlhanlılar tarafından malikane tarzında kendilerine verilen yerlerde yani Sinop ve Kastamonu çevresinde kurulmuş ve faaliyet göstermişlerdir.
İlk zamanlarda Germiyan Beyliği'ne bağlı iken sonradan bağımsız olan ve Bizanslılardan Batı Anadolu'yu alarak beylik kuran Aydınoğulları, Saruhanoğulları ve Karesioğulları küçük fakat mevki ve durumları siyasetteki rolleri itibariyle önemli olan beyliklerdir.
Orta Anadolu'daki Eretna Beyliği ise İlhanlıların Anadolu'daki valiliğinin İlhanlılardan sonra bir devlet şeklinde ortaya çıkmasıdır. Doğu Anadolu'da XIV. yüzyıl sonlarında varlıklarını hissettiren Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleri de Timurluların istilasını müteakip, İran, Horasan, Irak-ı Arap, Irak-ı Acem ile Azerbaycan ve Anadolu'da birbiri ardına muazzam iki imparatorluk kuran Oğuz boylarıdır. Güneydoğu Anadolu'da XIV. yüzyıl ortalarında meydana çıkan Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları beylik kurmak suretiyle Kuzey Suriye'ye hâkim olan ve faaliyet gösteren iki Türk beyliğidir.
Ahmet Güneş, Ahmet İlker Baş, Bahattin Demirtaş, Barış Saday, Bedirhan Kurtoğlu, Cenk Reyhan, Esma Reyhan, Esma Reyhan, Esra Altun, Fatma Torun Bilgiç, Hale Şıvgın, Halim Kılıç, Hüsnü Yücekaya, İlhami Durmuş, Konuralp Ercilasun, M. Naci Bostancı, Mehmet Batuhan Çeken, Meşkure Yılmaz, Muhammed İkbal İlci, Muhammet Ali Horoz, Murat Aydın, Mustafa Alkan, Mustafa Oğuzhan Doğar, Mustafa Turan, Nasrullah Uzman, Sema Ayaz, Sinan Tarifçi, Süleyman Polat, Şarika Berber, Şerife Eroğlu Memiş, Taner Lüleci, Tuğba Korhan, Tülin Cengiz, Ü. Gülsüm Polat, Vâris Çakan
Bilginer ONAN Bilimsel araştırmaların alanlar arası bir anlayışa doğru ilerlediği günümüzde, sosyal, bilişsel, psikolojik ve kültürel nitelikleriyle insanı her açıdan ilgilendiren dil olgusu da araştırma yöntemleri bakımından bu değişim sürecine dâhil olmuştur. Dil araştırmalarında izlenecek bu yöntemin, özellikle dil eğitimi alanı için gerekli olan yapı odaklı bilişsel zeminleri tespit etmede etkili olacağı düşünülmektedir.
Disiplinler arası bir çalışma anlayışının ürünü olan bu eser, dil çalışmalarının ve dil öğretiminin, dilin yapısal özelliklerinden hareketle yapılması gerektiği düşüncesiyle kaleme alınmıştır. Kitapta Türkçenin anlam, söz dizimi, şekil ve ses yapıları; okuma ve dinleme sürecindeki işlevleri yönünden analiz edilmiştir. Türkçe dil yapılarının anlama sürecindeki işlevlerine yönelik analizlerde disiplinler arası bir bakış açısı geliştirebilmek amacıyla dilin zihinsel boyutu ve anlama süreciyle ilgili olarak; dil düşünce ilişkisi, dil beyin ilişkisi, anlama, öğrenme, okuma, dinleme ve bellek kavramları üzerinde durulmuştur. Bu kavramlar, Türkçenin yapısal özellikleriyle sentezlenmiştir.
Türkçe dil yapılarının bilişsel işlevleri üzerine yazılmış bu eserin ilköğretim birinci kademede görev yapan sınıf öğretmenlerine, ikinci kademede görev yapan Türkçe öğretmenlerine, eğitim fakültelerinin Türkçe ve sınıf öğretmenliği bölümlerinde öğrenim gören öğretmen adaylarına, dil bilimi ve dil eğitimi alanında araştırma yapan akademisyenlere, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine katkı sağlayacağı düşüncesindeyim.
Duygu Kamacı Gencer Konuşucunun önermedeki olay ya da durum karşısındaki öznel tutumunu ifade eden anlamsal bir fenomen olan kiplik, yüzyıllar boyunca felsefe, mantık ve dilbilimde araştırmacıların dikkatini çekmiş ve kiplik üzerine bugüne değin sayısız çalışmalar yapılmıştır. Mevcut dilbilimi alanyazınında Türkçe kiplik üzerine yapılan çalışmalar çoğunlukla biçimbilimsel bir nitelik göstermiştir. Ancak kipliğin konuşucunun öznel tutumunu yansıtan bir kategori olması, onun biçimbilimden başka çeşitli anlambilimsel ve edimbilimsel arayüzler ile de bütüncül biçimde ele alınması zorunluluğunu doğurmuştur.
Bu kitapta; kipliği bütüncül bir bakış açısı ile ele alan ve alanyazınında sıklıkla başvurulan F. R. Palmer'ın kiplik sınıflandırması, Eski Anadolu Türkçesinin görkemli metinlerinden biri olan ve konuşucu-dinleyici bakımından kiplik sınıflandırmasına katkı sağlayabilecek nitelikteki Dede Korkut Kitabı'na tatbik edilerek söz konusu sınıflandırma için çeşitli alt kategori önerilerinde bulunulmuştur. Dört bölümden oluşan kitabın birinci bölümünde yabancı ve Türkçe alanyazını taraması yapılarak özgün bir kiplik tanımı ortaya konulmuş; kipliğin eylem zamanı, görünüş ve kip (TAM) kategorileri ile etkileşiminden söz edilmiştir. İkinci bölümde, Palmer'ın belirlediği önerme-eylem kipliği ölçütleri eşliğinde Dede Korkut metinleri incelenmiş ve Palmer'ın kiplik sınıflandırması için önerilen yeni kategorilere yer verilmiştir. Dördüncü bölümünde ise Dede Korkut metinlerinden elde edilen bulgulardan hareketle kuram ve dilbilgisel temelli değerlendirmeler yapılarak önerme-eylem kipliği ilişkisi tartışılmıştır.
Eric Chaisson, Steve McMillan Astronomi, keşifleri ve araştırmalarıyla altın çağını yaşıyor. Yeni teknolojilerden ve kuramsal kavrayışlardan güç aldıkça evreni araştırmak daha önce hiç olmadığı kadar heyecan verici bir hâle geldi. Bu kitapta, günümüz astronomisinde bilinen gerçekler, gelişen fikirler ve öncü keşifler özenle seçilerek sunuluyor. Samanyolu'nda yıldızların oluşumu, evrenin en erken döneminden başlayarak gökadaların evrilmesi, uzayın derinliklerinde Güneş'e çok benzer yıldızların etrafında dolanan yeni gezegenler, tüm gizemli özellikleriyle kara delikler, evrenin hemen her yerinde saklı ve anlaşılması zor karanlık madde gibi başlıca konular uzak kozmik dünyaların gerektirdiği özenle anlatılıyor.
Astronomi: Bir Bakışta Evren kitabının hem sunumu görkemli hem de anlatımı öğrenmeyi teşvik edici ve kolay anlaşılabilir niteliktedir. Her konunun içeriği iki sayfayı geçmeyecek şekilde düzenlendiğinden ortaya çıkan kitap fazla kalın değildir. Bu modüler yaklaşım resimleri ve yazıları, görsel olarak çekici, kısa ama öz ve bilimsel olarak hatasız, âdeta bir dergi düzeniyle birleştirmektedir. Ortaya çıkan eser 21. yüzyıl astronomisinin özünü güzelce ve kolaylıkla öğretilebilir bir şekilde aktarabiliyor. Bilimin nasıl yapıldığı, evrenin nasıl işlediği ve astronomların bildiklerini nasıl öğrendikleri özenle açıklanıyor. Hem bilimsel araştırmanın temelindeki ilkelere hem de keşif sürecine dikkat çekiliyor.
Ön kapaktaki baloncukların her biri, sol altta hâlâ evrende yaşamın olduğunu bildiğimiz tek yer olan büyüleyici Dünya'dan başlayarak harika astronomi sahneleri içermektedir. Orta baloncuklarda, sırasıyla, şiddetli Güneş püskürtülerini ve Kartal Bulutsusu'ndaki yıldız oluşum bölgelerinin renkli yıldızlararası bulutları gösteriyor. Bunlardan ötede, milyonlarca ışıkyılı uzakta, milyarlarca yıldızdan meydana gelmiş Anten adlı bir çift gökadanın parçalanışı sergileniyor. Ön kapağın en tepesindeki baloncukta ise gerçekten uzak ve adları henüz konmamış gökadalar çok uzaktan ve çok geçmişten ışıldıyor.
Adem Balkaya, Adile Yılmaz, Berna Ayaz, Doğan Kaya, Ezgi Metin Basat, Fatma Ahsen Turan, Gülten Küçükbasmacı, Hakan Çelikten, Kürşat Öncül, Naciye Ata Yıldız, Oğuzhan Aydın, Özkul Çobanoğlu, Özlem Ünalan, Pamuk Nurdan Gümüştepe, Recep Tek, Saim Sakaoğlu, Tuğçe Erdal, Ülkü Kara, Z. Görkem Duran Gültekin, Zekeriya Karadavut “Ben değilim Hak söyletir dilimi”
Ruhsatî
Çok geniş bir coğrafyada yüzyıllardır varlık gösteren, devlet kuran Türkler gerek siyasi arenada gerekse bilim, sanat ve edebiyat arenasında varlık göstermişlerdir. Orta Asya'da bozkır kültürünün bir verimi olarak karşımıza çıkan ozanlık geleneği, Anadolu'da yerleşik hayatın oluşturduğu şartlarda gelişmiş; zamana, zemine ve ihtiyaca göre şekil almıştır. Türk sosyokültürel yapısı içinde oluşan ve zamanla değişen ve dönüşen ozanlık/âşıklık geleneği, toplumun her kademesinde iltifat bulmuştur.
Ozanlık geleneği, yeni fiziki ve kültür coğrafyasında âşık adını alarak yeni konular, yeni formlar ve farklı icra mekânları ile yüzyıllara damga vurarak hayatına devam etmiştir. İsimlerine ulaşabildiğimiz sözün ilk ustaları olan Çuçu, Aprınçur Tigin, Kül Tarkan, ozanların piri olan Dede Korkut, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Âşık Ömer, Âşık Şenlik, Kağızmanlı Hıfzî, Ayaşlı Ahmet Fahrî; yüzyılımızda da sazıyla sözüyle Âşık Veysel, Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova, Âşık Reyhani, Mahzunî Şerif ve daha niceleri, sazın ve sözün gücünü, halkın tefekkürünü, idrakini, bedii ve estetik zevkini şiirleri ile yansıtmıştır. Onlar, sazın ve sözün bayrağını şerefle taşımış ve günümüz halk şairlerine devretmişlerdir.
Saz ve söz ustalarının şiirlerinde zaman gelmiş, söz; hasreti, sonra vuslatı anlatmış, zaman gelmiş, mülkün sultanına olan muhabbet ve hasret dökülmüş mısralardan, zaman gelmiş haksızlıklara tahammül edemeyip adaletin keskin kılıcı olmuş, zaman gelmiş canını verip toprağını vermeyen şehide yakılan ağıt olmuştur. Kültürel belleğin taşıyıcıları olan halk şairlerimiz, ozandan günümüze kadar, sözü mahir söylemenin mesaj vermedeki gücünü ortaya koymuşlardır.
Tülay UĞUZMAN Her kesimden insanın az ya da çok bildiği, yeri geldikçe tekrarladığı, bazen savunduğu tezi desteklemek bazen de konuşmayı ya da tartışmayı bitirmek için bir son söz olarak kullandığı atasözleri ve deyimler; başka dil ve kültürlerde olduğu gibi Türk dilinde ve kültüründe de geniş yer tutmaktadır. Ait oldukları toplumun değerlerini, normlarını, o toplumu oluşturan insanların düşünce yapısını, dünyayı algılayışını, yaşam biçimini ve sosyal ilişkilerini yansıtan bu sözlü kültür ürünlerinden, toplumun yeni yetişen kuşaklarının sosyalleştirilmesinde de yararlanılır.
Türk atasözleri ve deyimleri; atalarımızın hayatın çeşitli kesitlerini nasıl algılayıp yorumladıklarını, bu alanlardaki yüzlerce yıllık yaşam deneyimlerinin sonuçlarını ne şekilde özetlediklerini, oluşturdukları bu özetler üzerine inşa ettikleri öğütlerini genç kuşaklarına hangi sözlerle aktardıklarını, son derece güzel anlatımlarla gözler önüne sermektedir.
Bu bilgi ve görüşlerden hareketle planlanan ve Türk atasözleri ile deyimlerine yansıyan Türk halk düşüncesini ortaya koymayı amaçlayan elinizdeki bu kitap; 1970'li yıllardan bu yana, sosyal bilimlerin, sosyoloji, sosyal antropoloji, halkbilim ve iletişim gibi çeşitli alanlarında araştırmalar yapan bir akademisyenin merakı ve bakış açısıyla kaleme alınmış, araştırmaya başlanmasından tamamlanıp yayımlanmasına kadar yirmi yılı aşkın bir zamana ihtiyaç duyulmuş olan bir çalışmadır.
Kitap bütününde; “Kadın-Erkek”, “Evlilik-Ayrılık”, “Zenginlik-Yoksulluk”, “Güzellik-Çirkinlik”, “İyilik-Kötülük”, “Dostluk-Düşmanlık”, “Gençlik-Yaşlılık”, “Sağlık-Hastalık”, “Hayat-Ölüm” konularına ilişkin olarak halk ağzında dolaşan atasözleri ve deyimler, bu konu kümeleri çevresinde sınıflandırılarak ilgili alanlardaki halk düşüncesi, karşıtı ya da bütünleyicisi ile birlikte anlaşılmaya, açıklanmaya ve yorumlanmaya çalışılmaktadır.
Kitabın zevkle okunması, okuyucusu tarafından kendi kültürümüze uygun bir kişisel gelişim kaynağı olarak değerlendirilmesi ve yararlanılması; yazarı için çok büyük bir mutluluk kaynağı olacaktır.
Salih Yılmaz, Yaşar Baytal, Sayim Türkman Kuşkusuz Atatürk ve Cumhuriyet tarihi ve inkılap tarihi ile ilgili çok sayıda yayın mevcuttur. Ancak Cumhuriyet tarihini kronolojik bir sıra ve detaylı anlatım tarzıyla ele alan yayın sayısı oldukça azdır. Bu kitap ile belgelere dayalı biçimde Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasi ve sosyokültürel tarihini bütün yönüyle inceleme imkânına sahip olabilirsiniz. Eserde; Türkiye'de demokrasinin doğuşu, gelişimi ve Türk demokrasisinde meydana gelen aksamalarla ilgili bilgilere kolayca ulaşabileceğiniz gibi Türk modernleşme ve Batılılaşma tarihini de bulmanız mümkündür. Ayrıca Türkiye'nin sosyal ve kültürel tarihini özellikle eğitim tarihini bu eserden öğrenebilirsiniz. Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki eğitim politikalarına dair bilgiler ve diğer toplumsal olayların tarihî bilgisi detaylı olarak anlatılmıştır. Kısaca, bu eser toplumun tüm kesimlerine hitap eden akademik düzeyde ancak yalın bir dille yazılmış başucu kitabıdır.
Kitabın içeriği hazırlanırken sadece üniversitelerdeki T.C. inkılap tarihi ve tarih bölümlerinin programları değil; aynı zamanda hukuk fakültesi, iktisadi ve idari bilimler fakültesi (uluslararası ilişkiler, kamu yönetimi gibi bölümler) ders prog­ramları ve MEB ile YÖK'ün T.C. inkılap tarihi dersleri konusunda yaptığı en son program düzenlemeleri de dikkate alınmıştır. Buna bağlı olarak kitap; üniversitelerde başta Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi dersi olmak üzere Türk demokrasi tarihi, Batılılaşma tarihi, Türkiye tarihi, Tür­kiye Cumhuriyeti tarihi gibi derslerde de yardımcı ders kitabı olarak kullanılabilir.
Bu kitap, Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığı, MEB ve YÖK'ün yaptığı sınav programları doğrultusunda (KPSS, ALES, DGS, Polis MYO, Askerî Okullar, MEB Müdür ve Müdür Yardımcılığı, İhtisas Sınavları, Yurtdışı Görevlendirme) en son güncellenmesi yapılmış iyi bir bilgi kaynağıdır.
Seán Lang Kıtanın kökenlerinden günümüze, Avrupa’nın zengin tarihine bir bakış
İster deneyimli bir tarih meraklısı ister yolun başında bir çaylak olun, Avrupa Tarihi For Dummies tutku, güç ve entrikayla dolu bir kıtanın tarihi için mükemmel bir rehberdir. Bildiğimiz Avrupa’yı meydana getirmiş olan felaketler, zaferler, güç mücadeleleri ve siyasetin içinde, Roma dönemi kalıntılarından ve Rönesans’tan dünya savaşlarına ve Eurovision’a uzanan büyüleyici bir seyahat yapın. Geçmişi tekrar canlandırmak için gerçeklerle ve hikayelerle dolu olan bu kitap Avrupa ve onun 21. yüzyıldaki dönüşümü hakkında güncellenmiş bilgiler sunuyor. Avrupa Tarihi For Dummies gerçeklerle eğlenceyi bir araya getirip geçmişi yeniden canlandırıyor.

• Başlangıçta. Kıtanın kökenlerine bir bakış, ilk Avrupalılar ve Taş Devri’nde Avrupa.
• Kadim tarih. Yunan şehir devletlerini keşfedin ve Roma İmparatorluğu’nun çalkantılı günleri hakkında bilgi sahibi olun.
• Tünelin sonundaki ışık. Karanlık Çağlardan Kutsal Roma İmparatorluğu’nun, papaların ve Haçlıların Orta Çağ Avrupa’sına bir gezinti yapın.
• Yeni fikirler ve yeni dünyalar. Osmanlı İmparatorluğu, Reformasyon, Rönesans ve Yeni Dünya.
• En tepeye yükseliş. Avrupa’nın Sanayi Devrimi’ne öncülük edişini, kontrolünü ve hakimiyetini dünyaya yaymasını izleyin.
• Paramparça. Devrimler ve dünya savaşları kıtayı lime lime ediyor.

Kitabı açın ve
• Taş Devri’nden
• Bilgi Çağı’na uzanan kapsamı
• Kontrolden çıkmış Yunan ve Romalıları
• Kaleler, şövalyeler ve Kara Ölüm’ü
• Reformasyon ve neden olduğu kargaşayı
• Tabii ki, Napolyon’u
• Fransız Devrimi ve milliyetçiliğin yükselişini
• Avrupa ve imparatorlukları
• İki dünya savaşı ve Rusya’da devrim çağını inceleyin.
Mehmet Ali Karaman Hiçbir tarihî vaka bir anda şekillenmez. Vakalar mutlaka bir sürecin sonucunda açığa çıkar. 31 Mart gibi son derece önemli bir olay da elbette bu tanıma dâhildir. 31 Mart'ın da temellerini, devleti bu olaylar silsilesine götüren süreç içinde aramak en doğru yaklaşımdır. Bu yüzden mevcut çalışmanın 19. yüzyıl dönüşüm ve demokratikleşme hamleleri çerçevesinde ele alınması gerekir.
Bu çalışma, olayların birden çok sebebi olma düsturu ve mutlaka bir süreç dâhilinde gerçekleştiği yaklaşımı içerisinde 1909 yılında gerçekleşen 31 Mart hadisesinin sebeplerini bir asırdan daha fazla bir süre öncesinden başlayarak arayan bir araştırma niteliğindedir. Osmanlı Devleti'nin içerisinde bulunduğu durum ve devleti dönüştürme eğiliminde olan padişah, asker ve bürokratların bu süreç içerisinde yaptıkları hassas hamleler ile dâhili ve harici diyaloglar ele alınmıştır. Çalışmada 31 Mart ile alakalı çok sayıda arşiv vesikası başta olmak üzere gazete haberleri, hatıratlar ile dönemin çeşitli kaynakları değerlendirilmiştir.
Alev Önder, Duygu Şallı, Güner Vatansever. Resimler: Merve Yılmaz Özden Bilmeceler, çocukların eğlenerek öğrenmelerini sağlayan önemli eğitim araçlarından biridir. Çünkü bilmeceler ile bir yandan çocukların çok yönlü düşünme, değerlendirme, hızlı ve doğru karar verme gibi zihinsel becerileri desteklenirken diğer yandan da kelime dağarcıklarının artması, düşüncelerini doğru ve düzgün ifade edebilmeleri gibi dil becerilerinin gelişimine destek sağlanabilmektedir. Bu beceriler ile ilgili olarak çalışılırken grup içinde çocuğun aktif katılımı gerektiği için sosyalleşme ve iletişim becerilerinin de gelişmesi söz konusudur.
Bu görüşlere dayanarak “Bilmecelerle Kavram Eğitimi” isimli kitapta okul öncesi dönem çocuklarının zihinsel, dil ve sosyal gelişimlerini destekleyerek okul öncesi eğitim programında yer alan kavramları eğlenerek öğrenmelerini sağlayacak bilmecelere yer verilmiştir. Her bilmecenin sonrasında, öğretilen kavramla ilişkili çalışma sayfalarıyla çocuğun kavramı tekrar etmesini sağlamak amaçlanmıştır.
Hazırlanan çalışma sayfaları aynı zamanda ilkokula hazırlık programında yer alan kazanımlar doğrultusunda çocukların el-göz koordinasyonlarını, görsel algılarını ve dikkat becerilerini geliştirecek şekilde tasarlanmış olup bu becerileri desteklemeye yönelik zengin örneklere sahiptir.
Mehmet Emin Erişirgil Mehmet Emen Erişirgil’in Bir Fikir Adamının Romanı: Ziya Gökalp isimli eseri, objektif ilmî değerlendirmelerin yanı sıra Erişirgil’in kişisel gözlemlerini de yansıtan önemli kitaplarından biridir. Prof. Dr. Aykut Kazancıgil ve Prof. Dr. Cem Alpar’ın yayına hazırladığı bu eser Ziya Gökalp’e ilişkin ön önemli kitaplardan biridir: “Dilde yeni cereyan açmak kâfi değildi. Her alanda “yeni bir hayat” lazımdı. Sultan Hamit zamanında ve meşrutiyetin ilk yıllarında (yeni hayat) sözünün sihirli bir manası vardı. Aydınların gözünde bu söz, başlı başına bir ufuk açardı. Sultan Hamit devrinin bilgili geçinen gençlerine göre Yeni Hayat, Türkiye dışında yaşamaktan ibarettir. Çünkü Türkiye’de yeni bir hayat doğamazdı; ve bunu ümit etmek de boşunaydı. Fakat onların beklemedikleri ve ummadıkları bir zamanda Meşrutiyet ilan edilince bu defa Yeni Hayat’ın doğduğunu sandılar. Fakat bu ümit çok sürmedi. Yıllarca susturulan basın, serbest oluverince eli kalem tutanlar çıldırmışa döndüler, Meşrutiyet ilan edildiği zaman, “Cemiyet-i Mukaddese “ye nasıl minnet ve şükranlarını arz edeceklerini bilemeyen İstanbul basını, daha iki ay geçmeden İttihat ve Terakki’nin “rical-i gaybma” sövüp saymaya başladılar. Müslüman olmayan azınlıklar da ortalığın karışıklığından faydalanarak milli emellerinin gerçekleşmesi için çalıştıkları her hareketlerinden belliydi. İşin garibi şuydu ki, Sultan Hamit’in şu veya bu sebeple sürdüğü insanların bir kısmı umdukları işlere geçirilemeyince “Mağdurin-i Siyasiye” (yani, Siyasal Haksızlığa Uğrayanlar) diye bir cemiyet kurdular. Kendilerini sürgünden kurtaran Cemiyetin ileri gelenlerine atıp tutmakta elebaşlığı yapmakla övünüyorlardı.”
Sayim Türkman Bu eserde, Enver Paşa'nın ulusal bir sır gibi sakladığı, Almanya İmparatorluğu'nun yanında Birinci Dünya Savaşı'na giriş sürecimiz ve bunu açığa çıkaran Kazım Karabekir Paşa'nın ifşaatları görülecektir. Ayrıca Sarıkamış bölgesinde Enver Paşa'nın kış şartlarını dikkate almadan verdiği savaş kararı sebebiyle soğuktan ve hastalıktan yüz bin askerimizin şehit düşmeleri, 3. Ordunun dağılmasını fırsat bilen Rus kuvvetlerinin ileri harekâtı ile Erzurum ve Trabzon'u işgal etmeleri ve dört ay süren Kop savunması ile bölgeye gelecek olan yeni birliklere zaman kazandırılması ve 1917 Rus ihtilali’nin getirdiği fırsatı lehimize çevirerek, Bakü'ye kadar şehirlerimizin ve topraklarımızın Rus kuvvetlerinden ve Ermeni çetelerinden temizlenmesi, çok sayıda kaynak kullanarak ayrıntılı bir şekilde izah edilmiştir.
Sayim Türkman Birinci Dünya Savaşı’nda Suriye Cephesi’nin önemli bir yeri bulunmaktadır. Tarih boyunca Kudüs ve Filistin topraklarının Hristiyan ve Yahudilerin hedefinde olması ve Akdeniz ticaret yolunun Süveyş kanalından geçmesi bölgenin tarihî, siyasi ve iktisadi önemini artırmıştır.
Bu eserde; II. Abdülhamid Han’ın kendi döneminde Filistin bölgesinde bir Yahudi devletinin kurulmasını önlemek için aldığı siyasi ve askerî tedbirler, İttihat ve Terakki yöneticilerinin stratejik hataları, Arap milliyetçiliği ve Şerif Hüseyin’in Osmanlı Devleti’ne ihaneti, Ömer Fahreddin Paşa’nın bir kahramanlık destanı olan Medine Savunması, Kanal Seferleri, Gazze Muharebeleri, Nablus Meydan Muharebesi gibi dört yıllık savaş dönemindeki siyasi ve askerî olaylar, ayrıntıları ile incelenmiştir.
C. Barry Cox, Peter D. Moore, Richard J. Ladle Bu kitap, bugün yerkürede gördüğümüz yaşam örüntülerinin dünyanın iki büyük mühendisi tarafından nasıl oluşturulduğunu ortaya koyar: Bunlardan jeolojik mühendisler - levha tektoniği - yerküre üzerindeki yaşamın koşullarını değiştirmiş, biyolojik mühendisler - evrim - ise bu değişikliklere reaksiyon olarak yeni yaşamsal örüntüleri ve yeni yaşam formları oluşturarak yanıt vermiştir. Bu kitap, biyocoğrafik araştırmaların üç alanını kapsayan tek ders kitabı olmayı sürdürmektedir: kıtasal biyocoğrafya, ada biyocoğrafyası ve denizel biyocoğrafya.
40 yıldan daha fazla bir süre içinde sekiz başarılı basımı sayesinde, Biyocoğrafya: Ekolojik ve Evrimsel Bir Yaklaşım kitabı, konuları anlamak için gerekli olan ve çeşitli bilimsel disiplinlerin kapsamlı ve ayrıntılı araştırmalarını sağlamıştır. Bu ders kitabı, güncel araştırma tartışmalarıyla zenginleştirilmiş ve geliştirilmiştir. Bu nedenle temel biyolojide ve tarihsel biyocoğrafyada sağlam bir alt yapıya sahip olması nedeniyle övgüyü hak etmiştir.
Bu temel üzerine inşa edilen dokuzuncu basım, moleküler araştırma metotların yükselişi gibi son gelişmeleri içermekte ve dünyanın biyocoğrafya konusundaki anlayışımızı değiştiren araştırma ve tartışmaların detaylı bir keşfini sunmaktadır. Mevcut bölümleri güncellemesinin yanında, türlerin dağılışı üzerine veri toplamak ve birleştirmek için yeni teknikleri tartışan Richard Ladle tarafından yazılan koruma biyocoğrafyası üzerine yeni bir bölüm vardır.
ÖNCEKİ BASKILAR HAKKINDA DÜŞÜNCELER
“Öğrencilerin çekici ve erişilebilir olan birçok disiplini kavraması için belirli bir deneyim ve isteklilik arzusu gerektiren bir konuyu hazırlamalarından dolayı yazarları bir kez daha tebrik ediyorum… bu kitap öğrenciler için vazgeçilmez bir ders kitabı olmayı sürdürecektir”.
Dr. Malcolm Greenwood, Loughborough Üniversitesi, İngiltere.

“Bu kitap biyocoğrafya biliminin geniş bir özetidir fakat detaylarla doludur… yeni referansları ve güncel gelişmeleri içermektedir. Denizel sistemler de dâhil olmak üzere çoğu büyük biyomları dengeli bir şekilde kapsaması gerçekten takdire şayandır”. Profesör George Robinson, Albany Suny, Amerika.
“Biyocoğrafyanın son baskısı biyocoğrafyanın geçmişinin ve ilgili bilimlerin ve biyocoğrafyadaki en son gelişmelerin nasıl sonuçlandığına mükemmel bir bakış açısı sunar”. Blumea, Haziran 2005.
“Biyocoğrafya üzerine mükemmel bir başlangıç kitabı… açık ve düzgün bir şekilde yazılmış, çok iyi yapılandırılmış ve etkili bir şekilde resimlenmiştir… bir kez daha söylemek gerekirse yazarlar klasik metinlerini çok başarılı bir şekilde canlandırmışlar ve bu kitabın gelecek yıllarda çok satan bir kitap olacağından eminim”. Martin Kent (Plymouth Üniversitesi).
Bilal Dursun Yılmaz Küreselleşme ulusal temelleri çürütmekte ve tek tip insan oluşturulmasına sebebiyet vermektedir. Bu kaçınılmaz bir süreç. Küreselleşmeyi durdurmak imkânsızdır. Ama tam da bu durumda çok daha büyük zorunluluk, ulusal değerleri korumak için üzerimize düşen büyük sorumluluğumuzdur. Her ulusal kültürün kendi benzersizliğini koruması gerekmektedir. Küreselleşme vahşi bir canavar ve biz hele küçük ulus devletler bu canavar için çok lezzetli bir yiyeceğiz. O sebepten bu vahşi canavara karşı ayakta kalabilmek için mücadele etmeliyiz.
Özlem Çakar Çelik Medya ve coğrafya ilişkisi, Türkiye'de henüz yeterince çalışılmamış bir konu alanıdır. Günümüz dünyasının önemli medyatik araçlarından olan film ve diziler, beşerî coğrafyanın sınırları içerisine dâhil edilmektedir. Film ve diziler, sadece eğlence aracı olarak düşünülemez. Coğrafya biliminin klasik konuları dışında olsa da gerçek dünyanın taklidi, temsili olmaları ve sınır tanımayan etkileri nedeniyle esasında sıra dışı bir çalışma alanı değildir. Film ve dizi alanı, değişen dünyanın güç ilişkilerinin ve küreselleşmenin etkisiyle çok olağan hatta konuyla ilgili literatürde belirtildiği gibi coğrafyacıların çalışması için haklı birçok gerekçeye sahip bir alandır.
Film ve diziler; mekân-zaman, yer-anlam ilişkisi ile coğrafyacıların dikkatini çekmiş olup hümanistik akım ve kültürel çalışmaların sonucu olarak coğrafya biliminin kapsamına girmiştir. Coğrafya eğitimi, şehir coğrafyası, kültürel coğrafya, ekonomik coğrafya, turizm coğrafyası gibi beşerî coğrafyanın alt alanlarıyla yakından ilgilidir. Coğrafi perspektiften oldukça geniş bir yelpazede çalışılabilecek olan film ve diziler kültürel, ekonomik, çevresel, toplumsal, (jeo)politik vb. etkileri ile bilim dünyası için önem arz etmektedir. Yabancı literatürde “film coğrafyası” gibi yeni bir alt alan olarak tartışılan ve çalışılan film-coğrafya ilişkisinin gelecekte daha güçlü bir coğrafi temelde devam edeceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bunun yanı sıra film ve TV yapımları gibi medyatik araçları inceleyen coğrafi araştırma merkezlerinin kurulabileceği beklentisi de ütopik değildir.
Bu kitapta; film ve dizilerle coğrafya bilimi arasındaki ilişkinin nasıl olduğu literatüre dayandırılarak tasvir edilmiş, film ve dizilerle coğrafyacıların neden ilgilenmesi gerektiği açıklanmaya çalışılmıştır. Ayrıca film-turizm ilişkisine çoklu bir bakış açısıyla yaklaşılmış ve film turizminin genel özellikleri irdelenmiştir.
Çağrı Öztürk Demirbaş, Eyüp Artvinli, Fatih Aydın, Mücahit Coşkun, Nazan Karakaş Özür, Nazlı Gökçe, Raziye Çakıcıoğlu Oban, Yurdal Dikmenli İçinde bulunduğumuz dünyayı anlamak, yaşamda zaman ve mekân bağlamında kendimizi konumlandırmak coğrafi bilincin bir sonucudur. Coğrafi bilinç dünyayı, ülkesini, yakın çevresini doğal ve beşeri varlığıyla en iyi biçimde tanımayı, bu farkındalığın sayesinde de onu hem sahiplenmeyi hem de onu koruyarak ondan en iyi biçimde yararlanmayı sağlar. Ki korumak, planlamayı ve geleceği öngörerek düzenlemeyi de içinde barındırır. Coğrafi bilinç sahibi bireyler olabilmek bir yanıyla coğrafi bilgiyi diğer yanıyla da coğrafi becerileri kazanmaktan geçer. Kuşkusuz tutumlarımız, kimliğimiz ve değerlerimiz coğrafi bilinçle karar verme mekanizmamızı derinden etkiler. Coğrafi beceriler bir yanı ile de farklı tutum, değer ve kimlikteki bireylere; ötekini bilme, anlama ve sorgulama noktasında fırsat tanır. Coğrafya eğitiminde beceri kazanımı söz konusu olduğunda teorik bilgilere uygulamanın da eşlik etmesi bir zorunluluktur. Alan yazını incelendiğinde hem coğrafi becerilerin etkinlik ve uygulama örnekleriyle desteklenmemesi hem de coğrafi becerileri tek bir kitapta buluşturan detaylı bir yayımın bulunmaması kitabın hazırlanmasındaki dayanak noktalarını oluşturmaktadır. Bu bağlamda kitap Coğrafya Dersi Öğretim Programı çerçevesinde programdaki sunuş sırasıyla ele alınmış, coğrafi becerileri konu edinen, sekiz bölümden oluşmaktadır.
Kanıtlarla bezeli otobiyografik bir anlatım sunan dünyanın hikâyesine eşlik edebilmek dileğiyle…
Mazlum Ar Aynı coğrafyayı paylaşarak yüzyıllardır bir arada yaşayan kültürel farklılıklar, politik bir varlık olmanın gereği olarak uzlaşı coğrafyalarını inşa etmenin gayreti içerisinde olmuşlardır. Eşitlik, saygı ve hoşgörü temelinde bireysel ve toplumsal kültürel çeşitliliği muhafaza eden ve geleceğe aktaran uzlaşı coğrafyaları her türlü türdeş, özcü ve homojen egemen yapıyı sorunsallaştırmaktadır. Böylece coğrafi aidiyetin, belleğin ve bir yere ait olma dürtüsünün kültürel formunu kurgulayıp doğal coğrafi semiyoloji temelinde sürdürülmesine aracılık etmektedir. Fakat siyasal aktörlerin, mekânı ve onunla özdeşleşen din, mezhep, etnisite, gelenek ve görenek gibi her türlü beşerî çokkültürlü olguyu (özellikle ulus devlet süreciyle birlikte) ideolojisin(d)e gömülü failler olarak tanımlayarak yeniden tasarlamaya çalışması, coğrafyanın uzlaşı kültürünü ortadan kaldırmakta ve çatışmanın coğrafyalarını ortaya çıkartmaktadır. Keza siyasal ideolojilerin çokkültürlü toplulukların eşit haysiyete dayalı yurttaşlık ve kültürel hak taleplerini görmezden gelerek saptamış oldukları subjektif kimlik tanımlamalarında yeniden konumlandırmaları da çatışma coğrafyalarını beslemektedir. Dahası coğrafi farklılığın ve bu farklılığa ait olan kültürel çeşitliliğin yok sayılarak mekâna dair söylemlerin geliştirilmesi ve böylece farklılıkların coğrafyalarına dair yeni mekânsal söylemlerin ortaya çıkması bireyi ve aidiyet duyduğu kültürel topluluğu kendiliğinden ve öznelliğinden soyutlamaktadır. Oysa önemli olan, postmodern dünyanın akışkan coğrafyasında çokkültürlü toplulukları ideolojik saiklere göre yeniden tanımlamaktan ziyade bir arada yaşamanın menbasına uygun olarak mekânsal, kültürel ve siyasal söylem/pratikleri hayata geçirmektir.
Fahri Temizyürek, Ahmet Balcı Dil bilinci ve dil eğitiminin temeli ailede atılsa da geliştirilmesinde örgün öğretim kurumlarına önemli görevler düşmektedir. Okullarımızdaki Türkçe eğitimi ve öğretimi çalışmalarının temelini ise programlar oluşturmaktadır.
Bu kitapta, Türkçe programları yazarlar tarafından değerlendirilerek tarihsel süreç içerisinde Cumhuriyet dönemi ilköğretim okullarında kullanılan Türkçe programlarına yer verilmiştir.
Emine Yılmaz, Bülent Bayram, Feyzi Ersoy Bu kitapta yer alan yazılar esas olarak Hacettepe Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü tarafından düzenlenmekte olan Türk Dilbiliminde Tanımlama ve Belgeleme toplantılarının üçüncüsünde, yani 17-18 Eylül 2015 tarihlerinde, Çuvaşçanın Belgelenmesi ve 100. Ölüm Yıldönümünde Konstantin V. İvanov adlı çalıştayda sunulmuş olan bildiri metinlerinden oluşmaktadır. Ancak konuyla ilgili daha önce yayımlanmış kimi yazılar da bu seçkiye dahil edilmiştir.
Söz konusu toplantı Çuvaşçanın Belgelenmesi konusuna odaklanmış ancak 2015 yılı aynı zamanda Konstantin V. İvanov'un 100. ölüm yıl dönümü olduğu için çalıştay çift odaklı gerçekleşmişti. Kitapta da görüleceği üzere, yazılar büyük ölçüde Konstantin V. İvanov'un Narspi şiiriyle ilgili ya da ilişkilidir. 2097 dizelik bu öykü-şiir, hem şairin en ünlü şiiridir hem de Çağdaş Çuvaş Edebiyatı’nın miladı sayılır. Yazıldığı dönemden beri güncelliğini yitirmemiş olan bu şiir Rusça, Başkurtça, Tatarca, Marice, Ukraynca, Mordvince, Bulgarca, Udmurtça, Azerice, Macarca, Türkçe, Yakutça, Tacikçe, Almanca, İsveççe, İngilizce ve İtalyanca gibi pek çok dile çevrilmiştir.
Abdrasul İsakov, Ahmet Kanlıdere, Dinçer Koç, Erhan Aktaş, Giray Saynur Derman, Güljanat Kurmangalıyeva Ercilasun, İlyas Kemaloğlu, Konuralp Ercilasun, Mehmet Demiryürek, Murat Özkan, Nuri Kavak, Ömer Metin, Ramin Sadıgov, Sadık Müfit Bilge, Şenay Yanar Türk Dünyası, geçmişte olduğu gibi günümüzde de ilgi duyulan, dikkate alınması gereken ve ehemmiyetini koruyan bir gerçeklik olarak dünya gündeminde önemli bir yer teşkil etmektedir. Dünyanın ulaşım, enerji ve ticaret koridorunun merkezinde yer alarak uzunca bir süredir özellikle küresel güçlerin ilgi odağında olmuştur. Türk Dünyası'nı oluşturan topluluk ve halkların 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl boyunca büyük bir bölümü esaret altında kalmıştır; hatta bugün bir kısmı hâlâ bağımsız bir hayat sürememekte, bununla birlikte millî ve dinî değerlerine sahip çıkarak öz kimliğini korumaktadır. Bu çerçevede biz de 4000 yıllık Türk tarihimizi ortaya koyan serimizin “Çağdaş Türk Dünyası” başlığını taşıyan bu üçüncü kitabıyla takriben 1850'lerden 2020'ye kadar Türkistan, Sibirya, İdil-Ural, Kırım, Kafkasya, İran, Balkanlar, Orta Doğu ve Kıbrıs'taki Türk varlığını incelediğimiz gibi Türkiye'nin yanı sıra dünyada söz sahibi ülkelerin Türk Dünyası'na yönelik siyasetlerini ve bu dünyayı nasıl algıladıklarını da ortaya koymaya çalıştık.
Kitap, özellikle üniversite öğrencilerine yönelik olarak hazırlansa da konuya ilgi duyan, temel düzeyde bilgi sahibi olmak isteyen ve dünya güç merkezlerinin Türk Dünyası'na yönelik yaklaşımlarını öğrenmek isteyenlerin de istifade edebileceği bir eser oldu. Faydalı olması dileğiyle…
Saadettin Yağmur Gömeç, Salih Yılmaz, Victoria Bilge Yılmaz 21. yüzyıla girmeden kısa bir süre önce aniden Türk Dünyasının ufku açıldı. Herkesin bildiği üzere Türkistan'daki Türkler birer birer bağımsızlıklarına kavuştular. Bugün aralarında dil ve kültürce pek ayrılık olmayan 300 milyona yakın bir Türk topluluğu, Asya'dan Avrupa'ya kadar dünya nüfusunun önemli bir kısmını meydana getirir hâle geldi.
Türk Dünyası, her bakımdan milletlerarası stratejilerde etkili bir güç olmaya başladı. Buna bağlı olarak Türkiye, başta Türk Cumhuriyetleri olmak üzere bölgede güvenebileceği devlet ve topluluklarla siyasi münasebetlerini kuvvetlendirmeye başladı. Türkiye, tüm Türk Dünyası için her açıdan müttefik olunan veya yardım beklenen ülke konumuna geldi.
Kafkasya, Balkanlar ve Orta Doğu'nun kesişme noktasında bulunan Türkiye'nin çıkarları, Türk Dünyası ile yakından bağlantılı hâle gelmiştir. Dünyada yeni iş birliklerinde Rusya ve Çin gibi ülkeler önemli mesafeler kat etmişlerdir. Yani Türkiye'nin yönünü sadece Batı'ya çevirdiği dönem sona ermiş aynı zamanda Doğu politikası da aktif hâle gelmiştir.
Bu kitabımız; çağdaş Türk Dünyasındaki devletleri, toplulukları, uluslararası kuruluşları ve kurumları detaylı olarak anlatmaktadır. Üniversitelerde ders kitabı olarak da okutulmaktadır. Akademik hakem incelemesinden geçmiş ve onaylanmıştır.
Ayrıca Devlet Personel Başkanlığı, Bakanlıklar, MEB ve YÖK'ün yaptığı sınav programları doğrultusunda (KPSS, ALES, DGS, Polis MYO, Askeri Okullar, Milli Savunma Üniversitesi Askeri Öğrenci Aday Belirleme Sınavı, JANA: Jandarma Astsubay Temel Kursu Giriş Sınavı, Kaymakamlık: İçişleri Bakanlığı Kaymakam Adaylığı Giriş Sınavı, MEB-EKYS: Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumlarına Yönetici Seçme Sınavı, İhtisas Sınavları, Yurtdışı Görevlendirme, T.C. Dışişleri Bakanlığı Aday Meslek Memurluğu, Aday Konsolosluk ve İhtisas Memurluğu) en son güncellemeler yapılmış iyi bir bilgi kaynağıdır.
Sefer Ada, Z. Nurdan Baysal, Senem Seda Şahenk Erkan Her birey bir çevrenin içinde doğmaktadır. Çevre, çok genel anlamı ile içinde yaşadığımız ortamı ifade etmektedir. İnsanın içinde doğduğu, yaşadığı, varlığını ve özelliğini fiziksel olarak algıladığı bu ortam fiziksel çevredir. Zaman içerisinde gerçekleştirilen insan çabaları bu bilgileri bir sistematiğe kavuşturmuş ve çevre bilimi denilen disipliner alanı oluşturmuştur. Çevre bilimi, canlıların birbiri ve fizikojeokimyasal çevreyle ilişkilerini ve etkileşimlerini konu edinmiştir.
İnsan bilgi ve kültür birikimine dayalı olarak, doğal çevresinde bulduğu yeraltı ve yerüstü zenginliklerini kullanarak yapay bir çevre oluşturmuştur ve bunu kullanmaya devam etmektedir. Bilindiği gibi çevredeki çeşitli faktör, değer ve öğelerin oluşumu binlerce yıllık bir birikim ve değişim sonucu ortaya çıkmaktadır. İnsanların değişik yollarla çevreye müdahale ettikleri zaman mevcut doğal denge bozulmakta ve bunun sonucunda telafisi kısa zamanda mümkün olmayan kirlilikler oluşmaktadır. Çevreyi etkileyebilecek birçok insan davranışı, içinde bulunduğu kültür tarafından yeniden üretilebildiğinden, söz konusu yeniden üretmeye ve çevreye verilen zarara karşı koyabilecek etkili bir yol olarak eğitimden yararlanılabilir.
Yaşadığımız Dünya göz göre göre daha fazla kirlenmektedir. Yaşadığımız dönemde çevreyle ilgili sorunların kaynağı bir tek faktörden değil birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Sorunun çözümü ise oldukça zor görünmektedir. Çevrenin doğal hâli ile korunması geldiğimiz noktada derin düşünmeye gereksinim doğurmaktadır. Oldukça zorlu olan bu süreçte kendimize sormamız gereken “Ben bu sorunun çözümü için ne yapabilirim?” sorusudur. Sorun çok büyük olsa da her birey kendi açısından bu soruya verilebilecek birçok cevap oluşturabilecektir. Bu kitap bizim sorumlu yazarlar olarak bu soruya verdiğimiz cevaplardan sadece birisinin ürünüdür. Kitap, yazarların çevre ile ilgili duyarlılıklarından hareketle kaleme alınmıştır ve çevrenin korunması için bilgi sağlamanın yanında bilinç oluşturmak da umulmaktadır.
Bu amaçla bu kitapta; çevre ile ilgili temel kavramlar, değişkenler, eğitim türü ve basamaklarına göre çevre eğitimi, ders kitaplarında çevre eğitimi ilk konulardır. Ayrıca kitapta; çevre ile ilgili yasal temellere, çeşitli konu ve sorunlara, ulusal ve uluslararası kuruluşlara, çeşitli proje ve etkinliklere, özel/önemli günlere ve çevre konusunda yapılan makale ve lisansüstü tez özetlerinden örneklere yer verilmiştir.
Mevlüt TÜRK Yeşil pazarlama uygulamalarında, “ürünlerin çevreci özelliklerini abartarak pazarlamak” yerine (yeşil boyama), çevreci bir anlayışın bütünüyle benimsenerek uygulanması; tüketicilerde çevre bilincini geliştirici çabalara önem verilmesi; orta ve uzun vadede yeşil ürün talebinin büyümesine katkı sağlayacak ve firmalar da bundan yarar sağlayacaklardır. Diğer taraftan, toplumda bu şekilde çevre bilincinin gelişmesiyle, toplum hem kamunun hem de özel sektörün uygulamalarının denetçisi olacaktır. Yani örgütlü ve tepkili bir toplum olma yolunda daha hızlı mesafe alınması mümkün olacaktır. Yasaların uygulanması, kamu görevlilerinin ve denetçilerinin tutumuna ve insafına bırakılmamış olacak, sorunu içselleştiren bireyler ve toplum bu konudaki tepkilerini hemen ortaya koyacaktır. Çevreyi koruma ve geliştirme düşüncesi bir hayat tarzı haline gelecek ve tüketicilerin çevreyi kirletici davranışları da azalacaktır. Öte yandan, kirletenler karşılarında, yasalardan ve kamu görevlilerinden önce toplumu göreceklerdir. Ayrıca, “kirleten öder” kuralı çerçevesinde yapılan bazı pervasızlıkların da önüne geçilebilecektir. Tüketicinin satın alma davranışı ve oy kullanma hakkı sebebiyle, genel ve yerel yönetimlere ve firmalara karşı kullanabileceği çok önemli bir yaptırım gücü vardır. Bu gücün farkına varan herkes, onun çevresini kirletmemeye özen gösterecektir.
Bu çalışmada; çevrenin korunması ve geliştirilmesinde, sadece yasal düzenlemelerin ve kamu gücüne dayalı bir koruma anlayışının yeterli olmadığının; bunların yanı sıra toplumda çevre bilincinin geliştirilmesinin ve bu bağlamda da işletmelerin çevreye karşı sosyal sorumluluk bilinci ile hareket etmelerinin; ayrıca, pazarlama faaliyet ve uygulamalarında çevreci pazarlama anlayışı yoluyla, tüketicilerde çevre bilincinin gelişmesine katkı sağlamalarının önemi ve gerekliliği vurgulanmıştır.
Rıfat Miser İnsan yaşamının temeli öğrenmedir; insan, yaşadıklarından öğrenir, öğrendikleriyle yaşar. Bu nedenle, hangi konuyu ele alıyor olursa olsun, insanın öğrenmesine yönelik bütün eğitim programları önemli, gerekli ve değerlidir. Ancak çevre eğitimi programları bunun da ötesinde, yaşamsaldır.
Çevre eğitimi, insanın doğal çevresiyle uyum içinde yaşamayı öğrenmesini konu edinir. Bunu bilmemesi, becerememesi kendisi dâhil tüm canlıların yaşamını yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmaktadır; nesli tükenen türler bu tehlikenin habercisidir.
Çevre eğitimi, insanların çevreye ilişkin bilgi ve anlayışının gelişmesinde, çevreye yönelik sorumluluk hissi ve tutumlarının oluşmasında gerçekten anlamlı bir rol oynar fakat çevre eğitiminin etkisinin olması gerektiği kadar başat veya başarılı olduğunu söylemek olası değildir. Bunun nedenlerinden biri çevre eğitimi programlarının henüz çevreci düşünme ve eylem üzerinde istenilen ölçüde etkili olabilecek yetkinlikte olmamasıdır. Bu nedenle, ‘çevre eğitiminin etkisinin nasıl artırılabileceği,’ üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.
Kitabın ülkemizde çevre eğitimine yönelik kuramsal çalışmalara ve çevre eğitimi uygulamalarına katkı sağlayacağı; ülkemizde çevre eğitimi alanının gelişimine yönelik çabalara temel olacağı umulmaktadır.
Kemal GÖRMEZ Bir bilgenin “Tabiatın insanoğlundan intikamı” diye tanımladığı ekolojik sorunlar, bugün insanoğlunun karşılaştığı temel sorunlar arasındadır.
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren insanlığı tehdit eden sorunlardan biri hâline gelen çevre sorunları, kökü çok eskilere uzanmasına rağmen, genelde Sanayi Devrimi’nin sonucunda hissedilir hâle gelmiştir. O zamandan bu yana da sürekli artarak büyük boyutlara ulaşmıştır. Son yıllarda geliştirilen tedbirlere rağmen henüz pek çok insan gelecekten ümitli değildir. Önceleri sadece kirlenme olarak algılanan ve gün geçtikçe toplumsal hayatın bütün alanlarını kapsayan bu sorun üzerinde tartışma ve araştırmalar gittikçe yoğunlaşmaktadır.
Bu kitap, esas olarak öğrencilerin ekoloji ve çevre sorunları ile ilgili kaynak ihtiyacını karşılamak amacıyla yazılmıştır.
Aybala Çayır, Başak Uysal, Celile Ökten, Esra Nur Tiryaki, Gülşat Bican, H. Merve Altıparmak Yılmaz, Halil Erdem Çocuk, Hatice Coşkun, Hatice Değirmenci Gündoğmuş, Hikmet Asutay, Kemalettin Deniz, Neslihan Karakuş, Osman Emin, Perihan Tuğba Şeker, Pınar Bulut, Şeyda Özcan, Ülker Şen Değerli Okuyucumuz,
Alanında uzman yazarların katkılarıyla hazırlanan bu kitabımızda öncelikle Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen Çocuk Edebiyatı ders içeriğini temel aldık. Daha sonra çocuk edebiyatı alanındaki çağdaş yaklaşımları esas almayı amaçladık. Böylece kitabımızda 15 konu başlığı oluştu. Artık okumanın -her açıdan- bir görsel kabul süreci olduğu gerçeğinden hareketle her bölümün sonuna bölümü destekleyici bir okuma ve film listesi ekledik.
Umuyoruz ki meslek hayatında sana yeni bir kapı açacak, bir başka kitabı karıştırmanı sağlayacak, okurken altını çizme ihtiyacı hissedeceğin kelimeler içeren bir kitap hazırlamışızdır. Biliyoruz ki ilmin kaderi geçilmektir ve diliyoruz ki literatürde çocuk edebiyatına ait nitelikli akademik çalışmalar arasında yer almak bu kitaba da nasip olsun.
Aslıhan Küçükavşar, Erhan Görmez, Erhan Şen, İlke Altuntaş Gürsoy, Melda Oryaşın, Metin Akyüz, Olcay Saltık, Sedat Karagül, Sevil Hasırcı Aksoy, Suna Canlı, Tuğba Çelik, Zeynel Hayran Bireyin okuma eylemini gündelik yaşamın vazgeçilmez bir parçası olarak görmesi ve yazılı kültürü yaşamında merkezî bir konuma yerleştirmesi okuma kültürünün en belirgin özelliğidir. Küçük yaşlardan itibaren içselleştirilmiş bir okuma kültürü, çocuğun birçok yönden (duyuşsal, bilişsel, toplumsal, dilsel…) gelişmesine hizmet eder. Bu açıdan çocuk edebiyatı işlevsel bir role sahiptir.
Çocuğa uygun yazınsal yapıt üretme ve yaymadaki her türlü bilinçli çaba çocukla buluşturulacak ürünlerin daha da nitelikli olmasını sağlamaktadır. Bu açıdan özellikle akademik temelli çalışmaların dönüştürücü gücü yadsınamaz. Bu tür çalışmalar çocuk edebiyatının etik, eğitbilimsel (pedagojik), estetik, çocuk gerçekliği gibi birçok yönden anlaşılmasına yardım etmektedir. Bu kitap da okuma kültürünün temelini oluşturan çocuk edebiyatını tüm boyutlarıyla ele almaktadır.
Alanında önemli ve değerli araştırmaları olan farklı uzmanların iş birliğiyle hazırlanan bu kitap, çocuk edebiyatıyla ilgilenen tüm paydaşlara (lisans ve lisansüstü öğrencileri, öğretmenler, akademisyenler, anne babalar…) bu alanın doğasını anlamada ve çocuk okura yapıt seçme ve önerme konusunda yetkin bir kılavuzdur.
Nuran Başoğlu Çocuk edebiyatında biyografi türünün önemini ortaya koymak amacıyla hazırlanan bu çalışmada, edebiyatımızda geçmişten günümüze çocuklar için yazılmış biyografilerin yıllara göre nasıl bir dağılım gösterdiği belirlenmeye çalışılmıştır. Özellikle 2005-2020 yılları arasında çocuklar için yazılan biyografiler incelenmiş ve bu biyografilerde; Devlet Büyükleri, Bilim İnsanları, Sanatçılar, Dinî Şahsiyetler, Asker-Komutan ve Denizciler, Gerçek Halk Kahramanları, Sporcular, Destanî-Efsanevî Kahramanlar, İş İnsanları, Seyyahlar başlıkları altında biyografileri kaleme alınan değerli isimler, diğer bir söyleyişle figürler belirlenmiştir.
Çocuk biyografilerinde yer alan önemli kişiler, çocuklar için örnek teşkil etmektedir. Kitaptaki önemli kişi ile özdeşim kuran çocuk, hayatta başarabileceklerine olan inancını taze tutarken, deneyimlemediği ama ele alınan kişinin yaşamından hareketle içselleştirebileceği olay ve durumlar sayesinde kendi yolunu çizerken sağlam adımlarla ilerleme fırsatı yakalayabilecektir. Taranan biyografi kitaplarında öne çıkan birçok önemli kişinin yaşamını okuyarak kendi yaşamına ışık tutacak nesillerin yetişmesi, Çocuk Edebiyatında ihmal edilen bir tür olan biyografinin öneminin anlaşılması umuduyla bu çalışmanın alana katkı sağlaması planlanmaktadır. Ayrıca çalışmada çocuklar için yazılmış biyografi kitapları tasarım, içerik ve eğitim ilkelerine dair özellikler bakımından incelenirken dikkat edilmesi gereken özelliklere de yer verilmiştir.
Erhan Şen Gerçek dünyada genellikle yetişkinin denetiminde olan çocuk, kurmaca yapıtlar aracılığıyla güvenli ve bağımsız bir deneyimleme alanı edinir. Ancak bu özneleşme sürecinin istendik bir biçimde gerçekleşmesi çocukla buluşturulacak kurgusal yapıtların özsel içerimine bağlıdır. Çocuklar için yazma, rastlantısallığa izin vermeyen, hedef kitle üzerinde otorite kurmayı reddeden, kendine özgü hem estetik hem de etik ilke ve değerleri koşullayan yazınsal bir üretim biçimidir. Bu yönden çocuk edebiyatı yapıtları “etik bir kozmos”tur.
Çocuk edebiyatı yapıtlarına somutluk kazandıran yazınsal ve etik katmanlar bu kitapta bilimsel bir yaklaşımla betimlenmiştir. Elinizdeki kitap, bu alanda gerçekleştirilecek estetik, akademik ve bilimsel tartışmalara farklı bir boyut kazandıran nitelik ve içeriğe sahiptir.
Ahmet Benzer Bu kitap, dinlediğini anlamayı geliştirmeye dönük 21. yüzyıl becerilerini işe koşan ve çok boyutlu düşünme becerisini geliştirmek isteyenler için bir kaynaktır. Dinlediğini anlamanın en kolay yolu soru sormaktır. Bu amaçla kitapta, üst düzey düşünme becerilerini kullanma alışkanlığı kazandıracak sorular ile karşılaşacaksınız. Bu sorular bazen birebir dinlenilen bilginin ne olduğuyla ilgiliyken bazen de dinlenilen bilgiden hareketle; problem çözme, karar verme, hipotez kurma, eleştirme, karşılaştırma yapma gibi pek çok üst düzey düşünme becerisinin etkinliklerde yer almasıyla oluşturulmuştur. Üst düzey düşünebilmenin en önemli göstergelerinden biri farklı çözüm yolları bulabilmektir. Bir sorunun birden fazla cevabının var olması, öğrencilere metni farklı yönlerden ele alma fırsatı verecektir. Bu nedenle etkinliklerde bazı sorularda birden fazla cevap ile karşılaşınca şaşırmayınız.
Etkinliklerle dolu kitabımız haftalık 5 veya 6 saat olan Türkçe dersinin bir saatini tamamen dinleme öğretimine ayırmanızı sağlayacak toplam 83 etkinlik örneğinden oluşmaktadır. Bu etkinlikler ile öğrencilerin dinlediklerini anlayıp anlamadıklarını ölçebilecek ve böylece dönem sonlarında değerlendirme sınavlarında da dinlemeye dair sorular sorabileceksiniz. Dinleme etkinlikleriyle dolu elinizdeki bu kitapla dinlemenin, öğrencilerin kendilerini geliştirmesi ve üzerinde çalışması gereken bir beceriye dönüşeceğini göreceksiniz.
Ahmet Benzer Herkesin daha iyi konuşabilmeye ihtiyacı vardır. Daha iyi konuşabilmenin yolu, daha çok kelime ve deyim bilmenize bağlıdır. Bunun yanında beden dilinizi etkili kullanabilmeniz ve dil bilgisi kurallarına uygun cümleler kurmanız da gerekir. Yalnız sizi dinleyenler aynı zamanda konuşmanızda empati kurma, problem çözme, analitik düşünme ve yaratıcı olma gibi üst düzey düşünme becerilerine sahip olup olmadığınızı da sorgulayacaklar. Bu kitap ile bu becerilere sahip olmanızı sağlayacak 15 farklı soru tipi ile birlikte yaratıcı konuşma, eleştirel konuşma, ikna etme gibi 9 farklı konuşma stratejisiyle karşılaşacaksınız.
Artık Türkçe dersinin bir ders saatini konuşma eğitimine ayırıyoruz. Konuşma metinleri ile bugün mühendislikten mimarlığa kadar pek çok alanda yer alan üst düzey düşünme becerilerini kullanacağız. Kitabın kapağındaki simgeler de bu becerileri ifade ediyor.