Sosyal Bilimler \ 24-41
Gıyasettin Yıldız Erkeklik, çokça tartışılan ancak çok az sorunsallaştırılan bir kimlik konusudur. Bu konunun en çok tartışılan yönü ise ataerkil yapı düzeni içerisinde gücü elinde bulunduran erkek cinsiyetine ait bir kimlik biçimi olması ve ona kazandırdığı avantajlardır. Bu nedenle de erkeklik kimliğine ilişkin sorunsallaştırmalar çoğunlukla yalnızca görünürdeki uygulamaları ele almakta ve her yerde aynı biçimde geçerli olan bir ideal erkeklik tipinin var olduğu kabulü ile hareket etmektedir. Hâlbuki kimlik söz konusu olduğunda evrensel bir kimlik biçiminin geçerli olmadığı gibi ülkelere, bölgelere ve hatta farklı ırk ve etnik kökene dayalı yerel kültürlerin kendine özgü kimlik biçimlerinin olduğu birçok etnografik çalışmada ortaya konulmuştur. Elbette teknolojik gelişmeler sonrası yaygınlaşan kitle iletişim araçları, iletişim alanında devrimsel değişimlere neden olduğu gibi etkileşim alanında devrimsel nitelikte değişimlere neden olduğundan farklı coğrafyalarda yer alan kültürlerin ve kültüre ait kodların birbirinden etkilenmesinin de zeminini hazırlamıştır. Kültürel alanda oluşan bu zemin moda gibi güçlü bir olguyla başka bir boyuta geçmiş ve küresel ölçekte kültürel bir değişimin gerçekleşmesine neden olmuştur. Dolasıyla kültürel kodlarda medyana gelen değişim, aynı zamanda kimlikleri oluşturan kodların değişimi anlamına geldiğinden kimliklerin gündelik hayat alanında sergilenme biçimlerinde, iletişim ve etkileşimlerinde değişimlere neden olarak yeni pratiklerin ve uygulamaların ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Bu kitap da kimliklerin yapısında ortaya çıkan bu yeni durumun nasıl yapılandığını anlamak için Şanlıurfa ili özelinde erkeklik kimliğinin izini sürerek geçmiş ve şimdiki zaman arasında değişen kültürel kodları ve bunlar arasındaki bağlantıları “gündelik hayat” kuramları perspektifinde ortaya çıkarmayı amaç edinmektedir. Böylelikle bu kitap ile günümüzde var olan farklı erkeklik kimliklerine bir ışık tutulacağı gibi gelecekte de inşa edilecek olan erkeklik kimliklerine ilişkin bir öngörü oluşturacağı düşünülmektedir.
Conrad Phillip Kottak Kültürel Antropoloji – Kültürel Çeşitliliği Takdir Etmek, bugün antropolojinin temel sorunsallarını, kavramlarını ve kuramlarını güncel örnekleri ve tartışmaları ile ele alan bir temel kaynak niteliğindedir. Kitap, özellikle ABD'de antropolojinin nasıl şekillenmiş olduğunu ve antropoloji eğitiminin hangi konular üzerinde durduğunu belgeleyen bir ders kitabı özelliği taşımaktadır.
Columbia Üniversitesinden doktorasını almış olan Amerikalı antropolog Konrad Phillip Kottak (d. 1942); Brezilya ve Madagaskar'da araştırma yürütmüş ve ders kitabı niteliğindeki eserleri en çok okunanlar listesine girmiş, ödüller almış ve birçok dile çevrilmiş bir yazardır. Yazar, Amerikan toplumunu da antropolojinin bakış açısı ile izlemekte ve modern mitolojilerin gelişmekte olduğunu savlamaktadır.
Kottak, kitapta; antropolojinin küçük ölçekli toplumları derinlemesine inceleme geleneğini günümüzde küreselleşme, çevre sorunları ve hareketleri gibi güncel oluşum ve sorunlarla birlikte değerlendirmektedir. Etnisite, sosyal sınıf, azınlık toplulukların konumu, cinsel kimlik gibi kültürel çeşitliliklerin sosyal bilimlerin bakış açısı ile nasıl değerlendirildiğinin farkında olmak, bizim coğrafyamız açısından da gerekli bir uğraştır. Kitap; sadece antropologlar için değil her yaştan siyaset bilimciler, medya ve iletişim uzmanları, uluslararası ilişkiler ve tarih, psikoloji “öğrencileri” için de değerli bir kaynaktır.
Rana Esin Şahin, Mehmet Çakır Göçler çağını yaşadığımız şu dönemde doğal olarak en çok tartıştığımız konular arasında kozmopolitanizm, diğer bir ifade ile dünya vatandaşlığı konusunun yer alması umulurdu. En azından “makul bir okuyucunun”, küresel sistemde işler yolunda gitseydi göç temalı bir kitaptan ya da tartışmadan bunu beklemesi anlaşılabilirdi. Ancak göç olgusu her zaman olduğu gibi kapalı bir kutu misali farklı ve beklenmedik hikâyelere ev sahipliği yapabiliyor. Yirmi birinci yüzyıl, dünya vatandaşlığı konusunu gündemine alacak küresel hukuk sistemi inşasının çağı olma beklentisi bir yana, bölgesel alanlara zaruri hapsolmuş, parmak ısırtan hikâyeler barındırmasıyla yine fark yaratıyor…
[Bir yabancının daha üstün olmasını asla istemezler. Eskiden anne babalar buraya çalışmaya gelmişler ve hiç okumamışlar. Bu yüzden onları hep böyle görmüşler. Ama şimdiki yeni nesil okuyor; dilleri var, üniversiteye gidiyor, yüksek lisans yapıyor. Ben o zamanlar bir okulun içinde çalışıyordum. Bir bölüm vardı ve orada artık yabancılar da okumaya başlamıştı. Bir kadın, “Artık eskisi gibi ellerini kirletmek istemiyorlar; üniversite okuyorlar, yüksek lisans yapıyorlar. Zor işlere girmek istemiyorlar. Okudukları için daha güzel yerlere geliyorlar. Eskiden yabancılar kötü ve ağır işlerde çalışıyorlardı; şimdi artık okuyorlar, bizim gibi oluyorlar.” demişti birisi...] Irkçılık; yirmi birinci yüzyılın tam da başında bu düşünceye sahip egemen kültür temsilcilerinin söylemleri ile [Biz ne orada Türk'üz ne burada Türk'üz. Biz de nereye ait olduğumuzu tam olarak bilmiyoruz.] arada kalmışlığı yaşayanların inşa ettiği toplumsallığın bir sonucu olarak görülüyor... Kültürel motiflerle ve özellikle söylem ile süslenince oluveriyor kültürel ırkçılık…
Hülasa elinizdeki bu kitapta; Avrupa'da yaşayan Karamanlı göçmenlerin etnik kökenleri, dinî inançları, dilleri, yaşam şekilleri ve giyiniş biçimlerinin gündelik hayatlarına, okul, iş ve diğer yaşantılarına etkisi "kültürel ırkçılık" odağında gerçek katılımcılar gözünden incelenmektedir.
Zehra Kaderli Beden; insan yaşamının doğadan, dolaysız deneyimden koparılarak icat edilmiş söylemsel kategorilere ve gerçeklik rejimlerine göre baskı altına alındığı, şeyleştirildiği ve biçimlendirildiği ve adına da uygarlaşma, kültür, bilim, teknoloji, gelişme ve ilerleme denen tahakküm ve şeyleşme sürecinin hem hedefi hem de ürünü olmuştur. Doğadan kopmanın ve sembolik kültürün icadıyla başlayan bedenin bu makûs tarihi, insani varoluşun esas boyutu olan bütüncül bedenleşme deneyiminden bedenin bir şeye, nesneye, kategoriye, sembole, metafora, yüzeye ve organizmaya indirgenmesi sürecini ifade etmektedir. Bildiğimiz hâliyle beden ve bedenleşme deneyiminin neliği ve nasıllığını açıklayan teorizasyon projesi bütünüyle sosyo kültürel bilimsel söylem, pratik ve kurumların etkileşimsel yapılandırmasının bir neticesidir.
“Bedenlerin ve deneyimlerin gerçekliğini dışa vuran temsillerin temelindeki söylem ve gerçeklik rejimlerinin kimlerin bedenlerine, deneyimlerine, inisiyatiflerine ve çıkarlarına dayandığı” sorusundan hareketle eleştirel, feminist, fenomenolojik ve pragmatist yaklaşımlar çerçevesinde beden ve bedenleşme deneyiminin yapılandırılma serüvenini ele alan bu kitap, söylemsel biçimlendirmeden kaçılamayacağını ileri süren postmodern teslimiyetçi yaklaşımdan farklı olarak bedenleşme deneyiminin direniş ve öz belirlenim potansiyelinin ve failliğinin arkasında durur. Çünkü beden, varoluşsal özelliklerimizin tümünün eş zamanlı ve etkileşimsel olarak örümlendiği ve ancak yapay bir düzlemde ayrıştırılabileceği bütüncül bir deneyimdir. Hiçbir söylem, bedenleşme deneyimlerini bütünüyle zapt edemez. Bedenleşmenin deneyimsel boyutu her zaman söylemi sorgulayabilecek, alaşağı edebilecek ve kendi gerçekliğini ortaya koyabilecek bir faillik potansiyeli barındırır.
Muhammet Şevki Aydın, Cemil Osmanoğlu Kültürlerarası eğitimin önemli bir dalı olan “Kültürlerarası Din Eğitimi”, küreselleşmenin tetiklediği toplumsal çoğulluktan kaynaklanan sorunlara çözümler üretme, yeni bir uzlaşı kültürü inşa ederek farklı aidiyetlere mensup kişi ve grupların bir arada barış içerisinde yaşamasına katkıda bulunma amacıyla oluşturulmuş din eğitimi modellerinden biridir. Tüm dünyada insanları derinden etkileyen ve onları hem olumlu hem de olumsuz yönde yönlendirme potansiyeline sahip olan din ve inanç olgusunu öğretime konu edinmesi, bu modelin önemini artırmaktadır.
Ülkemizde farklı mezhep, din, inanç, ideoloji veya dünya görüşlerine mensup insanların barış içerisinde bir arada yaşayabilmesi, söz konusu farklılıkları doğru anlamlandırabilmelerine bağlıdır. Bilhassa din ve inanç farklılıklarından kaynaklanan sorunların çözülmesi, uzlaşı ve diyalog zemininde, farklılıkları zenginlik ve gelişim vesilesi sayan bir anlayışın geliştirilebilmesi için müzakereyi öne çıkaran bir eğitim anlayışının gerekli olduğu açıktır. “Kültürlerarası Din Eğitimi” söz konusu anlayışın yerleşip gelişebilmesi bakımından önümüzdeki dönemde ülkemizin gündemini daha fazla meşgul edecek bir araştırma alanı hâline gelecektir.
Türkiye'de henüz üzerinde yeterince çalışma yapılmamış bir alan olan “Kültürlerarası Din Eğitimi”ne dair bu kitabın, alanında önemli bir boşluğu dolduracağı ve bundan sonraki çalışmalara ilham kaynağı olacağı düşünülmektedir.
John W. Berry, Ype H. Poortinga, Seger M. Breugelmans, Athanasios Chasiotis, David L. Sam Bu eser, kültürlerarası psikoloji alanına önemli katkılar sunmuş araştırmacıların, kendi çalışma alanlarını psikoloji öğrencilerine ve meraklılarına kapsamlı biçimde tanıtmayı amaçlayan değerli bir çalışmadır.
Kitabın Giriş Bölümü, alandaki temel kavramları ve araçları tanıtarak takip eden materyali anlayabilmek için gerekli olan kuramların ve yöntemlerin ilk sunumunu yapma hizmetini görmektedir. Birinci Kısım'da, gelişimden sosyal davranışa, kişilikten bilişe, duyguya, dile ve algıya kadar bir dizi alanda farklı kültürlerdeki insan davranışları üzerine yapılan karşılaştırmalı çalışmaların görgül bulgularından örnekler sunulmaktadır. İkinci Kısım'da, disiplinin temellerinden derinlere doğru inilmiş ve kültürlerarası psikoloji araştırmaları, kültürel antropoloji ve biyolojideki kökleri ile ilişkilendirilmiştir. Üçüncü Kısım'da; Birinci ve İkinci Kısım'da sunulmuş olan pek çok bulgu ve fikirden yola çıkan, uygulamalı niteliği olan bölümler toplanmıştır. Bu bölümlerde okuyuculara hepsi “gerçek yaşam” ile ilgili olan yeni görgül alanlar ve konular (kültürleşme, kültürlerarası ilişkiler, kültürlerarası iletişim ve eğitim, iş ve örgütleri, sağlık gibi) tanıtılmıştır.
Ülkemizde psikoloji bölümlerinin lisans ve lisansüstü programlarına 'Kültürlerarası Psikoloji' dersinin seçmeli veya zorunlu bir ders olarak yerleşmesinin giderek yaygınlaşmaya başladığını göz önüne alırsak, bu çalışmanın Türkçeye çevrilmesinin ülkemizdeki psikoloji eğitiminde önemli bir ihtiyaca karşılık geldiğini düşünmekteyiz.
Boğos Levon Zekiyan, Yıldız Deveci Bozkuş, Buğra Poyraz Bu eser, Osmanlı İmparatorluğu'nun XVII ve XVIII. yüzyıllardaki ekonomik dünyasını inceleyerek Osmanlı Ermenilerinin ve onların aracılığıyla dönemin küresel bağlantılarının ilişkilerini ortaya koymaktadır. Ermeni esnaf, tüccar, zanaatkâr ve entelektüel sınıfının ekonomi alanındaki faaliyetlerine odaklanan çalışma aynı zamanda Ermeni tüccar ve entelektüel grubun dış dünya ile bağlarını da araştırmaktadır. Ermenilerin sarraflık alanında XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren devletin finans ve mali işlerini nasıl yönettiklerini detaylandırmaktadır. Eser, özellikle Düzyan ailesi gibi önemli Ermeni ailelerinin ve elitlerinin rolünü vurgulamaktadır. Ayrıca Culfa Ermenisi tüccarlarının zenginlik ve şöhret seviyelerini göstererek Osmanlı'ya modern teknolojinin gelişinde Ermenilerin kilit rolüne dikkat çekmektedir. Bu eser, Osmanlı İmparatorluğu'nun çok kültürlü yapısında Ermenilerin ticaret, finans ve teknoloji alanındaki katkılarını ve Osmanlı'nın az incelenmiş dönemlerine dair önemli verileri sunarak Ermenilerin bu konudaki etkilerini daha yakından tanımamıza olanak sağlamaktadır.
Ervin Laszlo Çeviri: İbrahim S. Canbolat Kitap, ne yapabileceğimize ve ortak çıkarlarımız için ne yapmamız gerektiğine dair gerçekçi bir vizyon sunmak için hazırlanmış bir çalışmadır. Bu vizyon dahilinde dünyayı en doğru anlamıyla işleyen bir el kitabıdır. Kitap, Türkiye’de ve hızlı bir dönüm sürecindeki dünyamızın başka yerlerinde herkesin Sorunların çözümüne yönelik olumlu ve anlamlı eylemler için gerçek olanaklar yaratacak, kadın erkek herkesin oynayabileceği bir rol olduğunu ve o rolü bugün oynaması gerektiğini anlatıyor.
Malik Sayan Globalleşme süreci ile birlikte biriken sermaye küresel bir hâl almaya ve serbestçe dolaşmaya başladı. Sermayenin kapalı alandan kurtularak ulusal sınırların dışına yayılmaya başlaması ile yaşanan süreçte, sermayenin önündeki tüm engeller kalktı. Bu engellerin ortadan kalkması ile birlikte 1990'lı yıllarda, dünya finans sektöründe küreselleşme ve şeffaflaşma sürecinin finansal teknik ve araçlarda yarattığı gelişim, yaşanan krizlere de farklı bir boyut kazandırdı. Bilgi teknolojilerindeki gelişmelerin finans sektörü üzerinde yarattığı etki, sermaye akımlarının hızlanmasını kolaylaştırdı. Aynı zamanda bu etki, krizlerin yaygınlaşmasında da hızlandırıcı bir rol oynadı. Dolayısıyla bir ülkede başlayan krizin hızla yayılarak diğer ülkelere sıçraması küreselleşmenin ürettiği doğal -olumsuz- sonuçlardan biri hâline geldi. Bu durumun en bariz örneği 2007 yılının ortalarında ABD'de gayrimenkul sektöründe yaşandı. Burada ortaya çıkan problemler, 2008 yılının sonlarına doğru büyük çaplı bir finansal krize dönüşerek Avrupa ülkeleri başta olmak üzere pek çok ekonomiyi derinden etkiledi. Finans piyasalarından sonra reel sektörü de etkisi altına alan kriz, makroekonomik göstergeleri şiddetli bir biçimde bozdu. Mortgage krizi olarak başlayan kriz, daha sonraları likidite krizine dönüşerek bankaların kendi faaliyetlerini döndürecek finansmanı bulamadıkları, bu nedenle oluşan güven problemi sonucu hiçbir kuruluşun diğer kuruluşlara borç vermediği bir niteliğe büründü. Hâl böyleyken, küresel kriz tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'deki bankacılık sistemini de etkiledi. Bu kitapta, Türkiye'deki -aynı düzenlemelere tabi olan ancak farklı çalışma prensiplerine sahip- mevduat ve katılım bankacılığından oluşan dual bankacılık sisteminin krizden nasıl etkilendiği açıklanmaya çalışılacaktır.
Oğul Zengingönül Cennette yapılacak ebedi harcama çok soyut ve belirsiz... Ama bugün yapacağımız, mutlak gerçeklik ve ölümsüz gücün sembolik bir göstergesi… Katıksız bir haz…
Hayattaki amaçlarımızı çoğu zaman ihtiyacımız olmadığı halde satın aldıklarımız üzerinden şekillendirmiyor muyuz? Kimliğimizi, gittikçe “törenle” satın aldıklarımızdan ve onları yine “törenle” sergilemekten kazanmıyor muyuz?
Çocuklarımızı da hem ailede hem okul sıralarında “tüketim hazzına” bir an önce kavuşabilmeleri adına “başarılı olmaları için” öğütüyoruz… Şu sözler tanıdık geliyor mu? “Fark yarat, kendine yatırım yap, farkında ol, bireysel gelişimini tamamla, giyinirken tarzın olsun, ata bin, keman çal, resim yap, drama dersi al, kursa git, yelken öğren, zaman yarat, pozitif enerji saç ve çakraları açık tut! ”
Aileler olarak çocuklarımızın “zaten bir yarış içinde olmaları gerektiğini” benimsiyor ve tercihlerimizi buna göre yapıyoruz. “Beyin geliştirici ve uyanık tutucu ilaçlar” çocuklar arasında niye yaygınlaşıyor acaba? “Herkesin çocuğu bu tür ilaçlar kullanırken, benim çocuğumun feragat etmesi ne kadar etik ve adil?” diye soran aileler haline geliyoruz. İlaç kullanımında bile en önemli korkumuz, onun yol açabileceği sorunlar değil, “çocuğumuzun bir gün bir şekilde bu ilaçlara ulaşamayacağı” korkusu…
Hazza ulaşmanın yolunu o kadar çok “tüketime tapınmaktan” geçiriyoruz ki, çocuklarımızı “bir an önce çalışma hayatının öğütücü çarklarına” atmak için eğitimi bile dönüştürüyoruz. Artık eğitimin temel amacı, tüketim piyasası için “şirket çalışanı” yetiştirmek. Bunun için bir de isim icat ettik: “kurumsal çalışan”! Yani hazzın doruğu…
Çocuklarımız; şirketi ve örgütü anlayan, teknolojiyi kullanılabilir kılan, bilgiye erişimi kontrol altında tutan yani “gerçeklerin ve olguların” bir özeti haline geldi. Onlar, ister Türkiye’deki iktisadi ve idari bilimler fakültelerinden isterse Harvard'dan, Ecole Nationale d’Administration’dan veya London Business School’dan mezun olsunlar, giderek çok tipik olarak kendilerine aşırı güvenli, örgütlere sadık, sürekli hesap peşinde olan, manipülatif ve güç bağımlısı bireylere dönüşüyorlar. “Teknokrat” olarak insani sorunları küresel ticari dünyanın içinde anlamak üzere eğitiliyorlar. Dolayısıyla kötü günde mükemmel bir insan bitiriciyken, iyi günde bilinçsiz meleklere dönüşüyorlar.
Günümüzde birçok akademik kurumda temel bilgiyi kullanarak düşünmekten çok, yönetme becerisi ve yöntemlerini öğretiyoruz. Temel bilgi zaten insan odaklı düşünmeyi gerektiriyor ve çoğu zaman “profesyonel” ve kimi zaman “faydacı” olmayabiliyor. Eğer eğitim, profesyonel olmayan düşünceyi cezalandırmaya başlarsa, temel bilgi de sürekli rötuşlanarak “piyasa bilgisine” dönüşür. Piyasaya ait bir temel bilgiyle insani sorunların çözümü değil, sadece “yönetilebilirliği” mümkündür.
Tüketim ekonomisi ve küresel ticari dünya ile “insana dair bir sosyal bilinç yaratmaya çalışıyoruz”… Ne ütopya…
Muhittin Adıgüzel Küreselleşen dünyada bir ülkenin kalkınma ve refah düzeyi, iç dinamikler kadar dış dinamiklerce de belirlenen bir olgudur. Günümüzde, Bilgi Ekonomisi ve Küreselleşme eksenlerinde şekillenen dünya ekonomisi ve küresel rekabet ortamı içerisinde, Türkiye'nin; kalkınma ve refah hedeflerini gerçekleştirebilmesinin, sürdürülebilir bir büyümeyi sağlayabilmesinin ve başta cari açık ve işsizlik olmak üzere önemli kronik yapısal sorunlarını çözebilmesinin gerek ve zorunlu koşulu, küresel rekabet gücüne sahip bir ekonomi olmasıdır. Bu düşünce bağlamında, konunun bir proje bütünlüğü içinde çeşitli boyutları ile incelenip irdelendiği beş yıllık çalışmamızın sonuçları bu kitabımızı da kapsayan;
1. Ekonomik, Kültürel ve Politik KÜRESELLEŞME ve SONUÇLARI
2. Bilgi Toplumu ve Küreselleşme Bağlamında KÜRESEL REKABET ORTAMI
3. ULUSLARARASI REKABET GÜCÜ Belirleyici Faktörler ve Ölçülmesi, Türkiye Bağlamında Bir Değerlendirme
4. TEKNOLOJİNİN KÜRESELLEŞMESİ
5. KÜRESEL REKABET GÜCÜ Türkiye için Sistematik ve Eklektik Bir Yaklaşım
6. TÜRKİYE EKONOMİSİ VE STRATEJİK DÖNÜŞÜMÜ
kitaplarımız ile ortaya konularak Türkiye'nin geleceğini ilgilendiren ve belirleyecek önemli konularda katkıda bulunulması amaçlanmıştır.
Adem Solak "Ne yazık ki, savaşın terörizme karşı yapılmadığı, aksine, terörizmi savaşın doğurduğu gerçeği anlaşılmıştır; tıpkı Irak işgalinin bize gösterdiği gibi. Evet, işgaller ve savaşlar terörizme yol açan nedenleri körüklemektedir. Şu anda insanlık tarihinin önemli bir yol ayrımındayız; tarihte iz bırakacak dönemeçlerden birini yaşıyoruz. Eğer Batı, bu savaşkan tavrını sürdürerek, kendi halklarını bile kandırarak insanları dışlayan ideolojilerini yaymakta diretirse; dünya uçuruma yuvarlanıp, bir kan gölüne dönecek, sonu gelmez anlaşmazlıkların ve korkunç katliamların girdabında boğulup gidecektir." (GOFFİREDO)
Bu eser, yazarın bizzat cezaevlerindeki teröristlerle ve canlı bomba sürecinden geçenlerle 30 yıl boyunca yüz yüze yaptığı çalışmalar ve uluslararası literatürden dikkatle seçtiği öz belirlemelerden oluştu. 18 yıl dağda, çatışma alanlarında bulunup hayatta kalmayı beceren bir teröristin "geciken itiraflar" niteliğindeki anlatımları, Türkiye'nin son 35 yılda yaklaşık 50 bin insanın terör adına ölümünün ve bu sürede sadece terörle mücadeleye neden bir trilyon ABD Doları harcamak zorunda kaldığının açık belgeleri gibidir. Gençlerin nasıl terörist/canlı bomba oldukları da bu eserin ana konusudur.
Vedat Yeşil Anadolu coğrafyası insanlık tarihi boyunca, zulüm görme ya da öldürme korkusuyla, yaşadıkları topraklardan ayrılarak Anadolu'ya göç eden insanlara imkânları ölçüsünde kucak açmıştır. Günümüzde ise Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu'nun bu özelliğini sürdürmeye devam etmektedir. Yakın coğrafyamızda yaşanan siyasi olaylar ve savaş nedeniyle ortaya çıkan karışıklıklar, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkları ortaya çıkararak, bölge halklarını yer değiştirmeye zorlamaktadır. Bu durum sonrasında yaşadıkları ülkelerde olası durumlara karşı koruma hizmeti alamayan toplumlar, bireysel veya toplu olarak diğer ülkelere sığınmak suretiyle hayatlarını teminat altına almaya çalışmaktadırlar. Bu durumun neticesinde uluslararası koruma başvurusu ve statü sahibi olmak amacıyla kamu kurumlarıyla irtibata geçen diğer ülke vatandaşları arasında en büyük ikinci topluluk Afganlardır. Bu çalışmada, Afganların sosyal, hukuksal ve ekonomik durumları incelenmiş olup sosyal hizmet çerçevesinde sosyal refah durumlarının iyileştirilmesine yönelik bazı öneriler ortaya konulmuştur.
Bu eser, hangi sebeple olursa olsun ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan tüm insanlara ithaf olunur.
Oğuz Kaymakçı Dünya ekonomisi her geçen gün artan oran ve önemde küreselleşen bir yapı kazanmaktadır. Bu yapının yansıması olarak makro planda ülkeler hızlı bir transformasyon sürecine girerken, ulusal ve/veya uluslararası şirketler açısından da farklı yöntem, yaklaşım ve felsefelerle bu akım içerisinde varlıklarını koruma-sürdürme mücadelesi verildiği görülmektedir. Ülkelerin ve şirketlerin bu yeni dönemde bölünme ya da entegrasyon tavrıyla bu dönemi karşılamaktadırlar. Bu karşılama devresinde ortaya çıkan tartışma konularının on kısım olarak ele alındığı çalışma, özellikle iktisadi küreselleşme temelinde yaşananları alanında uzman akademisyenlerin kaleminden anlatmaktadır. Bu on kısım; ulus-devlet, değişim ve birey, yeni ekonomi, e-dünya, küresel sermaye hareketleri ve krizler, fakirlik ve eşitsizlik, piyasa, firma ve rekabet, STK/NGO ile küresel ve bölgesel diğer etkiler başlıkları altında verilen yirmi dokuz makaleden oluşmaktadır. Kitapta yer alan makaleler çok sayıda tablo ve şekil yardımıyla yalın anlatımlı ve açık hâle getirilmiştir. Çalışmanın başta iktisadi ve idari bilimler fakülteleri olmak üzere küreselleşme etkisi yaşayan tüm alanlar için kaynak nitelik taşıyabilecek niteliktedir.
Berrak Gökmen, Ebru Özdayı Demirel, Gülenaz Selçuk, Gülşah Taşçı Kaya, Halim Güner, Hüseyin Uzunboylu, Mahmut Polatcan, Nurhayat Çelebi, Özer Atasayar, Tolga Turan Vuranok Küreselleşme, günümüzde gelişmiş ya da az gelişmiş bütün ülkeleri ilgilendiren önemli sorunlardan biridir. Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ve az gelişmiş bütün ülkelerde hegemonyalarını sürdürmek için kıyasıya bir yarış içindedirler. Küreselleşmenin ülkeler bazında eğitimde, ekonomide, yönetimde, toplumsal yaşamda, kültürde, teknolojide, siyasi alanda oluşturduğu hızlı değişimler, yeni ideolojilerin ve pazar arayışlarının doğmasına neden olmuştur. Bugün, medya ve sosyal ağlar yardımıyla insanlar dünyanın her yerinde birbirleri ile anında iletişim kurabilmekte, gelişmeleri takip edebilmektedir. Dolayısıyla dünya, gittikçe küçülmektedir.
Bu kitap, küreselleşmeye ve eğitime genel bir çerçeveden bakmaktadır. Kitap, dokuz bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın ana temaları içinde en fazla yer tutan bölümler ağırlıklı olarak; AB süreci içinde eğitim programlarındaki yapısal değişim sorunlarına yönelik çözüm arayışlarını içermektedir. Özellikle bu çerçevede; mesleki eğitim, hayat boyu öğrenme, yükseköğretim, eğitim harcamaları, istihdama ilişkin sorunlar ve çok kültürlülük üzerinde durulmuş, yönetsel açıdan “yerelleşme” ile ilgili sorunlar ele alınmıştır. Ayrıca teknolojideki gelişmelerin sosyal medyadaki yansımaları ve eğitimde teknolojinin kullanımı ile ilgili sorunlar da vurgulanmıştır. Bu kitabın, araştırmacılara ve akademisyenlere, yapacakları çalışmalarda bir kaynak olacağı düşünülmektedir. Küreselleşmenin bundan sonraki süreçte de devam edeceği ve yeni çalışmaların yapılacağı kanısı, bizleri, sizlerin katkı ve eleştirilerinizle yeni arayışlara yönlendirecektir.
Dilek Çiftçi Yeşiltuna Günümüz dünyası, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, ilişki ve etkileşimin küresel boyutta yaşandığı bir dünya olmaktadır. Buna bağlı olarak, giderek ulus-devletin görev ve sorumluluk alanı da dahil olmak üzere, yaşamın her alanında küresel ve yerel ilişkiler, etkileşimler, hızlanmakta ve yoğunlaşmaktadır. Süreç giderek kırsal yerleşim yerlerinde küreselleşmenin etkilerinin derinleşmesine yol açmaktadır. Bu bağlamda, küresel dinamikler, yerel, bölgesel coğrafyalarda bir dizi değişimleri zorunlu kılmakta ve aynı zamanda mekansal hareketlilikleri hızlandırmaktadır. Sermayenin mekansal örgütlenmesi, tarihsel süreç içinde her zaman kendine özgü bir dizi belirleyicilerin sonucunda gerçekleşmektedir. Mekanlar, hem bir toplumda üretim süreçlerini belirleyen faktörlerden ya da dinamiklerden, hem de bu dinamikler üzerinde gelişen sosyal ve kültürel yapılardan etkilenmektedir.
Uzun süreli bir saha incelemesini içeren bu çalışmada, küreselleşme sürecinin yerelde yarattığı değişim, dönüşümün dinamiklerinin saptanması ve analiz edilmesi amaçlanmaktadır. Bu çerçevede belirlenmiş araştırma temaları bağlamında, köylerin sosyal ve fizik mekan ilişkilerindeki ve örgütlenmelerindeki değişimden hareketle, yerelin küresel kapitalizme eklemlenme sürecinin yarattığı mücadele alanları ve somut yaşam stratejileri ele alınmaktadır.
Araştırma alanını oluşturan İzmir'in Germiyan ve Uzunkuyu Köyleri, çok yönlü, faktörlü ve kimlikli bir göç hareketi yaşayan, farklı sosyal grupları ve kimlikleri bünyesinde barındıran yerleşim yerleri olmaktadır.
Kitapta küresel-yerel ilişkisinin, gerek sosyal gerekse fizik mekanın düzenlenmesi ve örgütlenmesi sürecinde yarattığı, yeni uzlaşım ve gerilim alanları ortaya konmaktadır. Köylüler, mevcut ekonomik, sosyal, kültürel koşullarının içerdiği farklılıklara ve eşitsizliklere bağlı olarak, yeni yaşam alanları ve stratejileri yaratma eğilimine girerken, tüm sosyal ve fizik mekana yönelik ilişkilerini de bu yönde yeniden düzenlemektedirler. Böylelikle mekanlar, dışsal ve içsel dinamikler temelinde, yeni alanlar, açılımlar kadar yeni sınırlılıklar üretmektedir. Araştırma köylerinde de Türk, Kürt, Yerli, Yabancı, Köylü, Yeni Köylü, Kentli gibi ayrımların ve kimliklerin ürettiği sosyal ilişkilerdeki Açık, Yarı Açık ve Kapalı ilişki sistemlerini kapsayan mekanların toplumsallıkları, yerel-küresel dinamiklerin etkileşim yapısına bağlı olarak köylüleri, yeni arayışlar ve örgütlenme biçimleri yönünde baskılamaktadır.
Murat Ercan Küreselleşme (Globalleşme) kavramı yirminci yüzyılın son çeyreğinin başlarından itibaren, yaygınlık kazanan bir kullanımdır. Genel olarak ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel değerlerin ve bu değerler çerçevesinde oluşmuş birikimlerin ulusal sınırlar dışına taşarak dünya geneline yayılması olup, ülkeler arasında fiziksel ve ekonomik özgürlüklerin geliştirilmesi anlamını taşımaktadır. Bu itibarla küreselleşme, farklı toplumsal kültürlerin ve inançların daha yakından tanınması, ülkeler arasında her türlü ilişkinin yaygınlaşması ve yoğunlaşması; ideolojik ayrımlara dayalı kutupların ortadan kalkması sonuçlarını doğuran kaçınılmaz bir süreçtir. Küreselleşme olgusunun günümüzdeki niteliği özellikle Avrupa Birliği süreci nedeniyle herkesin ilgisini çekmektedir. Ancak Birliğe dâhil olan ülkelerin de üzerinde durduğu, hâlâ geçerliliğini ve gücünü koruyan ulus-devlet konusu Birlik içerisinde önemini devam ettirmektedir. Küreselleşmenin, bir kurgu olduğu varsayımının Batı‘nın yayılmacı politikalarından rahatsız olan çevrelerce, Türkiye‘nin içinde bulunduğu veya yol almakta olduğu şartlar anlamında özel bir önemi de vardır. Zira bu süreç Batı dışı tüm azgelişmiş toplumları ve siyasal birimleri olumsuz şekilde etkilemektedir. Bu bağlamda ulusal güvenlikten millî kültüre, politik parçalanmışlıktan ekonomide dışa bağımlılığa kadar pek çok ulusal sorunun kaynağında Batı ülkelerinin gizli ya da açık müdahalelerini de aramak gerekir. Küreselleşme ve Türkiye‘ye Etkileri başlığını taşıyan bu kapsamlı çalışma, Türkiye‘nin değişik üniversitelerinde konularında uzman akademisyenleri bir araya getirmiştir. Küreselleşme ve Türkiye‘ye etkilerini farklı açılardan yorumlayan 9 makalenin yer aldığı bu eser, Türkiye‘de konu ile ilgilenen çevrelerin dikkatini çekecektir.
Ahmet Çağrı Bartan, Ayselin Yıldız, Ayşen Üstübici, Dilaver Arıkan Açar, Elif Uzgören, İlkim Özdikmenli Çelikoğlu, Mete Ulaş Aksoy, Sevgi Çilingir Son on yılda yaşanılan ekonomik kriz ve siyasi istikrarsızlıkların yanında hakikat sonrası çağ terimiyle ifade edilen modernitenin krizinden sonra hangi bilgiye güveneceği konusunda yaşanılan belirsizlikler ile de uğraşan toplumlar, tarihin bu dönemine denk geldikleri için kendilerini şanssız hissettiklerini daha sık dillendirmeye başlamışlardır. Tarih sayfaları karıştırılarak İspanyol Gribi ve Büyük Buhran dönemlerine ve totaliter rejimlerin iktidar olduğu süreçlere bakılmıştır. İnsanlığın unuttuğu ama aslında hatırlamaya ihtiyaç duyduğu tarih dersleri bir kere daha çalışılmıştır. Özellikle 2007-2008 ekonomik krizinden sonra yaşanan gelişmeler küreselleşmenin açmazlarını gözler önüne sermiş ve küreselleşmeden geriye dönüş eğilimlerini tartışmaya açmıştır. Bu kitap, farklı konu başlıkları ve alanlarda küreselleşmenin krize girmesinin ardındaki nedenleri ve COVID-19 pandemisi sonrası olası politika süreçlerini tarihsel bir perspektiften analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu manada kitap küreselleşmenin krizi ile birlikte başlayan ve pandemi ile birlikte artarak sorgulanan uluslararası alandaki ekonomik, siyasi, toplumsal ve fikirsel dönüşümleri günümüz konjonktürünü referans alarak incelemeyi hedeflemektedir. Ayrıca küreselleşme sürecinde yanlış giden veya eksik kalan siyasal ve toplumsal süreçleri tartışarak önümüzdeki reform sürecine katkı yapmayı da amaçlamakta ve pandemi sürecinin ne gibi devamlılıkları ve değişimleri beraberinde getirdiğini tartışmaya açmaktadır. Türkçe yazında küreselleşme üzerine görece gelişmiş bir literatür olmasına rağmen küreselleşmenin açmazları ve krizi ile beraber pandemi sonrası uluslararası siyasetin farklı boyutlarına dair çalışmalar oldukça sınırlı kalmıştır. Bu çerçevede kitap; eşitsizlikler, küresel sağlık yönetişimi, küresel ısınma, göç, bağımlılık gibi farklı politika alanlarında ve siyaset felsefesi içindeki düşünsel tartışmalarda içinde bulunduğumuz belirsizlikleri anlamlandırma ve açıklamaya katkı sağladığı ölçüde yazarlarının, okuyucularının ve ilgilenenlerin gözünde amacına ulaşmış olacaktır.
Erol Kurubaş Kitap, Kürt sorununun ilk kez uluslar arası gündeme girdiği süreci belgelerin ve bilimsel değerlendirmelerin ışığında irdelemektedir. Kitapta başlıca şu sorulara cevap aranmaktadır: Yabancı devletlerin Kürtlerle ilgilenmesi ne zaman ve nasıl başladı? I. Dünya Savaşı sonrasında Orta Doğu’ya yeni düzen veren İngilizler gerçekten bir Kürt devleti kurmayı düşündüler mi? Bu konuda çaba harcayan ve Kürt Lawrence olarak tanınan Binbaşı Noel kimdi, neler yapmıştı? Sevr’den nasıl bir Kürdistan planlandı? Bu süreçte Kürtler ne istediler, neler yaptılar? İngilizler, “Kürdistan” planından neden vazgeçtiler? Kürtler uluslar arası gündemde kalabilmek için neler yaptılar? Kürt isyanlarında yabancı devletlerin parmağı var mıydı? Musul’u kaybetmemizde Kürt isyanlarının etkisi oldu mu? Kürt sorunu neden uluslar arası gündemden düştü?
Erol Kurubaş Kitap, Kürt sorununun ikinci kez gündeme girdiği süreci belgelerin ve bilimsel değerlendirmelerin ışığında irdelemektedir. Kitapta başlıca şu sorulara cevap aranmaktadır: 1960’larda Kürt hareketi neden ve nasıl tekrar canlandı? Kürt hareketi nasıl bir örgütsel ve ideolojik süreçten geçti? Kürt sorununun ikinci kez uluslar arası gündeme girmesine yol açan iç ve dış dinamikler nelerdi? Başta PKK olmak üzere Kürt örgütleri yurt dışında nerelerde, nasıl örgütlendiler, ne gibi etkinliklerde bulundular? Küresel ver bölgesel güçler Türkiye’deki Kürt sorununa nasıl yaklaştılar? Terörü ve Teröristleri desteklediler mi? Kürt sorunu Türkiye’nin ikili ilişkilerini nasıl etkiledi? Uluslar arası örgütlerde Kürt sorunu neden ve nasıl ele alındı? Buralarda neden Türkiye aleyhine kararalar alındı? Gelişmeler karşısında Türkiye neler yaptı?
Canan Kışlalıoğlu 21. yüzyıl sosyalizmi, Heinz Dieterich tarafından formüle edilen ve ilk olarak Venezuela’da Hugo Chavez tarafından uygulamaya konulan bir sistemdir. Venezuela’nın ardından Ekvador ve Bolivya da bu sosyalizm modelini uygulamaya koymuş; sistem, kıtada sömürgecilik döneminin, bunu takiben de neoliberal politikaların ortaya çıkardığı eşitsizliklerle mücadelenin taşıyıcısı olarak benimsenmiştir. Bu kitap, kıtada yaşanan gelişmeleri ve bunların etkilerini sömürgecilik döneminden başlayarak günümüze kadar ele almakta; Venezuela, Bolivya ve Ekvador özelinde 21. yüzyıl sosyalizminin seçenek hâline gelip gelmediğini, toplumları değiştirebilme kapasitesini ve neoliberalizm karşısında bir alternatif olma sürecini incelemektedir.
Ahmet Tamer Günümüzde konuşulmamasına rağmen eski dünyanın önemli bir dili olan Latince, bilim camiasında yaygın şekilde kullanılmakta ve canlılar dünyasında keşfedilen türlere hâlâ bu dilde isimlendirmeler yapılmaktadır. Bu sebeple temel bilimler için Latince âdeta bir mihenk taşı gibidir. Bugün İngilizcenin bilim dili olması gibi eski dünyada da Latince bilim dili olmuş, özellikle biyoloji, tıp, eczacılıkta dersler ve eserler bu dilde verilmiştir. Yalnızca bu alanlar için değil Avrupa dilleri kökenlerini Latince'den aldıkları için Latince, yabancı dil eğitimi açısından önem arz etmektedir. Bu kitap; biyoloji, tıp, fen, coğrafya, eczacılık ve hatta sosyal bilimler ile uğraşanlar, eğitim fakültelerinde okuyan ve çalışanlar için gerekli ve önemli bir kaynak olacaktır.
Kitap; Latin dilinin harfleri, vurgu ve okunuşlarıyla başlayıp Latince isimlerin cins, sayı ve durumları, isim çekimleri, etken ve edilgen çatıya göre fiillerin çekimleri, fiillerin kullanım özellikleri, zamanlar ve sıfatlar ile devam etmektedir. Bize pozitif bilimlerin kapısını açan Mustafa Kemal Atatürk'ün istediği gibi ülkemizin muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkması dileğiyle…
Semra Çinemre Lawrence Kohlberg (1927-1987), kendisini Sokrat, Aristo, Platon, Kant, Mill, Dewey, Rawls ve Habermas'tan itibaren gelen Batı felsefesinin bilimsel vârisi olarak görmektedir. Kohlberg'in ahlak gelişim teorisi; bu geleneksel felsefi birikimden beslenen, aynı zamanda çağdaş görüşlerle zenginleşen güçlü bir temele dayanmaktadır. Felsefe, psikoloji, sosyoloji, antropoloji ve eğitim başta olmak üzere birçok alanı sentezleyen Kohlberg'in teorisinin gücü ve orijinalitesi de buradan kaynaklanmaktadır. Ancak Kohlberg'in ortaya koyduğu teorinin, istisnasız kabul görmediği, bizzat çağdaşları tarafından kendisine meydan okuyan ciddi eleştirilerle karşı karşıya kaldığı da bilinmektedir. Kohlberg, bir taraftan bu eleştirileri dikkate alarak teorisini revize ederken öte yandan eğitim alanında yaptığı çalışmalarla da ahlak eğitiminin çağdaş rönesansında en seçkin isimlerden biri olmuştur. Bu kitapta, ahlaka ilişkin çalışmaları ülkemizde çoğunlukla teorinin altı basamaklı yapısına indirgenen Kohlberg; hayatı, ahlak anlayışı, ahlak gelişim teorisi ve temelleri, ahlak gelişim teorisine yöneltilen eleştiriler, ahlak eğitimine ilişkin görüşleri ve uygulamaları gibi konular çerçevesinde bütüncül bir şekilde ele alınmıştır. Kohlberg'in ahlak çalışmalarına temel ve eleştirel bir bakış sunan bu kitabın, özellikle ahlak gelişimi ve eğitimi konularında yapılacak çalışmalara zemin sunması beklenmektedir.
Tuğba Günör Lev Nikolayeviç Tolstoy, birçok edebiyatsever için kitleleri arkasında sürüklemeyi başarmış dünyaca ünlü bir yazardır. Ancak Tolstoy son nefesine kadar kendi doğrusunu aramış, sürüklemek yerine kendisi sürüklenmiştir. Ömrü boyunca insanlığa faydalı olma amacı güderek ahlaki açıdan insanın yetkinliği üzerine yoğunlaşmıştır. Gençlik yıllarında Batılı filozoflardan aldığı esini, ilerleyen yıllarında Budizm inancının temsilcisi Buda'dan, İslam inancının temsilcisi Hz. Muhammet'ten esinlendiği adaleti, eşitliği, sevgiyi ve fedakârlığı telkin eden düşüncelerle harmanlamıştır. Düşüncelerini, kendince en büyük savunusu olan kilisenin zincirlerinden koparıp Hristiyanlık inancıyla birleştirerek ahlak temellerine oturtmuştur. Bu yönüyle yazar kimliği kadar güçlü filozof yanını da ortaya koymayı başarır. Tolstoy'un bu düşünceleri tüm eserlerinde olduğu gibi romanlarında da net bir şekilde gözlemlenir. Yazarın tüm romanlarında ahlaki açıdan verdiği mesajlar, kahramanların karakterleri ve maceraları aracılığıyla sunulur. Bu çalışmada da yazarın düşüncelerinin romanlarındaki yansıması ve bu yansımanın düşünce yapısı ve savunularıyla olan paralelliği ile hiyerarşik sıralaması incelenmiştir.
Fırat Demirkol Çağımızın genel olarak kabul gördüğü modern demokrasi ilkeleri, liberal demokrasi ilkeleri doğrultusundadır. Bu çalışmada, dünya genelinde kabul edilen liberal demokrasinin altı ilkesi ile Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) iktidarı değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme yapılırken Türk siyasi hayatının tarihsel süreci ve Ak Partinin siyasi/felsefi geçmişini göz ardı etmek mümkün değildir. Bu nedenle tarihsel süreç göz ardı edilmeden yakın dönem incelenmiştir.
Liberal Demokrasi ve Adalet ve Kalkınma Partisi adlı eserde; yakın dönem Türk siyasi hayatının en önemli aktörlerinden olan Erdoğan ve Ak Partinin iktidar süresince ortaya koyduğu uygulamaların liberal demokrasi ilkeleri doğrultusunda değerlendirilmesi yapılmıştır. Güncel konu ve olayların da dâhil edildiği bu çalışma, akademik olarak siyaset bilimi araştırmacılarına katkı sunacağı gibi yakın dönem Türk siyasi hayatını merak edenler için de tarafsız bir inceleme ortaya koymaktadır.
İhsan Konak Kültürel çoğulculuk ve çeşitlilik günümüz toplumlarında âdeta bir norm hâline gelirken kültürel aidiyetler ön plana çıkmakta ve buna ilişkin hak talepleri yaygın bir sorun olarak gözlemlenmektedir. Kültürel farkındalığın ve kimlik arayışlarının arttığı bu süreç, sadece Batılı devletleri değil tüm dünya ülkelerini, yoğunluğu farklı olsa bile etkilemektedir. Her geçen gün daha fazla çokkültürlü hâle gelen çağdaş toplumlar, kültürel hak talepleri ile karşılaşmaktadır. Kültürel çeşitlilik tarihsel süreç içerisinde sürekli var olmuşsa da çokkültürlülüğe ilişkin hak talepleri yeni bir durumu işaret etmektedir. Farklı kültürel, etnik, dinî ve cinsel kimliklere sahip birey ve gruplar farklılıklarının tanınmasını, farklılıklarına saygı gösterilmesini ve kamusal destek talep etmektedirler. Bu bağlamda çokkültürlülük, kültürel farklılıkların tanınması ve farklılıklardan kaynaklı sorunların çözümü iddiası taşır. İşte bu kitapta, çokkültürlülüğün teorik arka planı ortaya konularak çokkültürlülük şemsiyesi altında yürütülen tartışmalar ele alınmıştır. Bu çerçevede çokkültürlülüğün nasıl bir siyasi yansıması olabileceği üzerine önemli eserler veren ve sırasıyla liberal ve komüniteryan çokkültürlülüğün temsilcileri sayılan Will Kymlicka ve Charles Taylor'ın çokkültürlülük üzerine görüşleri tek tek ele alınıp incelenmiştir. Uygulama açısından da çokkültürcü politikalar bağlamında liberal ve cemaatçi modeller ABD ve Kanada örnekleri özelinde ayrıntılı bir incelemeye tabi tutulmuştur. Farklılıkların ve çokkültürlülüğe ilişkin taleplerin yoğun olarak yaşandığı Kuzey Amerika coğrafyasından bu iki örnek, Kymlicka ve Taylor'ın çokkültürcü görüşleri çerçevesinde değerlendirilmiştir.
Cemal Öztürk Yönetim Bilimi, zamanla, “İşletme Yönetimi” ve “Kamu Yönetimi” diye ayrılmışsa da son dönemde bu iki bilimin bazı açılardan yeniden birbirlerine yaklaştıkları gözlemlenmektedir. Bu bağlamda her iki yönetim için de elzem bir konu ve varılması hedeflenen bir olgu olarak “liderlik” Kamu Yönetiminde kendisini “Lider Yönetici” olarak açığa vurmaktadır.
Liderlik; son yıllarda içeride ve dışarıda, işletme yönetiminin yanında kamu yönetiminde, okullarda/okul dışında, merkezi ve yerel yöneticiler/önderler/liderler arasında, küreselleşen ve hızlı değişim ve gelişim içerisinde olan başta yönetim, çalışanlar, öğrenci ve akademisyenler, kendini kişisel olarak geliştirmek isteyenler olmak üzere hemen hemen herkeste ilgi ve merak uyandırmaktadır. Kitabımızın bu kişilere bilgi ve vizyon katkısında bulunacağı değerlendirilmektedir.
Kamu Yönetiminde lider yöneticiye ulaşma gayesine bir basamak olma hedefinde olan çalışmamızda: Örgüt ve Yönetim; Yetki, Güç, Otorite, Hiyerarşi ve Emir; Liderlik, Yönetici, Lider Yönetici, Kamuda Liderlik Önündeki Engeller başlıklı ana bölümler yer almaktadır.
Mehmet Zeki Aydın Sevgili Öğretmenler;
Değer Sandığı Okulda Değerler Eğitimi Materyalleri adını verdiğimiz seri çalışmamız, öğrencilerinize değerleri zevkle ve ilgiyle öğretebileceğiniz çeşitli uygulamalara sahiptir.
Bu set, eğitimcilerimize ilgi ve yeteneklerine göre etkinlik seçme imkânı sağlamaktadır. Ayrıca sette, eğitimcilerimizin, öğrencilerine fotokopi vererek uygulayabileceği birçok etkinlik yer almaktadır. Bu etkinlikleri, Drama, Yaşayarak Öğrenme, Klüp Etkinlikleri, Öykü, Kavram Açıklaması, Beyin Fırtınası, Röportaj Yapma, Gezi Gözlem, Materyal Üretme, Meslekler ve Değerler, Yaratıcı Yazma Etkinlikleri, Metafor, İstasyon, Jigsaw, Bilmece Bulmaca, Fıkra, Film Tavsiye /Yorum lama, Eğitsel Oyun, Örnek Olay, Şarkı, Şiir, Poster /Afiş, Proje Hazırlama, Resim Yorumlama, Karagöz ve Hacivat, Geleneklerimizde Değerlerimiz, Tekerleme, Mânilerde Atasözü ve Deyimlerde Değerler, Kitap Tavsiyeleri, Mevlana'dan, Nükte ve Örnek Kişilik olarak sıralayabiliriz.
Bu seri çalışma ile farkında olduğumuz ya da farkına varmadan uyguladığımız değer kalıplarını öğrencilerinize, size sunduğumuz materyal ve yöntemlerle öğrettiğinizde, onların farkındalıklarını arttıracak problem çözebilen, alternatif öneriler sunabilen, erdemli bireyler hâline gelmelerine yardımcı olacaksınız.
Çalışmamızda, öğrencilerin değer bilincini test etmelerine yardımcı olacak Ölçme Değerlendirme testleri yer almakta ayrıca eğitimde önemli bir payı olan ailelerin, eğitimin içine çekilmesini böylece öğrencilerin öğrendiği bilgileri evde de uygulayabilmesini amaçlayan Veli Mektubu ve Aile Katılımı bölümleri de bulunmaktadır.
Celaleddin Serinkan Günümüzün yoğun rekabet ortamında işletmelerin ayakta kalabilmeleri oldukça zorlaşmıştır. Yöneticilerin uyguladıkları babadan kalma yöntemler artık yeterli olamamaktadır. Gerek ülkemizde gerekse de dünyada başarılı olmak isteyen tepe yöneticilerin uygulamak durumunda oldukları pek çok yeni yaklaşımlar ve teknikler bulunmaktadır. İşletmelerin başarısını arttıran yeni yönetim yaklaşımlarının iyi şekilde uygulanabilmesinin de temel koşulu Liderlik ve Motivasyon‘dur.
Bu kitapta, yöneticilere, eğitimcilere, öğrencilere ve bu konuyla ilgilenenlere yararlı olacak geleneksel ve modern Liderlik ve Motivasyon yaklaşımlarından bahsedilmektedir.
Ersin Güngördü

Liselerde coğrafya dersinin öğretilmesine yönelik, özel öğretim ders kitabı niteliği taşıyan bu eserde coğrafya dersi programı, öğretim yöntemleri ve örnek ders işlenişleri yer almaktadır. Eserin hazırlanışında; liselerde okutulan coğrafya derslerine ait üniteler, hedefler ve bu hedeflere uygun davranışlar, öğrenme-öğretme etkinlikleri, kullanılacak araç ve gereçler ileölçme ve değerlendirmeye deyer verilmiştir. Kitapta yer alan bölümler; Coğrafyanın konusu ve bölümleri, Türkiye'nin coğrafi bölgelerine giriş, Türkiye coğrafyası ve Türkiye'nin beşeri ve ekonomik coğrafyası şeklindedir.


Çalışma, Coğrafya'yı öğrenecek eğitimfakültesi öğrencilerine ve Coğrafya'yı öğretecek öğretmenleradaylarınave öğretmenlere faydalı olacak bir eserdir.

Nurullah Altaş

Liselerde Din Öğretimi isimli bu çalışmada, liselerde yürütülmekte olan din öğretiminin tarihsel arka planı, program geliştirme anlayışlarındaki dönüşüm ve öğrencilerin değişen ilgi ve ihtiyaçlarını birlikte ortaya koyarak, yapılacak program geliştirme çalışmalarına temel oluşturabilecek bileşenleri ortaya koymak amaçlanmaktadır. Bu amaçla birinci bölüm, araştırmanın sınırlarını ortaya koyan problemin belirlendiği ve araştırmanın yönteminin açıklandığı kısımdır. İkinci bölümde ortaöğretim kurumlarında yürütülen din öğretimi etkinlikleri incelenmiştir. Üçüncü bölümde, öğretim programı tasarım anlayışlarındaki dönüşüm ve din alanına yansımaları değerlendirmeye alınmıştır. Dördüncü bölümde ortaöğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretimi, öğrencilerin sorunları ve beklentileri çerçevesinde analiz edilmiştir. Beşinci bölümde ise Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretiminin tarihsel arka planı ve program tasarım anlayışlarındaki dönüşüm ve gençliğin ihtiyaçları göz önüne alınarak program oluşturma sürecinde temel alınması gereken kriterler tartışılmıştır.

Ahmet Başal, Ahmet Çekiç, Ali Dincer, Arif Bakla, Ceyhun Yükselir, Hakan Demiröz, Hasan Sağlamel, Hatice Kübra Koç, İsmail Çakır, Kağan Kaya, Mustafa Zeki Çıraklı, Savaş Yeşilyurt, Sedat Bay, Servet Çelik, Sibel Korkmazgil, Şakire Erbay Çetinkaya Literature and language are intertwined and indispensable entities of societies. As a source of authentic material, using literature in language teaching has grabbed the interest of scholars in the last decades since integrating it in language teaching has a lot of benefits for foreign language learners. To this end, this book presents a huge amount of invaluable theoretical underpinnings of using literature in language teaching and practical activities that can be exploited in teaching English as a second or foreign language.
Literature in Language Teaching examines the use of short stories, novels, drama and poetry in language classes, the role of extensive reading and literature circles in language learning. It also investigates using literature in teaching English to young learners focusing on digital sources of literature. Furthermore, this book covers the issue of teaching culture through literature. We hope that the book will serve as a valuable resource for those who are interested in literature and language teaching.
Bülent İlik, Çağatay Sarp, Dilek Kurnaz, Dolunay Şenol, Fatih Kılıçarslan, Gamze Erükçü Akbaş, Gonca Polat, Günce Demir, Hatice Kübra Doğancı, İsmail Orbay, M. Hakan Erdoğan, Odise Vuçinas, Rumeysa Akgün, Sibel Yol Gençdal, Yeşim Öğütçü, Zeynep Özaydın İşe giderken, okuldan gelirken, trafik ışıklarında beklerken, evde otururken ya da balkondan sokağı seyrederken görüyoruz, işitiyoruz ve gazetelerde okuyoruz. Kocasından sürekli şiddet gören komşu kadınla, ilerideki trafik ışıklarında su satan çocuklarla, ülkesini terk etmek zorunda kalmış ne yapacağını bilemeyen göçmenlerle, kenar mahallelerde madde satan gençlerle her gün defalarca karşılaşıyoruz, konuşuyoruz veya bakıp geçiyoruz. Bu yaşantılar belirli bir toplumsallık içerisinde biçimleniyor ve buna sosyal sorunlar adını veriyoruz.
Sosyal sorun alanlarının geniş olması nedeniyle sınırlı sayıda konuya değinebildiğimiz bu eser üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde sosyal sorun alanlarına ilişkin literatür bilgilerine değinilmiştir. İkinci bölümde, sosyal sorun alanları ile ilgili yapılan uygulama çalışmaları incelenirken, üçüncü bölümde ise bu alanda çalışan uzmanlar tarafından yazılan vaka örneklerine yer verilmiştir. Bu anlamda çalışmamız, hem iki farklı disiplini ortak bir paydada buluşturmuş hem de literatürden vaka örneklerine kadar sosyal sorunları geniş bir yelpazede inceleme fırsatı sunmuştur.
İsmail Fenni ERTUĞRUL Türk Düşüncesinin önemli şahsiyetlerinden İsmail Fenni Ertuğrul'un Cumhuriyetle yaşıt olan bu eseri, Türkçe yazılmış ilk ve tam felsefe sözlüğüdür.
Felsefe alanında tamamlanmış olduğu bilinen ilk ve bu zenginlikteki tek sözlük, aynı zamanda "Geleneksel Felsefe" ile irtibatı kurabilecek kıymetli bir başvuru kaynağıdır.
Fransızca, dönemin kültürel iletişim dili olarak tercih edildiğinden ve o dönemde henüz Türkçe felsefe kavramları tam olarak yerleşmemiş olduğundan, eser; Fransızca-Türkçe olarak hazırlanmıştır.
Yazarın kelime girdileri için esas aldığı temel kaynağı 1901'de Andre Lalande (1867-1963) tarafından kurulan Fransız Felsefe Cemiyetini'nin (Société française de philosophie) "Bulletin de la Société française de philosophie" isimli dergisidir ki Fenni'nin 1922'de tamamlandığını söylediği bu yazılar 1926 yılında Lalande tarafından "Vocabulaire technique et critique de la philosophie" ismiyle yayımlanmıştır.
İsmail Fenni'nin bu eseri Fransızca bir sözlüğün tam ve aynen tercümesi olmayıp, kendisinin başka kaynaklardan da istifadeyle zenginleştirerek Türkçe’ye kazandırdığı yeni bir felsefe sözlüğüdür. Nitekim Fransızca felsefe kavramlarının bir çoğunun Türkçe'de hangi kavramlarla karşılanması gerektiğine dair ciddi bir mesai sarf edilmiştir.
Eserde bazen filozoflardan münhasıran bahsedilmekte ise de temel olarak bir kavram sözlüğüdür.
Sözlükte, felsefeyle alâkalı olduğu düşünülen psikoloji, iktisat, tıp gibi alanlara ait terminolojiye de yer verilmiştir.

Sevilay Ulaş Bilgi iletişim teknolojilerinde yaşanan hızlı değişim, interneti kullanımda da hızlı bir değişimi beraberinde getirmiş; giderek önem kazanan internet tabanlı uygulamalar, marka iletişim süreçlerinde hızla yer edinmiştir. Doğası gereği farklı dinamikleri bünyesinde barındıran lüks markaların da marka sadakati yaratma ve sürdürmede sosyal medya araç ve ortamlarındaki uygulamaları ile bu yeni iletişim ortamlara eklemlendiği görülmektedir. Günümüzde yaşanan yoğun rekabet ortamında, lüks markaların markalarına duyulan sadakati sürdürmede sosyal medya ortamlarında gerçekleştirdikleri uygulamalar giderek önem kazanmaktadır.
Lüks marka sadakati ve sosyal medya uygulamalarına yönelik konuların yer aldığı bu eser, lüks marka kavram ve kapsamından başlayarak, lüks marka iletişim süreci, sosyal medya araç ve ortamları ile lüks marka sadakati ve sosyal medya çalışmalarını detaylı bir şekilde kapsamaktadır. Söz konusu eserin ilgili akademik çalışma alanlarının yanı sıra öğrencilere, profesyonel yaşamda da ilgili konuların uygulayıcılarına rehber olabileceği ön görüsü ile faydalı olabilmesi amaçlanmaktadır.
Aybike Dinç Madde kötüye kullanımı ve madde bağımlılığı geçmişi oldukça eskiye dayanan ancak son yüzyılda gerek ülkemizde gerekse dünyada psikolojik, sosyolojik, ekonomik, yasal ve siyasal çerçevede ele alınması zorunlu hâle gelmiş uluslararası bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum madde bağımlılığını bireysel bir davranış bozukluğu olmanın yanı sıra uluslararası düzeyde mücadele etmeyi gerektiren küresel bir hastalık hâline getirmektedir.
Madde bağımlılığıyla mücadelede en temel gerekliliklerden biri bağımlılık yapıcı özelliği bulunan maddeleri tanımak ve bu maddelerin kısa ve uzun dönem etkilerinden haberdar olmak; bir diğeri ise bağımlılık yapıcı maddelerin üretim, dağıtım, pazarlama ve tüketim süreçlerine gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde yasal sınırlılıklar getirilmesi ve bu sınırlılıkların yaptırımlarla desteklenmesidir.
Bu kitapta madde bağımlılığının tanımı, bağımlılık yapıcı maddelerin sınıflandırılması ve etken özelliklerinin neler olduğu, uluslararası düzeyde madde bağımlılığının boyutları, madde bağımlılığı – suç ilişkisi gibi başlıklar açıklanmaya çalışılmış; bununla birlikte madde bağımlılığıyla mücadelede ABD'ye nispeten daha yakın bir geçmişi olan Türkiye'nin bu alandaki yeterliliğini tartışmak ve mevcut imkânları daha iyi bir düzeye taşıyabilmek amacıyla ülkemizde madde bağımlılığıyla mücadele hususunda yürütülen politikalara, yasal düzenlemelere ve tedavi ve rehabilitasyon çalışmalarına değinilmiş ve bu çalışmalar, madde bağımlılığının en çok görüldüğü ve özellikle 1970'lerden itibaren madde bağımlılığıyla gerek yasal gerek finansal gerekse sosyal anlamda en etkin mücadele eden ülkelerden ABD'yi model alarak, eleştirel bir gözle değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Ahmet Yusuf Yüksek, Alev Erkilet, Elif Merve Gürer, Faruk Karaarslan, Gökçen Kılınç Ürkmez, Meryem Küçük, Ömür Nihal Karaarslan, Özlemnur Ataol-Akpınar, Rumeysa Çavuş, Yunus Çolak Kent, yalnızca mimarinin ya da planlama yaklaşımlarının ko­nusu olan bir gerçeklik değildir. Kentlere dönük her üretimi ya da mimar/plancı müdahalesini çeşitli toplumsal nedenler çerçevesinde anlamak ve toplumsal etki ve maliyetleri çerçe­vesinde değerlendirmek de gerekir. Bu açıdan bakıldığında, değerlerin analize katılması ayrı bir önem taşımaktadır. Ki­taptaki yazıların ana fikri, kentsel yaşamın kalitesinin yük­seltilmesi, toplumsal adalet, eşitlik ve katılımın artırılması, yoksulluğun azaltılması gibi pek çok konunun aynı zamanda insanca yaşamanın asgari gerekleri olduğu ve kentsel sorun­lara dair analizlerin eylemsel sonuçları bulunması gerektiği kabulüne yaslanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, kitapta yer alan makaleler hem toplumsal politika yapıcıların hem de kentin sakinleri olarak bizlerin bu konularda ne yapma­mız gerektiğine dair ipuçlarını da içinde barındırmaktadır.
Katkıda Bulunanlar
Alev Erkilet, Ahmet Yusuf Yüksek, Ömür Nihal Karaarslan, Faruk Karaarslan, Gökçen Kılınç Ürkmez, Yunus Çolak, Meryem Kü­çük, Rumeysa Çavuş, Elif Merve Gürer, Özlemnur Ataol-Akpınar
Hikmet Kavruk Osmanlı'da kentsel yerleşimler, her biri sosyal ve idari bir bütün olarak gelişen mahallelerden oluşmaktaydı. Osmanlı mahallesi herkesin birbirini tanıyabileceği ve komşuluk hukukunu yaşayabileceği bir büyüklükte idi. Mahalle yerleşimi ve yönetimi, müteselsil kefalet sistemi ve müşterek sorumluluk esası üzerine kuruluydu. Bir mahalleye yerleşmek için iyi ahlak sahibi olmak yanında, o mahallede yerleşik bir ailenin kefilliği gerekmekteydi. Her bir mahalle kendi hizmetini kendisi görmek durumundaydı. Yönetsel olarak 1829 yılına kadar mahallenin dinî liderleri yetki sahibiyken, 1829 yılından itibaren yetki kurulan muhtarlık birimlerine geçmeye başlamıştır.
Cumhuriyet dönemi boyunca mahalle, kimlik sorunu yaşamaktaydı. Mahalle, yerel düzeyde bir yönetsel birim olsa da, bir yerel yönetim birimi değildir ve dolayısıyla tüzel kişiliği de yoktur. Muhtarlık, yetki ve statü olarak mahalleyi temsil etmekten uzaktır ve mahallenin hizmetinden ziyade, mahallede devletin işlerini görmektedir. Son dönemlerde mahalle yönetiminin zayıf bağlarla da olsa belediye ile ilişkilendirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Büyükşehirlerde mahalleler aşırı büyümüştür. Mahalle içinde sosyal dayanışmayı, komşuluğu teşvik edecek mekanizmalar oldukça azalmıştır. Kiracılık ve sık taşınma yaygınlaşmıştır. Sayıları hızla artmakta olan ve sakinlerince yeterince sahiplenilemeyen mahallenin, muhtarlıklarınca da temsili ve yönetimi yetersiz kalmaktadır.
Bu kitapta, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde mahalle yerleşimi ve yönetiminin gelişimi işlenmekte, iki binli yıllarda mahallenin sorunları ve bu sorunlara karşı çözüm önerileri araştırılmaktadır.
Nuri TORTOP - Burhan AYKAÇ - Hüseyin YAYMAN - Akif ÖZER Son dönemde yaşanan küreselleşme, yerelleşme, bölgeselleşme, hizmette halka yakınlık, yönetişim gibi teorik tartışmalar ülke yönetimlerini etkilemekte ve devletleri topyekûn yeniden yapılanmaya zorlamaktadır. Kamu ve özel sektör örgütleri arasındaki farklar azalırken, bu örgütlerin amaçlarına ulaşmaları, etkili, verimli ve başarılı sonuç almaları, örgütlerin görev ve yetki paylaşımı dengesinin yeniden düzenlenmesi ve insan unsurunun doğru ve rasyonel bir biçimde kullanabilmesi ile mümkün olabilmektedir. Sayılan bu gerçekler, hepimizi yaşanan hızlı değişime uyum sağlamaya zorlamaktadır. Bu kapsamda, kısa sürede tükenen Mahalli İdareler kitabımızın ikinci baskısının yenilenmesi bir zorunluluk oldu. Çünkü dünyada yaşanan hızlı değişimden ülkemiz de büyük oranda etkilenmekte ve kitabın omurgasını oluşturan mevzuat sürekli olarak yenilenmektedir. Bu sürece uyum sağlayabilmek için kitabımızın bu yeni baskısında oldukça yeni sayılabilecek düzenlemeler yaptık. Her bölüm sonuna; bölüm kaynakçası, okuma parçaları ve değişen mevzuata yönelik ekler koyduk. Bu yeni şekliyle oldukça kapsamlı sayılabilecek çalışma Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde okutulan Mahalli İdareler dersinin içeriğine bağlı kalınarak hazırlanmıştır. Çalışmanın öğrencilerimize ve konu ile ilgilenen herkese yararlı olmasını diliyoruz.
Serkan Işın
Elif Bostan, Enes Engin, Kader Uygun, Merve Araç, Muhammet İşler, Mürüvvet Cengiz, Neslihan Şengün, Nihan Sölpük Turhan, Özgür Yeşil, Semiha Erdek, Şeyda Güler, Şeyda Karan, Şeyma Sargın “Makale Nasıl Yazılır?” isimli bu kitap; bilimsel araştırmalara eleştirel bakabilmeyi ve yeni araştırmacılar için bilimsel araştırma raporu yazmada rehber olabilmeyi amaçlamaktadır. Bilimsel araştırma raporunun tüm bölümlerinin nasıl yazılması ve okuyucu için bilimsel raporun tüm bölümlerine ilişkin önemli unsurların neler olması gerektiği hakkında araştırmacıların kendilerini geliştirmelerinde önemli bir kaynak olan bu kitap; rapor yazma sürecindeki bölümlere ilişkin yazarın ve okuyucunun dikkat etmesi gereken önemli unsurları belirtmektedir. Ayrıca her bölüm için kalıp ifadeler sunulmuştur. Bu ifadeler, rapor yazma sürecindeki yeni araştırmacılara kolaylık sağlaması açısından faydalı olacaktır. Ek olarak, her bölümün sonunda özet tabloyla bölüme ilişkin bilgiler özetlenmiştir. Son olarak değerlendirme makalesi ile araştırma makalesi arasındaki farklara/benzerliklere ilişkin karşılaştırma yapılmış, değerlendirme makalesinin özellikleri ve işlevleri detaylı olarak açıklanmıştır.
“Makale Nasıl Yazılır?” kitabı; eğitim bilimleri alanında bilimsel araştırmalarla ilgili çalışma yapan tüm öğrencilere, araştırmacılara ve akademisyenlere faydalı olabilecek bilgiler içermektedir. Ayrıca bu kitap, bilimsel araştırma yapma sürecindeki aşamaları içerdiğinden tüm yükseköğretim bölümleri için kullanılabilir niteliktedir.
Muhammed Tayyip Okiç Makaleler I'de Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç'in çeşitli dergilerde neşredilmiş Ulûm-u İslâmiyye / Şerî İlimlere (Tefsir, Hadis, Fıkıh, Tasavvuf, İslâm Tarihi, Türk-İslâm Edebiyatı) dair makale ve yazıları yer almaktadır. Ulûm-u İslâmiyye, Kur'an ve Sünnet'in özünden doğmuştur. Bu nedenle Müslüman milletlerin ilmî atılımlarının temel dinamiğidir. Müslüman âlimlerin on dört asır boyunca bu sahalarda gösterdiği muhteşem maharetler, öteki düşünce ve bilim vadilerinin hayranlığını kazanmıştır. Bu ilimlerin modern ilâhiyat fakültelerinde ise oldukça dağınık ve farklı bir serüveni olmuştur. Bugün itibariyle Ulûm-u İslâmiyye ya Müslüman milletlerin bir dinamiği olarak yeniden ihya edilmeyle ya da seküler anlam arayışlarının bilinçli bir zemini olarak kullanılmasının (İslâmî bilginin olabildiğince sekülerleştirilmesinin) ıstıraplarına tâbi tutularak bir çöküşe sürüklenmeyle karşı karşı karşıyadır. Eğer Müslüman şuurunun, aynı zamanda bu ilimlere yönelik oryantalist belirlemeciliğe karşı birincisinden yana tavır koymak gibi bir arzusu varsa, aradığı cevapları ve usulü hiç kuşkusuz Okiç Hocanın manevi mirasında bulabilecektir. Çünkü Okiç Hoca “Çeşitli Dillerde Mevlitler” başlıklı makalesinde de görüleceği gibi, Müslüman milletlerin millî değerlerine ilmî değer yükleyen bir zihniyetle hareket etmektedir. Okiç Hocanın modern bir ilâhiyat fakültesinde anılan ilmî sahalara dair inşacı şahsiyeti, uzun asırlar bu ilimlerin şerefine şeref katmış Türklerin bu ilimleri yeniden bir millet ve ümmet değeri olarak yükseltmesine yönelik hayırhah teşvikini mündemiçtir. Keza, eğer bugün akli ilimlerin ihyası nakli ilimlerden geçiyorsa (veya bunun tersi söz konusuysa), bu iki alanın birbirini yücelttiği kesişme noktalarında bocalayan ilim çevrelerinin, Okiç Hocanın nakli ilimlere dair ilmî çilesini farklı bir bakışla yorumlamasını zorunlu kılmaktadır.
Muhammed Tayyip Okiç Makaleler II'de Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç'in çeşitli dergilerde neşredilmiş, büyük oranda Balkanlardaki İslâm ve Türk mirasına yönelik, uzun ve çetin faaliyetlerin mahsulü olan araştırmaları yer almaktadır. Bu makalelerde Okiç'in 20. yüzyılın önde gelen Balkanologlarından birisi olduğuna, üstelik oldukça dikkatli ve titiz bir tarihçi olduğuna şahit olmak mümkündür. Okiç'in Bogomillere ve Güney-Doğu Asya'da İslâm'ın zuhuruna dair tetkikleri, Osmanlı'nın Balkanlardan peyderpey çekilişi ile beraber ivme kazanan, Balkanlara yönelik Katolik ve Ortodoks tarih yazımına bir meydan okuma kıvamındadır. Diğer bazı çalışmalarında da olduğu gibi Okiç tezlerini, konu hakkında Osmanlı arşivlerini veya Türk defterlerini hummalı bir şekilde devreye sürerek kesinleştirmektedir. Okiç'in bu kitaptaki yazılarının ikinci ayağını Balkanlardaki Osmanlı mirasına yönelik çalışmaları oluşturmaktadır. Bu mirasın, son iki asırda, hatta oldukça yakın bir tarihte nasıl bir işkence ve vandalizme tâbi tutulduğunu nazar-ı itibara aldığımızda, Okiç'in örneğin Gazi Hüsrev Bey'e, külliyesine, camiine veya Belgrad camilerine dair makalelerinin yazıldığı döneme nazaran günümüzde kat be kat daha fazla ehemmiyet arz ettiği aşikârdır. Konu Balkanlardaki modern kül tabakalarının altındaki asli közlerdir. Bu kitaptaki makalelerin üçüncü ayağını Ömer Musiç, Mehmet Begoviç, Mustafa Said Efendi, es-Serahsî ve Hadım (Atîk) Ali Paşa gibi ilim ve irfan ocaklarının mahsulü âlimlere dair Okiç'in çok boyutlu ilgilerini yansıtan yazılar oluşturmaktadır. İstanbul'da bulunan sahabe mezarları, Boşnak edebiyatı, Tunus'taki Manastır şehri mezar kitabeleri vb. makaleleri, ayrıca bir dizi kitap tanıtımı ve önsözler Okiç Hocanın, okura gözyaşı hediye eden parıltıları olarak geri dönmektedir.
Ersin Çetinkaya Dünyayı Marksist-Leninist ideoloji ile birlikte komünist bir düzende yeniden oluşturma süreci olarak Sovyet edebiyatında ortaya çıkan toplumsal gerçekçilik metodu, hem sanatta hem edebiyatta dönemin hükûmetinin siyasi ideolojisini yansıtabilmesi amacıyla oluşturulmuş suni/kanonik bir edebî metottur. Elli yedi yıl boyunca Sovyet edebiyatının temel edebî metodu olan toplumsal gerçekçilik metodu, var olduğu süre içerisinde SSCB'deki sanatla ilgili tüm alanlarda ana yönelim olarak kendisine yer bulur. Rejim her alanda etkin olmak istediği için yönlendirilmiş bir metot olarak ortaya çıkan toplumsal gerçekçilik, Rus edebiyatının yanı sıra diğer dünya edebiyatlarında da değerlendirme görür. Dünyadaki bütün edebiyat eleştirmenleri ve yazarları tarafından toplumsal gerçekçilik metodunun kurucusu olarak kabul edilen M. Gorkiy, metodu eserlerinde yoğun bir şekilde kullanarak dönem Rusya’sının alt tabaka insanlarının hayatlarını küçük insan izleği ve metodun halkçılık ilkesi üzerinden işler. Özellikle Sovyet eleştirmenler tarafından toplumsal gerçekçilik metodunun Türk edebiyatındaki temsilcisi olarak kabul edilen Sabahattin Ali, metodu ülkenin iç dinamiklerine göre şekillendirerek eserlerini oluşturur. Sabahattin Ali, toplumsal gerçekçilik metodunu halkçılık ilkesi üzerinden işleyerek dönem Türkiye'sinin Anadolu'daki küçük insanlarının sorunlarını dile getirmek maksadıyla kullanır. Hem M. Gorkiy hem de Sabahattin Ali, eserlerinin merkezine kendi ülkelerinin aşağı tabaka insanını yerleştirir, onların sesi olmaya çalışır ve düzenin daha iyi bir hâle gelmesi için çözüm önerileri sunarlar. Bu kitapta, yazarların çalışmalarındaki toplumsal gerçekçilik metodunun izlerini gösterebilmek için öykülerine başvurulmuş ve savunulan düşünceler öykülerden alınan örneklerle desteklenmiştir.
Yavuz Altınışık

Ebabil Yayınları günümüz şiirinin verimlerini çatısı altında toplamaya devam ediyor. Yavuz Altınışık’ın ilk şiir kitabı Makyaj Hatası, Ebabil Yayınları şiir dizisinin 20. kitabı olarak çıktı.
Yavuz Altınışık, ilk kitabıyla okuyucunun karşısına usta bir şair olarak çıkan şairlerden. Bir  taraftan düzgün bir gramerle neler yapılabileceğini gösterirken, bir taraftan da grameri bozarak şiirine yeni açılımlar getiriyor. Asıl farkını ise, bu iki açıyı birbiri içinde yeni bir açı olarak kurmakla elde ediyor.
Yavuz Altınışık, ufku geniş bir şiire sahip. İçinde yaşadığı toplumun sorunlarına sessiz kalmayan, yer yer son derece cesur çıkışlar yapan bir şair. Devlet meselesinden asgari ücret meselesine, aşk meselesinden varoluş meselesine geçiş yapabilen, böylesi sorunları şiirinin potasında eritebilen bir yetenekle karşı karşıyayız. Şiirinin tekniğini önemli derecede kurmuş, üslup sorunlarını aşmış, kelime seçimi ve mısra yapısıyla belirli bir dikkat çekiciliği elde etmiş Yavuz Altınışık’ın ilk kitabını sunmaktan iftihar ediyoruz.

Göknur Akçadağ “Malatya Tarihinden Kesitler” kitabı, Malatya tarihinin farklı dönemlerini ve konularını ele alan beş ayrı bölümden oluşmaktadır. Prof. Dr. Göknur Akçadağ'ın şehir ve bölge tarihi çalışmaları çerçevesinde basılmış doktora tezi olan “XVI. Yüzyılda Malatya Kazası” başta olmak üzere Malatya bölgesine dair yazdığı diğer makaleler ve gerçekleştirdiği projelerin bir devamı mahiyetinde olan bu çalışmada, Antik Çağ'dan Cumhuriyet Dönemi başlarına kadar Malatya tarihinin farklı kesitlerinde Malatya ve yakın çevresi tarihinin çeşitli konuları ele alınmaktadır.
“Malatya Bölgesinde Tarihî Yer Adları ve Yerleşim”, “Malatya'da İlhanlılar Döneminde Fırat Nehri'nden Açılan Kanallar ve Kurulan Köyler”, “Sınır Şehri Malatya'nın İki Kez Osmanlı Hâkimiyetine Geçişi”, “Osmanlı Hâkimiyetine Geçtiği Dönemde Malatya Yöresinde Aşiretler”, “1926 Tarihli Malatya Meclis İdaresi Zabıt Defterine Göre Mahalli Konular” başlıklı bölümler; tarihsel süreç içinde Malatya şehrinin ve bölgesinin tarihî coğrafyasına, yerleşim tarihi ve siyasi tarihinin farklı dönemlerine ve konularına ışık tutmaktadır.
Mehmet Mandaloğlu İslamiyetten önce Türk tarihi sadece Orta Asya'dan ibaret değildir. Türkler, hayatlarını devam ettirmek için ana yurtlarından başka bölgelere göç etmişler ve geniş coğrafyalarda varlıklarını hissettirmişlerdir. Türklerin izlerinin takip edilebildiği yerlerden biri Anadolu topraklarıdır. Bozkır coğrafyasından Anadolu'ya uzanan bir süreç, Türklerin tarih sahnesinde yeni bir sayfa açmalarını sağlamıştır.
Türkler, 1071 yılından önce Anadolu'da yaşamışlardır. Türklerin Anadolu'daki serüveni, yaklaşık 4250 yıl öncesine dayanmaktadır. Akad Kralı Naramsin (MÖ 2260-2223), Şartamhari Metinleri'nde yaptığı seferleri anlatırken Anadolu'da Türki Krallığı'ndan bahsetmektedir. Bu metinler, serüvenin ilk izleri olup Türklerin Anadolu'daki varlıklarının kanıtıdır. Kimmerler, İskitler, Avrupa Hunları, Sabarlar, Avarlar, Hazarlar ve Oğuzlar, Anadolu'daki Türk varlığının temsilcileridir. Bu kavimlerin Kafkaslardan ve Boğazlar üzerinden Anadolu'ya yayıldıkları hem yazılı kaynaklarda hem de arkeolojik kazılarda tespit edilebilmektedir. Bu kavimler, Anadolu'yu yaşayabilecekleri yurt olarak tercih etmişler, bozkır kültürüne özgü yaşam biçimini burada sürdürmüşlerdir.
Malazgirt Muharebesi, Anadolu Türk tarihi açısından dönüm noktasıdır. Selçuklular, Bizans'a karşı kazandıkları zafer ile Anadolu'yu kalıcı olarak yurt edinmişlerdir. Miryokefalon Savaşı ile Anadolu'nun Türk yurdu olduğu kesinleşmiş, Sakarya Meydan Muharebesi ise Türklerin Anadolu'dan çıkarılamayacağının ispatı olmuştur.
Halil Ekşi Bu kitap, hayatınızdaki zorluklarla başa çıkmanıza ve kendinizi manevi olarak güçlendirmenize yardımcı olacak pratik bir rehber sunmaktadır. Teorik bilgileri alıp günlük yaşantınıza nasıl uygulayabileceğinizi göstermekte ve özellikle kendine yardım ile manevi gelişim konularına odaklanmaktadır. Düşüncelerinizde ve davranışlarınızda nasıl pozitif değişimler yapabileceğinizi keşfetmenizi sağlamayı hedeflemektedir.
Maneviyat, burada geniş bir anlam taşımakta; başka bir ifadeyle iç huzur, denge ve yaşamınıza anlam katma arayışınızı da içermektedir. Kitap; şükür, irade, şefkat, öz şefkat, öz saygı, kabul, umut, hoşgörü, sabır, affetme, tevekkül ve sade yaşam manevi erdemleriyle yaşamınızdaki dengeyi bulmanız için gereken becerileri kazandırmayı hedeflemektedir. Her bölüm, daha huzurlu ve anlam dolu bir yaşam sürmenize yardımcı olacak pratik araçlar sunmaktadır.
Kendinizi daha derinlemesine tanımak ve manevi olarak gelişmek istiyorsanız bu kitap, tam size göre!
Ayşenur Yabanigül, Berra Keçeci, Beyza Kırca, Bilge Nuran Aydoğdu, Çınar Kaya, Çiğdem Demir Çelebi, Dilek Akça Koca, Figen Kasapoğlu, Gökhan Özcan, Gülşen Özgen, Halil Ekşi, Hatun Sevgi Yalin, Kübra Kaplaner, M. Şerif Keskinoğlu, Neslihan Yaman, Nesrullah Okan, Özge Erduran Tekin, Tuğba Türk, Vildan Saruhan, Yahya Şahin, Yakup İme, Zehra Eminoğlu Maneviyat, insan deneyiminin önemli unsurlarından biridir. Psikoloji ve başta psikolojik danışma olmak üzere alt alanlarında maneviyat, maneviyat ile ilişkili yapı ve davranışlar iyi oluş açısından yadsınamayacak bir potansiyele sahiptir. Manevî deneyimi, hem olumlu hem de olumsuz yönleriyle insan işlevselliğinden ayırmak mümkün değildir. Psikoloji alanındaki uygulamalı ve kuramsal birçok çalışmada, alanın oluşumunun ilk yıllarından beri maneviyatın insan bilişi, davranışı ve duygusal süreçlerinde nasıl bir işlev gördüğü merak edilmiş ve incelenmiştir. Özellikle son yıllarda uygulamalı psikoloji araştırmalarında ve psikolojik yardım alanlarında da maneviyat; psikolojik iyi oluş ve işlevsellik açısından potansiyel bir kaynak olarak ele alınmaya başlanmış ve psikolojik yardım sürecinde maneviyatı hesaba katan birçok yaklaşım ve yöntem geliştirilmiştir. Kitap; psikolojik danışma kuramlarının manevî boyutlarından çeşitli dinî geleneklerin manevî psikolojik danışma ile ilişkilerine danışanların manevî açıdan değerlendirilmesinden kurumlarda manevî danışma hizmetlerine kadar oldukça kapsamlı bir içerikle Türkiye'de alanda ilk olma özelliğini taşımaktadır. Başta PDR ve Psikoloji olmak üzere tüm ruh sağlığı alanında eğitim gören öğrenciler ve hizmet veren çalışanlar için insanın aşkın boyutuna ışık tutmayı amaçlayan kitap, vaka örnekleri ile zenginleştirilmiştir.