Sosyal Bilimler \ 25-41
Yasin Yiğit İnsanın biyolojik, psikolojik, sosyal ve manevi yönleriyle bir bütün olması, yaşamındaki ihtiyaçlarını ve işlenmesi gereken potansiyellerini çeşitlendirmektedir. Söz konusu ihtiyaçların bir bütün olarak karşılanmaması ve potansiyellerin yeterli oranda ortaya çıkarılıp geliştirilmemesi, insanın yaşamının farklı süreçlerinde yoksunluk hissetmesine ve bocalamasına neden olabilmektedir. Bilhassa manevi ihtiyaçların göz ardı edilmesi ve bireylerde fıtraten var olan maneviyat potansiyelinin ihmal edilmesi, manevi yoksunluğa neden olabilmekte; anlamsız, amaçsız, zorluklar karşısında çaresiz bir hayata sürüklenmeye yol açabilmektedir.
Bugün başta psikoloji ve pedagoji olmak üzere farklı disiplinlerin ortaya koyduğu çalışmalar, salt maddi zenginliğin ve teknolojik imkânlara sahip olmanın birey ve toplumun mutluluğunu teminat altına alamadığını göstermektedir. Bu nedenle insanın psikolojik sağlamlığının ve ruhsal dinginliğinin korunmasına ve geliştirilmesine katkıda bulunduğu düşünülen maneviyat, bilim dünyasında gün geçtikçe daha çok odak noktası hâline gelmektedir.
Bu kitapta; din eğitimi, din psikolojisi, tasavvuf gibi farklı disiplinlerin verilerinden hareketle ve Türk toplumunun köklü geçmişinden ilham alınarak maneviyat eğitiminin gerekliliği, neliği, hedefleri, muhtevası, yöntemi, değerlendirilmesi gibi hususlar inceleme konusu edilmiştir. Kitap, insanın; içindeki manevi gücü keşfetmesi, maneviyatından beslenen moral, motivasyon, cesaret ve azmi sayesinde kendi gayreti ölçüsünde daha kaliteli ve memnuniyet verici bir hayata kapı açabileceğini ortaya koymuştur.
Halil Ekşi, Dilek Günel, Ece Yağcı Akgündüz, Emre Gürkan, Fadile Zeynep Çavuş, Yasemin Altıntaş Maneviyatın Keşfi: 21 Boyutta Kendi Kendine Yardım Kılavuzu adlı bu kitap, modern dünyanın karmaşasında manevi dengelerini bulmak isteyen bireyler için eşsiz bir rehber sunmaktadır. Maneviyatın derinliklerine inerek 21 maneviyat boyutunu keşfetmenizi sağlayacak olan bu eser, farklı manevi yönelimlerinizi anlamlandırmanıza ve geliştirmenize yardımcı olacaktır. Her bir bölümde, bireylerin ihtiyaç duyduğu manevi boyutlar ele alınmakta ve bu boyutlara yönelik pratik egzersizlerle okuyucunun kendi yolculuğunu keşfetmesi hedeflenmektedir.
Kitap, manevi deneyimlerinizi zenginleştirmek için güzelliğin takdirinden etik gelişime, inanç ve aidiyetten mistik birlik hislerine kadar geniş bir yelpazede maneviyatın alt başlıklarına odaklanmaktadır. Ayrıca öz keşif ve öz dönüşüm gibi kişisel gelişime yönelik derinlemesine çalışmalarla kendinize yeni kapılar açmanızı sağlamayı hedeflemektedir. Maneviyatın çok boyutlu yapısını anlamaya ve hayatınıza entegre etmeye yönelik bu yolculukta size rehberlik edecek olan bu kitap, hayatınıza ilham ve anlam katmayı amaçlamaktadır. Manevi ihtiyaçlarınıza yönelik bir başucu kitabı olarak manevi gelişim yolculuğunuzda yanınızda olacaktır.
Ahmet Atasoy Marmara bölgesi atlası, bölgenin yapısal özelliklerini, fiziksel özelliklerini su kaynakları, iklimi, Toprağı ve doğal yaşamı gibi coğrafi özelliklerini detaylı bir şekilde sunmaktadır.
Atlas Marmara Bölgesi’nin yerleşme şekillerini, ekonomik yapısını, tarım alanlarını ve diğer ekonomik faaliyetlerin analiz edilmesi ekonomik planlama yapılması ve yatırım fırsatlarının belirlenmesi için niteliğini göstermektedir.
Kenan GÜRSOY Maurice Merleau-Ponty'nin (1908-1991) eserlerinde diğer ekzistans düşünürlerinin aksine, bilime ve klasik felsefe problemlerine karşı bir kayıtsızlık göze çarpmaz. Onun fenomenolojik metodu seçip uygulamış olmasında ve E. Husserl'in son devir görüşlerini büyük ölçüde be­nimseyişinde, bilimleri yeniden temellendirmek istemesinin rolü büyüktür. Bunun için de bilgi felsefesinin eski kavramları lüzumsuz görülmemiş, yeni bir tenkide tabi tutulmuşlardır. Düşünürün eserlerinde işlenmiş olan ana problem, XIX. asrın sonu, XX. asrın başlarında büyük bir gelişme kaydetmiş bulunan (Psikoloji-Tarih-Sosyoloji gibi) insan bilimlerinin insanı anlamak bakımından saplandığı çıkmazlar, düştükleri çelişkilerdir. Bir taraftan klasik Batı Felsefesi geleneğinde son derece soyut bir biçimde işlenmiş olan insan fikrine bir somutluk kazandırılmaya çalışılmakta, öznelliği ayrı bir töz halinde görmek yerine, dış dünyaya yönelişi içerisinde belirlemeye gayret sarf edilmekte; diğer taraftan ise, insana has olan bir oluş tarzı, kendi kendisine yabancılaştırılamayacak bir tarzda değerlendirilerek akılsallık yeni bir bilinç-beden ilişkisi içinde ele alınmaktadır.
Algı faaliyeti, insanın dış dünyaya yönelişinin en be­lirgin zeminidir. O halde bu zemin, yukarıda ifade etti­ğimiz ana problemlerin çözümünde bir anahtar vazifesi görecektir. Buna göre, klasik anlayışlara nazaran, bu algı nasıl ele alınmakta, dış nesnenin özne tarafından inşası nasıl ger­çekleşmektedir? Öznelliğin temeli olan bilinç, bu yeni al­gı anlayışı açısından nasıl belirlenmektedir? İnsana has olan faaliyetlerin gözleme elverişli en önemli cephesi olan davranışlar, bu tip bir anlayışta nasıl değerlendirile­cektir?
Elinizdeki bu kitapta, bu ve benzeri sorular cevaplandırılmaktadır. Maurice Merleau-Ponty'i daha yakından tanımak isteyen okurlara yardımcı olacak şekilde terminolojisi, problematikleri ve felsefe tarihi içindeki yeri de irdelenmektedir.
Şerife Nihal Zeybek Bu kitapta, 1976'dan itibaren yayın hayatını on dört yıl boyunca kesintisiz şekilde sürdüren Mavera dergisinin öyküsü ele alınmıştır. Döneminin edebiyat, sanat, İslami düşünce gibi alanlarına yön verici katkılar sunan Mavera dergisinin birikimi incelenmiştir. Mavera dergisi bir edebiyat dergisi olma özelliğinin yanı sıra “bir yaşam biçimi halinde öz uygarlığımızı yeniden yürürlüğe koyma davasını güdenlerin, edebiyat alanındaki bir buluşma yeridir” diyerek hareket ve birliktelik anlamındaki iddialarını da doğrulamaktadır.
Bu kitapta Mavera dergisinin kuruluşu öncesi fikrî ön hazırlık aşamasından başlanarak derginin yayın sürecine ışık tutulmaya çalışılmıştır.
Serüveni, içeriği, işlevi, ağırlıklı konuları, bakış açısı, dönemine ve sonrasına katkıları gibi hususlar üzerinde durulmuş, 14 senelik muhtevası sunulmuştur.
Fikir ve Hareket incelemeleri dizisi ile İslamcılığın fikri birikimini yansıtan ve hemen hemen her alanda karşımıza çıkan temel isimler, dergiler, meseleler hakkında bir çerçeve ve özgün bir bakışın ortaya konulması amaçlanmaktadır. Dizide yer alacak kitaplar, İslamcılık düşüncesinin farklı alanlarında merak edilen mevzuları kapsamaktadır. Bu çerçevede, meselelerin temel bir zeminde ve giriş düzeyinde anlaşılmasına katkı sağlaması hedeflenmektedir.
Mehmet Sürmeli Meal Okuma Kılavuzu, Mehmet Sürmeli'nin özgün çalışmalarından biri. Kur'an-ı Kerim meallerinde karşılaşılan anlam sorunlarına yoğunlaşan bir kitap. Bu sorunlara karşılık doğru yorum için ne yapmalı sorusunu cevaplamaya çalışan emek mahsulü ciddi bir eser.
Anlama faaliyetinin en üst seviyede olması ve hayata Kur'an ile anlam verilebilmesi için Kur'an'ın bizzat kendisi Müslümanlara bazı tekliflerde bulunmuştur. Hz. Peygamber'in hayatında tekliflerin temsilini bulmak mümkündür. Bu teklifler çerçevesinde vahye yaklaşılır ise anlama sorunu ortadan kalkar. Kur'an-ı Kerim, kendisini anlama faaliyetinde “tilâvet” kavramına ayrı bir önem vermiştir. Arapçada bir şeyin peşine düşmek ve iz sürmek anlamlarına gelen “telâ” fiilinden türetilen tilâvet; ayetlerin üzerinde dura dura, hayata katarak, ağır ağır ve anlayarak okumanın karşılığıdır. Özellikle Peygamber Efendimizin görevlerini anlatan ayetlerde, “Ayetleri tilâvet eden bir peygamberden” bahsedilmiştir. Bu ifadede, fem-i muhsin sahibi üstadın, ağır ağır ayetleri izah ederek ve hayata vahiyle anlam vererek okumasına işaretler vardır. Vahyin ideal okunuşunda tavsiye edilen tertil, tilâvetin bir türüdür. Elbette bu okuma biçiminde harflerin çıkış yerleri (mehâric-i hurûf) ve tecvidin kuralları da mevcuttur.
Hem Kur'an'da hem de sünnette beyan edildiği veçhile vahyi anlamak için uygun zamanın seçilmesi, gönlün ilâhi hitaba iştiyak duyduğu vaktin kollanıp yakalanması önemlidir. Gönlün istekli olduğu zamanda okunan Kur'an'a, Müslümanlar huşu ile bağlanırlar. İlâhi emir ve nehiyler karşısında anında itaat ederek Allah Teâlâ'ya teslim olurlar. Çünkü huşulu okumak; zihni tefekküre, tedebbüre, tezekküre ve aklı faal hâlde tutmaya açar. Elbette anlamak çok önemli ama kıraat sadece lafız olarak mükellefin zihninde kalacak olursa bu okuma türü “ölü okuma”nın bir başka tezahürüdür. Ölü okumalardan uzak durmak için anlamanın en üst basamağı olan tezekkür; anlaşılanların paylaşılması ve sorunların vahiy eksenli çözüme kavuşturulmasıdır. Unutulmamalı ki Kur'an, kendisiyle hayata anlam verilmek ve insanlığın sorunlarını çözüme kavuşturmak için gelmiştir. Hayata müdahale etmeyen ve sorunlara çözüm bulmayan bir kitap, ayin kitabına ve nağmelere dönüşür. İnanları arasında ideolojilerin varlık alanları kazanmasına zemin hazırlar. Sorunları Vahiy eksenli çözecek olanlar da âlimlerdir. Allah Teâlâ tarafından nazil olan vahiyle insanlığın sorunlarına çözüm ürettikleri için rabbani ulemaya, “tenzil ehli” denilmiştir. Tenzil ehli; vahye yeryüzünde uygulama alanı bulanlardır. Hayatın genişlik alanındaki tüm problemleri vahye göre çözüme kavuşturanlardır. Peygambere vâris olan gerçek âlimlerdir.
Levent Bayraktar Medeniyet tasavvuru ifadelerinin sıklıkla kullanıldığı günümüzde, bu terimin asıl muhtevasının ve anlamının tahakkuk etmesi için medeniyetin felsefî bir birlik ve âhenk üzerine kaim olduğunu ve olabileceğini idrak etmek zorunludur.
Medeniyet ve Felsefe, bu iki alanın karşılıklı ilişkilerini ve birbirlerine neler borçlu olduklarını gündeme getiren bir çalışmadır. Bu alanları incelemeye ve irdelemeye bir davet olarak görünmektedir. Medeniyetimizin felsefî şuuruna varılabilmesi ve felsefî kritiğinin yapılabilmesi için yürünecek yolda bir işaret taşı olarak okunabilecek bu kitapta bir araya getirilmiş bulunan çalışmalar daha önce makale, bildiri ve konferans olarak sınırlı bir muhataba ulaşmışlardı. Şimdi Türk Düşüncesinin temel gündem maddelerinden biri olan bu konu daha geniş bir okuyucu kitlesinin ilgisine sunulmaktadır.
Dileriz bu eser; felsefesiz bir medeniyet tasavvurunun nâkıs olacağını kavramak için bir vesile olsun.
Esin Kahya, A. Demirhan Erdemir The scientific studies in the Ottoman Empire are not a very popular subject for the researcher working on the history of science and medicine. However there are some books and papers written on the scientific studies of the Islamic World. But the books which were written on the Western historical scientific activities and the dawn and rise of modern science are innumerable. The scientific studies in the Hellenic and Hellenistic periods have also been studied in detail. In other words, although there are a lot of studies on the historical development of science in the Western World, the scientific activities in the Ottoman Empire have not been adequately studied. For instance, one of the well-known historians of science, George Sarton, has written a book on the history of science, named Introduction to the History of Science in which he discusses Hellenic, Hellenistic, Indian, Chinese and Islamic scientific activities, scientists and their works. In this work he also gives useful bibliographical information that can be used for scientific studies on those subjects. But he does not give any knowledge on the scientific activities in the period of the Ottoman Empire. He also wrote books on history of science in which how gave information about the methods of the history of science and scientific improvements in the Hellenic and Hellenistic Periods. There is another famous writer on the history of science, Charles Singer, who wrote on the history of biology and medicine. We can add some other names that wrote on different scientific activities in different periods in different civilizations like Crombie’s works.
Yalçın YILMAZ Ülkemizde, gazete ve dolayısıyla da gazetecilik kavramı 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Gazeteciliğin meslek olarak görülmeye başlaması ise, Batı'ya oranla çok daha geç olmuştur. Yine de günümüzde, görsel-işitsel ve yazılı basın tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de, toplumsallaşma sürecinde önemli rol üstlenmiştir.
Türkiye'de medyanın kendi demokratikleşmesini sağlayamadığı bir ortamda, toplumun modernleşmesi ve demokratikleşmesine olası katkıları hep tartışılmaktadır. Richard Sennett'in “Ucuz adamlar pahalı makinelere ihtiyaç duyar” sözünü haklı çıkartacak derecede, Türk medyası teknolojiye yatırım yapmış ve gazetecilere yapılacak yatırım göz ardı edilmiştir. Bunun sonucu; okuyucusuna satamayan, ancak yeni sermayeye satılan yayın kuruluşları olmuştur.
Siyasal alandaki gelişmelerin iletişim düzenine etkileri büyük önem kazanmaktadır. Mesleki açıdan bir kimlik arayışını sürdüren gazetecilik alanı da içinde bulunduğu siyasal sistem ve ideolojik yapıyla doğrudan ilişkilidir. Dünyada ve Türkiye'de gazetecilerin meslek tarihini ve gazeteciliğin geçirdiği süreçleri inceleyen bu kitap, farklılık gösteren siyasi düşünce yapıları ve hukuk sistemlerinin gazetecilik mesleği üzerine etkilerini de ele almaktadır.
Osmanlı dönemini kapsayacak şekilde Tanzimat öncesinden başlanarak, Cumhuriyet ve askeri darbeler üzerinden günümüze kadar geçen süreçte basın ve gazetecilik alanında yaşanan değişim ve gelişmeler;siyasi yapı ve normatif medya kuramları ile ilişkisi çerçevesinde açıklanmıştır. Gazetecilik, düşünce özgürlüğü temelinde, kuramlara dayanan yaklaşımlar açısından ele alınmaktadır. Gazetecilik çalışma alanlarının bazı mesleklerle sınırları giderek silinmekte olduğundan, gazeteciliğin temel ya da yan bir meslek olmasına ilişkin tartışmalar açıklığa kavuşturulmalıdır. Bu doğrultuda gazetecilerin günlük mesleki çalışmalarında konumları, rolleri, görevleri, etkinlikleri ve yetkinlikleri, diğer mesleklerin üyeleri ile etkileşimleri, haber kaynakları ve okuyucu-izleyici-dinleyici kitlesi ile ilişkileri irdelenmektedir.
Sefer DARICI Bu kitap; enstitüler, İletişim fakülteleri, meslek yüksekokullarının ilgili bölümlerindeki hoca ve öğrencilerin, iletişim ve ilgili diğer alanlarda faaliyet gösteren firmaların, bireysel olarak çalışan grafiker, editör, gazeteci, fotoğrafçı, foto muhabiri ve diğer kişilerin, medya mensuplarının, televizyoncu, gazeteci ve muhabirlerin, baskı ve baskı teknikleri üzerine faaliyet gösteren kurumların kullanılan terimlerin bir arada olmaması nedeni ile yaşadıkları sıkıntılara bir son vermek amacıyla hazırlandı.
Medya Terimleri Sözlüğü mesleğe yeni başlayacaklar ve eğitimini alacaklar için yardımcı bir kaynak olmak üzere her zaman başvurulabilecek bir eser olma özelliği taşıyor. Kitap medya ve ilgili sektörde çalışanların uzmanlık alanlarına göre sınıflandırıldı. İçeriğinde yer alan polis muhabirliği, yargı muhabirliği, ekonomi muhabirliği, parlamento muhabirliği, sağlık muhabirliği, spor muhabirliği, kültür-sanat muhabirliği, magazin muhabirliği, foto muhabirliği, TV muhabirliği, dış haberler, kameramanlık, tasarım, montaj, baskı, sinema-tiyatro gibi uzmanlık alanlarında hem uygulamada hem de teoride karşılaşılabilecek terimler özenle seçildi.
Ciddi bir kaynak taramasının yapıldığı kitapta, teoride olmayan fakat yazarın uzun yıllar iletişim sektöründe görev yapmış olması nedeniyle uygulamadan eklediği birçok terim de yer alıyor.
Elinizdeki bu önemli eser, Türkiye'de bu alandaki bir eksikliği gidermekle birlikte, yeni çalışmaları da kaynak oluşturma amacını taşıyor.
Abdulkadir Gölcü, Ali Murat Yel, Bilal Yorulmaz, Bünyamin Ayhan, Ceyhun Bağcı, Çilem Tuğba Koç, F. Betül Aydın Varol, Fikret Yazıcı, Metin Eken, Muhammed Mücahid Dalkılıç, Muhammet Emin Çifçi, Mustafa Cıngı, Mustafa Derviş Dereli, Mustafa Koçer, Mustafa Sami Mencet, Mustafa Temel, Müşerref Yardım, Özcan Hıdır, Vahit İlhan, Yasin Yılmaz İslamofobi, son yıllarda artan bir şe­kilde, ön yargı ve ayrımcılığa dayalı bir korku ifadesi olarak tüm dünyada Müslümanlara yönelik antipati, nefret, şiddet ve düşmanlığa yol açan en temel psikolojik, toplumsal ve politik problemlerden biri hâline gelmiştir. Siyasal yönetim, toplumsal sorumluluklar ve istihdam ile ilgili süreçlerde dışlanma; eğitim, sağlık gibi hizmetlerin temininde ayrımcılık; medya ve günlük konuşmalarda ön yargı ve gündelik yaşamda hem sözlü hem de fiziksel şiddet şeklinde açığa çıkan pek çok olumsuz sonuç üretmektedir. Bu sonuçları ortaya çıkaran algının üretimi ve şekillendirilmesinde medya oldukça etkin bir rol üstlenmektedir. Geleneksel medya unsurlarından yeni medyaya kadar yayılan İslamofobik unsurların etkileri akademik olarak henüz yeterince ele alınmamış ve bu konudaki politikalara etki edebilecek nitelikte yeterli bilgi üretilememiştir. On altı makaleye ilave olarak konuyla ilgili bazı önemli kitap değerlendirmelerine de yer veren bu çalışmanın, medya ve İslamofobi arasındaki irtibatın yanı sıra Türkiye'deki medya ve din ilişkiselliği sorgulamaları için de önemli bir kaynak teşkil etmesi beklenmektedir.
Mehtap Nur Bitmez Bu kitap, toplumdaki yaşam tarzlarını, düşünme biçimlerini ve bunlara yüklenen anlamları etkileyecek şekilde kurgulanmış yeni gerçekliklerle varolan medyanın, bireyin sosyal yaşamı ve ruh sağlığı üzerindeki etkilerine odaklanmaktadır. Medyada “gerçek” adı altında sunulan “travmatik hikâyeler” hakkında izleyicilerin ne düşündüklerinin ve nasıl tepkiler verdiklerinin incelendiği bu çalışma, sosyoloji başta olmak üzere bilim literatürüne katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
Araştırmayı desteklemesi adına incelenen Gerçek Bir Hayat Hikâyesi, Masumlar Apartmanı ve Gerçek Bir Hayat Hikâyesi, Camdaki Kız adlı TV dizilerinde çocukluk çağının travmalarla, kadınlık kimliğinin mağduriyetlerle, ebeveyn kimliğinin şiddet ve sevgisizlikle, aile ve ev içi alanın risk ve tehlikelerle ilişkili olarak sunulduğu görülmektedir. İnsanlara “travma” adı altında seyrettirilen her türlü şiddet eylemi, toplumda var olan mevcut düzenle ilişkilendirilmektedir. Bu dizileri düzenli olarak izleyenler; anlatılan hikâyelerden psikolojik olarak etkilendiklerini, farkında olmadan dizi karakterlerine benzer davranışlar sergilediklerini ve yaşamdaki güven duygularının gitgide zedelendiğini ifade etmişlerdir.
Bu dizileri kurgulayanlar, esas hedeflerinin toplumda güvenliği sağlamak adına insanları yeni risk faktörlerinden ve korunma biçimlerinden haberdar ederek toplumu bilinçlendirmek olduğu iddiasındadır. Fakat hikâyelerin, karakterlerin ve oyuncuların “gerçek” oluşu, yaşanan trajedilere ekrandan şahit olan izleyicileri kişisel, sosyal ve ruhsal olarak etkilemekte; dolaylı da olsa travmalara maruz bırakabilmektedir. Sonuçta medya aracılığıyla sinsice yayılan bu travma salgını, toplumu geri dönüşü zor çıkmazlara sürükleyebilme tehlikesi taşımaktadır.
Yusuf Turan Günaydın Evlâdım, iki gözüm Mâhir Bey,
Mektubunu aldım, afiyetinden memnun oldum. Böyle ara sıra beni yoklayışın o kadar hoşuma gidiyor ki tasavvur edemezsin.
Fuat Şemsi'yi, hakikat, benim de çok göreceğim geldi. Bu sene Paşa hazretleriyle gelirse ne iyi olur! İnşallah, ona da haftaya, üç beş satırlık bir mektup yazacağım; kafileye katılmanın yolunu göstereceğim.
İhvan-ı kiramın hangisini görürsen, selâmımı tebliğden geri durmazsın değil mi?
Benim terceme de ağır ağır gidiyor. Bakalım bir kerre şu müsvedde şekli hitam bulsun da, sonra ikinci okuyuş belki daha kolay olur. Ne olduysa bizim şairliğe oldu. Korkuyorum: Aruzu küstüreceğiz!
Edebî cereyanlar ne âlemde? Manzum, mensur güzel eser çıkıyor mu? Buna dair de malûmat isterim. Baki kemal-i iştiyak ile gözlerini öperim, iki gözüm evlâdım Mâhir Bey. Biraderlerine de selâmımı söyleyiver. Sıyânet-i Mevlâya emanet ol evlâdım.
Melih Taştan Milletlerin tarihlerine adlarını altın harflerle yazdırmış şahsiyetler vardır. Bunlar genellikle toplumlar için olağanüstü zamanlarda vazife üstlenmiş kişilerdir. Bizim tarihimizde de böyle önemli isimler vardır. Bunlar; kimi zaman manevî dünyamızın büyükleri, kimi zaman devlet adamları, kimi zaman askerler, kimi zaman da milletimize yön vermiş aydın kimseler olarak tezahür etmişlerdir. İşte bu önemli karakterlerden biri de Mehmet Akif Ersoy'dur. Mehmet Akif; düşüncesi, kalemi ve yaşantısıyla zor bir zamanda milletimize yol göstermiş, adını tarihimize ve millî hafızamıza silinmez harflerle yazmıştır. Asıl mesleği veterinerlik olan ve yıllarca devlet hizmetinde bulunan Mehmet Akif, şiirlerinde ve yazılarında ahlâkla ilgili meselelere çokça değinmiş, medeniyetimizin kurtuluşunun ahlâkın tekrar tesisiyle olacağını beyan ederek bu noktaya bir hayli yoğunlaşmıştır. Ahlâk kavramının Mehmet Akif için önemli bir husus olmasına rağmen, ahlâkla ilgili düşünceleri toplum nazarında onun edebî kişiliğinin ve millî söyleminin gerisinde kalmıştır. O, eserlerine yansıyan sağlam ahlâkî duruşunu hayatına aksettirmiş, düşüncelerini ve yazdıklarını yaşamı boyunca tatbik etmiş erdem sahibi bir insandır. Bu kitapta, millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un ahlâk anlayışı onun eserlerinden ve onunla ilgili anlatılanlardan yola çıkılarak ortaya konulmuştur.
Süleyman Hayri Bolay Bu eserimizde Mehmed Âkif Ersoy merhumu derinliği olan bir düşünür, bir mütefekkir olarak ele aldık. Bu çerçevede onun kâinata bakışını, ondaki iş ve çalışma felsefesini, yabancılaşmaya bakışını, ateizme cephe alışını, modernlik anlayışını, ona modernist denilip denilemiyeceğini, insan anlayışını, bu çerçevede çocuğa, gence, gençliğe, aydına, ahlaka, eğitime bakışını; vatan anlayışını, özellikle din ve İslâm anlayışını ve onun benzer cephelerini ele aldık; bunları felsefî bir temele oturtmayı hedefledik. Takdir muhterem okuyucularımızın ve özellikle Âkif muhibblerinindir.
Musa Gürel "Evsizler-mekânsızlar" terimi, barınabilecek sabit bir konutu olmayan, geçici barınaklarda, sokaklarda veya diğer kamusal alanlarda yaşamak zorunda kalan bireyleri ifade etmektedir. Bu kitap, evsizliğin çok boyutlu yapısını ve sosyal hizmet disiplini içindeki rolünü detaylı bir şekilde incelemektedir. Kitapta, evsizliğin tanımı ve nedenleri makro ve mikro düzeydeki etkileşimlerle ele alınmakta, zamana ve yaşa göre değişen türleri üzerinde durulmaktadır. Sosyal hizmet disiplininin evsizlikle mücadeledeki stratejileri ve hizmetleri, erken müdahale ve topluma yeniden entegrasyon süreçleriyle derinlemesine tartışılmaktadır. Özellikle Türkiye ve farklı ülkelerdeki uygulamalar üzerinden sosyal hizmetlerin nasıl şekillendiğini ortaya koymaktadır.
Kitabın çarpıcı bölümü, evsiz bireyler ve hizmet sağlayıcılarla yapılan görüşmelere dayanan bulguları sunmaktadır. Bu bölümde, evsizlik öncesi ve sonrası yaşam, evsizliğe giden yollar, aile ve sosyal destek ağları, yaşanılan sorunlar, zorluklar ve toplumsal etkiler detaylıca işlenmekte; sunulan hizmetlerin yaşam kalitesine yansımaları vurgulanmaktadır. Özellikle evsizler ve hizmet sunucularının deneyimleri üzerinden sağlanması gereken hizmetlere detaylıca yer verilmiştir. Çalışma, evsizlik meselesine bilimsel bir yaklaşım sunarken evsizliğin sadece bireysel bir sorun olmadığını öne çıkarmakta ve evsizlikle mücadelede politika değişikliği ve toplumsal eylemlerin önemini ortaya koymaktadır. Bu eser, evsizliğin bireysel ve toplumsal etkilerini derinlemesine anlamak isteyen herkes için değerli bir kaynak olup sosyal hizmet uzmanları, akademisyenler ve konuya duyarlı bireyler için önemli bir başvuru niteliği taşımaktadır.
Ömer Serdar Dışarıda başkalarının gerçeği vardı. Bense, loş bir karanlığın gölgelediği bu dikdörtgen odanın içinde, ilaç kokularını yemeğime katarak kendi gerçeğimle baş başaydım. Zaman bendim. Şu perdeyi araladığımda oradan yansıyacak ışık, bir gök taşı gibi odaya düşecek, sonsuz ve sınırsız olarak belirlediğim her şey, o insanların aralıklar tayin ederek sınırlayacakları bir metafora dönüşecekti. Keşke Meliha gelmeseydi.
Ali Rıza Seydi Yıllarca aynı yastığa baş koymuştuk. En az on yıl. Son yıllarımız ise aynı üniversitede geçmişti ama artık birlikte yatmıyorduk. O günler eskide kalmıştı.
Köyde doğup büyüyen iki kardeştik biz. O zamanda yetişen hemen tüm köy çocukları gibi biz de uzun yıllar aynı tabaktan yemiş, aynı yatakta yatmıştık. Sonradan o iyi bir akademisyen olmuştu, ben ise son yıllarda gösterdiğim gayretle iyi bir akademisyen olma yolunda ilerliyordum.
14 Mart'ta onu hapse attılar! Hakkındaki suçlamalar bomboş, saçma sapan iddialardı. Ne yapar eder onu çıkarırım diye umut ediyor ve bunun için var gücümle çabalıyordum. 14 Mart'ın felaket bir gün olduğunu düşünüp, onun başımıza açtığı dertlerden kurtulmaya çalışırken dört ay sonra 15 Temmuz geldi. Felaket öyle değil böyle olur dercesine!
Çok önem verdiği yakın çevresini kâbusa çevirenler, o hapisteyken de boş durmuyorlardı. Onun sorunlarını giderecek bir şey yapma hususunda hiç iyi değillerdi fakat bir şeyler yapmak için çırpınanları engellemek, bu ortamda onlar için zor olmadı. Bir süre sonra görüşemez ve haberleşemez olduk. Artık tek çaremiz kalmıştı: Mektuplara, dönmek.
Ali Rıza Seydi Abim artık yıllardır hapiste yatan ve oradan çıkması kolay görünmeyen biriydi. Bir zamanlar herkesin gözünün içine baktığı genç ve parlak bilim insanı perişan durumdaydı. Ben içeride değildim ama büyük tehlikelerle yüz yüzeydim.
Denizin ortasında gemisi batmış, dev dalgalarla boğuşan insanlar gibiydik. Öncesinde de -yakın bildiğimiz çevremizdeki kimselerle birlikte- sakin sularda yüzmeyi zar zor beceriyorduk. Bu hâldeki birileri bir anda dev dalgalar arasında kalınca başka ne olabilirdi ki? Dev dalgaların arasında can simidi gibi duranların, o ortamda dahi boğazımızı sıkmak için fırsat kollayan ahtapotlar olduklarını, gözyaşı dökenlerin bir taraftan ciğer yağlarını erittiklerini göstermeleri uzun sürmedi.
Bu koşullarda kendimizi nefes alır hâlde tutacak bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Mektuplar en büyük motivasyon kaynağımızdı. Onlar sayesinde hem başımızdaki davalara dair bir şeyler yapmaya hem de birbirimize moral olmaya çalışıyorduk.
Mektupların moral verici olması için -hâli bizim gibi olup- güzel işler yapabilen kişilerden söz etme hususunda anlaşmıştık. Bu kez mektuplara “Görüldü” damgası basanlar karşımıza çıktı. Onlar başımıza yeni davalar açsalar da biz tehlikeli konularda yazmaktan vazgeçmedik. Çünkü artık mektuplaşmak adrenalin tutkusuna dönüşmüştü.
Ali Rıza Seydi Çok çabalıyordum ama olmuyordu. Suçsuz olduğu apaçık ortada olan abimi yıllardır ceza evinden çıkartamamak çıldırtıcıydı. Davasına en çok destek olması gereken etrafındaki birkaç kişinin başarılı olduğu tek husus vardı: onun için etkili bir şeyler yapma potansiyeli bulunan beni ondan tuzak tutmak! Bundan emin olduktan sonra, onu bu kişiler hakkında uyarmaya çalıştım. Bir ara anlayacak gibi oldu ama sonra bu husustaki çabasından vazgeçti. Mektuplar da olmasa -bu kişiler yüzünden- onunla hiç haberleşemeyecektik.
Olanlara anlam vermekte zorlanıyordum. Bana kalsa “Bu saçma sapan şeylerde anlam mı aranır?” deyip geçerdim ama bu mümkün olmadı. Vazgeçmek üzere olduğumu ya da etkili bir şeyler yapmak istediğimi anlayınca o bunlara engel oluyordu.
Artık bu iş böyle devam edecek diye düşünürken sürpriz bir gelişmeden haberdar olduk. Bu, benim ona anlatmaya çalıştığım kişilerin yaptıklarını kör göze parmak gibi gösteriyordu. Davasına destek olmak yerine beni ondan uzak tutmaya çalışanlar açığa düşmüştü. Olup bitenleri mektuplarda yazmak sayesinde müthiş bir şey yapmıştık. Fakat sonradan olanlar her şeyi anlamsızlaştırdı.
Melek Yıldız Güneş Aliye Güler 1281 (1864) senesinde kisve-i tab‘a bürünmüş olan bu eser, 14. yüzyılda Abdurrahmân b. Ahmed b. Abdülgaffâr el-Îcî (v. 756/1355) tarafından yazılan Ahlâk-ı ‘Adudiyye isimli risalenin bir tercüme-şerhidir. Eserin telif edilmesi Müellif Mehmed Emîn İstanbulî’nin insanların ahlâkî bir düşüş yaşadığını müşahede etmesi üzerine o güne kadar Türkçeye tercüme edilmemiş olan Ahlâk-ı ‘Adudiyye’yi tercüme etme fikrinin kendisinde hâsıl olması neticesinde olmuştur. Dört makaleden müteşekkil olan eserin ilk bölümü, ahlâkın teorik bahislerinin ele alındığı “Nazarî Ahlâk” başlığını taşımaktadır. İkinci makalede “Fazîletlerin Korunması ve Kazanılması” başlığı ile ahlâkın pratik meselelerine yer verilmiştir. Eserde, “Ev İdaresi” başlığını taşıyan üçüncü bölüm ile “Şehir Yönetimi” unvanlı dördüncü bölümün yer almasıyla ahlâkın bütün meseleleri ele alınmış; böylece okuyucuya kuşatıcı bilgiler sunulmuştur.
Yakup Öztürk 19. asrın sonunda doğan, geçtiğimiz asrın son çeyreğini göremeden vefat eden Faruk Nafiz Çamlıbel, idrakine kavuştuğunda altı asırlık bir dağın, yok olurken bıraktığı son gürlemeye tanıklık ediyordu. Osmanlı'nın çöküşü, Osmanlı'dan bağımsız olmayan Cumhuriyet'in doğuşu, büyük toprak kayıpları, Cumhuriyet politikalarının bir ideoloji hâline gelip tabulaştırılması, çok partili hayat ve darbelerin başlangıcı hep o yaşarken oldu. Faruk Nafiz Çamlıbel de 75 yıllık ömründe edebiyat ve siyaset arasında yeni bir millet halitasının kimi zaman uzaktan, kimi zaman içeriden bir mimarı idi. Çamlıbel, hayatını öğretmenlikten ve milletvekilliğinden kazanan bir şairdi. Onun hayatına yaklaşırken şiiri öncelikli mesele kılmak, bir taraftan da hayatının iki taşıyıcısı öğretmenliği ve milletvekilliğini ihmal etmemek gerekir. Çamlıbel'deki öğretmenliği bir maişet hâdisesi olarak değerlendirmek nakısa doğurur. Bugün, Faruk Nafiz'in Türk edebiyatındaki yeri, öğretmenlik vazifesini yerine getirmek için çıktığı Kayseri yolculuğu kadar önemlidir. Zira bu yolculuk bize memleket edebiyatının giriş manzumelerinden birini, “Han Duvarları”nı armağan etmiştir. Şairin, 1946'da Demokrat Parti ile başlayan 27 Mayıs 1960 askerî darbesi ile son bulan siyasi hayatı da iki taşıyıcıdan birini ortaya koyar. Elinizdeki çalışma, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin önemli isimlerinden biri olan Çamlıbel'in hayatına, eserine ve sanatına toplu bir biçimde bakmayı hedefleyen bir kitaptır.
Büşra S. Kaya, Gürzat Kami, M. Emin Canlı, M. Fatih Yalçın, Mesut Kaya, Muhammet Enes Midilli, Nagihan Emiroğlu, Nurcan Gül Arslan, Rabia Hacer Bahçeci, Sümeyye Olgaç Bu çalışma geç orta çağın Memlûk şehirlerine odaklanmaktadır.
Şehirlerde pratik bulan entelektüel faaliyetlerin toplumsal ve kültürel alanlardaki etkilerini izleme, orta çağ İslam şehirlerinde bilginin kaynakları, aktarımı ve üretimi üzerine mekânlar, metinler ve öne çıkan ulema üzerine yapılan günümüz araştırmalarının bir hasılasını sunmayı hedeflemektedir. Bu dönemde İslami bilginin aktarımı henüz tam olarak kurumsallaşmadığından Memlûk şehirlerinde inşa edilen medrese yapıları dışındaki hankah, ribat ve zaviye gibi kurumlarda ve hatta ulemanın evlerinde de çeşitli dersler icra edildiği görülmektedir. İslam dünyasının dört bir yanından farklı mezhep mensuplarını bir araya toplayan bu ilim meclisleri pek çok bakış açısının bir araya gelmesini mümkün kılmıştır.
Ayrıca Memlûk şehirlerinde yaşanan entelektüel gerçekliğin modern çalışmalara nasıl yansıdığını ele almaktadır. Dönemin kadın ve çocuklarının ve dört mezhepten ilim taliplerinin bir araya geldiği bu entelektüel çevre, üzerinde daha pek çok soru işareti ile çalışacak pek çok meseleyi barındırmaktadır. Çalışmada Memlûk entelektüel tarihi alanında yeni yaklaşımlar ve yöntemler sunarak meselenin farklı bakış açıları tarafından nasıl problematize edildiğini Memlûk kaynaklarına nasıl yaklaşılabileceğini ve ne tür sorular sorulabileceğini anlama ve alana dair yeni bakış açıları geliştirme imkânı sunmaktadır.
Derya Oruç In Memory and Dissonance in Shakespeares Selected Plays Derya Oruç draws on Endel Tulving’s episodic memory and Leon Festinger’s cognitive dissonance theories to apply a new perspective on Shakespeare’s most renowned plays Othello and Hamlet. She argues that several moments of indecisiveness through the process of decision-making are connected to the individual experiences of memory that are either from the past or concerned with future thinking.
Shakespeare’s protagonists Hamlet and Othello’s hesitant nature reveal inconsistencies that contrast with their accepted personas in the plays. While Hamlet’s constant conflict of ‘taking action’ and ‘ceasing to take action’ forms the basis of cognitive dissonance instances that are connected to his episodic memories, Othello’s cognitive dissonance
in connection to the racist ideology that was imposed upon him since childhood, surfaces with his marriage to Desdemona.. a Venetian senator’s daughter.
Hıfzî Pes Hazret-i 'Ömer bir gün çeri çeküp Kudüs-i şerîfi almağa geldi. Mağara-i Ken'ân derler bir yer var idi, anın üzerine 'alem dikdi ve cümle 'asker ile anda konup Kudüs beğine elçi gönderdi. Ol zaman Kudüs beğine Yunan derlerdi bir ulu melik idi Kudüs-i şerifi üç kerre yapdı ve içinde kenisalar binâ edüp vâfir 'imâretler yapdırdı. Kudüs-i şerîfin ekser yeri hâlâ anın binâsı eseridir. Çün ki elçi melike erişdi, nâmeyi okudular. Mefhûmun anlayup eyitdi: “Ben 'Ömer'in sûretin ve hırkasın ve dekanın ve kaametin bilürem zîrâ ki ol zamanda Hazret-i 'Ömer radıyallahu 'anhin heybetinden küffâr ziyâde dehşet üzre olmuşdu. Dînce salâbeti ve kerâmeti zâhir olup andan sûretin ve hırkasın kitâbları içine yazmışlar idi. Eyitdiler: Var 'Ömer'e söyle taşra çıksun. Biz burçdan bakalım tahkîk ol mudur? dediler.
Mehmet Zeki AYDIN Değer Sandığı Okulda Değerler Eğitimi Materyalleri adını verdiğimiz seri çalışmamızda öğrencilerinize değerleri zevkle ve ilgiyle öğretebileceğiniz çeşitli başlıklar var.
Farkında olduğumuz ya da farkına varmadan uyguladığımız değer kalıplarını, size sunduğumuz bu materyal ve yöntemlerle öğrettiğinizde, öğrencilerimizin farkındalıklarını arttıracak, problem çözebilen, alternatif öneriler sunabilen, erdemli bireyler haline gelmelerine yardımcı olabileceksiniz.
Bu kitaplarımızda öğrencilerinize fotokopi vererek uygulayabileceğiniz birçok etkinlik bulacaksınız.
Eğitimcilerimize kendi ilgi ve yeteneklerine etkinlik çeşidi seçme imkânı sağlayan setimizde çeşitli başlıklar var. Bunları; Drama, Yaşayarak Öğrenme, Kulüp Etkinlikleri, Öykü, Kavram Açıklaması, Beyin Fırtınası, Röportaj Yapma, Gezi Gözlem, Materyal Üretme, Meslekler ve Değerler, Yaratıcı Yazma Etkinlikleri, Metafor, İstasyon, Jigsaw, Bilmece Bulmaca, Fıkra, Film Tavsiye/Yorumlama, Eğitsel Oyun, Örnek Olay, Şarkı, Şiir, Poster/Afiş, Proje Hazırlama, Resim Yorumlama, Karagöz ve Hacivat, Geleneklerimizde Değerlerimiz, Tekerleme, Mânilerde, Atasözü ve Deyimlerde Değerler, Kitap Tavsiyeleri, Mevlana’dan, Nükte ve Örnek Kişilik olarak sıralayabiliriz.
Ayrıca, Ölçme Değerlendirme testlerinin yanında Veli Mektubu ve Aile Katılımı bölümleri de yer almaktadır.
Duygu Öztürk Kırışık, Fatma Yeşilkaya, İrep Kıroğlu Bayat, Kandemir Atçeken, Muhammed Erkam Doğru, Özkan Durna, Seda Sakar, Songül Sallan Gül, Tolga Levent Mersin'de Yaşayan Suriyeliler kitabı, Mersin'deki Suriyeli topluluğun günlük yaşamını ve karşılaştıkları zorlukları derinlemesine incelemektedir. Şehrin sosyal dokusunu daha iyi anlamak için hazırlanan bu eser; Suriyelilerin Mersin'deki mekânsal dağılımlarını, kentsel aidiyet hislerini, iş gücüne katılımlarını ve yoksullukla mücadelelerini ele alıyor. Ayrıca toplumsal cinsiyet rolleri ve yerel halkla etkileşimleri de detaylı bir şekilde irdelemektedir. Akademisyenlerin disiplinlerarası iş birliğiyle geliştirilen bu eser, anket verileriyle desteklenerek okuyuculara hem teorik hem de pratik bir bakış açısı sunmayı hedeflemektedir. Mersin'in sosyal dinamiklerini anlamak isteyen araştırmacılar, öğrenciler ve politika yapıcılar için önemli bir kaynak olan bu kitap aynı zamanda şehirdeki göçmen toplulukların yaşamlarını daha iyi kavramak isteyen herkese hitap etmektedir.
Ayşen Bakioğlu, Şafak Özcan Meta-Analiz yöntemi nedir? Belli bir takım takip edilmesi gereken basamaklar var mı? Ne tür çalışmalara uygulanabilir? Bu çalışmaları seçerken hangi kriterler kullanılmalı? Meta-Analiz yönteminin avantajları ve bu yönteme getirilen eleştiriler nelerdir? Meta-Analize dâhil edilen çalışmalarda kullanılan ölçekler farklı olmalarına rağmen istatistiksel olarak nasıl birleştirilir ve karşılaştırılabilir? Meta-Analiz çalışmasında kullanılabilecek paket bilgisayar programları nelerdir ve hangi internet sayfalarından indirilebilir? Meta-Analiz çalışmalarında veri dosyalarının yapısı nedir, nasıl oluşturulur ve hesaplamalar nasıl yapılır? Meta-Analizde hangi grafik teknikleri kullanılmaktadır? Meta-Analiz istatistiği, ortalama etki büyüklüğü ve güven aralığı hesaplamaları, homojen ve heterojen dağılımların ne olduğu, sabit ve rastgele etki modellemesinin seçimi, analiz sonuçlarına göre aykırı değerlerin nasıl bulunacağı, düzeltmelerin neden ve nasıl yapılacağına dair formüller nelerdir? Meta-Analiz çalışmasında hata koruma sayısı nasıl hesaplanır? Yayın yanlılığının tespitindeki istatistiksel olan ve olmayan yöntemler nelerdir? Meta-Analiz çalışması içeren bilimsel bir raporda nelerin olması gerekmektedir? Kitapta okuyucuya bu soruların cevaplarını daha iyi anlatabilmek için sayısal örnekler verilmiş, uygulamalar yapılarak açıklanmıştır. Formüllerde kullanılan değişkenler açıklanmış, içerik kapsamında sayısal değerlerle örneklendirilmiştir. Böylece formülleri nasıl kullanılacağı konusunda okuyucuya yol gösterilmiştir. Kısaca okuyucu bu kitapla Meta-Analiz yönteminin ne demek olduğunu, hangi çalışmaların Meta-Analize dâhil edilebileceğini, hangi teknikleri kullanıp nasıl bir analiz yapabileceğini, görsel olarak ne tür grafiklerin kullanılabileceğini ve analiz sonucunda nasıl bir yol izleyerek bilimsel rapor oluşturacağını görerek Meta-Analiz yöntemini öğrenmiş olacaktır.
Emrullah Kılıç Elinizdeki kitap, ahlakın temel meseleleri ve tarihsel süreçlerini ele almaktan ziyade geleneksel dünyada tek bir anlama sahip ve kendi başına var olan iyiyi ifade eden "metafiziksel iyi"nin yerini, yeni durumlar karşısında farklı insanların farklı bir iyiyi anlamasına izin veren "değer"e bırakmasına mevcut fenomenleri ve gerilimleriyle birlikte odaklanmaktadır. Geleneksel dönemde değişmez ve ebedi olarak kabul edilen ontolojik hakikat anlayışının modern dönemle birlikte epistemolojik alana kayması, ahlaki hayatı derinden etkilemiştir. Bu çerçevede İlkçağlardan itibaren tezahür eden ve "metafiziksel iyi" olarak nitelendirilen normatif ahlak anlayışı, modern dönemle birlikte özellikle Batı dünyasında özgürlük, insan doğası, öz çıkar, ilgi ve yönelim gibi saiklerle birden çok iyiyi ifade eden "değer”e dönüşmüştür. Ahlakın ağırlık merkezini değiştiren değer ile söz konusu alan, nesnellik ve zorunluluk alanı olmaktan çıkarak olumsallık ve öznellik alanı olarak inşa edilmiştir. Sabit ve nesnel gerçeklik alanı yerine, öznenin nesnenin potansiyeline yönelimi ile tanımlanan değerler, gerçeklik ya da hakikat alanından geçerlilik alanına geçişi de beraberinde getirmiştir. Normatif yapıların gücünün zayıflamasıyla özne, kutsal ya da metafiziksel bir hakikat yerine kendi yönelimleri ve tercihleri doğrultusunda değerli gördüğü hususlara yönelmiştir. Ahlaki hayatın bizim dışımızda bir ölçü ve metafiziksel konu olmaktan çıkmasıyla yerini insanın içsel mutluluğu ve kişiler arası karşılıklı mutabakata bırakmasına karşın neyin değerli olup olmadığını belirlemede henüz özneler arası bir ontolojinin oluşmaması da bireysel ve toplumsal anlamda önemli sonuçlar doğurmuştur.
Tuncay Turna Nedir metafor? Bu soruyu; felsefe, edebiyat ve dilbilim alanlarının üçü de cevaplamaya çalışır. Böylece bu disiplinlerin verdikleri cevapların ortak noktaları, bize bir temel sunar. Ancak felsefe alanındaki araştırmalar, metaforu kendi özel yapısı kadar dilin ayrılmaz parçalarından birisi olması yönüyle de ele alır. Doğrusu sorunumuz sadece metaforu tanımlamak değil aynı zamanda metaforun ve dilin varoluşunu açıklayabilmektir. Böylece "Metafor nedir?" sorusu kadar "Metafor nasıl mümkündür?" ve "Dil, metaforla birlikte nasıl mümkündür?" soruları da önem kazanır. Son yarım yüzyılda analitik felsefe geleneğine ait anlam kuramları, bir alt başlık olarak metaforun da açıklamasını vermeyi daha sık yapar oldu. Bu çalışma analitik kuramların ilk örneklerinden hareketle John Searle ve Donald Davidson'ın metafor kuramlarını birbiriyle karşılaştırmalı olarak inceliyor. Bunun için öncelikle metafor konusunu edebiyat ve dilbilim yönüyle ele alıyor. Sonrasında Searle ve Davidson'ın dil ve anlam kuramlarını genel hatlarıyla ortaya koyuyor. Karşılaştırmalı incelemenin sonucunda ise metafor-dil olarak adlandırılan bir öneri sunuyor.
Emrah Eriş, Esra Uluşahin Aristoteles, Poetika'da “Yabancı sözler bizi şaşırtır; sıradan sözler sadece bildiğimiz şeyleri bize taşır; yeni sözleri ise en iyi metaforlardan elde edebiliriz.” der. Novalis ise “Bütün dönüşler yuvayadır.” tümcesiyle metafor için yuva metaforunu kullanır.
Her sözcüğün anlamsal bağlamda kendi içinde bir sistematiği vardır. Dilin dili şeklinde tanımlanabilecek metafor, insanın yaşadığı dünyanın gerçekliğini, imgelemi harekete geçirerek keşfettiren dil yetisinin tezahürüdür. Hem dil hem de anlam düzlemindeki rolü itibarıyla içinde bulunduğu bağlamda anlamlanan metaforik dil, günlük yaşamı tüm yönüyle etkileyebilen işlevselliğiyle bütün disiplinler ile doğrudan ilişkilendirilebilir. Tüm dillerde var olan metaforların dilsel, anlamsal ve kültürel bağlamda farklılıklar gösterebileceği ve bu farklılıkların çeviride anlam karmaşasına neden olacağı düşüncesinden doğan bu kitapta; metaforik imgelerin en yoğun olduğu dil kalıplarından atasözleri ve deyimlerin içerdiği renk, doğa, hayvan ve çevre ile ilişkili metaforların Türkçe, İngilizce, Fransızca ve İtalyanca olmak üzere dört dilde dillerarası benzerlik ve farklılıkları incelenmiştir. Bir kültürün; tarihî, kültürel, toplumsal bağlamda kokusunun sindiği atasözü ve deyimlerin artalanındaki çıkış hikâyeleri aracılığıyla dilsel göstergelerin altında yatan metaforik anlamlar verilerek, metaforların çevrilebilirliği sorunsalı uygulamalı olarak aktarılmıştır. Türk kültürüne ait atasözü ve deyimlerden yola çıkarak zihinsel bağlamda oluşan anlamsal değerin diğer dillerdeki dilsel ve anlamsal karşılıkları analiz edilmiştir. Dilsel, kültürel, toplumsal bağlamda mukayeseli olarak ele alınan bu kitaptaki metafor analizlerinin, çeviribilim alanına katkı sağlayacağı, pek çok disipline ışık tutacağı düşünülmektedir.
Cemre Uğural Yamuç Richard Rorty ve Jacques Derrida, yirminci yüzyılın en çok ses getiren iki düşünürü. Bu iki ismi metaforlarla düşünmeye yaklaştıran ise dil, anlam, hakikat ve mevcudiyeti sorgulamış olmalarıdır. Bu, tıpkı sudan çıkmış bir balığın nefes alma çabasına benzer. Onlar, Batı felsefesine yönelttikleri eleştirilerle mutlak hakikat, anlam ve bilgi sorunlarını dilin tarihsel akışına açmıştır. Dilin tarihsel akışında hiçbir aşkın söylem, düşünce, gösterge ya da bağlam sonsuza dek mevcudiyetini koruyamaz; zamanla diğerine göre “öteki” kalır. Felsefenin geleneksel problemlerine tarihsellik açısından yaklaşılan bu kitapta, “öteki” olarak etiketlenen her söylemin metafor biçiminde düşünülebileceği anlatılmaktadır. Bu yapılırken metaforlara alışılmışın dışında ayrı bir işlev de yüklenmektedir. Öyleyse Platon'un iyi ideası, Aristoteles'in ousia'sı, Rorty'nin ironi'si veya Derrida'nın différance'ı birer metafor olarak kabul edilebilir mi? Metaforlarla Düşünmek, engin Batı felsefesi okyanusundaki kavramların ve rasyonel akıl yürütmelerin ötesindeki metafor alanının anlaşılmasına dair bir kılavuz olacak…
Burçin Kırlar Can, Ebru Günlü Küçükaltan, Eylin Babacan Aktaş, Nur Kulakoglu Dilek, Özgür Sarıbaş, S.Emre Dilek, Simge Kömürcü, Sonay Kaygalak Çelebi Kişisel zevk ve tercihlerimizin ahlaki yükü, turizm sektörü içerisinde esaret altında tutulan hayvanlara yönelik ahlaki yüke ağır mı basmaktadır? Turizmin, metalaştırdığı hayvanlara yönelik hiç mi ahlaki sorumluluğu bulunmamaktadır? Kitap, söz konusu sorulara ilişkin cevaplar ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, turizm sektöründe hayvanların metalaştırıldığı alanlar belirlenerek eleştirel bir tahlil yapılmaktadır. Turizm sektöründe hayvanların metalaştırılmasına karşı çıkarak mevcut durumun bir eleştirisini yapmak ve turizmin ahlaki sorumluluğunu tartışmaya açmak bu kitabın temel amaçlarıdır. Nitekim Gary L. Francione’nin de dediği gibi: “Hayvanlar sadece meta olarak görülmeye devam ettikleri sürece, onlara karşı uygulanan muamelelerde anlamlı farklılıklar gerçekleşmez”.
Steven A. Ackerman, John A. Knox “Meteoroloji: Atmosferimizi Anlamak”, diğer bir deyişle havayı, hava ve atmosfer olaylarını, iklimi ve atmosferik çevremizi anlamak adlı ve amaçlı bu kitap, meteoroloji konusunda lisans eğitimi alanlar ve anabilim dalı meteoroloji olmamasına rağmen temel meteoroloji, klimatoloji ve atmosferik çevre dersi alması gerekenler için hazırlanmış temel bir kitaptır. Kitap; gerçek dünya örnekleri, uygulamaları ve merak uyandırıcı anlatımıyla öğrencilere hitap etmektedir. Bu kitap, atmosferi nasıl gözleriz ve elde ettiğimiz bilgilerle atmosferik olayları nasıl açıklarız konusuna vurgu yapmaktadır. İlk bölümlerde hava olaylarının oluşumu ile birlikte basınç, sıcaklık, nem, bulut, yağış gibi temel değişkenler ele alınmış, meteoroloji haritaları ve gözlemlerine yönelik pratik bilgiler verilmiştir. Kitabın diğer bölümlerinde atmosfer-okyanus etkileşimi, şiddetli hava olayları ve küresel iklim değişikliği gibi temel, güncel hava ve iklim konuları üzerinde durulmuştur.
Sonuç olarak bu kitap ülkemizde uçak ve uzay bilimlerinden, coğrafya, çevre, ziraat/tarım, su ürünleri, orman, afet ve acil durum, denizcilik, havacılık, sivil havacılık ve yerbilimleri fakültelerine kadar, temel meteoroloji, atmosfer, atmosferik çevre ve iklim konularını öğrenmesi gereken tüm lisans öğrencilerine hitap eden ve konunun uzmanlarınca hazırlanıp Türkçeye çevrilmiş bir kaynaktır. Aynı zamanda bu kitap, ülkemizde sayıları her geçen gün artan havayı anlamak ve kendi hava tahminini yapmak isteyen meraklı, gönüllü ya da amatör meteorologlar, pilot, yelkenci, planörcü, yamaç paraşütçüsü, denizci, dalgıç, dağcı, mağaracılar ve çevreciler için de iyi bir kaynaktır.
Meteorolojiye ve/veya Klimatolojiye Giriş dersleri için kullanılabilecek bu kitap, ülkemizde TÜBA Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğüne uygun olarak hazırlanmış ilk kaynaklardan biridir. Ayrıca İnternet uygulamalarına yönlendirmesiyle öğrencilerin dünyaya açılması, sayısız bilgi kaynağından yararlanabilmesi ve öğrenmeye teşvik etmesi bakımından da benzerlerinden farklıdır. Bu kitap pedagojik yönü ile de bir çok ödüle layık görülmüştür.
Mücahit KARAOĞLU Günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçası olan meteoroloji günlük hava tahminlerinden iklim olaylarına, ulaştırmadan bayındırlığa, sağlıktan tarıma, şehircilikten adalete kadar tüm hizmet birimleri ile doğrudan ilgilidir. Ulaştırma hizmetlerinin zamanında ve güvenli bir şekilde yapılması, şehircilik ve tarımda doğru planlamaların yapılması ve kaynak israfının önlenmesi, sağlık ve adalette etkili hizmetlerin verilebilmesi için meteorolojik çalışmalar çok önemlidir ve bu önem giderek daha iyi anlaşılmaya başlanmıştır. Meteorolojik destek alınmadan yapılan faaliyetlerde mutlaka bir eksiklik ve aksaklık ortaya çıkacaktır.
Günlük hayatımızda bu derece etkili olan meteoroloji sadece meteoroloji terimi ile bu hizmetleri kapsayamaz ve yapamaz. Hizmet verdiği birimlere göre kendisi de pek çok alt birimlere ayrılmıştır. İklim bilimini ifade eden klimatoloji coğrafyanın bir alt dalı olup meteoroloji bünyesinde de hizmet vermektedir ve uzun yıllar meteorolojik verilerini iklim bilgilerine dönüştürür. Zirai meteoroloji en doğru ve ekonomik tarımın yapılması için uğraş verir ve hem meteorolojik hem de klimatolojik verilerden yararlanır.
Üniversitelerimiz bünyesindeki ziraat fakültelerinin büyük bir bölümünde hâlâ meteoroloji ve/veya klimatoloji (iklim bilgisi) dersleri okutulmaktadır. Bu elbette yanlış değildir ama eksiktir. Tarım sektöründe görev alacak bir ziraat mühendisi meteoroloji ve iklim parametrelerini sadece soyut bir ifade olarak değil, aynı zamanda bunları nasıl kullanıp uygulayacağını da bilmelidir.
Bu amaca hizmet etmek gayesi ile hazırlanan bu kitapta meteoroloji, klimatoloji ve zirai meteorolojinin anlamı, önemi, çalışma alanı, birbiri ile ilişkileri anlatılarak tanıtılmaya gayret edilmiştir. Belli bölümlerin sonunda tamamlama sorularıyla konunun daha iyi anlaşılması amaçlanmıştır. Kitapta geçen bazı terimlerin daha iyi anlaşılması ve meteorolojide kullanılan bazı terimlerin anlaşılmasına yardımcı olmak amacıyla son kısma sözlük ve kolay kullanım için kitabın sonuna indeks konulmuştur. Başta, geleceğimiz olan öğrencilerimize ve diğer kullanıcılara faydalı olmasını dilerim.
Fatma Takmaz Demirel, Özden Özbay, Sabuha Bindik Bu kitabın temel amacı, Türkiye’deki sosyolog akademisyenlerin nicel, nitel ve karma araştırma yaklaşımlarına yönelik metodolojik eğilimlerini, yeterliliklerini (bilgi-beceri) ve araştırma pratiklerini keşfetmektir.
Artık günümüz Türkiye’sinde yükseköğretimde sosyolojinin ilk dönemlerinde olduğu gibi İstanbul ve Ankara şehirleri ile sınırlı bir sosyoloji eğitimi yapılmamaktadır. Yükseköğretimde sosyoloji eğitimi ile ilgili literatüre göre Türkiye’nin her ilinde en az bir üniversite ve çoğunda bir sosyoloji bölümü vardır. Durum böyle iken Türkiye’deki akademisyen sosyologların metodolojik eğilimleri, bilgi ve pratiklerine yönelik akademik çalışmalar sadece küçük bir grup “elit/ünlü” sosyologlar (ör., Ziya Gökalp, Hilmi Z. Ülken, Mübeccel B. Kıray, Şerif Mardin vb.) ile sınırlıdır. Ancak çağımızda üniversitelerin “kitlesel” düzeyde eğitim öğretim yaptıkları düşünüldüğünde Sosyoloji bölümlerinde çalışan onlarca “sıradan” öğretim elemanının metodolojik eğilimleri, yeterlilikleri (bilgi-becerileri) ve araştırma pratiklerinin bilinmemeleri çok büyük bir eksikliktir.
Bilindiği kadarıyla bu eser ile birebir aynı veya benzeri bir çalışma yoktur. Araştırma konusu ile çok sınırlı düzeyde ilgili bazı çalışmalar ile kıyaslandığında mevcut çalışma çok daha kapsamlı ve direkt (ülke kapsamında iki ayrı veri kullanması, direkt metodoloji konusu ile ilgili olması, çok göstergeli ölçümler yapmış olması nedenleri ile) bir şekilde sosyolog akademisyenlerin metodolojik durumlarını tespit etmeye çalışmaktadır.
Bu eser ile Türk sosyolojisine “küçük ama dev bir adım atarak” önemli bir katkıda bulunmuş olmayı umuyoruz.
Furkan Güney
Yusuf Turan Günaydın Sizlere Mevlânâ ve eserleri hakkında bir el kitabı sunuyoruz. Yusuf Turan Günaydın’ın hazırladığı araştırma yazıları ve konuyla ilgili biyo-bibliyografik malzemenin eşliğinde Mevlânâ Defteri, yüzyıllar boyunca oluşturulmuş Mevlevî kültüründen izdüşümler ve Türkiye’de Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîlik hakkında ortaya konulmuş çalışmalar hakkında değerlendirmelerde bulunmaktadır. Kitapta Mevlevîlik üzerinden XXI. yüzyılda tasavvufun geleceğini tartışan bir makaleyle birlikte semâ, şeb-i arûs, Mesnevî’de çocuk, kardeşlik ve ölüme yaklaşım gibi ayrıntılara da giriliyor. Mevlevî mirası eserlerden Osmanlıca üç kitaptan iktibaslar ve Veled Çelebi’nin iki mektubu ise hem çeviriyazıları, hem tıpkıbasımları ile birlikte veriliyor. Bu bölümler, karşılaştırmalı Osmanlıca çalışmaları için yararlanılabilecek kaynak metinlerdir. Mevlânâ Defteri, Türkçede büyük bir birikim oluşturan Mevlevî kültürünün gerek bilgi, gerek tercüme-çeviriyazı yoluyla aktarımında hangi aşamada olduğumuzu göstermesi kadar, bundan sonra yapılacak çalışmalar için de dönüp bakılacak değerde bir başvuru kaynağı olmaya adaydır.
Taha Eğri “Ekmek, Özgürlük, Sosyal Adalet” sloganı etrafında vücut bulan Arap ayaklanmaları, iktisadi ve sosyal meselelerin kitleleri harekete geçirmedeki rolünün somut bir örneğidir. Bu sloganda ağırlıklı temanın, iktisadi meselelerle ilgili olması, Mısır örneğinde olduğu gibi halkın iktisadi sorunlar karşısındaki duyarlılığının ve talebinin ne kadar önemli olduğunu açık biçimde ortaya koymaktadır. Bu bağlamda çalışmada, meselenin çok yönlü olduğu göz önünde bulundurulmakla birlikte Mısır tecrübesi, ekonomi-politik bir perspektifle sınırlandırılarak ele alınmaktadır. Çalışmanın bulguları, çok yönlü olarak incelenmesi gereken toplumsal meseleleri iktisadi bir bakış açısı ile ele alması ve diğer alanlarda yapılan çalışmalara ışık tutması açısından önemlidir.
Kitapta, Mısır’ın siyasal sisteminde dalgalanmalara yol açan ayaklanmaların arkasında yatan iktisadi nedenler ve ordunun iktisadi sistem içerisindeki rolü bağlamında Hüsnü Mübarek’in istifasından, Abdel Fettah Al-Sisi’nin darbesine kadar geçen süredeki demokrasiye geçiş denemesi inceleniyor. Mübarek’in devrilmesine yol açan olaylar, neden ve sonuç ilişkisi bağlamında değerlendirilerek monarşi sistemini sonlandıran 1952 darbesi sonrasında Mısır ordusunun ekonomi ve siyaset içerisindeki rolü ve siyasal sistemin dönüş(eme)mesindeki etkinliği ele alınıyor. Çeyrek asırdan uzun bir süre iktidarını sürdüren askerî-otoriter bir rejimin yıkılmasına rağmen kısa bir sürede, iktisadi ayrıcalıklarını korumak için ordunun yönetimi yeniden ele geçirmesi, analiz açısından önem arz etmektedir. Kitap, ayaklanmaya varan olayların gelişiminde iktisadi faktörlerin etkisini ve boyutlarını Mısır pratiği üzerinden ele alarak toplumsal olaylara yol açan iktisadi faktörleri ortaya koyması açısından anlamlıdır.
Nadir Özkuyumcu, Aydın Çelik, Harun Yılmaz, Fatih Yahya Ayaz, Büşra Sıdıka Kaya, M. Fatih Yalçın, Özen Tok, Fatma Zehra Beyaz, Halil İbrahim Erol, Anthony Gorman, Hilal Görgün, Hilal Livaoğlu Mengüç, Seyyid Muhammed es-Seyyid Elinizde bulunan kitap, Mısır'da İslam fetihlerinden günümüze kadar olan dönemde tarihyazımını ve kaynaklarını topluca inceleyen Türkçe literatürdeki ilk çalışmadır. Türkiye, Mısır ve Avrupa’dan tarihçilerin katkılarıyla meydana gelen bu eser, ele alınan görece uzun ve hanedan esasına göre alt dönemlere ayrılan asırlara ilişkin ağırlıklı olarak eleştirel bir bibliyografya ve belirli ölçüde tarihyazımı tartışmalarını içeriyor. Bu amaçla kitapta, ilk devir İslam tarihi, Fâtımîler, Eyyûbîler, Memlükler, OsmanlIlar ve ulus devlet dönemlerinden her birinin kaynakları, bizzat o dönemde ihtisaslaşmış ve çeşitli eserler vermiş tarihçiler tarafından incelenmiştir. Alana yeni giren tarihçiler, özellikle lisansüstü olanlar kadar alanın uzmanları için de faydalı olacak bu eser, konunun ilgililerine her bir devrin birincil tarih kaynaklarına dair detaylı bilgiler vermekte ve dönemler arasında tarih kaynaklarının ve tarihyazım dinamiklerinin, perspektiflerinin ve elbette kaynak türlerinin nasıl değiştiğini yahut devamlılık arz ettiğini görme, anlama ve mukayese etme imkanı sunmaktadır.
Halil İbrahim Erol XIX. yüzyıl Mısır'daki tarihyazımı; Abdurrahman el-Cebertî, Abdullah eş-Şarkâvî, İsmail el-Haşşâb, Ahmed er-Recebî, Nikola et-Türk ve eserleri üzerinden İncelenmektedir. Türkçe literatürde ilk olma özelliğine sahip olan bu eser, Arapça ana kaynakların yanı sıra İngilizce ve kısmen Fransızca literatürdeki ilgili araştırmaları ele almaktadır. Eser, Osmanlı tarihyazımında son dönem tarihçiliğinin mukayesesine imkân sağlaması itibarıyla ayrı bir öneme sahiptir. Bu açıdan tarihyazımı, tarih düşüncesi ve usulü hususlarında ilgiye değer oranda sahadan örnekler sunmaktadır. Eserde; Memlükler, Vehhâbiler, Ezher uleması, Mısır toplumu, Fransız işgali sürecinde halka dağıtılan Müslüman Fransız imajının propagandasının yer aldığı bildiriler, Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve dönemi öne çıkan konular arasındadır.
Ahmet Tetik, Gülcan Işık Birinci Dünya Harbinin cephelerinde savaşan Osmanlı Ordusunun, İngilizlere esir düşen askerlerinin tutulduğu Mısır’daki kamplardan birisi de Kahire yakınlarındaki “Tura Esir Kampı”. 1919 yılında harp sona ermiş ancak esirler henüz serbest kalamamışlardır.
Kampta, dünyadan kopmayan esir Türk subayları, dirençlerini korumak, bugünü yarına hazırlamak için değerlendirmede bulunmak, maddi olarak esaret altında olsalar da fikren hürriyet mücadelesini ve vatan sevgisini zinde tutmak gayesi içinde el yazısıyla bir gazete çıkarırlar: IŞIK!
Yaşamak, dünde değil bugünde yarını inşa etmektir. Kamptakiler de bunun şuurundadırlar. “Unutulmamalıdır ki dünyadan ziyade ukbâya bakan insanlar; beşikle mezar arasındaki refahını ihmal ederler.” Tura’da bulunanların sağlam gövdeleri, “mezarlıkları çoğalmış, dinçliği eksilmiş vatan için” en değerli hediyedir. “Hayat; bizim anladığımız gibi ölümle nihayet bulan, ağır bir çileden ibaret değildir.” Esaret altında yaşayan Türk askerleri, Türk Milletinin “Çin’de yenilmişse, Hindistan’da yenmiştir. Turan’dan çıkmışsa, İran’a girmiştir. İran’da batmışsa, Bizans’ta çıkmıştır.” gerçeğini bilmektedirler. Büyük bir felaketten, mutlu bir yarın oluşturmak zorundadırlar.
Yenilgiye uğramak, ölmek değildir. Tura’da tel örgülerin arkasına hapsedilenler, yarının hayatıdırlar. Onlar; “yoksul bir diyarın âdeta ışıklarıdırlar.” Esaretin bol vakitlerini boş işlerle harcayamazlar, gülüp eğlenemezler. “Mâziye karışan her dakika içinde, yarın için düşünmeyen bir nesil; bağdaş kurmuş varlıkları kabil değil, ayağa kaldıramaz.”
IŞIK; esaretin küllerinden yüzyıl sonra yeniden doğan “Anka”…
Sempozyum MİLLÎ ANAYASA ŞÛRASI
‘ ‘Bürokratik Anayasadan Demokratik ve Adil Anayasaya ”
Tebliğler ve Teklifler
21 -22 Ekim 2011 / Ankara
Hüseyin Arslan Milli Görüş Hareketi: Siyasal ve Toplumsal Dönüşümler kitabı Türkiye siyasal tarihine damga vurmuş ve toplumsal dönüşümün katalizörü olmuş bir hareketin incelemesidir. 1969 yılında Necmettin Erbakan’ın siyasete girişiyle başlayan Milli Görüş hareketi Türkiye siyasal hayatı ve İslamcı düşünce için bir dönüm noktasını işaret eder.
Bugün hâlâ Türkiye siyasetini etkileyen birçok toplumsal yapı, kurum ve siyasi partinin nüvesi konumunda olan Milli Görüş hareketi göz önünde bulundurulmadan Türkiye tarihi sarih şekilde incelenemez.
“Fikir ve Hareket İncelemeleri” dizisi ile İslamcılığın fikri birikimini yansıtan ve hemen hemen her alanda karşımıza çıkan temel isimler, dergiler, meseleler hakkında bir çerçeve ve özgün bir bakışın ortaya konulması amaçlanmaktadır. Dizide yer alacak kitaplar İslamcılık düşüncesinin farklı alanlarında merak edilen mevzuları kapsamaktadır. Bu çerçevede, meselelerin temel bir zeminde ve giriş düzeyinde anlaşılmasına katkı sağlaması hedeflenmektedir.
Muhammed Maruf, Yusuf Yalanız Milli Görüş Hareketi, insanlığın tarihin en buhranlı dönemlerine şahit olduğu 20. asırda “Yeni Bir Dünya” kurma ideali ile ortaya çıkmıştır. Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve bir grup, arkadaşı ilk adımın atıldığı 1969 yılından bugüne kadar Türkiye’de meşru zeminde siyasi mücadele ile iktidara gelme ve İslam dünyasına önderlik edebilecek Yeniden Büyük Türkiye’yi kurabilmenin mücadelesini vermişlerdir. Milli Görüş Hareketi’nin öncü kadrosu olarak ifade edebileceğimiz Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve yol arkadaşları, siyasi mücadeleleri boyunca engellemelere, tehditlere, kendilerine yapılan cazip tekliflere rağmen inandıkları yoldan ve ideallerinden asla vazgeçmemişlerdir. Bu kitap; her biri Türkiye siyasi hayatında 50 yıllık bir sürece damga vurmuş, siyasete kazandırmış oldukları duruş ve ilkeleri ile taraflı tarafsız ekseriyetin takdirini toplamış olan Milli Görüş Hareketi’nin öncü kadrolarının biyografilerini konu edinmiştir. Bu çalışma ile okuyucuların, her biri farklı niteliklere sahip olan Milli Görüş Hareketi’nin öncü kadrolarının hayatlarını ve mücadelelerini derli toplu bir şekilde bulabilecekleri bir eser ortaya konulması hedeflenmiştir. Bu çalışma; Milli Görüş lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Süleyman Arif Emre, Rıza Ulucak, Mehmet Recai Kutan, Lütfü Doğan, Fehim Adak, Ahmet Tekdal, Şevket Kazan, Oğuzhan Asiltürk, Yasin Hatipoğlu, Cevat Ayhan, Temel Karamollaoğlu ve Bahri Zengin olmak üzere öncü kadrodan 13 ismin hayatlarına ilişkin bölümlerden oluşmaktadır.
Bayram Akça, Behçet Kemal Yeşilbursa, Ercan Haytoğlu, Hakan Uzun, Haluk Selvi, İhsan Erdem Sofracı, İhsan Güneş, Seher Akça, Sezen Karabulut, Umut Karabulut, Üyesi Birgül Bozkurt 1920, Türk bağımsızlık mücadelesinin örgütlü ve kurumsal bir yapıya kavuştuğu, yeni Türk Devleti'nin temellerinin atıldığı yıl olarak tarihe geçmiştir. Bu nedenle yalnız Türkiye'nin değil çevre coğrafyaların da şekillendiği tarihi bir sürecin başlangıcına işaret eder. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı Devleti'nin yıkılması sonucu kurulmuş ve Osmanlı'dan Cumhuriyet'e uzanan tarihsel bir boyut ortaya çıkmıştır. 1920 yılı birçok açıdan bu geçişin yaşandığı köprü görevini görmektedir. Bir yandan Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi yeni devletin temellerinin atıldığı kurumlar ortaya çıkmış, diğer yandan ise varlığı devam eden Osmanlı Devleti kurumları nedeniyle ikili bir yapı ortaya çıkmıştır.
Millî Mücadele ‘1920’ başlıklı çalışmamız, Millî Mücadele hareketine dair olayların yanı sıra İstanbul'daki Osmanlı kurumlarının tarihlerine de ışık tutmaktadır. Ayrıca Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası olaylara da yer vermekte ve Millî Mücadele dönemi Türkiye'sini birçok boyutuyla ele alan tarihsel bir panorama sunmaktadır.
Ali Sarıkoyuncu, Dilşen İnce Erdoğan, Ercan Çelebi, Esra Sarıkoyuncu Değerli, Fevzi Çakmak, Günver Güneş, Hakkı Uyar, Hüsnü Özlü, İbrahim Bozkurt, Müslime Güneş, Nilgün Nurhan Kara, Şaduman Halıcı, Umut Karabulut Millî Mücadele'ye tümüyle bakıldığında Türk tarihi açısından eşsiz bir dönemi ifade ettiği tartışılmaz bir gerçektir. Millî Mücadele yalnız I. Dünya Savaşı sürecinde ve sonrasında Mondros Mütarekesi ile vatan topraklarının işgalden kurtuluş savaşımı değildir, aynı zamanda modern Türkiye Cumhuriyeti'nin de kuruluşunu ifade eden tarihsel bir dönüm noktasıdır. Hiç kuşkusuz böylesine önemli bir tarihsel olgunun, tarihçilik açısından yeniden ve yüzüncü yıl dönümünde yeni bakış açılarıyla araştırılması değerlidir. Bu bağlamda askerî, toplumsal, kültürel ve diplomatik açılardan çok kritik gelişmelerin yaşandığı 1921 yılının 100. yıl dönümünde, Millî Mücadele 1921 kitabı, içerdiği farklı konu başlıklarıyla kültürel, tarihsel ortamın düşünsel yetkinliğine katkı sunmaktadır.
Buğra Terzi, Çiğdem Kılıçoğlu Cihangir, F. Rezzan Ünalp, Filiz Çolak, Funda Selçuk Şirin, İbrahim Halil Aytar, Murat Karataş, Seçil Karal Akgün, Sezen Karabulut, Ulvi Keser, Umut Karabulut, Yasemin Doğaner Millî Mücadele'ye tüm yönleriyle bakıldığında Türk tarihi açısından eşsiz bir dönemi ifade ettiği tartışılmaz bir gerçektir. Millî Mücadele, yalnız I. Dünya Savaşı sonrasında Mondros Mütarekesi ile vatan topraklarının işgalden kurtuluş savaşımı değildir; aynı zamanda modern Türkiye Cumhuriyeti'nin de kuruluşunu ifade eden tarihsel bir dönüm noktasıdır. Hiç kuşkusuz böylesine önemli bir tarihsel olgunun, tarihçilik açısından yeniden ve 100. yıl dönümünde yeni bakış açılarıyla araştırılması değerlidir. Bu bağlamda askerî, sosyoekonomik, toplumsal ve diplomatik açılardan çok kritik gelişmelerin yaşandığı 1922 yılının 100. yıl dönümünde, Millî Mücadele 1922 kitabı, içerdiği farklı konu başlıklarıyla kültürel, tarihsel ortamın düşünsel yetkinliğine katkı sunmaktadır.
Birgül Bozkurt, Birten Çelik, Ercan Haytoğlu, Fevzi Demir, Hasan Yürek, İbrahim Bozkurt, Kemal Arı, Olcay Özkaya Dumanlı, Sezen Karabulut, Temuçin Faik Ertan, Umut Karabulut, Volkan Payaslı Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri olan İtilaf Devletleri ile, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi sonrası Anadolu’da başlayan işgaller, hukuksuzluklar ve haksızlıklar, bir milleti var olma çabasıyla örgütlenmeye yöneltmiştir. Bu bağlamda Milli Mücadele, çeşitli zorluk ve yetersizliklere rağmen ülkenin işgaline ve parçalanmasına sessiz kalınmadığını gösteren, Anadolu’da verilen topyekûn bir direnişin adı olmuştur. İşgallere karşı yerel düzeydeki direniş, adım adım Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ve daha sonra Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde birleşerek ulusal düzeyde verilen mücadeleye dönüşmüştür.
Bu kitap, Millî Mücadele dediğimiz tarihsel sürecin 1919'daki gelişmelerine odaklanarak hazırlanmıştır. 1919’u birbirinden farklı konu ve bakış açılarıyla değerlendiren on üç çalışmanın yazarlarının ortak amacı, Millî Mücadele’nin 100. Yıldönümünde mesleğimizdeki tarihsel dönüm noktalarına özgü bir geleneği devam ettirmek ve ulusal ortak hafızamıza akademik bir yayınla katkıda bulunmaktır.
Hasan Acar Ülkücülerin hayatı bambaşkadır. Sözlüklerinde rahatlık kelimesinin yeri yoktur. Daimi bir mücadele içinde ömür tüketirler. Hemen herkesle, her şeyle zaman zaman çatıştıkları görülür. Arkadaşları ile, aileleri ile hatta sevdikleri ile... Belli bir ülkünün esaslarından ziyade politikanın değişen icaplarına uymayı tercih eden kudret sahipleri ile de sık sık ihtilafa düşerler. Çok defa, başları belaya girer; gene de sinmezler. Bu hâlleri “kalabalık”a göre, uslanmamaktır; kendilerine göre de yılmamak.
Ülkücü, dünya nimetlerinden yana nasipsizdir. Gözü yoktur ki, nasibi olsun. Bir lokma, bir hırka ona yeter. Paraya karşı o kadar müstağnidir ki halkın hayretine sebep olur. Herkesin istediğini istemez, ne istediğini de herkes anlayamaz. Kendi zevkleri dışında zevk tanımayanların gözünde “zevksiz” bir adamdır! Küçümserler onu, hayatı anlamamakla, üç günlük dünyanın hakkını vermemekle itham ederler. Böyle davranışlara hiç önem vermez. Elverir ki inandığına dokunulmasın! (…)
Ülkücünün en çok dinlediği 'nasihat'tir. “Yapma!” derler, “Hayatını heba etme!” derler, “Gününü gün et.” derler. O kadar çok şey söylerler ki bitmez. O hepsini dinler ama hiçbirini tutmaz, gene bildiği gibi yaşar. (…)
Gün gelir, ecel hükmünü icra eder, ülkücü dünyasını değiştirir. ‘Kalabalık’ ona acır, daha iyi yaşamış olmasını temenni eder. Hâlbuki o, inançları uğrunda yaşamanın hazzını tadamadıkları için ömrü boyunca “kalabalık”a acımıştır.
Galip Erdem
(Tercüman, 13 Ağustos 1961)