Sosyal Bilimler \ 39-41
Brian Tomlinson Bu kitap, uygulamalı dilbilim alanında materyal geliştirmeyle ilgili güncel tartışma ve uygulamalara ilk odaklanan kitaptır. Bununla birlikte diğer alanların yanı sıra ikinci dil edinimi, kullanımbilim ve sözvarlığı gelişimine de odaklanmaktadır. Bu yeni yaklaşımla uygulamalı dilbilim kuramının / araştırmalarının ele aldığı iki ögeyi dil öğretimi için birbiriyle ilişkilendirmektedir.
Kitapta yer alan bölümlerinin her biri öncelikle ilgili teori ve ele almış olduğu konu alanıyla ilgili araştırma sonuçlarını sunmakta sonrasında ise materyal geliştirmeye dönük uygulanmalara değinmektedir. Her bir bölümde güncel teori ve araştırma sonuçları ele alınıp yorumlanarak, yayımlanmış çalışmalar ile yaklaşımlar arasındaki eşleşmeler analiz edilmekte ve sonrasında mevcut yaklaşımların materyal geliştirme uygulamalarına aktarılması örneklendirilerek sağlanmaktadır.
Bu kitap, hem materyal geliştirme alanında çalışan araştırmacılar için hem de uygulamalı dilbilim alanında çalışan araştırmacılar için temel kaynak konumundadır.
Brian Tomlinson, Birleşik Krallık'taki Leeds Metropolitan Üniversitesinde misafir öğretim üyesi olarak görev yapmakta olup ayrıca Japonya, Endonezya, Nijerya, Umman, Singapur, İngiltere, Vanuatu ve Zambiya'da çalışmış ve altmışın üzerinde ülkede sunumlar yapmıştır. Materyal Geliştirme Birliği'nin kurucusu ve başkanıdır. Materyal geliştirme, dil öğretimi ve edinimi konularında birçok makale ve kitap kaleme almıştır.
İdris Ekinci

Ha son nefes, ha son heves kapına gelmekle söylenen
Kendimin ötesindeki bilsen rüya içinde rüya
Her sabah dilimde dualar ki şehri dindiren
Büyük muzdariplerimle güzelliğinin üstüne
Bir yudum su ve bir tutam tütün eğer yetmezse
Bir avuç buğday derim eteklerinden dökülen

Fuat İnce Evren nasıl doğdu? Nasıl gelişti? Nötron yıldızı nedir? Kara delik nedir? Kara madde nedir? Kara enerji nedir? Evreni nasıl bir son bekliyor?
Hafta neden 7 gündür? Antik Çağ’da Dünya'nın çapı nasıl ölçüldü? İslam bilimcilerin gökbilime katkıları neler olmuştur? Einstein'ın müthiş buluşları yanında hangi yanılmaları oldu?
Uydular neler yapar, neler yapamaz? Uydular evimizin içini görebilir mi? Bizi dinleyebilir mi? Uydular adres bulmamızı nasıl sağlıyor?
Uzay hukuku nedir? Uzay politikaları nedir? Uzay savaşları ne demektir? Gidişat ne yönde? Türkiye uzay konusunda neler yaptı, neler yapamadı?
Uzay, ezelden beri insanlığı meşgul eden bir konu olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Uzay konusunda birçok dilde kitaplar yazılmışsa da uzay bilimleri tarihini, günümüz uzay teknolojilerini, hukukunu ve politikalarını tek bir kapak altında kapsayan bir kitap ne Türkçe ne de yabancı bir dilde bulunmaktadır. Hurafelerin başıboş dolaştığı bir alanda bu kitap; bilimsel, teknolojik ve politik gelişmeleri, herkesin anlayacağı bir dille anlatmaktadır.
Osman Özbahçe Osman Özbahçe’nin, ilk baskısı Hece Yayınları’ndan çıkan ilk şiir kitabı Uzun Yürekli Nehir’in ikinci baskısı yayınevimizin 16. şiir kitabı olarak çıktı.
Ali Ergin Gümüş 1945 yılında 51 olan Birleşmiş Milletler'deki üye devlet sayısı, 1964'te 104'e, 1978'de 150'nin üstüne çıkmıştır. BM'nin bugün (2018) ise ikisi gözlemci statüsünde olmak üzere 195 üyesi vardır. Henüz bağımsızlıkları tanınmamış sömürge ülkeler, yarı sömürgeler (kolektif yönetilen ülkeler), fiilen bağımsız olmalarına rağmen tanınmamış ülkeler veya kısmen tanınan diğer ülkelerle birlikte bu sayı günümüzde 250'yi bulur. Oysa I. Dünya Savaşı'nın başladığı yıl bu sayı sadece 57 idi. Öyle görülüyor ki gelecek yıllarda bağımsız ülkelerin sayısı hayli artacak.
Kuşkusuz “Ülkeler Coğrafyası” kitaplarında bu kadar fazla ülkenin tamamına ayrıntılı olarak yer vermek oldukça güçtür. Bu nedenle elinizdeki bu kitapta seçilmiş 74 ülkeye ait detaylı, 13 ülkeye ilişkin özet coğrafi bilgi verilmeye çalışılmıştır.
Kaleme aldığımız bu kitap, başta üniversitelerimizin Coğrafya Bölümleri ile Eğitim Fakültelerinin çeşitli bölümlerinde okutulmakta olan lisans dersleri için ders kitabı olması amacıyla hazırlanmıştır. Mümkün olduğunca, kıtaların fiziki ve sosyoekonomik özelliklerinin yanı sıra, o kıtada yer alan pek çok ülkenin de hem fiziki hem de beşeri coğrafyası ana çizgileri ile belirtilmeye çalışılmıştır. Ayrıca kitabın genişletilmiş bu baskısında ülkelere ait her türlü güncellemenin yanında ilk kez ülke isimlerinin etimolojilerine dipnotlar şeklinde yer verilmiş; ayrıca Avrupa Birliği tek bir ülke gibi, özetle de olsa kitapta yer almıştır. Kitabın son bölümünde ise dünyamızın “en”lerine ilişkin tablolar bulunmaktadır.
Ömer Alkan, Erkan Oktay, Şeyda Ünver Şiddet olgusunun, insanlık tarihi kadar eski olduğu, ancak bununla birlikte modern dünyanın üstesinden gelmekte zorlandığı bireysel ve sosyal bir gerçek olduğu bilinmektedir. Yaşamımızın hemen hemen her safhasında karşılaştığımız şiddet, boyutları giderek artan ve önüne geçilemeyen bir şekilde birçok kişinin hayatını, fiziksel ve ruhsal sağlığını, huzurunu ve mutluluğunu etkileyen gizli bir tehlike olarak varlığını sürdüren bir olgudur. Şiddetin bu denli yaygınlığı ise insan yaşamının kaçınılmaz bir parçasıymış gibi algılanarak sessiz bir kabullenişe neden olmaktadır.
İnsanoğlu gelişiminin hemen her safhasında şiddet içerikli davranışlar görebilmekte ve gösterebilmektedir. Bu safhaların biri de kuşkusuz genç yetişkinlik dönemidir. Üniversite gençliği, fiziksel gelişme ve değişme dönemini henüz tamamlamıştır ve psikolojik gelişmeleri açısından yetişkinlik öncesi dönemi yaşamaktadır. Bu gençlik kesimi süreklilik kazanacak bir kimlik ile hayata atılma ve sosyal bir statü kazanma çabasındadır. Üniversite gençliği ülkenin yönetim ve kalkınmasında önemli sorumluluklar alma safhasında olan bir kesimdir.
Ülkemizde de öğrenciler üniversite yıllarını genç yetişkinlik döneminde geçirmektedir. Ergenlik döneminin karmaşasının yanında farklı bir şehirde eğitimini sürdürme, o şehrin kültürüne ve çevresine adapte olmaya çalışma, bir mesleğe hazırlık için gerekli çalışmaları yapma gibi birçok sorun ile başa çıkılması gerekmektedir. Ayrıca karşı cins ile kurulacak olan yakın ilişkiler de genç yetişkinlik döneminin başa çıkılması gerekli sorunlarından birisidir. Üniversite gençliğinin gerek flört ilişkilerinde gerekse iletişim hâlinde oldukları bireylere yönelik şiddete eğilimlerinin incelenmesinin ve şiddet sonucu ortaya çıkan problemlere çözüm bulunmaya çalışılmasının sağlıklı bir toplum oluşturmada önemli olduğu düşünülmektedir.
Bu çalışmada Atatürk Üniversitesinde eğitim ve öğrenimine devam eden üniversite öğrencilerinin şiddete eğilimleri ölçülmüş ve öğrencilerin şiddete eğilimleri üzerinde etkili olan demografik ve sosyo-ekonomik özellikler ile çeşitli şiddet faktörleri araştırılmıştır.
Rauf Arıkan Türkiye, 90 milyona yaklaşan nüfusuyla her bakımdan dinamik, gelişen ve değişen bir topluma sahiptir. 53 bin muhtar, 19 milyon öğrenciyi eğiten bir milyon öğretmen, 85 bin kadar camide görev yapan 100 bin cami imamı ve müezzinden oluşan üçlü, bu dinamik toplumun köşe taşlarıdır.
Bu kitapçık, fazla bir iddiası olmayan mütevazı, küçük çaplı bir çalışmadır. Bildiklerimizin ve gözlemlerimizin başkalarına da aktarılmasında yarar görmüş olmamız başlıca hareket noktamız olmuştur. Hayatı anlamanın temeli, bilgidir. İnsan ne kadar biliyorsa kendisi o kadar demektir. İnancımız da imanımız da bilgimiz kadardır. Delinin dini yoktur, diye bunun için söylenir; bilmediği ve anlamadığı için sorumluluğu yoktur. O hâlde bilenlerin bir sorumluluğu olması gerekir. Zira harekete geçiren ve karar aldıran, bilgidir. Sorumluluğunu bilerek hareket edenler, toplumun seviyesini yükseltir. İnsanları bilir hâle getirdikten sonra ancak onlardan bir sorumluluk üstlenmesi beklenir. Bu genel çerçeve içerisinde bu kitapçık, iki ana kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda, yaşamış olduğumuz veya tanıklık ettiğimiz olay ve olgular, Gözlemler ve Gerçekler başlığı altında kısa kısa ele alınmakta ve yorumlanmaktadır. Esasında yorumlar okuyucuya bırakılmaktadır.
İkinci ana kısımda ise ilk kısımdaki olgulara dayanarak karar verme ve bir davranış içerisine girme zorunluluğu hissettiğimiz ülkemizin üç büyük toplumsal nirengi noktası olarak gördüğümüz muhtarlar, öğretmenler ve imamlar konularını ana hatları ile pragmatik olarak ele almayı, akademik hayatımız boyunca gerçekleştirdiğimiz alan çalışmalarımızın bize yüklediği bir sorumluluk olarak görüyoruz. Ülkemizi karış karış gezen, halkla doğrudan yüzleşen herkesin temel ülkesel sorun kabul ettiği en önemli üç kategorik sorun ekonomik gelişme, adil paylaşım ve sosyal refah olgusudur. Diğer sorunların çözümü büyük çapta bu üç soruna bağlıdır ve bu sorunların gerçek yansıması ya da tabandaki uygulaması kendisini muhtar-öğretmen-imam üçlemesinde bulmaktadır. Bu üçlüden beklentilerimiz bilgilendirme, aracılık etme, yönlendirme, çözüm üretme, liderlik etme işlevlerinden kaynaklanmaktadır.
Gülşah Karavardar Bireylerin örgüt içinde kendilerini anlamlandırmasına yardımcı olan ve paylaşılan değerler bütünü olan örgüt kültürü, organizasyonlar açısından rekabet avantajının önemli bir kaynağıdır. Organizasyonlar açısından ayırt edici özelliğiyle örgüt kültürü, bütünleştirici nitelikte, ortak inanç ve değerler bütünüdür. Bireylerin örgütsel aidiyetini arttırıcı bir değişken olarak örgüt kültürü, birçok organizasyonel problemin odak noktası durumundadır. Organizasyonların çevreye uyum sağlaması bakımından, bireylerin verimliliği ve dolayısıyla organizasyonların sürekliliği üzerinde etkili bir unsurdur. Kurumların iç ve dış paydaşları nezdindeki izlenimlerini ve algılamalarını temsil eden kurumsal imaj ise örgüt kültüründen etkilenen, güvene dayalı bir algı biçimidir. Görsel ve davranışsal ögeler içeren kurumsal imaj, kurumun paydaşları ile kurduğu karşılıklı etkileşimler ve iletişimler bütünüdür. Kurumsal itibarın oluşturulması açısından örgüt kültürü ile kurumsal imaj arasındaki ilişkinin doğru bir biçimde anlaşılması gereklidir.
Bu kitapta özellikle üniversiteler bağlamında örgüt kültürü ile kurumsal imaj arasındaki çok boyutlu ilişki ele alınarak, uygulamacılar ile bu konuda çalışan akademisyenlere farklı bir bakış açısı kazandırmak amaçlanmıştır. Örgüt kültürü ve kurumsal imaj kavramlarına ilişkin güncel yaklaşımlar dikkate alınarak hazırlanan kitap, örgütlerin değişim süreçlerinde rehber niteliğinde yönetsel bir çerçeve sunmaktadır.
Selim Günüç Öğrenme, sadece derste gerçekleşmez. Kalıcı ve etkili öğrenmeler için öğrencinin psikolojik olarak eğitime hazır olması; öğrenmeye, derse, öğretmene, arkadaşlarına, kampüse ve üniversiteye bağlı olması gerekir. Başka bir ifadeyle; öğrenmenin özellikle de psikolojik zemini, sınıfa gelmeden önce, önemli ölçüde kampüsün girişinde ve hatta kampüse ulaşımda başlar.
Bu kitapta; “Öğrenci bağlılığı nedir?, Öğrenci bağlılığı neden önemlidir?, Öğrenci bağlılığını artırmanın yolları nelerdir?, Öğrenci bağlılığı ve öğrenme, başarı, eğitim süreci arasındaki ilişkiler nelerdir?, Öğrenci bağlılığı hangi faktörlerden etkilenir? Eğitimde teknoloji entegrasyonu nedir nasıl sağlanır?, Öğrenci bağlılığı ve teknoloji entegrasyonu arasında nasıl bir ilişki vardır?, Öğrenci bağlılığını açıklamaya ve anlamaya ilişkin geliştirilen kuram ve modeller nelerdir?” gibi sorular ve daha fazlası bu kitapta yanıtlanmaya çalışılmıştır. Ayrıca, bu kitap ulusal bağlamda yazılmış ilk kitap olması nedeniyle önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır. Bu nedenle; öğrenci bağlılığı kapsamı içinde birçok ilişkili kavram da Türkçeleştirilmiş, tanımları yapılmış ve ulusal literatüre kazandırılmıştır.
Bu kitap; üniversitelerdeki yöneticilerin (dekanlık ve rektörlük), öğretim elemanlarının ve politika yapıcıların faydalanacağı ve kurumlarını özellikle fiziksel anlamda geliştirmelerinde kullanacakları bir rehber kitabı olarak da görülebilir. Ayrıca, eğitim fakültelerinde bir ders kitabı olarak da okutulabilir. Böylelikle, gelecekte öğretmen olacak öğretmen adaylarının kendi öğrencilerini nasıl derse ve okula bağlayacakları konusunda bilgi ve beceri sahibi olmaları lisans eğitiminde sağlanabilir. Son olarak bu kitap, öğrenci bağlılığı alanında çalışma yapmak isteyen araştırmacıların öğrenci bağlılığı konusuna ilişkin birçok kavram ve konunun temeline ilişkin bilgilerden yararlanacağı bir kaynak niteliğindedir.
Bekir Yıldırım Adaletin olmadığı bir dünyada uğradığı haksızlıkların peşini bırakmayan bir gencin başından geçen olayların ütopik bir yaşam mücadelesi ekseninde kurgulandığı Ütopya Ülkesinin İmparatoru romanı, birçok tarihî olay ve kahramandan esinlenilerek kaleme alınmıştır: Osmanlı Devleti'nin kurulması; ilk kadın hükümdar Tomris'in, Hz. Yusuf'un ve Yunus Emre'nin hayatı; Srebrenitsa Katliamı, Kore tarihinden Jang Bogo'nun hayatı ve Platon'un devlet anlayışı...
Ahmet Abay Yazar, genelde İslami ilimler literatüründen, özelde Kur'an'dan hareketle kaleme aldığı bu nitelikli eserinde, ihlas ve inşadın Kur'an öykülerine; adaletten kalbin eylemlerine pek çok konuda düşün hayatımıza önemli bir katkı sunmaktadır.
İlahi vahye muhatap her birey için yaşanmışlıklar büyük öneme sahiptir. Müslüman, deneyimleri bağlamında “model” bir yaşam arzusu taşır. “Vahiy, Yorum ve Hayatı İnşa” adlı bu eser, hemen her Müslümanın yüz yüze gelebileceği sorunlara İslami çözümler sunmayı amaçlamakta ve vahyin yol göstericiliğine odaklanarak günümüz insanının dini doğru anlama ve yaşama çabalarına da ışık tutmaktadır.
Prof. Dr. Murat Kayacan
Hamdi Çilingir Vakıf, özünü İslam’daki sadaka ve infak anlayışından alan, tarihsel süreç içerisinde Müslümanların tecrübeleriyle gelişen ve zenginleşen, hizmet ettiği amaçlarla neredeyse hayatın bütün alanlarını kapsayan çok önemli bir müessesedir. İslam, Müslümanları bir yandan zekât, sadaka-i fıtır, öşür gibi zorunlu sadakalarla (sadaka-i vâcibe) yükümlü tutarken diğer yandan da onları nafile sadakalar (sadaka-i nâfile) konusunda teşvik etmiştir. Bu nafile sadaka türleri arasında vakıf kurumsallık, yaygınlık ve hizmet ettiği amaçlar açısından tarih içinde çok önemli bir gelişim seyri takip etmiştir. Vakıf kuran kimsenin vakfına amaç belirleme hususunda sahip olduğu özgürlük zamanla vakıflarda geniş bir amaç çeşitliliğini ortaya çıkarmıştır. Nitekim bu amaç çeşitliliği tarih çalışmalarında gayet iyi belgelenmiş ve ortaya konmuştur.
Bu kitap, vakıfta amaç konusuna farklı bir açıdan yaklaşmakta, konuyu hukuki çerçevede ele almakta ve vakfın amacına dair teorik bir çerçeve çizmeye çalışmaktadır.
Beşir Mustafayev Ruslar, Ermenileri kendi amaçları doğrultusunda kullanırken hiçbir zaman Ermeni dostu olmamışlardır. Ermeniler de bunun farkında oldukları hâlde güç de olsa kendi hayallerine ancak Ruslar aracılığıyla ulaşacaklarına inanmışlardır. Çünkü Ermeniler, bir Ermeni coğrafyasının oluşmasında Ruslara her zaman minnet duymaktadırlar ki bunda da haksız sayılmazlar.
Eski Türk yurdu olan şimdiki Ermenistan arazisinde, ta eskiden beri Türk izleri mevcuttur. Türk toponimleri, MÖ VIII. yüzyıldan başlayarak XII-XIV. yüzyıla kadar yaşamış ve oradaki ulu Türk ecdatlarının etnografisi olmuştur. Türk yer adlarını değiştirme siyaseti, Taşnak Ermeni terörü ve Bolşevik Rus Devrimi'nden sonra yeni boyut kazanmıştır. Türkçe olan yüzlerce köy isimleri, kasıtlı olarak çıkarılan kararnamelerle Ermenice adlarla değiştirilmiştir. Ad değiştirme operasyonu, Stalin döneminde hız kazanmış, Azerbaycan Türklerinin planlı şekilde kovulması uygulamaya konulmuştur. Ermeniler, yapılan bu göç siyaseti ile artık Ermenistan denen coğrafyada, olası bir Müslüman Türk problemine karşı kendilerini garantiye almış, rahat bir şekilde politikalarına devam etmişlerdir. Böylece yoğun bir şekilde Karabağ ve Nahçıvan üzerinde toprak iddiasında bulunmaya başlamışlardır.
Bir zamanlar Türklerin yaşadığı ve egemen olduğu şimdiki Ermenistan (Revan, Zengezur, Göyçe) arazilerinde, özellikle son yıllarda Azerbaycan'da yayınlanan eserlerle ilgili Türkiye'deki araştırmacılara yol gösterecek ve okuyucuların faydalanabileceği çalışmalar hemen hemen yok denecek kadar azdır. Bu kitap, başta üniversitelerin ve kamuoyunun bilgilenmesi açısından kayda değerdir.
Kenan Gürsoy Felsefenin kadim problemlerinin incelendiği bu eserde okuyucu, İbn-i Sînâ'dan Sartre'a, Gabriel Marcel'den Maurice Merleau-Ponty'e uzanan bir çizgide felsefî bir yolculuğa davet ediliyor. Hareket noktası; insanın ferdî ve yaşanmış tecrübeleri çerçevesinde beliren “ben”i durumundaki “varoluş”, yani “insanın o insan olma hâli” olan ve “insan”ın özündeki aslî varlık hakkında bir hükme doğru alınan bu yol; bize kendimizle karşılaşma imkânı sunuyor. Bununla beraber, bu yolculukta, felsefenin kültürle, medeniyetle, edebiyatla, düşünce geleneklerimizle ilişkileri de yeniden irdeleniyor. Varoluşun, somut ve biricik olan kendi varlıktalığımıza referansla oluştuğunu hissettiren okumalar boyunca, evrensel anlamda felsefenin öznesi olabilmek için sağlam bir kültür ve düşünme geleneğine sahip olmanın anlamı ve değeri de fark ediliyor.
Ekber Şah Ahmedi Sekülerleşme tartışmaları derinlikli bir analize tabi tutulduğunda süreç içinde ortaya çıkan “yeni” teori ve kavramların önemli bir kısmının aslında eski/klasik sekülerleşme teorisinden aşina olduğumuz konu ve yaklaşımları yeni bir bağlamda, farklı bir dil ve içerikle yeniden dolaşıma sokmaktan başka bir şey olmadığı görülebilir. Ekber Şah Ahmedi'nin doktora tezinin kitaplaştırılmış versiyonu olan elinizdeki çalışma, bu teorilerden biri olan “varoluşsal güvenlik teorisi”nin (existential security theory) eleştirel bir analizini sunarak yaşanmakta olan sürecin sekülerleşmeden ziyade “çoğulculaşma” olarak yorumlanması gerektiğini teklif ediyor. Bu hâliyle kitabın, sekülerleşme tartışmalarına bir taraftan kavramsal ve teorik boyutuyla önemli açılımlar sağlayacağını öte taraftan bu alanda yapılacak çalışmalara da bir zemin oluşturabileceğini düşünüyoruz.
Prof. Dr. Kemal Ataman
Remzi Y. Kıncal Vatandaşlık ve vatandaşlıkla ilgili konular, globalleşen günümüz dünyasının tartışma konularının ilk sıralarında yer almaktadır. Vatandaşlık konusuna ilişkin tartışmalar, hemen hemen tüm toplumlarda, demokratik bir bakış açısıyla ele alınmaktadır. Bu nedenle, vatandaşlık eğitimine ilişkin konuların, demokrasi eğitimi kapsamında da irdelendiği dikkati çekmektedir.
Özellikle, Avrupa Birliğine katılım sürecine hazırlanan ülkemizde, vatandaşlık ve vatandaşlık eğitimine ilişkin konuların uluslararası bağlamda irdelenmeye başlandığı gözlemlenmektedir. Vatandaşlık Bilgisi adını taşıyan bu eserde, konular, ulusal ve uluslararası boyutlarıyla ele alınmakta ve sorgulayıcı bir yaklaşım biçimi ön plana çıkarılmaya çalışılmaktadır.
Ali Rıza Seydi Üç sene yalvar yakar kapılarda dolaştım ama olmadı! Doktora tezimi bir türlü savunamadım. Hâlbuki doktora öğrencisi olduğum enstitünün en iyi öğrencisiydim. Ses getiren akademik yayınlar yapıyor, ulusal ve uluslararası konferanslara konuşmacı olarak katılıyordum. Kısa zamanda başka bir üniversitenin akademik kadrosuna yerleşmiştim. Diğer taraftan tezimi hazırlarken belirlediğim sorunlara dair akademik kitap yazımına giriştim. Birkaç sene içinde ilk iki kitap şekillendi ve üçüncü kitabı yazmaya başladım. Yayınlara yapılan atıflar ve akademik kitap çalışmaları bakımından -onca profesör ve diğer öğretim üyelerinin yer aldığı ana bilim dalında- herkesi geride bırakmıştım. Harika geçen ders dönemlerinden sonra tezimi de -dört dönem içinde- savunmaya hazır hâle getirmiştim. Fakat çok başarılı ve alanda örnek olacağı söylenen bu tezi savunamıyordum. Sonunda mücadele etmeye karar verdim.
Tezimin başına gelenleri yazsaydım kitap olurdu. Zaten yazdım ve kitap oldu. Herkes için ibretlik derslerle dolu bir kitap!
Erbakan Vakfı Genel Merkez Hanımlar Komisyonu Çalışma Grubu "Müslümanlık: namaz kılmak, Kur'an okumak, tesbih çekmekten ibaret olsaydı Eyyub el-Ensari'nin İstanbul'da ne işi vardı?" Prof. Dr. Necmettin Erbakan
Serkan Işın
Yüksel Yıldırım Bu çalışmada, Velid Ebüzziya’nın babası, annesi, abisi ve eşiyle olan mektuplarından toplam 111 tanesi kullanılmıştır. Mektupların zaman aralığı 1894–1921 yılları arasını kapsamaktadır. Bu bağlamda okuyucu bu kitapta, aileye dair bilgilere sahip olacağı gibi dönemin toplumsal, sosyal, kültürel ve siyasi atmosferi hakkında da fikir sahibi olacaktır.
“İşitdiğime göre bizim evin öyle sıkı sıkıya taht-ı nezârete alınması kâimmakâm vicdansızının işi imiş. Hâlbuki siz o adama geçen sene iyilik etmişdiniz. Ne tuhaf, İstanbul’da insan denecek adam kalmamış. Herkes sa’âdetini, refâhını başkasının felâketinde arıyor. Zaten onun için kimsenin rahat yüzü gördüğü yok ya. Bâkî gözlerinizden öperim efendim.”
Tuncay Öğün Bu eser I. Dünya Savaşı yıllarında Rus işgali ve Ermeni çetelerinin saldırıları nedeniyle Doğu Anadolu’ya ya da Anadolu içlerine göç ederek ülkenin her köşesine dağılan Müslüman halkın dramını anlatmaktadır. Sayıları 1,5 milyonu bulan bu insanlar neden göç ettiler? Hangi bölgelere sığındılar? Gittikleri yerlerde ne gibi sorunlarla karşılaştılar? Ne kadarı hayatta kalabildi? Hayatta kalabilenler yurtlarına nasıl ve hangi şartlarda dönebildiler? Bu soruların cevaplarını birinci elden kaynaklara dayalı olarak bu kitapta bulabilirsiniz.
Bünyamin Aksoy, Muhammet Servi Vocabulary in Context, İngilizcedeki temel kelimelerden başlayarak ileri düzey kelimelere doğru sistematik ve kademeli bir yol izlemektedir. Dil öğrenmeye yeni başlayanların yanı sıra mevcut kelime haznesini zenginleştirmek isteyen her seviyedeki öğrenciye hitap etmektedir.
Hedef kelimelerin belirlenmesinde Oxford Üniversitesinin tespit ettiği en yaygın kullanılan 3500 İngilizce kelime ölçüt alınmış olup kelimeler A1-A2, B1-B2, C1-C2 kategorilerinde sırasıyla sunulmuştur.
Kitabın tamamında, kelimelerin anlaşılabilir bir bağlam içerisinde kullanılarak öğretilmesi amaçlanmıştır.
Her bölümde hedef kelimeler Türkçe karşılıklarıyla verilmiş, alıştırmalarla desteklenmiş ve testlerle pekiştirilmiştir.
Vocabulary in Context, ÖSYM'nin hazırladığı İngilizce sınavlarına altyapı sağlamanın yanı sıra, Hazırlık Atlama (Muafiyet) Sınavı için de yararlı bir kaynak niteliğindedir.
Mehmet Sürmeli “Kur'an okumayan ve hadis yazmayanlara iltifat etmemeyi” tavsiye eden Cüneyd el-Bağdadi öyle bir tasavvuf tanımı yapmıştır ki her Müslüman üzerinde derin derin düşünmelidir. Cüneyd'e göre tasavvuf, “Barışı olmayan bir savaştır.” Tasavvuf, hayatın niteliğine karar vermedir. Daha açık bir ifadeyle hayatı yolcu veya garip gibi anlamlandırmanın adıdır. Gariplerin ve yolcuların Allah'ı bilme ve hayatlarına Allah ile anlam vermelerinin adıdır.
Biz bu çalışmamızda, muradının ne olduğunu bilmeyenlere muratlarını göstermeye çalıştık. Dedik ki terakki; imanda marifet ve yakinle, zihin ve gönül tezkiyesini gerçekleştirmekle, Kur'an'ın anlamının hayata aktarılmasıyla, Sünnetin bütün yönleriyle hayat tarzı edinilmesiyle, Hz. Peygamber'e benzemeden aşk avuntusuna kapılmanın yanlış olduğunu bilmekle, farzlara dört elle sarılıp nafilelerle de Allah'a yaklaşmakla, ibadetleri ihsan hâlinde ifa etmekle, ilmihal bilgisi başta olmak üzere akaid ilmine vukufla, nefsi ihmal etmeden ve cihadın afaki boyutlarını farzıayın bilinciyle eksiksiz yerine getirmekle, Muhammedi ahlâkla donanmakla, kâfir velayetindan nefret edip sağa sola ucuz oy deposu olmamakla, insanlara kulluk etmemekle, tüketim duygusunu Sünnetle terbiye etmekle, hakkı söylemekten korkmamakla, emanetleri ehline vermekle, vahyi hayata hâkim kılmayı en büyük zikir bilmekle, kendini haramlardan korumakla, mahlukata şefkat göstermekle, mekruhlardan uzaklaşıp mubahları bile kılı kırk yararcasına incelemekle, ölümü düşünüp ibret almakla, kredi kartlarını kırıp faiz şüphesi olan her şeyi terk etmekle, aile fertlerine sevgiyle davranmakla, mürşidin sadece öğretmen olduğunu bilip istikametten sapma olduğunda hesap sormakla ve her hak sahibine hakkını vermekle gerçekleşir.
Zeynep Zafer Esenyel Vücudumuz dünya içindeki varlığımızdır; bir dünyamızın olduğunu iddia edebiliyorsak eğer bunun sebebi, ona yalnızca vücudumuzla katılmamızdır. Nerede bilinç sahibi bir insandan söz ediliyorsa orada bu bilincin vücut bulduğu bir varlıktan söz etme zorunluluğu vardır. Vücut, bireysel varoluşumuzun kaynağı olduğu kadar sosyal bir hayata sahip oluşumuzun da temelindedir. Bu anlamda vücut, tarihsel ve kültürel bir fenomendir zira her şeyden önce bizi başkasının görebildiği bir varlık hâline getirerek ortak bir yaşam dünyasına bağlayan şey vücutlar arası varlığımızdır. Gerçekte vücudumuza ilişkin kavrayışımız, varlığa ilişkin kavrayışımızın bir arketipidir. Vücudumuzu var edişimiz, dünyayı var edişimizi belirler. O, herhangi bir şey gibi karşımızda durmaz, yaşadığımız bu kanlı canlı vücut, “ben” denilen varlıktan başka bir şey değildir. O bir nesne değil, aksine tam da özne oluşumuzun yegâne koşuludur. Vücudumuz ve kendimiz arasında herhangi bir mesafenin varlığını düşünmek olanaksızdır. Şimdi vakit, öznenin düşünen töze indirgenerek koparıldığı dünyaya yeniden dönme vaktidir. Şeylerin kendilerine geri dönüş çağrısı, dünyaya geri dönüş çağrısıdır ve bunun vücuda geri dönmeksizin gerçekleştirilmesi imkânsızdır. Bu kitap, Husserl, Sartre ve Merleau-Ponty üzerinden kulaklarımızı bu çağrıyı duyabilmek için hazırlayacaktır.
Hatice Başdağ Baş Analitik felsefeyle ilgilenen bir kimsenin yolu, bir şekilde W. V. Quine'ın felsefesine çıkmaktadır. Quine, çağdaş felsefe açısından belirleyici bir rolü bulunan analitik felsefe ekolünü önemli bir dönüm noktasından geçirmiştir. Quine'ın düşüncelerinin etkisini, günümüzde felsefe, ilahiyat, fizik, tıp, sanat, sinema ve edebiyat gibi birçok alanda görmek mümkündür. Bu eserde, deneyimcilik ve pragmatizm akımlarına ait detaylarla birlikte bilim tarihinde metafiziğin bilimden elenmesinden, yeni fizikteki göreci gelişmelerden ve postmodern dünyanın nihilizm vurgusundan sonra bilimsel doğruyu elde etme adına tutunacak bir dal arayanların bulabileceği bir çözüm önerisi yer almaktadır.
Emel Koç XIX. yüzyıl; XX. yüzyılın pek çok felsefi akımının temellerinin atıldığı, felsefe tarihinin “verimli” olduğu kadar düşünsel anlamda “yoğun” olduğu bir dönemidir. XIX. yüzyılın entelektüel yaşamı, felsefe tarihinin önceki herhangi bir döneminden daha karmaşık ve yoğundur. Yüzyılın düşünsel karmaşıklığı ve yoğunluğunun, düşünsel ortamını besleyen ve biçimlendiren farklı etkenlerin bulunmasından kaynaklandığı söylenebilir. XIX. yüzyıl felsefesini besleyen temel kaynaklar arasında XVI. yüzyıldan itibaren yaşanan bilimsel gelişmeler; buna bağlı olarak şekillenen ve insanın yaşam standardını tümüyle değiştiren teknolojik gelişmeler; bilimsel ve teknolojik gelişmelerle birlikte Batılı insanı tepeden tırnağa değiştiren Sanayi Devrimi’nin başlaması ve XVIII. yüzyıl Aydınlanma Çağı düşünürlerinin etkilerini taşıyan Amerikan ve Fransız Devrimleri ile Devrimlerin beraberinde getirdiği Avrupa ve dünya tarihi açısından çarpıcı siyasi olaylar sayılabilir. XIX. yüzyılın, “Tarih Yüzyılı”, “Doğa Bilimi Yüzyılı”, “Teknik ve İcatlar Yüzyılı”, “İdeoloji Çağı” gibi farklı niteliklerine yapılan vurgularla anılması yüzyılın verimliliğini ve bilimsel, teknolojik, siyasi, toplumsal anlamda gelişim ve dönüşümünü yansıtır niteliktedir.
XIX. Yüzyıl Felsefesi isimli bu eserde; böylesine entelektüel zenginliğe ve karmaşıklığa sahip bir dönemin bir yandan G. W. F. Hegel, K. H. Marx, A. Comte, J. Bentham, S. A. Kierkegaard, F. Nietzsche gibi döneme damgasını vuran ve dönemin ruhunu en iyi yansıtan filozoflarına diğer yandan da ülkemizde henüz kendilerine ilişkin yeterince akademik çalışmanın mevcut olmadığı F. H. Bradley ve J. Royce gibi ihmal edilen filozoflarına yer verilmektedir.
Mehmet Özberk Sanatın varlığı bir mekân ya da bir zamanla sınırlı değildir ve devamlı olarak belirli bir sosyokültürel bağlamda varlığını korumaya devam eder. Birbirleriyle sürekli etkileşim hâlinde olan sanat türleri -karakteristik özelliği, gücü ve sürekliliği ne olursa olsun- mutlaka tarihî ve manevi kültürün genel durumunu yansıtma görevi üstlenir.
Her sanat türü bir yandan kendine özgü ve benzersiz özelliklerini en üst düzeye çıkarmayı amaçlarken diğer yandan kendi anlamını ve sınırını genişletmek için farklı sanatların ifade yeteneklerini kullanma eğilimindedir. Bu noktada, aslında her sanat türünün birbirini tamamladığı, birbirinin eksik yanlarını giderdiği ve birbiriyle her açıdan daima etkileşim içinde olduğu söylenebilir.
Rus kültürü XIX. yüzyılda eşsiz bir konuma sahiptir. Çünkü bu yüzyılda Rusya'daki yazın, şiir, tiyatro, resim, müzik, mimarlık, heykel gibi insanda coşku ve heyecan uyandıran tüm sanat türleri büyük bir gelişim gösterir. Sanat, topluma önceden hiç olmadığı kadar yaklaşır ve ilerici hamlelerle toplumu kucaklar. Müziğin yazın dünyasına yansımaları böyle bir ortamda şekillenir. Rus yazarların eserlerinde; Rus bestecilerle, şarkıcılarla, oyuncularla, opera sanatçılarıyla yakın ilişkilerinin yansımaları ve etkilendikleri Avrupa klasik müziği ve bu müziğin temsilcileri açık bir şekilde yer alır.
Bu kitapta; Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev ve Çehov'un yaşamlarında ve öykülerinde müzik izleği incelenmiştir.
Esin Kâhya Genel olarak on dokuzuncu yüzyıl, bütün dünyada siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel açıdan yeniden yapılanmanın yaşandığı bir dönemdir. Bu değişimi sadece siyasi hayatta değil sosyal yapılanmada, sanatın çeşitli dallarında, felsefede ve bilimde belirlemek mümkündür.
Bu dönemde farklı bilim dallarında atılan adımlar, örneğin matematikteki (ihtimaller hesabı vb.), astronomideki (yeni gezegenlerin bulunması ve evren sistemi ile ilgili çalışmalar vb.), fizikteki (elektrik ve mekanikte vb.), kimyadaki (atom teorisi, organik ve inorganik kimyadaki çalışmalar), biyolojideki gelişmeler (evrim teorisi ve kalıtım, hücre araştırmaları vb.) ve de tıptaki gelişmeler (mikrobiyoloji, patoloji, fizyolojideki gelişmeler vb.) yirminci ve yirmi birinci yüzyılın bilimsel problematikini belirlemiştir. Biz günümüzde, o dönemde atılan temeller üzerinde bilimsel yapımızı inşa etmeye devam etmekteyiz.
Yıldız Deveci Bozkuş …Özellikle takdir ettiğim husus, söz konusu bağlamda Osmanlı'dan ve Ermeni'den, pek çok defalar yapıldığı gibi -ister açıkça, ister imalı veya dolaylı olsun- birbirinden ayrı hatta birbirine zıt, en makul varsayımda birbirine eklenen fakat içten temas edemeyen unsurlar olarak söz edilmemesi oldu. Bu nedenle kitabınız, bir boşluğu doldurmakta. Osmanlı-Ermeni ortak fikir tarihine bu önemli hizmet ve katkınız için takdir ve tebriklerimi arz eder, eserinizin mümkün mertebe geniş okur kitlelerine ulaşmasını gönülden temenni ederim…
Prof. Dr. Boğos Levon Zekiyan

Türklerle olan birlikte yaşama tecrübesi uzun süreye dayanan Ermeniler üzerine yapılan çalışmaların büyük çoğunluğu, Ermeni Meselesi olarak kavramsallaştırılan bir alana dönüştürülmüştür. Dolayısıyla Ermeni kökenli Osmanlı tebaası, çatışma alanlarının dışında çok az araştırmanın konusu olmuştur. Yıldız Deveci Bozkuş, yaptığı çalışmasıyla ihmal edilen bir olguya odaklanmıştır. Modern aydın sınıfının ortaya çıkması uygun atmosferin oluşmasıyla ilgilidir. Osmanlı aydın sınıfı da kendine özgü hâlleriyle uygun atmosferin oluşmasıyla doğmuştur. Ermeni kökenli aydınlar da aynı atmosferde nefes alıp vermişlerdir. Hatta denilebilir ki Türklerden yüzyıllar önce matbaa kurmuş olmalarına rağmen Batı’daki entelektüel gelişimden ziyade Ermeni aydının ortaya çıkışı, ağırlıklı olarak Osmanlı başkentinde yaşanılan süreçlerin sonucu olmuştur. Entelektüel dünyayı bu anlamda Osmanlı-Türk aydınının çıkışı ve gelişimi süreçlerinden ayırmak doğru olmayacaktır. Bu süreçte Türk kültürel hayatına Ermeni kökenli aydınların bir anlamda lojistik destek olarak görebileceğimiz katkıları olmuştur. Bu katkılar daha çok sözlük, musiki, sanat vb. alanlarda kendini gösterecektir. Yıldız Deveci Bozkuş, ele aldığı kişiler ve eserleri üzerinden yaptığı araştırmasıyla bu katkıyı söylem düzeyinden olgularla desteklenebilir düzeye çekerken, Ermeniler üzerine yapılacak araştırmalara farklı kapılar açılabileceğini de göstermiştir.
Prof. Dr. Ahmet Özcan

Yıldız Deveci Bozkuş’un bu eseri, Osmanlı Ermenileri ile ilgili bir çalışmanın 1915 olaylarının dar çerçevesinin çok ötesinde olabileceğini göstermesi bakımından çok önemlidir. Bozkuş, bu kapsamlı çalışmasıyla Osmanlı Ermenilerinin Osmanlı kültür ve bilim dünyasına katkılarını ortaya koyarken, bu cemaatin Osmanlı toplumunun ayrılmaz bir parçası olduğunu da göstermektedir. Yüzyıllar boyunca devam eden girift toplumlar arası ilişkileri birkaç yıllık siyasi/askeri çatışmaya sıkıştırmak Türkiye'deki Ermeni çalışmaları literatürünün en büyük zaaflarından biridir. Bu sebeple, bu eserin literatürdeki önemli bir boşluğu doldurduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Doç. Dr. Mustafa Serdar Palabıyık
Aslı Aytaç Türk edebiyatı çalışmaları arasında kültüre dayalı araştırmalar önemli bir yer tutmaktadır. Bugüne kadar divan şiiri metinlerinin, özellikle de divanların, incelenmesiyle Osmanlı toplum ve kültür hayatına dair alana kazandırılan çok değerli çalışmalar yapılmıştır. Bunların bir kısmı müstakil olarak kültürel ve toplumsal yaşantıyı konu alırken bir kısmı da divan, seyahatnâme ya da mesnevi gibi edebî eserleri tetkik çalışmalarının bir bölümü hâlinde incelenmiştir. Çağının toplumsal hayatına ışık tutan tarihî bir belge olarak değerlendirilebilecek şehrengiz metinlerinin de toplumsal ve kültürel unsurlar yönünden değerlendirilmesinin edebiyatın yanı sıra sosyoloji, antropoloji, halk bilimi, psikoloji, tıp, tarih ve sanat tarihi gibi birçok alana yarar sağlayacağı düşüncesi, bu çalışmanın ilk adımının atılmasına vesile oldu. Şehrengiz metinleri; halkın günlük hayatı, yaşam biçimi ve sosyokültürel durumu hakkında bilgi veren tarihî vesikalardandır. Yazarının, üslubunda nispeten daha rahat olduğu, saraya kabul kaygısı gütmediği, bulunduğu çevreye dair gözlemlerini kişisel olarak aktardığı bu metinler hem özgün hem de tarihî, edebî, sosyal ve kültürel değeri yüksek kaynaklar arasında kabul edildiğinden alana şehrengiz türüyle ilgili toplumsal ve kültürel verilerin sınıflandırılıp derlendiği bir çalışma kazandırma çabası meydana geldi.
Esra Seçkin Bu çalışma; konusu itibarıyla, Türk tasavvufunun entelektüel görünümünü 1867-1950 yılları arasında yaşamış mütefekkir bir mutasavvıf olan Kenan Rifâî (Büyükaksoy) özelinde değerlendirerek kendisinin tasavvuf geleneği ile olan irtibatını, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Devri'nin kaotik dönemlerindeki bürokratik görevleriyle eş zamanlı sürdürmüş olduğu “irşat edici” pozisyonunu, bu konumun modernist söylemdeki yansımalarını ve oluşan bu özgün şahitliğin entelektüel tasavvuf kavramı kapsamındaki analizini içermektedir.
Kitaba kaynaklık eden XX. Yüzyıl Türk Tasavvufunda Entelektüel Tavır: Kenan Rifai Örneği isimli doktora tezinde entelektüel ve mutasavvıf kavramları gibi karşıtlık üretme potansiyeline sahip olan bu orijinal yapı belirginleştirilerek kurucu teorisyenlerin düşünsel dünyası tartışılmıştır. Bu amaçla düşüncenin ana esası olan akıl yürütme, düşünme, varlığı muhakeme gibi felsefi kavram dizilimleri, tasavvuf ıstılahları zemininde analiz edilmiş olup doktrinin felsefe ve bilim alanındaki işlevsel olgularının belirlenmesi adına tarihî gelişim aşamaları incelenerek Türk tasavvuf tarihinin entelektüel deseni ortaya çıkarılmıştır.
Ceylan Özdemir, Eda H. Tan Metreş, Emine Karabacak Kündem, Esra Elmacıoğlu, Esra Şölentaş, Gülhanım Bihter Yetkin, Güneş Sütcü, İmge Alpay, Mehmet Fırat Aramacı, Mehmet Özberk, Meliha Oskay Gökalp, Nuray Dönmez, Nurgül Özdemir, Onur Aydın, Orçun Alpay, Rabiye Özberk, Sevgi Ilıca, Svetlana Stomatova, Yasemin Gürsoy, Bütün dünyaca bilinen klasik edebiyat mirasından bir takım izler taşımasına rağmen XXI. yüzyıl Rus edebiyatının geleneksel edebiyattan oldukça farklı, kendine özgü bir yapısı vardır. Hızına yetişilemeyen modern yaşam, gelişen teknoloji ve küreselleşme gibi etkenler, günümüz okurunun beklentisine paralel olarak edebiyatı farklı bir boyuta taşımaktadır. Gerçekliğin göreceli hale geldiği, bilimkurgunun, postmodernizmin, yeraltı, postavangart ve popüler edebiyatın iç içe geçtiği XXI. yüzyıl Rus edebiyatında absürt ve agresif gerçeklik, kaotik, akışkan, tuhaf, eksik ve bazen de dağınık bağlantılarla okuyucuya sunulur.
Çok katmanlı alt metinleriyle, göreceli gerçeklik algısıyla, günlük yaşamın felsefi çıkarımlarıyla yepyeni eğilimlere kucak açan çağdaş edebiyatın çok yönlü, bol ödüllü ve en genç yazarları bu kitapta bir araya getirildi. XXI. yüzyıl Rus edebiyatının ülkemizde yeni yeni tanınmaya başlanan ya da henüz adı bile duyulmamış dinamik yazarları seçilerek öne çıkan birer eserinin Türk okuruna tanıtılması amaçlandı. Çağdaş edebiyatın oluşum temellerinin genel ama detaylı bir incelemesinin ele alındığı giriş yazısının ardından Arina Obuh'tan Vladimir Sorokin'e, Alisa Ganiyeva'dan Guzel Yahina'ya, Platon Besedin'den Dmitri Gluhovski'ye kadar günümüz Rus edebiyatına damgasını vuran genç yazarların modern ve sarsıcı sanatıyla buluşacaksınız bu kitapta…
Ceylan Özdemir, Emine Karabacak Kündem, Esra Elmacıoğlu, Gamze Öksüz, Gülhanım Bihter Yetkin, Güneş Sütcü, İmge Alpay, Jale Kartal, Mehmet Fırat Aramacı, Meliha Oskay Gökalp, Nuray Dönmez, Nurgül Özdemir, Orçun Alpay, Rabiye Özberk, Sevgi Ilıca, Ümmühan Ceylan Bu kitapta, yaratıcılıkları XX. ve XXI. yüzyılın geçiş dönemine rastlayan modern Rus edebiyatının en önemli temsilcileri tanıtılmaktadır. Ulitskaya'dan Makanin'e, Boyaşov'dan Vodolazkin'e kadar günümüz Rus edebiyatına damgasını vuran usta şair ve yazarlar, eserlerinde kaleme aldıkları birbirinden farklı konu ve yorumlarla bir sonraki kuşağa da öncülük etmişlerdir. Pek çok açıdan baskı, disiplin ve sansürün hâkim olduğu Sovyet yüzyılında dünyaya gelen ancak çalışmaları bu dönem sonrasında ün kazanan sanatçılar, çağdaş Rus edebiyatının postmodernizme giden yolunda ilk adımları atarak yepyeni pencereler açmışlardır. Sovyet güdümündeki sosyalist gerçeklik konularından sıyrılıp içinde bulundukları dönemin güncel sorunları olan siyasi belirsizlik, ekonomik dalgalanmalar, kuralsızlık, kaos, savaş karşıtlığı, kapitalizme geçiş sancıları gibi konuları farklı bakış açılarıyla ele almışlardır. Yeni dönemin bu usta yazar ve şairleri; fantastik, otobiyografi, polisiye, metinlerarasılık, kronotop, gerçeküstü gibi unsurlara sıkça başvururken kendilerine özgü postmodernist bir üsluptan da faydalanmışlardır.
Bu kitapta; çok katmanlı alt metinleriyle, göreceli gerçeklik algısıyla, günlük yaşamın felsefi çıkarımlarıyla yepyeni eğilimlere kucak açan, uluslararası çapta tanınırlığı olan, çeşitli ödüllere sahip ve bazılarının eserleri dilimize de çevrilmiş olan en modern Rus yazar ve şairlerin birer eseri seçilerek Türk okuruna tanıtılmıştır.
İsmail Güleç, Engin Ömeroğlu Kültür etkileşimi (kültür aktarımı) bağlamında yabancılara Türkçe öğretimi konusunu bütünsel olarak ele alan ilk kitap özelliğine sahip Yabancılara Türkçe Öğretiminde Kültür Etkileşimi, alanda ciddi bir boşluğu doldurmayı amaçlamaktadır.
Kitap, sekiz bölümden oluşmakta ve her bölümde işlenen konuya ait teorik bilgiler verildikten sonra o konuyla ilgili kullanılabilecek teknolojik materyaller, otantik öğrenimle ilgili örnekler, oyunlar, şarkılar, filmler gibi uygulama örnekleri yer almaktadır. Bütün bu uygulamaların, dersi veren öğretmenlere kültür etkileşimi konusunda iyi birer model olacağı düşünülmektedir.
Kitabın; Türkçe eğitimi alanında çalışan araştırmacılara, akademisyenlere, Türkçe öğretmenlerine, Eğitim fakültelerinin Türkçe bölümlerinde okuyan öğretmen adaylarına ve yabancılara faydalı olması dileği ve ümidiyle…

Ali Zafer Sağıroğlu, İbrahim Halil Yılmaz Tolstoy'a atfedilen bir söz “Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.” der. Hangi hikâyeler muhteşem başlar ve devam eder bilinmez ancak şehirler “yabancılar” ile kurulur. İnsan gittiği yere de gittiklerine de yabancıdır. Diğer bir ifade ile insan katıldığı yeni bir toplumda kendini yabancı hisseder ve o toplum tarafından da çoğu zaman yabancı olarak görülür. Herkes gittiği mekânın “yeni gelenidir”. Çoğu zaman, evvel gelenler sonra gelenlere “el” der.
Uzun yıllardır uluslararası aktörlerin çatışma noktası hâline dönüşen ve yıllardır mülteci kaynak ülkeleri arasında üst sıralarda yer alan Irak, Suriye ve Afganistan hâlen Türkiye'nin en fazla göç aldığı kaynak ülkelerin başında geliyor. Tam da bu noktada Türkiye'deki diğer şehirlerden farklılaşan göç karakteristiğiyle Ankara'nın ve Ankara'ya yönelen yabancıların ilk düşündüğü yerleşim alanlarından biri olarak da Mamak'ın özel bir yer vardır. Mamak'ın son dönem içinde öne çıkan göç karakteri, artan uluslararası hareketliliklerdir. Farklı toplumsal grupları bünyesinde barındıran bir yerleşim bölgesi olarak Mamak sosyolojik anlamda bir laboratuvar olarak tanımlanmayı fazlası ile hak ediyor. Mamak'ta yaşayan yerli ve yabancı uyruklu sakinler arasındaki gruplar arası ilişkilere odaklanan bu çalışma bölgedeki birlikte yaşama imkânlarını ortaya koymayı amaçlıyor.
Bu çalışmanın güçlü yönlerinden biri, nitel ve nicel yöntemlerin bir arada kullanıldığı “karma yöntem” (mixed method) yaklaşımının benimsenmesidir. Homojen olmayan göçmen gruplarda örneklem seçmenin güçlüğü çerçevesinde bu çalışma, benimsediği özgün veri toplama yöntemiyle dikkat çekiyor. Yabancıların yerleştikleri yeni yerde gündemi sıklıkla meşgul eden uyum tartışmaları bu çalışmada iki topluluğu da ilgilendiren bir karşılıklılık ilişkisine temellendirilmiştir. Buradan hareketle iki grubun uyumuna ilişkin tutum ve davranışların karşılaştırmalı bir ilişkisel analize tabi tutulmuş olması çalışmanın bir başka özgün yönünü oluşturuyor. Böylece bu eser okura, yerli halk ile yabancı gruplar arasında birlikte yaşama dair güçlükleri ve fırsatları çok yönlü bir bakış açısıyla değerlendirebilme fırsatı sunuyor.
Ali Rıza Erdem, Hasan Güneş Yabancılaşma, özünde; toplumdan, örgütten, insandan ve hatta kendinden uzaklaşmayı ifade eden ve felsefe, sosyoloji, psikoloji, siyaset, ekonomi gibi birçok disiplinin farklı açılardan ele aldığı çok boyutlu bir olgudur. Sadece bireysel değil aynı zamanda örgütsel ve toplumsal bir olgu olarak karşımıza çıkan yabancılaşma, bireyin; içinde bulunduğu topluma, çalıştığı kuruma, başka insanlara ve kendine uzaklaşması olarak gerçekleşmektedir. Günümüz toplumlarının da önemli sorunlarından biri olan bu olgu, hayatın her anını ve alanını olumsuz etkilemesine rağmen hızlı hayat temposu içerisinde göz ardı edilmektedir.
Bu kitapta; yabancılaşmanın felsefi, sosyolojik, psikolojik ve antropolojik analizi yapılmış ve bilimsel çalışmalara dayanılarak yapılan değerlendirme ve yorumlara yer verilmiştir.
Cafer Güler, Çağla Demirdüzen, Hamiyet Sezer Feyzioğlu, Lemi Atalay, Melis Çeliktaş, Merve Cemile Sönmez, Selda Kılıç, Yasemin Zahide Erol, Zeynep Gül Erel Çalan Yakın Çağ Dünya Tarihi adlı bu eser zaman zaman daha önceye de gitmekle beraber, esas olarak 1789 tarihinden I. Dünya Savaşı'nın çıkışına kadarki süreci kapsamaktadır. Bilindiği gibi bu zaman aralığı, üzerinde yaşadığımız dünyanın tarihinde günümüzü de etkileyen önemli olayların olduğu bir dönemdir. Bu çerçevede; Sanayi Devrimi ile başlayan Avrupa’daki gelişmeler, Amerika, Afrika, Asya ve Uzak Doğu’daki değişim, incelemeye alınan konular arasındadır.
18. yüzyılda başlayan Sanayi Devrimi bu dönemde gelişerek etkilerini artıracaktır. Yine siyasi olaylar açısından, Fransız Devrimi, 1830-1848 İhtilalleri, devletlere yön veren dönemin olaylarıdır. Keşiflerle başlamış olan sömürgecilik faaliyetleri 19. yüzyılda değişiklik gösterip büyüdüğünde, dünya karalarının çoğunluğu ve buralarda yaşayan insanlar, başta İngiltere olmak üzere Fransa, Almanya, İtalya gibi devletlerin nüfuzu altına girecektir. Bu yüzyılda, Almanya ve İtalya, birliklerini tamamlayarak dünya siyaset sahnesine çıkacak, aynı zaman içerisinde Rusya, Japonya, İran, Güney Amerika ve Çin’de de gelişmeler yaşanacaktır. ABD güçlü bir devlet olarak büyük devletler arasında söz sahibi olmaya başlayacaktır. Hindistan, dünya siyaseti açısından İngiltere’nin politikalarına yön veren önemli bir konumdadır. Yüzyılın bitişi sonrasında yani 20. yüzyıl başlarında da dünya tarihinin dönüm noktası olaylarından Birinci Dünya Savaşı patlak verecektir.
Enes Talha Tüfekçi Yalın Ayak ve Yalvarırcasına (Şiir)
Mehmet Kartal “Duygular da dâhil her şeyin tek bir yüzü ve tek bir kaynağı olduğunu düşünenler için, her bir duygunun ve düşüncenin tama ulaşma yolunda debelenen kesirler gibi bölük pörçük dağılmış olduğunu sananlar için, hayatı tüm yüzleri ile tanımanın imkânsızlığına düşenler için, karmaşanın yaşamanın ta kendisi olduğunu görenler için yazmaktayım. Yazıyorum ki bilesiniz. Ben, sen, o, biz, siz, onlar diye bir şey vardır ama bunların tanımlandığı noktada yalnız olmaktan başka çare yoktur.”
Kara Kaplı Ak Kitap üçlemesinin ikinci kitabı, Harezmşahların son sultanı Celaleddin Mengüberdî Harezmşah'ın yaşamını “Yalnızlık” başlığı altında anlatan çarpıcı bir roman.
Enis Akın “Yarın konuşuruz” demek “bugün konuşamayız” demenin bir türüdür; yarın ütopyadır, yarın yoktur.
“Yarın konuşuruz” diye ertelemeyen, “bugün konuşalım” diyen şairlerle, edebiyatçılarla söyleşiler var bu sayfalarda.
Ece Ayhan, İlhan Berk, Hüseyin Cöntürk, küçük İskender, Ahmet Oktay, İsmet Özel, Necmiye Alpay, Orhan Koçak, Murat Belge ve Güven Turan’la şiir, edebiyat, şairler, Türkiye, yakın geçmiş gibi belirsizlikler üzerine konuştuk.
Burada okuduğunuz bir cümleyi belki alır cebinizde gezdirirsiniz, belki katlayıp hafızanızın bir kenarına kaldırırsınız, ama belki bir gün bir yerde aklınıza gelir, ertelenmiş bir etkisi olur.
Edebiyat ertelenmiş etkiden başka nedir ki?
Ali Engin Dönmez, Engin Avcı, Fatih Dedemen Günümüzde internet, istenen her türlü ürün ve hizmete, zaman ve mekâna bağlı sınırlılıklar olmadan ulaşma imkânı sağlayan küresel bir pazar konumuna gel­miştir. Buna bağlı olarak ise AB Komiseri Dimitris Avramopoulos'un da ifade ettiği gibi, “İnternette hemen hemen her türlü yasa dışı uyuşturucu, alıcı ve satıcı arasında hiç­bir fiziksel ve yüz yüze etkileşim olmadan bulunup satın alınabilir ve satın alınan bu uyuşturucu posta yolu ile alıcıya ulaştırılabilir.” hâle gelmiştir.
İnternetin yasa dışı uyuşturucu ticaretinde kullanımı ve önemi artmakla birlikte, ülkemizde bu konuda yapılan çalışma yok denecek kadar azdır. Bu çalışmada, bahsedilen eksiklik göz önünde bulundurularak internetin yasa dışı uyuşturucu ticaretini nasıl etkilediği ile internetin bu suçla mücadelede kolluk kuvvetlerine ne gibi zorluklar ve fırsatlar sunduğu incelenmiştir.
HAMMÂMÎZÂDE Bilindiği gibi Allahu Teâlâ; Yâsîn, Mülk, Rahman gibi bazı sure ve ayetlerle, insanların ve Müslümanların dikkatini çekmiş, onları uyarmıştır. Bilhassa Yâsîn-i Şerîf, halkımızın sevap kazanmak niyetiyle, okumaya çok rağbet ettiği ve bu sebeple, Kur'ân-ı Kerîm'den müstakil olarak defalarca basılan ve basılmaya devam eden bir suredir. Ancak merhum Hammâmîzâde'ye ait bu eserin müstesna özelliklerinin okurken farkına varacaksınız. Yerine ve duruma göre, ayetlerin iniş sebeplerine yer verildiği gibi, Arap dili ve edebiyatına kuralları doğrultusunda açıklamalar, dipnotlarda yapılmıştır. Dolayısıyla bu eserin, ilahiyat tahsili yapanların kaynak kitap olarak yararlanabilecekleri akademik bir kitap olma niteliği taşıdığını da özellikle vurgulamak isterim.
H. Eylem Kaya Küreselleşme ve yeni liberal politikalar, diğer tüm kamusal alanlar gibi eğitim alanını da kârlı bir sektöre dönüştürmeyi başarmış; yaşam boyu öğrenmeyi de bu dönüşümün vazgeçilmez aracı kılmayı amaç edinmiştir. Küreselin piyasacı bu çabası ile kamusal bir hizmet olmaktan çıkarılan eğitim ve beraberinde öğrenme, diploma yerine sertifikalar aracılığı ile alınıp satılabilen metalara dönüştürülmüştür. Öte yandan, mevcut eşitsizliklere sürekli yenilerini ekleyerek sınıflar arası makası kapanması mümkün olmayacak şekilde açan küresel dinamiklerin baskı ve dayatmaları, toplumların bu dönüşüme karşı direnç göstermelerinin önünde önemli bir engel teşkil etmektedir. Ancak,
yaşam boyu öğrenmenin sadece belirli bir zümre için değil herkese açık, erişilebilir ve sürdürülebilir olması, toplumsal yapı içerisinde tüm bireyleri kapsayan eşitlikçi ve adil öğrenme ortamlarının varlığı ile olanaklıdır. Bu sayede her birey, yaşam boyu öğrenme eylemini koşulsuz ve adil bir şekilde deneyimlemiş olacak, kendisini yeni öğrenme eylemleri için istekli ve hazır hissedebilecektir. Aksi takdirde, herkes için toplumsal bir içerimden söz etmek, bireylerin mutlu ve üretken olmasından bahsetmek olanaksız hale gelmekle kalmayacak, toplumsal dışlanmanın da zemini inşa edilmiş olacaktır.
H. Eylem Kaya 21. yüzyıl eğitim politikaları, yeni liberal küreselleşme ideolojisinin hâkim kıldığı sürdürülebilir rekabet eğiliminin etkisi altındadır. Söz konusu eğilim ile eğitim, özel tüketimi gerektiren bir yatırım aracı olarak değerlendirilmekte, böylesi yatırımı ise ancak sermayeye sahip bir kısım zümre gerçekleştirebileceğinden, eğitim yoluyla eşitsizliklerin giderilmesi bir yana, mevcut eşitsizliklere yenileri eklenmektedir. Bu koşullar altında en temel ve insani hak olan eğitimin gerek ulusal gerekse uluslararası ölçekte öğrenme kavramıyla ifade edilerek alınıp satılabilen bir metaya, eğitim hizmetinin ise kamunun yükümlülüğünden çıkartılarak piyasa ekseninde bireyin omuzlarına yüklenen bir sorumluluğa dönüştürüldüğü görülmektedir. Dolayısıyla, toplumsal adalet ve olanak eşitliğini gözeten metalaşmamış bir eğitim dizgesi içerisinde, “toplum için toplum ile yaşam boyu ve yaşam merkezli” bir eğitim anlayışını yerleştirmek hedeflenmeli; sermaye değil, insan odaklı yeni eğitim politikaları oluşturulmalıdır.
Nihat Aytürk Hayatta sağlıklı, başarılı, huzurlu, mutlu olmak ve aynı zamanda onurlu, erdemli, iyi ve kaliteli olarak uzun yaşamak her insanın amacıdır. Çünkü her insan yaşamak için dünyaya gelmiştir. Yaşamak ise bir sanattır. Ancak insanların en az bildikleri ve en çok muhtaç oldukları şey de yaşama sanatıdır. Bu yüzden her insan yaşama sanatını bilmek ve öğrenmek zorundadır.
Bu Kitap'ta onurlu, erdemli ve kaliteli olarak iyi ve uzun yaşamanın; sağlıklı, başarılı, huzurlu ve mutlu olmanın yol ve yöntemleri kaynaklara dayalı olarak örneklerle açıklanmıştır. Sağlıklı, başarılı ve mutlu olmanız en içten dileğimizdir.
Gülten Arslantürk Yaşlanmaya dair üretilen her söylem, içinde bulunulan toplumsal yapıya dair ipuçları barındırmaktadır. Biyomedikal paradigma, yaşam seyrini bilimsel bir çerçeve ile yaş evrelerine bölerken birey de yaşlanma sürecini hem normatif hem de performatif bir mücadele alanı deneyimler. Dolayısıyla “Her şeyin bir yaşı vardır.” söylemi yaygınlaşır. Her birey yaşamın gerektirdiğini “zamanında” yapabilmek için zamanla kavga eder, zamanla barışır, zamana meydan okur ve zamanla yaşlanır. Zaman ile yaşlanır…
Gündelik hayata içkin olan bu deyim, esasında zamanın ve yaşamın biyopolitik bir eksende açıklanmasını gerektiren neoliberal yönetimsellik ile iç içedir. Bu yönde gelişen beklenti, yaşlanma sürecine yönelik bir çeşit “kırılganlık” nosyonunun oluşmasına neden olur. Zira “makul” yaşlanma pratikleri hem sosyal politikalar aracılığıyla hem de bilimsel alanda yaşanan gelişmelerle çerçevelenir. Bu nedenle bu çalışma sadece “yaşlı birey”i değil biyolojik olarak yaşlanmaya yazgılı her bireyin yeri geldiğinde “bir istisna hâli” olarak yaşlanmaya meydan okuma zorunluluğunu medya üzerinden tartışmaya açmaktadır.
Aybike Bahçeli, Ayşenur Güvenir, Canan Karadaş, Dilek Efe Arslan, Dilek Yıldırım Gürkan, Erdinç Kalaycı, Esin Cerit, Esra Erdoğan, Eylem Yalman, Funda Tosun Güleroğlu, Gamze Yalçınkaya Çolak, Gökçen Aydın Akbuğa, Gülseren Maraş, Habibullah Akıncı, İbrahim Doğan, Muhammet Fevzi Polat, Sevim Çimke, Sevinç Polat, Sevinç Polat, Yurdagül Günaydın Yaşlanma ve yaşamaya dair birçok ipucu içeren bu kılavuz, alanında uzman araştırmacıların bilgi ve birikimleri ışığında, yaşam boyu öğrenme pratiğinize destek olmak amacıyla hazırlandı. Yaşlanmanın Gücü: Aktif Bir Yaşam Rehberi ile yolculuğunuzun bilimsel yönlerini yeniden keşfederken günlük rutininize keyifli fiziksel aktiviteleri eklemeyi, sağlıklı beslenme seçimleri yapmayı, fiziksel ve ruhsal sağlığınızı güçlendirmeyi, anlamlı ilişkiler kurmayı ve olumlu bir bakış açısı geliştirmeyi deneyimleyebilirsiniz.
Deniz Dereli, Deniz Say Şahin, Dilara Genç Demirağ, Gülsüm Korkut, Işıl Kalaycı, Mehtap Pekesen, Merve Yılmaz, Özge Kutlu Dönmez, Sevinç Sütlü, Şengül Akdeniz Toplumun ve devletlerin yaşlanmanın tüm boyutları ve getirilerine karşı hazırlıklı olmaları gerekmektedir. Aksi takdirde bu değişim sürecinin başarılı yönetilebilmesi mümkün görünmemektedir. Gerontoloji alanında çalışan akademisyen ve meslek mensuplarının yaşlıya ilişkin tüm parametreleri tanımlama, tartışma, geliştirme ve paylaşma sorumluluğu olduğu düşünülmektedir. Gerontoloji serisi kapsamında alandan uzman yazarlarca hazırlanan Yaşlı Sağlığı kitabında; yaşlıların sadece hastalıkları değil sağlıklı kalmalarına yönelik bütüncül süreç işlenmiştir.
Pelin Suzan Işıkoğlu Demografik dönüşümün bir sonucu olarak nüfusun hızla yaşlanması, yaşlılığa olan ilgiyi ve yaşlılık ile ilişkili sorunlara farkındalığı giderek artırmıştır. Bu kapsamda önemli sosyal sorunlardan biri ise yaşlıların yaşam kalitelerini ve refahını olumsuz yönde etkileyen sosyal dışlanmadır. Nitekim yaşlılar, çeşitli sebeplerle toplumsal yaşamın birçok alanında sosyal dışlanma riski ile karşı karşıya kalmaktadır. Öte yandan yaşlılar arasında gerek ekonomik, sosyal, kültürel sermayeleri ve sosyodemografik özellikleri gerekse de yaşadıkları kentsel ve kırsal mekân itibariyle bir çeşitlilik söz konusudur. Bu durum ise yaşlıların genel olarak yaşam deneyimlerini biçimlendirmekte ve sosyal dışlanma algılarını da etkilemektedir.
Bu kitapta, yaşlıların sosyal dışlanma algıları birçok farklı boyutta ele alınmakla birlikte yaşlıların sosyal dışlanma algılarında etkili faktörler, “yaşanılan mekânın” rolü ve mekânsal bağlamda kentsel ve kırsal yaşlıların sosyal dışlanma algıları karşılaştırmalı olarak değerlendirilmektedir. Yaşlılık, sosyal dışlanma ve mekân olgularını bütüncül bir bakış açısıyla sosyolojik bir perspektiften inceleyen bu çalışma gerek kapsamlı teorik çerçevesi gerekse yaşlıların bakış açısından sunduğu bulgular ile özgün bir kaynak kitap niteliği taşımaktadır. Bu itibarla özellikle yaşlılık alanında çalışan akademisyenler ve lisansüstü öğrenciler olmak üzere, konuya ilgi duyanlar için faydalı bir kaynak olacağı düşünülmektedir.
Burçin Çolak, Deha Onar, Erguvan Tuğba Özel Kızıl, Gülbahar Baştuğ, Koray Yarız, Sevinç Kırıcı, Zehra Uçar Hasanlı Bu kitapta yaşlılık psikolojisi alanındaki kavramlar güncel araştırma, kuramlar ve uygulamalar kapsamında ele alınmaktadır. Bu kitap, üzerinde durulması gereken temel konuları kapsayan dokuz bölümden oluşmaktadır. Ülkemizde henüz çok yeni bir alan olan yaşlılık psikolojisi (geropsikoloji) alanında yazılmış özgün kitap sayısı oldukça azdır. Klinik deneyimi olan akademisyenler tarafından titizlikle hazırlanmış bu kitabın tıp, psikoloji, psikolojik danışmanlık ve rehberlik, hemşirelik, yaşlılık bakım programı ve diğer sağlık alanlarında eğitim gören öğrencilere, çalışanlara ve alana ilgi duyan herkese kaynak kitap olarak yararlı olmasını temenni ediyoruz.