Sosyal Bilimler \ 6-40
Mustafa Akdağ Kitabın amacı; araştırmacılara nicel verilerin analizinde uygun bir istatistiksel test seçebilme, seçilmiş olan testi doğru işlem adımlarını takip ederek uygulayabilme ve analiz sonuçlarını açıklayabilme, yorumlayabilme becerilerini kazandırmaktır. Kitabın içeriğinin oluşturulmasında buna dikkat edilmiştir. İstatistiksel test seçimi, veri analiz sürecinin ilk ve önemli bir basamağıdır. Seçilen testin uygulanması ve devamında yapılan yorumların geçerliliği ve güvenilirliği doğru test seçimine bağlıdır. Bu nedenle, test seçimi ilk bölüm olarak ele alınmıştır. Her bölümde, o testin tercih edilmesindeki özel koşullar açıklanmıştır. Kitapta, Eğitim Bilimleri alanında yaygın bir şekilde kullanıldığı düşünülen parametrik testler ve parametrik olmayan testlere yer verilmiştir. Testlerin örnek uygulamaları Eğitim Bilimleri alanında araştırma konusu olabilecek problem durumlarına dayandırılmış, bununla ilgili üretilen veriler üzerinden analizler SPSS-21 programında yapılmıştır. Analiz çıktıları açıklanmış, bu çıktıların araştırma raporunda yer alabilecek örnek tabloları oluşturulmuş ve veriler yorumlanmıştır.
Kitapta detaylı teorik bilgilerden kaçınılmış, verilen örnek uygulamalar açıklamalarla desteklenmiştir. Analiz adımları ve yapılan açıklamalarda, araştırmacının karşılaşabileceği olası güçlükler olabildiğince göz önünde bulundurulmuş, başka birinden yardım almadan “kendi işini kendin gör.” anlayışına hizmet edecek bir yol izlenmiştir. Eserin, genelde Sosyal Bilimler özelde Eğitim Bilimleri alanında çalışan akademisyenlere, lisansüstü eğitim çalışmaları yapan araştırmacılara faydalı olacağı ve mükemmellik arayışı içerisinde olan öğretmenlerimizin öğretim sürecinde araştırma yaparken karşılaştıkları sorunları aşmada kendilerine yol göstereceği umulmaktadır.
Yalçın Karagöz, Sait Bardakçı Bilimsel bir araştırmada doğru bilgiye ulaşmanın yolu, mümkün olduğunca hatasız verilerin toplanmasından geçmektedir. Bu ise ancak bilimsel yöntemler kullanılarak geliştirilmiş, güvenilir ve geçerli ölçme araçlarının kullanılmasıyla mümkündür. Bu kitapta, güvenilir ve geçerli bir ölçme aracının geliştirilme süreçlerinin ayrıntılı olarak ele alınması amaçlanmıştır.
Kitapta, nicel bilimsel araştırmalarda kullanılan ölçme araçları olan anketlerin, ölçeklerin ve testlerin geliştirilme süreçleri SPSS ve AMOS çözümlü örneklerle ayrıntılı olarak izah edilmiştir. Ölçeklerin sahip olması gereken güvenirlik ve geçerlik türlerine yönelik örneklerin çözümü ve yorumlanması, kolayca anlaşılabilecek bir sadelikte sunulmaya çalışılmıştır. Yabancı bir dilde geliştirilmiş olan bir ölçeğin Türkçeye uyarlanması aşamalarına da ayrıca yer verilmiştir. Son bölümde ise nitel bilimsel araştırmalarda kullanılan veri toplama yöntemleri, üstün ve zayıf yönleriyle birlikte ele alınmıştır.
Bu kitap, başta ölçek geliştirme çalışmaları olmak üzere bilimsel araştırmalar yapan araştırmacıların ve lisansüstü düzeyde öğrenim gören öğrencilerin faydalanabilecekleri bir eser niteliğindedir.
Seda Özsoy Somuncuoğlu Modern dönemin başlangıcından itibaren bilimlerde görülen olağanüstü başarılar, bilim felsefesinin gelişmesini olumlu yönde etkilemiş ve bilimin ne olduğunu, bilimsel düşüncenin yapısını, bilimsel yöntemlerin işleyişini inceleyen bu disiplinin daha etkin bir konuma gelmesini sağlamıştır. Bu doğrultuda bilim tarihiyle koşutluk içerisinde araştırmalarına yön veren bilim felsefesi, bilimsel yöntem sorununa ilişkin önemli çalışmaların yapıldığı bir alan olmuştur. Tarihî gelişim seyri içinde bilim felsefesinin geçirdiği evreleri bilimsel yöntem tartışmalarına bağlı olarak ele almak, bu disiplinin kendi özgüllüğünü kavramak açısından önemlidir ancak bu kadar geniş bir alanı her yönüyle serimlemek bazı zorlukları barındırır. Bu nedenle burada kısa bir tarihsel sunuşun ardından bahsi geçen tartışmalara katılan düşünürlerin görüşlerinin anlatılması uygun bir yol olarak tercih edilmiştir. Bu tür bir bakış açısı, benzer çalışmaların eksikliklerini gidermek amacını taşımakla birlikte yenileri için bir çıkış noktası olabilecek niteliktedir.
Ece Saraçoğlu Bilinç ile zamanın birbiriyle olan ilişkisi, felsefe ve bilim tarihinin dikkat çeken, incelenmesi zor ama bir o kadar da keyifli olan tartışma konularından biridir. Aralarında bulunan yakın ilişkinin anlamı günümüzde hâlâ tam olarak aydınlatılabilmiş olmasa da her iki konu da insanın düşünce ufkunu birbirinden farklı sorgulama alanlarına açması bakımından son derece önemli bir yere sahiptir. 19. yüzyılın ikinci ve 20. yüzyılın ilk yarısına uzanan hayatını, söz konusu meseledeki ilişkiyi irdelemeye adayan, dönemin en önemli filozoflarından biri olan Henri Bergson (1859-1941), yaşam ve canlı bilimi merkezli bir felsefi düşünce yapısı kurmaktadır. Biyoloji, psikoloji, fizik, metafizik alanlarının bütününü dikkate alarak felsefeyle harmanlayan Bergson, çok yönlü bir yaşam ve yaşama bilimi ortaya koymaya çalışmakta olup buradan yola çıkarak da bilinç ve zaman soruşturmasına yeni bir boyut kazandırmaktadır. Bu kaynak kitap incelemeye ilk olarak Bergson'un düşünce yapısının arka planını kavramaya çalışarak başlamakta; sonrasında ise düşünürün ontoloji, epistemoloji ve etik görüşlerinin genel atmosferi ışığında bilinç ve zaman konularını tartışmaya açmaktadır.

“Canlı yaşamı, ona hareket ve hür olmayı sunan üst-bilincin yaratıcı hamlesiyle gelişen, kendisini tamamlayan ve yönünü kendi isteğine göre belirleyen bir hayattır. Bu hayat, bilinç ve zamanın birbiriyle olan ilişkisiyle örülüdür.”
Henri Bergson
Maurice Nédoncelle Kişi ve kişilik kavramları, metafiziksel ya da fiziksel dünyada sadece Tanrı ve insan için kullanılmaktadır. Çünkü kişiliğin özünde bulunan bilinç, ilişki, aşk, karşılıklılık, özgürlük ve irade gibi içsel yetilerin kendilerine atfedilebileceği varlıklar yalnızca Tanrı ve insandır. İnsan söz konusu yetilerin sonlu biçimlerine sahip iken Tanrı, onların sonsuz biçimlerine sahiptir. İnsanın kişiliğinin kaynağında Tanrı'nın kişiliğinin bulunması gerektiği düşüncesi tüm teist personalist filozoflar tarafından öne sürülür. Tanrı, varlıklar içerisinde sadece insanı kendi suretinde yaratmıştır. Tanrı'nın kendisi eğer gerçekten kişi ise insanı kendi suretinde yaratırken kişilik özelliklerinin bir kısmını ona geçirmesi, insanın kişi olarak varlık kazanmasının kaçınılmaz bir koşuludur. Bu bakımdan kişilik, Tanrı ile insan arasında ortak bir yön olarak karşımıza çıkar. Aşkın olan Tanrı ile içkin olan insan arasında eğer böyle ortak bir yan bulunmasaydı, o zaman, ikisi arasında birbirinin varlığının bilincinde olmayı gerektiren karşılıklı bir ilişkinin varlığından söz etmek de olanaksız olurdu.
Nesibe Kantar Bilişim felsefesi ve etiği, felsefenin yeni bir alanıdır. 20. yüzyıl sonu, 21. yüzyıl başlarından itibaren sibernetik bilimi ve bilişim mühendisliği alanında yaşanan gelişmeler, internetle birlikte bilgisayarları yaşamımıza daha fazla dâhil etmiştir. Bilişim devrimi, değerler de dâhil resmî ve gündelik yaşantımızı büyük ölçekte değiştirmektedir. Bilişim teknolojilerinin etkisinde gerçekleşen bu değişim ve dönüşümden felsefe de payını almaktadır. Bilişim çağının temel meselelerini anlayabilmek için ontoloji, epistemoloji, aksiyoloji bağlamlarında zekâ, bilinç, zihin, bilgi (information / bilişim), gerçeklik gibi konu ve kavramları yeniden düşünmek bir gereklilik hâline gelmiştir.
Amerikalı filozof Terrell Ward Bynum, bilişim dünyasının değiştirici ve dönüştürücü dijital doğası karşısında teknolojinin imkânlarından faydalanırken insan doğasının ve doğal olanın korunmasına da vurgu yapan bir bilişim etiği teorisi teklif etmektedir. Bilişim felsefesi bağlamında bir bilişim etiği teorisi olarak Gelişim Etiği Teorisi (Flourishing Ethics Theory), etiğin sınırlarının, insanın özne olarak etik rolünün muhafaza edilmesi kaydı ile yapay zekâ, robot, siborglar da dâhil olmak üzere bilişim dünyasının tüm argümanlarını içine alarak genişletilmesi gerektiğini savunmaktadır.
Bu kitap, 21. yüzyılın yeni felsefesi olan bilişim felsefesi ve etiği alanında Bynum’un teklif ettiği Flourishing Ethics / Gelişim Etiği Teorisinin felsefi, bilimsel ve teknolojik zeminine ışık tutmaktadır.
Mehmet Sürmeli Davetin ve tebliğin çileli yolunda Rabbimiz, Müslümanlara daha risaletin başlangıcında namazı emretmiştir. Diğer ibadetlerden farklı olarak namaz, peygamberlikle beraber başlamıştır. Risaletle beraber başlayan iki ibadet vardır; biri namaz, biri de cihattır. Cihadın mukatele türünü dışta tutarak bu ifadeyi kullanıyoruz. Cihat ile namaz birbirleriyle çok irtibatlıdırlar. Şöyle ki Hz. Peygamber; Allah'ın dinini hâkim kılmak için cihadın davet, tebliğ, inzar, münkeri yasaklama ve marufu emretme türlerini uygulamaya başladığında müşrikler onu engellemeye ve davetini akamete uğratmaya çalışmışlardır. Bu dönem çilenin en yoğun olduğu dönemdir. Yüce Allah, Müslümanlara namazı emrederek hem Müslümanların kendisiyle manevi irtibat kurmalarını istemiş hem de namaz vasıtasıyla Müslümanların ruhlarını takviye etmiştir. Daraldıklarında ve yorulduklarında Resûlullah'ın ve Müslümanların namaza durmaları bunun kanıtıdır. Daha İslâm'ın başlangıç yıllarında gece namazıyla emredilmelerinin birçok hikmeti var ama bu hikmetlerden biri de gündüz verecekleri mücadelede korkaklık ve dünyevi endişeleri yenmek için manevi bir takviyedir.
Mustafa Melih Erdoğan
Ali Altuğ Biçer, Ali Kürşat Sak, Arifenur Güngör, Ayfer Genç, Yılmaz Ayşegül, Elif Çaycı, Berk Çaycı, Duygu Celayir, Faruk Yazar, Huzeyfe Zahit Atan, Lütfü Çakır, Mahmut Sami Güngör, Mahmut Esad Ergin, Mehmet Sağlam, Murat Can Gökdemir, Neslihan Arıcı Özcan, Mustafa Ilıcalı, Nihan Yavuz, Oğuz Demir, Şükrü Mete Tepegöz, Tolga Ala Ümmügülsüm Zor, Vildan Merve Yılmaz, Yunus Özcan, Yusuf Artar, Yusuf Tuna, Didem Zeynep Beyazı, Zeynep Çelik Gülseven Gelişen ve değişen sosyal, iktisadi, siyasi şartlar, doğru kararlar almayı ve stratejik hamleler yapabilmeyi elzem hâle getirmiştir. Karar vericilerin doğru ve tutarlı kararlar verebilmesi için ellerinde doğru bilginin bulunması gerekmektedir. Doğru bilgiye ulaşılabilmesi anlık bir durum değildir. Doğru bilgi tedariki için bir süreç gerekmektedir. “Katma değer” motivasyonunun giderek arttığı günümüz şartlarında, bunun en önemli kaynağının bilgi olduğu tecrübe edilmiştir. Bilgi unsurunun ihmal edildiği dönemlerde yaşanan acı tecrübeler, doğru bilgiye zamanında, ekonomik ve tutarlı şekilde ulaşabilmenin önemini gözler önüne sermiştir.
Bu kitapta; yaklaşık 20 farklı disiplinden katkı sağlayan öğretim üyeleri ve alanında uzman profesyoneller ile bilgi kavramına çok yönlü ve disiplinler arası bir bakış kazandırılmaya çalışılmıştır. Bu yolla bilginin tüm bilim dallarının temel ve en önemli girdisi olduğu tekrar göz önüne çıkartılmaya çalışılmıştır. Bu özelliği sayesinde başta akademisyenler olmak üzere tüm ilgililerin kendi alanlarının yanı sıra farklı disiplinlerin bilgi kavramına olan yaklaşımlarını da inceleme ve irdeleme fırsatı bulunacaktır. Bu yönüyle alanında bir boşluğu dolduracağı düşünülmektedir.
Yüksel Özdemir Bir Dem Hayat'ta, dert ve sıkıntılara her gün bir yenisinin eklendiği Anadolu'nun bağrında büyüyen bir çocuğun hayat mücadelesi ve bu zorlukları aşarken yaşadıkları kaleme alınmıştır. Anadolu -ki her kapının ardında ayrı ayrı hikâyeler yaşanır- havası hüzün üfler, suyu ağıt çağlar, toprağı ölüm kokar… Gölgeler bile yoksuldur burada, ince bedenleri yine eski, ince kumaşlar örter. Fukaralığın, cehaletin, çaresizliğin, umutsuzluğun içinde yoğrulmuş hayat çok zordur burada, öyle ki doğduğu an başlar insanın yaşam savaşı…
Çocuklarını okutmak için mücadele eden anne ve babanın fedakârlıkları, karşılaşılan zorlukların birer birer aşılması, haksızlıklara çalışkanlığı ve emeği ile cevap vererek olgunlaşan bir karakterin anlatısı…
Eserdeki her kelime, her cümle ve her hikâye hayatın hakikatlerini aktarmakta, yazarın kişisel dünyasının süzgecinden geçerek sizlerle buluşmaktadır. Her kelimesi titizlikle seçilen eserde, damla damla süzülen duygular özgün bir anlatımla sayfalara nakşedilirken okurlara zorlu yaşam koşullarında sığınacakları ufak bir liman niteliğinde anılar sunulmaktadır.
Unutmayın!
Anılar uykuya dalarken hayat küllerinden yeniden doğacak,
Haksızlık eden haksızlığa uğrayacak,
Yarı yolda bırakan yarı yolda bırakılacak,
Yılmadan çalışan muhakkak başaracaktır.
İnsanların kaderini ancak onların hayatına dokunabilen insanlar tayin eder. Bilgelerin olmadığı coğrafyalar, erdem güneşinin aydınlatamadığı çorak topraklardır.
Enis Akın Reklamcılığın, tüccarlığın alıp başını gittiği, iletişimin her şeyi kusursuzlaştırmaya yeltendiği bir dünyada kekemelik bir erdemdir. Dil sürçmeleri insanın en kişisel imzalarıdır. Hata yapan insanın durumu mükemmeliyetçiliğin gözlerinin içine fırlatılan sırıtkan bir bakış olarak beşeridir. Dil sürçmeleri, yanlış yerde kullanılan kelimeler, konuşurken yapılan hatalar susturmaya çalıştığımız bir benliğin sesi olarak üzerinde ilgiyle durmaya değer. Kusursuzlaştırma kompleksinin yok saydığı iç benliklerimizin tek dilidir o küçük yanlışlıklar.
Kekeme şiir yazarları deneycidirler. İstekleri salt biçim olarak yeni bir şeyler yapmış olmak için deney yapmak değil, şiiri salt tekniğin ötesinde, hayatın ifade edilmemiş alanlarına yaymak ve hayatı önerdikleri yeni dilin olanaklarıyla bir daha göstermektir. Türk şiirinde bunun örnekleri çoktur.
Kenan Gürsoy Medeniyet, ayırıcı olmaktan çok birleştirici ve bütünleştirici bir kavramdır. Kültürü âdeta gerçekleştirilmesi söz konusu olan bir insan anlayışı etrafında toparlar. Sadece kendine dönük olmaksızın, bütün bir cihan için teklif edebileceği toplu bir görüşü, bir vaadi, kendisi ve diğerleri için tasavvur ettiği bir projesi vardır. Bu proje; kendi değerlerinden, onları gerçekleştirme azminden ve temelde bulunan bir kendilik bilincinden kaynaklanır. Fakat yöneliş itibariyle evrensel bir ufku hedefler.
Acaba bizim kendi medeniyet tasavvurumuzdan kaynaklanan evrensel bir projemiz var mıdır? Bu kitaptaki söyleşilerde ve bildiri metinlerinde, böyle bir soru, felsefî anlamda değerlendiriliyor. Zira felsefe, kültürel alanı sadece nesnel yapısıyla değil; fakat onu var kılan insanın, değer bilinciyle gerçekleştirmeye çabaladığı projeleriyle de anlamaya çalışır.
Kenan Gürsoy Sevgiyle değerlendirmemiz gereken bir kültürümüz, bir dilimiz, bir edebiyatımız var. Dahası tam da “İrfan kültürümüz işte budur” diyebileceğimiz, bugün özgürce ve evrensel kucaklayıcılığı ile işleyebileceğimiz bir tasavvuf geleneğimiz söz konusu. Bu fikirden hareketle, felsefenin neden bir “gelenek işi” olduğunu gösteren yazı, bildiri ve mülâkatlardan oluşan ve tasavvuf geleneğimizin felsefî bir yaklaşımla tahlil edildiği “Bir Felsefe Geleneğimiz Var mı?”, Türkiye'de düşünme çabasını ciddiye alan herkesin cevaplaması gereken bir soruya dikkat çekiyor.
Mehmet Emin Erişirgil Mehmet Emen Erişirgil’in Bir Fikir Adamının Romanı: Ziya Gökalp isimli eseri, objektif ilmî değerlendirmelerin yanı sıra Erişirgil’in kişisel gözlemlerini de yansıtan önemli kitaplarından biridir. Prof. Dr. Aykut Kazancıgil ve Prof. Dr. Cem Alpar’ın yayına hazırladığı bu eser Ziya Gökalp’e ilişkin ön önemli kitaplardan biridir: “Dilde yeni cereyan açmak kâfi değildi. Her alanda “yeni bir hayat” lazımdı. Sultan Hamit zamanında ve meşrutiyetin ilk yıllarında (yeni hayat) sözünün sihirli bir manası vardı. Aydınların gözünde bu söz, başlı başına bir ufuk açardı. Sultan Hamit devrinin bilgili geçinen gençlerine göre Yeni Hayat, Türkiye dışında yaşamaktan ibarettir. Çünkü Türkiye’de yeni bir hayat doğamazdı; ve bunu ümit etmek de boşunaydı. Fakat onların beklemedikleri ve ummadıkları bir zamanda Meşrutiyet ilan edilince bu defa Yeni Hayat’ın doğduğunu sandılar. Fakat bu ümit çok sürmedi. Yıllarca susturulan basın, serbest oluverince eli kalem tutanlar çıldırmışa döndüler, Meşrutiyet ilan edildiği zaman, “Cemiyet-i Mukaddese “ye nasıl minnet ve şükranlarını arz edeceklerini bilemeyen İstanbul basını, daha iki ay geçmeden İttihat ve Terakki’nin “rical-i gaybma” sövüp saymaya başladılar. Müslüman olmayan azınlıklar da ortalığın karışıklığından faydalanarak milli emellerinin gerçekleşmesi için çalıştıkları her hareketlerinden belliydi. İşin garibi şuydu ki, Sultan Hamit’in şu veya bu sebeple sürdüğü insanların bir kısmı umdukları işlere geçirilemeyince “Mağdurin-i Siyasiye” (yani, Siyasal Haksızlığa Uğrayanlar) diye bir cemiyet kurdular. Kendilerini sürgünden kurtaran Cemiyetin ileri gelenlerine atıp tutmakta elebaşlığı yapmakla övünüyorlardı.”
Hakan Yıldız “…Askerlerimiz, helalleşmeye ve vedalaşmaya başladılar. Bir yandan da ağlayarak birbirlerine, 'Ey birader, birbirimizin ölüsünü kâfirde bırakmayalım. Sağ kalanlarımız, ailelerimize selam götürsün ve oğullarımızın gözlerinden öpsün!' diyorlardı. Yalnız kaldıklarında ise 'Ah Rabbim, sabah ne zaman olur?' diye sabırsızca söyleniyorlardı…”
“…Ardı ardına dolduran 400 top aynı anda ateşlendikçe kâfir ordusu sarsılıyor, akabinde yine aynı anda patlayan 90.000 tüfek ateşler saçıyordu. Bu gülle ve mermiler, kâfirin toplarını ve tüfeklerini ateş edemez hâle getirmişti. Dahası kâfirlerin yiyecek hiçbir şeyleri yoktu. Komutanları, sadece kuşatıldıkları küçük alanda bulunan bir miktar söğüt ağacının kabuklarını soydurarak askerlerine kumanya olarak veriyorlardı. Bu sebeple kuvvetten düşerek ölmeye başlamışlardı. Bir kısmı da dizanteriden kırılıyordu. Ölülerinin bir kısmını toprağa gömüyor, diğer kısmını ise siperlerinin önüne yığıyorlardı. Bunu gören gazilerimiz, 'Bu Rabbimin lütfundandır.' diyerek Yüce Allah'a şükrediyorlardı...”
“…Han, birçok şey söyledikten sonra veziriazamı şöyle ikaz etti: 'Ey paşa oğlum! Bu hususta acele etmeyin. Her kararınızı, danışarak ve şeriata uygunluğunu gözeterek verin. Bu işler büyük işlerdir. Bütün sorumluluğu üzerinize almayın, sonra zahmet çekersiniz. Zira bu kâfir çok dönek ve güvenilmez bir kâfirdir. Ben hilesini çok gördüm. Babamın döneminde de çok hilesi görülmüştür. Aman dikkatli ve uyanık olun!'…”
“…Eşyaları gelen rehinler ise veziriazam hazretlerinin türlü türlü iyiliklerinden ve cömertliklerinden hemen yüz bulmuştu. Özellikle veziriazamın kethüdası olan Osman Ağa ile Divan Efendisi Ömer Efendi gibi yeni yetişmiş nazlı çelebiler, huzurda konuşan elçiyi bir anda etkileri altına almış ve ikramlarda bulunmaya başlamışlardı…”
“…Osman Kethüda ve Ömer Efendi, bu istekleri kabul ederek veziriazama söylediler. Mehmed Paşa da uygun gördü ve bu istikamette ferman buyurdu. Hâlbuki elçilerle müzakerelerde kahrolası çara hiç izin çıkmamıştı! Devlet ricali, dönen gizli kapaklı işlerden hayretler içinde kaldı…”
İsmail Sarp Aykurt Propaganda ve ideoloji, gündelik yaşamda “tehlikeli” olarak kategorize edilen ve ön yargılarla yaklaşılan iki fenomen olarak öne çıkartılır. Ancak aslında, kavramlar üzerinde bu “tehlikelilik” algısını yaratan, iktidar ilişkileri olduğu kadar buna yaslanan baskın sınıfsal söylemler ve tarihsel deneyimlerdir.
Bu çalışma; propaganda ve ideoloji arasındaki diyalektik ilişkiyi savaş düzleminde ele alıp kavramın “kirlendiği”, tahribat ve tortu ürettiği düşünülen kritik dönemlerden olan 1939-1945 momentini yani İkinci Dünya Savaşı'nı merkezine almaktadır.
Yine çalışma, ideolojilerin çatışma alanı hâline gelen ve teamüller dışı bir siyasi karmaşa hâlinin de eşlik ettiği İkinci Savaş'a değinmekle birlikte psikolojik savaş unsurları, algı yönetimi ile farklı propaganda ilke ve tarzlarının toplumların düşünüşlerini şekillendirdiği bir altüst oluş dönemini “afişler üzerinden” görerek dönemin günümüzle olan tarihsel ilişkisini düşünmeyi önermektedir.
Araştırma, İkinci Savaş'ı önceleyen dönemi de inceleyerek propagandanın savaş konjonktüründe ideolojilerle birlikte kapsamlı bir güce dönüştüğü tespit etmekte ve dönemin günümüze önemli bir birikim ve tarihsel miras devrettiğinin yadsınamaz olduğu sonucuna ulaşmaktadır.
Son tahlilde kitap, bir referans çalışma olma iddiası taşıdığı kadar savaşta kamplaşan ülke ve güç odaklarının siyasal propagandaları ve afişlerinin karşılaştırmalı analizinin güncel bir önem taşıdığının altını çizerken buna, toplumlara “kötücül” olarak zerk edilen tarihsel kavramların güncel kullanımlarına ilişkin bir sorgulamanın da eşlik etmesi gerektiği konusunda ısrar etmektedir.
Abdüssamed Koç, Gökhan Gürler, İsmail Şimşir, Mehmet Bağış, Oğuzhan Öztürk, Umut Orhan, Zülküf Çevik Son yirmi yılda hem uluslararası hem de ulusal literatürde birçok bilimsel alana ilişkin giderek artan sayıda bibliyometrik araştırma yapıldığı görülmektedir. Özellikle uluslararası literatürde bibliyometrik araştırmalarla ilgili bilgi birikimi sürekli olarak artmaktadır. Ancak ülkemizde bibliyometrik araştırmaların sayısı artmakla birlikte, uluslararası literatürle karşılaştırıldığında, bibliyometrik analizin “ne olduğu” ve “nasıl yapılması” gerektiğine ilişkin bilgi birikiminin yeterli olmadığı da söylenebilir. Herhangi bir konuya dair bilgi birikiminin oluşmasında bilimsel kitapların rolü açıktır. Bu anlamda özellikle ulusal literatürde bibliyometrik araştırma/analiz ile ilgili yeterli bilimsel kitabın olmayışı, bu kitabın hazırlanmasındaki temel motivasyonu oluşturmuştur.
Kitapta, bibliyometrik analiz, bir literatür incelemesi aracı olarak ele alınmıştır. Kitap, farklı alanlardaki araştırmacılar için bir bibliyometrik araştırmanın nasıl yürütüleceğine ilişkin teorik ve pratik bir kapsam sunmaktadır. Kitabın genel kurgusu, bu kapsam doğrultusunda oluşturulmuştur. Bu bağlamda, araştırmacıların kendi araştırma alanlarına yönelik bir bibliyometrik araştırmayı nasıl tasarlayacakları ve gerçekleştireceklerine ilişkin sürecin her bir aşaması, kitapta, yedi ayrı bölümde rafine bir anlatımla sunulmuştur.
Kitabın hedef kitlesini, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin yanı sıra kendi araştırma alanı ile ilgili bibliyometrik bir araştırma yürütmek isteyen kariyerlerinin farklı aşamalarındaki tüm araştırmacılar oluşturmaktadır.
Adem Sağır, Raşit Esen, Esra Kocakaya Tarihte adına biyografiler yazılmış yöneticilerle sıklıkla karşılaşmak mümkün değildir. Eğer biyografisi yazılmış bir yönetici söz konusuysa o hem kişilik hem de liderlik bakımından tarihe iz bırakmış demektir. Prof. Dr. Burhanettin Uysal, hem kişilik hem de liderlik özellikleriyle son dönemde Türkiye'de ender rastlanabilecek liderlerden birisiydi. Adını Karabük Üniversitesi rektörlüğü sürecinde duyuran Prof. Dr. Burhanettin Uysal, üniversitenin kurucu rektörü olarak uzun bir süre hem vizyonu hem de akademik nosyonuyla bir “lider” sıfatıyla hafızalarda iz bırakmıştır. Bu kitap, bahse konu hafızayı kayıt altına almak adına Prof. Dr. Burhanettin Uysal’ın hayatlarına dokunduğu insanlardan derlenmiş anlatılardan oluşturulmuştur. Bu çalışmadan ilhamla Türkiye'de bu tür çalışmaların yaygınlaşması, kurumların geçmiş ve gelecek bellekleri için önemli bir adım olacaktır.
Hasan Kazak Prof. Dr. Osman OKKA; üniversiteye, öğrencilerine, ülkesine, insanlığa ve inanca adanmış bir ömür... Dava adamı olmak mücadele azmi ve gayreti ister. Yolu dikenlerle ve çilelerle doludur. Dava adamı olmak yürek ister, her kişinin değil er kişinin harcıdır. Davası uğruna birçok şeyden vazgeçer. Mutluluğu ve dinlenmeyi öbür aleme bırakır. Bir büyük alimin dediği gibi “Evladım öldüğümüz zaman kabirde çok uyuyacağız burası uyuma değil çalışma yeridir”. İşte bu düsturla hiç durmayan bir çalışma hikâyesi Prof. Dr. Osman OKKA’nın hayatı. Bazen eşi Hafize teyzenin “Evladım, Osman'ın kabrini üniversitenin bahçesine yapınız. O talebelerinden ayrı kalamaz. Hatta bilgisayarıyla, kitaplarıyla birlikte gömün, Osman onlarsız da yapamaz.” diye tatlı bir serzenişte bulunduğu bazen eşinizin bile tatlı sitayişleriyle karşı karşıya kaldığınız bir adanmışlıktır bu. Hayatı boyunca öğrencilerinin büyük adam olması Türkiye’yi daha ileriye taşımaları için yapılmış bir mücadele. Hedefi her zaman ülkesini gelişmiş ülkeler seviyesine taşımak ve bunu yapacak olan nesilleri en vasıflı şekilde yetiştirmek olmuştur. Bunu yaparken mücadeleci ruhu bazen öğrencileri açısından çok zor hoca olarak anılmasına da sebep olmuştur. Fakat öğrencilerinin zaman geçip iş hayatına atılınca gerçeği anlamaları çok uzun sürmemiş her zaman koşup hocalarının ellerine hürmetle sarılmışlardır. Artık anlamışlardır: Osman hocalarının onların eline verdiği hünerler, onları iş hayatında hızlıca mesafe almalarına imkân sağlamaktadır. Bu çalışma azmi onu yormuş mudur? Hiç sanmam. Rahmetli Neşat Ertaş’ın babası Muharrem Ertaş’ın dediği gibi “Aşkınan çalışan yorulmaz”. Osman hocamız seksenine merdiven dayamış olmasına rağmen çalışma azmiyle bizlere hâlen örnek olmaya devam etmektedir. Evet sağlık problemleri eski yoğunluğuyla çalışmasına izin vermemektedir -aslında yakınları bıraksa devam edecek de- fakat yine de o mücadeleden geri durmamakta, KTO Karatay Üniversitesinde akademik hayatına devam etmektedir. Bu eser, okuyucunun onun hayatını bir nebze anlaması ve gelecek nesillere ilham vermesi için kaleme alınmıştır. Tüm okurlarına faydalı olması dilek ve temennilerimle.
Dr. Hasan Kazak
Galsan Tschinag Batı Moğolistan’ın Bayan Ölgiy Sum bölgesinde Türk dilli küçük bir topluluk yaşar. Tıva kiji, Tuvalar ya da Altay Tuvaları olarak tanınırlar. Almanca yazdığı öykü ve romanlarıyla edebiyatta saygın bir yer edinen Galsan Tschinag, bu Tuvalara mensuptur. Büyük övgüler alan eserlerinde Tuvaların hayatını ve kültürünü çarpıcı resimlerle anlatır.
Bir Tuva Hikâyesi yazarın ilk eseridir. Bir Tuva Hikâyesi yaşanmış bir olaya dayanır.
Okurken yabancılık çekmeyeceğiniz bu eserin büyük yazarını, Türk okuyucularıyla buluşturuyoruz.

Yazar, Adelbert-von-Chamisso, Puchheim Okuyucu Ödülü, Heimito von Doderer Edebiyat Ödülü, Almanya Liyakat Nişanı, Alman Endüstri Birliği Edebiyat Ödülü, Avrupa TREBBIA Ödülü, Marburg Şehri Edebiyat Ödülü sahibidir.
Ali Yıldırım, Gürkan Gündüz, Haluk Erdem, Hasan Boztoprak, Kemal Eroğluer, Kenan Orçanlı, Levent Özdemir, Mehmet Aslantaş, Mustafa Bekmezci, Mustafa Polat, Necmettin Çelik, Ramazan Aslan, Rıza Bayrak, Ufuk Türen, Ümit Ercan, Volkan Ergül, Yunus Gökmen Dünya tarihinde birçok dönüm noktası olmasına rağmen bazı olayların yerküre üzerinde yaşayan topluluklar ve halklar üzerindeki etkileri diğerlerine göre daha fazla olmuştur. COVID-19 pandemisi, bunlardan biri ve en yenisi olarak sadece insanları öldürmekle ve ülkelerin sağlık sistemlerini felç etmekle kalmamış, tüm dünya toplumlarını etkisi altına alarak hayatı toptan tehdit eden derin bir kriz yaratmıştır. Öngörülemeyen bu derin krize çözüm getirmek maksadıyla tüm dünya toplumları, bireyden ulus-ötesi teşkillere kadar her seviyede mevcut krizin olası etkilerinin ve çözüm için alınacak önlemlerin neler olabileceği konusu üzerine yoğunlaşmıştır. Post-modern dönemde insanlığın karşılaştığı bu en büyük krizde alınacak tedbirler ve krize verilecek cevap, yeni dönemin dünya normlarına da ışık tutacaktır.
Büyük çaplı krizlere verilecek cevapların, tekil bakış açısıyla ele alınması hâlinde, çok boyutlu etkileri olan problemler dizisinin çözümünde yeterli olmayacağı bilinmektedir. Bu nedenle pandemi krizinin başlangıcından itibaren disiplinler arası bir yaklaşımla problemin ne olduğunun tespiti ve nasıl çözülebileceği konusunda bireysel, kurumsal, toplumsal ve küresel arayışlar devam etmektedir. Bu arayışa Türkiye özelinde akademik destek sağlamak üzere daha sürecin başında bir araya gelen alanında uzman akademisyenler tarafından başlatılan COVID-19 pandemisi sonrasında ekonomi, yönetim ve toplumun analizi çalışmasının sonucunca bu kitap ortaya çıkmıştır. COVID-19 pandemisini disiplinlerarası bakış açısıyla ele alan ilk çalışmalardan biri olarak bu eser konuya ilgi duyan kişilerden iş hayatındaki profesyonel çalışanlara, akademik alanda çalışanlardan lisans ve lisansüstü öğrencilere, şirket yöneticilerinden sağlık alanı çalışanlarına kadar toplumda konu ile ilgilenen tüm kişiler için geniş bir bakış açısı sağlamaktadır.
Hakan Yıldız 1711 Prut Seferi hakkında bir yeniçerinin tuttuğu bu günlük sayesinde belki de dönemin tarihçilerinin yazdığından fazlasını bilme imkânına sahibiz.
Yeniçeri Kâtibi Hasan, elli beş yıllık bir yeniçeri olarak son seferine çıkarken sadece işi gereği değil, tarihe kişisel bir tanıklık bırakmak için de kâğıda kaleme sarılmıştı.
Savaşın ilanından başlayıp dönemin etraflı bir uluslararası siyasal değerlendirmesini de yaparak seferi pek çok ayrıntısıyla kayda geçirmişti: Sefer yürüyüşü, muharebe alanına varış, konaklama, muharebeler, serdengeçtilerin akınları, firari askerler, düşman kovalamalar ve barışın imzalanması...
Savaş sonrasında ihmali görülenlerin nasıl cezalandırıldığını ve Rusya ile süren diplomasi trafiğini de anlatan Kâtip Hasan sözlerini şöyle bitirir: “Bu günlüğü okuyan ilim irfan sahibi kardeşlerimizden; beni hayır dua ile yâd etmelerini, sözlerimdeki eksiklikleri tamamlayıp hatalarımı düzeltmelerini ve kusurlarımı örtmelerini niyaz ederim”.
Yeniçeri Kâtibi Hasan, bir yeniçeri babanın oğlu olarak doğar ve babasının izinden gider. 1656-57'de yeniçeri olur; 1672'de Kamaniçe, 1674'te Umman Seferlerine katıldıktan sonra kâtipliğe terfi eder. 1682'de Girit'e tayin edilir ve on iki yıl boyunca adanın farklı şehirlerinde görev yapar. 1694-97'de Midilli'de, 1697-1704'te Eğriboz'da görevini ifa ettikten sonra 1704'te İstanbul'daki ocak kâtipliğine terfi eder. İleri yaşına rağmen 1711'de Prut Seferi'ne katılır ve bu kitabı oluşturan sefer anılarını kaleme alır.
Fikri ÖZÇELİKÇİ Bir zamanların kült dergilerinden İkindi Yazıları'nın hikâyecisi Fikri Özçelikçi'nin ilk kitabı Ebabil Yayınları'nda. Hikâyeye İkindi Yazıları ve Albatros dergileriyle başlayan Özçelikçi, Edebiyat Ortamı ve HeceÖykü'de hikâye çalışmalarına devam ediyor. İç dünyaların anlatımını önceleyen hikâyeleri klâsik olay hikâyesinin dışında ben formu üzerine kurulu. Biraz Sonbahar Biraz Hüzün'de kaybolmuş ideallerin, mutluluk yuvası aile ortamlarındaki tek başınalıkların, aşk acısı taşıyan insanların hikâyelerini bulacak-sınız. Berrak dili, akıcı Türkçesiyle mükemmel hikâyeler usta bir kalemin gecikmiş ilk kitabında sizleri bekliyor.
İrfan ÇAĞLAR Değişim çağının en önemli eylemlerinden biri, değişimi doğru okuyabilmektir. Bunu yapabilen kişi, örgüt ya da toplumlar; bir taraftan ciddi anlamda kendilerini yenileme olanağını elde ederlerken, diğer taraftan da rakiplerine karşı rekabet avantajı sağlamaktadırlar. Değişimi okumanın bir adım ötesi ise onun yönetimidir. Hayatta her şey yönetilebilir. Dinamikleri farklı (asimetrik) işleyen değişim olgusu dâhil. Burada önemli olan; doğru yerde, doğru zamanda, doğru şeylerin yapılmasıdır. Doğru şeylerin yapılması, değişimin doğru algılanmasına bağlıdır. Bu da ilgili taraflarda güçlü değişim algısı oluşturmakla mümkün olabilir.
Değişim algısı uzun erimli bir süreçtir. Bir günde oluşmadığı gibi, bir günde de değişmez. Aynı zamanda uzun süreli enformasyon çabaları ile oluşturulabilecek bir sonucu ifade eder. Çünkü değişimi taraflar kayıtsız şartsız ve hemen kabul etmezler. Alışkanlıklar, statükoculuk ve değişimi hayatın özgürlüğüne yönelik tehdit olarak kabul etme gibi hususlar, bu algının oluşumunu zorlaştırır. Böylece bu ve benzer sebeplerden dolayı değişime karşı direnç noktaları oluşur. Yukarıda da ifade edildiği üzere, değişim algısının oluşumu ve yönetimi sürecinin beklenen sonuçları üretmesi, ilgili sürecin etkin yönetimine ve doğru değişim algısına bağlıdır. Etkin değişim algısının üzerine inşa edilecek bir değişim yönetimi sürecinin, yanlış yapılmaması durumunda başarılı olma ihtimali artacaktır.
“Değişim ve Değişim Yönetimi” kitabı dikkatli bir şekilde okunursa kitabın değişimi yönetmenin ipuçlarını verdiği anlaşılacaktır. Kitabın konsepti; öncelikle temel kavramların açıklanması ve okuyucunun hafızasında detaylı değişim olgusunun oluşturulması, daha sonra çevresel etkiler bazında değişim-çevre ilişkisinin ele alınması ve farklı boyutlar (modernleşme değişim ilişkisi, postmodern ölçekte değişimin incelenmesi ve makro düzeyde değişim algısının ortaya konmaya çalışılması vb.) çerçevesinde değişimin yorumlanması üzerine inşa edilmiştir. Kitaptaki temel amaç; olumlu anlamda değişim algısı oluşturmak ve değişimin lehinde bir farkındalık meydana getirmektir. Ümit ederiz ki bu, gerçeklik kazanır.
Sayim Türkman Bu eserde, Enver Paşa'nın ulusal bir sır gibi sakladığı, Almanya İmparatorluğu'nun yanında Birinci Dünya Savaşı'na giriş sürecimiz ve bunu açığa çıkaran Kazım Karabekir Paşa'nın ifşaatları görülecektir. Ayrıca Sarıkamış bölgesinde Enver Paşa'nın kış şartlarını dikkate almadan verdiği savaş kararı sebebiyle soğuktan ve hastalıktan yüz bin askerimizin şehit düşmeleri, 3. Ordunun dağılmasını fırsat bilen Rus kuvvetlerinin ileri harekâtı ile Erzurum ve Trabzon'u işgal etmeleri ve dört ay süren Kop savunması ile bölgeye gelecek olan yeni birliklere zaman kazandırılması ve 1917 Rus ihtilali’nin getirdiği fırsatı lehimize çevirerek, Bakü'ye kadar şehirlerimizin ve topraklarımızın Rus kuvvetlerinden ve Ermeni çetelerinden temizlenmesi, çok sayıda kaynak kullanarak ayrıntılı bir şekilde izah edilmiştir.
Sayim Türkman Birinci Dünya Savaşı’nda Suriye Cephesi’nin önemli bir yeri bulunmaktadır. Tarih boyunca Kudüs ve Filistin topraklarının Hristiyan ve Yahudilerin hedefinde olması ve Akdeniz ticaret yolunun Süveyş kanalından geçmesi bölgenin tarihî, siyasi ve iktisadi önemini artırmıştır.
Bu eserde; II. Abdülhamid Han’ın kendi döneminde Filistin bölgesinde bir Yahudi devletinin kurulmasını önlemek için aldığı siyasi ve askerî tedbirler, İttihat ve Terakki yöneticilerinin stratejik hataları, Arap milliyetçiliği ve Şerif Hüseyin’in Osmanlı Devleti’ne ihaneti, Ömer Fahreddin Paşa’nın bir kahramanlık destanı olan Medine Savunması, Kanal Seferleri, Gazze Muharebeleri, Nablus Meydan Muharebesi gibi dört yıllık savaş dönemindeki siyasi ve askerî olaylar, ayrıntıları ile incelenmiştir.
Durdu Mehmet Burak Bu eser Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesine çıkışından Birinci Dünya Savaşı öncesi, Savaş dönemi ve sonrasına kadar Osmanlı Devleti üzerinde yazılan senaryoları, oynanan oyunları ve sahneye koyan figüranları arşivlerin tozlu raflarından çıkartarak tarihi gerçekleri okuyucuya ulaştırmak için özveriyle hazırlanan bir çalışmanın ürünüdür. Batılı sömürgeci devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki gerçek niyetlerini, savaşın gizli kalmış noktalarını, işgal güçlerinin amaçsız tutumlarını, yoğun istihbarat çalışmalarını ve buna direnen kahraman Türk milletinin azmini, dirayetini, karakterini ortaya koyan gerçek bir mücadelenin safhalarını gözler önüne seren mütevazı bir bilgi yumağıdır.
Kenan GÜRSOY Prof. Dr. Kenan Gürsoy ile yapılmış olan bir dizi sohbetten oluşan bu eser, on iki başlık altında çağın problemlerini, kültürel, entelektüel, manevi buhranları, insanın özne olmaklığına dair sıkıntıları ele almakta ve bunlar karşısında kendi düşünce geleneklerimizden hareketle çözüme yönelik imkânlar bulunabileceğine işaret etmektedir.
Bu bağlamda tasavvufla bütünleşen bir tefekkürün ufukları, tasavvufa ilişkin olduğu düşünülen kavramların felsefî bir dikkatle yeniden işlenebileceği ve böylece oluşabilecek bir dilin anlamı ve değeri de ele alınmıştır. Bu çabada felsefe ve tasavvufun kavramları, yaklaşımları ve çoğu zaman da sohbet içerisinde açılan insanî ve etik alanın hususiyetleri yol gösterici olmuştur.
“Bir bilmek, bir görmek ve bir sevmek” ifadesi ile özetlenebilecek olan bu tefekkürün temelleri “birlik” ideası (fikri) üzerine inşa edilmiştir.
Vahap Özpolat Türkiye'de farklı kimlikler ve kültürler arasında karşıtlıklara ve birbirine yabancılaşmaya neden olan tedavüldeki olumsuz algı ve ön yargıların, toplumun bir arada yaşama kültürüne, ülkenin birlik ve bütünlüğüne verdiği/vereceği zararın boyutları dikkate alındığında, farklı kimlikler ve kültürlere mensup bireyler veya gruplar olarak, birbirimizi tanımamızın, anlamamızın, empatiyle yaklaşmamızın ne kadar da acil bir ihtiyaç olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Bu bağlamda empati kurması ve kurulması gereken kesimlerden biri de Güneydoğu Anadolu gençleridir.
Sosyal ve psikolojik bir varlık olarak insan, genellikle durduğu yeri, verdiği kararı veya yaptığı tercihi tanımlanma biçimine ve yakıştırıldığı yere göre belirleme eğilimi gösterir. Bu durum, Güneydoğu Anadolu gençlerinin de ekseriyeti için geçerli olup onlara karşı özenli olmayı gerektirmektedir. Zira, onlarla ilgili yapılan tanımlama ve yakıştırmalar, onları kerhen de olsa yapılan tanıma uygun davranmaya, yakıştırıldığı yerde olmaya zorlayabilir. Oysa toplum olarak en acil ihtiyacımız, ülkedeki bütün renkleri, kültürleri ve kimlikleri kapsayacak bir kolektif bilince sahip olmaktır. Bu bilinç, bir diğerini tanımlamayı değil, tanımayı; yargılamayı değil, anlamayı; dışlamayı değil kapsamayı gerektirir. Bilinmelidir ki; ülkede herhangi bir kesimle yerleşik algılar ve ön yargılar üzerinden kurulan; dışlama, tanımlama ve yargılama içeren her türlü ilişkiden en çok zarar gören olgu, toplumun birlikte yaşama kültürü arzu ve iradesi olacaktır.
Birlikte yaşama kültürü bağlamında Türkiye için çözüm: Farklı kültür ve kimliklerin özgürce yaşamasına ve gelişmesine imkân verecek, ama aynı zamanda, çeşitliliğin muhtemel ayrıştırıcı etkilerinden toplumu korumak için farklılıklarla barışık, esnek ve kolektif bir üst kültürde uzlaşmaktır. Çoğulcu, geniş tabanlı olması gereken bu kültürün temel referansları, bünyesindeki kültürlerin kesişme noktaları; millî ve manevi değerlerimiz, insan hakları, demokrasi kültürü, vatandaşlık hakları ve görevleri ile ortak insani ve evrensel değerler olmalıdır.
Leonard J. SWIDLER, Reuven FIRESTONE, Mehmet ESGİN , Kenan ÇETİNKAYA Birlikte yaşama kültürü ve diyalog, huzurlu bir toplumun oluşmasında hayati rol oynayan olgulardır. Asırlar boyunca kendi geleneğimizde ve kültürümüzde yaşattığımız bu değerleri, yirmi birinci yüzyılda yeni okumalarla tekrar hatırlamalıyız. Bunu yaparken de birlikte yaşamanın genel esaslarından birisi olarak karşıdakini de dinlemeli ve onun da birlikte yaşama ilişkin neler düşündüğünü anlamaya çalışmalıyız.
Bu kitabı, işte bu açıdan düşünebilirsiniz. Beş farklı geçmişe sahip akademisyenin, birlikte yaşama ve diyaloğa dair kıymetli makalelerini bir araya getirdik. Katolik, Anglikan, Yahudi ve Müslüman bakış açılarıyla birlikte yaşama, önyargılar ve diyalog meselelerini ele alan elinizdeki kitap, Türkiye'deki diyalog ve birlikte yaşama kültürüne entelektüel düzeyde katkı yapmayı amaçlıyor.
Ömer Saya - Emrullah Güney Bitki Coğrafyası I, özellikle coğrafya, biyoloji, sosyal bilgiler, ilköğretim sınıf öğretmen adaylarının gereksinimi düşünülerek hazırlanmış bir ders kitabıdır. Ancak bu kitaptan, Ziraat, Orman ve Çevre Mühendisliği Fakülteleri, Biyoloji ve Peyzaj Mimarlığı Bölümü öğrencilerinin de yararlanması mümkündür. Liselerde görevli coğrafya ve biyoloji öğretmenleri de kitabı kullanabilecektir. Kitap toplam altı bölüm olup konular öz-özet olarak işlenmiş, böylece bir yarıyıl içinde tüm konuların izlenmesi ve bitirilmesi gözetilmiştir. Her bölümün sonuna kitabı daha çekici duruma getiren ilginç okuma parçaları eklenmiştir. Dizinin ikinci kitabı olan “Bitki Coğrafyası II. Türkiye Bitki Coğrafyası” da hazırlanmaktadır. Böylece bir “set” ortaya çıkacak; Dünya genelinde ve Türkiye özelinde bitki coğrafyası konuları bütünüyle yayımlanmış olacaktır. Vejetasyon Coğrafyası, Flora adı altında birçok yayın olmakla birlikte, Bitki Coğrafyası I, konuları ele alışıyla seçkin bir kitap olma özelliği göstermektedir.
C. Barry Cox, Peter D. Moore, Richard J. Ladle Bu kitap, bugün yerkürede gördüğümüz yaşam örüntülerinin dünyanın iki büyük mühendisi tarafından nasıl oluşturulduğunu ortaya koyar: Bunlardan jeolojik mühendisler - levha tektoniği - yerküre üzerindeki yaşamın koşullarını değiştirmiş, biyolojik mühendisler - evrim - ise bu değişikliklere reaksiyon olarak yeni yaşamsal örüntüleri ve yeni yaşam formları oluşturarak yanıt vermiştir. Bu kitap, biyocoğrafik araştırmaların üç alanını kapsayan tek ders kitabı olmayı sürdürmektedir: kıtasal biyocoğrafya, ada biyocoğrafyası ve denizel biyocoğrafya.
40 yıldan daha fazla bir süre içinde sekiz başarılı basımı sayesinde, Biyocoğrafya: Ekolojik ve Evrimsel Bir Yaklaşım kitabı, konuları anlamak için gerekli olan ve çeşitli bilimsel disiplinlerin kapsamlı ve ayrıntılı araştırmalarını sağlamıştır. Bu ders kitabı, güncel araştırma tartışmalarıyla zenginleştirilmiş ve geliştirilmiştir. Bu nedenle temel biyolojide ve tarihsel biyocoğrafyada sağlam bir alt yapıya sahip olması nedeniyle övgüyü hak etmiştir.
Bu temel üzerine inşa edilen dokuzuncu basım, moleküler araştırma metotların yükselişi gibi son gelişmeleri içermekte ve dünyanın biyocoğrafya konusundaki anlayışımızı değiştiren araştırma ve tartışmaların detaylı bir keşfini sunmaktadır. Mevcut bölümleri güncellemesinin yanında, türlerin dağılışı üzerine veri toplamak ve birleştirmek için yeni teknikleri tartışan Richard Ladle tarafından yazılan koruma biyocoğrafyası üzerine yeni bir bölüm vardır.
ÖNCEKİ BASKILAR HAKKINDA DÜŞÜNCELER
“Öğrencilerin çekici ve erişilebilir olan birçok disiplini kavraması için belirli bir deneyim ve isteklilik arzusu gerektiren bir konuyu hazırlamalarından dolayı yazarları bir kez daha tebrik ediyorum… bu kitap öğrenciler için vazgeçilmez bir ders kitabı olmayı sürdürecektir”.
Dr. Malcolm Greenwood, Loughborough Üniversitesi, İngiltere.

“Bu kitap biyocoğrafya biliminin geniş bir özetidir fakat detaylarla doludur… yeni referansları ve güncel gelişmeleri içermektedir. Denizel sistemler de dâhil olmak üzere çoğu büyük biyomları dengeli bir şekilde kapsaması gerçekten takdire şayandır”. Profesör George Robinson, Albany Suny, Amerika.
“Biyocoğrafyanın son baskısı biyocoğrafyanın geçmişinin ve ilgili bilimlerin ve biyocoğrafyadaki en son gelişmelerin nasıl sonuçlandığına mükemmel bir bakış açısı sunar”. Blumea, Haziran 2005.
“Biyocoğrafya üzerine mükemmel bir başlangıç kitabı… açık ve düzgün bir şekilde yazılmış, çok iyi yapılandırılmış ve etkili bir şekilde resimlenmiştir… bir kez daha söylemek gerekirse yazarlar klasik metinlerini çok başarılı bir şekilde canlandırmışlar ve bu kitabın gelecek yıllarda çok satan bir kitap olacağından eminim”. Martin Kent (Plymouth Üniversitesi).
Ferzan Durul, Gözde Aynur Mirza, Özgür Dirim Özkan, Melin Levent, Mehmet Gürlek, Uğur Zeynep Güven, M. Tolga Uslu, Süleyman Şanlı, Sanem Kulak Gökçe, Abdurrahman Yılmaz, Ebrar Akıncı, Mehtap Demir, Erdem İlgi Akter Yüz yılı aşkın zamandır “insan”ı bütüncül olarak ele alma iddiasında bulunan antropoloji, yeni bir sosyal bilim dalı olarak tarihteki yerini almış; zaman içinde kültürel olguların değişmesiyle kendisi de dönüşüme uğramış, alt disiplinlere ayrılmıştır.
Bizi Şekillendiren Kültür – Sosyal ve Kültürel Antropolojiye Giriş kitabı da bu sosyal bilim alanını tanıtıcı bir metin olarak okuyucuya sunuyor.
Antropolojinin ortaya çıktığı koşullardan başlayarak diğer sosyal bilimlerle etkileşimini izleyen bu kitapta; kuramsal yaklaşımlar kadar antropolojinin; saha deneyimleri, araştırma yöntemleri, dil, iktisat, cinsiyet, aile, siyaset, hukuk, din ve sanat alanlarını değerlendirmesi de tartışılıyor.
Aynı kalan ve/veya başkalaşan herşey kültürün alanına giriyorsa insana dair ortaklıklar ve farklılıklar da kültürel antropolojinin çalışma alanına giriyor demektir. Bu kitap; "bizi şekillendiren kültür"ü, "kültürü şekillendiren biz"i dahil ederek tartışıyor ve iki yönlü bir antropoloji çerçevesi çiziyor.
Sait Vesek Suriyeli göçü Türkiye'de siyasi, toplumsal ve akademik tartışmaların önemli bir parçası hâline gelmiştir. Bu konunun önümüzdeki yıllarda da önemini koruyacağı aşikârdır. Zira Türkiye, dünyada en fazla Suriyeli mülteciyi barındıran ve bu göç sürecinden en çok etkilenen ülkelerden biridir. Bu kitap, Suriyelilerin hem iç savaş sırasındaki hem de Türkiye'deki mültecilik deneyimlerine odaklanmaktadır. Bu doğrultuda kitap; Suriyelilerin iç savaş sırasında Türkiye'ye gelmeden önce yaşadıklarını, Türkiye'ye geliş süreçlerini, bu araştırmaya temel teşkil eden saha çalışmasının yapıldığı Gaziantep ve İzmir'i neden tercih ettiklerini, iş gücü piyasasında ne ölçüde ve ne şekilde yer edindiklerini ne tür fırsat ve zorluklarla karşılaştıklarını, zorunlu göç mağduru olarak kentlerin zorlu yaşam koşullarında tutunma sürecinde ne gibi stratejiler geliştirdiklerini ele almıştır. Bunun yanı sıra Türkiye'de kalmak, Batı ülkelerine gitmek veya Suriye'ye dönmek isteyenlerin bu eğilimlerinin ardında ne gibi faktörlerin olduğu bu kitabın üzerinde önemle durduğu başlıklardandır. Kitabın Türkiye'de göç konusundaki tartışmalara katkı sunması dileğiyle…
Serdar Özalp Bünyesinde birçok işlem ve uygulamayı barındıran borsa, İslam iktisadı çalışmaları için önemlidir.
Nitekim bünyesinde pay, borçlanma araçları, vadeli işlem ve opsiyon, kıymetli madenler ve kıymetli taşlar piyasaları ile bu piyasalara ait birçok ürün ve sözleşmeyi barındırması bakımından borsa; İslam iktisadı çalışmaları için konu bakımından zengin bir yapıya sahiptir. Borsada uygulanan işlemler, hukukî bir zemine dayanmakla birlikte, bu işlemlerin uygulanışı, birçok fıkhî konuyu ve problemi beraberinde getirmektedir. Bu işlemlerden birisi olan açığa satış işlemi için de aynı durum söz konusudur. Çünkü açığa satış işlemi birçok fıkhî konuyu bünyesinde barındırmaktadır. Bu sebeple çalışmanın amacı, borsada yapılan açığa satış işleminin teknik uygulanışını ortaya koymak
ve fıkhî değerlendirmesini yapmaktır.
Kitap, açığa satış işleminin bir finansal ürün olarak fıkhî açıdan tahlile muhtaç yönlerine eğilmektedir. Bu bakımdan konuyu; araştırmanın konusu, amacı, önemi, yöntemi ve kaynaklarını içeren giriş kısmıyla birlikte üç bölümde incelemektedir. Birinci bölümde açığa satış işleminde karşılaşılabilecek çeşitli kavramlara yer verilmiş ve yine işlemin fıkhî olarak değerlendirilmesinde ortaya çıkan konulara kısaca temas edilmiştir. Araştırmanın ikinci bölümünde, açığa satış işlemi için yapılan tanımlar sınıflandırılarak ele alınmış ve ardından işlemin ayrıntılı uygulanışına, çeşitlerine ve piyasaya İktisadî açıdan etkilerine değinilmiştir. Üçüncü bölümde ise fıkhî açıdan tespit edilen dört konu üzerinden
işlemin İslam hukuku açısından değerlendirilmesine yer verilmiştir.
Kitap, özellikle konunun fıkhî boyutunu ele alan Türkçe bir çalışmanın olmaması göz önüne alındığında Türkçe literatüre önemli bir katkı oluşturmaktadır.
Adem Dağ Boşanma, iki insanın karşılıklı rızasına dayanarak resmî olarak onaylanmış evliliklerini hâkim kararıyla sonlandırmalarına denilmektedir. Bu kitap, öncelikle boşanmanın tarihsel arka planını, boşanma sürecini açıklamakta ve Türkiye'de aile kurumunun yapısal dönüşümüne bağlı olarak boşanma olgusunu ele almaktadır. Kitabın başında geçmişten günümüze boşanma olgusu ve din arasındaki ilişki ele alınmıştır. Ardından boşanmanın nedenleri, istatistikleri, boşanma süreci ve modelleri açıklanmıştır. Daha sonra boşanma sürecinden en çok etkilenen çocuklar ve toplumun ruhu olan sosyal sermaye ve boşanma arasındaki ilişki ele alınmıştır.
Tarihsel süreç incelendiğinde birçok toplumda boşanmayı önlemek için engellerin oluşturulduğu ve boşanmanın zorlaştırıldığı görülmektedir. Fakat boşanma her dönem ve her çağda var olan bir gerçeklikti ve var olmaya da devam edecektir. İnsan her ne kadar bir ömür mutlu olmak için evlense de her zaman hayal ettiği mutluluğu bulması mümkün değildir. Artan bireyselleşme, ben algısı, bireysel tatmin duygusu ve ailenin birçok görevi topluma vermesi boşanma oranlarını artırmaktadır. Boşanmak, sadece hâkimin mahkemede boşanma kararı vermesinden ibaret değildir. Çünkü boşanma; sosyal, psikolojik, ekonomik, psişik vb. birçok boyutu olan bir gerçekliktir. Boşanma sadece karı kocayı ilgilendiren bir karar da değildir. Öncelikle çocuklar, sonra aileler ve ortak arkadaşlar bu süreçten etkilenecektir. Bu bakımdan boşanma öncesinde karar vermek, mahkeme süreci ve boşanma sonrasında uyum süreci kişiden kişiye değişmektedir.
Bülent Şen Birbirini severek evlenen, birlikte yaşlanmayı hayal eden ve çocuk sahibi olduktan sonra istenmeyen birçok yaşantı sonrası kendi aralarındaki sorunları çözemeyip, belki de aile danışmanlığı hizmeti aldıktan sonra boşanmaya karar veren çiftlerin; boşanmanın olumsuz süreçlerini yaşarken, mahkeme ortamında şartların daha da zorlaştırıldığı durumlarda birbirlerine ve çocuklarına daha fazla zarar vermemeleri, boşanmanın her iki taraf içinde daha adil koşullarla, daha kısa zamanda, daha ekonomik olabileceği, boşanma sonrası her iki tarafın ve ailelerinin dost olarak kalabileceği, çocukların her iki ebeveyni de düzenli olarak görebilecekleri ve destek alabilecekleri, tarafsız bir üçüncü kişinin gözetiminde ortak kararlar alarak boşanma sürecini tamamlamalarının hem çiftlere ve çocuklara hem de topluma olumlu anlamda katkı sağlayabileceği düşünülmektedir.
Kitapta, hem yurt içi hem de yurt dışı literatür ve uygulamalar tarafsız bir gözle okurlara sunulmaya çalışılmış ve boşanma arabuluculuğu hakkında çalışmalar yapacak, araştırmacılara; akademisyenlere; hukuk, sosyal hizmet, psikoloji, psikolojik danışmanlık, sosyoloji, çocuk gelişim, okul öncesi eğitim, aile ve tüketici bilimleri öğrenci ve uygulamacılarına; aile danışmanlarına; aile mahkemesi hakim ve uzmanlarına; Yargıtay 2. Hukuk Dairesi üyelerine; bu konuda kanun çalışmaları yapacak uzmanlara; ilgili kurum ve kuruluşların yöneticilerine ve boşanma arabuluculuğu konusunu merak eden okuyuculara ve anlaşmalı olarak boşanmak isteyen çiftlere temel bilgiler verilmeye çalışılmıştır.
Kitabın sonunda; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından çıkarılan Yönerge esaslarında 450 saat eğitim alıp Aile Danışmanlığı sertifikasına sahip Aile Danışmanları ve Arabuluculuk Kanunu kapsamında arabuluculuk eğitimi almış Hukukçuların birlikte çalışarak diğer ülkelere de örnek olabilecek, Boşanma Arabuluculuğu konusunda disiplinlerarası ve bütüncül çalışmalara imza atmaları arzusu dile getirilmiştir.
Hasan Baydar Ben bir bozkır çocuğuyum. Anadolu'nun en kurak havzası olan Tuz Gölü'nün hemen yanı başında, Şereflikoçhisar ilçesinin Acıkuyu köyünde toprak damlı, kerpiç duvarlı ve kireç badanalı bir köy evinde doğdum. Sekiz yaşıma kadar tatlı su nedir, bilmedim. Köyümüze adını veren kuyuların acı sularını içerek büyüdüm. Tarlalarında mayıs rüzgârlarına karşı dalgalanan ekinleri, gökyüzünde çığlıklar atarak uçuşan kırlangıç kuşlarını seyretmekti en büyük mutluluğum. Gölgesinde uyuyabileceğim, gövdesine tırmanabileceğim ve meyvelerini toplayabileceğim bir ağacımızın olmasıydı en büyük çocukluk hayalim. Evet, kavruk yüzlü, bağrı yanık bozkır çocuklarının hasretidir, yeşil.
Bu kitapta, Anadolu'da bozkır kültürünü yaşatan bozkırın kavruk yüzlü, bağrı yanık çocuklarının yani bizlerin hikâyeleri anlatılmaktadır. “Ben Anadolu’yum!”, diyen herkesin, kendisine dair bir şeyler bulabileceği gerçek yaşam öykülerini okuyacaksınız. İnanıyorum ki bu kitabı okuduktan sonra hatırlamakta zorlandığınız tarihî köklerinizi gün ışığına çıkartmak üzere kendinizi bozkırlarda seyahat ederken bulacak; Mevlana'nın, “Biz bu topraklara sevgiden başka tohum ekmeyiz.” dediği Anadolu bozkırlarında beyaz zambaklar açtırmaya çalışacaksınız. Nasıl ki kökü kuruyan bir ağaç, zamanla çürüyerek toprağa karışırsa, kökünü unutan bir insan da zamanla unutulup gider. Özün sözü, nereden geldiğinizi unutursanız, nereye gideceğinizi bilemezsiniz.
Behçet Kaldık, Fethi Nas, Habibe Temizsu, Hıdır Apak, Kamil Şahin, Mehmet Anık, Melih Sever, Oktay Tatlıcıoğlu, Rıdvan Şimşek, Rukiye Şimşek, Selda Adiloğlu Tarihsel olarak uzun bir geçmişe sahip olan göç olgusu, günümüzde farklı alanlarda etkisini daha çok hissettirmektedir. Son yıllarda gerek bölgesel gerekse de küresel ölçekte yaşanan birtakım sorun ve gelişmelerle birlikte uluslararası göçlerde niceliksel bir artış yaşanmıştır. Bu durum, küresel boyutta bir etki yaratarak yeni tartışmalara yol açmıştır. Elinizdeki kitap, farklı pencerelerden uluslararası göçü incelemekte, mevcut tartışmalara kavramsal ve kuramsal bağlamda katkı sağlamaktadır.
Genel olarak uluslararası göçler neticesinde toplumsal uyum, kimlik, ekonomi, istihdam ve eğitim gibi pek çok alanda çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Yaşanan bu sorunlar, aynı zamanda ev sahibi toplumu da farklı boyutlarda etkilemektedir. Devletler ise bu sorunların çözümü için birtakım sosyal politikalar üretmekte, bu kapsamda asimilasyon, entegrasyon ve çokkültürcülük gibi farklı uygulamalar söz konusu olabilmektedir. Ayrıca göçlerin insan hakları boyutu da önem taşımaktadır. Mevcut kitapta tüm bu konular ele alınarak tartışılmaktadır.
Kitapta; küresel çaptaki uluslararası göçlerin niteliği ve etkisi farklı boyutlarıyla tartışılmakta, bu tür göçlerin bölgesel etkileri bağlamında Türkiye örneği ayrıca ele alınmaktadır. Uluslararası göçler çerçevesinde Anadolu topraklarına yüzyıllarca çeşitli göçler yapılmıştır. Bilakis Türkiye, son zamanlarda bahse konu göçlerden önemli derecede etkilenmiştir. Bu durum ise Türkiye'nin göç politikalarını belirleyerek yeni tartışmaları beraberinde getirmiştir. Tüm bu tartışmaların incelendiği mevcut kitap, uluslararası göçlere yönelik geniş bir perspektif sunarak ufuk açıcı bir tartışma alanı sunmaktadır.


Alptekin Keskin Neden Türkçe pop değil de K-Pop veya neden Kore? Doktor, mühendis, öğretmen, öğrenci, din görevlisi gibi her meslek grubundan ve her yaştan hayranı bulunan K-Pop'u çekici kılan unsurlar nelerdir? Bu kitap, dünyada ve Türkiye'de gençler arasında hızla yaygınlaşan K-Pop hayranlığını temel alan bir araştırmaya dayanmaktadır. Araştırmada K-Pop hayranlığı, BTS grubu ve hayran grubu olan ARMY üzerinden ele alınmıştır. K-Pop hayranlarının demografik özellikleri nelerdir? K-Pop hayranlarının aile hayat tarzları nasıldır? BTS'in gençlerin hayatındaki yeri nedir? Hayran olmanın anlamı nedir? Hayran olmanın bireysel ve toplumsal sonuçları nelerdir? Hayranların Kore kültürüne ve ürünlerine ilgisi nedir? Bunlar ve bunlar gibi soruların cevapları kitapta ortaya konmuştur. Ayrıca kitapta araştırma bulguları ile dünyanın diğer bölgelerindeki ARMY hayran grubu üyeleri ile ilgili yapılan araştırma sonuçları karşılaştırılmıştır. Böylelikle çalışma kapsamında Türkiye'de Z kuşağı gençliği olarak tabir edilen gençlik içerisinde önemli bir yönelimi gösteren K-Pop hayranlığı bireysel, toplumsal ve kültürel düzlemde sebep ve sonuçlarıyla ortaya konmaya çalışılmıştır. Diğer taraftan çalışmada Güney Kore'nin yaratıcı endüstrilere olan teşvik politikaları ile Kore Dalgası'nın tüm dünyada yayılımının, ülkemizde karar vericiler için ekonomi politik açıdan dikkatle takip edilmesi gerektiği işaret edilmektedir.
Aynur Singin Cumhuriyet ideolojisinin parçalı tarih anlayışı birçok problem ve paradoks taşıyor. 1930’lu yıllarda inşa edilmeye çalışılan Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi ve aynı dönemde yazdırılan Tarih ders kitapları da öyle. Türkçe Kuran, Türkçe ibadet, Türk müslümanlığı, Türkçe ezan gibi... Esas problem öbekleri bir taraftan İslam paranteze alınıp baskılanırken eşzamanlı olarak yeni eğitim, kültür, tarih anlayışlarının İslamiyetle, “Türk’le irtibatlı olarak İslam tarih ve kültürüyle alt düzeyde ve “biçimsizleştirilerek” ilişkilendirilmesinde ortaya çıkıyor. Elbette dinin modern-laik-milliyetçi yorumlarıyla... Türk Tarih Tezi hazırlıkları sırasında İslam düşüncesi unsurlarının devreye sokulması ve bu alanda muhtevaları ve siyasetleri itibariyle önemsenmesi gereken metinlerin ehliyetli kişilere yazdırılması da bu politikaların ve ideolojik arayışların bir parçası. Onun için imkanlı tarafları olduğu kadar, belki daha fazla problemli ve paradoksal yönleri var. Bu çalışmada çoğu bilinmeyen veya bu çerçevede ele alınmayan metinlerden yola çıkarak mesele tetkik ve tahlil ediliyor.

İbrahim Kamil Bulgaristan Devleti'nin Türk Millî Mücadelesi'ne yaklaşımını anlamaya yönelik Bulgaristan diplomatik temsilciliklerinin yazışmalarını içeren bu çalışmanın esasını, Sofya'daki Merkezî Devlet Arşivi'nde bulunan Dışişleri Bakanlığı belgeleri oluşturmuştur. Söz konusu diplomatik belgeler; Bulgaristan'ın İstanbul ve Edirne temsilcilikleri ile Atina, Belgrad, Bern, Bükreş, Londra ve Viyana'daki Bulgaristan elçiliklerinden Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarına gönderilen yazışmaları kapsamaktadır.
Kitapta 258 adet diplomatik belge kullanılmış, her birinin çevirisi yapılarak değerlendirilmiştir. Belgelerden anlaşıldığı kadarıyla Bulgar diplomatları; Paris Konferansı, Neuilly Antlaşması, Mudanya Ateşkesi, San Remo ve Sevr Antlaşmaları, Londra görüşmeleri gibi birçok olayı yakından takip etmişlerdir. Avrupa başkentlerindeki Bulgaristan diplomatlarının, Mustafa Kemal Paşa ve Millî Mücadele hakkında elde edebildikleri bilgiler ise sınırlı kalmıştır. Diplomatlar, bulundukları ülkenin resmî makamlarının açıklamalarıyla yetinmişlerdir. Sahada olan ve İstanbul, Edirne, Gümülcine'de görev yapan Bulgar diplomatların elde edebildikleri ise doğru bilgileri içermektedir.
Anadolu ve Trakya'daki Millî Mücadeleciler, yürütülen bağımsızlık savaşını, amaç ve hedeflerini dünyaya anlattıkları gibi Bulgaristan siyasal iktidarını da bilgilendirmişlerdir. Bu sebeple Mustafa Kemal Paşa, Bulgaristan Başbakanı Aleksandır Stamboliyski'ye bir mektup yazmıştır. Stamboliyski de bizzat Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere temsilcilerini göndermiş, Türk Millî Mücadelesi'ne maddi ve manevi anlamda elinden gelen desteği vermekten çekinmemiştir.
Abdullah Metin, B. Mert Demir, Erdem Ayçiçek, Fatih Kocaoğlu, Fatih Şahin, Fatma Gül Gedikkaya, İbrahim İrdem, Kenan Polat, M. İlker Haktankaçmaz, Merve Suna Özel Özcan, Metin Özkaral, Nail Öztaş, Ömer Gündüz, Selman S. Kesgin, Süleyman Sıdal, Tuğçe Gür Türkdoğan, Turgay Altun, Vildan Armağan, Yalçın Murgul, Yıldırım İbişoğlu Bürokrasi, sanılanın aksine, çok yaygın bir olgudur; bir örgütlenme, iş yapış biçimidir ve yeryüzünde bürokratik olarak örgütlenmemiş bir devlet örneği yoktur. Devletler dışında, özellikle Sanayi Devrimi sonrası büyüyen ve özellikle kitle üretimi yapan fabrikaların, hizmet örgütlerinin, finansal kuruluşların, üniversitelerin neredeyse tamamı az ya da çok bürokratik örgütlenme biçimini ve işleyişini uygulamış ve günümüzde uygulamaya da devam etmektedir.
Bürokrasi gibi hakkında pek çok şey yazılmış ve yapılmış bir konuda literatürü derleyen ve eldeki klasik malzemeyi işleyerek üzerine az da olsa bir şeyler ekleyen kaynak bulmak oldukça zordur. Bürokrasi hakkında pek çok şeyi tespit ve tasnif ederek okurlarına derli toplu bir başvuru eseri takdim etmek ve alandaki boşluğu doldurmak bu kitabın ortaya çıkış amacıdır.
Kamu yönetimi, siyaset bilimi, kamu politikası ve örgüt ve yönetim alanı başta olmak üzere pek çok disiplinin ilgi alanına giren bürokrasinin çok farklı tanımları ve açıklamaları yapılmıştır. Farklı tarih dönemlerinin özellikleri, yazarların benimsedikleri değer ve ideoloji setleri, tanımların ve açıklamaların üzerine inşa edildikleri varsayımları ve dolayısıyla tanımları ve açıklamaları kökten etkileyebilmektedir. Bu durum elinizdeki kitabın neredeyse her bir bölümünde görülebilmektedir: Bürokrasi kimi bakış açılarında en üstün ve en etkin bir örgütlenme, yönetim ve üretim biçimiyken, diğerlerinde hantallığın, israfın beceriksizliğin sebebi olarak görülmektedir; yine bazılarında kamu hizmetlerinde eşitlik ve adaleti ve hatta kalkınmayı sağlamanın kestirme ve başarılı yolu olarak görülürken, diğer bazılarında egemen sınıfların toplumu sömürme aracı olarak takdim edilmektedir. Kitap, bu farklılıklara birincil kaynaklardan hareketle eşit muamele etmeyi gözeten bir başvuru kaynağı olma niyetiyle yazılmıştır.
Serkan Işın Her kitabında yeni bir teknik deneyen Serkan Işın, işini bitirdiği teknikte fazla oyalanmadan yeni bir yeniliğin peşine düşüyor. Bu yönüyle bizim kuşak içinde tek. Her kitabında, sonraki kitabın ilk şiiriyle bir önceki kitabın dünyasından da, şiir yazma tekniğinden de çıkıyor. Her kitabı kendi içinde bir bütünlük olarak tasarlamaya özen gösteriyor. Özellikle üçüncü kitabından itibaren her kitabı başka bir dünya. Herkes bir dünyanın içinden çıkamazken Işın, Nesnevî’de modern insanın yalnızlığını, Hz. Hubble’ın Rüyaları’nda dünyanın ve insanın gidişatını, hem de bizim şiirimizde hiç ele alınmadık bir tarzda, Bonus’ta kapitalizm karşısında günümüz insanını, dada korkut’ta, bu kitaba gelinceye değin iyice sağlamlaştırdığı şiirini ve yazma tekniğini, hatta şiir sistemini bırakıp, şiirin içinde bir teknikten ötekine geçişin bile ötesine geçerek, alfabe ve şiir yazma kuralını değiştirerek görsel şiire geçti ve bize dört tane dünya sundu.
ve de ki ile birlikte Büt’an Şiirleri Serkan Işın’ın bütün şiirlerini bir araya getiriyor. Ebabil Yayınları Türk şiirinin en kıymetli şairlerinden Serkan Işın’ın bütün şiirlerini yayımlamanın mutluluğu içindedir.
Abdullah Yavuz Akıncı, Amine Aydın, Barış Kılıç, Deniz Say Şahin, Emel Taşçı Duran, Esin Çetinkaya Uslusoy, Fatih Kars, Fatma Başalan İz, Gizem Helvacı, Gizem Tan Eren, Gülin Özdamar Ünal, Gülüşan Özgün Başıbüyük, Hatice Oğuz Özgür, Işıl Kalaycı, İbrahim Eroğlu, Kübra Yılmaz, Mehmet Atilla Güler, Metin Özkul, Meyrem Tuna Uysal, Mustafa Berk Armağan, Nilüfer Korkmaz Yaylagül, Özge Kutlu, Özgür Rıza Kayğusuz, Sercan Özbek Yazıcı, Sevinç Sütlü, Sıddıka Ersoy, Sinan Topuz, Tahir Keskin, Zeliha Başkurt, Zeynep Altunay, Zümre Özdemir Güler Doğum gününüzde pastanızda bulunan yüz bir mumu üfleyecek kadar yaşam sürenizin uzun olmasını ister misiniz? Bu süre içerisinde yaşamınızın başarılı, üretken, keyifli ve anlamlı olmasını ister misiniz? Bu soruların yanıtı aslında herkes için benzer olmaktadır. Çünkü her birey, yaşamını uzun, başarılı, sağlıklı, üretken ve mutlu geçirme potansiyeline sahip olduğu gibi yaşam deneyimleri yoluyla elde ettiği yetenek kazanımlarıyla da bunları gerçekleştirebilmektedir. Genetik özellikler bireylerin yaşlanma sürecini farklı derecelerde etkilese de sağlık ve çevre koşulları, yaşam tarzı, psikolojik, sosyal ve ekonomik koşullarla ilgili yapılan değişikler sağlığın korunmasına, hastalıkların önlenmesine ve yaşam kalitesinin yükselmesine destek olmakta ve yaşlanma sürecinde bireyin ne kadar “başarılı” olabileceğini belirlemektedir. Bu durum, her bireyin sağlıklı, başarılı ve doyum sağlayıcı hayat sürme potansiyeline sahip olduğunu gösterir. Başarılı yaşlanma konusu; yaşlılık süreciyle ilgili mevcut koşulların betimlenmesini, sorunların tespitini ve olası uygun politikaların disiplinler arası bir boyutta tartışılmasını gerektirmektedir.
Bu kitap; başarılı yaşlanma olgusuna yönelik tartışmalara, multidisipliner bir anlayıştan hareketle ve konuyla ilgili sorunsallıkları odak konusu yaparak katkıda bulunulabileceği motivasyonuyla bir araya gelmiş gerontoloji, sosyoloji, sosyal hizmet, tıp, hemşirelik, fizik tedavi rehabilitasyon ve spor bilimleri disiplinlerinde yer alan ve alanlarında uzman olan meslektaşlarımızın çabalarıyla oluşturulmuştur.
Her birey sağlıklı, başarılı ve doyum sağlayacağı bir hayat sürme yeteneğine sahiptir. Asıl önemli bunu gerçeğe dönüştürmek için gereken çabanın gösterilmesidir.
İshak Aydemir Bu kitap; uluslararası ve ulusal düzeydeki güncel hasta hakları, sorumlulukları ve sağlık personelinin hakları konusundaki yasal düzenleme ve uygulamaları bize göstermeye çalışmaktadır. Bu kapsamda hak kavramı, insan hakları ve sınıflaması, hasta hakları ve tarihsel gelişimi, uluslararası ve ulusal düzeydeki yasal düzenleme ve uygulamalar, ülkemizdeki hasta hakları düzenleme ve uygulamaları, hasta hakları istatistikleri ve hasta hakları çalışmalarının yarattığı pozitif etkiler gibi konular bu kitapta ele alınmıştır.
Bu kitabın temel yazılış amacı; kamu ve özel sağlık alanında çalışan sağlık personelini, hasta ve yakınlarını, ilgili sivil toplum kuruluşları ve en genelde toplumu hasta hakları konusunda bilgilendirmek, bu konuda farkındalık oluşturmak; sağlık personelinin hasta ve yakınlarına yönelik sundukları hizmetlerde hasta haklarını gözeterek davranmaya yönelik onları yönlendirmek ve farkındalık yaratmaktır. Bu kitabın, hasta hakları konusundaki farkındalığı artıracağı, insan hakları ve değeri konusunda gerekli hassasiyetin oluşmasına katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Hakan Şarkdemir Büyük Mukavva (Şiir)
Hasan Yenidoğan Dünya tarihinde büyük bir öneme sahip olan Türklerin en büyük özelliklerinden biri, savaşçı olmalarıdır. Orta Çağ'ın meşhur tarihçilerinden biri olan Cûzcânî, XI. yüzyılda tarih sahnesine çıkan Büyük Selçukluların; Oğuz boyları içerisinde yiğitlik, savaşçılık, okçuluk ve kılıç kullanmada tüm Türkistân devletlerinin ordularından daha üstün olduğunu ifade etmektedir. Selçukluların, İran'da bir devlet hâline geldikten (431/1040) kısa bir süre sonra Bizans sınırından Çin'e, Aral Gölü'nden Hint Denizi'ne, Kafkaslar'dan Mısır'a kadar genişlemeleri muhakkak cesur savaşçılara sahip olmalarının bir sonucudur.
Selçukluların böylesine büyük bir coğrafyayı hâkimiyet altına almasının arkasında yatan nedenlerden bir diğeri de şüphesiz her aşaması titizlikle hesap edilmiş bir sefer organizasyonuna sahip olmalarıdır. Bu çalışmada, Büyük Selçuklu Devleti'nin sefere karar verdiği andan askerlerin memleketlerine döndüğü ana kadar geçen sürecin nasıl gerçekleştiği; çeşitli dillerde yazılmış ana kaynaklar, arkeolojik buluntular ve modern araştırmalar ışığında okuyuculara sunulmuştur.
Ali Kafkasyalı “Cennetten kovulmuş Âdem gibi, cennet bildiği memleketinden, vatanından kovulmuş bir âdemdir Nâzım Hikmet. Devletini, istemediklerini kovabilecek kadar sahiplenenlerden çok daha fazla seven bir adam. Hem sevgisinden hem bağlılığından hem de kendine sövenlerin cehaletini anlayıp onlardan nefret etmeden, yalnız onların olmadığını bildiği devletine ve yalnız onlardan ibaret olmayan milletine büyük bir şevkle, kararlılıkla ve inançla hizmet edişinden şüphe edilemeyecek bir adam. Aymazların sevmediği, kıymetini bilmediği, hain belleyip bellettiği bir adam. Yâd ellerde, özgenin takdiriyle, sevsin istediklerinin husumetiyle ve hasretiyle geçen ömrünü, sanat, edebiyat, fikir ve ülkü bakımından fevkaladeliği ancak zamanla anlaşılabilen eserler vererek doldurmuş bir adam. Saygısızca yaşayıp ölen ve tükenen hasımlarına mukabil eserleriyle yücelen ve ebedîleşen bir adam.
Nâzım Hikmet'in, yıldızlar kadar, hatta gençliği kadar uzak olduğunu bildiği memleketine duyduğu hasret ve platonik aşk, böylesine bir bilmenin yakıcılığıyla, tükenmez bir ümitle ve gayretle birleşerek hem hizmetlerini çok değerli hem eserlerini ölümsüz eylemiş.
Bu eser, sinesinden çıktığı milletinin sözde mümessillerinin sevgisinden mahrum kalsa da yüceliğinden emin olduğu milletinin sevgisiyle ve himayesiyle hikmetini gösterip yetiştirdiği bir eser üzerinedir.
Bu eser; fikirleriyle, çalışmalarıyla, hizmetleriyle ve eserleriyle kendini vakfettiği yüce milletinin bir eseri olmuş Nâzım Hikmet üzerinedir.”
Prof. Dr. Muhammet Savaş Kafkasyalı
Enes Özel Günümüz şiirinin genç yeteneklerinden Enes Özel ilk kitabı Büyükşehir Kahve Molasında ile Ebabil Yayınları’nda. Özel’de şehrin aşırılaşmış baskısı altında çıkış yolları arayan insanın yaşadığı değişimin / dönüşümün hikâyesini bulacaksınız. İnsanı özgürlüğüne kavuşturan kapitalizm şeklinde sunulan modernizm aşırılaştırılmış yaşama biçimiyle insanın özgürlüğüne yönelik en şiddetli tehdidi oluşturmaktadır. Bu tehdit karşısında insanın tedirginliği ve bu tehdidi aşma biçimleri Büyükşehir Kahve Molasında’nın ana meselesi. Maddi dünyanın insana yönelttiği şiddet ve insanın buna karşı çıkışı, dış dünyanın aşırılaşmış şiddetini aşmaya dönük hamle Enes Özel’de gerçeğin yeniden inşası olarak çıkıyor karşımıza. Bütünüyle maddileşmiş dünya kişiye yaşanacak bir ortam bırakmamıştır. Dünya artık dünya değildir. Büyükşehir Kahve Molasında sizi şehrin hayatından çıkmaya, bireyselliğinizi yeniden kurmaya çağırıyor.