Sosyal Bilimler \ 22-41
Ahmet Köç, Cihan Özgün, Fuat Uçar, M. Murat Öntuğ, Mehmet Temel, Okan Ceylan, Resul Yavuz, Selim Hilmi Özkan, Semih Çınar, Yücel Yiğit, Zeki Çevik O yeşil toprağın ey yüzler ağartan Karesi,
Şimdi binlerce şehidin kanayan makberesi.
Sana hasret kalan evladın için dünyada
Varsa kahrolmadan ârâm edecek yer neresi?

Hani gökkubbenin altında görülmüş mü eşin?
Dağların bağ, hele vadilerin altın deresi!
Ey benim her taşı bir ma’bed-i iman yurdum,
Seni er geç bana mutlak verecek Ma’budum!

Mehmet Akif Ersoy*


Eski çağlardan beri Anadolu'nun batı bölgesinden İstanbul'a doğru uzanan önemli bir yol ağı üzerinde bulun Balıkesir, Anadolu'ya ilk Türk fetih hareketlerinden sonra Karesi Bey ve babası Kalem Bey'in kurdukları Karesi Beyliği'nin merkezi oldu. Beylik XIV. yüzyılın ilk yarısında Osmanlıların idaresine girdi. Karesi Sancağı adıyla idarî statüsünü Osmanlı Devleti'nin son dönemine kadar sürdürdü. 1923 yılında aynı adla il oldu. 1926 yılında ise adı Balıkesir olarak değiştirildi. 2012 yılında da Büyükşehir statüsüne kavuştu.

Osmanlı Devleti'nin 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak I. Dünya Savaşı'ndan çekilmesi sonrası, başta İstanbul olmak üzere Anadolu ve Trakya'da birbirinden bağımsız olarak müdafaa-i hukuk anlayışında pek çok dernek kurulmuştu. Böyle bir uyanış, İzmir'in işgalinden bir gün sonra Balıkesir'de de görüldü. Batı Anadolu'da genişleyen Yunan işgalinin önünde, Ayvalık'tan başlayıp Bergama, Savaştepe, Soma, Akhisar, Salihli ve Nazilli'ye uzanan Kuva-yı Milliye cephelerinin sevk ve idaresi şerefi Balıkesir'e aittir. Bu direniş bir yılı aşan bir süre Yunan ilerleyişini durdurarak Ankara'da TBMM Hükümeti'nin düzenli orduları kurmasına zaman kazandırmıştır. Ayrıca Balıkesir aynı zamanda Millî Mücadele'de ilk ve son askeri kurşunların atıldığı il olma şerefine de sahiptir.

Bu kitapta; 11 akademisyen, Balıkesir'in Osmanlı, Millî Mücadele ve Cumhuriyet dönemlerine ilişkin bilimsel çalışmalarıyla, Balıkesir şehir tarihine küçük de olsa bir katkı sunmayı amaçlamışlardır.

* Bu şiir, Mehmet Akif Ersoy tarafından “Balıkesir” için yazılmış ve Hasan Basri Çantay’a verilmiştir.

** Kapakta yer alan fotoğraflar üstten alta sırasıyla:

-Gazi Mustafa Kemal Paşa, eşi Latife Hanım, Kazım Karabekir ve Ali Hikmet Paşa Bergama (bugünkü Gökçeyazı)’da dinleniyor (8 Şubat 1923)
-Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Balıkesir’e ilk gelişi (6 Şubat 1923)
-Eski Vali Konağı (1930)



Yüksel Yıldırım Bu kitapta, gazeteciler arasında yaşanan polemikte Velid Ebüzziya'nın başmakaleleri ve karikatürleri ele alınmıştır. Böylece yazıları bir bütünlük içinde incelenmiş ve onun günümüze kadar muhalif bir gazeteci olduğu algısına sebep olan polemiğin bütün ayrıntıları bulunmaktadır.
Bu bağlamda okuyucu kitapta, Mart 1923 tarihinde başlayıp Aralık 1923 tarihine kadar devam eden polemikte esas mevzunun Cumhuriyet’in ötesinde olduğunu göreceği gibi İstiklal Mahkemesine taşınan polemiğin sonunda Velid Ebüzziya'nın İstiklal Madalyası ile taltif edildiğini bulacaktır.
Haluk Erdem Bu çalışma, Karl Jaspers’in hakikat, iletişim ve siyaset kavramlarından ne anladığını açıklamakta ve bu kavramların birbiriyle olan ilişkisini ortaya koymaktadır. Karl Jaspers’in siyaset felsefesi, onun varoluş felsefesiyle bağlantılıdır; dolayısıyla Jaspers düşüncesinin siyaset felsefeleri içinde kendine özgü bir yeri vardır. Çalışmanın ilk bölümünde Jaspers felsefesinin temel kavramları ele alınmış, ikinci bölümünde ise hakikat görüşüne yer verilmiştir. Üçüncü bölümde farklı hakikat biçimlerine karşılık gelen iletişim türleri ele alınarak varoluşsal iletişim anlatılmaktadır. Çalışmanın dördüncü bölümünde Jaspers’ın siyaset görüşünün temel problemleri, beşinci ve son bölümde de hakikat, iletişim ve siyaset kavramları birbiriyle karşılaştırmalı olarak incelenmiştir.
Mehmet Fırat Modern bilimin tohumları ekilirken kabul gören başat norm, niceliksel ölçümlemeydi. Görelilik ve Kuantum teorilerinin ortaya çıkışı, bilim tasarımının değişmesine neden olduğu gibi niceliksel ölçümleme ile niteliksel bağlam açıklayıcılarının yakınsamasına dikkatleri çekmiştir. Bu da çok yöntemli bilim anlayışının kabul görmesine yol açmıştır. Çok yöntemli bilim anlayışı temelde pragmatiktir ve hemen her alanda çok yöntemli araştırma yapmak mümkündür. Karma yöntem araştırması ise çok yöntemli araştırmalar içerisinde nitel ve niceli amaçlı ve entegre bir şekilde birleştiren yeni hibrit araştırmalardır. Çok yöntemli bilim anlayışı ve karma yöntem metodolojik açıklık eğilimindedirler. Çünkü bilimin kendisi de yaşayan ve zamanla gelişen, değişen ve hatta dönüşen entelektüel bir uğraştır. Kitapta karma yöntemin evrimsel doğasının yanında hermenötik derinlik ve fraktal sezgisellik özellikleri de incelenmiştir.
Kitapta çok yöntemli araştırma kapsamında tasarım tabanlı araştırma, eylem araştırması ve triangulationa yer verilmiştir. Karma yöntem araştırma modelleri ise karma boyutu, zaman yönelimi ve vurgu gibi farklı sınıflandırma tipolojileri açısından irdelenmiştir. Bu kitapta benimsenen sınıflandırma türü yapısal sınıflandırmadır. Buna göre yakınsayan desen, açıklayıcı desen ve keşfedici desen “çekirdek desenler” olarak; gömülü desen ve çok aşamalı desen ise “eklektik desenler” olarak sınıflandırılmıştır. Dönüştürücü desen ise metodolojik gerekçelerle değil ideolojik ve sosyolojik gerekçelerle ortaya çıkmış bir desen olarak değerlendirilmiştir. Her bir desen çeşitli alanlardan araştırma örnekleriyle detaylandırılmış ve model görselle özetlenmiştir. Kitabın sonunda veri toplama, karma analiz ve karma yöntem araştırmalarının yayınlanması süreçlerine yer verilmiştir.
Vicki L. Plano Clark, Nataliya V. Ivankova “Bu kitabın yaklaşımını seviyorum. Karma yöntemler araştırmasına (KYA) ilişkin geniş bir görünümü gözler önüne sermekte ve okuyucunun KYA'yı işlevsel hâle getirmesi için bir durak noktası sunmaktadır. KYA'nın geniş ve karmaşık dünyasına bir alan rehberi olarak hizmet edebileceğine inanıyorum.”
-Theresa A. Beery, Cincinnati Üniversitesi
“[Bu metin], uygulamalı ve kuramsal olarak karma yöntemlerle ilgili alana (ve önemli tartışmalara) katılmak için mükemmel bir başlangıç noktası sağlamaktadır.”
-Holly Thomas, Carleton Üniversitesi
“Tabloları ve metin kutularını çok sevdim. Çok fazla bilgi doluydu ve anlatıyı okurken üzerinde düşünmek çok yararlıydı.”
-Deborah Gioia, Maryland Üniversitesi, Baltimore

Karma yöntemler araştırması alanına ve uygulamasına kısa bir giriş
Bu uygulamalı kitap, karma yöntemler araştırması alanını ve farklı bakış açılarını anlamaya yönelik özgün bir sosyoekolojik çerçeve sunmaktadır. Çerçeveyi kullanarak aşağıdaki konulara ilişkin temel bazı soruları ele almaktadır: Karma yöntemler araştırma süreci nedir? Karma yöntemler araştırması nasıl tanımlanır? Neden kullanılır? Hangi desenler mevcuttur? Karma yöntemler araştırması diğer araştırma yaklaşımlarıyla nasıl kesişir? Karma yöntemler araştırmalarında nitelik ne anlama gelir? Karma yöntemler araştırması kişisel, kişiler arası ve sosyal bağlamlarda nasıl şekillenir? Karma yöntemler araştırması alanında ortaya çıkan konulara, bakış açılarına ve tartışmalara odaklanan bu kitap, öğrencilerin, akademisyenlerin ve araştırmacıların kendi araştırma uygulamalarını şekillendirmek için bu söylemleri tanımlamasına, anlamasına ve bunlara katılmasına yardımcı olur.
Ali Rıza GÖKBUNAR, Hamza KAHRİMAN “-Bir köylü kadın şehirde oturuyormuş. Hasat mevsimi olunca aç olan çocuklarına gıda temin etmek için köye gitmiş. Yollara, tarlaya dökülen başakları toplamış, dilenmiş, yirmi kilo kadar arpa tedarik etmiş, köyün su değirmeninde öğütmüş, sırtında taşımış. Evine giderken şehirde bekçi yakalamış, karakola getirmiş, oradan haydi “mevcuden” adliyeye. Kadın ağlıyor, sızlıyor, yalvarıyor “çocuklarım açtır” diyor.
Bir memur şu cevabı veriyor: “Hareketin kanunsuzdur, karne ile ekmek almalısın”.
Kadın şu cevabı veriyor: “Kilosu 75 kuruşa ekmeği nasıl alabilirim? Param mı var?”.
Neticede mahkeme, arpa ununun müsaderesine, kadından yirmi beş lira para alınmasına karar veriyor.”

1940'ların önemli bir gazetecisi olan Ahmet Emin Yalman 14 Temmuz 1943 tarihli Vatan Gazetesi'ndeki köşesinde 1940'lı yılların karne uygulamasında devletin nasıl sert önlemler aldığına ve uyguladığına yönelik bir olayı işte bu şekilde anlatır.

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'na doğrudan katılmamış olsa da, savaşın etkilerini yokluk, açlık, yaygınlaşan karaborsacılık, uzayıp giden kuyruklar gibi toplumsal sorunlar olarak yakından hissetmiş bir ülke olmuştur. Yetmiş yıla yaklaşan bir süre geçmiş olmasına rağmen, savaş yılları karne uygulaması hâlâ tartışmalı bir konu olmaya devam etmektedir. Bu kadar tartışmalı bir konu olmasına karşın, savaş yılları karne uygulaması bugüne kadar yeterli düzeyde ele alınıp başlı başına bir inceleme konusu yapılmamıştır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan özellikle ekmek ve gıda ürünlerinin dağıtılmasında uygulanan karne yönteminin incelenmeye çalışıldığı “Karneli Yıllar: Bir Savaş Maliyesi Uygulaması” adlı bu kitap alanında ilk detaylı inceleme olması bakımından, Türkiye'nin yakın tarih sosyo-ekonomik araştırma sahasına katkıda bulunabilme gayesi taşımaktadır.
Mehmet Toker Siz hiç bir yakınınızı kaybettiniz mi? Mesela annenizi kaybettiniz mi?
Kültürel çatışmaların, ötekileştirmelerin, ön yargıların, maddi ve manevi sömürünün hâkim olduğu, zayıfların ezildiği ve kutsalı menfaat olan bir dünyada; babasını hiç tanımamış, dünyadaki tek varlığı olan annesini, henüz 17 yaşında iken kaybeden bir genç kız ne hisseder? Kime sığınır? Hayatının geri kalanı için ne düşünür? Böyle bir acıya nasıl dayanır, nasıl güçlü kalabilir? İnsan acı çektikçe olgunlaşan bir varlık mıdır? Acı çekmek insanları olgunlaştırır mı? Kâinatta acının varlığı gerekli midir? Tanrı, neden kötülüklere engel olmuyor? Hayat nedir? Özgürlük nedir? İnsan nedir? İnsanı mutlu ve huzurlu varlıklara dönüştürmek mümkün mü? Çaresizliğin girdabında soran, sorgulayan ve arayışları ile yolunu aydınlatmaya çalışan bir genç kızın hikâyesi. Aynadaki yansımalara takılıp kalmayan, perdenin arkasındaki hakikate ulaşma çabasının mücadelesi. Mağara duvarındaki gölgelerin illüzyonundan, bakışlarını aydınlığa çeviren, çaresizliğin en büyük çare olduğunu keşfeden bir kâşifin benzersiz tecrübesi.
Ahmet Katılmış, Cahide Kayış, Halil Ekşi, Koray Onur, Köksal Muç, Mehtap Koldaş, Serdar Erdem Karşılaştırmalı Değerler Eğitimi: Uygulama Örnekleri ile Farklı Kültürlerde Değerler Eğitimi isimli bu kitap, farklı ülkelerin eğitim sistemlerini ve kültürel bağlamlarını inceleyerek değerler eğitimi alanında farkındalığı artıran türünün yegâne kaynağıdır.
Kitap; Türkiye, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Brezilya, Çin, Finlandiya, Fransa, Güney Afrika Cumhuriyeti, Hindistan, İngiltere, İran, İsrail, Japonya ve Rusya gibi çeşitli ülkelerdeki değerler eğitimi uygulamalarını detaylı bir şekilde ele almaktadır. Her bölümde, ilgili ülkenin eğitim sisteminin tarihsel arka planı ve o dönemlerdeki değerler eğitimi uygulamaları incelendikten sonra günümüze kadar uzanan süreçte ülkenin nasıl değiştiği ve değerler eğitimi alanında ne tür gelişmeler yaşadığı irdelenmektedir.
Kitapta, farklı kültürel ve sosyal yapıların değerler eğitimine etkisinin derinlemesine anlaşılmasına katkı sunan bu yaklaşımla birlikte öğretmenlerin rolüne de odaklanılmaktadır. Böylelikle okuyucular, çeşitli ülkelerdeki değerler eğitimine dair gerçek hayat örneklerine dayanan etkinlikleri ve senaryoları inceleyerek farklı yaklaşımları daha iyi kavrayabileceklerdir.
Okuyucusuna, farklı ülkelerdeki değerler eğitimi uygulamalarını aynı zamanda derinlemesine deneyimleme ve anlama fırsatı sunan kitabın her bir bölümü, o ülkenin eğitim sistemi ve toplumsal yapılarına odaklanarak değerlerin nasıl şekillendiği ve kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldığı hakkında berrak bir resim çizmektedir. Bu sayede değerler eğitiminin sadece bireyleri değil aynı zamanda toplumları nasıl etkilediğinin de anlaşılmasına katkı sunmaktadır.
Kitap; değerler eğitimi alanında çalışan eğitimciler, öğretmenler ve eğitim yöneticilerinin yanı sıra kültürel çeşitlilikle ilgilenen araştırmacılar, öğrenciler ve eğitim politika yapıcıları için vazgeçilmez bir rehber olma iddiasındadır.
Mustafa KÖYLÜ, İbrahim TURAN Her ne kadar günümüzde küreselleşmenin de etkisiyle tüm dünya ülkelerinde dine karşı bir ilgi azalıyormuş gibi görünse de özellikle 11 Eylül olayından sonra din yine uluslararası arenada en önemli aktörlerden birisi hâline gelmiştir. Medeniyetler Çatışması tezinin savunucusu meşhur Amerikalı siyaset bilimcisi S. Huntington da gelecekte eğer bir dünya savaşı olacaksa bu savaşın ne siyasi farklılıklar ne ekonomik ne de diğer nedenlerden olacağını, aksine böylesi bir savaşın ancak farklı dinlere mensup medeniyetler arasında meydana geleceğini öngörmektedir. Dolayısıyla geçmişte olduğu gibi dinler, günümüzde de barış ve huzurun kaynağı olacağı gibi, savaş, çatışma ve ayrışmaların da nedeni olabilir. Bu bakımdan tüm dünya ülkeleri dine ve din eğitimine büyük önem vermektedirler.
Dinin siyasi boyutu kadar, okullardaki öğretimi konusu da günümüzde en çok tartışılan konulardan birisidir. Bilhassa çoğulcu toplumlarda nasıl bir din eğitimi ve öğretiminin olması gerektiği konusunda pek çok çalışma ve araştırma yapılmakta ve projeler ortaya konmaktadır. Dünya devletlerinde din-devlet ilişkilerine bağlı olarak din eğitimi ve öğretiminde farklı yaklaşımlar mevcuttur. Ancak din derslerinin devlet okullarında gittikçe daha fazla yer aldığı görülmektedir.
İşte bu kitap, din-devlet ilişkileri ve din eğitimi uygulamaları açısından birbirinden oldukça farklı yapılara sahip 12 ülkeyi ele almaktadır. Söz konusu ülkelerdeki din-devlet ilişkilerine ve din eğitimi uygulamalarına bakıldığında görülecektir ki okullardaki din eğitimi sorunu sadece kendi ülkemizin değil, aslında pek çok ülkenin de en başta gelen sorunları arasında yer almaktadır.
Aykut Bedük İşletme literatürüne kazandırılan “Karşılaştırmalı İşletme-Yönetim Terimleri Sözlüğü” alanında var olan boşluğu önemli ölçüde doldurabilecek bir eser niteliğindedir. Özellikle ALES ve KPSS sınavlarına hazırlanan İşletme, İktisat, Kamu yönetimi Uluslararası ilişkiler, Pazarlama ve benzeri programlarda okuyan ya da bu programlardan mezun olmuş olan ön lisans ve lisans öğrencileri için aynı zamanda yüksek lisans, doktora sınavlarına girecekler için de önemli bir başvuru kaynağıdır.
Mehmet Mercan Türk – Rus ilişkileri yaklaşık olarak bin yıllık bir geçmişe sahiptir. Bu sürenin son üç yüz yılı ise çok sıcak ilişkilerle geçmiştir. Öyle ki gerek Osmanlı Devleti’nin gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasına yön vermiş, tarihini şekillendirmiştir. Bu çalışmanın temelini teşkil eden Katerina tarihi de Rusya’nın ve Türk – Rus ilişkilerinin önemli bir periyodunu içine alan XVIII. yüzyılın ikinci yarısını ele almaktadır. Bu dönem artık Osmanlı Devleti için kırılma noktalarının başladığı dönemdir. Aynı zamanda bu dönem, Rusya için de bir dönüm noktası kabul edilmektedir.
Gerek Türk – Rus ilişkileri gerekse Rus tarihi hakkında yeterli yayının yapılmadığından hareketle, II. Katerina (1762 – 1796) ve dönemi ile ilgili önemli kaynak eserlerden biri olan ve Fransız tarihçi ve çevirmen Castera tarafından Fransızca olarak kaleme alınarak, Yakovaki Efendi tarafından tercüme edilen Katerina Tarihi isimli eser bilim alemi için temel kaynak niteliğindedir.
Zeyneb Hafsa Orhan İslâmî bankacılık fikri, faizsiz yapı ve kâr-zarar ortaklığı mekanizması olmak üzere iki temele dayanmaktadır. 196Cflı yıllardan beri mevcudiyetini sürdüren İslâmî bankalar, günümüz küresel finans piyasasının aktörlerinden biridir. Son 50 yılda, pek çok gelişme yaşanmıştır. Bunlardan biri, kâr-zarar ortaklığı enstrümanlarının yetersiz kullanımı ve kullanılsa bile sorgulanabilir uygulamalarının varlığıdır. Bu kitap; her şeyden önce mezkûr gelişmelerin, mudârebe ve müşâreke olan kâr-zarar ortaklığı enstrümanlarına mahsus oluşan ekstra risklerin bir sonucu olduğu varsayımı üzerine kurulmuştur. Kitabın amacı mudârebe ve müşâreke ile ilgili her türlü ekstra risk için analiz yapmaktır. Bu amacı gütmek üzere öncelikle mudârebe ve müşâreke enstrümanlarına yönelik mufassal bir bilgi verilecek akabinde İslâmî bankaların mevcut kâr-zarar ortaklığı uygulamaları analiz edilecek ve son olarak da asimetrik bilgi, kredi riski, getiri oranı riski ve geri çekme riski, risk tanıtımı, hesabı ve hafifletimi olan risk yönetim süreçleri yoluyla analiz edilmiştir. Bu kapsamda her risk türü (yeniden) tanımlanmış, risk faktörleri belirlenmiş, yeni hesaplama yaklaşımları sunulmuş, mudârebe ve müşâreke enstrümanları için risk hafifletim teknikleri ileri sürülmüştür.
Nazan Lila Ekonomik sistemin İslam dininde haram kılınmış olan faize dayalı bankacılık ile irtibatlı olarak yürümesi, İslam âlimlerini faizli bankacılık sistemine alternatif olabilecek faizsiz bir sistem arayışına sevk etmiştir. Bu çözüm arayışı neticesinde bugün dünyada "İslami bankacılık", Türkiye'de ise "katılım bankacılığı" diye isimlendirilen faizsiz bankacılık sistemi geliştirilmiştir. Bununla birlikte katılım bankalarının bazı işlemlerinin, İslam hukukunda var olan sözleşme teorisine ve sözleşmenin geçerliliği için gerekli görülen şartlara tamamıyla uygun olmaması, sisteme yönelik eleştiri ve tartışmaları do beraberinde getirmiştir.
İslam hukukunda, satım sözleşmesinde malın teslim alınması üzerinde özellikle durulmuş ve müşterinin salın aldığı malı teslim almadan önce satması konusunda birtakım sınırlamalar getirilmiştir.
Doktrinde tartışılan bu mesele, günümüzdeki katılım bankacılığı işlemleri çerçevesinde önem arz etmektedir. Uygulamada, katılım bankalarının fıkıh doktrininde öngörülen şekil ve şartlara aykırılık taşıyan birtakım işlemleri olduğu görülmekledir. Katılım bankalarının, kredi vermek amacıyla sıkça başvurduğu murabaha uygulamasında malı teslim almadan ve fatura, tapu gibi belgeleri kendi adına düzenletmeden müşteriye satması da bu aykırılıklar arasında yer almaktadır. Katılım bankalarının, malın teslim alınmasından kaynaklanan birtakım masrafları azaltmak amacıyla başvurduğu söz konusu uygulamalar, bazı âlimler tarafından İslam'da satım sözleşmesinin gereklerinden olan teslim alma unsurunu ihlal ettiği ve bankayı, diğer bankalar gibi sıradan bir finansör durumuna getirdiği gerekçesiyle eleştirilmiştir.
Kitapla; gayrimenkul ve menkul mallarda teslimin ne ile gerçekleşeceği, bankanın teslim için müşterisine vekâlet vermesinin caiz olup olmadığı, tapu ve ruhsat gibi kayıtların teslim yerine geçip geçmediği, teslim alınmayan mal üzerinde ne gibi tasarruflar yapılabileceği sorularına cevap aranmıştır. Ayrıca söz konusu probleme alternatif bir çözüm önerisi mahiyetinde olan bağlı kredi sözleşmesine değinilmiştir. Kitap bu anlamda, malın teslim alınması konusunda bir referans kaynak olmaya adaydır.
A. Teyfur Erdoğdu, Ahmet Ayhan Çitil, Ali Utku, Mehmet Zahit Tiryaki, Ömer Türker, Sadık Türker, Tahsin Görgün Bir bilim dalının sürekliliğini sağlayan en önemli ve öncelikli unsurlardan birisi merkezi kavramlarının tespiti ve tabii sürekliliğinin sağlanmasıdır. Özellikle sosyal bilimler çerçevesinde yapılacak olan çalışmalar o bilimin kendi alanında bulunan makul anlamlara tekabül eden kavramların ve onların dil içerisinde bir anlama ad olmasını ifade eden ıstılah/terime yüklenmesi, ilgili bilim dalının bilimselleşme süreçlerine dair de ipuçları verir.
Günümüzde sosyal bilimlerde hakim olan kavram ve buna bağlı olarak terimselleşen ifadeler, Avrupamerkezci tanımların hakimiyeti ekseninde belirlenmekte ve bu kavram-tanım ilişkisi Avrupamerkezci yorumların süregelmesini sağlamaktadır. Bu şekilde toplumun öz değerlerine ve yapısına aykırı olarak üretilen kavramlarla yapılan tanımlamalar, sosyal bilimlerde sahih üretimlerin yapılmasına engel olmaktadır. İslam toplumunun yapısı ve kültürünün de göz önünde bulundurulduğu doğru bir sosyal bilimin gelişmesi ve buna bağlı olarak doğru bir bilimsel düşünce zeminin sağlanabilmesi öncelikle yerli ve kökenleri itibariyle süreci takip edilebilir kavramsal ve kuramsal çerçeveyi zorunlu kılmaktadır.
Elinizdeki kitap, bu gerekliliklerin işaret ettiği doğrultuda sosyal bilimlerde yeni kavramları geliştirmenin zeminini oluşturmak ve imkân alanlarını tespit etmek amacıyla hazırlanmıştır.
Süreyya Su, Arif Aytekin “… pürtüklü uzamlar, oluş'un yani organsızlaşmanın önüne devamlı sınırlar çeken yapılardır. Buna karşın kaygan-uzam ise, yaşamın saf oluş'lara açıklığını ifade eden sonsuz imkânlar düzlemidir”.
Efe Baştürk, İçkinlik Demokrasisi
Gilles Deleuze'ün düşüncesine giriş için bir kapı yoktur, birçok kapı vardır. Üstelik bu kapılar bir başlangıç yerine açılmazlar, onlar bir düşünce evrenine açılan geçitlerdir.
Kaygan Uzamda Hareketler, çağdaş Fransız düşüncesinin iki kült ismi olan Gilles Deleuze ve Félix Guattari'nin felsefesini çok yönlü irdeleyen bir metin.
Süreyya Su ve Arif Aytekin imzalı bu çalışma; günümüzde postmodern olarak adlandırılan çağdaş siyasal, toplumsal, kültürel ve sanatsal durumları açıklamak için Deleuze ve Guattari'nin ürettiği fikirlerin neden hayati derecede önemli olduğunu gözler önüne sermesiyle özellikle dikkat çekiyor.
Burada Deleuze’ün ve Guattari'nin; Hegel, Nietzsche, Heidegger, Leibniz ve Kafka'yla ilişkisi, olay felsefesi, oluş, virtüel, farklılık, çokluk, anti-ödipus, şizoanaliz, yersizyurtsuzlaşma, arzu ve organsız beden gibi temel kavramları inceleniyor. Deleuze'ün sinema felsefesinde Godard imgesinin kendine nasıl yer bulduğu tartışılıyor.
Kitapta ayrıca Guattari'nin arzu üzerine metinlerine de yer veriliyor. Düşünür, bu metinlerinde arzu kavramını cinsellikten sinemaya kadar farklı bağlamlarda ele alıyor.
Kaygan Uzamda Hareketler; Deleuze’ün ve Guattari'nin düşüncelerini anlamak ve anlatmak çabasının bir ürünü değil, onlarla çıkılan felsefi seyahatin bir anlatısıdır.
Şaban Abak Şaban Abak’ın ilk kitabından 17 yıl sonra ikinci kitabı Kayıp Atlar Haritası, Ebabil Yayınları şiir dizisinden çıktı. Uzun bir şiirden oluşan kitap Durmuşoğlu Duran’ın özümüze, günümüze ve tarihimize dair konuşmaları etrafında şekilleniyor. Bir destan niteliğindeki kitapta, pırıl pırıl bir Türkçenin eşliğinde milletimizin tarihinden akıp gelen vurucu gücünün tekrar tebarüzü davasını güden bu şiiriyle Abak, ilk kitabındaki enfes şiirini daha bir zenginleştiriyor.
Nurettin Durman

Gördüğünüz gibi değişen bir şey yok hayatımda


Caddeye uzanmışım da tutunmaya çalışıyorum


Biraz kekre bir alışkanlıkla en azından bana dair


Yanımda taşıdığım bir yüz olmalı diye düşünürken


Hayır diyorlar bana olmaz;


Olmaz öyle şey diyorlar.


Katiyyen olmaz.



Muzaffer Üzümcü İnsan her ne kadar mükemmel olma arzusuna sahip olsa da bu emeline ulaşması mümkün değildir. Aslında özel gereksinimlerin olması, her insanın bizzat tecrübe ettiği bir durumdur. Farklı boyutlarda veya şekillerde birtakım yetersizliklere sahip olması da insan olmanın bir hususiyetidir. Böyle bakıldığında özel gereksinimli bireylerin, yetersizliklerinin belirlenmiş olması dışında normal gelişim gösteren bireylerden farkları yoktur.
Özel gereksinimli bireyler tarih boyunca birçok güçlükle mücadele etmek zorunda kalmış ve çoğu zaman toplumda hak ettikleri saygıyı görememişlerdir. Yirminci yüzyılın özellikle ikinci yarısından itibaren demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerdeki gelişmeler sonucu bu bireylere yönelik iyileştirici düzenlemeler yapılagelmiştir. Bilhassa teknolojideki gelişmeler sayesinde bu bireyler kendilerini kuşatan zorluklardan bir derece kurtulabilmiş ve daha iyi şartlarda eğitim alma imkânına kavuşmuştur.
Bir normalleşme süreci olarak kabul edilen kaynaştırma eğitimi uygulamaları, özel gereksinimli bireylerin akranlarıyla aynı öğretim ortamlarında bulunmalarına fırsat vermekte ve onların topluma adapte olmalarına katkı sağlamaktadır. Din eğitimi alanında da öğrenme ihtiyaçları olan özel gereksinimli bireyler Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerinin rehberliğinde dinin birey ve toplum hayatındaki yeri ve önemi hakkında bilgi sahibi olmaktadır.
Seyit Gezer Bu eser, Kayseri Alevileri arasında önemli bir yere sahip olan Yedi Bucak Avşarları üzerine kaleme alınmıştır. Eserde, bu topluluğun bireyleri arasında derlenen sözlü kültür ürünlerinin zenginliği ortaya konulmuş ve bu ürünlerin kimlik, tarih, inanç gibi değerlerdeki belirleyiciliği izah edilmiştir.
Kitapta ele alınan konular, ilmî süzgeçten geçirilirken önümüzdeki dönemde Kayseri Alevilerini bütüncül anlamda inceleyecek çalışmalara model olma özelliği taşıyacak şekilde tasnif edilmiştir.
Elde edilen veriler müracaat eserlerine başvurularak tahlil edilmiş, bu işlem yapılırken Anadolu'nun ve Türk dünyasının farklı yerlerindeki benzer uygulamalarla mukayese edilmiştir. Karşılaştırmalar ve yorumlamalar sonucu sözlü kültür ürünlerinin kaynakları, bu kaynakların Yedi Bucak Avşarları için hangi işlevi üstlendiği açıklanmıştır.
Yedi Bucak Avşarları, kolektif kimlikleri ile okuyucuya tanıtılırken dar çerçevede Kayseri Alevileri, geniş çerçevede Türk kültür ekolojisi içindeki yerleri de gösterilmeye çalışılmıştır.
Faruk Sancar, Hayrettin Nebi Güdekli, Hikmet Yağlı Mavil, Hilmi Karaağaç, İbrahim Aslan, Mustafa Ünverdi, Muzaffer Tan, Orhan Ş. Koloğlu, Osman Demir, Sinan Öge, Ulvi Murat Kılavuz, Veysi Ünverdi, Yunus Cengiz Elinizdeki çalışma, kelam düşüncesinin tarihsel serencamını; kurucu ekolleri, söylemleri, prensipleri ve literatürü açısından kronolojik ve betimsel bir bakış açısıyla ortaya koymaktadır. Bu doğrultuda ilk olarak bu disiplinin bilimsel değeri ve tematik çerçevesi tanımlanmakta, doğuş ortamı ve buna etki eden ilk tartışmalar bütünlük içerisinde verilmektedir. Sonrasında ise Kelâm düşüncesinin sistemleşme evresi; sırasıyla; Mu'tezile Ehl-i Sünnet ve Şîa Kelâmı bağlamında, ana ekolleri, kurucu ilkeleri ve literatürü açısından tasvir edilmektedir. Akabinde ise Gazzalî sonrası; Kelam-Felsefe etkileşimi, Şerh-Haşiye Dönemi Kelamı ve Osmanlı Dönemi Kelamı başlıklarıyla derinlikli bir araştırmaya konu edilmektedir. Son olarak eser, 18. yy'ın entelektüel koşullarıyla şekillenen Yeni İlmi Kelam Döneminin klasik konu, yöntem ve söylemleri yenileme çabaları ve Çağdaş Dönem Türkiye'de İlahiyat Fakültelerinde üretilen modern kelam düşüncesini ana hatlarıyla tanımlamaktadır.
Mehmet Şaşa İslâm dininin merkezinde yer alan marifetullah konusu, özellikle de inanç esaslarını savunma görevini üstlenmiş ve bu doğrultuda sistemler geliştirmiş olan kelam âlimlerinin ilgi odağı olmuştur. Doğal olarak kelamcılar, kendi düşünce sistemleri içerisinde Allah'ı bilme hususuna yer ayırmışlar ve konuyla ilgili yaklaşımlarını ortaya koymuşlardır. Aynı şekilde gerek epistemolojileri gerekse varlık anlayışları itibariyle diğer İslamî ilimlerden farklı bir yerde kendilerini konumlandıran sûfiler de böyle esaslı bir meseleden bigâne kalmamışlardır. Başka bir ifadeyle, marifetullahı adeta esas gaye edinen sûfiler, epistemolojik olarak da bu meseleye eğilmişlerdir. Bu çerçevede kelam uleması bir yandan marifetullah konusunun teorik çerçevesini oluşturmaya çalışırken, diğer yandan da kendi dönemlerinde etkili olan mülhid akımlara karşı sistemli bir şekilde mücadele içerisinde olmuşlardır. Sûfiler ise konuyu teorik olarak temellendirmek ve tartışmaktan ziyade, Allah-âlem-insan üçlüsü arasındaki ilişkiyi göz önünde bulundurmak suretiyle pratik yansımalarını öne çıkararak ele almaya ve görüşlerini ortaya koymaya çalışmışlardır.
Araştırmamızın esas gayesi, kelam ilmindeki meşhur ekoller ve bu ekollerde öne çıkan kelamcılar ile tasavvuf ilminde köşe taşı hükmünde sayılan öncü sûfilerden hareketle marifetullah konusunun ele alınış tarzlarını mukayeseli olarak ele alınıp ortaya konulması ve değerlendirilmesidir. Diğer bir ifadeyle, çalışmamız, İslâm'ın şekil ve muhtevasını farklı biçimlerde anlayan ve yorumlayan kelamî ve tasavvufî düşünce sistemlerinin marifetullahı ele alış tarzlarını ve neticede oluşan düşünceleri karşılaştırmalı olarak sergilemeyi amaçlamaktadır. Bir bakıma çalışmanın temel hedefi, kelamın marifetullah yaklaşımı ile tasavvufun bu konudaki anlayışı arasında terminolojik ve metodolojik açılardan bir farklılaşmanın ve ayrışmanın olup olmadığı ve bunların yansımalarının ürünü olan düşüncelerin mahiyeti üzerine odaklanmaktır. Yani amaç, marifetullah merkezinde her iki disiplinin ortak ve farklı yönlerini tespit etmek ve sistematik bir şekilde ortaya koymaktır. Kanaatimizce böyle bir mukayese, marifetullah konusunun çok yönlü bir şekilde değerlendirilmesine imkân sağlayacaktır.
Özcan Taşcı Felsefede varlığı anlamlandırmaya yönelik çabalar temelde iki eksende yoğunlaşmıştır. Bunlardan ilki, Platon'a dayandırılan idealizm/subjektivizm, diğeri ise onun öğrencisi, yani Aristo'ya atfedilen realizm/objektivizmdir. Bu ikisi arasındaki en belirleyici ayrım, subjektivizmde varlığın bilgisi zihinde, süjede teşekkül ederken objektivizmde ise zihnin dışında, yani objede oluşmuş olduğudur. Her iki akımın bilgi kaynakları da buna göre şekillenmiştir. Kuruluşu itibarıyla Müslüman coğrafyada tesis edilen, bu yönüyle de orijinal bir disiplin olması yönüyle ön plana çıkan Kelam ilmi de özellikle H. III. asırdan itibaren felsefi eserlerden, bilhassa varlığı anlama ve tanımlamaya yönelik felsefi epistemolojiden istifade etmiş ancak en azından erken/mütekaddim dönem (I-IV. asırlar) itibarıyla özgünlüğünü büyük ölçüde muhafaza edebilmiştir. Ancak Kelam, Gazali'den itibaren, yani müteahhir/geç dönemde tedrici olarak felsefenin nüfuz alanına girmeye başlamış, Razi ile birlikte de kanaatimizce özgünlüğünü iyiden iyiye kaybetmiştir. Çünkü bu ilim artık kelamdan ziyade felsefenin konularını ele alıp inceleyen bir konuma dönüşmüştür. Bunlardan birisi de epistemolojik açıdan ele alınan subjektivizm meselesidir. Kelamda bu konu, tespitlerimize göre özel olarak çok fazla çalışılmış değildir. Bundan dolayı konuyu müstakil bir başlık altında, Gazali, Haris el-Muhasibi ve Kadı Abdülcebbar bağlamında incelemeye çalıştık.
Emre Öztürk Pırıl pırıl bir ilk kitap. Karagöz'de yayımlanan şiirleriyle okuyucunun dikkatini çeken Emre Öztürk'ün ilk kitabı Kemik Yasası, Ebabil Yayınları'ndan çıktı. Kemik Yasası'yla şiirini bir forma kavuşturma yolunda ciddi bir adım atan Öztürk sahip olduğu yetenekle neye el atsa başaracak düşüncesi uyandıran bir şair. Heceyle yazabiliyor, dörtlük ve beyit düzeni kurabiliyor. Heceyle yazarken ve beyit düzeni kurarken bütünüyle modern kalabiliyor. Tek tehlikesi sahip olduğu rahat söyleyiş.
Neşenin içindeki trajik, varoluşunu kavrayıştaki endişe onu bir ıssızlığa uğratıyor. Cahit Zarifoğlu'na yetenek dolu göndermeler yapan Emre Öztürk, imgeye özel bir önem veriyor. Konuşma dilindeki işlekliğin içinde eritmeye çalıştığı imge patlamalarını denetim altına aldıkça Türk şiirinin istediği türden bir şiir kuracak.
Bilal Karabulut Prof. Dr. Bilal Karabulut, aslında hepimizin içten içe bildiği ama bir türlü harekete geçiremediğimiz en kadim refleksimizi harekete geçiyor bu romanında. Nedir bu refleks? “İnsanın iyi ve anlamlı bir hayat arayışı…”. Kendini tanıyan ve kendi gerçekliğini kendi inşa edebilen çok az sayıda insan vardır. Geri kalan çoğunluk ise alışkanlıklarının, çevresinin, öğretilmiş çaresizliklerinin girdabında hayatını boş yere heba etmekte.
Postpozitivist metodolojiyi kullanan inşacı teorinin (konstrüktivizm) öğretileri temelinde “Anlamlı bir hayat nasıl yaşanır ve insan gerçek iç huzuru nasıl yakalar?" sorularının cevabını okuyucuya sunmakta yazar. İnsan, kendi hayatını yalnızca “kendisi” anlamlı hâle getirebilir.
Aynur Erdoğan Coşkun, Ayşen Şatıroğlu, Betül Kızıltepe, Büşra Turan Tüylüoğlu, Elif Altundere, Mehmet Ali Akyurt, Melek Kırtıl, Merve Ayar Yılmaz, Murat Şentürk, Nursen Tekgöz, Salih Ünüvar, Şefika Aydın, Yusuf Adıgüzel "Antik kentler, orta çağ kentleri ve modern kentler, kapitalist ülkelerdeki kentler, sosyalist ülkelerdeki kentler ve Üçüncü Dünya ülkelerindeki kentler; işte bunların hepsi geniş entelektüel çerçevemizde yer alıyordu. Bunların sonucunda ortaya çıkan kentsel sosyoloji aklınıza gelen her şey olabilirdi; eğer bunun kentlerde meydana geldiğini görebildiyseniz, o zaman kentsel sosyoloji literatürünün herhangi bir yerinde tartışıldığını da görebilirdiniz." Saunders, R (2013). Sosyal teori: Kentsel sosyoloji (S. Doğru Getir, Çev.). ideal Kültür Yayıncılık.
Kentin inşası ve kentlerin neredeyse dünyanın her köşesine yayılması tüm zamanların en başarılı insan yaratımlarından biri olmuştur. Bugüne
kadar pek çok açıdan tartışılmış, farklı disiplinlerle ilişkilendirilmiş ve üzerine yazılmış zengin bir literatür bulunan kent ve kent çalışmaları hakkında bir sınıflandırma yapmak oldukça zor olsa da bu kitabın çerçevesi nüfus biliminden kentleşme olgusuna, kır pratiklerinden gecekondulaşma sürecine, toplumsal hareketlilikten göç çalışmalarına kadar geniş bir perspektifle ve aşamalı olarak geliştirildi.
Kent Çalışmalarına Giriş, bugün hâlâ önemini koruyan ve gündemden düşmeyen kent, kirve göç konularına adım adım yaklaşarak geçmişin ve
günümüzün dinamiklerini aydınlatmayı amaçlıyor. Hem kent çalışmalarına ilgi duyanların hem de uzmanların başvurabileceği bu eser, bir
başlangıç kitabı olması ve akademik bağlamda bütünlük oluşturması açısından önem arz ediyor.
Nilüfer Negiz, Songül Sallan Gül Kentler, bir yerleşim yeri ve yaşam alanı olarak sosyolojik açıdan derin farklılıkları, çelişkileri ve eşitsizlikleri barındırır. Mezopotamya’dan itibaren toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, ataerkil toplum ve devlet yapılarıyla birlikte kentlerin bir parçası olmuştur. Kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılıklar, toplumsal iş bölümü ve mekânsal ayrışmaların eril inşasıyla eşitsiz ve hiyerarşik farklılıklara dönüştürürken kenti devletle ve kamusallıkla özdeşleştirmiştir. Kadınlar ise kentte daha çok özel alanda yaşayan bir azınlık olarak görülmüşlerdir. Sanayi Devrimi’yle istihdamın artan kentsel niteliği modern toplum ve demokratik gelişmelere olanak sağlamışsa da kamusalın eril niteliği kentsel yaşamdan kadınları ya uzak tutmuş ya da katılımlarını sınırlamıştır. Kentin sorunları da ya cinsiyetten bağımsız (!) görülmüş ya da cinsiyet körü olarak ele alınmıştır. 21. yüzyılın en küçük kentten mega akıllı kentlere kentsel gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun kentlerde toplumsal cinsiyet eşit(siz)liği sorunu devam etmektedir. Sosyal devletin daha da gerilediği, neoliberal piyasa ekonomisi ve geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin (ev işleri, çocuk ve bakım sorumlulukları) kadınlara dayattıkları ve ihtiyaçlar göz ardı edilmektedir. Hatta kent mekânı düzenlemeleriyle kadınlara özgü ayrıştırılmış kamusal alanlar oluşturulmaktadır.
Oysa kadınlar ne ister? Yaşadıkları kente, kenttaş olarak tüm alan ve ilişkilerine katılım, temsil ve sorumluluk almak, eşit olmak. Bu kitap, sizleri bu sorgulama alanında bir saha araştırmasının bulguları eşliğinde kısa bir yolculuğu davet etmektedir.
Ali Eren Demir, Alper Bilgili, Asime Dilara Erdem, Duygu Kalkay, Elif Nagihan Türköz, Erdal Şahin, Fatih Altun, Fikri Keleşoğlu, İsmet Nezih Abanoz, Melih Coşkun, Muhammed Ferit Duman, Mustafa Kara, Nazife Gürhan, Nuray Karaman, Onur Bayrakcı, Rodi Haznedaroğlu, Selin Arıkın, Şükrü Türköz, Yalçın Kahya Çocukluğumda yönetmenliğini Roland Emmerich'in yaptığı Yıldız Geçidi (Stargate) filmini ilk izlediğimde neredeyse nefes bile almadan filme kilitlenmiştim. Böylesi bir deneyimi tecrübe etme tutkusunu bir türlü içimden atamıyordum. Fakat sonra bu tutkumu tatmin edemese de teskin edebilen akademik bir kapıyı keşfettim: Kentler.
Filimdeki solucan delikleri gibi göz alıcı efektleri bir yana bırakırsak esasında olan şey, modern bir kentten ilkel bir kente yolculuktu. Dolayısıyla kentler bir anlamda farklı gezegenler ve kentlere açılan kapılar da yıldız geçitleri gibidir. Avcı toplayıcı atalarımız yerleşik hayata geçmekle yani ilk kez “kent kapısı”ndan geçmekle dünya gezegenimizi başkalaştırdılar ve bu başkalaşım her yeni “kent kapısı”ndan geçildikçe devam etti. Bir tür olarak insan, geçtiği her kent kapısının ardından kendi toplumsal spektrumunun kültürel görünümlerini dünya sahnesine yansıttı. Bu kültürel görünümlerin kimisi toprak oldu kimisi ise toplumsal tortular olarak hâlâ varlıklarını korumaktalar.
Özellikle günümüzde insanın “kentli form”unun dünyaya egemen olduğu bir gerçek. Bu nedenle günümüz insanına ilişkin kenti ihmal eden her söylem ve analiz eksik kalacaktır. Bu bağlamda bu kitap; kentsel prizmadan dünya sahnesine yansıyan toplumsal spektrumun aktüel fenomenleri olan kentleşme, kadın, çocuk, yemek, göç, tüketim, engelliler, siyaset, güvenlik, ideoloji, yoksulluk, dijitalleşme, psikoloji ve ütopya konularını ele almaktadır.
Adem Kılıç, Aslıhan Aykara, Cemre Bolgün, Çiçek Nilsu Varlıklar Demirkazık, Ercem Erkul, Ferman Erim, Harun Aslan, M. Serkan Demirci, Müge Özmen, Nurullah Çalış, Sultan Ebru Bulgurcuoğlu, Şükran Kolay Çepni, Tahir Emre Gencer, Türken Çağlar Günümüzde dünya nüfusunun yarısından çoğu kentlerde yaşamaktadır. Çalışma ilişkileri, eğitim imkânları, deneyimlenen toplumsal sorunlar, sahip olunan destek ağları, kültürel örüntüler ve günlük yaşam pratikleri gibi insanı çevreleyen sosyal gerçeklik olgusu, büyük oranda kent yaşantısı içinde biçimlenmektedir. Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal İşler Dairesi'nin kent nüfusu projeksiyonları, günümüzde %55 olan kentli nüfusunun, önümüzdeki yıllarda artış göstereceğini ve 2100 yılında dünya nüfusunun %85'inin kentlerde yaşamaya başlayacağını işaret etmektedir. Bu durum kente dair çalışmaların öneminin gün geçtikçe artmasına neden olmaktadır.
Kentlerdeki nüfusun artışı, çeşitlenmesi ve heterojen bir hâl alması aynı zamanda sorun ve ihtiyaçların da yeni boyutlar kazanmasını beraberinde getirmektedir. Bu süreçle beraber derinleşen “kent” olgusu, sosyal bilimciler için önemli bir çalışma ve düşünme alanı yaratmıştır. Bu alanın içerdiği kentli hakkı, kent hizmetlerine katılım, kentsel adalet, sosyal içerme, kentlileşme ve kente uyum gibi kavramlar farklı disiplinler için ilgi odağı hâline gelmiş; yeni ve çok boyutlu çalışmaların ortaya konmasını gerektirmiştir.
Sosyal değişimi ve gelişimi, sosyal bütünleşmeyi, insanın güçlendirilmesi ve özgürleşmesini içeren küresel sosyal hizmet tanımı, okumakta olduğunuz bu kitabın kent ve kentliliği konu ediş biçimine ilham vermiştir. Sosyal hizmet mesleğinin çalışma alanları ve hizmet ürettiği nüfus grupları ele alınırken sosyal adalet, insan hakları, ortak sorumluluk ve farklılıklara saygı ilkeleri de bu kitabın odak noktasını oluşturmaktadır.
“Kentsel Sosyal Hizmet” kitabının, sosyal hizmet başta olmak üzere sosyal bilimler alanındaki tüm öğrencilere, akademisyenlere ve meslek elemanlarına faydalı olması; kentlerin, canlı dostu alanlar olarak gelişimine katkı sunması dileğiyle…
Hamza Kurtkapan 20. yüzyılın ortalarından itibaren gelişen yaşlılık sosyolojisi literatüründe, yaşlılık, sosyoekonomik değişkenler bağlamında çeşitli özelliklere göre çalışılmaktadır. Bunlar arasında kırsal ve kentsel alanlarda yaşlanmaya dair çalışmalar da yer almaktadır. Yaşlılık sosyolojisi literatür okumalarında özellikle kentsel ortamdaki yaşlılarla ilgili çalışmaların yetersizliği, kentli yaşlılar üzerine çalışmayı motive edici bir unsur olmuştur.
Kentleşme, başta aile olmak üzere bütün toplumsal kurumları derinden etkilemektedir. Bu süreçten en çok etkilenen bireylerin başında ise yaşlılar gelmektedir. Kentleşme ve yaşlılık ilişkisinin ele alındığı bu araştırmada, kentsel yaşamın ortaya çıkardığı yoğunluk, karmaşa ve hız faktörlerinin yaşlının hayatını nasıl şekillendirdiğine odaklanılmaktadır. Kentin sunduğu hayat şartlarının yaşlıların kendileri için öngördüğü hayat tarzı ile örtüşmediği rahatlıkla söylenebilir. Zira yaşlılar genel olarak kendileri için dingin ve sakin bir hayat isterlerken, kent, yaşlıların bu taleplerini karşılamaktan büyük ölçüde uzaktır. Bundan dolayı kentin yaşlılar için ne derece uygun olduğunun tartışılması, aslında kentsel yaşamın kendisini eleştiriye açması anlamına gelmektedir.
Galsan Tschinag 1995 yılında 130 deve, 330 at, 30 köpek, 16 tavuk, 1 kedi, 140 Tuvalı ve kamera ekibinde yer alan 6 kişiden oluşan bir kervan 62 gün süren bir yolculuk sonunda Moğolistan’ın doğusundan batısına 2000 km yol kat eder. Kervan’ın başında obanın beyi, Galsan Tschinag vardır.
Bu kitap, bu göçün öyküsünü anlatır.

Yazar, Adelbert-von-Chamisso, Puchheim Okuyucu Ödülü, Heimito von Doderer Edebiyat Ödülü, Almanya Liyakat Nişanı, Alman Endüstri Birliği Edebiyat Ödülü, Avrupa TREBBIA Ödülü, Marburg Şehri Edebiyat Ödülü sahibidir.
Ömer Küçükmehmetoğlu Elinizdeki eserde, 1860 yılında Kazan Üniversitesi Matbaası'nda yayımlanan Kesik Baş Kitabı ile 1903 yılında Kazan'da Kerimiye Matbaası'nda yayımlanan Kesik Baş Kitabı karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Kesik Baş hikâyesi, Tatar Türkçesi halk ağız özellikleriyle yazıya geçirilmiş Altın Orda Dönemi 12. yüzyıla ait eserlerden biri olarak kabul edilmektedir. Altın Orda, İdil Ural sahası, Selçuklu, Anadolu Beylikleri, Osmanlı, Türkiye sahasında Kesik Baş destanı oldukça meşhurdur. Anadolu sahası ve Tatar sahası Kesik Baş destanının konusu, eserin kahramanları aynıdır. İnceleme bölümünde bölümünde; Kesik Baş hikâyesinin Tatar edebiyatındaki yeri, önemi, eserin 1860 ve 1903 baskılarının özellikleri, eserdeki arkaik unsurlar, yazım, imla farklılıkları, ikili imlalar ele alınmış söz varlığı ile ilgili tespitler yapılmıştır. Eserde tıpkıbasım çeviri yazı, aktarmayla bakışımlı verilmiştir. Başka dillerden alıntılanan kelimeler, dizin bölümünde alıntılandığı dil köşeli parantez içerisinde belirtilerek yazılmıştır. Metinde geçen özel isimler ayrı bir başlık altında değerlendirilmiş ve isimlerin açıklamaları yapılmıştır. Ayrıca eserin dokuz farklı baskısı gözden geçirilmiştir. Bu kitap, Altın Orda, Tatar edebiyatına ilgi duyanlar, Türk lehçelerinin tarihî gelişimini araştıranlar için kaynak eser olacaktır.
Yunus Emre Altuntaş Keşif Bedeli (Şiir)
Nilay Gemlik, Ali Arslanoğlu Elinizdeki eserin yazılma amaçlarından biri; ülkemizdeki kamu otoritelerinin, toplumun, akademik çevrelerin, hazırlıksızlığımızdan dolayı yaklaşmakta olan tehlikeye dikkatlerini çekmektir. Konuyla ilgili multidisipliner araştırmalara, bilimsel çalışmalara acilen ihtiyaç vardır. Yaşlılığın; acizlik, kendine yetememek ve zor bir dönem algısından soyutlanarak kendine yetebilme, tatmin, mutluluk ve verimlilik algısı temelinde nasıl daha iyi hâle getirilebileceği onbir ülke uygulamaları ile birlikte ele alınmıştır. Bu yapılırken de “yaşlı” yerine “kıdemli” kavramı tercih edilerek aşağıdaki sorulara detaylı ve incelikli cevap bulunmaya çalışılmaktadır:
-Kıdemli nüfusunun iyilik hâli için neler yapılıyor?
-Kıdemli nüfusunun iyilik hâli için daha neler yapılmalı?
-Kıdemli nüfusunun iyilik hâli için hangi politikalar uygulanıyor?
-Kıdemli nüfusunun iyilik hâli için başka hangi politikalar uygulanmalı?
“Herkes bir gün kıdemli olacaktır.” çıkış noktasından kitabın herkese ulaşması dileğiyle…
Serdar Nerse Kırsal toplumun değişimi meselesi birçok yönden oldukça güncel ve kritik bir konudur. Türkiye'nin kırsal alan ve tarım politikaları yıllardır eleştirilmekte, bu politikaların doğruluğu sürekli sorgulanmakta ve yanlışlığı üzerine hiç değilse zımni bir ittifak olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. Kırsal politikaların tarımı teşvik etmekteki yetersizliğinden hareketle, süreç içerisinde kırsal alanda tasfiyenin meydana geleceği ve köylerin boşalacağı iddiaları sürekli artmıştır. Konunun uzmanları ağırlıklı olarak kırsalın tasfiyesinden bahsetmekte ve meseleye bu kabulü esas alarak yaklaşmaktadır. Fakat “Gerçekten durum bu mudur?” sorusunun peşine düşüldüğünde, durumun öyle olmadığı görülür. Köy ve kırsala yönelik ana akım düşüncenin eleştirisiyle yeni teorik bir yaklaşım geliştirilmiştir. Genel köylülük, kırsal yapı, demografik özellikler ile sınıfsal yapıyı şekillendiren üretim, bölüşüm ve dağıtım gibi kategorik ilişkilerdeki değişimin çok yönlü canlanma/iticileşme parametreleriyle köylerin tamamen tasfiye olacağı iddiaları boşa çıkmıştır. Kırsal alanda süreç boyunca değişen müdahale ve dinamiklerle iticileşme ile canlanma boyutlarının yerel/bölgesel düzeyde farklılaştığı görülecektir.
Murat Üstübal Murat Üstübal’ın ikinci şiir kitabı Kırbozumu, Ebabil Yayınları’ndan çıktı. Yazdığı şiir kadar, Bülent Keçeli’yle birlikte çıkardığı Ücra dergisinde ve Karagöz’de yazdığı yazılarla da öne çıkan Üstübal, Kırbozumu’yla şiirine yeni bir aşama kazandırıyor. Üstübal’la 23. şiir kitabına ulaşan Ebabil, günümüz şiirinin atan nabzı çarpan kalbi olmaya devam ediyor.
İbrahim Demirci İbrahim Demirci'yle bugüne değin yapılmış söyleşiler Ebabil Yayınları söyleşi dizisinde Kırk Yıldan Kıvılcımlar başlığı altında bir araya getirildi. Şiir, deneme, eleştiri, inceleme, çeviri ve çevrimyazı çalışmalarıyla yaklaşık yarım asırdır Türk diline ve edebiyatına hizmet etmeye çalışan İbrahim Demirci ile yapılmış söyleşilerin derlendiği bu kitap, onun kişisel inanış, yöneliş ve eğilimlerinin yanı sıra insanlığın ve ülkemizin çeşitli sorunlarına ilişkin gözlem, tespit, yorum, uyarı ve değerlendirmeleriyle de dikkat çekmektedir. 1983-2023 aralığında yapılmış bu söyleşilerde hem değişen ve dönüşen gerçekliklere ilişkin ipuçları bulacaksınız hem de kalıcı özlere ve olgulara dair közler ve kıvılcımlar…
Roderich Davison Çeviri: Durdu Mehmet Burak Bir Türk dostu olan müteveffa Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Roderich H. Davison batılı tarihçilerin küçücük devletlerle ilgili binlerce eser verirken, bir Cihan-Devleti olan Osmanlı Devleti ile ilgili ciddi bir eser yazılmamasını eleştiren nadir tarihçilerden biridir. Bu eser hem batılı öğrenciler, hem Amerikalı öğrenciler hem de tarihi sevenler için bir el kitabı bir Türk tarihi kılavuzudur. Bu eser Osmanlı Devletinin tarih sahnesine çıkışından Cumhuriyet dönemi de dâhil olmak üzere 1985 tarihine kadar geçen zaman dilimindeki bütün tarihi hadiseleri akıcı bir üslupla özetlemektedir.
Kadir Seyhan, Nuri Başusta

Kıyısal ekosistem 10 milin altında balıkçılık aktivitesinin yoğun olarak gerçekleştiği verimli bir bölgedir. Bu nedenle bu bölgenin karakteristik özellikleri, burada yaşayan canlı organizmaların biyo-ekolojisi kadar önem arz etmektedir. Dolayısıyla hem ekosistemi hem de insanoğlunun hedef kitlesini yani canlı kaynakları ve avlanmalarını konu edinen Kıyısal Ekosistem adlı bu kitabın lisans ve yüksek lisans öğrencilerinin ihtiyaçlarını karşılayabilecek nitelikle olduğuna inanmaktayız. Özellikle kültür balıkçılığının kıyısal ekosistemde meydana getireceği etkileri konu alan bölümü ile kitap, okuyucunun dikkatini çevresel değerlendirmeye odaklamayı amaç edinerek farklı bir tarz ortaya koymaktadır. Ayrıca coğrafi bilgi sistemleri, balıkçılık meteorolojisi ve kıyı alanları yönetimi gibi konulara da değinilerek, çalışma kapsamlı hale getirilmiştir. Son yıllarda özellikle deniz bilimleri, canlı kaynaklar, onların biyolojisi ve popülasyon dinamikleri ile ilgili yapıtlar hızla Türkçeye kazandırılmakta ve okuyucunun ihtiyacı bir nebze olsun giderilmektedir. Bu anlamda önemli bir mesafe alındığına da inanmaktayız. Bu kitabın da alanında bir boşluğu dolduracağına inancımız tamdır.

Hülya Keçeligil Kızılırmak Havzası, Anadolu’da önemli bir yer kaplar. Havza, özellikleri itibariyle tarih boyunca Anadolu’ya yerleşmiş topluluklar bakımından sosyal, siyasi ve ekonomik anlamda değer taşımıştır. Bu çalışmada, Kızılırmak Havzası’nın Orta Anadolu’dan başlayarak Karadeniz’e kadar uzanan kısmı, esasen sosyal ve ekonomik yapısı ile ele alınarak incelenmektedir. Çalışma; Alman bilim insanı ve seyyah Hermann von Flottwell’in “Aus dem Stromgebiet des Qyzyl-Yrmaq (Halys)” adlı araştırma-inceleme ve seyahatname tarzı eserini ana eksenine alarak konuyu, derinlemesine ve geniş bir yelpazede değerlendirme gayesini taşımaktadır. Bu çalışma esnasında, Seyahatname’de sözü edilen il, ilçe ve öteki yerleşim yerleri ile tarihî eserler bizzat gezilerek yazarın çalışmasının ruhu kavranmaya çalışılmıştır. Yazarın eserinin peşinden gidilerek kitabın orijinal nüshası, Almanya’nın Dortmund kentinde yer alan üniversite kütüphanesinde bulunup yakından incelenmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılı içinde Anadolu’nun bir bölümünü dolaşan, araştıran ve Kızılırmak Havzası hakkında oldukça ayrıntılı bir eser hazırlayan Alman seyyah Hermann von Flottwell'in “Aus dem Stromgebiet des Qyzyl-Yrmaq (Halys)” isimli bu kitabı, bağlamından kopulmaksızın güncel bir bakış açısı ile ilk kez ele alınmış ve Kızılırmak Havzası hakkında coğrafi tarihsel bir kesit bilim insanlarına ve tarih tutkunu okurlara sunulmuştur.
Ayten Bengisu Cansever, Emel Poyraz, Fatma Betül Çetin, Firuze Selen Çağlar, Huri Güven, Mücella Albayrak, Orhun Doğuş Yılmaz, Serhat Ulağlı Yeni medyayla birlikte ortaya çıkan enformasyon toplumu ve bu toplumun hakikate yönelik çıkarımlarının belirsizleşmesi, post-gerçekliğin egemen olduğu bir dünya meydana getirmiştir. Bu dünyada, yararlı-yararsız, iyi-kötü, önemli-önemsiz gibi kavramlar birbirine karışmıştır. Gerçekliğin sınırlarının sonsuz görünen bir geçişkenliğe sahip olduğu günümüz toplumunda birey ve onun kimliği de sürekli bir devinime ve etkileşime tabi olmuştur. Kültürü oluşturan gelenek-görenek, din, coğrafya gibi çeşitli etkilerin yanı sıra birey, kimlik inşa sürecinde algı, aidiyet, öteki, gibi sosyal-psikolojik unsulardan da hiç olmadığı kadar etkilenmiştir. Çalışma, bu etkileri; bireyin dış dünyadan almış olduğu uyarımları özümserken geçirdiği bilişsel ve davranışsal süreçler, toplum içerisindeki temel değerler dizisinin birey dünyasındaki meydana getirdiği değişikliler, temel alışkanlıklarımız ve toplumsal duyarlılıklarımız arasındaki ikilemin gündelik yaşantımızda nasıl karşıladığımız gibi birçok sorudan yola çıkarak ele almaktadır.
Kitap, bu olguları ve olguların kimlik inşa süreçlerine yansımalarını, Foucault, Althusser, Adorno, Erikson gibi teorisyenlerin ve Gestalt ve Frankfurt gibi ekollerin yardımıyla günümüz pratikleri çerçevesinde açımlamayı amaçlamaktadır.
Vefa Adıgüzel Siyasal katılım, siyasal sistemlerin önemli unsurlarından biri olup farklı düzeylerde ve şekillerde gerçekleşmektedir. Siyasete yönelik tepkiler, eylemler ve görüşler de siyasal katılımı içermektedir. Bu yüzden siyasal katılım sadece bir oy verme davranışı değildir. Bu kitapta, gençlerin siyasal katılımı tanımlanmaktadır.
Türkiye'de gençlik üzerine yapılan çalışmaların farklı ve kapsamlı olduğunu belirtmek gerekir. Gençlik ile ilgili konular siyasal ve sosyal değişimlerin etkisiyle farklılık göstermiştir. Gençlik olgusu farklı disiplinlerce ele alınmıştır. Ergenlik, yabancılaşma, eğitim, siyaset, kimlik, din, suç, şiddet ve teknoloji gibi konular üzerinde gençlikle ilgili birçok araştırma yapılmıştır. Öte yandan sosyal bilimlerde din-siyaset ilişkisi, seçmen davranışı, siyasal katılım ve siyasal kültür gibi alanlarda yapılan çalışmalar da mevcuttur. Fakat kimlik, gençlik ve siyaset ilişkisini ele alan çalışmaların son yıllarda yaygınlık kazandığı görülmüştür.
Bugün gelinen noktada gençliğin mevcut durumu değerlendirildiğinde, gençlerin siyasi görüşlerde ve siyasi kültürde daha fazla karar alması ve geniş tabanlı bir katılım için ciddi bir dönüşümün gerekliliğine her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Bu bakımdan, gençliğin siyasal katılımını ele alan bu çalışmanın bu yönde bir çaba olarak değerlendirilip alana katkı sağlayacağı düşünülmüştür.
Emel Baştürk Akca Bu kitap, kimlik ve medyada kimlik temsilleri üzerine yapılmış çalışmaları tam da postmodern çağın kimlikler üzerine tartışmaları popüler hale getirdiği bir ortamda bir araya getirmeyi hedeflemiştir. Kitapta, bireysel ve daha ağırlıklı olarak kolektif kimlik üzerine politik tartışmalara girilmiş olsa da aslında bu kitap iletişim akademisyenleri tarafından yazılmıştır. İletişim alanının disiplinler arası niteliği yazarları medyada kimlik temsillerini analiz ederken küresel çağda kimlikler, Türkiye ve hatta Avrupa tarihi üzerine tartışmalara girmeyi de zorunlu kılmıştır. Bu çerçevede kitabın amacı, çeşitli olaylara ilişkin medya metinlerinin analizlerini bir araya toplamak değil, modernist milliyetçilik, küresel çağda milliyetçiliğin aldığı yeni biçimler, Türkiye’de 1990’ların sonlarında karşımıza çıkan popüler milliyetçilik, “Avrupalılık“, “Avrupa kimliği“ ve bu kimlik tasavvurunda Türkiye’nin yerine ilişkin tartışmaları, medyadaki temsilleri üzerinden yeniden tartışmaktadır. div align“justify“İki kısımdan oluşan kitabın ilk kısmında Türk milliyetçiliği ve modernleşmesi çerçevesinde Türk ulusçu söyleminde ötekileştirme, milliyetçiliğin değişken ve farklı koşullara uyum sağlayabilen yapısı içinde ötekilik söylemlerinin de değişimine odaklanılmış, Türkiye’de popüler milliyetçi söylemler de tartışılmıştır. İkinci kısımda ise son yıllarda Avrupa ülkeleri içinde yoğun biçimde tartışılan “Avrupa kimliği“ kavramı ve bu kimlik tasavvuru içinde Türkiye’nin yerine ilişkin makaleler yer almıştır. Makalelerde, Avrupa basınında (özellikle Fransa ve İspanya örneğinde) Türkiye’nin nasıl temsil edildiği incelenmiştir. Çalışmanın sosyal bilimlerin bütün alanlarında eğitim veren akademisyen ve eğitim gören öğrencilerin yanı sıra medya ve kimlik konularına ilgi duyan herkese faydalı olacağı düşünülmektedir.
Mehmet Tikici Rahmetli babam; "Birisi benim hayatımı yazsa her anı roman olur. Öyle ki Muzaffer Tunç'un Suya Girsem Balta Kesmez Buz Olur türküsü benim yaşadıklarımı anlatmakta yetersiz kalır." derdi. Tabii babam hayatını yazamadı.
Belki de bunun etkisiyle "yaşanmışlıklarımı yazma" düşüncesi zihnimi sürekli meşgul etti.
Ancak bu sefer de "yeryüzünde her şeyin her bir şeyle ilişkili" olması nedeniyle "Yazmaya nereden başlamalıyım?" sorusu gündeme geldi.
İşte bu karmaşıklık içinde anılarıma yazmaya kısmen tevatür kısmen de yazılı belgeler vasıtasıyla ulaştığım üst soyumdan başladım. Anılarımı toplamayı düşündüğüm üç kitaptan birincisini oluşturan "Kishalı Dursun Dede'den Totowalı Alp'e" isimli bu eser, rahmetli annemin ve babamın üst soylarına; kendilerine, kardeşlerim Semra, Metin ve merhum Melik Menderes'e ilişkin biyografilerden oluşmaktadır.
Demet Gürüz, Ayşen Temel Eğinli Kişilerarasındaki iletişim, iki kişinin birbirini fark etmesi ve birbirlerinin varlığını kabul etmesi ile başlar. Bu süreç içinde kişi; tutumları, kişiliği, davranışları, yaptıkları ve yapmadıkları, söyledikleri ve söylemedikleri ile mesajlar iletmektedir.
İletişim çağındayız… Hâlâ konuşuyor ama anlatamıyorsak, anlatıyor ama anlaşılmıyorsak, konuşuyor ama dinlemiyorsak, konuşuyor ama dinlenmiyorsak, konuşuyor ve dinliyor ancak yine de anlaşamıyorsak… sözlü ve sözsüz mesajlarımız, iletişimimizi etkileyen ve engelleyen faktörler iletişimimiz sona ermeden sorgulanmalı.
Anlatamadım galiba…
Beni yanlış anladın…
Keşke öyle söylemeseydim…
Ah şu önyargılarım…
Sesinin tonu kızgın gibi geldi…
Öyle bir vurgulama yaptı ki…
Gözlerin öyle söylemiyordu ama…
Parmaklarımı kırar gibi tokalaştı…
Nasıl bir duruştu o, çok şey anlattı…
Kişilerarası İletişim -Bilgiler-Etkiler-Engeller-, kişilerarası iletişim sürecinin çok çeşitli yönlerini örneklerle ele alarak değerlendirmektedir. Bu anlamda kitap, hem akademik çalışmalarını sürdüren araştırmacılara hem de etkili iletişim kurmak isteyen herkese ışık tutacaktır.
Uğur Zel Liderlik ve kişilik gibi iki bilinmeyeni kapsamlı bir şekilde birleştiren referans niteliğindeki bu kitap, sadece yöneticilere değil herkese hitap ediyor. Okuyuculara “kişilik” olgusunu anlamalarında yardımcı olacak ve bu bilgiler ışığında “Nasıl lider olunur?” sorusuna cevap bulmalarını kolaylaştıracaktır.
Prof. Dr. Halil Can
Hacettepe Üniversitesi İİBF

Yazar, zorlu serüvene liderlik kuramlarının aradığı yeni çıkış yollarını göz ardı etmeden kişilik kuramlarını irdeleyerek başlamış. İyi de yapmış çünkü son zamanlarda bu serüvende öne çıkan karizma benzeri olguları liderlik stilleriyle ilişkilendirebilmenin yolu kişilik ve kimlikleri öğrenmekten geçiyor.
Prof. Dr. Selami Sargut
Başkent Üniversitesi İİBF

Alanındaki teori ve araştırmaları geniş bir yelpaze içinde ele alan kapsamlı bir eser. Kişilik ve liderlik insan kaynağının yönetiminde iki önemli boyut. Bu nedenle, eserin hem akademisyenler hem de uygulayıcılar için vazgeçilmez bir başucu kitabı olacağına inanıyorum.
Prof. Dr. Öznur Yüksel
Çankaya Üniversitesi İİBF

Üzerinde çok çalışılan, ancak yapısı hâlen açıklığa kavuşmayan ve önemli bir konu. Bu eserin yapıyı anlayarak davranışları daha iyi değerlendirmemize çok katkı sağlayacağını değerlendiriyorum. Umarım, çok gereksinim duyduğumuz liderlik davranışları geliştirmede yol gösterici olur.
Prof. Dr. Kadir Varoğlu
Başkent Üniversitesi İİBF
Eyyüp Sanay Tarih boyunca düşünürler, yazarlar sosyal olaylar ve toplum üzerine hep yazmışlardır. Ancak sosyoloji, sosyal bilimler alanında çok geç ortaya çıkmış bilim dallarından biridir.
Adını pek açık olarak kullanmamakla birlikte sosyal olaylar ve toplumun bu günkü sosyolojik anlamda ele alınması İbni Haldun ile başlamıştır dersek, yanılmış olmayız.
ibni Haldun toplumsal olayları, sosyolojik manada ele almış, incelemiş, sadece sosyoloji adını kullanmamıştır. “Mukaddime” adlı eserinde sosyal olayları ve toplumu ele almış, gözlemleyerek anlatmış, olayları sebep-sonuç ilişkileri çerçevesinde incelemiştir. Bu durum çağdaş sosyoloji anlayışı ile özdeş olmasına rağmen, sosyoloji biliminin Augustus Comte tarafından kurulduğu genel kabul görmüştür.
Lokman Taşkesenlioğlu Klasik Türk edebiyatı, binlerce yıllık bir külliyata sahip olan Türk edebiyatının kuşkusuz en görkemli, değerli ve etkili dönemidir. Her ne kadar gerek dil gerekse anlam ve mecaz dünyası itibarıyla bugüne hitap etmeyen, ömrünü tamamlamış bir edebiyat olsa da yeniyi besleyen ve şekillendiren bir edebiyat olduğu gerçeğinden hareketle; divan edebiyatının bütün edebiyat alanlarıyla doğrudan; dinî ilimler, tarih, tıp, felsefe gibi bilimlerle ise dolaylı olarak ilgili olduğu söylenebilir. Yoğun, güçlü, zengin ve uzun ömürlü bu edebiyat geleneğinin ne olduğunun, hangi kaynaklardan beslendiğinin, hangi ürünlerle ne şekilde tezahür ettiğinin bilinmesi, büyük önem arz etmektedir.
Son derece zengin, renkli, karmaşık ve çok katmanlı bir mana ve mefhum dünyasına sahip olan klasik edebiyatın öğretimi ile ilgili bu noktada bazı problemlerin hâsıl olabileceği muhakkaktır. Zira bu öğretimin yeni anlayışla ve son derece öz haliyle gerçekleşmesi, karmaşık olmayan ve pratik bir şekilde sunulması gerekmektedir. Klasik Türk edebiyatı kavramı, genel mahiyeti ve muhteva özellikleri, kaynakları, nazım şekilleri ve türleri, söz sanatları, aruz ve diğer ahenk unsurları, edebî üsluplar, mazmunlar ve mecaz dünyası gibi pek çok konunun ele alındığı bu çalışmada da bu nedenlerle tanımdan hareket eden bir anlayış yerine örnek temelli bir tarz benimsenmiş, sınıflandırmalarla ilgili teferruatlara girilmemiş, akademik tartışmalara dâhil olunmadan, güncel bilgiler kısa ve öz bir şekilde verilmeye çalışılmıştır. Azami konudan asgari düzeyde bahsedilmesi ve özellikle metinlerden hareketle kavramların benimsetilmesi, tanım yapılması yerine örneklerden yola çıkılarak tanıma ulaşılması, klasik edebiyata ait kavramların çok daha kolay bir şekilde öğrenilmesinde faydalı olacaktır.
Lokman Taşkesenlioğlu Türk edebiyatı; sözlü edebiyatın başladığı bilinmeyen zamanlardan bugüne, doğuda Çin'den batıda Avrupa'nın içlerine, kuzeyde Rusya steplerinden güneyde Mısır hatta Hindistan'a kadar olan çok geniş bir coğrafyada; Orta Asya, Azerbaycan ve Osmanlı başta olmak üzere pek çok dil sahasında; büyüklü küçüklü onlarca devlet, hanlık, hanedan ve beylik egemenliğinde bulunmuş topraklarda; gerek avam gerekse havas için gerek din gerekse insan odaklı kaleme alınmış; günümüze ulaşan veya ulaşmayan yüz binlerce eseri ve bu eserlerin yazar ve şairlerini bünyesinde toplayan; külliyatın miktarı ve sanatsal değeri olarak dünyanın sayılı edebiyatlarından biri olarak kabul edilen; bir bilim, kültür, sanat ve dil hazinesidir.
19. yüzyılın ortalarından bugüne kadar onlarca Türk edebiyatı tarihi kaleme alınmış, özverili ve değerli çalışmalar meydana getirmiş pek çok yazar bu konuda büyük kıymet arz eden çalışmalar vücuda getirmiştir. Bu çalışmanın ise daha çok edebiyat öğretimine yoğunluk veren bir edebiyat tarihi olduğunu söylemek mümkündür. Daha önce yayımlanan Klasik Türk Edebiyatı (Kavramlar, Şekil ve Tür Bilgisi, Ses ve Ahenk Unsurları, Anlam ve Mecaz Dünyası) adlı çalışmanın devamı ve tamamlayıcısı olarak hazırlanan eserde, edebiyat tarihi kavramının ele alındığı ilk bölümün ardından ana hatlarıyla 11-19. yüzyıl arası Klasik Türk Edebiyatı Tarihi okuyucuya sunulmuştur.
Eserde dönemler yüzyıllara ayrılarak ele alınmış, her dönem de dil sahalarına göre sınıflandırılmıştır. Önce dönemin genel siyasi ve sosyal tarihi kısaca değerlendirilmiş, kültür-sanat ve bilim hayatının önemli gelişmelerine yer verilmiştir. Daha sonra edebî sahalar ayrı ayrı ele alınarak genel mahiyete değinilmiş, şahsiyetlerin hayatı, edebî görüşleri kısaca işlenmiş, önemli eserler üzerinde teferruatla durulmuştur. Ele alınan hemen her metinden şahsiyetin edebî değer ve tarzını yansıtacak özenle seçilmiş örneklere de yer verilerek aynı zamanda bir klasik Türk edebiyatı antolojisi de oluşturulmaya çalışılmıştır.
Ayşe Betül Oruç Yeryüzündeki insan mevcudunun yarısını oluşturan; sosyal, siyasî, dinî hayatta, aile hayatında etken ve edilgen işleve sahip olan kadın, tarihî süreç içerisinde farklı zaman ve toplumlarda tartışılan önemli konulardan biridir. Eser, tefsir sahasında kaleme alınan çalışmaları kadın konusu özelinde incelemektedir. Kur'an'ın yorum serüveninde ortaya konan tespitler, farklılaşan ve benzeyen yönleriyle ele alınmaktadır. Bu şekilde metinde var olanla yorumlardaki algı arasında mukayese yapılmaktadır.