Sosyal Bilimler \ 26-41
Didem Uçan, Ergenekon Savrun, Funda Çitil Canbay, Halil Emre Deniş, Halil Kanadıkırık, Hasan Acar, Hüseyin Cesurhan Taş, İhsan Burak Birecikli, İhsan Ömer Atagenç, Nurullah Çetin, Rabia Aslıhan Türkmen, Recep Recebov, Şaduman Halıcı Millet ve milliyetçilik kavramları, siyaset bilimi ile toplumsal ilişkilerde, son birkaç yüzyıldır üzerinde derinlemesine tartışılan konulardan biri hâline gelmiştir. Milliyetçilik kavramına olan ilgi, özellikle son yıllarda Avrupa'da ortaya çıkan milliyetçi toplumsal hareketlerle birlikte artış göstermiştir. Milliyetçiliğin ne olduğu ve ne zaman ortaya çıktığı üzerine yapılan tartışmalar, günümüz toplumsal hayatında önemli bir yer tutacak hâle gelmiştir.
Millet ve milliyetçilik üzerine yürütülen tartışmaların çokluğu ve karmaşıklığı, bu kavramları anlamlandırmanın ne denli zor olduğunu göstermektedir. Milliyetçilik fikrinin taşıdığı anlam itibarıyla farklı coğrafyalarda ortaya çıkardığı farklı yüzleri, bu fikrin tek bir düşünce sistematiği altında ifade edilmesini zorlaştırmaktadır. Milliyetçilik, tarihsel ve sosyolojik olarak her milletin kendine özgü ortaya çıkma koşulları ekseninde ifade edilebilecek bir kavramdır. Milliyetçilik kavramının taşıdığı bu özgünlük, onun farklı milliyetçilik tipolojileri ile ifade edilebilmesini sağlamıştır.
Milliyetçilik Tipolojileri, milliyetçiliğin farklı cephelerdeki yüzlerini ifade etmek ve milliyetçilik literatürüne kapsamlı bir çalışma kazandırmak çabasıyla ortaya çıkmıştır. Milliyetçilik, sahip olduğu eklektik yapısıyla farklı ideolojilerle temas etmektedir. Bu kitap, söz konusu temas alanlarının sınırlarını ortaya koyacaktır.
Milliyetçilik kavramını farklı yüzleriyle ifade etme çabasıyla ortaya konulan buna benzer bütüncül çalışmalar yok denecek kadar azdır. Bu nedenle bu kitap, milliyetçilik üzerine çalışan akademisyen ve araştırmacılar için bir başucu kitabı olma niteliğindedir.
Adem Yazıcı


Adem Yazıcı’nın ilk kitabı Minyatür Okuyucuları, Ebabil Yayınları’ndan çıktı.
Derli toplu, bütünlüklü şiirlerden oluşan Minyatür Okuyucuları, son derece temiz ve sade bir dile sahip. Hayata olumlu tarafından bakan çelebi bir ruhun aynasından yansıyan şiirler. Gülümser bir bakış.


Mehmet Zeki AYDIN Değer Sandığı Okulda Değerler Eğitimi Materyalleri adını verdiğimiz seri çalışmamızda öğrencilerinize değerleri zevkle ve ilgiyle öğretebileceğiniz çeşitli başlıklar var.
Farkında olduğumuz ya da farkına varmadan uyguladığımız değer kalıplarını, size sunduğumuz bu materyal ve yöntemlerle öğrettiğinizde, öğrencilerimizin farkındalıklarını arttıracak, problem çözebilen, alternatif öneriler sunabilen, erdemli bireyler haline gelmelerine yardımcı olabileceksiniz.
Bu kitaplarımızda öğrencilerinize fotokopi vererek uygulayabileceğiniz birçok etkinlik bulacaksınız.
Eğitimcilerimize kendi ilgi ve yeteneklerine etkinlik çeşidi seçme imkânı sağlayan setimizde çeşitli başlıklar var. Bunları; Drama, Yaşayarak Öğrenme, Kulüp Etkinlikleri, Öykü, Kavram Açıklaması, Beyin Fırtınası, Röportaj Yapma, Gezi Gözlem, Materyal Üretme, Meslekler ve Değerler, Yaratıcı Yazma Etkinlikleri, Metafor, İstasyon, Jigsaw, Bilmece Bulmaca, Fıkra, Film Tavsiye/Yorumlama, Eğitsel Oyun, Örnek Olay, Şarkı, Şiir, Poster/Afiş, Proje Hazırlama, Resim Yorumlama, Karagöz ve Hacivat, Geleneklerimizde Değerlerimiz, Tekerleme, Mânilerde, Atasözü ve Deyimlerde Değerler, Kitap Tavsiyeleri, Mevlana’dan, Nükte ve Örnek Kişilik olarak sıralayabiliriz.
Ayrıca, Ölçme Değerlendirme testlerinin yanında Veli Mektubu ve Aile Katılımı bölümleri de yer almaktadır.
Ömer Uzunel Allah'ın arslanı Ali'nin alnındaki zühre yıldızının
binlerce yıllık hikâyesi…
Mithraizm, ülkemizde her ne kadar son yıllarda ilgi gösterilen antik bir gizem topluluğu olsa da Batı'da, özellikle son 100 yıldır hem akademik hem de popüler kültür anlamında yüzlerce esere konu olmuştur. Bu çalışmalar, temel olarak topluluğu sınırlı bir zaman ve coğrafya içerisinde ele almaktadırlar. Bu eser de Roma İmparatorluğu zamanında ortaya çıkan mithraizme odaklanmış olsa da bu gizemli tutum ve tavrın tarih öncesi dönemlerden başladığını belirtmek gerekir. Düalist pagan sembolizmi adını verdiğimiz, Güneş ve Ay üzerine kurulu sistem, önüne çıkan tüm dinsel yapıları şekillendirerek günümüze kadar süregelmiştir.
Bu eser aracılığıyla sadece mithraizmi değil aynı zamanda insanlık tarihinin en derinlerindeki gizem ve ona dair ilişkilere yönelik çözümleme bağlamında bir metodolojik yaklaşımı da sunmaya gayret ettik.
Yunus Bucuka Samuel N. Kramer, "Tarih Sümer'de başlar." der. Bu bağlamda Sümerlerin insanın yaratılış mitolojisi incelendiğinde “Engellilik Sümer'de başlar.” yargısında bulunulabilir. Zira bu mitolojide ilk insan yaratıldıktan sonra Tanrıça Ninmah tarafından engelli altı kişi yaratılır. Ancak yaratılan her bir engelli için Tanır Enki, güzel bir kader belirler. Bununla beraber Mısır mitolojisinde kendilerine çok önemli işlevler atfedilen cüce tanrılar bulunmaktadır. Antik Yunanlılar, on iki tanrı arasına engelli bir tanrı dâhil etmişlerdir. Bu mitolojilerin her birinde bazı tanrılar ve bazı kahramanlar engelli olarak temsil edilmişlerdir. Elbette bunun temelinde çeşitli gerekçeler olmalıdır.
Kadim bir olgu olan engellilik, antik medeniyetlerden beri birçok alanda önemli bir husus olarak mevcuttur. Ancak engellilerin yaşam koşullarının daha iyiye gittiğini söylemek pek kolay değildir. Güncel engellilik araştırmalarında ortaya çıkan toplumsal dışlanma, damgalanma, istihdamdan uzaklaştırılma gibi sorunların bazılarına, mitolojilerin cevap bulduğunu dile getirmek ironik olacaktır.
Halil İmamoğlugil Modern mantık, klasik mantığın sembolik bir dile başvurularak geliştirilmiş ve genişletilmiş bir hâlidir. Bu mantığa, klasik mantığın konu yönünden bir uzantısı ve yöntem bakımından da ileri bir aşaması gözüyle bakılabilir. Bu açıdan modern mantık, Aristoteles mantığının sembollerle sürdürülen bir devamı olarak nitelendirilebilir.
Modern mantık, günlük dildeki çıkarımları, matematik diline benzeyen sembolik bir dile çevirip denetlemeyi sağlar. Bu mantıkta, neredeyse matematiğin ispatlarında görülen bir kesinlikle denetleme yapılabilir. Denetleme yöntemlerinden doğruluk tablosu ve çözümleyici çizelge, günlük dilden sembolik dile aktarılan akıl yürütmelere uygulanır.
Modern mantık, dilin yapısal özelliklerinin bütünüyle saptanabilmesi için dilin çözümlendiği önemli bir uygulama alanıdır. Bu işleviyle ana dili daha doğru kullanabilmeye yardımcı olur.
Modern mantık, mantık unsurlarını sembollerle ifade etmekte ve bu sembollerle işlemler yaparak sağlam çıkarımlara ulaşmayı amaçlamaktadır. Bu mantık en genel anlamda, bir aradaki ifadelerin tutarlılığı ile akıl yürütmelerin geçerliliğine ilişkin formları araştırmaktadır.
Modern mantık, bütün bilimlerin ve felsefenin temel yöntemidir. Tüm düşünme alanlarında ve bilgi türlerinde kullanılmakta ve felsefenin tüm alanlarına uygulanabilmektedir. Bilim, teknik ve felsefe alanlarında mantık disiplinini öğrenmeden sadece sezgisel yolla mantık kanunlarını kullanmak yeterli değildir. Tam aksine, bu yeni alanlarda modern mantığa ait veri ve sonuçları ayrıntılı bir şekilde öğrenmek gereklidir. Matematik bilmeden fizik öğrenilemediği gibi modern mantığı bilmeden analitik felsefe veya bilim felsefesi öğrenilemez.
Memet Yetişgin Bu kitap, modern Avrupa'nın bir tarihi olup siyasi gelişmelerden ziyade modern Avrupa'yı modern yapan belli başlı tarihî gelişmeleri konu edinmektedir. Modern Avrupa'nın oluşumunda son derece etkili olan Rönesans, coğrafi keşifler, reform hareketleri, bilim devrimi, Aydınlanma, Fransız Devrimi, Endüstri Devrimi ve emperyalizm, kitabın ana konularını meydana getirmektedir. Rönesans ile başlayan “akıl çağı”; edebiyatta, sanatta, bilimde ve kültürel sahada köklü değişimler meydana getirirken coğrafi keşifler, Avrupa'yı geleceğin dünya hâkimiyetine götüren coğrafyalara taşımıştır. Reformasyon, modernleşme için gerekli dinî ve kültürel ortamı oluştururken; ilim devrimi, Avrupa'yı skolastik öğretiden ve kilise dogmalarından uzaklaştırarak gelişimin bilimsel temelini oluşturmuştur. Aydınlanma; siyasi, politik, idari ve toplumsal sahada modern fikirleri, bireysel hakları ve temel insan haklarını formüle ederken Fransız Devrimi, modern Avrupa'nın siyasi şekillenmesine katkı sağlamıştır. Endüstri Devrimi, Avrupa'nın fabrikalaşmasını ve ekonomik zenginleşmesini sağlarken emperyalizm, gelişen ve modernleşen Avrupa'nın dünya sömürüsünü ifade etmiştir. Modernleşen Avrupa yeni sorunlar doğurmuş; bu sorunlar, sosyal hareketlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Kitap, bu gelişmelerin nedenleri, gelişimleri ve sonuçları üzerinde durmakta, gelişmelerde rol alan önemli kimseler hakkında bilgiler vermekte ve Modern Avrupa'nın önemli tarihî gelişimlerini bilimsel bir üslupla kaleme almaktadır.
Esin kahya , Murat Öner Modern Biyolojinin Doğuşu, on dokuzuncu yüzyılda biyolojinin geçirdiği aşamaları ele almakta, onun bileşenlerini oluşturan, hücre bilim, doku bilim, zooloji, botanik ve evrim gibi alt dallarının doğuşunu ve gelişmesini tarihsel süreç içerisinde ortaya koymaktadır. Bununla beraber, bugün biyoloji biliminde hâlâ tartışılmakta olan "Canlı nedir?", "Canlıyı cansızdan ayıran şey nedir?", "Canlı değişebilir mi?" gibi sorulara on dokuzuncu yüzyılda verilen cevaplar ve bu cevapların da, dönemindeki felsefi eğilimleri nasıl etkilediği gözler önüne serilmektedir.
Mustafa Tekin, Nagehan İpek, Nurgül Bulut, Sezai Korkmaz, Sıddık Ağçoban, Süleyman Gümüş, Süleyman Gümüş, Zeynep Kaya Dünya bir süredir çocukluk etrafında dönmektedir. Eski dünya, insanın suretini yetişkinin temsilinde seyrederken kabaca 1800'lerden beridir hiçbirimiz içimizdeki çocuğa kayıtsız kalamamaktayız. Dinmeyen bir ses bizi geçmişimize çağırmakta ve bu çağrının mekanında oyunun kuralları yeniden belirlenmektedir. Yaşamın ilk dönemlerinin böylesine önem kazanması, en başta öğrenme süreçlerinin pedagojikleşmesine sebep olmuştur. Artık çocukluk yetişkinlik üzerinden anlaşılmamakta, aksine yetişkin anlamını çocuklukla ilgili bilimlerin\söylemlerin içeriğinde bulmaktadır. Buna paralel olarak anne-baba olmanın anlamı ve onların rolleri ile öğretmenin kimliği ve öğrenme ortamının biçimi radikal bir şekilde değişmiş ve yeniden yapılanmıştır. Uzun sayılabilecek bir zamandır yaşanmakta olan dönüşüme rağmen tartışmalar önemini hala korumaktadır; özellikle interdisipliner çalışmalara belki de her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Çalışma, hem didaktik bir bakış açısını korumaktadır hem de sorunsalları tartışmaya açmaktadır. Böylece, ilgili kişilerin öğrenme süreçlerine katkı sunulmakta ama bu bir kesinlik idealinde değil başka ihtimallerin her zaman gündemde olduğu bir düzlemde gerçekleştirilmektedir.
Abdullah Yıldız, Ali Osman Ateş, Ali Rafet Özkan, Ayfer Şahin, Hatice Dülber, Hüseyin Kurt, İbrahim Sağlam, Kubilay Kolukırık, Musa Akpınar, Nahide Bozkurt, Nesibe Kantar, Numan Rakipoğlu, Sevil Kestane, Seyfullah Korkmaz, Vesile Şemşek, Yakup Civelek, Zehra Gencel Efe, Zübeyir Aslan Hz. Peygamber'in mesajlarını modern dünyaya taşımak, onu daha iyi tanımayı ve anlamayı sağlar. Nitekim onun getirmiş olduğu vahyin kaynağı her ne kadar Orta Çağ'a dayansa da içerik ve ruh bakımından her çağa hitap edecek niteliktedir. Zira Kur'an-ı Kerim, bütün insanlara ve zamanlara hitap eden bir kitap; Hz. Muhammed (sav.) de evrensel ve tarihüstü rehberliğe sahip bir peygamberdir. Bu nedenle modern dünyada Müslümanların muhataplarına dini tebliğ ederken geçmişte kullanılan davet metotlarının yanı sıra güncel ve çağdaş bilgileri de içeren bir gündemle en doğru bir şekilde aktarmaları önem arz etmektedir. Bu bağlamda ilim çevrelerinin Hz. Peygamber'in bu çağa dönük yüzünü yeniden düşünerek ve güncelleştirerek günümüz insanına ulaştırma sorumluluğu vardır. Bu amaçla ülkemizin farklı üniversitelerinin çeşitli ilim dallarında disiplinlerarası araştırmalar yapan bilim insanları tarafından kaleme alınan bu kitapta; günümüzde Hz. Peygamber algısına, özellikle gençlerinin ilgi duydukları konulara güncel yaklaşımlar sergilenmiştir.
Nevzat Kalay Bu kitap, Türk öğrencilerin İngilizce Dil bilgisiyle ilgili karşılaştıkları problemlere pratik, bilgilendirici ve geniş kapsamlı çözümler sunan bir çalışmadır. Bu kitap, KPDS, ÜDS, YDSY ve TOEFL sınavlarına hazırlanan öğrenciler için hazırlanmıştır. Ayrıca bu kitaptan orta ve üst düzey ingilizce bilgisine sahip öğrenciler ve İngilizce öğretmenleri faydalanabilirler.
Taylan Altuğ Bu kitapta, Pozitivizmin yirminci yüzyıldaki çeşitlenmesi, Mantıkçı pozitivizmin, metafizik karşıtı tutumu esas alınarak irdelenmektedir. Metafizik eleştirisi çerçevesinde felsefe paradigmasını dönüştüren iki filozofu(Kant ve Wittgenstein), görüşlerine temel olarak alan yazar, bir yandan metafiziğin elenmesi sorununun içerdiği güçlüklerin de metafiziksel olduğunu gösterirken; öte yandan metafiziğin insan aklı için kaçınılmaz olduğu düşüncesi ile bütünleşerek, metafizik terimine yüklenen olumsuz pozitivist nitelemelerin birer önyargı olabileceğine ve her metafizik eleştirisinin mutlaka eleştirel olmayıp kimi zaman da dogmatik olabileceğine işaret ediyor. Böylce Pozitivizm karşısında Felsefe\’yi öne çıkarıyor.
Aliye Mavili, Fatih Şahin, İlhan Tomanbay, Meshut Başak, Sema Oğlak, Harun Ceylan, Şeyda Yıldırım, Serap Daşbaş, Güler Güneş, Yasemin Çölgeçen Modernleşme süreciyle birlikte meydana gelen göç, kentleşme, tıp ve teknoloji alanındaki yenilikler, kadınların istihdam piyasasında daha yoğun yer almaları, doğum oranlarının azalması ve yaşam süresinin uzaması gibi gelişmelerle insan yaşamının doğal bir dönemi olan yaşlılık, bireysel ve kültürel boyutlarından daha çok sosyoekonomik ve demografik boyutlarıyla gündeme gelen sosyolojik bir olgu hâlini almıştır. Artan yaşlı nüfusa paralel olarak yaşanan toplumsal değişim süreci, geleneksel yaşlılık algısını dönüştürdüğü gibi yaşlıların ihtiyaç duyduğu bakım, sağlık ve sosyal hizmet alanlarını da farklılaştırmıştır. Aynı şekilde ailenin, geleneksel destek ve refah sağlayıcılık rolünün giderek zayıflaması, yoksulluk, yalnızlık ve artan yaşlılık dönemi hastalıkları yaşlılara yönelik kurumsal ve modern bakım-destek mekanizmalarına daha fazla ihtiyaç duyulmasını beraberinde getirmiştir. Bu süreçte, daha çok sosyoekonomik ve tıbbi yönleriyle ön plana çıkan yaşlılık olgusu bireyin yaşlanmasından çok toplumun yaşlanması ekseninde “sosyal bir sorun” olarak algılanmaya başlamıştır.
Bu bağlamda toplumsal değişme ve modernleşmeyle birlikte yaşlılığın geçirmiş olduğu dönüşümü daha iyi anlamak adına yaşlılık olgusunu sağlık, bakım ve sosyal hizmetler perspektifinden sosyolojik bir düzlemde ele alan bu kitabın yaşlı bakım, gerontoloji, sosyal hizmet ve sosyoloji başta olmak üzere farklı disiplinlerden yaşlılık konusuna ilgi duyan akademisyenlere, öğrencilere ve alanda çalışan uzmanlara faydalı olması umulmaktadır.

Osman Özbahçe Modern Şiirimizin Kökleri, Türk şiirinin yenileşme aşamalarında, dönüşüm noktalarında öne çıkan şairleri yeni bir bakış açısıyla değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Tanzimat'tan İkinci Yeniye kadar geçen dönemi birinci aşama, İkinci Yeniyi ikinci aşama, İkinci Yeni sonrası ve günümüz şiirini üçüncü aşama kabul ederek yazdıkları şiirle Türk şiirinin ana damarını oluşturan şairleri incelemeyi önceleyen bir çalışmanın ilk adımıdır. Bu çerçevede Modern Şiirimizin Kökleri'nde Necip Fazıl, Nâzım Hikmet, Behçet Necatigil, Orhan Veli, Turgut Uyar ve İsmet Özel'in şiirleri incelenmektedir.
Türk şiirinin temel sorunu eleştiridir. Ayrıntılı değerlendirmelerdir. Edebiyat eleştirisi ne yazık ki tanıtım yazılarının sınırlarını aşamamaktadır. Biz bir yönüyle derleyip toparlayıcı bir yaklaşımı benimsemeliyiz. Gerçek durumu bütün açıklığıyla ortaya koymayı amaçlamalıyız. Fakat bunu yaparken literatürü birebir tekrarlayan ezberci bir anlayışın dışına çıkmalıyız. Söz konusu şaire / şiire ilişkin yorumları, o güne değin verilmiş kararları test edebilme, doğruluğunu ölçebilme kararlılığından vazgeçmemeliyiz. Şiirin tazeliğini koruyabilme şartı budur. Gelenek içinde ileri bir aşama diyebileceğimiz adımları atmanın da yıkıp yeniden kurmanın şartı da geçmişi bugünün ölçüleriyle değerlendirmektir. Bu bağlantıyı kuran şiir her zaman içinde bulunduğu zamanın şiiridir. Modern Şiirimizin Kökleri yenilik perspektifiyle Türk şiirini yorumlayan bir kitap. Eleştirel bir gözle geçmişi ve günümüzü yeniden değerlendirmeyi öneren bir yaklaşım.
Hugo Friedrich 1956 yılında yayımlanan Modern Şiirin Yapısı, Avrupa şiir sanatı araştırmalarında önemli bir yere sahiptir. Friedrich, ilk olarak Baudelaire, Rimbaud ve Mallarmé üzerinde durmakta ve “hâkim hayal gücü”, “duyarsızlaşma”, “çirkinin estetiği” gibi 1850-1950 arasındaki Avrupa Modernizminin şiir yapısını ele almaktadır. Bununla birlikte Guillén, García Lorca, T. S. Eliot, R. Alberti, Ungaretti veya Montale gibi şairleri modernitenin büyük hareketi olarak nitelendirmektedir. Ancak kitabın sonsözünü kaleme alan Jürgen v. Stackelberg, Friedrich’in “modern şiir sanatı” ve “modernite” kriterlerini ve klâsiklerini eleştirmekte ve ele almadığı “modern” şiirin diğer şairlerini de kapsayacak şekilde incelemenin genişletilmesi gerektiğini söylemektedir. Modern şiirin belirtilerini ele alan Hugo Friedrich çalışmasında kendi eleştirel bilincini, entelektüel imgelemini ve analitik dil gücünü, yapılan her türlü stil incelemesi ve yorumlanması için örnek teşkil edecek şekilde kullanmaktadır. Friedrich’in dikkati, içerik kadar şiirin şekli ve yapısına da odaklanmaktadır. Modern Şiirin Yapısı büyük bir başarıya imza atmıştır (Kitap, 15’in üzerinde baskı yapmış ve çok sayıda dile çevrilmiştir). Modern şiirin başlangıç noktalarını, teorisini, doğasını açımlayan bu kaynak kitap Mustafa Özdemir’in titiz çevirisiyle Türkçede.
Hakan Karakehya, Hande Özger Toplumda çok uzun yıllardır süregelen uygulamalar herhangi bir soruna neden olmadığı sürece -ve hatta bazen birtakım sorunlara neden olsa bile daha iyi bir seçeneğin olmaması gibi gerekçelerle- uygulanmaya devam etmektedir. Uzun yıllardır süregelmeleri dolayısıyla toplumda ve yöneticilerde bu uygulamalara karşı bir aşinalık oluşmakta ve bunlar gündelik bir mesele olarak irdelenmemektedir. Fakat bu uygulama en başında nasıl ortaya çıkmıştır? Söz konusu uygulama, toplumsal bir gerçeklik olarak hayatımızda yer etmiyor olsaydı onunla karşılaştığımızda onu nasıl algılayacaktık? Hürriyeti bağlayıcı cezaların tarihi iki yüz yılı aşmıştır. Bu demektir ki hâlihazırda dünya üzerinde yaşamını sürdürmekte olan her birey hapis cezalarının olduğu bir dünyaya gözlerini açmıştır. Bu nedenle hapis cezasına aşina olmayan bir bakış ile konuya yaklaşmamız neredeyse imkânsızdır. Bu çalışmada, hapis cezalarının ortaya çıkışını hazırlayan koşullar, ortaya çıkış sürecinde yaşanan değişim ve bu cezalandırma türünün handikapları ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
Fatih Sakallı Modern Türk Tiyatrosu Üzerine İncelemeler, Tanzimat'tan günümüze kadar yazarlarımızın kaleme aldığı tiyatro eserleri hakkında yazılan inceleme ve değerlendirme yazılarından oluşuyor. Kitapta; Ahmed Midhat'tan Abdülhak Hâmid'e, Reşat Nuri Güntekin'den Hüseyin Rahmi Gürpınar'a, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'ndan Yaşar Nabi Nayır'a, Feyyaz Kayacan'dan Bekir Büyükarkın'a, Osman Zeki Özturanlı'dan Yahya Akengin'e birçok yazarımızın tiyatro eserleri farklı bakış açıları ile değerlendiriliyor. İnsanın sanat yapan bir varlık olması, tiyatronun da insanı en iyi anlatan sanat dallarından birisi olması, bu inceleme ve değerlendirmeler ile bir kez daha gözler önüne seriliyor. Konuşma ve eylemlere dayanan tiyatro, aynı zamanda da toplum kültürünü yansıtan bir sahne sanatıdır. Bu kitaptaki metinler de kültürümüzün yansımalarını ele alıyor. Kitapta ele alınan inceleme ve değerlendirmeler ile Türk toplumunun yaşantısı, değerleri, yanlışları, çıkmazları, yaşanmışlıkları, kavgaları, mücadeleleri, komiklikleri vb. hâlleri yansıtılmaya çalışılıyor.
Erdem Usta 2018 yılına kadar Türkiye'de yaşanan siyasal ve toplumsal hadiseler; Orta Asya, Türk-İslam Devletleri ve Osmanlı İmparatorluğu ile erken Cumhuriyet devrinin genetiğine dayalı faktöriyel sonuçların eklentileri şeklinde birleşerek, anatomi içerisinde zaman zaman tahrip edici tepkisel kıyamlara neden oldu. Bu özelliğin, laik devlet sistemini zayıflattığı iddia edilse de -belki bu çıkarım siyasal açıdan haklı olabilir- bireysel ve toplumsal anlamda seküler yaşam, kodlandığı erken Cumhuriyet devri ile kıyaslandığında, günümüzde daha fazla bir oranla içselleştirilmiş durumdadır.
Bununla beraber iktidarda, Anadolu muhafazakârlığının egemen varlığını; köklerini 1927 topluluğundan alan radikal entelijansiya grupların ve bu oluşuma bağlı militar yapıların, toplumun istekleri ve evrimini görmezden gelmeleri sebebiyle; kuvvetlendirmiş oldukları sonucuna varılmaktadır…

Atatürk ve Cumhuriyet,
Modern Türkiye,
Osmanlı ve İslam,
Orta Asya ve Genetik Miras
Ve Dünya…
Tarih, siyaset, sosyoloji üçgeninde teorilerle dolu çarpıcı bir kitap…
Kemal Eroğluer Bilimsel, kültürel ve teknolojik gelişmeler, insanlık tarihi boyunca birikimli olarak yaratılan ve kuşaktan kuşağa aktarılan bilgiden çok daha fazlasının son 300 yıllık dönemde üretilmesini sağlamış, insanlık hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde ve çok kısa sürede farklı bir aşamaya geçmiştir. Sanayi Devrimi ile başlayan süreç, yönetimin bilimsel olarak incelenmesini sağlamış, örgütler toplumsal yapının temel unsuru hâline gelmiştir. İletişim ve bilişim teknolojileri alanında yaşanan büyük ve hızlı gelişmeler küreselleşmenin önünü açmış, ülkelerin fiziksel sınırlarının ötesinde bilgi paylaşımına ve ticaret yapılmasına olanak tanıyarak dünyayı mobil cihazlar vasıtasıyla ulaşılabilir hâle getirmiştir. Her alanda yaşanan yoğun bilgi üretimi ve paylaşımı bilgi çağının kapısını açmış, insanlığa muazzam kolaylıklar ve imkânlar sunarken bir yandan da insanı ve yaşadığı çevreyi tehdit eder hâle gelmiştir. Ortaya çıkan yeni dünya düzeni, yeni ekonomik sistemler ve yeni örgüt modellerini zorunlu hâle getirmiştir. Bu gelişmeler örgütlü toplumu kaçınılmaz hâle getirmiş, örgütlerin toplum içindeki rolü ve önemini sürekli olarak artırmıştır.
Bu kitapta; örgüt, örgütü oluşturan unsurlar, örgüt yapısı ve türleri, toplumsal yaşamda var olan örgüt türleri, örgüt yapısı ile ilişkili olan temel kavramlar ve açıklamaları ile örgüt yapısının gelecekte nasıl şekilleneceği, geleceğin karmaşık, belirsiz ve muğlak dünyasında örgütlerin durumu ve rolleri yanında son dönemde yaşanan küresel salgının örgüt yapıları ve faaliyetlerine olan etkileri üzerine değerlendirmeler yapılarak araştırmacı ve konuya ilgisi olan okuyuculara multidisipliner bir bakış açısı sunulmaya çalışılmıştır.
Bekir Biçer

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, Atatürkçü düşüncenin teorisyeni ve pratisyenidir. Atatürk'le Türkiye Cumhuriyeti özdeşleşmiştir. Bu nedenle Türkiye'deki hemen bütün tartışmaların merkezinde Atatürk vardır. Ancak ülkemizde, insan sayısı kadar farklı Atatürkçülükler doğmuştur. Hangisi doğrudur sorusunun doğru cevabını vermek çok kolay değildir. Galiba Atatürk'ü en iyi yine Atatürk bilir ve anlatır diye düşündük. İşte bu noktadan hareketle 1906 yılından başlayarak 1928 yılı dahil Atatürk'ün ağzından ve kaleminden çıkan bütün bilgileri kronolojik olarak bir araya getirmeye çalıştık.


Atatürk'ün çocukluğu, gençliği, komutanlığı, özel hayatı,sosyal çevresi, etkisinde kaldığı kişiler, duyguları, idealleri ve dünya tasavvuru yine kendi eserlerinden derlenerek bir araya getirildi.


Milli Mücadele yılları, Cumhuriyet'in kuruluşu, farklı sosyal katmanlarla ilişkileri, inkılapları ve ilkelerine ait düşünceleri kendi eserlerinden düzenlenerek anlamlı bir bütün oluşturulmaya çalışıldı. Ancak kitapta daha çok Atatürk'ün fikri, millive dini yönü ağır basan konuşma ve yazıları seçildi. Bu kitabın en bilirgin özelliği Atatürk'ün anlatmasıdır. Neden Modernist Müslümün sorusunun cevabı ise kitap okununca anlaşılacaktır.

Yakup Altıyaprak Uzun zamandan beri İslâm dünyasındaki problemler modernlik üzerinden okunmakta ve bu bağlamda çözümlemeler yapılmaktadır. Modernliğin getirdiği paradigmanın sadece İslâm dünyasını değil dünyadaki tüm uygarlıkları dönüşüme uğrattığı bir gerçek olsa da salt modernlik üzerinden yapılan çözümlemeler sorunlara daha temel yaklaşımlar ortaya koymayı engellemektedir. Modernite Çıkmazında İslâm, modernliğin getirdiği durumdan yola çıksa da İslâm dünyasının içinde bulunduğu; devlet, cemaat, Kur'an'ı anlama, hermeneutik, şiir, sanat, ideoloji, Bâtınilik, İslâmcılık, tasavvuf, vahdet-i vücud, radikalizm gibi sorunsallar karşısında moderniteyi de aşarak daha geniş çözümlemeler yapıp bütüncül ve sistematik bir düşünce geliştirmeye çalışmaktadır.
Ahmet Mazlum, Eren Alkan, Hasan Yeniçırak, M. Yavuz Alptekin, M. Zeki Duman, Mihriban Şenses, Savaş Taş, Volkan Ertit, Zeynep Hiçdurmaz Modernite sözcüğü etimolojik olarak şimdi, hemen şimdi; kavram olarak ise yeni olan, yeni hayat tarzı, moda, yeni moda, yeni yaşama biçimi anlamına gelmekte; tarihsel olarak ve düşünce tarihi itibarıyla esasında üç süreç ile ilişkilendirilmektedir. Bunlar sekülerleşme, bireyselleşme ve akılcılaşmadır. Sekülerleşme süreci daha çok Reformasyon’un sonucudur. Akılcılaşmayı yeniden canlanan bilim merakı ve Rönesans'a bağlamak mümkün ise de bireycilik, bütün bu süreçlerin bileşkesi olarak görülebilir. Bununla birlikte Reformasyon olmasa bunların hiç birisinin kâmilen tezahür edemeyeceği de bir gerçektir. Reformasyondur ki Avrupa'yı ve Avrupa toplumlarını kabaca bin yıllık prangalarından boşaltmış ve demir kafesinden kurtarmıştır. Bundan sonra her şey çorap söküğü gibi bir diğerini takip etmiş ve süreç; kapitalizme, sanayileşmeye, kentleşmeye ve bütün diğer ilgili süreçlere uzanmıştır. Bu kitapta moderniteyi; anlatan, açıklayan, analiz eden ve yorumlayan dokuz bölüm bulunmaktadır. Bu dokuz bölümün ana başlıkları şöyle sıralanmaktadır:
• Modernite-Modernizm-Modernleşme: Tanımlar, Teoriler ve Kuramsal Eleştiriler
• Reformasyon ve Dinsel Devrimlerin Modern Toplumun Oluşumuna Etkisi
• Bireycilik, Bireyselleşme ve Modern Toplumun Oluşumu
• Aydınlanma Düşüncesi: Rasyonalitenin Gelişimi ve Modern Toplumun Oluşumundaki Rolü
• Bilim Devrimi, Modern Bilimin Doğuşu ve Modern Toplumun Oluşumuna Katkıları
• Politik Devrimler ve Modernite: 1688 İngiliz Şanlı Devrimi ve 1789 Fransız Devrimi'nin Modern Toplumun Oluşumuna Katkıları
• Sanayi Devrimi, Sanayileşme ve Modern Toplumun Gelişimine Katkısı
• Kapitalizm ve Modern Toplumun Oluşumundaki Yeri
• Kent, Kentleşme ve Modern Toplumun Oluşumundaki Rolü
Hakan Gülerce Modernite ve din ilişkisi tartışmaları günümüzde bütün yoğunluğuyla devam etmektedir. Özellikle Türkiye'nin modernleşme tecrübesi üzerinden İslam dini bağlamında yapılan değerlendirmeler dikkatleri üzerine toplamakta ve günlük konuşmaların yanı sıra akademi dünyasının da gündemi olmaya devam etmektedir. Bu eserde, modernite din karşılaşmalarına farklı bir bakış açısıyla Hristiyanlık üzerinden bir değerlendirme yapılmaktadır. Bu kapsamda, Avrupa gibi modernitenin ortaya çıktığı bir coğrafyada ve geleneksel dini temsil eden Katolikliğin kendi merkezinde, Katolik Kilisesi'nin modernite ile karşılaşmada kendisini yeniden nasıl ve hangi mekanizmalar aracılığıyla ürettiği sorusuna cevap aranmaktadır.
Avrupa'da, 16. yüzyıl ve sonrasında, yeni olanı ifade eden modernite ile dini ve geleneği temsil eden Hristiyanlık karşı karşıya gelmişlerdir. Eserde, modernite ve din karşılaşması, 16. yüzyıldan itibaren çeşitli dönemlere ayrılarak ele alınmıştır. Bu süreçte Kilise'de yaşanan kırılmalar, kopuşlar ve refleksler ele alınarak karşılaşma serüveni ortaya konulmuştur. Hem sosyal hem de felsefi düzeyde gerçekleşen bu karşılaşmada, Orta Çağ'da en güçlü dönemini yaşayan ve toplumsal alanda kendisini yeniden üretme mekanizmalarına sahip olan Kilise, Batı'da üstlendiği görev çerçevesinde modernite ile birlikte gelen yeni koşullara uygun bir örgütlenme yoluna gitmiştir. Eserde; Hristiyanlığın, 20. yüzyılda, modernite ile uzlaşma yolunu seçerek kendini Yeni Dini Hareketler vasıtasıyla yeniden ürettiği iddia edilmiştir. Bu iddia, Focolare Hareketi özelinde yapılan bir saha çalışmasıyla desteklenmiştir.
Cengiz Anık “Beyaz adam, Hak-İş’in de Hizmet İş’in de eline defalarca balta verdi. Her seferinde “Git, kes şu ormanı!” dedi. Israrla ve kararlılıkla “Hayır!” dedik. Biz derisine kızıllık yakıştırılan adamı hep anladık, doğru ve haklı bulduk. Bu yüzden biz de sürekli horlandık. Elindeki baltasıyla bütün gezegeni talan eden beyaz adamın değirmenine hiçbir vakit su taşımadık. Erdemden, ilkelerimizden asla taviz vermedik.”
Mahmut Arslan
Hak-İş Konfederasyonu Genel Başkanı

Adurrahim Korkmaz, Ahmet Furkan Çetin, Ahmet Keser, Ali Erfidan, Alper Uzun, Armağan Türk, Arman Zafer Yalçın, Aydın Aktay, Barış Şentuna, Berna AK Bingül, Burak Oğlakcı, Celalettin Çevik, Cihan Ardili, Fahri Çakı, Hüseyin Şahin, Kadir Canatan, Mehmet Narlı, Mustafa Kemal Şan, Mustafa Özbaş, Mürsel Sabancı, Oğuzhan Özkan, Osman Aydoğan, Recep Önal, Rengin Ak, Roza Süleymanoğlu Dinçer, Sercan Ceylan, Serdar Nerse, Taner Atmaca, Yonca Altındal COVID-19 virüsünün kaynağı ve yayılma alanının yabancı ve uzak bir yer (Wuhan) ve öteki (Asyalı) bir kimlikle ilişkili olduğu ilk haftalardaki nispeten lakayt tutumlar, tehlike sınırlar ötesinde hızla yayılmaya ve eve yaklaşmaya başlayınca yerini hızla artan toplumsal kaygıya bıraktı ve beraberinde medya ilgisi de hızla yükseldi. Bugünlerde ve daha sonrasında artık tehlike evin içine girdiğinde insanlar COVID-19 risklerine rasyonel veya rasyonel olmayan çeşitli tepkiler verdiler.
Bu durumda denilebilir ki farklı yerlerde, geçmişte ve şimdi farklı deneyimler yaşayan bireyler ve topluluklar pandemiyi de farklı şekillerde deneyimlemekte, ona farklı anlamlar yüklemekte ve farklı tepkiler göstermektedirler. Pandeminin fiziki/biyolojik nedenlerini ve sonuçlarını anlamanın gerekli ve önemli olması kadar insanların onu nasıl deneyimlediklerini, yaşam dünyalarında onu nasıl ve hangi yollarla anlamlandırdıklarını anlamak da en az önceki kadar gerekli ve önemlidir. Hiç şüphesiz bu ödev sosyal bilimcilerin omuzlarındaki bir sorumluluktur. Pandemiden etkilenen alanların yerel bağlamlarının temel sosyal ve kültürel özelliklerini anlamak ve bunların pandemi müdahalelerine ilişkin stratejileri ve uygulamaları nasıl doğrudan etkileyeceğini öngörebilmek için sosyal bilimciler ve uygulayıcılar arasındaki işbirliği hayati önem taşımaktadır. Pandemileri daha iyi kontrol etmek ve hazırlanmak için onların sosyal, kültürel, ekonomik ve politik bağlamlarını araştırmak gerekmektedir. Bu kitap işte bu ödeve odaklanarak COVID-19 özelinde pandemi gerçekliğine ilişkin bilgi ve anlayışımızın gelişmesine mütevazı bir katkı sunmayı amaçlamaktadır.
Oldukça kapsamlı beş kısım ve yirmi üç bölümden oluşan kitap, doğa ve insan kaynaklı afetler gerçeğine yönelik süreklilik arz eden bir akademik ilginin ürünüdür ve COVID-19 özelinde pandemilere çok disiplinli bir bakış sunmaktadır. Bu yönüyle kitap, okuyucuya birbirinden farklı perspektiflerle pandemi olgusuna nasıl yaklaşılabileceğini görme şansı vermektedir. Bunu yaparken alanında deneyimli akademisyenleri bir araya getirmenin yanı sıra genç ve yetenekli araştırmacılara da alan açan kitap, modernitenin pandemik hâllerine sorgulayıcı bir ışık tutmaktadır.
Abdullah Aydın, Ahmet Sait Sıcak, Aziz Belli, Bedri Gencer, Faruk Temel, Harun Bekiroğlu, Necmettin Çalışkan, Rıdvan Demir, Sedat Cereci, Yusuf Okşar Bu çalışmada geçmişin değerlerine sahip çıkmadan kaybettiği mirasın şaşaasıyla övünen, kendine düşeni yapmaksızın gelecek adına kurguladığı ütopyalarla ve beklediği kurtarıcılarla huzur bulan bir zihniyet değil, günün realitesiyle hesaplaşmaya çalışan bunda başarılı olamasa da bu hesaplaşmanın gerekliliğini fark etmiş olan bir anlayış yansıtılmaya gayret edildi.
Bu kitapla okuyucu, moderniteden kapitalizme değişen değer yargılarını, sosyal medyadaki veya kent hayatındaki Müslümanların davranış kalıplarını, modern iletişim teknolojilerinin oluşturduğu sanal hazların zihinlerdeki tahribatını, çağdaş dönemdeki Kur'ân algısı ve dijital ortamdaki din kaynaklı paylaşımların otantikliğini, ahlak eğitiminin yaşama yansımalarının yetersizliğini, aşırılık olgusunun Kur’ân’daki ve günümüz Müslümanlarının hayatındaki radikal oluşumlarının tezahürlerini görmüş böylelikle de geniş bir yelpazede modernleşme sürecindeki Müslümanları konu edinen araştırmaları inceleme imkânı bulmuş olacaktır.
D. Mehmet Doğan İdeoloji seviyesinde söyleneni değil; gerçek ve tabiî kimliği kavramak, böylece kendimiz olmak, yerlilikten millîliğe ve evrenselliğe doğru yürümek. Belki bazen bunun tersini yapmak; yani evrenselliğin, yerli ve millî olunmadan imkânsızlığını derk etmek. Bir geçiş döneminde zihnimizin sabitelerini keşfederek istikamet belirlemek... Dilin dehasına nüfuz etmeden, edebiyat birikiminin eserler yığını olmaktan öte anlam ifade etmeyeceğini kavramadan, bu dünyada doğru bir yer tayini mümkün değil. İslâm medeniyetinin son hamlesi Osmanlı mirası 20. yüzyıla şöyle veya böyle devredildi. Peki 20. yüzyılda ne oldu? Siyaseten Osmanlı devleti yıkıldı; fakat siyaseti aşar şekilde Osmanlı mirası yok sayılmakla kalınmadı, barbarca tahrip edildi. Zihin dünyamıza yapılan şiddetli saldırı, ağır hasarlar meydana getirdi. Binlerce yıllık mirasın taşıyıcısı alfabemize, büyük şaheserleriyle ifade gücünü ortaya koymuş dilimize müdahale edildi; bu, inancımızın tahrifini, düşüncemizin duraklatılmasını ve idrakimizin karartılmasını hedefleyen bir yıkımdı. Şiddetli saldırılara maruz bırakılan zihnimizde meydana gelen ağır hasarları onarmak, gelecek nesillerin doğru zeminde, milletimizin birikiminin farkında olarak dünyayı kavrayabilmesi yönünde çalışmak... Bugüne kadar sarf ettiğim bütün emeklerimi, gayretlerimi bu cümle ile özetleyebilirim. En hasarlı alanlarda doğru bildiğimi söylemek, tarih idrakini mihverine oturtmak, dili bir medeniyet bilinci ile kavramak, edebiyat ve sanat alanını bir bütün olarak görerek köklerimizden kopmadan yeni olmak...
Güngör Erdumlu Kitap içerisinde; Modernlik ve Modernleşme sürecinde Türkiye, Modernlik Temelleri ve İkircilikli Serüveni, Modernlik ve Postmodernlik arasında Kamu Yönetimi, Modernleşme ve Çevre, Modernleşme Sürecinde Türkiye, İmparatorluktan Ulus-Devlete: Türkiye’de Ulusal Bir Dilin Yaratılmasına Doğru, Türk Demokratikleşmesinde İktisadi Yapının Dönüşümü, Refah ve Sosyal Demokrasi, Türk Modernleşmesinde Ordunun Rolü başlıkları altında Modernizm ve bu süreçteki Türkiye’ye ilişkin sekiz makale yer almaktadır.
Meryem Doygun Suç ve ceza olguları insanlık tarihi ile yaşıt olgular olup araştırmacılar için dikkat çekici bir konudur. Buna muvazi işkence de bahsedilen türden bir olgu olarak bu çalışmada bahis mevzusu edilmiştir. Moğolların özellikle yayılma dönemlerinde önlerine çıkan toplumlara karşı cezalandırmaları çoğu zaman işkence manzaraları ile var oldu. Korku salma ve bu yolla kendini kabul ettirme denilebilecek bir yaklaşımın tahakkuku sırasında karşılaşılan manzaralar işkencenin boyutlarının hangi dehşet seviyesine varacağını göstermesi bakımından önemlidir. Bu manada cezalar ve işkenceler, Moğol yayılma siyasetinin önemli bir unsuru olarak korkulan büyük bir gücün elindeki kahır aleti olarak görülür.
Bu çalışmanın esas gayesi, ceza unsurunun ve türlerinin gerek Büyük Moğol İmparatorluğu gerekse İlhanlılardaki durumunu tespit etmek devrin ana kaynakları üzerinden bu gelişime dair sarih ve sahih yorumlar yapmaktadır. Elbette bunu yaparken ceza ve hukukta görüldüğü gibi in'âm ve ihsanların da devletin bekasında önemli bir rol oynadığı hakikati göz ardı edilmeden siyasi zemindeki karşılığı gösterilmeye çalışılacaktır.
Moğolların tarihi içerisinden ceza ve işkenceye bakmak bir yönüyle bu devletin ve toplumun tarihine bir katkı diğer yönüyle ise suç ve ceza olgularının tarihine sağlanan mütevazı bir ilavedir. Umudumuz bu tetkikin başka sahalarda benzer çalışmalara numune ve tarihçiliğimize naçiz bir fayda olmasıdır.
Sedat Şen Yapısal eşitlik modellemesi, son yıllarda gerek sosyal bilimlerde gerekse diğer alanlarda sıklıkla başvurulan bir metodoloji olmuştur. Bu metodoloji, araştırmacılara ampirik veriler üzerinden kendi teorilerini test etme imkânı sunmanın yanında ölçek geliştirme, ölçeğin psikometrik özelliklerini inceleme, ölçme değişmezliği, çok değişkenli modelleri test etme, doğrudan ve dolaylı etkileri kestirme gibi analizlerde kullanılabilmektedir. Diğer çok değişkenli istatistiklerde olduğu gibi yapısal eşitlik modellemesinde de parametre kestirimi için gelişmiş bir bilgisayar yazılımına ihtiyaç duyulmaktadır. Yapısal eşitlik modellemesi yazılımları arasında yer alan Mplus programı, sunduğu esneklikler sayesinde son yıllarda öne çıkan bir örtük değişken programı olmuştur. Mplus programı üzerine Türkiye'de yazılmış ilk eser olma özelliği taşıyan bu kitapta, yapısal eşitlik modellemesi uygulamalarının Mplus programı ile nasıl gerçekleştirileceğine odaklanılmakta; Mplus ekseninde yol analizi, doğrulayıcı faktör analizi, yapısal regresyon, örtük büyüme ve açımlayıcı yapısal eşitlik modelleri ile çok gruplu ve çok düzeyli modellerin uygulamalarına yer verilmektedir. Bu kitabın temel amacı, yapısal eşitlik modellemesinin anlaşılabilirliğini ve uygulanabilirliğini okuyucular için kolaylaştırmaktır. Mplus programı ile yapısal eşitlik modellemesini araştırmalarında kullanmayı planlayan herkes için faydalı bir başucu kaynağı olması dileğiyle…
Emine Feyza Bayramoğlu Hayal kurmak başarmanın, başarıya ulaşmanın ilk adımıdır. Hayallerin gerçeğe dönüşmesi başarı olarak tanımlanır. Hayallerinizi dile getirirken alınan ilk tepkiler ve sizin algılarınız çok önemlidir. Özgüven ve ifadeleriniz cesaret olarak ortaya çıkar ve size güç verir. Dile getirdiğiniz hayaller sizin için bir amaç olmuştur. Amaçlarınıza ulaşmak için fırsatlar beklersiniz, ararsınız veya oluşturabilirsiniz. Bu fırsatlar oluştuktan sonra amaçlarına ulaşmak için planlamalar yapar ve hayallerinizi gerçeğe dönüştürürsünüz. Bu kitapta hayallerin gerçeğe dönüştürülmesinde yazarın kendisinin oluşturduğu fırsatları görebileceksiniz. Henüz 13 yaşındayken ikinci kitabını yazabilen, okuduğu kitap sayısını kendisi dahi bilmeyen, okuyarak kendini geliştirmiş ve yazarak dünyayı değiştirmeyi hayal etmiştir.

Lütfü Esengün Düzenden yana olmak veya muhalif olmak...
Bu ikilem karşısında zor olanı seçen yazar, yaklaşık kırk yıllık hukuk ve siyaset hayatını, düzenin adaletsizliğine muhalefet ve bu uğurda siyasi mücadele içinde geçirmiştir.
1973'ten 2011 yılına dek Türk siyasi hayatının en hareketli yıllarında otuz sekiz yıl bilfiil siyasetin içinde bulunmuş, ilçe başkanlığından belediye meclis üyeliğine, genel başkan yardımcılığından bakanlığa kadar siyasette hemen her görevi üstlenmiş olan yazar, bu süreçte bizzat yaşadığı ve şahit olduğu hadiseleri olduğu ve yaşandığı gibi aktarıyor bize.
Çocukluk ve gençliğinin geçtiği o yılların Erzurumundan başlayarak şehrin insanlarını, örf ve âdetlerini, o yıllara damgasını vuran önemli olayları da samimi bir üslupla anlatıyor. Elinizdeki eser, bu yönüyle Erzurum kültür tarihine de hizmet ediyor.
Türk siyasetini etkileyen kişi ve olaylarla ilgili hatıralarını, yakın tarihimiz ve günümüz toplumsal olayları ile ilgili görüş ve düşüncelerini, tasvip ve tenkitlerini, itirazlarını, kısaca çok yönlü bir hayatın hatırada bıraktığı izleri; bir ömrü dinliyoruz Esengün'ün dilinden.
Abdul Azim Islahi Hint coğrafyasının son dönem en önemli İslam âlimlerinden, hukukçu ve tarihçilerinden birisi olan Muhammed Hamidullah; Kur'an'ın çevirisine, hadis edebiyatına, Hz. Peygamberin biyografisine, uluslararası İslam hukukuna, İslam politikalarına ve İslam'ın mirasına dair geniş yelpazede birçok çalışma kaleme almış ve önemli bir başvuru kaynağı olmuştur. Fakat çok az kişi Hamidullah'ın modern İslam iktisadının öncülerinden biri olduğunun hatta disiplinin ismi olan "İslam iktisadı" terimini icat eden kişi olduğunun farkındadır. Bu alandaki birçok ilkler ona aittir: modern dönemde faizsiz finans kurumlarının ilk ve en erken kayıtları, İslâmî sigortanın temeli olarak mütekabiliyetin desteklenmesi, mütekabiliyete dayalı İslâmî finans, uluslararası faizsiz para fonunun kurulmasının teklifi, Müslüman ülkelerin para birliği. Hamidullah'ın İslam iktisadı üzerine yazıları çeyrek asırdan daha fazla bir zaman dilimine ve çeşitli dergilere yayılmıştır. Islahi tarafından düzenlenen bu çalışmanın ilk bölümünde Hamidullah'ın hayatı, İslam iktisadına katkısı ve zekâta dair yaklaşımını ele alan yazılar yazar tarafından kaleme alınmış sonrasında ise İslam iktisadı ile ilgili çeşitli konularda Hamidullah tarafından yazılan on üç makaleye yer verilmiştir.
Abdulkadir Yıldız, Deniz Say Şahin, Fatma Başalan İz, Fatma Hastaoğlu, Ferdi Başkurt, Gökhan Kurt, Gülüşan Özgün Başıbüyük, Hasan H. Başıbüyük, Hatice Oğuz Özgür, Işıl Kalaycı, İbrahim Eroğlu, İbrahim Kaygusuz, Meral Timurturkan, Mert Usta, Metin Özkul, Meyrem Tuna Uysal, Özge Kutlu, Özlem Özgür, Saadet Tiryaki, Sevinç Sütlü, Ümit Akca Yaşlı bireylere yönelik istismar ve ihmal davranışı, toplumun tüm sosyal ve ekonomik düzeylerinde yaygın olarak görülmektedir. Yaşlı istismarı; ahlak, ideoloji, kültürel durum, eğitim özellikleri ve günlük yaşam deneyimleriyle şekillenebilen, tıbbi, sosyal, kültürel, ekonomik, yasal ve etik bir sorundur. Yaşlı istismar vakalarında mağdurların güvenliğini sağlamak, failleri eylemlerinden sorumlu tutmak, konuyla ilgili politika geliştirmek için disiplinler arası çalışmaya ihtiyaç vardır.
Bu kitap, multidisipliner bir anlayıştan hareketle yaşlı istismar ve ihmali kuramları, demografik özellikleri, istismarın biyolojik temelleri, beden politikaları, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, engellilik gibi konu başlıkları ile olguyu ortaya koymakta; istismarın medyadaki görünümlerini, etik ve yasal süreçlerini, sağlık üzerine olan etkilerini tartışmakta ve bilim insanları tarafından çözüm önerileri sunan yazıları bir araya getirmektedir.
“Yaşlı bireyler, kendilerini güvende hissedecekleri ortamlarda onurlu bir şekilde yaşamalı, istismar ve ihmalden korunmalıdır”.
Mehmet Karagül Bu hayatın zaman zaman her birimize ağır geldiği muhakkak… Dolayısıyla; “Bu kadarı da yeter, hep ben mi üzüleceğim, dayanamıyorum artık, herkes neden benim üstüme geliyor?” şeklinde şikâyetlerde bulunuruz.
Ancak bunca sıkıntıya rağmen, hâlâ mutlu olabilmemiz mümkün. Yeter ki isteyelim ve gereğini yapalım. Önümüze hazırlanan mükellef bir sofranın tadını alabilmek için bile en azından elimizin ve ağzımızın çalışmak zorunda olduğunu göz ardı etmeyelim.
Elinize aldığınız bu kitap; güvenilen ve güvenen, tüketimin yokluğa, üretimin ise var oluşa vardığının farkında olan, büyüklüğü ve zenginliği isteyip alarak değil, vererek yaşayan, geçmişin günahları ile kirlenen bugünün değil, ulvi, tertemiz hayallerin ürünü olacak olan geleceğin hesabını yapan, bedeninin hazzı yerine, ruhunun huzurunu arayan, yeni kutlu ve mutlu bir neslin inşası için kaleme alınmıştır.
Ahu Tunçel, Asiye Yıldırım, Başak Bahtiyar, Dilek Arlı Çil, Güncel Önkal, Gürkan Doğan, Hülya Şimga, Kuntay Arcan, Meral Bozdemir, Psikolog Mine İlhan, Tuğba Sevinç Mutluluk, her zaman insan için çok önemli bir duygu olmuştur. Günümüzde bu duygu bir arzu, neredeyse bir ihtiyaç ya da yaşamın amacı olarak ele alınmaktadır. Mutluluktan sıkça bahsedilmesine rağmen bu duygunun ne olduğuna, insan için önemine ve değerine ilişkin kavrayışın açıklaştırılması amacıyla yetkin ve kapsamlı bir inceleme ihtiyacı hâlâ devam etmektedir. Bu kitapta, mutluluk kavramını psikoloji ve felsefe penceresinden ele alan çok yönlü bir inceleme yapılması planlanmıştır. Böylece hem kavramsal olarak hem de günlük hayattaki pratiklerde, bireysel ve toplumsal düzeyde mutluluğun tanımına, belirleyicilerine ve deneyimlenmesine dair merak uyandırıcı, sorgulayıcı ve bilgilendirici bir okuma imkânı yaratılması amaçlanmaktadır. Bu eserin, hem konuya ilgi duyan kişilerin mutluluğu anlama biçimlerine yönelik ezber bozan ve mutlulukla ilişkilerini yeniden düşünme imkânı sağlayan bir çalışma olması hem de farklı disiplinlerden araştırmacıların güncel tartışmalara ulaşabileceği ve gelecek çalışmalar için fikir alabileceği bir kaynak niteliği taşıması hedeflenmektedir.
Emrin Çebi Bu kitapta, kendisinden sonraki örgütlenme biçimlerini de etkileyecek olan Mücadele Birliği ve birliğin yayını olan Yeniden Milli Mücadele dergisi incelenmiştir. 1970’lerin en önemli dergilerinden biri olan Yeniden Milli Mücadele dergisi bugünden bakıldığında milliyetçi çizgiden İslamcı çizgiye geçişin tonlarını içinde barındırmaktadır. Hem Mücadele Birliği hem de yayınları, zamanla kendi içerisinden çok sayıda yeni örgütlenme biçimleri ve yeni dergiler çıkarmıştır.
1970-1980 yılları arasında çıkmış olan dergi günümüz Türkiyesinin millileşme gündemine denk düşen fikirlerin öyküsünü de anlatmaktadır. Dergi, millileşme, İslamlaşma, millet ideolojisi gibi birçok temel kavramın kendi döneminde nasıl algılandığına dair birçok ipucu vermesinin yanında süreç içinde dönüşen söylemlerin de izlenebileceği bir zemin taşımaktadır.
Fikir ve Hareket İncelemeleri dizisi ile İslamcılığın fikri birikimini yansıtan ve hemen hemen her alanda karşımıza çıkan temel isimler, dergiler, meseleler hakkında bir çerçeve ve özgün bir bakışın ortaya konulması amaçlanmaktadır. Dizide yer alacak kitaplar, İslamcılık düşüncesinin farklı alanlarında merak edilen mevzuları kapsamaktadır. Bu çerçevede, meselelerin temel bir zeminde ve giriş düzeyinde anlaşılmasına katkı sağlaması hedeflenmektedir.
Celil Batur Soğuk Savaş öncesi dönemde yer alan aşırı sağ partiler, ultra milliyetçi ve hiyerarşik bir biçimde lider kültü etrafında organize edilmiş, şiddet ve paramiliter eylemler ile herhangi bir sınırlama olmaksızın düşmanları yenmeyi hedefleyen siyasal bir ideolojiye sahip olmuş ve İkinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkmasına yol açmıştır. 1980'lerden itibaren konjonktürel gelişmelerin de etkisiyle, ideolojik olarak bir değişim sürecine giren aşırı sağ partiler, geleneksel faşizm ve Nazizm ile bağlantıları reddederek, yabancı düşmanlığı, çokkültürlülük ve göçmen karşıtlığı, küreselleşme, AB karşıtlığı ve İslam düşmanlığını parti programlarının odak noktası haline getirmişlerdir.
Elinizdeki kitap, günümüz aşırı sağ partilerin ideolojik tutumlarını, seçmen kitlelerinin niteliklerini ve bu partilerin başarı elde etmesine yardımcı olan etkenleri Avrupa’nın göç deneyimine bağlı olarak irdelemektedir. Bununla birlikte, kitabın odak noktasını oluşturan mülteci krizinin Avrupa’ya etkisi, Avrupa devletlerinin mülteci krizine yaklaşımları ve mülteci krizinin Avrupa’da aşırı sağın yükselmesine olan yansımaları sosyal inşacı perspektiften incelenmektedir. Bu çerçevede, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde aşırı sağ partiler ideolojik olarak nasıl bir dönüşüm geçirmişlerdir? Bu çerçevede, “İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde aşırı sağ partiler ideolojik olarak nasıl bir dönüşüm geçirmişlerdir?”, “Aşırı sağ partilerin yükselişini etkileyen ve Avrupa’da göçmenlere/mültecilere karşı hoşgörüsüzlüğün altında yatan etkenler nelerdir?”, “Tarihsel süreçte AB’nin karşı karşıya kaldığı kriz dönemleri, aşırı sağ partiler açısından nasıl bir hareket alanı yaratmıştır?” ve “Aşırı sağ partilerin, başta mülteci krizine yönelik olmak üzere, temel politika hedefleri nelerdir?” sorularına cevap aranmıştır.
Abdul Azim Islahi İslam İktisat Düşüncesi Tarihi serisinin beşinci kitabı olan bu çalışma, Islabi'nin erken dönem Müslüman âlimlerin iktisadi görüşleri üzerine yaptığı araştırma serisinin devamı niteliğinde olup, Tunus, Suriye, Yemen ve Mısır bölgelerinden Müslüman âlimlerin iktisat düşüncesini araştırmaktadır. Çalışma için Tunus'tan Hayreddin Paşa ve Muhammed Bayram El-Hâmis, Suriye'den İbn Âbidîn ve Abdurrahman Kevâkibî, Yemen'den Muhammed Alî Şevkânî ve son olarak Mısır'dan Rifâa Tahtâvî, Muhammed Abduh, Ali Paşa Mübârek ve Abdullah Nedîm gibi çeşitli uzmanlık alanlarını temsil eden kişiler seçilmiştir.
Kökleri İslam'ın temel kaynaklarına kadar ulaşsa da İslam iktisadı disiplininin modern gelişimi temelde bir 20. yüzyıl fenomenidir. Bir önceki yüzyıl olan 19. yüzyıl, Arap dünyası ve Batı medeniyeti arasında başlayan etkileşim nedeniyle önceki yüzyıllardan farklı ve ayırt edicidir. Bu manada Islahi'nin 19. yüzyılda yaşamış Müslüman Arap âlimlerin iktisat düşüncelerini incelediği bu çalışması, iktisadi düşünce tarihi alanına yapılmış çok ciddi bir katkıdır. Eser, bu alana ilgi duyan herkesin severek okuyacağı bir içeriğe sahiptir.
Muhammed Hüseyin Mercan İslami hareketler ya da daha özel manada Müslüman Kardeşler üzerine yapılan çalışmalar, genellikle ideolojik temeller ya da siyasal rejimle yaşanan gerilimler üzerine odaklanmıştır. Bu çalışmalarda hareketlerin teşkilat yapısına, örgütlenme biçimine, eğitim ve ideolojik aşılama yöntemine dair sınırlı sayıda analiz olsa da bu analizlerde kurumsallaşma faktörü daima değerlendirme dışı bırakılmıştır. Bunun temelinde yatan en önemli gerekçe ise İslami hareketlerin siyasal kurum olarak kabul edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Siyasal kurumların mensuplarına değer ve kimlik atfeden yapılar olduğu göz önüne alındığında İslami hareketlerin de benzer özelliklere sahip olması nedeniyle siyasal kurum olarak kabul edilmesi ve kurumsallaşma süreçlerinin dikkate alınması gerekmektedir. Bu bağlamda elinizdeki kitap, İslami hareketlerin de siyasal kurum olduğu varsayımından hareketle onların kurumsallaşma süreçlerinin nasıl analiz edilmesi gerektiği sorusuna cevap aramaya çalışmaktadır. Kitapta İslami hareketlerin öncüsü sayılan Müslüman Kardeşler Teşkilatı örnekliğinde Hareketin kurumsallaşma sorunsalı altı parametre üzerinden İncelenmekte ve 1928'den günümüze kadar yaşadığı iç gerilimler ve tartışmalara ek olarak Mısır rejimiyle kurduğu ilişki çerçevesinde yapının kurumsallaşma düzeyi analiz edilmektedir.
Oğuzhan Özoğlu Bu eser, İslam'ın ilk dönemlerinde gerçekleşen Arap-Fars karşılaşmasının Müslüman kelâmının doğuş/gelişim sürecindeki izlerini takip etmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, hayli geniş bir sahaya sahip olduğu için bazı konular ile sınırlandırılmıştır. Bu konular, kelâmcıların erken -İslami- dönemdeki tartışmalarından hareket edilerek belirlenmiştir. Müslüman kelâmında önemli yer tutan ilahî sıfatlar, kader, ruh-beden düalizmi, kabir azabı, kıyamet ve alametleri, nüzul-i İsa, mucize ve ahiret gibi konuların İran kültürüyle bağlantısı/ilişkisi tartışılmıştır. Kapsam dışında tutulan konular, başka bir araştırmamıza ertelenmiştir. Çalışma; Zerdüştîlere “gerçek Zerdüştîliği” ve Müslümanlara da “gerçek İslam’ı” öğretme amacında değildir, sadece bir “kültür” araştırmasıdır ve inanmış birinin, inançlarını ispat etme düşüncesiyle yapılmamıştır. Günümüze kadar Kelâm alanında yapılan bütün araştırmalardan farklı olarak Fars kültürü hakkında bilgi veren Arapça kaynakların yerine asıl kaynak olan Pehlevice ve Farsça eserlere başvurulmuştur. Araştırmanın temel kaynağı olan Pehlevî metinlerinin bir kısmı yayımlanmak üzere tarafımızca Türkçeye tercüme edilmiştir; bir kısmının tercümesine de devam edilmektedir. Bu eserin, orijinal dile başvurularak yapılmış ilk çalışma olmasından dolayı araştırmacılara yeni bir bakış açısı kazandıracağı beklenmektedir.
Melih Turan Finansal hizmetlerin çeşitlenmesiyle birlikte finansal okuryazarlık önem kazanmaya başlamıştır. Günümüzdeki finansal araçlar hem çoğalmış hem de karmaşıklaşmıştır. Bu araçları öğrenmek ve kullanmak hem zaman hem de bilgi açısından emek istemektedir. Bu duruma İslamî finans açısından bakıldığında ise farklı unsurlar ortaya çıkmaktadır. Bu kitap, bir Müslümanın kazancından harcamasına, yatırımından genel para yönetimine kadar olan süreci İslamî finans bağlamında gözden geçirmektedir. İslamî finansal okuryazarlığa katkı sağlamak amacıyla kaleme alınan bu çalışmada bir Müslümanın İslam’ın ilkeleri ve esasları ışığında günümüz finansal yönetimine uçtan uca ışık tutmaya çalışılmaktadır. Kazanç elde ederken, harcarken, yatırım yaparken ve tüm para yönetimini kapsayan özellikle günümüzde var olan katılım bankacılığı, sermaye piyasası yatırımları, finansal teknolojiler (fintek), kitle fonlama, sigorta, bireysel emeklilik gibi finansal işlemlerde bir Müslümanın yaklaşımının nasıl olabileceği ele alınmaktadır.
Abdul Azim Islahi Bu kitap, iktisat alanında medeniyetler arası diyalog için ortak bir zemin arayışına binaen hazırlanmıştır. Bu nedenle, özellikle iktisadi düşünce alanında, İslam medeniyeti ve Orta Çağ Avrupa kültürünün çok boyutlu bağlarına ve birbirleriyle olan etkileşimlerine delil niteliğindedir. Müslüman ilim adamlarının felsefe, bilim, matematik, tıp, coğrafya, tarih, sanat ve kültür alanında Orta Çağ Avrupası üzerindeki etkileri ayrıntılı bir şekilde belgelenmiş ve ilgili konuların çevrelerinde bilinmektedir. Ancak, iktisadi düşünce ve kurumlar üzerindeki etkisi henüz tam olarak araştırılmamış ve kabul de görmemiştir.
Islahi’nin eseri bu bağlamda önemli bir girişimdir. Abdul Azim Islahi, Batılı bilim adamlarının son yıllarda Müslümanların iktisada katkıda bulunduğu yönündeki değişen eğilimlerini ve Avrupa Rönesansı’ndaki Müslüman entelektüel mirasa borçluluk hissinin arttığını gözler önüne sermektedir. Bu eğilim yalnızca iktisadi düşünce tarihinde daha önceki yazarlar tarafından oluşturulan boşluğu kapatmakla kalmayıp, aynı zamanda Doğu ile Batı arasındaki anlayışı artıracak, akademik ve entelektüel düzeyde etkileşimi kolaylaştıracaktır.
Cihat Tanış Mondros Mütarekesi’nin 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanmasının ardından İtilaf Devletleri’nin siyasi ve askeri müdahalelerinin başladığı işgal dönemine girilmiştir. İtilaf Devletleri, mütarekenin dördüncü maddesinde yer alan harp esirlerinin ve Ermenilerin teslimine ilişkin maddeyi kendilerince yorumlayarak başta İstanbul’dakiler olmak üzere Osmanlı hapishanelerine müdahale etmişler ve diledikleri mahkûmları serbest bırakmışlardır. İtilaf Devletleri’nin hapishanelere yaptıkları fütursuz müdahaleler Osmanlı Devleti’nin asayişini bozmuş ve siyasi otoritesini zayıflatmıştır. Bu durum, hapishanelerde firar ve isyan gibi birçok olayın yaşanmasında etkili olmuştur. Mütareke yıllarında Osmanlı hapishanelerinin eski, yetersiz ve kalabalık olmasına iaşe teminindeki sıkıntılar da eklenince hijyen koşulları giderek kötüleşmiş ve bulaşıcı hastalıklar ortaya çıkmıştır. Hapishanelerde meydana gelen sorunları çözmek için alınan kararlar ise çoğu kez mali imkânsızlıklar sebebiyle uygulanamamıştır. Bu durum İtilaf Devletleri’nin müdahalelerine zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla işgal, en ağır boyutuyla Osmanlı hapishanelerinde kendini hissettirmiştir.
İbrahim Özpolat Kitapta, fıkıh literatüründe "şer'an kendisinden faydalanmanın mübah olduğu mal" seklinde tanımlanan mütekavvim mal ele alınmıştır. Bu bakımdan amaç, söz konusu kavramın klasik fıkıhtaki anlamından hareketle modern hukuktaki karşılığına ulaşmak ve modern dönemde ortaya çıkmış yeni bazı meseleleri bu açıdan değerlendirmektir.
Klasik fıkıhta "mütekavvim mal" ifadesine karşılık gelen konu özel bir öneme sahiptir. Bu nedenle, çalışmanın birinci bölümünde mütekavvim mal kavramın klasik fıkıhtaki yeri tespit edilmeye çalışılmış, ikinci bölümünde ise modern hukukta direk olarak kullanımı olmayan bu kavramın klasik fıkıhtaki anlam perspektifinden modern hukuktaki karşılığına ulaşılmaya çalışılmıştır. Çalışmanın üçüncü bölümü sonuç mesabesindedir. Bu bölümde önceki iki bölümde geçen bazı kavram ve meselelerin karşılaştırması yapılıp modern dönemde ortaya çıkmış güncel bazı konuların mezkûr kavram bağlamında klasik fıkıhtaki hükmü ortaya konmaya çalışılmıştır.
Bu kitapta, her bir mezhebin kendisine hoş usulü bulunmasından ötürü karma mezhep anlayışı yerine mezhep içi bilgi geliştirme yolu takip edilmiştir. Bu nedenle, kitapta ele alınan kavramlar Hanefi hukukçularının değerlendirmeleri ışığında ele alınmıştır.

Ayşe Kaya Göktepe Tarihsel geçmişimize baktığımızda çeşitli toplulukların, benliğimizin en güçlü yanı olan duyguları ifade etmek için bir sanat formu olarak müziğe başvurdu­ğunu görmekteyiz. Müziğin dinî duyguların bir ifade biçimi olarak tercih edilmesi de karşımıza çıkan bir diğer durumdur. Yahudilik, Hristiyanlık dinlerinde ve çeşitli grupların (Süryani, Rum, Ermeni, Presbiteryen) dinî geleneklerinde müzikal uygu­lamalar göze çarparken İslam dini ve Türkiye özelinde beş vakit okunan ezan, hac ve umre ibadeti esnasında melodik ton ile söylenen tesbihat, Mevlevi tarikatının sema ayinleri, müziğin ve dinin günlük yaşamda iç içe geçmiş formlarına birer örnektir. Tolstoy'a göre ”Sanat, ne keyiftir ne avuntu ne de eğlence; sanat, yüce bir iştir. Sanat insan yaşamında bilinçli bilgiyi duygulara aktaran organdır”. Gerek kolektif dinî değerlerin taşıyıcısı olarak gerekse dinî tecrübe im­kânı sunması bakımından psikoloji ile iç içe geçmiş dinî müziğin insan psikolojisi üzerinde meydana getirdiği etkiler, merak uyandırıcı niteliktedir. Bu yüzden iç içe geçmiş olan din ve psikoloji ilişkisinden hareketle dinî içerikli müziğin uzun süreli bir müzik terapi çalışmasına konu edinilme­si, bu çalışmayı özgün kılan niteliklerden birisidir.
Bu çalışmada; müzik terapinin hem Avrupa'da hem de Türkiye'de gelişim tarihçesi, müzik terapide kullanılan yaklaşım ve modeller, müzik terapi yöntemleri ve uygulama prensipleri detaylı bir biçimde işlenmektedir. Literatürdeki güncel araştırma bulguları ışığında müzik terapinin etkileri ve kullanım alanları incelenmektedir. Ayrıca müzik terapi konusuna ilişkin geniş bilgiler sunmasının yanı sıra müzik terapi ve din ilişkisi ile dinî içerikli müzik terapi konusunda dünyada ve Türkiye'de yapılmış güncel araştırmalara yer verilmesi, bu çalışmayı özgün kılan niteliklerinden bir diğeridir.
Şenol Korkut This book subjects the basic dynamics of the Muslims of Bosnia and Herzegovina to a new reading through the memories of Alija Izetbegović (1925-2003), one of the most important Muslim intellectuals of the twentieth century. Izetbegović's pursuit of truth in his childhood and youth and his attitude towards the ideologies around him are taken in terms of the way a Muslim intellectual was brought up in the modern world. In the second part of the study, the importance of the Islamic Declaration for the current Islamic world, how to keep the Muslim identity alive under all conditions and the Islamic method to be developed for the policies of a dimming the Muslim identity are examined. In the third part of the study, the importance of a Muslim party on the basis of the SDA and the principles to be derived from the struggle for existence during the Bosnia-Herzegovina war were examined. In the last part of the study, the current situation in Bosnia and Herzegovina after Dayton is discussed. The book seeks to construct a modern Siyāsatnāmeh based on the memories of Izetbegović.
Muhammet Çelik Modern dönemde İslami ilimlerin tümünde ortaya çıkan tecdid düşüncesi, nahiv ilminde de kendini göstermiştir. Aslında tecdid düşüncesi, İslam medeniyetinin yapısında hep var olmuş, onun hayatla bağını sağlamada etkin rol oynamıştır. Ancak modern dönemdeki tecdid düşüncesi, daha öncekilerden farklıydı.
Dilin İslami ilimlerdeki merkezî konumunu bilen herkes, nahivdeki bu tecdid çağrılarının ne denli çalkantılı geçtiğini tahmin edebilir. Sadece İslami ilimlerin dili değil aynı zamanda Arapların doğal dili olan Arapçanın gramer ve dilbilimi, bu çok boyutlu yapısıyla ve ayrıca modern Arap ve İslam dünyasının gerçekliği doğrultusunda yeniden yapılandırılmaya çalışıldı.
İlkin sanıldığı gibi nahivdeki tecdid çabaları sadece dil öğretimine yönelik ıslah girişimlerinden ibaret değildi, onun tecdidine yönelenler aynı zamanda teorik ve pratik yönleriyle onu yeniden inşa etmeye çalıştılar. Nahvin tanım ve sınırlarının yeniden belirlenmesinden yönteminin yenilenmesine ve Batı'da ortaya çıkan dilbilim çalışmalarından istifade ederek Arapçada yeni dilbilim çalışmaları başlatmaya kadar bir dizi çabayı içermişti bu süreç. Nahivdeki yenilenme bir yandan dilbilimde eşsiz çalışmalar ortaya koyan klasik nahvin birikimine yaslanmalı, diğer yandan modern dilbilimsel gelişmelerden istifade etmeliydi.
Arap dili çalışmalarının son zamanlarda belli bir merhale katettiği ülkemizde bu kitap, söz konusu süreci, bu sürecin aktörlerini ve ana teorik temelleriyle nahivdeki tecdid düşüncesinin mahiyetini kavramak isteyen herkese hitap ediyor. Dahası, geçmişte İslami ilimler nasıl nahivsiz düşünülemiyor idiyse günümüzde de İslami ilimlerdeki yeni gelişmelerin nahivdeki yeni gelişmelerden bağımsız olarak düşünülmesi imkânsız gözüküyor.
Akif Kuruçay Türk şiirini güçten düşüren meselelerle baş etmenin en etkili yollarından birisi, olumlu örnekler üzerinden gitmek ve buradan açılacak damarı kitap yayınlarıyla genişletmektir. Günümüz şiirine sağlam bir korunak açmayı hedefleyen Ebabil Yayınları, son derece temiz bir şiire sahip Âkif Kuruçay’ın Narla Kan’ını sizlere sunarken görevini yapmanın rahatlığı içindedir.
Mehmet Sürmeli Müslümanların hayat şekli değişti. Bu değişiklik özü de etkiledi. Arabaya binerken “Bismillah” demeyi veya önemli işlerini “Vallahi” diyerek temin etmeyi eksik etmeyenler, hayatlarının genişlik alanı dediğimiz siyasi, iktisadi, hukuki, ailevi, eğitim-öğretim ve ahlâki alanlarında Allah'a hiç yer vermediler. Hz. Nuh'un oğlu bile bulunduğu yerin kıymetini bilemeyerek kurtulamadığına göre bizim gençlerimiz nasıl kurtulacak? Bu soruyu nebevi ulemanın Kur'an-ı Kerim ve Sünnet merkezli itikadi çalışmalarla cevaplaması beklenirdi. Bu sorunun cevabı, İslâmi bir hareketteki “Nereden başlamalıyız” sorusunun da cevabıdır. Böyle ulvi bir görev yapılırken her türlü iletişim vasıtasından istifade edilmesi işleri daha da kolaylaştırırdı. Görev alanını titizce seçmek yerine hocalarımız ve sözde akademisyenlerimiz, eskiden yazılanları tüketmeyi, bilgiyi halkın seviyesine indirmemeyi, tarih içerisindeki itikadi ekollerin çatışmalarını tekrar tekrar gündeme getirmeyi, dinin aklı vahyin önüne koyduğunu, ibadetler yapılmasa da kişinin uhrevi zarara uğramayacağını, İslâm'ın sadece ahlâki bir yönünün bulunduğunu, bununla da “uyumlu vatandaş” yetiştirmeyi amaçladığını, zamanın itikadi, sosyal ve siyasal meşreplerini tevhidî bir değerlendirmeden geçirmemeyi tercih ettiler.