Sosyal Bilimler \ 35-41
Mustafa Uluçay Edebiyat tarihimizde manzumeleri, nesirleri ve fikirleriyle önemli bir yere sahip olan Mehmet Âkif, aynı zamanda dil ve üslûp yönüyle de dikkat çeken bir şair ve nâsirdir. Servetifünun edebiyatının doğurduğu sunî ve çetrefil bir dilden yeni edebiyatımızın gerçek ve yaşayan Türkçesine geçiş süreci içinde önemli bir yeri bulunan Âkif, eserleriyle en temiz ve en tabii Türkçenin güzel örneklerini vermiştir
Âkif “Ne tasannu bilirim, çünkü ne sanatkârım” der. Bu hem bir hakikatin, hem de tevazunun ifadesidir. Hakikatin ifadesidir, çünkü Âkif'in şiirlerinde tasannu yoktur; şiirlerini sanat yapmak için de söylememiştir. Tevazunun ifadesidir, çünkü sehl-i mümteni örneği olan öyle mısraları vardır ki onları söyleyebilmek için gerçek bir sanatkâr olmak gerektir.
Bu kitap, Mehmet Âkif'in eserlerindeki dil ve üslûp özelliklerini kapsamlı bir şekilde ortaya koymak amacıyla hazırlanmıştır. Bu gayeyle, Âkif'in Safahat'ı başta olmak üzere, Sıratımüstakim ve Sebilürreşat dergilerindeki makaleleri, tefsir yazıları, hitabeleri, tercümeleri ve bir kısmı neşredilen Kuran Meali, yani manzum ve mensur bütün eserleri gözden geçirilmiş; onun dil ve üslûp özelliklerini en iyi yansıtan metinler tespit ve tahlil edilmiştir.
Denilebilir ki Âkif; zevk inceliği, gönül hassasiyeti, fikir derinliği ve hayal yüksekliği bakımından Türk edebiyatında harikulade denecek derecede edebî bir kudreti haizdir. Lisanı sade, ifadesi selis, üslûbu canlı bir şair ve nâsirdir.
Yunus Emre Aydınbaş İslam iktisadının temel kurum ve meselelerini teorik bir derinlikten ziyade her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir içerikte ele almayı amaçlayan Cep Kitapları dizisinin bu altıncı kitabında; İslam iktisadı araştırmacılarının ilgisine yeterince mazhar olamamış tasarruf meselesi sadece İktisadî açıdan değil içtimai, hukuki, ahlaki ve kültürel açılardan çok yönlü bir bakış açısıyla ele alınmıştır.
Eser, küçük hacmine rağmen tasarruf olgusu üzerinden İslam iktisadı çalışmalarının güncel durumunu gözler önüne sermekte, İslâmî ekonomide tasarruf olgusunun nasıl şekillenebileceği sorusu üzerinden oluşturduğu düşünce kavşağından İslam'ın ekonomi politiğine dair çıktığı mütevazı arayışa okuyucuyu da davet etmektedir.
Suavi Kemal Yazgıç Suavi Kemal Yazgıç’ın ikinci şiir kitabı Taş Suya Değince, Ebabil Yayınları Şiir Dizisinden çıktı. Suavi Kemal Yazgıç’ın yaşanan hayata yönelik bir dikkatten doğan şiiri, güncelin içindeki sıradanlaşmaya karşı çıkan bir farkındalığı ihsas ettirir. Hayatı kurcalamakla kalmayıp bir idrak hâli olarak kendini gösterir. Yazgıç bunu yaparken güncelin şiiri ekarte edici tuzaklarına karşı bir tavrı da elden bırakmaz.
A. Faruk Güney, A. Kâmil Cihan, Berra Kepekçi, Eşref Altaş, Harun Kuşlu, İbrahim Halil Üçer, İhsan Fazlıoğlu, İlhan Kutluer, Kübra Şenel, M. Ali Koca, M. Zahit Tiryaki, Mehmet Özturan, Ömer Türker, Salih Günaydın, Sami Arslan İslam düşünce geleneği açısından 16. yüzyıl, bir yandan Yenilenme Dönemi'nin yüksek nazarî terkiplerle neticelenen nihai evresini ifade ederken diğer yandan bu terkiplerin yeniden ele alınarak muhasebe edildiği bir sonraki dönemin habercisidir. Bu bağlamda, Taşköprülüzâde, gerçek bir 16. yüzyıl düşünürüdür ve yaşadığı çağın kusursuz bir temsilini verir.
Daha çok bilimler ve bilginler tarihi etrafında yazdığı eserlerle bilinse de Taşköprülüzâde'nin İslam düşünce tarihindeki asıl yeri; bilgi, varlık, dil, ahlak ve siyaset felsefeleri alanında geliştirdiği bütünleyici ve eleştirel düşünceleri üzerinden aydınlatılabilir. Taşköprülüzâde felsefesinin ontolojik ve epistemolojik boyutlarını serimleyen on beş yazıdan oluşan bu kitap, Osmanlı düşüncesinin felsefe-bilim tarihi araştırmaları tarafından büyük ölçüde ihmal edilmiş en önemli isimlerinden birine ışık tutmayı amaçlamaktadır.
Ahmed Tahir Nur, Alaaddin Günay, Ali Aslan, Asiye Aykıt, İsmail Taşpınar, M. Taha Boyalık, Mehmet Gel, Müstakim Arıcı, Özkan Öztürk, Şükran Fazlıoğlu İslam düşünce geleneğinin 16. yüzyıldaki en üretken isimlerinden biri olan Taşköprülüzâde, bir yandan Geç Yenilenme Dönemi olarak tabir edilen ve yöntemsel bütünleşme çabalarıyla öne çıkan çağının gerçek bir temsilini verirken diğer yandan kendisinden önceki dönemlerde üretilmiş bilimsel birikimin eksiksiz bir vârisi olarak öne çıkar. Bu yönüyle, tevarüs ettiği kelam, felsefe ve tasavvuf gelenekleri içerisinde gelişen temel problemleri çağının kademeli bilgi ve gerçeklik anlayışıyla uyumlu bir biçimde yeniden ele almış, yazdığı eserlerle teorik ve pratik düşüncenin farklı alanlarına bütüncül bir bakış getirmiştir.
Bu kitap, bir yandan siyaset ve ahlâk düşüncesinin temel kavramları üzerinden Taşköprülüzâde’nin pratik felsefe alanına yaptığı katkıları ortaya koyarken diğer yandan dilbilimleri geleneğini merkeze alarak düşünürün İslam dilbilimleri geleneğini ve temel sorunlarını hangi yollarla ele aldığını göstermektedir. Ayrıca kitapta okuyucu, Taşköprülüzâde’nin Yahudilere karşı reddiyesi üzerinden düşünürün dönemi açısından güncel sayılabilecek polemik literatürüne nasıl katkıda bulunduğunu görerek, aynı zamanda bir kadı olan Taşköprülüzâde’nin ilgi çekici bir dava üzerinden pratik siyasetle imtihanını
gözlemleme imkânı elde edecektir.
Abdurrahman Atçıl, Mehmet Arıkan, Mustakim Arıcı Taşköprülüzâde Ahmed Efendi çok yönlü bir âlim olarak Osmanlı düşüncesine tam manasıyla damgasını vurmuştur. Bu kitapta Taşköprülüzâde’nin hayat hikâyesini ayrıntılı bir şekilde incelemenin yanında onu, dedelerinden başlamak üzere ailesi içinde konumlandırmaya, hocaları, akranları ve öğrencileri bağlamında da bir çevreye tâbi kılarak anlatmaya, eserlerini sınıflandırmaya ve tanıtmaya çalıştık. Taşköprülüzâdeler ailesinin üç neslinden isimlerin hayat hikâyelerine yer verdik ve kolektif bir hayat öyküsü yazmaya gayret ettik. Taşköprülüzâde’nin otobiyografik kayıtlar ihtiva eden ve bilinmeyen bir eserini neşrettik. Ayrıca ailenin dört neslinden üyelerin dönemin bürokrasisi ile ilişkileri müstakil bir yazı ile ele alındı. Taşköprülüzâde’nin burada anlatılan ve bir Osmanlı âliminin nasıl yetiştiğinden ne şekilde ürün verdiğine dair geniş bir çerçevede ele alınan öyküsü “ulemâ biyografisi” yazımı ve ulemâ çalışmaları için bir model ortaya koyma iddiasındadır. Çalışmamız daha genel anlamda “ulemâ ailesi monografisi” özelliğiyle Osmanlı ilmiye tarihi çalışmalarında bir köşe taşı olmaya adaydır.
Alsu Shamsutova Son on beş senede yapılmış bilimsel biri çalışmadır ve XX. yüzyılın sonları XXI. yüzyılın başlarındaki Tatar edebiyatının çeşitli türleri incelemektedir. Yeni felsefi kavramlar ışığında tatar yazarlarının bireysel eserleri örneğiyle dönemin ulusal kahramanlarını ve tatar kültürünün sanatsal özelliklerini göstermeyi hedef almaktadır. Kitap çağdaş tatar edebiyatıyla ilgilenen herkese öğrencilere ve edebiyat sevenlere hitabet ediyor.
Behlul Kanaqi Tayyib Okiç ve Hadisçiliği'nde Balkanlar'da İslâm'ın gelişimi, hadis ilminin yaygınlaşması, Balkanlar'da hadis ilminin tedris edildiği kurumlar ve hadis ilminin tarihsel seyri Dr. Behlul Kanaqi'nin titiz araştırmaları eşliğinde incelenmiştir. “Tayyib Okiç ve Şahsiyeti” başlıklı bölümde Okiç'in Türkiye öncesi tahsil hayatı ve yetiştiği ilmî-kültürel ortam ele alınmış, bilahare Türkiye serüveni tetkik edilmiştir. Kanaqi'nin bu bağlamdaki araştırmaları, tespitleri ve meselelerin köküne inebilecek şekilde belge takipçiliği ve analizi, akademik biyografi yazımı açısından oldukça önemli hatta sıra dışı bir içerik arz etmekte ve bu alanda Türk akademik yazınına da örneklik teşkil etmektedir. Türkiye'nin modern üniversite tecrübesinin ve ilâhiyât tedrisatının ihya, ıslah, tecdit ve atılım gerçekleştirmesi, bu türden akademik biyografilerle mümkündür. Kitabın üçüncü bölümünde Okiç hakkında aile çevresi, Balkanlar'daki ve Türkiye'deki öğrencileri ile yapılmış röportajlar yer almaktadır. “Okiç'in Hadisçiliği” başlıklı dördüncü bölümde, Okiç'in hadis sahasına yaklaşımı, hadis konularını tetkik etme usulü ve bu konulara özünden yaptığı katkılar ele alınmakta, keza bu sahadaki oryantalist literatür hakkındaki kanaati ve bu literatüre yönelttiği eleştiriler tahlil edilmektedir.
Feryal Çubukçu This book is designed as an extensive revision of the teaching skills used in language classes that help pre- and in service English language teachers. The book examines each skill and aspect of language including grammar, vocabulary, reading, writing, listening, speaking, and pronunciation by introducing their theoretical background in addition to some hands-on activities that can easily be used in classes. Teachers and teachers-in-training will both find this book a comprehensive survey of the language skills aimed at providing an insight into the tasks and activities to be used for developing each skill. Furthermore, the readers will explore their own beliefs and practices in language teaching by answering the thought-provoking questions given in each chapter.
Richard Rudd UYANIŞA GİDEN NAZİK YOL
Bilimin amacı, hayatın birçok gizemini çözmek ve işlerin nasıl yürüdüğünü anlamaya çalışmaktır. Ancak bilim için her zaman anlaşılmaz olabilecek konular vardır. Siz tam bir gizemsiniz. Bir insanın nasıl çalıştığını bir gün anlayabilecek olsak da hakiki derinliğimiz nesnel anlayış alanının ötesindedir. Gerçekte ne olduğumuzu bilmek için zihnin ötesine geçmemiz gerekecek. Tefekkür Sanatı'nın hakiki amacı budur.
M. Tayyip Okiç Ders notları hoca ile öğrenci arasındaki en samimi bağlardan birisidir. Formalitenin ve bilimselliğin getirdiği resmiyet söz konusu olmadığı için öğrenciler bu materyalleri hocalarından manevi bir hatıra olarak arşivlerinde saklamakta, nesilden nesle intikal ettirmektedir. Elinizdeki kitap Türkiye'nin modern ilâhiyat öğretiminde başat rolü olan Bosna-Hersekli âlim Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç'in Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi ve Konya Yüksek İslâm Enstitüsünde verdiği Tefsir ve Hadis lisans derslerinin teksir hâlinde verilmiş notlarından oluşmaktadır. Eser sade bir üslûba sahiptir. Tefsir ve hadisin temel bilgilerine manevi bir değer yükleyen içeriği mündemiçtir. Okuyucuda bu iki alana dair bir sevgi, merak ve gönüllülük ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle bu notların Okiç Hocanın öğrencileri tarafından sistematik bir şekilde yazılan tefsir ve hadis usulü kitaplarının bir zemini olarak kullanıldığı söylenebilir. Tefsir notlarında Kur'an, vahiy, tefsir, sure, ayet, mushaf… gibi kavramların tahlilleri, nüzul sebebi, hurufu mukattaa, kıraat ilmi, Kur'an-musiki ilişkisi, Kur'an'ın güzel sesle okunması, Kur'an'ın yazılma şekilleri, farklı dillerde Kur'an tercümeleri, Kur'an'daki yemin ayetleri, hakikat mecaz ilişkisi gibi konularda Okiç Hocanın engin birikimi ve özgün yaklaşımlarını okuyabilmek mümkündür. Hadis notlarında da aynı şekilde hadislerin tedvini, hadis kritiği, hadislerin tasnifi, hadis rivayeti, hadiste dualar gibi birçok konuda Okiç Hocanın geniş bilgi, yorum ve tahlillerinin inceliklerine şahit olmak mümkündür.
Mustafa Ünver İsrailiyat büyük oranda Yahudi, kısmen de Hıristiyan kaynaklarından nakledilen kıssa, olay, bilgi veya efsane manasına kullanılmaktadır. Kavramın bu geniş anlam alanına modern Batı düşüncesinin yaydığı fesat ve ateistik fikirleri de dahil etmek mümkündür. İsrailiyat haberleri İslâm'a uygun olup olmaması açısından üç kısımda değerlendirilir: 1. İslâm'a uygun olan haberler. Bunların makbul olduğunda şüphe yoktur. 2. Yalan ve İslâm'a aykırı olduğu açık olan haberler ki, bunların kabulü caiz olmadığı gibi rivayeti de caiz değildir. 3. İslâm'a uygun olup olmadığı bilenemeyen haberler. Bu tür haberlerin lehinde veya aleyhinde hiçbir şey söylenmez; ne tasdik, ne tekzip edilirler. Ne var ki israiliyat haberlerine ilişkin mezkûr geleneksel temayül, XIX ve XX. yüzyıllara gelindiğinde kırılmaya uğrar ve bu alana dair neredeyse tüm menkulat mutlak reddi gerektiren kötü ve şer olarak kabul edilir. Bu kırılmada Ahmed Emin, Ebû Reyye, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Emin el-Hûlî ve Aişe Abdurrahman gibi modernist isimlerin etkili olduğu ifade edilebilir. Nitekim bu dönemlerden itibaren ne türden olursa olsun bütün israiliyat haberlerinin reddedilmesi şeklinde bir temayül oluşmuştur. Hatta bu dönem tefsir âlimlerinin büyük çoğunluğu israiliyat haberlerini deyiş yerindeyse yok sayıp reddederek protesto etme hususunda neredeyse ittifak etmişler; kapalı ayetlerin tefsirinde bile bu tür rivayetleri pek kullanmamışlardır. Öte yandan XV-XVI. yüzyıllara ait olan Celâleyn Tefsiri küçük hacmine rağmen israiliyat haberlerini isnat ve tenkit zikretmeksizin nakleden tefsirler grubuna dahildir. Esasında Celâleyn Tefsiri hem dirayet, hem de rivayet tarzına sahip bir Kur'an yorumu olduğundan rivayetlere pozitif değerler açısından bakmakta, israiliyat da dahil her türlü rivayetten istifade etme yönüne gitmektedir. İsrailiyatın İslâm dininin temel esaslarına aykırılık içeren kısmının birtakım zararlı etkilere sahip olduğu gerçeğini makbul ve mahfuz tutmakla birlikte, görebildiğimiz kadarıyla Celâleyn Tefsiri'nde yer alan israiliyat kökenli yorumların kahir ekseriyeti zararlı unsurlar içermemekte, hatta tefsir çabasına bir renk ve anlam zenginliği katmaktadır.
Hüseyin Halil Tefsîru İbn Abbâs (TİA) kime aittir? Senedinin dayandırıldığı İbn Abbâs'a mı, biyografi kaynaklarının işaret ettiği Kelbî'ye mi, aynı içeriği farklı bir başlıkla yayınlayan Dîneverî'ye mi yoksa onu Tenvîru'l-Mikbâs ismiyle İbn Abbâs'a isnat eden Fîrûzâbâdî'ye mi? Ya da onun gerçek ismi nedir? Fîrûzâbâdî'ye nispet edilen Tenvîru'l-Mikbâs min Tefsîri İbn Abbâs mı, Kelbî'ye nispet edilen Tefsîru'l-Kelbî mi yoksa Dîneverî'ye nispet edilen el-Vâdıh fî Tefsîri'l-Kur'ân mı? Bunlardan daha önemli diğer bir soru ise TİA'nın başta Tefsîru'l-Kelbî olmak üzere diğer tefsirlerle ilişkisi nedir ve neden onların ismiyle anılmaktadır? Şimdiye kadar bu soruları cevaplandırmaya yönelik yapılan girişimler maalesef bu çalışmanın sahibini tatmin etmemiştir. Çünkü onların bir kısmı ortadaki karışıklığı gideremediği gibi durumu daha da karmaşık hâle getirmiştir. Diğer bir ifadeyle arşivlerde yer alan nüshaların ve içerdikleri senetlerin sebep olduğu ihtilafın yanı sıra yapılan bazı çalışmalar bu ihtilafı daha da derinleştirmiştir. İşte bu çalışma, TİA ve Tefsîru'l-Kelbî ilişkisi üzerinden, söz konusu meselede oluşan karışıklığı gidermek ve bu soruların cevaplarını arayanlara yol göstermek amacıyla kaleme alınmıştır. Dolayısıyla umarız bu çalışma, bundan sonra aynı konuda araştırma yapacaklar için aydınlatıcı ve tatmin edici olur.
İbrahim Aladağ Yazdığı şiirle geleceğe umutla bakmamızı sağlayan şairlerden biri olan İbrahim Aladağ’ın ilk kitabı Tek Kişilik Bir Oyun, Ebabil Yayınları şiir dizisinden çıktı. Teknik açıdan derli toplu, son derece çalışkan ve temiz bir şiire sahip olan İbrahim Aladağ’ın şiiri barındırdığı eleştirel tavrıyla çok can yakar bir şiir. Baskın adalet isteğiyle kuşağı arasında bir adım öne çıkan Aladağ’ın kitabı, bir şairin, şiirindeki etkin ustayı (İsmet Özel) etkisinde kalmadan nasıl özümseyebileceğinin, şiirine katabileceğinin birinci sınıf bir örneği olarak da dikkat çekiyor
Sedef Uzgören Yaşamdaki varlığını iç ve dış eylemlerle devinerek, koşullara bağlı gelişerek, toplumsallaşarak var eden insanın ve doğanın özünde olan tüm unsurların estetik bir uzamda akıp gitmesidir tiyatro.
Akıp giden yaşamın tüm dokularına sinmiş olan devinim, gelişim, sorgulama ve değişimin temeli olan “öğrenme” ise sonsuza dek “akmaya” ve “devinmeye” devam edecektir.
Günümüzün eğitim modellerinde, farklı ve işlevsel yapıların kullanılması, bu tekniklerin çeşitlenmesini de beraberinde getirmekte…
Teknik ve Örnekleri ile İlköğretimde Tiyatro, insanın temel ve yaşamsal güdüleri ile şekillenen tiyatro sanatının, eğitimde farklı biçim ve türleri ile uygulama örneklerini, tiyatro sanatına dayalı “kimlik” ve tanımlarının bilimsel bakış açısı ile irdelenmesini ve tekniklerini içermektedir.
Uğur Özgöker - Erdoğan Mert Doğrudan demokrasinin, nüfusun artışı ve coğrafi genişlemeler dolayısıyla teknik olarak imkânsızlaştığı, çözüm olarak temsili demokrasiye geçildiği bilinmektedir. Ancak temsili demokrasi, halkın yönetime katkısını çok ciddi oranda kısıtlamaktadır. Fakat sanayi çağını da aşarak bilgi çağına ulaşmış olan dünyamızın özellikle bilgisayar ve internet teknolojilerindeki gelişmelerle “global bir köy”e dönüştüğü sıkça dillendirilir olmuştur.
Malların ve hizmetlerin serbestçe dolaşması, ticari faaliyetlerin sınırları aşarak dünyayı globalleştirmesi, modern dünya vatandaşları için bir gurur vesilesi olmuştur. Aynı şekilde bilginin de sınır tanımaksızın dünyayı köyleştirmesi de bir gurur vesilesi olmaktadır. Şu hâlde, herhangi bir köyde doğrudan demokrasinin uygulanabileceğine kimse itiraz etmediğine göre, dünya isimli köyde de doğrudan demokrasinin muteber kılınmasının zamanı gelmiştir. Elbette “Antik Yunan doğrudan demokrasisi”nin şekil şartlarını yerine getirmek mümkün değildir, şart da değildir. İnsanları bir arenaya toplamak, onların belli sürelerde konuşma yapmalarını sağlamak, onlara bu toplantılara katılmalarını teşvik etmek için ücret vermek gibi zamana özgü uygulamaların yapılması amaçlanmıyor. Günümüz bilgisayar ve internet teknolojisi ile bundan çok daha sağlıklı bir model kurularak doğrudan demokrasinin temel şartları sağlanabilir. Teknolojinin insan hayatını kolaylaştırma işlevini yerine getirdiği için sürekli geliştiğini kabul edersek, yönetim sistemleri üzerinde uygulanacak tekniklerin de verim alındıkça geliştirileceğini, teknikler geliştikçe yönetim sistemlerinin de paralel olarak gelişeceğini öngörmek zor değildir.
Dünyada çok küçük bir azınlık dışında doğrudan demokrasiyi tecrübe eden bulunmadığı için “Doğrudan demokrasi nedir, temsili demokrasiye göre artısı nedir?” sorusunu herkesin anlayacağı örneklerle cevaplamak ve bu kavramı somutlaştırmak gerekir: Temsili demokrasi, tuttuğunuz takımın maçını televizyondan izlemek gibidir. Bir oyuncu değişikliğiyle takımınızın kolayca galip geleceğini düşünüp oturduğunuz yerden haykırabilirsiniz. Sizi hiç kimse duymaz. Çok büyük uğraşılar sonunda ve uzun bir zaman sonra fikrinizi teknik direktöre iletmeniz mümkün olabilir belki ancak artık zaten söyleyeceklerinizin anlamı kalmamıştır zira maç bitmiş, iş işten geçmiştir. Doğrudan demokrasi; maçı sahadan, yedek kulübesinden hatta teknik direktörün yanından izlemek gibidir. Önerinizi teknik direktöre anında iletebilirsiniz. Sizi dinlemezse o anda tüm seyircilerin katıldığı bir oylama isteyebilir, önerinizi stat hoparlöründen anons edebilir, oylamada çoğunluk fikrinizi desteklerse teknik direktörün istediğiniz oyuncu değişikliğini yapmasını sağlayabilirsiniz.
Ayşe Kökcü, Ayşe Sönmez Düzen, Batuhan Akgündüz, Bihter Türkmenoğlu, Çiğdem Özbay, Deniz Saygı, Doğan Seyfi Şen, Gizem Dinçer, Gökalp Çiftcioğlu, Hanife Ofluoğlu, Harun Çakan, İnan Kalaycıoğulları, İrem Aslan Seyhan, İrfan Elmacı, Levent Çankaya, Mete Cankaya, Mücella Çavuşoğlu, Nazan Karakaş Özür, Nazime Tamdoğan, Pınar Ünal, Remzi Demir, Semiha Betül Takıcak, Serpil Timur, Vural Başaran, Yavuz Unat Teknoloji ve Sanayi Tarihi (1923-2023) adını vermiş olduğumuz bu araştırma, bir asırlık bir süreç içinde ülkemizin kalkınma yolunda katetmiş olduğu mesafenin anlaşılması ve anlatılması maksadıyla hazırlanmıştır. Bunun için sanayinin kurulmasına ve gelişmesine katkıda bulunan resmî ve gayriresmî kurumlar, bunların mevcudiyetine hukuki zemin hazırlayan kanunlar ve kanun hükmünde kararnameler, kurumların fonksiyonlarını icra etmelerini sağlayan bilginler, mühendisler, planlamacılar, iktisatçılar, eğitimciler, bürokratlar gibi şahıslar, bunların gerçekleştirmiş oldukları teknolojik faaliyetler, yazmış oldukları eserler ve daha birçok konu çalışmamızda yer almıştır. Elbette bu çaptaki bir girişimde unutulmuş birçok olay ve kişi olabilir; önümüzdeki yıllarda yapılacak uyarılar ve eklemeler ile bu eksiklikler de giderilecek ve böylece bu dönemin tam bir envanteri çıkarılacaktır.
Çalışma, okuyucularımızın da ayırt edebilecekleri üzere iç içe girmiş iki anlatım biçiminden oluşmaktadır: Birinci anlatım, ilgili yılda meydana gelen gelişmeleri kronolojik olarak bildirmekte, ikinci anlatım ise bunlardan önemli görülenler hakkında kısa açıklamalar, değerlendirmeler, yorumlar, eleştiriler, anekdotlar ve biyografiler sunmaktadır; böylece iki anlatım birlikte okunduğunda hadiseler hakkında etraflı bir fikir edinmek mümkün olmaktadır.
Velittin Kalınkara Yaşlı dünyamız, demografik olarak da yaşlanmaya başlamıştır. Her ne kadar yaşlanma olgusu çoğunlukla gelişmiş ülkelerin sorunu olarak kabul edilse de artık gelişmiş ülkeler kadar gelişmekte olan ülkelerin de önemle üzerinde durması gereken bir konudur. Yirminci yüzyılın başlarından itibaren sanayileşme etkisi ile sağlık koşullarının iyileşmesi, doğurganlığın azalması ve yaşam kalitesinin yükselmesi sonucu yaşlı sayı ve oranında önemli artışlar olmuştur. Bu artış; aile ve toplum yaşamında hızlı ve önemli değişmelere neden olmuş, toplumsal kurumları, davranış ve değerleri değiştirmiş, yaşlının statüsünü ve fonksiyonlarını etkilemiştir. Bu süreçte aile yapısı ve toplumsal yapı değişirken ailenin ve kurumların hazır oluş durumları aynı yönde değişmemiştir. Yaşam koşullarının iyileşmesi uzun yaşamayı sağlarken uzun yaşamanın getirdiği ekonomik, toplumsal ve sağlıkla ilgili sorunlar genellikle göz ardı edilmiştir.
Bu kitap, bireylerin yaşlılık konusunda temel bilgilerle donanmaları ve sorunların çözümüne yönelik tavır geliştirmelerinde yararlı olacaktır. Özellikle sağlık ve sosyal alanlarda çalışan akademisyenler, alanda öğrenim gören öğrenciler ve konuya ilgi duyanlar için kaynak kitap olma özelliği taşımaktadır.
Ali Ekrem Bolayır Namık Kemal'in oğlu Ali Ekrem Bolayır, Âkif'i en iyi tanıyanlardandır. Âkif'in şiirini de çok iyi hazmetmiştir. “Sahâif-i Tenkîd” başlıklı yazı dizisinde Âkif'in şiirini güçlü yönleriyle ve sanat kusurlarıyla birlikte ele almıştır. Yazı dizisinin, Âkif'in başyazarı olduğu Sebîlürreşâd dergisinde tefrika edilmiş olması ise hayli dikkat çekicidir. Her bakımdan olduğu kadar bu bakımdan da eleştiri tarihimiz açısından farklı ve seçkin bir yere sahiptir. Ali Ekrem Bey, Âkif'i takdir ederken de eleştirirken de çekincesiz davranmıştır. Yazarın bu ivazsız garazsız tutumu metnin değerini daha da artırıyor. Yusuf Turan Günaydın'ın Ekrem Baybars ile birlikte yayına hazırladığı “Sahâif-i Tenkîd”, Tenkit Sayfalarında Mehmet Âkif adıyla ilk kez müstakil bir kitap olarak okuyucuya sunuluyor.
Fatih İbiş Felsefe nedir?
“Ölümü tercih etmek.”
Tasavvuf nedir?
“Ölmeden önce ölmek.”
Peki ya ölmek?
“-olmak, var olmak!”

Asıl soruya gelelim şimdi: Var olmak neydi? Oluş?
Rabbin yüce buyruğuyla “Rabbânîler olun!” (3/79) emrindeki “rabbânîleşmek/rabbâni oluş” keyfiyeti mi? Filozofun yüksek aklıyla “teşebbüh bi'l-ilah” (Tanrı'ya benzemek) veya bazen “teellüh” (tanrısallaşmak) olarak adlandırdığı düşünce, bilgelik ve kendilik patikası mı? Yoksa sûfînin alçak gönlüyle “tahallluk bi ahlakıllah/esmâillâh” (Allah'ın ahlakıyla/isimleriyle ahlaklanmak) veya bazen “fenâ fillah” (Allah'ta yokoluş) dediği marifet, ubûdiyyet, muhabbet ve mahviyyet deryası mı?
Belki biri, belki her biri, belki hiçbiri, belki de hepsi. Ne önemi var, en nihayet tümü de bir buluştan çok öte istemli kaybedişlerden geçen istemsiz ve amansız bir kayboluş değil mi? Yok-oluşun eşlik ettiği sancılı bir süreç olarak sonsuz bir varoluş? Ulu ve özsel bir değişimin, yani dönüşümün ölümcül darbeleri, sadmeleri ya da?
Uzun bir hecedir oluş, kısa heceleri yutan. Silsilevî hecelerdir veya; birbirine ulanmadıkça okunamayan, anlaşılamayan ve dahi yaşanamayan. Kesinlemek zor!
Ölümün ne olduğunu tekil anlamda kesinleyemesem de cevabını kesinleyebildiğim bir sorum var artık elimde: Niçin ölmeli?
Aradığım yitik hazinelerdir sorular ve sorularımda saklıdır benim tüm cevaplarım.
Abdullah Korkmaz, Amine Aydın, Beyzade Nadir Çetin, Ersan Ersoy, Fatih Kars, Işıl Kalaycı, İbrahim Kaygusuz, Metin Özkul, Meyrem Tuna Uysal, Osman Özkul, Serkan Güzel, Taner Tatar, Ümit Akca, Yasin Yılmaz, Yaşar Kaya, Yeşim Elvan Gökçe Bilimsel teori, evrenin oluşumunu açıklamaya dönük önermeler bütünüdür. Bilimsel sosyolojik teori ise toplumsal eylem, etkileşim ve organizasyon evreninin nasıl işlediğini açıklamaya dönük önermeler dizisidir. Dünyaya bakışımız teorik bakış açımıza dayanmaktadır. Sosyal dünyaya ait olağan yönlerin karmaşıklığını ve muğlaklığını fark etmek, gündelik hayata ait rutinlere sosyolojik teorilerle yeniden bakmakla mümkündür. Sosyologlar sosyoloji yaparken olayların belirli yönlerine odaklanırlar, konularına bazı kabullerle yaklaşırlar, bazı araştırma yöntemlerine ağırlık verirler ve bazı özel sorulara cevap ararlar. Bu teorik bakış, açıklayıcı ve sistemli bir sonucun ortaya çıkışını beraberinde getirmektedir. Sosyolojik kuramlar biçimsel ve boş kalıplar değil aksine modernite, aile, şehir, tüketim, özürlülük, risk, yaşlılık, Covid-19 gibi ansızın maruz kalınan salgın hastalıklar, mültecilik, meslekler vb. gündelik hayatın çeşitli alanlarıyla doğrudan ilgilidir. Gündelik hayata ait bu alanları nasıl gördüğümüz, nasıl anladığımız ve açıkladığımız aynı zamanda içinde nasıl hareket ettiğimiz onun nasıl bir şekil aldığı ile yakından ilgilidir.
İnsan davranışını, etkileşimini ve düzenini anlamaya çalışan sosyoloji, insanların gündelik hayatları ve rutinleri içinde yaptıkları şeylerin daha sistematik bir biçimde araştırılmasına ve yeniden keşfedilmesine odaklanmaktadır. Gündelik hayatın görünürdeki sıradanlığı, kavramla ilgili kuramsal çalışmaları zorlaştırsa bile bu keşif sürecinde sosyolojik tartışmaların önemli bir yeri vardır.
Sosyolojik teorileri, geleneksel ve modern dönemlere ait sosyolojik tartışmaları ve gündelik hayatın çeşitli alanlarını/kavramlarını anlamaya dönük bir çaba içinde olan bu çalışmada, hem toplumsal yapı ve kurumların kapsamlı özellikleri hem de kişiler arası tek tek karşılaşmalar ve insan etkileşimlerine ait ayrıntılar bağlamında sınıflandırılabilecek konular ele alınmıştır.
Ayşe İnan Kılıç, Ayşegül Gün, Bayramali Nazıroğlu, Bayramali Nazıroğlu, Faruk Kanger, Fatih Kaya, Hasan Dam, İbrahim Turan, Mehmet Korkmaz, Mevlüt Kaya, Mustafa Köylü, Osman Taşkın Son birkaç asırdır tüm dünya ülkelerinin eğitim ve öğretim faaliyetlerinde hem nitelik hem de nicelik açısından önemli gelişmelerin yaşandığı bir gerçektir. Belki insanlık bir bütün olarak dünya tarihinde ilk kez bu kadar geniş, yaygın ve üst düzeyde bir eğitim imkânına sahip olmuştur. Ancak dini ve ahlaki değerlerden uzak bu eğitim sisteminin doğurduğu medeniyetin meyveleri barış, sosyal adalet, mutluluk, eşitlik gibi insani değerler olacağına; açlık, yoksulluk, sömürü, şiddet, yalnızlık, nefret ve sosyo ekonomik adaletsizlik gibi pek çok insanlık dışı değerler olmuştur. Artık bugün çağdaş medeniyetin kurucuları olan batılı bilim insanları bile tüm Batı medeniyetinin, çok derin ve geri çevrilemez bir sosyal kriz içine girmiş olduğunu itiraf etmektedirler.
Dünyada ve ülkemizde yaşanan ve geleceğimizi ciddi olarak tehdit eden tüm bu ahlaki olumsuzluklar sonucunda, Milli Eğitim Bakanlığı da örgün eğitim aşamaları için bir “Değerler Eğitimi” çalışması başlatmıştır. Milli Eğitimi Bakanlığı’nın attığı bu olumlu adımdan sonra, bu alandaki çalışmalar ivme kazanmış, bir taraftan teorik çalışmalar bir taraftan da alan araştırmaları daha sık gündeme gelmeye başlamıştır. Ancak alan henüz çok yeni olduğundan, kimi çalışmalar tamamen teorik düzeyde yer alırken, kimi çalışmalar da sadece alan araştırmalarıyla sınırlı kalmaktadır.
İşte bu kitap değerler eğitimi alanındaki bu eksikliği ve boşluğu dikkate alarak, konunun hem teorik hem de pratik boyutunu birleştirerek bir arada bulundurmayı amaçlamıştır. Bu eser sadece örgün eğitim kurumlarında görev yapan meslektaşlarımız için değil, aileden başlamak üzere toplumun her kademesindeki insan ve kurumların faydalanabileceği bir eserdir.
Sertaç Canalp Korkmaz Terör örgütleri, ortaya çıktıkları andan itibaren varlıklarını sürdürebilmek için militan kaynağına ihtiyaç duyarlar. İhtiyaç duyulan militan kaynağının devşirilmesinde ise etkili bir propaganda hayati rol üstlenmektedir. Zira hiçbir terör örgütü yoktur ki herhangi bir propaganda aracına başvurmadan varlığını sürdürebilsin. Bu sebeple terör örgütleri hedef kitleleri propaganda aracılığıyla etkilemenin yollarını aramaktadır. Terör örgütleri tarafından gerçekleştirilen propaganda aracılığıyla öncelikli olarak hedef kitle yönlendirilir, ardından devşirilir. En son aşamada ise devşirilen sempatizan, endoktrinasyon sürecinden geçirilerek yeni bir kimliğe sahip militan ortaya çıkarılır.
Bu kapsamda, terör örgütlerinde ortaya konan kimliğin ne şekilde inşa edildiği, kimlik inşa süreçlerinde hangi temalara önem verdiği ve bu temaların hangi şartlar altında değişip değişmediğinin incelenmesi gibi başlıklar son birkaç yıldır radikalleşme ve terör çalışmaları tarafından yakından takip edilmektedir. Yapılan bu çalışmada ise terör örgütü PKK tarafından 1982 yılından itibaren kesintisiz olarak yayınlanan ve PKK'nın örgütsel kimliği olarak kabul ettiği propaganda materyali Serxwebun dergisinin 1982-2019 yılları arasındaki sayıları kimlik inşası kapsamında ele alınmıştır. Böylelikle PKK'nın hangi kavramlara sıkça atıf yaptığı ve hangi temalara değindiği analiz edilerek terör örgütünün inşa etmeye çalıştığı kimlik ortaya konulmuştur.
Mehmet Kurum Terörizm, tarih boyunca devlet ve toplumlar için çeşitli seviyelerde tehdit oluşturmuştur. Bu tehdit, Soğuk Savaş dönemi ve öncesinde daha çok devletlerin sınırları içerisinde ve çoğunlukla belirli coğrafi bölgeler ile sınırlı iken, günümüzde artan küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkan fırsat ve imkânlar ile çeşitli seviyelerde devletlerin sınırlarının ötesine geçerek devlet ve toplumlara karşı en önemli tehditlerden biri haline gelmiştir. Nitekim 11 Eylül 2001’de ABD’ye karşı gerçekleştirilen saldırılar, terör tehdidinin hem organizasyonel hem de operasyonel olarak nasıl sınırların ötesinde faaliyet gösterebildiğinin ve tüm dünyada nasıl etki yaratabildiğinin anlaşılmasını sağlamıştır. Bu saldırılar sonrasında önceleri daha çok tepkisel olarak eylem yapan teröristleri etkisiz hale getirmeyi hedefleyen güvenlik odaklı mücadele yaklaşımlarının yetersizliği anlaşılmış ve teröristlerin barındıkları ve istismar ettikleri ortamların hedef alınmasının gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Bu çalışmada, terörist örgütlerin iç ve dış dinamiklerinin farklı olduğu, değişen dünyaya uyum sağlayarak geliştikleri ve çeşitli şekil ve seviyelerde güvenli ortamlar elde ettikleri dikkate alınarak, güvenli ortamlarının hedef alınmasını öngören ve her terörist örgüte uygulanabilecek bir mücadele yaklaşımının geliştirilmesi amaçlanmıştır. Terörist örgütlerin güvenli ortamlarının hedef alınmasını öngören bu yaklaşım, uzun yıllar varlığını devam ettiren ve uluslararası boyutlarda faaliyet gösteren terörist örgüt PKK’ya uygulanarak, terörist örgütlere karşı yeni mücadele
strateji ve uygulamalarının nasıl geliştirilebileceği
konusunda katkı sağlanması hedeflenmiştir.
Ahmet Gedik, Aybike Serttaş, Efe Can Gürcan, Erol Demir, Fahri Erenel, Fikret Akfırat, Gökhan Ak, Güngör Şahin, Kazim Murat Özkan, Nuriye Niğdelioğlu Happani, Özenç Kayalı, Rabia Güngörsen, Sidar Sönmez, Simge Pelit, Suat Eren Özyiğit, Şükran Pakkan, Tolga Sakman Terörizm ile mücadele "aklın akılla mücadelesi"dir ve bu mücadele öngörüye dayanır. Umutsuzluk ve yılgınlığa asla yer yoktur bu mücadelede. Kazanabilmek için bir adım önde olmanız gerekir. İstihbarat, teknoloji ve ideoloji üçgeninin tam oluşturulması, sonuca ulaşmada önemli bir adım anlamını taşıyabilir.
Terör sadece terör örgütlerinin gerçekleştirdiği bir eylem türü değildir. Devletler tarafından da kullanılan bir vasıta hâline gelmiştir. Devlet terörü denilen bu yaklaşımı kullanan devletler karşısında uluslararası hukuk yetersiz ve çaresiz kalmaktadır. Katledilen, sivil halk olmaktadır.
Terör örgütlerinin hedeflerini bir adım daha ileriye taşıyarak IŞİD örneğinde olduğu gibi devletimsi yapılar hâline geldiklerini de gördük. Ayrıca bugüne kadar kendi bünyeleri dışında dışarıya genel olarak kapalı olan terör örgütlerinin dünyanın birçok ülkesinden insanların katılması ile eleman temin sorunlarını da çözdüklerini gözlemledik.
Günümüzde terör örgütleri kadar tehdit yaratabilecek organize suç örgütlerine de ayrı bir yer açmak gerekir. Terörle mücadeleyi öğrenme konusunda belirli bir mesafe katetmişken bu yeni tip örgütleriyle mücadele de en az terör örgütleri ile mücadele kadar dikkate alınmalıdır.
Bu kitapta, terörü bir vasıta olarak kullanan devletlere ve örgütlere karşı yeni yaklaşımlar, farklı disiplinlerin bakış açısı ile ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Akif Avcu Günümüzde ölçme araçlarının taşıması gereken niteliklerin incelenmesi için farklı birçok istatistiksel işlem, test geliştirme süreçlerinin ayrılmaz bir parçası olmaya başlamıştır. Ölçüm araçlarının kullanım alanlarındaki yaygınlaşması ile birlikte birçok araştırmacı için bu işlemler bir “standart” olarak kabul edilmiştir. Özellikle, yapı geçerliğinin incelenmesine yönelik doğrulayıcı faktör analizi ve açıklayıcı faktör analizi gerçekleştirilmektedir. Diğer taraftan, günümüzde gerçekleştirilen bu analizlerin madde tepki kuramına dayalı teknikler ile gerçekleştirildiği görülmektedir. Ayrıca, yapısal eşdeğerlik, kişi uyumu ve farklılaşan madde fonksiyonlarının incelenmesi, geçerliliğin belirlenmesine yönelik gerçekleştirilen çalışmalarda artan sıklıkla kullanılmaktadır. Bu kitap, geçerliğin ve güvenirliğin incelenmesine yönelik gelişen bu yeni anlayışa dair kuramsal açıklamalar getirmenin yanı sıra R yazılım ortamında analizlerin nasıl gerçekleştirildiğini ve bulguların nasıl yorumlandığını da açıklayan bir içeriğe sahiptir. Bu sebeple, kitabın bir bölümünde de R yazılım ortamı tanıtılmıştır. Araştırmacıların uygulama yapabilmelerini kolaylaştırmak için örnek analizlere ait R kodları ve kullanılan veri setleri de okuyucuların kullanımına sunulmuştur. Bu kitap ile modern test geliştirme uygulamalarının gerçekleştirilecek çalışmalarda kullanım sıklığının artacağı umulmaktadır.
Ahmet Ak, Celal Türer, İhsan Çetin, İsmail Hakkı Aksoyak, Kazım Sarıkavak, Mehmet Çetin, Murat Akçakaya, Osman Şimşek, Seyfettin Erşahin Bir toplum yapısının inşasına yön veren ana unsur “Toplumun Kurucu Felsefesi (Toplum Felsefesi)dir”. “Kurucu Toplum Felsefesi” de “Düşünce Yöntemi” üzerinden oluşan bilgi ile kurulmaktadır. Buna göre, bir medeniyetin ilmî inşası ise esasında o medeniyetin “Kurucu Toplum Felsefesi” ile özgün bilgi inşası için gerekli olan “Düşünce Yöntemi” ilişkisinin etkileşimi üzerinden gerçekleşebilir. Çünkü her medeniyet, “özgünlük” üzere oluştuğu için bu iki unsurun birbirleriyle etkileşimlerinin çıkardığı sonuçlar, her medeniyete ayrı bir nitelik kazandırmaktadır.
İslam/Türk-İslam medeniyetinin “Toplum Kurucu Felsefesi”; “Tevhidî Düşünce Bilgi Üretme Yöntemi”ne bağlı olarak oluşan Tevhidi Toplum (İctimaiyat) Felsefesidir. Buna göre de “Tevhidî Düşünce” anlayışına dayalı “Toplum Felsefesi”; Tevhidî toplum yapısının “kurucu felsefe aklını” ifade etmektedir.
Bu çalışma; modern Batı toplum felsefesinden farklı bir niteliğe sahip olan Türk-İslam Medeniyetinin Tevhidî Toplum Felsefesine göre 21. yüzyıl sürecinde Yeni ve Büyük Türkiye'nin ilim dalları eşliğindeki özgün inşasının nasıl olması gerektiğine yönelik bir çerçeve sunmayı amaçlamaktadır.
Şah Tahmasb—ı Safevî ŞAH TAHMASB
“Senin baban Şah İsmail rahmetli, benim babamla savaştı. Sen de şecaat iddiasındasın. Gel savaşalım. Savaşmazsan bir daha şecaatte bulunma.”
Onun mektubuna cevap olarak şöyle yazdım. Bütün varlıklardan daha büyük olan, şanı yüce Hz. Rab'dir ve şerefli kelâmında kâfirlerle yaptığınız cihat ve gazâda kendinizi tehlikeye atmayınız diye buyurmuştur. Allah der ki “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” (Kur'an, 2/195) Kâfirlerle gazâ yaparken tehlikeden men buyrulmuşken, sayıca on kişinin karşısında bir kişinin bile olmadığı iki Müslüman ordunun savaşması için nasıl fetva veririm ve bu Müslümanları tehlikeye atarım? Babamın sizin babanızla savaştığı gün Durmuş Hân ile çeşitli beyler, hatta ordusunun tamamı sarhoştu. Akşamdan sabaha dek şarap içip savaşa yönelmişlerdi. Bu olay son derece akıl dışı ve kötü olmuştu. O tarihten itibaren ben, Çaldıran savaşı hikâyesinin gündeme geldiği her zaman, Durmuş Hân'a beddua ediyorum.
Mustafa Cabir Altıntaş This book extends the growing body of literature around the role of Islam and Islamic education in the lives of Muslim youth, and the qualities and skills needed to facilitate effective religious education among young people. İt explores Muslim youth within their religious and cultural settings, and it also examines their subjects and problems to bring a critical approach and a new understanding. İt investigates the Muslim identity from different perspectives and considers whether this identity has its roots solely in religion or whether it also emanates from the interplay of a variety of social forces, such as secularism, modernism, and postmodernity.

This book is one of the few studies that contributed to the field using Worldview Theory. The importance of this book is enhanced by the fact that in Turkish society most of the challenges in the life of religious individuals have usually been confronted with formal religious considerations such as whether they conform to Islamic proclamations or not. Thus, the findings of the study may contribute to the development of new pedagogy and curriculum in religious education, particularly in secondary schools. The book contributes to the literature about religious education, typology of youths' worldviews, identity and culture, and advances knowledge that has the potential to create greater social cohesion in Turkey.
Muhammed Metin Çameli This study aims to explore various theatrical strategies employed for the representation of the psychic trauma in three selected plays written after the 1990s: Sarah Daniel's Beside Herself, Caryl Churchill's The Skriker and Sarah Kane's Crave. These three playwrights, who are among the most distinguished playwrights of the Contemporary British Theatre, view theatre as an appropriate space where trauma can be articulated. In their articulation of trauma through theatre, they cling to the idea that different theatrical devices they utilize serve the purpose of consolidating the ineffectiveness of verbal language to transmit trauma onto stage. The disruption in the cognitive mechanisms of trauma victims in these plays is presented by means of this alternative dimension of regarding theatre as a tool of exposing what remains unseen and of speaking what remains unspeakable. Under the guidance of trauma theories postulated by Sigmund Freud, Jacques Lacan, Julia Kristeva, and Cathy Caruth, this study will also attempt to show that these theories contribute to the exploration of the traumatic experiences of the characters in the plays under discussion to a great extent.
Levent Şarlak Bu kitapta, dönemin en büyük siyasal gücü İngiltere'nin o dönem “yarı resmi gazetesi” olarak sayılmakta olan The Times Gazetesi'nin Birinci Dünya Savaşı'nın öncüsü de sayılan Balkan Savaşları'na siyaseten bakışını yansıtmak amaçlanmıştır. Kitapta, ana özne Balkan Savaşları olsa da gazetede yer aldığı hâliyle dönemin İttihatçı figürlerinden Osmanlı Ermenilerine; Selanik üzerine tartışmalardan haritası, mali ve idari bölümlemesi neredeyse 1920 tarihli Sevr Antlaşması ile birebir aynı olan yapının Osmanlı İmparatorluğu için önerilmesine kadar The Times'da yayınlanmış birçok farklı konu da değişik başlıklarda ele alınmıştır.
Birinci Dünya Savaşı'nın Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşma savaşı olduğu savını doğrular şekilde The Times'ın genel savaş öncesi bir yıllık başyazılarının neredeyse yarısı doğrudan Türkiye ve Osmanlı İmparatorluğu'na ilişkindir. Bu paylaşım savaşında Büyük Güçler arası rekabet de Paris, St. Petersburgh, Viyana ve Berlin'den gelen telgraflarla gazete sütunlarına yansımış; bu başkentlerde de Osmanlı hükûmeti, özellikle de İttihat ve Terakki yöneticileri bir istihbaratçı titizliği ile takip edilmiştir. Bu bakımdan The Times'ın o dönem Osmanlı İmparatorluğu'na ilişkin ana kaynağı sayılabilecek İstanbul muhabirinin de 1905'ten itibaren Osmanlı topraklarında çalışan İngiliz istihbaratı görevlisi ve meşhur İngiliz ajanı Lawrence'ı Kahire istasyonunda yetiştiren kişi olması; okur mektuplarının da Gertrude Bell, Sykes-Picot Anlaşması'nın Sykes'ı Mark Sykes gibi kişilerden gelmesi tesadüf değildir…
Nur Özkan Erbay Throughout the history, the concept of “messianism” has not only been used to influence members of religion but was also used as an effective instrument to gain political power. Aside from it, it was a leverage to legitimize terror through instigators. As studies have shown, there are examples to exert relations between messianism and terror.
As the very first Jewish Messianic Terror example in history, Zealots had used Messianism as the legitimization tool for their terror. While Assassins represent a prominent example of Messianic Terror in the 13th century of the East, the Crusaders have marked the world history of the Middle Ages with Christianity motivated terror. We have seen the same motives during the French Revolution in the 18th century. In almost all centuries, the concept of messianism had been used either to legitimize violent actions or attract more supporters, dedicated members or most recently, devoted suicide bombers.
Recently, terrorism studies concerned with “New Religious Cults, Sects or New Religious Movements”, are mostly, associated with religious messianic and apocalyptic cults. In order to justify their illegitimate activities, these groups attribute their actions to divine motivations, mission of prophecy and messianic entity. As they take advantage of the spiritual needs and goodwill of individuals they can transform into terrorist groups and these groups; “messianic cults” can pose the same amount of threat or higher to public and state security.
The Fetullah Gülen Terrorist Organization (FETÖ) is a hierarchically organized international network and its leader Fetullah Gülen has absolute command and direct control over the entire structure. His followers act as a secretive and clandestine network loyal to his instructions as an unquestionable and divine authority. With these aspects, the organization contains strong messianic notions. For half a century Gülenists infiltrated the Turkish bureaucracy, including military judiciary and security establishments, while conducting business and education activities related to Turkey around the world. Especially from 2013 on, FETÖ openly and directly carried out unconventional, unresting and asymmetric attacks against the state and regime security of Turkey, which are not to be confined as acts of an ordinary religious network, as disclosing its real objectives. Finally, a pro-FETÖ junta in the army attempted a coup attempt on 15 July 2016, resulting in several hundred deaths and leaving many wounded. These experiences show the need to better define and categorize FETÖ and its engagement with terrorism.
This book conceptualizes FETÖ as a messianic cult that evolved into a terrorist organization.
Necat Yılmaz TIBBİ NEBEVİ Kuantum Tıbbına Giriş
PROF. DR. NECAT YILMAZ
Yazar; 1964 Ankara doğumlu tıp profesörü; 200’den fazla makalesine 1200’den fazla atıf alan, ayrıca 4 uluslararası tıp kitabında bölüm yazarlığı olan ve aktüel konularda yayınlanmış onlarca yazıya sahip bir bilim insanıdır. Türk kamuoyuna sağlıklı beslenme konusunda uyarıcı yazıları vardır. Örneğin ilk defa Bisfenol A’nın, biberonlarda kullanılmaması gerektiğini duyurmuştur.
Önümüzde yeni bir çağ var: Kuantum Çağı. Bu çağa hazırlanabilmek var olup olamamakla eş değerde. Hiç şüphesiz Tıbbi Nebevi çağdaş bilim insanı için eşsiz bir kaynaktır. Bu ilk ciltte yazar, temel olarak “Ya Rabbi! Bana eşyanın hakikatini göster…” Hz. Muhammed (sav) duasından ve tasavvuf kaynaklarından yararlanarak kuantum fiziğine ve böylece kuantum tıbbına giriş yapıyor. Çünkü 21. yüzyıl kuantum tıbbı ve kuantum biyoloji çağı olmaya aday. “Eşya”nın hakikatini anlamadan hastalıkları tedavi etmemiz ve hastalıkların nedenlerini tam olarak anlamamız imkânsız. Kitap içinde yer alan bazı bilgilerin bir bilim insanı olan yazarın farklı bakış açısı dışında ilk defa yayınlandığına şahit olacaksınız. Fizik bilimi ile tasavvuf ehlinin sözlerinin yakınlığı sizleri şaşırtacak. Tıbbi Nebevi bir hedef göstermektedir: öncelikle “eşya”nın yani “madde”nin hakikatini öğrenmek! Çünkü neticede evrenin tüm üyeleri, canlı/cansız bir bütünün parçalarıdır. Tüm zamanların Batılı en büyük akıllarından bazıları, bunu ispatlamak için hayatlarını harcamıştır ve şimdi, ulaştıkları sonuçlar, Şark kültürlerinin yüzyıllarca inandığının doğru olduğunu kanıtlamaktadır. Niçin hücrelerimizin kuantum fiziği ile titreştiği gerçeğini benimsemiyoruz? Tıbbi Nebevi’ye bu gözle neden hiç bakmıyoruz? Bu kitapta ölen bir yakınınıza ait bilgilerin nasıl kayıt altında tutulduğunu veya nazarın kuantum fiziğindeki yerini veya koku duyumuzun kuantum biyoloji ile nasıl çalıştığını bulacaksınız. Geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının birçoğunun bilimsel alt yapısını öğrenebileceksiniz. Bütünleştirici tıp neden önemli? Cevabını “Zerre küllün aynasıdır.” diyen Hz. Muhammed (sav) rehberliğinde, yazarın farklı yaklaşımında ve kuantum tıbbında bulacaksınız. Bu kitapta, anlaşılması zor kuantum fiziği hakkında mümkün olan en basit bilimsel yaklaşımlardan birini görebilecek ve söz konusu yaklaşımın tasavvuf ile olan benzerliğine şaşırabileceksiniz. Sonuç olarak ilk cilt size kuantum tıbbına girişi sağlayacak ve yayınlanacak diğer ciltlere temel oluşturabilecektir ve türünün ilk örneği olarak uzun yıllar başucu kitabı olarak kullanılabilecektir.
Gülhan Seyhun Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında Kurtuluş Savaşı’ndan çıkalı henüz savaştan çıkalı on altı yıl olmuştur. Yetim çocuklar hâlâ yetimdir ve bir kısmı belki büyümemiştir, şehit analarının acısı dinmemiş, gazilerin bir kısmının yaraları belki sarılamamıştır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, devlet yetkilileri, askerler ve doktorlar savaşın acılarını yıllarca tecrübe etmiş kişilerdir. Kim bilir kaç canın yitip gittiğine tanık, geride kalanlarının acısına ortak olmuşlardır. Amaç bu ülkeye bir daha savaş yüzü göstermemektedir.
Savaşın eşiğinde bulunan Türkiye’nin dış politikadaki birincil amacı, ülkeyi savaşa sürüklememek, iç politikada ise orduyu her an savaşa girecekmiş gibi hazır tutmak olmuştur. Bu savaş topyekûn bir savaş olduğundan hazırlıklar da topyekûn olmuştur. Seferberlik ilan edilmeden sıkıyönetim ilan edilerek bazı birlikler sefer kadrosuna yükseltilmiş, askerî sağlık hizmetlerinde mevzuat ve teşkilat değişikliği yapılmış, artan personel ve malzeme ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda Kızılay tarafından orduda görev alacak hemşire ihtiyacının karşılanması için kurslar açılmış, askerlerin kışlık kıyafet ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik bağışlar toplanmış, ordu personeli ve sivil halk için gaz maskesi üretilmiş, sıhhi malzeme ve ilaç temin edilmiş, esir mübadelesi gerçekleştirilmiştir. Yine sivil bir yardım cemiyeti olan Yardımsevenler Cemiyeti de ordu ile işbirliği içinde olmuş, ordu hemşire ihtiyacının karşılanması ve askerî sıhhi malzeme ihtiyacını karşılamaya yönelik faaliyetlerde bulunmuştur. Diğer yandan birliklerin sağlık durumları denetlenerek önlemler alınmış, Gülhane Ankara’ya nakledilmiş, askerî hastanelerde gönüllü hastabakıcılık kursları açılmış ve bu hastanelerin yerleri ve kapasiteleri bağlı bulundukları birliklere göre değiştirilmiştir. Aynı şekilde askerin beslenmesi için toplumu kısıtlayıcı önlemler alınmış, güçlü ve sağlıklı asker yetiştirmek için spora önem verilmiş, askerin sağlığına yönelik propaganda faaliyetleri yapılmıştır. Bu dönemde askerin sağlığını yükseltmek için topyekûn çaba gösterilse de asker sayısının artması ve birliklerin sık yer değiştirmesi sonucu, toplumda sık görülen verem, tifüs, sıtma, çiçek gibi hastalıklar orduda da görülmüştür. Sonuçta yaklaşık yetmiş iki milyon insanın hayatını kaybettiği bu savaşa hazırlanma sürecinde topyekûn bedel ödenmiştir. Ancak Türk ordusunun savaşa sürüklenmemesi, asker ve sivil tüm toplum sağlığı için en büyük kazanım olmuştur.
Saffet Köse İslam iktisadının temel kurum ve meselelerinin ele alındığı kitaplardan oluşan Cep Kitapları dizisinin dördüncü kitabı olan bu eserde, ticaret konusu teorik bir derinlikten ziyade her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir içerikte anlatılmaya çalışılmıştır.
Ticaret, hayatın kaçınılmaz etkinliğidir. Çünkü insanlar, bütün ihtiyaçlarını kendi başlarına karşıla-yabilecekleri imkânlara sahip değildir. Bunun yanında, paranın ayartıcı bir güce sahip olması, insa¬nın zaaflarına yenik düşmesinin de bir gerçek oluşu, ticari hayatta sağlam bir ahlâka ve buna bağlı güçlü bir hukuk sistemine ihtiyaç duyulduğunu gösterir. Hz. Ömer'in (r.a) ticaret fıkhını bilmeyen esnafı meslekten men ettiği bilinmektedir. Zira yapılması gerekenlerin ihmalinden ve kaçınılması gerekenlerin icrasından dünyevi ve uhrevi sorumluluk vardır. Bu kitapta; ticaret ahlâkı ve fıkhı üç bölüm halinde ele alınmaya çalışılmıştır. Birinci bölümde, ticaret ahlâkının öne çıkan ana ilkeleri; ikinci bölümde, ticaret fıkhının esasları; üçüncü bölümde ise iş hayatına dair ana noktalar, İslam'ın ana kaynakları açısından kaydedilmeye çalışılmıştır.
Kitap akıcı ve sade dili ile ticaret konusuna ilgi gösteren her kesimden insanın rahatlıkla okuyup konu ile ilgili temel tartışmalara vakıf olacağı bir eser olması bakımından benzer çalışmalardan ayrılmaktadır.
M. Zeki Duman Bu kitapta, topluma düşülen bir (dip)not misali macerası iki yüzyıldır süren sosyolojinin sosyal bir realite olarak gördüğü, tanımladığı ve incelediği toplumun varoluş hikâyesi ele alınmaya ve bu hikâye ele alınırken de şu temel sorulara cevap verilmeye çalışılmıştır: a) İnsanın doğası nedir? b) Toplum nasıl ortaya çıkmıştır? c) İnsan, neden bir topluma ihtiyaç duymuştur? d) Toplum doğal bir yapı mıdır yoksa zorlamayla inşa edilmiş bir oluşum mudur? e) Gönüllü birlikteliğin bir ürünü müdür yoksa sözleşmeye ve rızaya dayalı kolektif bir bütün müdür? f) İnsan ve toplum açısından kültür ne ifade etmektedir? g) Toplumsal yapıyı oluşturan aile, hukuk, ekonomi, din ve devlet kurumları neden ortaya çıkmıştır? h) Toplum, neden sosyal yaşamın temel bir koşulu hâline gelmiştir? Aslında bu ve buna benzer soruların cevapları, bugüne kadar toplumsal gerçekliğe dair ortaya konulmuş kuramsal yaklaşımların iki temel özelliğini de ortaya koymaktadır. Bunlardan ilki, Durkheim'in de zamanında veciz bir biçimde ortaya koyduğu gibi bireysel davranışlarımızın gerisindeki motivasyonu oluşturan ve bireye kendini etkili ve kalıcı bir biçimde kabul ettiren toplumun nasıl bir doğaya ve işleyişe sahip olduğunu, ikincisi de toplum düşüncesinin felsefi, sosyolojik ve epistemolojik temellerinin ne olduğunu göstermektedir.
Sait Yılmaz Bu kitapta size etrafınızda bir türlü anlam veremediğiniz pek çok gelişmenin neyin parçası olduğunu, ülkelerin nasıl karıştırıldığını ve bölünmeye çalışıldığını anlatmaya çalışacağız. Uluslararası ilişkilerde sorun çözmede diplomasi ve savaştan sonra gelen üçüncü yöntem olan örtülü faaliyetler, her şeyden önce toplum mühendisliği alanında bilimsel bir hazırlık ister ve uzun yıllar saha çalışması gerektirir. Bu yüzden öncelikle antropoloji ve toplum mühendisliği üzerinde duracağız. Birinci Dünya Savaşı esnasında İngilizlerin Türklere karşı Arapları nasıl ayaklandırdığını ayrı bir bölümde sizlere sunacağız. Sonra ABD'nin ayaklanma, darbe işlerine yoğunlaşacağız. CIA'nın İslamcılık projesi ve Orta Doğu'daki gündemine yer vereceğiz. Arap Hareketleri ile birlikte yaşananlar kamu diplomasisi penceresinden anlatılacak. Rusların yöntemleri ve Kuzey Kafkasya'da olanlar Rus örtülü operasyon kültürünü tanımamıza yardımcı olacak. Toplum mühendisliği, pandemi döneminde de olduğu gibi pozitif anlamda da kullanılması gereken bir devlet politikası olabilir. Pandemi ve Ukrayna Savaşı kapsamında dünyanın geleceğine ilişkin karanlık gündemi, Çin ve Rusya üzerine planları ele aldıktan sonra yeni bir paradigma olan akıllı istihbaratın toplum mühendisliği ile ilişkisine yer vereceğiz.
Ahmet Emin Seyhan, Ali Rafet Özkan, Arife Ünal Süngü, Ayhan Hıra, Bayram Ayhan, Emine Gümüş Böke, Emine Öztürk, Emine Yiğit, Erkan Perşembe, Ersin Savaş, Fatih Ulaşan, Fethi Güngör, Gülsen Sezgin Salkaya, Hayrunnisa Keklik, Mahmut Gurbet, Mahmut Üstün, Mohamadou Aboubacar Maiga, Niyazi Akyüz, Rüveyda Çınar, Sadagat Abbasova, Seçil Şenel Uzunkaya, Senem Gürkan, Şule Yüksel Arıcı, Ümran Karadeniz, Zehra Gözütok Tamdoğan, Zeynep Altuntaş Kuşkusuz bu çalışma, en eski Arkaik Çağlardan Antik Çağlara, Antik Çağlardan İlk ve Orta Çağlara ve Orta Çağlardan modern zamanlara kadar sorunsallığı tartışma götürmez bir mesele olan kadının dinî ve sosyolojik konumu ile ilgili söylenecek ne ilk ne de son sözdür ancak kadın konusuna dair söylenecek önemli bir sözdür. Çünkü kitap; toplum, din ve kadın konusuna dair söylenebilecek hemen tüm alanlara dair sözleri 25 farklı başlık altında, 28 farklı müellifin ve bilim insanının bakış açısıyla her bir müellifin titiz emekleri ve çalışmaları ile söyleyen bir kitaptır. Kitabın amacı; kadının toplumsal ve dinî konumu hakkında hem Batı hem de Doğu menşeli söylenmiş sözlerin tekrar edilmesinden ziyade ilgili konuda yeni söylenebilecek söz var mıdır ve varsa ne denilebilir ve konuya hangi farklı açıdan bakılabilir, sorularına yeni bir cevap bulmaya çalışmaktır. Çalışma boyunca uymaya çalıştığımız iki ilke oldu: Kitapta hem alanında uzman olanlara hem de genç yazarlara daha çok yer vermek ve kitaba bilimsel olmayan hiçbir şeyi dâhil etmemek. Alanda önemli bir eksiği tamamlayan faydalı bir çalışmaya imza atılmış olması ümidiyle...
• İslam Öncesi Türk Devlet Geleneğinde Kadının İdari Hayattaki Konumu
• Cahiliye Dönemi’nde Kadın
• Reformist Yahudilikte Kadının Toplumsal Konumu
• Socia et Femmina: Hristiyanlıkta Kadının Sosyal Statüsü
• İslam İnancında Kadının Konumu
• Hz. Peygamber'in Sünnetinde Kadının Konumu
• İlahi ve Beşerî Dinlerde Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet
• Kadına Yönelik Ev İçi Şiddetin Kültürel Kaynakları: Türk Atasözleri Örneği
• Klasik Dönem İslam Literatüründe Kadın ve Kadın Konulu Eserler
• İslam'da Çok Eşlilik Meselesine Yaklaşımlar
• Hadislere Göre Kadının Yönetimdeki Yeri
• Kur'an'da Kadının Statüsü
• Endülüs Arap Şiirinde Kadın Şairler ve Kadın İmgesi
• Batı Afrika Arap Şiirinde Afrikalı Kadın İmgesi
• Osmanlı Devleti'nde Toplumda ve Ekonomik Hayatta Kadın
• Şeyhülislam Hânelerinden Üç Kadının Para Vakıfları (18-19. Yüzyıllar)
• Osmanlı Taşrasında Hayırsever Kadınlar (XVIII. Yüzyılın ilk Yarısında Manisa Örneği)
• Terekelerde 19. Yüzyıl Gayrimüslim Osmanlı Kadını
• Avrupa'da Feminizm ve Dünden Bugüne Feminist Hareketler
• Batı Avrupa'da Feminizm Teorisi ve Tarihi
• Müslüman Ülkelerde Kadının Konumuna Feminist Yaklaşım
• Din ile İlişkisi Bağlamında Yeni Kadın Kimliği: Mütedeyyin Kadın
• Havle Kadın Derneği ve Reçel Blog Sitesi Örnekleminde Türkiye'de İslami Feminizmin Dünü ve Bugünü
• Erkek Akademisyenlerin Gözüyle Akademide Kadın Algısı ve Din
• Kur'an'dan Hareketle Sosyal Hayatta ve Dijital Dünyada Kadının Konumu Tartışmaları

Seher Cesur Kılıçaslan, Toprak Işık Sosyal bilim alanı olarak toplumsal cinsiyet çalışmaları çok eski bir geçmişe sahip değildir ancak geç kalmışlık araştırmacıların coşkulu çabaları sayesinde şaşırtıcı bir hızla telafi edilmektedir. Bu coşkuya, tarih öncesinden süregelmiş mağduriyetleri destekleyen algıları yıkıyor olmanın hazzı ve alanın keşiflere açık bakirliği kaynaklık etmektedir. Toplumsal Cinsiyet ve Efsaneden Gerçeğe Türkiye'de Kadın, bu hazzın peşine düşülerek yaratılmış bir eserdir.
Toplumsal cinsiyet konusuna ilgi duyanlar için entelektüel cesaret ön koşuldur çünkü binlerce yıllık ezberlerin bozulması ve toplumsal cinsiyet kodlarını taşıyan klişelerin yıkılması söz konusudur. Bu kitap bu anlamda doğru yerde durmaktadır. Genel olarak toplumsal cinsiyet konusunu ve özelde Türkiye'de kadının durumunu incelerken sorgulayıcı bir yaklaşım sergilenmiş; şaşırtıcı, orijinal sonuçlara ulaşılmıştır. Keyifle okuyacağınızdan ve entelektüel bir doyum hissedeceğinizden eminiz.
Ayşegül Kip, Eda Kaya Örk, Erdal Yıldırım, Handan Karakaya, Lütfiye Elvan Tunçcan, Taner Algan, Ümran Cihan, Veda Bilican Gökkaya Toplumsal cinsiyet, birçok anlamda bireyin biyolojik cinsiyetini aşarak toplumsal anlamda inşa edilen kadın ve erkek olma hâllerine pratik kazandıran bir kavramdır. Bu bağlamda toplumsal cinsiyetin kadın ve erkekler açısından birçok ayrımcılığı toplumsal olarak inşa ettiğini söyleyebiliriz. Bu yönü ile birey topluma doğduğu andan itibaren cinsiyet kimliğini biçimlendirecek değerler hem sosyal hem de pratik olarak onu çevrelemeye başlar. Toplumsal cinsiyetin cinsiyetlendirdiği kadın ve erkek olma halleri toplumsal hayatın tüm alanlarına yansımakta ve toplumsal kurumlar bu kavramın biçimlendirdiği gözlerle bireyi algılamaktadır. Bu açıdan bakıldığında biz toplumsal cinsiyeti hayatın içerisinde çok farklı açılardan çok farklı alanlarda deneyimliyoruz. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet hayatın farklı alanlarında farklı biçimlerde ve elbette farklı kültürlerde farklı şekillerde yeniden ve yeniden inşa edilmektedir. Kitabın hacmi toplumsal cinsiyet ayrımcılığının ortaya çıkardığı tüm ayrımcı pratikleri ortaya koymada yetersizdir. Ancak toplumsal cinsiyet ayrımcılığının bireyi ve özelde de kadını nasıl sarmaladığını, farklı pencerelerden okura sunma çabası söz konusudur. Çalışmaya katkı sunan değerli arkadaşlarım toplumsal cinsiyet ayrımcılığını farklı pencerelerden değerlendirerek, toplumda bu ayrımcılığın etkilerine farklı açılardan görünürlük kazandırmaya çalışmışlardır. Toplumsal yapılara sinen tüm ayrımcılıkların ortadan kalkması dileğiyle...
Sevim Atila Demir İnsanlar kendilerini ve çevrelerini ona yükledikleri anlamlar çerçevesinde kavrarlar. Bu anlam haritasını belirleyen en önemli unsurlardan birisi de özellikle son yıllarda sosyoloji başta olmak üzere sosyal bilimler alanında görünür olan değerlerdir. Değer alanı; insanlık tarihini, değişen sosyal ilişkileri ve günümüz pratiklerinin doğasını okumada fiziki eylemlerin ötesindeki başvuru merkezidir. Bu adım tüm sosyal bilimcilere, özelde sosyolog ve sosyal araştırmacılara toplumu, işleyişini ve dahası sorunlarını görebilme yolunda kapı aralar. Neden bazı davranışlar değişen toplumsal gerçekliğe rağmen aynı ölçüde değişmez? Ya da gerçekte aynı kalan bir şey var mıdır yaşamda? Sosyal ilişkilerimizi neye göre kurgularız? Özellikle son on yılda bu kadar hızlı değişim sürecinden bahsederken (özellikle Kovid-19 salgını ile beraber) bireysel, toplumsal pratiklerimizdeki yeni normlar sosyal etkileşim alanlarımıza nasıl yansımıştır? İnsanlar bu tür hızlı değişme dönemlerinde nasıl tepki verir, kendisini ve dünyayı nasıl anlamlandırır? Tüm bu soruları tartışabilmek ve toplumsal değişmelerin bireysel, kültürel, küresel yankıları değer dünyasının okunabilmesinde saklıdır. Değer, “Ben”im, “Biz”in ve tüm sosyal etkileşim biçimlerinin özünde var olandır.
Abdulvahap Taştan, Ali Coşkun, Emine Öztürk, Erkan Perşembe, Fatma Nur Şengül, Hacer Ayaz, Harun Geçer, İlyas Sucu, İsa Abidoğlu, Latife Kabaklı Çimen, Muhammed Tosun, Mustafa Sarmış, Nesrin Ünlü, Ramazan Bulut, Ravza Ocakdan, Sabiha Büşra Uzun, Senem Gürkan, Sümeyye Aydın Bulut, Şule Güldü, Zeynep Gülten Yılmaz Toplumsal değişme, insanlık tarihi boyunca toplumların en önemli gerçekliğidir. Değişmenin temel aktörü olarak insanın kültürel anlamda oluşturduğu maddi ve manevi bütün muhteva ve süreçler, sürekli hareketlilik içermektedir. Günümüzde teknolojik yeniliklerin kazandırdığı gelişmelere odaklı değişmelerin, bütün dünyada çok boyutlu etkileşimleri yaşanmaktadır. Toplumsal değişmeyi dinle olan etkileşimi açısından ele almak, değişmede birçok faktör olduğu gerçeğinden kopmaksızın toplumsal gerçekliği daha iyi kavramamızda yol gösterici olacaktır. Dinler önemli toplumsal değişme faktörü olarak, yayıldığı toplumlara yeni bir ruh ve dinamizm kazandırabilmektedir. Buna karşılık dinler, yeni kültürlerle temasları kapsamında ve geçen zamana bağlı yaşanan toplumsal değişmeler karşısında farklı algılanma ve yaşama konumlarıyla da görünür olmaktadırlar. Özellikle çağdaş dünyadaki konumlarıyla dinler yaşanan hızlı toplumsal değişme sürecinden yoğun şekilde etkilenmekte ve modern dünyanın seküler evreninde farklı dindarlık görüntüleri söz konusu olabilmektedir.
“Toplumsal Değişme ve Din” başlığı altında sunduğumuz bu kitabımız, “din” kurumunu etkileyen ve etkilenen konumuyla dikkate alan çalışmalardan oluşmaktadır.
Alper Mumyakmaz, Aynur Tekke, Çağatay Sarp, Damla Şahin Büyük, Dilek Özmen, Dolunay Şenol, Fatih Yıldız, Gıyasettin Yıldız, Günce Demir, Öznur Özdarıcı, Ruken Macit, Şule Gece, Tevfik Erdem Toplumsal yapılanmaların çözümlenmelerinde kendilerini oluşturan parçaların ve onların kendi içlerindeki etkileşim ağlarının anlaşılması son derece önem arz etmektedir. Son dönemdeki çalışmalarda, bireyi şekillendiren toplum kadar toplumun şekillenmesinde etkisi olan bireyi de incelemenin önemi fark edildiği için etkileşim ağlarının çözümlenmesine daha fazla önem verilmeye başlandı. Tarih içindeki toplumlara bakıldığında toplumsal kurumların toplumsal yapılanmalarda önemli fonksiyonlar yüklendikleri ve basit toplumlardan daha karmaşık toplumlara doğru gidildikçe kurumların hem sayı hem de fonksiyon olarak artış gösterdikleri fark edilmektedir. Bu da toplumu ve toplumsal ilişkileri anlama çabasında toplumsal kurumları, toplumsal kurumlardaki dönüşümleri, değişimleri, kaybedilen fonksiyonların hangi kurumlarda tekrar fonksiyon bulduğunun anlaşılmasını zorunlu hâle getirmiştir. Bu kitapta; toplumsal kurumlar tek tek ele alınarak özellikle içinde bulundukları yapılanmalarda nasıl fonksiyonlar yerine getirdikleri, zaman içinde fonksiyonlarının nasıl ve neden değişime uğradıkları ve hem kendi içlerinde hem de diğer kurumlarla nasıl bir etkileşim ağı ortaya koydukları değerlendirilmeye çalışılmıştır. Kitapta yer verilen değerlendirmelerin, toplumsal yapı analizlerinde yol gösterici olması beklenmektedir.


Gülcan Işık Ekonomi, din, kültür gibi farklı toplumsal alanlardan beden kimliğine ve siyasete kadar geniş bir yelpazede her geçen gün önemini ve etkisini artıran toplumsal hareketler, alternatif bir siyaset ve iletişim tarzına dönüşmüştür. Toplumsal gelişimin ve beraberinde gelen dönüşümünde etkisiyle 'eski' ve 'yeni' olarak kategorize edilen toplumsal hareketler, birbirinin devamı mı yoksa kopuşu mu noktasında da tartışılmaktadır.
Ali Onur Özçelik, Adrianne Mae D. Askalı Bu kitap, toplumsal hareketler alan yazını kullanılarak Filipinler üzerinde bir analizi ortaya koymaktadır. Filipinler, tarihsel süreç içerisinde üç farklı sömürge dönemi (İspanya, Japonya ve Amerika) ile karşı karşıya kalmış, ardından Ferdinand Marcos rejimi altında uzunca bir süre otoriterliğin hâkim olduğu bir süreci yaşamıştır. Toplumsal hareketlerin oluşmasına engel olan bu tarihsel mirasa rağmen elinizdeki kitap, Filipinler'i örnek olay seçerek ve meta sentez analizini kullanarak şu sorulara yanıtlar aramıştır: (1) Filipin toplumsal hareketlerinin (a) Ferdinand Marcos döneminde (1965-1986); (b) Marcos sonrası dönemde (1986-2016) ve (c) Mindanao deneyimleri ışığında politik sonuçları nelerdir? (2) Bu politik sonuçlarına hangi yöntemler ya da mekanizmalar kullanılarak ulaşılmıştır?
Bu soruları yanıtlamak yalnızca sosyal bilimler alanına, özellikle uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimine önemli bir katkı sunmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumsal hareketlerin gelişmesinin arkasındaki nedenler, özellikle de siyasi sonuçlar ve mekanizmalar ile ilgili akademik bir bakış açısı da sunuyor. Realist ve liberal perspektif, siyasetin değişiminin devlet merkezli olduğunu savunurken, bu kitap, toplumsal hareketlerin bir ülkenin iç siyasi dilini ve politik kurumlarını büyük ölçüde değiştirebilecek ve kamuoyunu etkileyebilecek önemli değişim katalizörleri olabileceğini de ortaya koymaktadır.
Genel olarak sosyal bilimlerdeki birçok alan için faydalı olan bu eser, sosyoloji, siyaset bilimi, siyasi tarih ve uluslararası ilişkiler öğrencileri ve araştırmacıları için önemli bir referans kaynağı oluşturmaktadır. Kitapta yer alan bilgiler her ne kadar bir ülke seçilerek yazılmış olsa da dünyadaki birçok bölgede faaliyet gösteren toplumsal hareketler için de genelleştirilebilir birtakım bulgulara sahiptir.
Ali Rıza Erdem Ayrımcılık, tarih boyunca insanlığın önemli bir sorunu olarak güncelliğini korumaktadır. Ayrımcılık, düşünce ve eylem olarak hayatımızın her safhasında karşımıza çıkabilmektedir. Ayrımcılık, atfedilen ya da sahip olunan özelliklerden dolayı karşı tarafı ayrıştıran “ben/biz ve ötekiler” düşüncesine dayanmaktadır. Ayrımcılıkta karşı tarafı “ben/biz ve ötekiler” düşüncesinden hareketle bir kategorileştirmeye tabi tutma söz konusudur.
Toplumsal hayatı olumsuz olarak derinden etkileyen örgütsel ayrımcılığın, ırk/etnik kimlik ve azınlık ayrımcılığının, sendikal ayrımcılığın, meslek ayrımcılığının, inanç ayrımcılığının, engelli ayrımcılığının, cinsiyet ayrımcılığının, kültürel ayrımcılığın, eğitimde ayrımcılığın ve siyasi görüş ayrımcılığının bilimsel ve sistematik olarak çözümlenmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışmada; örgütsel ayrımcılık, ırk/etnik kimlik ve azınlık ayrımcılığı, sendikal ayrımcılık, meslek ayrımcılığı, inanç ayrımcılığı, engelli ayrımcılığı, cinsiyet ayrımcılığı, kültürel ayrımcılık, eğitimde ayrımcılık ve siyasi görüş ayrımcılığı bilimsel ve sistematik olarak ele alınarak çözümlenmiştir. Çalışmanın örgütsel ayrımcılığa, ırk/etnik kimlik ve azınlık ayrımcılığına, sendikal ayrımcılığa, meslek ayrımcılığına, inanç ayrımcılığına, engelli ayrımcılığına, cinsiyet ayrımcılığına, kültürel ayrımcılığa, eğitimde ayrımcılığa ve siyasi görüş ayrımcılığına ilişkin farkındalık oluşturulmasına katkıda bulunması beklenmektedir.
Çağrı Kara, Emel Poyraz, Erman Işık, Firuze Selen Çağlar, Gizem Aksu Can, Gülçin Eren, Manolya Kılıç, Merve Evren, Mine Demirtaş, Oktay Demirtaş, Orhun Doğuş Yılmaz, Serhat Ulağlı İnsanı, medeniyet oluşturan bir canlı türü hâline getiren özelliği hiç kuşkusuz içgüdüler ötesi kompleks bir iletişim kabiliyetine sahip olmasıdır. Bu iletişim yeteneği, bireyleri doğal olarak sosyal hâle getiren bir harç gibidir. İnsan, sosyal bir canlıdır çünkü doğaya karşı bireysel ve türsel dezavantajlarını ancak iletişim, dayanışma ve adaptasyon yoluyla giderebilir. Bu yollarla birey sosyalleşir ve topluluklar toplumları meydana getirir. Toplum hiç kuşkusuz birbiriyle bağlantısız insan gruplarını tanımlamak için kullanılan bir kavram değildir. Toplum ve birey tüm sosyoekonomik ve sosyokültürel yönleriyle sürekli bir geçişkenlik ve iletişme içindedir. Bu iletişme bazen toplumdan bireye bazense tersine olacak şekilde olsa da birbiriyle etkileşim içinde olmayan bir toplum-birey ilişkisinden söz etmek mümkün değildir. Bu sebeple günümüzde birey, kendini tanımak için toplumu tanımaya, toplumu tanımak için de kendisini tanımaya ihtiyaç duyar. Bu ihtiyacın yapısökümü için anahtar kavram ise iletişimdir. Çünkü bireyler arasındaki stereotipik ve algısal bağlantıları inşa eden olgu iletişimdir. İletişim bilimlerinin disiplinler arasılığı sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi, antropoloji gibi diğer bilimlerle sürekli bir etkileşimi gerekli kılar. Kitap; bu etkileşim bağlamında McLuhan, Maslow, Castells gibi teorisyenlerin perspektifleriyle ve hem ana akım hem de eleştirel paradigmalar çerçevesindeki güncel örneklerle, sözü edilen ilişkinin gözler önüne serilmesini amaçlamaktadır.
Adem İnce, Ayşe Yıldız Aydın, Betül Durmaz Yurt, Büke Koyuncu Kahvecioğlu, Hasan Yeniçırak, Hatice Özer, Hüseyin Halil, İbrahim Mavi, Mehmet Ozan Aşık, Mehmet Tayanç, Mustafa Berkay Aydın Katı olan her şeyin buharlaştığı günümüz dünyasında, toplumsal kurumların da değişim ve dönüşüm geçirmesi tartışılmaz bir gerçektir. Bu değişim ve dönüşümün mahiyetini tam anlamıyla okumak için ise yeni bir “kurumlar sosyolojisi”, günümüz sosyolojisinde önemli bir ihtiyaç hâlini almıştır. Hazırlanan Toplumsal Kurumlara Sosyolojiden Bakmak: Dünü, Bugünü ve Yarını adlı bu kitapta temel amaç, değişen dünyada toplumsal kurumlar üzerine yeniden düşünmeyi sağlamaktır. Bu kitap ayrıca, okuyucuları toplumsal kurumlar üzerine yapılmış klasik okumalardan uzaklaştırarak okuyucuların kurumların günümüzde nasıl bir işlev kazandığı üzerine eleştirel bir perspektifle yeniden düşünmesine zemin hazırlamaktadır. Bu bağlamda kitapta, kurumların günümüzde toplumu nasıl şekillendirdiği üzerine farklı bakış açılarına yer verilmiştir. Bu amaç doğrultusunda farklı üniversitelerden alanında uzman akademisyenlerle, aile, siyaset, ekonomi, hukuk, eğitim, din, ahlak, sağlık, boş zaman ve sanat gibi toplumsal kurumlar, geniş bir perspektifle yeniden ele alınmıştır.


Aslıhan Turgut, Ayhan Vergili, Bayram Demir, Berivan Kavas, Bilal Alptuğ Doğan, Bilge Sağlam, Didem Fanuscu, Emel Yiğittürk Ekiyor, Ezgi Gündoğdu, Fahri Atasoy, Galip Yüksel, Gözde Nur Gül, Hacer Tor, Hava Ömeroğlu, Hüseyin Erdoğan, İhsan Çapcıoğlu, İsmail Sarı, Levent Ersin Orallı, Merve Gökkoyun, Murat Şahin, Pelin Büyükgaga, Pelin Çalışır, Saliha Karaköse, Serdar Sağlam, Tevfik Erdem, Tuğçe Çelik Tarih boyunca salgın hastalıklar, dünyanın kaderini tayin etmiş; kitlesel ölümler, açlık ve kıtlıklar, medeniyetlerin çökmesi, devletlerin yıkılması, savaşların yaygınlaşması gibi birçok büyük olaylara sebep olmuşlardır. Salgınlar, bazı ülke ve kültürlerin dünya tarihinden silinmesine neden oldukları gibi yerlerini başkalarının alması ile büyük felsefi ve teknik ilerlemelere de yol açmışlardır.
2019 yılının son gününde başlayan Covid 19 salgını, teknik ilerlemelerin ve küreselleşmenin getirdiği yeni şartlar ile kısa zamanda dünyaya hızla yayılmıştır. Bu süreçte ülkelerin sınırlarını kapamaları, ulaşımı kısıtlamaları, kapanmalar, maske ve mesafe vb. uygulamaları ile dünya büyük bir kâbusu yaşamıştır.
Salgınlar; dünyanın yakın tarihinde de yaygın olmalarına ve Covid 19'dan kat kat fazla can kaybı ve yıkımlara yol açmalarına rağmen günümüze kadar akademik seviyede dikkate alınmamışlardır. Özellikle ülkemiz, kuruluşundan itibaren salgın hastalıklarla başarılı bir mücadele sürdürmüş ancak bu durum akademik çalışmalara yeteri kadar yansımamıştır.
Günümüzde Covid 19 ve salgın hastalıkların çeşitli alanlardaki yansımaları üzerine yazılan kitap ve makalelerin sayıları hızla artmaktadır. Bu kitap da alanlarında uzman olan akademisyenler ile lisansüstü çalışma sürdüren bilim insanlarının yazılarından oluşmaktadır.