Sosyal Bilimler \ 14-40
Rahmi KARAKUŞ Bu kitap, 1908 - 1933 arası Dârü'l-Fünûn'da ders vermiş Türk felsefecileri ve onların felsefeyi kavrayışlarını konu edinmiştir. Rıza Tevfik, Mehmet İzzet, Ziya Gökalp, Şekip Tunç, Ziya Somar, Orhan Sadeddin, Baha Tevfik gibi düşünce hayatımızda derin izler bırakmış, kültürel devamlılığın örnekleri sayılacak isimler ele alınmıştır.
Böylece, zannedilenin aksine ülkemizdeki felsefe çalışmalarının Alman etkisindeki üniversitelerimizden çok daha önce başladığı ve kendine mahsus bir karakter taşıdığı anlaşılmıştır. Bu eser kültürümüzdeki önemli bir karanlık bölgeyi aydınlatmaktadır.
Özge Özdemir Bu kitap, Çocuklar İçin Felsefe (P4C) yönteminin uygulanması için geliştirilmiş ders planlarından oluşmaktadır.
Özellikle sınıflarında öğrencileriyle uygulama yapmak isteyen öğretmenlerin ihtiyaçları temel alınarak hazırlanmıştır. Ayrıca Çocuklar İçin Felsefe, uygulayıcıları ve ebeveynler tarafından da kullanılabilir.
Ders planları, ilkokul Hayat Bilgisi ve Sosyal Bilgiler derslerindeki konularla ilgili felsefi soruşturmaları içermektedir. Resimli kitapların uyaran olarak kullanıldığı on sekiz ders planı, yalnızca bu derslerin öğretim programındaki konu ve kazanımları değil temel becerileri ve değerleri de kapsamaktadır.
Dr. Özge Özdemir felsefe alanında akademik çalışmalar yürütmektedir. Çocuklar İçin Felsefe uzmanlık alanıdır.
Bu kitaptaki ders planlarını çocuklar, öğrenciler ve öğretmenlerle sürdürdüğü yüzlerce saatlik çalışmanın sonunda kaleme almıştır.
Bayram Ali Çetinkaya Pek çok insan tanımı arasında belki de en kabul gören tanım, Aristo tarafından yapılan tanımdır. İnsanı 'düşünen canlı' olarak tanımlayan Aristo, Metafizik adlı eserine “insan doğal olarak bilmek ister” cümlesi ile başlar. Eğer bu doğruysa, yani 'bilmeyi istemek' insanın en tabii faaliyeti ise insanlık tarihi bir bakıma düşüncenin tarihidir. Ve dolayısıyla tüm bilimler felsefenin başka varlık boyutlarındaki izdüşümleri olarak düşünülmelidir.
Bu yaklaşım, hangi disiplinde çalışırsa çalışsın, bir kişinin düşünce tarihi hakkında fikir sahibi olması gerektiği olgusunu da beraberinde getirir.
Felsefe tarihinin tüm çalışma alanlarını besleyecek ve güçlendirecek bir alan olduğu kabulü bu çalışmanın temel motivasyonudur.
Haridimos TSOUKAS, Robert CHIA Yaşamımız bir örgütün içinde başlar, çok sayıda örgütün içinde ya da etkisinde şekillenir ve yine bir örgütün içinde sonlanır. Sahip olduğumuz etkin ve verimli örgütlerin yaşam kalitemizi ve refah düzeyimizi yükselttiğini düşünecek olursak; nasıl bir yaşam sürdüreceğimizin, örgütlerle yakından ilişkisi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hayatımızın şekillenmesinde bu kadar önemli bir rolü olan örgütler ve bu örgütlere ilişkin bilgi, her yönüyle felsefi analize tabi tutulmayı hak etmektedir.
Felsefe ile örgüt teorisi arasında ilişki var mıdır? İlk bakışta çok küçük bir ilişkinin var olduğunu söylemek mümkünken, yakından bakıldığında çok sayıda bağlantının bulunduğu görülmektedir. Örgüt kuramlarını anlama ve örgütleri açıklama çabalarımızda metafizik bilgilerimizin süreçleri şuursuzca ve derinden etkilemekte olduğu, felsefe konusundaki çalışma ve analizlerle ortaya çıkmaktadır.
Felsefi akım önermelerinin örgüt teorileri ile ilişkisini konu alan bu kitap, felsefi analizlerin örgüt teori ve araştırmalarına katkısını okuyucuya sunmaktadır.
Levent Bayraktar Felsefe ve Tasavvuf, daha önce değişik vesilelerle kaleme alınmış olan makale, bildiri ve mülakatlardan oluşmaktadır. Metinlerin ortak özellikleri; kültür ve medeniyetimizin temel kurumlarından olan tasavvuf ve onun ekseninde oluşan değerlerin irdelenmesidir. Hemen bütün bölümlerde, felsefe ile tasavvufî kavram ve temalara bakmanın her iki alan için de ufuk açıcı ve zenginleştirici bir sonuç doğuracağı görülmektedir.
Elinizdeki bu kitapta, Mevlânâ, Yunus Emre gibi mutasavvıflar; Camus, Bergson gibi filozoflarla birlikte değerlendirilmiştir. Böyle bir karşılaştırmalı ele alışın yanı sıra; tasavvufun güncel sorunlara verebileceği cevapların bugün için bir kaynak ve ufuk olarak değerlen-dirilmesi gibi özgün denemeler bulun-maktadır. Mutasavvıfların eski değil, eskimeyen bir dünya görüşüne sahip oldukları, tasavvufî tefekkürün dünya sorunlarına her dem taze bir cevap olduğu tezi okuyucunun dikkatine sunulmaktadır.
Nurten GÖKALP Bizi başkalarından ayırt eden, sıradan bir varlık olmadığımızı gösteren bir durum olan kişilik insana özgü ayırıcı bir hal olarak kabul edilmektedir. Bu anlamı sebebiyle de daha çok psikoloji ve sosyoloji ile ilişkilendirdiğimiz kişi ve kişilik kavramı felsefede insan probleminin içinde önemli bir yer işgal etmektedir. Felsefede 'kişi olmak' deyimi kişiliği merkeze alan düşünce hareketinin temel kavramıdır. Kişi olmak insan olmaktan ayrı ve farklı bir duruma işaret etmektedir. Kişilik insanın sahip olduğu ortak ve temel özelliklerinin anlamlı bir şekilde gerçekleştirilip ayrı ve farklı bir bütünlük olarak ortaya konmasıdır. İnsan hayatının anlamının ve değerinin sorgulanması ile bağlantılı ele alabileceğimiz kişilik problemi günümüz insanının en önemli problemlerinden biridir. Bu problemin çağlar boyunca felsefi serüveni ve gelişiminin ele alındığı bu çalışma ile konuyu bütüncül bir çerçevede sunma amacı güdülmektedir.
Aysun Gür, Berna Akyüz Sizgen, Betül Tansel, Cihan Camcı, Ece Sağel-Çetiner, Erdem Çiftçi, Gökhan Gürdal, Nergiz Gündel, Zeynep Zafer Esenyel Yaşlanma, yalnızca bir sağlık konusu değildir. Yaşlanmanın; geriyatri ve geriyatrik hemşirelik, yaşlı bakımı, sosyal yardım gibi alanların birbiriyle örtüştüğü bütüncül bir anlamı da vardır. Bu bütüncül anlam, yaşamın ya da filozofların dediği gibi varoluşun kendisinden başka bir şey değildir. Varoluşun kendisi, yaşamın sonluluğunu aşan zamansal sürekliliktir. Gerontoloji, bu anlamda varoluşu yaşamımızda bölünmüş yaş dönemlerindeki rollerimizin ve kimliklerimizin ötesindeki bu süre-gidişini anımsama zamanıdır. Rollerimizi, kimliklerimizi aşan, otantik benliğimizi anımsama zamanı…
Bu kitap, yaşlanmaya bu varoluşsal açıdan katkı yapmayı amaçlıyor. Yaşlanmaya daha önce bakmadığımız pencerelerden bakıyor; onu edebiyat ve sinemadaki karakterlerle yorumluyor ve aynı zamanda yaşlanmayı; Freud ve Heidegger'in tekinsizlik, kaygı kavramlarıyla, yolda oluş hâliyle, yavaşlığıyla, Bergson'un bölünmeyen zamanında yaşamı duyma, belki de onunla hesaplaşma olanağı olarak öneriyor…
Muhammet Sait Duran Felsefe, insanın anlam arayışının en mühim mecralarından birisidir. Bu nedenle felsefenin kökeni sorusu öncelikle insanın anlam arayışının kaynağının incelenmesini gerektirir. İnsanı, kendisi ve evren hakkında düşünmeye iten nedir? Bu soru bizi çok tanıdık bir duyguya götürür: Hayret…
Felsefe, medeniyet sürecinin bir parçasıdır ve bu nedenle ortaya çıkışı belirli yaşam koşullarına bağlıdır. Felsefe, nasıl bir sosyokültürel atmosferde ve hangi koşullarda ortaya çıkmıştır? Bu soru çerçevesinde felsefenin kültürel ve tarihî bağlama oturtulması gerekir.
Bununla beraber insani bir faaliyet olarak felsefe ne tarihte kalmış ne de salt dış etmenlerle izah edilebilecek bir olgudur. Felsefe, anlamaya çalışan bilincin eylemiyle var olur. Peki, felsefe yapma eyleminin ardında yatan saik nedir? İşte felsefenin özgünlüğü, bu sorunun cevabında yatar.
Bu eser, felsefenin kökeni meselesini çok boyutlu bir şekilde ele alarak felsefenin insan ve toplum hayatı için ne ifade ettiğinin ve sunduğu imkânların anlaşılmasına; sınırlarının ve diğer düşünce gelenekleri karşısındaki konumunun doğru şekilde belirlenmesine katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
Ahmet Cevizci Felsefeye Giriş, bir disiplin ve entelektüel faaliyet olarak felsefeye bir giriş yapmayı amaçlayan kimseler için kaleme alınmıştır. Eser, bu girişi felsefenin kendisini, temel kavram, akım ve konularını, felsefeye özgü düşünme ve akıl yürütme biçimlerini tanıtmak suretiyle yapmayı amaçlamaktadır. Sekiz bölümden oluşan eserde, felsefeyle bir tanışıklık tesis etmeyi amaçlayan bir ilk bölümün ardından, epistemolojiyle, bilim felsefesi, varlık felsefesi, etik, siyaset felsefesi, din felsefesi ve sanat felsefesiyle ilgili konulara yer verilmektedir.
Felsefeye Giriş felsefeyle tanışmak isteyen, “büyük sorular üzerine argümantatif ve sorgulayıcı bir tarzda düşünme” olarak tanımlayabileceğimiz felsefeyi hayatlarına bir şekilde dâhil etmek isteyen herkese hitap etmekle birlikte, esas orta öğretim kurumlarında belli bir felsefe kültürü aldıktan sonra bu kültürü biraz daha zenginleştirmek isteyen eğitim fakültesi öğrencileri, geleceğin öğretmen adayları için kaleme alınmıştır. Eserin en önemli özelliği, felsefenin konularını yapılandırmacı bir yaklaşımla ele almasıdır; yani, Felsefeye Giriş kitabı, felsefenin konu ve problemleriyle ilgili olarak hazır bilgi aktarmak yerine, öğrencinin felsefi sorular ve problemler üzerine düşünmesini ve gerekli sorgulamaları yapmasını temin edecek tarzda, şemalar ve görsel malzemeden yararlanılarak oluşturulmuştur.
Nurten Gökalp, Recep Batu Günör Hayatta yönünüzü ve yerinizi tayin etmenizde en büyük yardımcınız, felsefi düşünüş ilkeleriyle aydınlanmış bir zihniyete sahip olmanızdır. Hayatın problemlerine ve insanın bu problemlerle baş etmesine dair kafa yoran tüm filozofların da temel amacı budur. Felsefi bakışla kendi anlam ve değerinizle birlikte yaşamın anlam ve değerini ortaya çıkarmak insan olmanın gereğidir. Amacınızı gerçekleştirmek için felsefenin yolunuzu aydınlatmasına ve size yol göstermesine izin verin.
Felsefe hayatınızın ışığı olsun…
Murat Arıcı, Pakize Arıkan Sandıkcıoğlu, Selma Aydın Bayram, Levent Bayraktar, Ahmet Eyim, Cem Kamözüt, Yurdagül Kılınç Adanalı, Deniz Kundakçı, Remzi Onur Kükürt, Ercan Salgar, Zikri Yavuz, Aziz F. Zambak Bu eser uzun soluklu, titiz ve detaylara duyarlı bir çalışmanın ürünüdür. Türkçe felsefe literatüründeki benzerlerinden pek çok yönüyle farklı olmayı amaçlamıştır. On iki yazarın yazdığı toplam on dört bölümüyle felsefenin farklı alanlarındaki temel problemlerin neredeyse tamamını kuşatmaktadır. Eser, problemleri sadece felsefe tarihi içindeki bağlamlarıyla ele almamakta, aynı zamanda çağdaş bir pers-pektiften de yorumlamaya tabi tutmaktadır. Eseri öne çıkaran ve onu istisnai kılan üç özelliği bulunmaktadır:
Birincisi, ele aldığı felsefi problemlerin tam da kendisine odaklanmakta; prob¬lemleri argümantatif ve diyalektik bir yöntemle incelemektedir: Önce problemleri ortaya çıkaran akıl yürütmeleri, sonra problemlerin çözümüne yönelik görüş ve kuramları, sonra bu görüş ve kuramları desteleyen gerekçe ve argümanları, ardın¬dan eleştiriler başlığı altında görüş ve kuramlara yönelik karşı argümanları sunmak¬tadır. Böylece eser, felsefenin bir alt alanını filozofların görüşleriyle betimleyip geçmemekte, o alanı inşa eden problemlerin izini aktif olarak takip edip günümüze kadar getirmektedir.
İkincisi, edisyon kitapların içerik ve yöntem dağınıklığı ile ilgili hazin kaderinden bu eserin herhangi bir pay almadığını söyleyebiliriz. On dört bölümü, on iki farklı yazar tarafından yazılmış olsa da tüm bölümlerin içeriği; aynı mantıksal organizas¬yona, paralel düşünce akışına, benzer konu işleme biçimine ve eşdeğer kavram ve terim kullanımına sahiptir. Eser, hem on iki farklı zihnin ürettiği kolektif zenginliğe hem de tek bir zihin tarafından üretilmişçesine sistematik bir bütünlüğe sahiptir.
Üçüncüsü, bildiğimiz kadarıyla ilgili felsefe literatüründe bu eserin içerdiği gör¬sel zenginliğin bir benzeri bulunmamaktadır. Elinizdeki bu eser, üç yüze yakın gör¬seli, işlenen konuyla ilişkilendirerek hem bilgi verici hem de sorgulayıcı bir felsefi içerikle beraber sunmaktadır.

Celal Yeşilçayır Yaşadığımız dünyada ve toplumda ötekileştirme, dışlama, cinsiyetçilik vb. insan hakları ihlallerinin yanında yadsınamaz derecede çatışmacı durumların yaşandığı dikkat çekmektedir. Bunun gibi temel insani sorunlar, bireylerin aldığı eğitimin mahiyetinin ele alınarak tartışılması gerektiğine işaret etmektedir.
Bu kitapta söz konusu sorunlar felsefi bağlamda analiz edilerek, bazı çözüm önerilerinin ortaya konulması amaçlanmaktadır. Bu çerçevede öncelikle özcü, kültürcü, ezberci ve meslek odaklı eğitim anlayışları göz önüne serilmeye çalışılmaktadır. İkinci adımda ise mezkûr eğitim anlayışları yerine niçin insan odaklı, analitik, eleştirel ve yaratıcı bir eğitim anlayışının tercih edilmesi gerektiğinin üzerinde durulmaktadır. Bu bağlamda okullardaki mevcut eğitim anlayışı ile ders müfredatlarının insani anlamda yeniden yapılandırılmasında felsefenin sağlayabileceği yöntem ve bilginin önemi serimlenmektedir. Çalışma içinde ayrıca bireylerde insan hakları ve barış bilincinin gelişmesi bakımından etik değerlerin niçin önemsenmesi gerektiği irdelenmektedir. Bununla birlikte bireylerin iyi mühendis, doktor, öğretmen vb. olmadan önce niçin iyi bir insan olmalarının hedeflenmesi gerektiği tartışılmaktadır. Böylelikle farklılıkların ötekileştirilmediği ortak bir yaşama kültürünün nasıl inşa edilebileceği göz önüne serilmeye çalışılmaktadır.
Kitap biçimsel olarak iki temel bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde insan hakları eğitiminin önemi ve okullarda haklarla ilgili bilincin geliştirilmesi hususu ele alınmaktadır. İkinci bölümde ise barış eğitimi konusu ve insan hayatındaki önemi tahlil edilmektedir. Aynı zamanda insan hakları ile barış arasındaki vazgeçilmez ilişkinin mahiyeti aydınlatılmaya çalışılmaktadır.
Necati Demir - Hüseyin Öztürk Bugüne kadar Kur'an'ın felsefesinin yapılamamış olduğu düşünülürse; niçin gerilerde kaldığımız kolayca anlaşılabilecektir. Felsefi kültür, mektebin temel taşıdır. Platon, akademiasının kapısına “geometri bilmeyen buradan içeri girmesin” cümlesini yazdırmıştı. Bugünün mektebinin kapısına ise; “felsefesi olmayan milletin mektebi olamaz” cümlesini yazmak gerekir. Milli mektebimiz, 16. Yüzyıldan sonra; Aristo mantığının kısır döngüsü içinde ruh feyzini yitiren ne medrese, ne de çeşitli kozmopolit unsurların bir karışımı olan bugünkü mekteptir.
Değerli düşünür Nurettin Topçu'nun deyimiyle Müslüman Türkün mektebi; maarif, metafizik ve ahlak ilkelerini Kur'an'dan alarak; Anadolu çocuğuna ruh serpen ve bununla yetinmeyip; insanlığın üç bin yıllık kültür ağacının yemişlerini toplayacak; evrensel bir ruh ve ahlak cihazı olacaktır. Bize göre; Kemal Tahir Devlet Ana'da, Necip Fazıl İdeolacya Örgüsünde, Cemil Meriç Bu Ülke'de, İdris Küçükömer Düzenin Yabancılaşması'nda hep bu kaybettiğimiz ruhu aramaktadır.
Felsefe derslerini, felsefe meraklılarının yanında; başta felsefe bölümü, ilahiyat fakültesi, sınıf öğretmenliği, psikolojik danışma ve rehberlik öğrencileri okumaktadır. Bu kitap, bu bölüm ve anabilim dallarının ders içerikleri dikkate alınarak hazırlanmıştır. Düşünen genç beyinlere faydalı olacağı umulur.
Nesrin Kale Felsefiyat isimli bu kitapta; ilkçağlardan günümüze kadar düşünce tarihinde etkili olan belli başlı felsefe ve ideolojiler tarihsel, sosyal, siyasal arka plan ile bütünsel bir süreç olarak okuyu­cunun bilgisine ve objektif değerlendirmesine sunulmaktadır.
İlkçağ, Ortaçağ, Rönesans ve Aydınlanma dönemlerinin felsefesi, sosyal yapısı, siyaseti, bilimi, eğitimi, dini ve sanatı ele alınırken felsefenin dönemlerin rengini oluşturmadaki önemi ve işlevi anlatılmaktadır. Felsefenin, filozofların problemlerinin dönemlerinin olgularıyla olan ilişkilerini anladığımızda dönemleri, toplumları, insanı daha doğru ve objektif değerlendirmemiz mümkün olacaktır.
Aristoteles’in “Metafizik” isimli eserinde belirttiği gibi “Bilgisizlikten kurtulmak için felsefe yapmaya giriştiklerinde ilk filozoflar şüphesiz bilgiyi herhangi bir faydacı amaçla değil, sırf kendileri için aramaktaydılar”.
Anlamaya, bilgiye duyulan sevgi -bilgelik sevgisi- olarak da ifade edebileceğimiz felsefe, başkasına iletilip paylaşıldığı zaman bir pedagoji hâline gelmekte­dir.
Bu özelliğiyle de felsefe tarihi aslında insanı ve evreni anlamamızı sağlayan bir pedagoji tarihidir.
Felsefe tarihi; soylu zihinlerin resmigeçidi, bir düşünce kahra­manları galerisidir. Felsefiyat’ın amacı, okuyucularına bu düşünce tarihi galerisinde keyifli bir yolculuk yaptırırken onların bu tarihi anlamalarını ve sorgulamalarını sağlamaktır.
Felsefeye giriş ve felsefe tarihi kitabı olan Felsefiyat, felsefeye, bilgeli­ğe, anlamaya ihtiyaç duyan herkese önerilir.
Habip TÜRKER 20. yüzyılın ilk yarısında fenomenolojik gelenek bağlamındaki değer tartışması temelde estetiğin bir bilim olmasıyla ilgilidir. Erken dönem fenomenolojik değer tartışmasında Moritz Geiger, Roman Ingarden ve Nicolai Hartmann önemli bir yer tutar. Bu çalışma Geiger ve Hartmann'ın estetik değer tartışmasına odaklanmaktadır.
Husserl, Lipps, Kant ve Hegel bu tartışmada esaslı roller oynamaktadır. Gerek Geiger, gerekse Hartmann için estetik, değerlere ve değer ilişkilerine dair bir araştırmadır. Ancak her iki filozofun eğilimi ve estetik değeri temellendirme biçimi temelden farklıdır. Varoluşsal eğilimler sergileyen Geiger estetik değeri varoluşsal olarak temellendirirken, felsefi sisteminde varlık bilimin merkezî bir yer tuttuğu Hartmann estetik değeri varlıkbilimsel olarak temellendirmektedir.
Güzelliğin gerçek (real) bir şey değil, bir görünüş olduğu noktasında hemfikir olan iki filozofun da idealizmden kaçınma çabası hemen fark edilmektedir. Hem Geiger, hem Hartmann için estetik değer, duyguların nesnel karşılıkları olsa da Hartmann bunu daha da sistemleştirmekte ve değerleri değer duygusu üzerinden sınıflandırmakta, temellendirmektedir. Onun bizdeki değer duygusunu temel alarak yaptığı bu ayrım, ona göre, estetik değer konusunun en uygun ve en zor kısmını oluşturur.
Estetik değeri sırf görünüş değeri olarak tanımlamanın doğru ve tutarlı olamayacağını savunan Habip Türker'in bu eseri, Türkçede Hartman estetiği ile ilgili çalışmalardan farklı olarak, söz konusu filozofun estetiğine, Hegel lehine, daha analitik ve eleştirel yaklaşmaktadır.
Süleyman Hayri Bolay “Dünya bir tiyatro sahnesidir. Herkes rolünü oynar ve dünyadan ayrılır.” (Ferîd Kam)
Ferid Kam, yakın dönem Türk düşüncesinin önemli simalarından biridir. Kitaplarında ele aldığı meseleler ve onlara getirdiği çözümler açısından kendisine bazı yabancılar “Filozof” ünvanını uygun görmüşlerdir. Mehmed Akif de ona “Üstad-ı hakîmim” demiştir. Şair, edebiyat tarihçisi, felsefe tarihçisi ve düşünür olarak Ferîd Kam, dünden bugüne ışık tutmakta ve yarını da aydınlatmaktadır.
Bu kitapta, kaza, kader, ruh, madde, ruhun ölümden sonraki hali, iyimserlik, kötümserlik, iyilik, kötülük, Kur'an'ın muhtevası, milli kimlik gibi güncel ve her insanın problemi olan meselelere getirilen çözümleri zevkle okuyacaksınız.
Üzeyir Köse İslâm hukukunda hükümler azimet esas alınarak belirlenir. Bunlar arızî durumlara bağlı olmaksızın başlangıçta konmuş ve normal şartlarda tüm mükellefler için geçerli aslî hükümlerdir. Bununla birlikte zaruret ve güçlük sebebiyle azimeti terk etmeye imkân veren, asıl hükme kıyasla daha kolay olan ve arızî durumun devamı hâlinde varlığını devam ettiren hükümler vardır. Bunlara ise ruhsat denilmektedir. Asıl hükmün uygulanması durumunda mükelleflerin zorluk ve meşakkatle karşı karşıya kalacağı ya da asıl hükmün uygulanma imkânı olmadığı durumlarda bir çıkış yolu olarak görülen ruhsat daha çok hastalık, yolculuk, ikrah (zorlanma) ve zaruret hâllerinde gündeme gelmektedir. Hamilelik de bir yönden hastalık diğer yönden meşakkat olarak görülebilir. Bunun dışında anne adayının emanet bir can daha taşıması, hamileliğin bazı noktalarda farklı değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır. Bu çalışmada hamileliğin fıkhî hükümlere etkisi ele alınmıştır. Neticede ibadetler, aile hukuku ve ceza hukukunun yanında muayene ve tedavi sürecinde de hamileliğin fıkhî açıdan farklı değerlendirilmesi gerektiği görülmüştür. Fıkıhtaki hamilelere yönelik bu farklılıklardan bazısının kaynağı doğrudan nasslar iken bazıları da mezhep imamlarının veya sonraki fakihlerin ictihadlarının bir neticesidir. Fıkhın hamilelere yönelik bu tutumu, neslin devamı sürecinde oldukça zor bir görev ifa eden anne adaylarını ve anne karnındaki çocukları korumaya verdiği önemin bir göstergesidir.
Bilal YORULMAZ Bir resim bin kelimeye bedeldir. Bir iki dakikalık bir klip ise bazen yüz binlerce kelimenin veremeyeceği duyguları insanlara aktarabilir. Filmler genellikle etkili yaygın eğitim araçlarıdır. Toplum üzerinde yavaş ama kalıcı etkiler bırakırlar. Süreç içerisinde sosyal hayatta önemli değişiklikler meydana getirirler. Yaygın eğitimde bu denli etkili olan sinema filmleri örgün eğitimde de değerli birer eğitim materyaline dönüştürülebilir. Sırf örgün eğitim için filmler üretmek pahalı bir süreç olacağından popüler filmlerden bölümler kullanmak kısa vadede filmlerden faydalanmayı kolaylaştırmaktadır.
Ülkemizde yeterli miktarda DKAB derslerinde kullanılabilecek kaliteli eğitsel filmlerin bulunduğu söylenemez. Bu durum Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerine alternatif yollar sunmayı gerektirmektedir. Bu alternatif arayışımız içerisinde popüler filmler ile dinî filmler bize bir çıkış yolu sunmaktadır. Eğitim maksatlı üretilmeyen popüler filmlerde eğitsel maksatlarla kullanabileceğimiz 1-2 dakikalık sahneler bulunabilmektedir. Bu sahneleri keserek derslerimizde kullanmak, film ihtiyacımızı önemli ölçüde karşılayacaktır. Popüler filmlerden sahnelerin yanında dinî filmlerin de tamamı yerine ilgili bölümlerini kullanmak daha faydalı görünmektedir.
Elinizdeki kitap bu ihtiyaçtan hareketle piyasada bulunan dinî filmler ve popüler filmlerdeki eğitsel sahnelerin tespit edilmesi ile oluşturulmuştur. Tespit edilen sahneler DKAB dersi ünite ve konularına göre tasnif edilmiştir. DKAB dersi müfredatından bağımsız olarak din eğitimi ile ilgili klipler için ise Bilal Yorulmaz, Perdeden Gönüllere-Din Eğitiminde Kullanılabilecek Örnek Videolar, (Rağbet Yayınları, İstanbul 2013) kitabına başvurulabilir.
Osman Okka Bir finans romanı yazmak ilginç bir fikir. Rakamların, sayıların hâkim olduğu bir sahada edebiyatın önemli bir türü olan roman olabilir mi? Roman, insan hayatının konu alındığı acı, tatlı tecrübelerin kurgusal da olsa paylaşıldığı bir alan olarak bilinir. Öyle ise insanların işletmelerde karşılaştığı finansal acılar da bir aşk acısı kadar gerçek değil mi?
Bu roman fikri işte bu düşüncelerle kaleme alındı. Başlangıçta, ”Finansın romanı olur mu? Sayıların hâkim olduğu bir alanda edebi bir çalışma olur mu, olursa da nasıl olur? İşimiz çok zor!..” gibi düşüncelerle başlanılan çalışma, sonunda okuyucusuyla buluşmaya hazır hâle geldi. Evet, finansın da romanı olabiliyormuş. Çünkü finansın içerisinde insan var.
İnsana dair acılar, sevinçler, duygular, başarısızlıklar ve başarıların hepsi bu alanın içinde var. Bu çalışma aslında yazarın yılların tecrübelerini bir imbikten geçirerek roman tadında okuyucularına sunduğu bir eser.
Finans alanı insanlara hep soğuk gelmiştir. Kazanma veya kaybetme duygusu insanda çok farklı algılar oluşturur. Öğrenciler okul döneminde en çok matematik ve finans derslerinden çektiklerini söylerler. Belki de bunun etkisiyle bir uzak duruş vardır finansa. Yazar bu uzak duruşu ortadan kaldırmak, bir nebze de olsa finansı sevdirmek, bir roman tadında bir firmada finansal sorunlarla nasıl baş edilebileceğini göstermek istemiştir. Her alandan, her yaştan, her eğitim seviyesinden okuyucunun kolaylıkla okuyabileceği ve kendisine ders çıkarabileceği bu eserin okuyucularına faydalı olması temennisiyle...
Hakan Şarkdemir
Dilek Yalız Solmaz Dünyada ve ülkemizde toplum, sokak suçları, okullardaki şiddet, uyuşturucu bağımlılığı, çetecilik, hırsızlık, çocuklara uygulanan cinsel ve fiziksel istismar, silah taşıma ve kullanma gibi, gençlerin suça karıştığı, toplumsal yapıyı bozan ve tehdit eden birçok olayla karşı karşıya kalmaktadır.
Hızla yayılan ve önlem alınması gittikçe zorlaşan suça yönelik bu tür sosyal problemler ile başa çıkmak için değerlerin öğretiminde okulun rolünün iyi analiz edilmesi ve var olan eğitim programlarına ek olarak destekleyici karakter eğitim programlarının devreye sokulması gerekmektedir.
Genç neslin sosyal becerileri ile birlikte, olumlu karakter bileşenlerinin gelişmemiş olması, gerek okuldaki gerekse yaşamın diğer alanlarındaki başarılarını da etkilemektedir. Bu açıdan, sosyal beceri ve olumlu karakter bileşenlerini öğretmede aileler, öğretmenler ve toplumun diğer üyeleri ile iş birliği içinde olan okullara büyük görevler düşmektedir.
Ülkemizde Beden Eğitimi dersi kapsamındaki konulara ek olarak hazırlanmış, temel amaçları arasında dürüstlük, saygı, sorumluluk, adil olma, yardımseverlik ve vatandaşlık karakter bileşenlerini içeren fiziksel etkinlik oyunlarının öğrencilerin karakter gelişimi üzerindeki etkisinin incelenmesine ilk defa bu araştırmada yer verilmiştir. Bu nedenle, bu kitap Türkiye'de bu alanda yapılacak diğer araştırmalara kaynak oluşturacak ve derslerde kullanılacak temel bir eser olma niteliğine sahiptir. Ayrıca, bu kitabın yukarıda ifade edilen sosyal problemlerin azaltılmasında, sosyal becerilerin ve olumlu karakter bileşenlerinin gelişiminin desteklenmesinde, önemli bir rol oynayabileceği düşünülmektedir.
Kitabın, ilköğretim Beden Eğitimi dersinde öğrencilere verilecek olan sistemli bir karakter eğitimi programının düzenlenmesi ve eğitimciler ile birlikte bu alanda çalışacak araştırmacılara, karakter eğitimi konusunda yol göstermesi amaçlanmaktadır.
Nevzat Kalay Focus on Phrasal Verbs is a reference and practice book for intermediate and advanced level learners of English who want to improve their knowledge of phrasal verbs in English. The book contains a large number of phrasal verbs essential for examinations such as YDS, YÖKDİL, YDT, TOEFL, and IELTS.
Key features:
• Comprehensive coverage of phrasal verbs
• Turkish translations of sample sentences
• Consolidation in numerous tests
• Ideal for self-study or classroom use
Seyit Gezer Bir insan göçerse dünyadan eğer,
Sen öyle bilme ki tek bir can gider.
Her sönen bakışta sayısız dilekler,
Her küçük tabutta bir cihan gider.
Şehriyâr

Sözlü tarih, sıradan olanın tarihini arayan, aynı zamanda sıradan olanın tarihin içine yerleştirilmesine vesile olan bir yaklaşımdır. Otoritenin sunduğu, çerçevesi belirlenmiş anlayışın dışında kalan yoksul sınıflar ve bu sınıflardan oluşan toplumun sosyal tarihi, sözlü tarih yaklaşımının çıkış noktasını oluşturur.
Anonim ya da ferdî karakter taşıyan sözlü kültür ürünlerinde de toplumun tarih ve medeniyetine ait izler bulunmaktadır. Bu nedenle sözel tarih yaklaşımının folklor için ne denli önemli olduğu bir gerçektir.
Ağıtlar edebî bir tür olmasının yanında yas kültürü ile anlam bulan sosyal tarihe ait zenginlikleri barındırmaktadır. Ağıtlar; hayatın acı gerçeğinin, yaşanılan çaresizliğin, insanların kadere teslimiyetinin edebî göstergesidir. Ağıtlar, yaşanan elim bir hadisenin neticesinde söylenmiş olması nedeniyle aynı zamanda tarihe düşülen notları da içinde bulundurur. Bu açıdan bakıldığında ağıtlar, içinde sosyal tarihi saklayan önemli manzumelerdendir.
Aslı Yılmaz D. Ülkemizde konuşma eğitimi sunan okul ve kursların sayısında çarpıcı bir artış var. Buna karşılık konuşma ile ilgili her tür eğitimin zorunlu altyapısı olarak nitelenen Fonetik alanında kapsamlı çalışmalar çok sınırlı. Bu durum, eğitimlerin bilimsel ve nesnel zeminden uzaklaşması riskini de beraberinde getiriyor. Ders içeriklerinin bireysel ifade becerisini beslemekten ziyade iyi sosyal izlenimler uyandırmak üzere tasarlanan subjektif önerilerle sınırlı kalmasına neden olabiliyor.
Bu bakımdan fonetik alanındaki temel bilgileri anlaşılır bir dille sunacak yayınlara ihtiyaç var. Bu ihtiyacı karşılamak üzere hazırlanan Fonetiğe Giriş, başta konservatuarlardaki oyunculuk bölümleri olmak üzere mesleki ve genel amaçlı konuşma okulları için temel ve pratik bir kaynak niteliği taşıyor.
Oyuncu ve akademisyen Aslı Yılmaz, Fonetik disiplinini eğitmen perspektifinden ele alarak tanıtıyor. Kitapta, eğitmenlerin ve öğrencilerin fonetikle ilgili olarak bilmek istedikleri her şey ve daha fazlası, bilimsel verilerle ve mesleki deneyimlerle güçlendirilerek sunuluyor. Okuyucu, konuşma seslerini yeniden dinlemeye davet ediliyor.
Hasan ÇELİKKAYA Bu eserde; eğitim sorunlarına doğrudan yaklaşılmakta, teorik bilgi ile birlikte pratiğe önem verilmektedir. Ayrıca eğitimin bilimsel yönü kadar millîlik yönü vurgulanmakta, meşhur misaliyle eğitim sisteminin temel amacının yalnız vali yetiştirmek değil, aynı zamanda adam yetiştirmek olduğu; bunun da ancak objektif bilgilerle yoğrulmuş değerler eğitimi ile gerçekleşeceğine dikkat çekilmektedir.
Kezâ öğretmenlik mesleğinin esas mayasının "pedagojik sevgi" olduğunun da asla unutulmamasının gerektiği hatırlatılmaktadır.
Başka bir ifade ile öğrencilere objektif bilgiler yanında eğitim görüşü, hizmet şuuru ve mânevî değerler kazandırmanın fıtrî olduğu kadar bilimsel bir gerçek ve içtimaî bir sorumluluk olduğu üzerinde durulmaktadır.
Meryem Canseven, Düriye Beyaz, Yusuf Baştürk, Emrah Maden
Müzehher Yamaç Bu kitap; Osmanlı Orta Doğu’sunun paylaşım planlarında yer alan bir kısım olaylara, arşiv belgelerine de yer verilerek, ışık tutmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında kendilerine vaat edilen “Büyük Ermenistan” hayallerini gerçekleştiremeyen Ermeniler, savaşın ardından oluşturulan Ermeni-Kürt ittifakı ile bu hayallerini gerçekleştirmeye çalışmışlar, amaçlarına ulaşamayınca da “Büyük Savaş’ta kendileri için savaştıklarını” her fırsatta ifade ederek Fransızlardan yardım isteklerini tekrarlamışlardır. Fransızların bir borç ödeme hissiyatı içinde, Ermenilerin Türk topraklarından ayrılarak göç ve yerleşimlerini organize ettikleri anlaşılmaktadır. 1930-1940 yıllarını kapsayan ve Ermeniler açısından uzun bir durgunluk olarak anılan bu dönem, esasında bir “Ermeni Sorunu”
nun yaratıldığı dönemdir. Savaş sırasında Osmanlı topraklarından kovulduğunu iddia eden Ermeniler, savaş sonrasında “katliam” (massacres) ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise soykırım (génocide) sözcüğünü öne çıkardıkları bir varlık ideolojisi yaratarak, tarihi olayların ötesinde uluslararası politikanın önemli bir gündemini oluşturmaya devam etmektedirler.
Fatma Uygur Osmanlı topraklarına önce seyyah sonra Fransız büyükelçisi olarak (1855-1860) gelen Edouard Antoine Thouvenel, Islahat Fermanı'nın hazırlanma sürecine Fransız tezinin fikir babası olarak katkı sağlamıştır. Bunun yanı sıra diğer diplomatlarla birlikte faaliyetlere bizzat iştirak ederek bir bakıma Fransa'nın Osmanlı nezdindeki nüfuzunu kayıt altına alan bir misyonu yerine getirmiştir. Gerçekten de İstanbul, devletin bütün kurum ve kuruluşlarıyla Batılı devletlerin ittifak ya da çatışmalarının merkezindeydi. Bu dönemde İstanbul'da Fransa, İngiltere ve Rusya'nın en tecrübeli, en donanımlı, en kurnaz diplomatları görev yapmış ve aralarında kıyasıya bir mücadele yaşanmıştır. Birbirinden farklı yöntemlerle diplomasi yürüten İngiliz elçi Lord Stratford ve Rus elçi General İgnatyef ile ters düşse de Thouvenel, müzakereleri Fransa adına başarılı bir şekilde yürütmüştür.
Thouvenel, Bâb-ı Âli ve Abdülmecid ile sürekli temas hâlinde olmuştur. Fransa'dan aldığı talimatlar doğrultusunda baskıcı bir tutum izleyerek Reşid Paşa'yı azlettirmiş ve Fransa yanlısı Âli Paşa ve Fuad Paşa'yı bazen sadarete bazen de Dışişleri Bakanlığı'na getirtmiştir. Eflak-Boğdan meselesindeki hayatî önemi haiz Divan-ı mahsus seçimlerinde de yürüttüğü etkin diplomasiyle Fransa'nın tezlerini gerçekleştirmiştir. Ülkesi için Doğu'da prestij sağlayacak, ciddi mühendislik gerektiren ve İngilizleri kızdıran Kızıldeniz ile Akdeniz'i birbirine bağlayacak olan, Fransız mühendis Ferdinand de Lesseps başkanlığındaki Süveyş Kanalı projesinin diplomasi ayağında yine Thouvenel vardır. Ayrıca, daha önce hiçbir Osmanlı sultanının kabul etmediği Légion d'honneur nişanı Abdülmecid'e Çırağan'da görkemli bir törenle Thouvenel tarafından verilmiş ve Sultan ilk kez Fransız Büyükelçiliği'nde bir baloya katılmıştır.
Beş yıl boyunca İstanbul'da, rakibi Stratford kadar gürültü çıkarmadan icraatlarını sessizce sürdüren Thouvenel, III. Napolyon'un İstanbul'da Fransız devrini başlatan büyükelçisi iken Paris'e Fransız dış politikasına yön veren Dışişleri Bakanı olarak dönmüştür.
Mehmet Sürmeli Allah'tan almış olduğu dini tebliğ etmek, kapalılıkları açıklamak, dinî hükümlerin nasıl yaşanacağını fiilî olarak göstermek ve hüküm olmayan konularda sorunları çözmek için hüküm koymakla yetkili olan Hz. Peygamber'i “kendi öz oğullarından bile iyi tanımakla” görevli olan insanlar, O'nu İslâm'ın temel kaynaklarından öğrenmek zorundadırlar. Bu zorunluluğu hissederek biz de bu çalışmamızda Hz. Muhammed'i, Kur'an-ı Kerim, hadis ve hadis ilminin rivayet usulünü / metodunu kullanan İslâm tarihi kaynaklarından tanıtmayı uygun bulduk. Amacımız bir siyer çalışmasından çok, insanın en önemli güvenlik alanı olan iman konusuyla ilgili Hz. Muhammed'in emirlerini, Hz. Peygamber'in ahlaki özelliklerini ayetler ve hadislerle ele alıp peygamberlik görevini yerine getirmedeki işlevsel alanıyla ilgili bilgiler vermektir. Resulullah'ı tanımaya çalışırken anladıklarımızı Müslümanlarla paylaşmaktır.
Zeynel Levent İlk örnekleri ilkel insan topluluklarına kadar götürülebilecek olan gayrinizami harp, geçmişte yalnızca zayıfın güçlüye karşı başvurduğu bir yöntem iken bugün güçlünün güçlüye hatta güçlünün zayıfa karşı uyguladığı bir harp türüne evrilmiştir. Bir başka ifadeyle, tarihî süreçte gayrinizami harp sürekli olarak form değiştirmiş, ivme kazanmış ve uygulama alanı yıllara sâri olarak genişlemiştir.
Bu harp türünün Türk tarihindeki ilk somut örnekleri Avrupa ve Amerika'daki uygulamalara nazaran oldukça erken bir tarih olarak kabul edilebilecek olan M.Ö. VI. yüzyılda görülmüştür. Osmanlı Devleti döneminde ise gayrinizami harbin en bilindik temsilcileri hafif süvari kuvveti hüviyetindeki “Akıncılar” ile istihbarat teşkilatı ve özel kuvvetleri aynı çatı altında toplayan kompakt bir yapı ve erken dönem bir gayrinizami harp örgütü olarak tanımlanabilecek olan “Teşkilât-ı Mahsusa”dır. Millî Mücadele döneminde ise “Kuva-yı Milliye”, İtilaf Devletleri konvansiyonel birliklerine karşı gerilla harbi, yıkıcı faaliyetlerde bulunan azınlıklar ile ayrılıkçı gruplara karşı kontrgerilla harbi vermiş ve gerek gerilla gerek kontrgerilla harbi hükûmet çapında yürütülen psikolojik harp faaliyetleriyle desteklenmiştir.
Kadim Türk tarihi gayrinizami harp açısından bu derece zengin bir altyapıya sahip olmasına rağmen Türk gayrinizami harp geleneğinin tüm boyutlarıyla günyüzüne çıkarılamadığı, yüzlerce yıllık tecrübenin doktrinize edilemediği ve bu alanda yeterince akademik çalışma yapılmadığı, yorumdan öte tespittir. Literatürdeki bu büyük boşluğun, gayrinizami harbe duyulan ilginin arttığı bir dönemde birbiri ardınca yayımlanan ve gerçekte var olan ile var olması istenilenin birbirine karıştırıldığı tevatür cinsinden, tekdüze eserlerle doldurulması mümkün değildir.
Çıkış noktası bu paradoks olan kitap; Geç Osmanlı ve Millî Mücadele dönemlerine ait Türk ve İngiliz arşiv belgelerinin incelenmesi, gayrinizami harbin sahadaki uygulayıcıları ve bu alanda akademik anlamda çalışan kişilerle yapılan mülakatlar, ulusal/uluslararası arenada modern gayrinizami harp teorisinin oluşumuna katkıda bulunmuş kişilerin öğretileri ve İngiliz-Amerikan ordu talimnamelerinin bir arada değerlendirilip yorumlanmasıyla oluşturulan ve “Türkiye'de gayrinizami harp alanında hazırlanan ilk doktora tezi” olma özelliği taşıyan akademik bir çalışmanın gözden geçirilmiş hâlidir.
Sabri Orman İnsan davranışlarında ve onların ahlâki olarak değerlendirilmesinde sosyal olana öncelik verilmesi veya sosyalin öncelenmesi gerekliliğini esas alan çalışma, Gazâlî düşüncesinin daha önce hiç gündeme gelmemiş bir yönüne ayna tutuyor. Bu durum, ahlâki değerler sisteminde geçişsiz olanlara kıyasla geçişli faziletlerin daha makbul; geçişli reziletlerin ise yine geçişsiz olanlara kıyasla daha menfur görülmesi şeklinde ifade edilebilir. Çalışmada ayrıca Orman, Gazâlî’nin hukuk ve ahlâka dair son derece dikkate değer iki ayrı yaklaşımını sosyal adalet perspektifine veya sosyal adalet meselesini bu iki yaklaşım perspektifine yerleştirmeye çalışıyor. Bunlardan birisi, farz-ı kifâye yaklaşımı, diğeri de mesâlih ve makâsidu’ş-şerîa yaklaşım veya teorileridir. Risale, bu iki yaklaşımın birer sosyal veya kolektif sorumluluk/ yükümlülük referansı olarak kullanılabileceğinin gösterilmiş olması açısından önemlidir.
İlim Esra Erek Felsefe tarihi bir anlamda felsefe üzerin­de düşünen filozofun hikmet arayışının tarihidir. Gazâlî, hakkındaki meşhur yargının aksine, bu arayışı dogmatiklik­ten kurtaran düşünürdür. O, geleneksel anlayışı ve yöntemi sürekli yenileyen, mevcut yaklaşımların tıkandığı yerde yeni yollar açan bir filozoftur.
Bu kitap, Gazâlî'yi ve Gazâlî tartışmalarını yeniden çözümleme niyeti ve gayretiyle kaleme alınmıştır. Çalışmada tarihin öznesi olan insanın neliği, insanın bilmek için yöneldiği hakikat karşısında yaşadığı sorunlar irdelenmektedir. Dinamik bir problem olan 'bilme' sorununun Gazâlîci çözümlerinin günümüz düşüncesine ne tür katkılar sunabilir olduğu da ele alınmıştır.
Ayşe Güllü, Fadime Zehra Polat, Gülbahar Kılıç, Hasibe Nur Tis, Mehmet İbrahim Güneş, Melek Kabadayı, Melek Kılıç, Naile Yarımağa, Nevroz Karateke, Sıdıka Nur Uyanık, Uğurcan Ayik, Zeynep Sude Yaşar Küreselleşen dünyada uluslararası öğrencilerin sayısındaki artışlar dikkat çekicidir. Türkiye’de uluslararası öğrenci hareketliliği zaman içerisinde artış göstermiş, özellikle son yıllarda uluslararası öğrencilerin yoğun şekilde tercih ettiği bir ülke konumuna ulaşmıştır. Bu süreçte uluslararası öğrencilere önemli imkânlar sunulsa da gerek ilgili literatür gerekse de gündelik hayata dair pratikler uluslararası öğrencilerin farklı sorunlarla karşılaşabildiğini göstermektedir. Bu sorunlar üst başlıkta uyum, dışlanma hissi gibi problemlerdir. Bu çalışma Gaziantep Üniversitesi örneğinden hareketle Afrikalı öğrencilerin mekân, toplum ve akademik deneyimlerini araştırmakta ayrıca ilgili literatürde tartışılan sorunsallıkların Gaziantep örneğinde belirip belirmediğini tartışmaya açmayı amaçlamaktadır. Bu kapsamda çalışmada Gaziantep Üniversitesinde eğitim-öğretim faaliyetine devam eden farklı Afrikalı ülkelerine mensup öğrencilerle görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Böylece mevcut durum analizi yapılmış ve sonraki araştırmalar için önemli bir veri kaynağı oluşturulmuştur.
Uğurcan Ayik Kentsel dönüşüm, projeleri 1999 Marmara Depremi'nden sonra gündemimizdeki yoğunluğunu artırmıştır. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerimizdeki yapılar son yıllarda kentsel dönüşüm projelerine konu olmaktadır. Bu kitapta, bölgesi için önemli bir kent olan Gaziantep'in dönüşüm projelerine odaklanılmaktadır. Kitap kapsamında son üç yıldaki saha çalışmaları ile edinilen verilerin çıktıları okuyucuyla paylaşılarak tartışmaya açılmıştır. Ayrıca kitapta sadece dönüşüm uygulamaları ele alınmamakta aynı zamanda kentsel dönüşüm projelerinin bağlamlarından koparılmadan Türkiye'nin kentleşme sürecine etkilerine de ışık tutulmaktadır.
06 Şubat 2023 depremlerinden sonra kentsel dönüşüm projelerinin gündemimizde daha fazla yer edineceği aşikârdır. Böyle bir süreçte bu kitap geçmişten dersler almamız gerektiğini temel önerme olarak sunmaktadır. Bu açıdan kentsel dönüşüm projeleri, gelecek nesillere daha yaşanabilir kentler bırakılması görevini sürdürmektedir. Kitap, depremden en fazla etkilenen kentlerden olan Gaziantep'teki uygulamaların bundan sonra nasıl olması gerektiğine dair kıymetli okuyuculara, kent yöneticilerine önemli hatırlatmalar da yapmaktadır.
Ü. Betül Kanburoğlu Ergün Gazzâlî, farklı disiplinlerden kendisine intikal eden birikimi eşine az rastlanır bir sarahatle yeniden yorumlayarak İslâm düşüncesinde merkezî bir konum edinir. Belki bundan daha önemlisi, onun entelektüel serüveninin merkezinde yer alan insanı anlama çabasını bizatihi kendini anlama çabasına dönüştürmesidir. Bu çaba, onun, düşünce tarihinde, hayat tecrübesi, öne sürdüğü fikirler kadar önemli olan nadir düşünürlerden biri olmasını sağlar.

Gazzâlî’nin insanı hangi yönleriyle ele aldığı, onun bu dünyadaki amacını nasıl tanımladığı ve eğitimin insanın bu amaca ulaşma sürecinde nasıl bir rol üstlenebileceğini ele alan bu kitabın hareket noktası, insanın bu dünyaya bir tamamlanma isteği ile geldiğidir. Gazzâlî’nin “kemâl iştiyakı” olarak nitelediği bu gaye uğruna insan, geçici, sınırlı, yetersiz ve yolun sonunda çoğu zaman kendisini tatmin etmeyen kemâl arayışlarının peşinden gider. Gazzâlî de insan için hem fizik hem metafizik âlemde karşılığı olan, insanın hayattaki tüm rollerini kapsayan ve nihayetinde onu sükunete eriştiren hakiki bir kemâl hâlinden söz eder. Bu hâl, insanın kendi hakikatini kavramasını ve bu sayede nihai mutluluğa erişmesini ifade eder.
Turhan Yörükan Değerli bilim insanı Turhan Yörükân’ın, yıllardır güncelliğini kaybetmeyen ve üçüncü baskısını sunduğumuz bu kitabı; sosyo-ekonomik gelişmişliğin bir göstergesi olarak ortaya çıkmış bulunan gecekondu problemini, sosyo-kültürel ağırlıklı olarak ele almaktadır. Bununla birlikte çalışma, düşük standartlı veya nizami olmayan konut arzı, dolayısıyla konut açığı şeklinde ortaya çıkmış olan gecekondunun ve gecekondu bölgelerinin sosyo-kültürel özelliklerinin neler olduğunu göstermeye çalışmakta ve gecekondu bölgelerinin ve sefalet bölgesi olarak nitelendirdiğimiz slum bölgelerinin olumsuz yönlerinin daha iyi anlaşılabilmesi için yapılması gereken araştırmalara ışık tutmaktadır. Çalışmanın akademik çevrelerin yanı sıra toplum mühendisliği yapan sivil kuruluşlarda çalışanlara da faydalı olacaktır.
Mehmet Değirmenci Anadolu toprakları tarih boyunca yoğun kitlesel göç hareketlerine ev sahipliği yapmıştır. Bu hareketliliğin en önemli unsuru coğrafi konumudur. Her ne kadar coğrafi konum, göçler açısından başat önem taşısa da, o coğrafyaya hâkim siyasi otoritenin göçe ve göçmene yaklaşımı da bir diğer ana belirleyici unsurdur. Göçe ilişkin yaklaşımlar ise tecrübelerle şekillenir ve bu yaklaşımlar, göç politikalarını şekillendirir. Göç olgusunun sürekli gündemde kaldığı coğrafyalarda göç politikalarının hem siyasi alanda hem bürokratik alanda hem de uygulamada kurumsal bir düzende olması beklenmektedir. Ancak günümüzde Türkiye'nin göç politikaları, ciddi eleştirilere maruz kalmaktadır. Özellikle Geç Dönem Osmanlı’dan günümüze yoğun göç hareketliliklerine maruz kalan bir ülkenin göçe ilişkin politikalarının bu denli eleştirilmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir soruyu da beraberinde getirmektedir. Ciddi tecrübelere rağmen yaşanan göç politikalarındaki bu aksaklıklar, kurumsallaşamamanın mı yoksa kasıtlı politikasızlığın bir sonucu mudur?
Ahmet Fidan, Ali Demirel, Aras Yolusever, Aykut Karahan, Ayşe Çiçek, Bülent Atalay, F. Begüm Yıldızeli, Hande Sözer, İlknur Koç Çiftçi, Lütfi Arslan, M. Emir Fidan, Meri Taksi Deveciyan, Muhsin Önal, Okan Gülbak, Seçil Şenel Uzunkaya Osmanlı Devleti'nin çok uluslu yapısının Türkiye Cumhuriyeti ile ulus devlete dönüşmesi, aynı topraklarda yaşayan milletlerin de statüsünde değişiklik meydana getirdi. Bu değişiklik, kendini azınlık kavramında bulurken bu kavram üzerinden tartışmaları da beraberinde getirdi. Bu çalışma, Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyeti'ne kadar geniş bir zaman dilimini kapsamaktadır. Köklü bir geçmişle tüm renkleri bünyesinde toplayan Osmanlı Devleti'ndeki gayrimüslimleri, Türkiye'deki azınlıkları ve etnik grupları kimlik-etnisite ve kültür çerçevesinde ele almaktadır.
Hüseyin Baysa Süslenme arzusu ve süslü olana meyletme duygusu, bir gerçeklik olarak insanoğlunun fıtratında yer almaktadır. İslam'da bedensel süslenme ile ilgili ahkâm, bu fıtrî yönelime uygun olarak belirlenmiştir.
Kitapta; bedene yönelik geçici ve kalıcı süslemelerin fıkhî hükmü araştırılmıştır. Bu çerçevede dövme, diş seyreltme, kaş inceltme, takı kullanma, saç boyama ve ekleme gibi vahiy döneminde bilinen estetik uygulamalar ile günümüzde yaygın olan dudak estetiği, diş estetiği ve saç ekimi gibi kozmetik cerrahi operasyonlar, epilasyon ve makyaj türü işlemlerin hükmü incelenmiştir.
Mustafa Fayda, Mustafa Sabri Küçükaşçı, Azmi Özcan, Casim Avcı, Mehmet Özdemir, Hasan Hüseyin Adalıoğlu, Ali Satan, Uğur Demir, Abdulkadir Macit İslam tarihinin en önemli müesseselerinden biri olan hilafet, İslam siyaset düşüncesi literatürünün de kritik kavramları arasında yer almaktadır. Kavramın İslam kaynaklarında yer alış şekli ile kelami ve siyasi düşünceye konu olmuş biçimleri. İslam tarihinin ilk dönemlerinden itibaren devletlerin egemenlik ve otorite arayışlarına cevap vermiştir.
9 yazının yer aldığı bu kitap, hilafetin modern öncesi dönemde nasıl bir süreç takip ettiği ve hangi fonksiyonları yerine getirdiği; bahusus hakkında hangi tartışmaların cereyan ettiği gibi meseleleri ortaya koymakla birlikte bu meselenin yeniden gündem hâline getirilmesini ve dönemin kavramları- nın süreklilik sağlanacak şekilde yeniden yorumlanmasını, hilafetin güncel meselelerinin tespiti ve tenkidi hususunda geçmiş birikimden istifade edebilmeyi hedeflemektedir.
Hilafetin Türklere intikalinin 500. yılı münasebetiyle gerçekleştirilen çalış- tayın bildirilerini ihtiva eden bu çalışma/eser ümit edilir ki daha nice yeni/ orijinal araştırmalara vesile olur ve bu büyük tarihi mirası doğru anma ve anlamaya hizmet eder.
Ahmet Sapmaz, Ali Eravcı, Ali Tokmak, Aslı Yiğit, Aytaç Durmaz, Burcu Özdemir, Duygu Dersan Orhan, Emel Kahraman, Emirhan Kaya, Erdem Eren, Ferdi Güçyetmez, Gamze Helvacıköylü, Gökhan Cin, Halit Hamzaoğlu, Hasan Hüseyin Tekin, Hayrettin Güler, İdil Tunçer Kılavuz, İskender Karakaya, Kemal Kantarcı, Kezban Acar, Levent Aydın, Mehmet Tunahan Çelik, Melih Demirtaş, Metin Kıratlı, Moldyr Komekova, Murat Yorulmaz, Onur Limon, Salih Yılmaz, Serdar Yılmaz, Sezai Özçelik, Sibel Mehter Aykın, Sina Kısacık, Tibet Abak, Tuğçe Dündar, Victoria Bilge Yılmaz, Yeşim Güçlü Geniş bir tarihî arka plana sahip olan Türk-Rus ilişkilerinin gelişmesi adına Rusya'nın her yönüyle bilinmesi büyük önem taşımaktadır. Günümüzde Türk-Rus ilişkileri bir taraftan tarihten beri görülmedik derecede gelişme dönemleri yaşar­ken diğer taraftan stratejik ve bölgesel politikalar karşısında sergiledikleri farklı yaklaşımlar nedeniyle birtakım meydan okumalar ve sınamalarla da karşı karşıya kalmaktadır. Fakat hem Rusya hem Türkiye, dış politikadaki görüş farklılıklarının ülkelerin birbirine yönelik tehditkâr politikalara dönüştürülmemesi gerektiği gö­rüşüne uyum sağlamıştır. Barışın tesisi ve istikrarın korunması açısından tarihî, etnik ve kültürel bağlar ile coğrafi konumlarından dolayı Türkiye ile Rusya arasın­daki ilişkiler sadece kendileri açısından değil, bölgede geniş çaplı ilişki içerisinde oldukları diğer ülkeler için de çok önemli hâle gelmiştir.
Rusya ve Türkiye, Suriye, Irak, Libya gibi bölgelerde her ne kadar farklı stra­tejilere sahip olsalar da zamanla iş birliğinin faydalarını görmüşler ve sürdürüle­bilir ilişki modelini benimsemişlerdir. Ukrayna konusunda Türkiye her ne kadar Rusya'nın politikalarını desteklemediğini açıklamışsa da diğer Batı ülkeleri gibi yaptırımlara katılmamıştır. Rusya'ya yaptırım uygulamayan ender ülkelerden bi­risi olarak Türkiye, dünyada Rusya-Ukrayna barışına giden yolda ara bulucu rolü üstlenebilecek tek ülke konumuna gelmiştir.
Rusya'nın tarihî, kültürel, siyasi, ekonomik, askerî, hukuki ve diğer alanlardaki politikalarını anlamak adına bu kitabın faydalı olacağını düşünüyoruz. Alanında uzman isimlerin yazmış olduğu makalelerden oluşan “Geçmişten Günümüze Rus­lar ve Rusya” eserinin bu sahada çalışanlar, ilgililer ve bütün okuyucu­larımız için faydalı olmasını dileğiyle.
Esra Şölentaş, Hakan Saraç, Kamile Sinem Küçük, Kübra Çağlıyan Şakar, Mehtap Yılmaz, Muhammed Taşkesenligil, Olga Nikolayevna Grigoryeva, Onur Aydın, Pınar Turan Özdemir, Reşat Şakar, Selin Tekeli, Svetlana Stomatova Gelenek, görenek, inanç ve kaideler kültür kavramının önemli ve vazgeçilmez unsurlarındandır. Kültürel bir miras olarak geleneklerin ait olduğu toplum üzerinde büyük bir etkisi vardır. Kadim bir millet olarak Rusların da, kökleri çok eskilere dayanan ve buna da sıkı bir şekilde bağlı oldukları güçlü bir gelenek yapısı bulunmaktadır.
Köklü Türk-Rus ilişkilerinin XXI. yüzyılda daha pozitif bir ivme kazandığı günümüzde, Rus milletini gelenekleriyle daha yakından tanımak amacıyla hazırlanan bu kitapta; Rusların doğum, ölüm, düğün, giyim-kuşam, yeme-içme vb. gibi gelenekleriyle Maslenitsa, Paskalya gibi dinî ve millî bayramlarına dair bilgiler ele alınmakta, ayrıca Rus mitolojisi, Rus aile yapısı, Ruslarda dostluk kavramı, selamlaşma gelenekleri, Rusların batıl inançları gibi gelenekle ilgili birçok kültürel ögeye de yer verilmektedir.
Bu kitap, ülkemizde Rus kültürü alanındaki büyük bir boşluğu doldurarak hem ders kitabı olarak hem de karşılaştırmalı kültürel çalışmalar yapan araştırmacıların yararlanabileceği bir kaynak niteliğindedir.
Aybegüm Memişoğlu-Sanlı, Buse Gönül, Ece Sağel-Çetiner, Gamze Er-Vargün, Hatice Işık, Merve Gölcük, Nur Elibol-Pekaslan, Seren Güneş, Şükran Okur-Ataş, Ümran Yüce-Selvi, Yeşim Üzümcüoğlu, Zeynep Ertekin Çocuklar, ailelerinin de parçası olduğu toplumsal hayatın içine doğarlar ve bu hayatın birer parçası olarak büyürler. Her ne kadar toplumsal sistemler yetişkin dünyasına ait ögeler gibi görünse de toplumsal hayat, çocukluktan başlayarak bireylerin hayatlarını büyük oranda etkiler, şekillendirir, düzenler ve bazen kısıtlar. Bu nedenle çocuklar, erken yaşlardan itibaren toplumsal hayatı oluşturan sistemleri, bu sistemlerin kurallarını ve etkilerini anlamaya başlarlar. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, bu kitabın genel amacı; çocukların toplumsal hayat içinde var olmalarını, kendilerini toplumsal hayatın birer parçası olarak görmelerini sağlayan ve bu süreci etkileyen faktörleri gelişimsel bakış açısı ile ele almaktır. Kitap, kavramsal olarak üç ana kısımdan oluşmaktadır. İlk kısımda, çocukları toplumsal hayatı anlamaya hazırlayan bilişsel ve sosyal temeller üzerinde durulmuştur. İkinci kısımda; çocukları toplumsal hayat içinde etkileyen sosyal ve sistemsel faktörler ele alınarak olumlu davranışların gelişimi, eşitsizlik ve statü algıları, grup kimliklerinin gelişimi, ahlaki duygular, sivil katılım, meslekler, adli sistemler, trafikte çocuklar gibi kapsamlı ve birbirini tamamlayan toplumsal konulara yer verilmiştir. Son kısımda ise toplumsal hayata dair algıları etkileyen aile ve kültür gibi bağlamlar yer almaktadır. Farklı kurumlardan alanında uzman birçok akademisyeni bir araya getiren bu kitabın, başta psikoloji olmak üzere tüm sosyal bilimler için temel bir kaynak olacağı düşünülmektedir.
Cemil Oruç, Hasan Dam, M. Akif Kılavuz, Mustafa Köylü, Turgay Gündüz Son zamanlarda ülkemizde, gerek çocukluk ve gençlik gerekse yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerine ilişkin ilmî ve akademik düzeyde güzel çalışmaların yapıldığı görülmektedir. Ancak bu tür çalışmalarda, bebeklik çağından yaşlılığa kadar insanın biyolojik, psikolojik ve sosyal gelişimlerine ait detaylı bilgiler yer alırken maalesef dinî gelişim dönemlerine ve din eğitimlerine ait hemen hemen hiçbir bilgiye yer verilmemekte, âdeta insanın dini yanı yok sayılmaktadır. Oysa insan bir bütündür, onun maddi yanı olduğu kadar manevi yanı da vardır. Dolayısıyla bireylerin çocukluk döneminden yaşlılığa kadar dinî gelişim ve din eğitimleri de en azından diğer gelişim alanları kadar önemlidir.
Her ne kadar İlahiyat Fakültelerinde bireylerin dinî gelişimi ve din eğitimine ilişkin bazı müstakil çalışmalar yapılsa da sistematik tarzda, çocukluk döneminden yaşlılık dönemine kadar bir bütün olarak bireylerin dinî gelişim özelliklerini ve din eğitimini kapsayan herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. İşte bu kitabın amacı, hem böyle bir boşluğu doldurmak hem de İlahiyat Fakültelerinde okutulmakta olan Din Eğitimi dersine bir katkı sağlamaktır. Kitabın hedef kitlesi 7'den 70'e herkestir. Her yaş grubundaki insan, kitaptan kendi adına bir şeyler bulup kendini çeşitli yönleriyle tanımaya çalışabilir. Meseleye din eğitimi açısından bakıldığında, başta İlahiyat Fakültesi öğrencileri olmak üzere örgün eğitim kurumlarındaki DKAB öğretmenleri, cami ve Kur'an kursu gibi yaygın din eğitimi kurumlarında imam, Kur'an kursu öğreticileri ve vaizler, kısacası her yaş grubundan yüz yüze gelen her din görevlisidir.


Erdoğan Mert Ülkeler arası gelişmişlik farklarını anlamak, bu farkların kapanması yönünde atılacak ilk adımdır. Günümüz dünyasına bakıldığında bu farkların azalmadığı, tersine artma eğiliminde olduğu, hatta kronikleştiği görülmektedir. Bu da gelişmişlik farklarının sebeplerinin tam olarak anlaşılamadığını göstermektedir. Bu çalışmanın amacı, ülkemizde popüler bir sohbet konusu olan “Türkiye ne zaman Norveç olur?” gibi sorulara cevap bulabilmektir.
Bu soru çeşitlendirilip genelleştirilebilir: Neden bazı ülkeler sürekli olarak gelişip zenginleşirken bazıları “orta gelir tuzağı” sarmalından çıkamıyorlar, bir dönem büyüseler de belli aralıklarla derin krizlerle karşılaşıyor, baştan başlıyorlar? Gelişmiş ülkelerin vatandaşları neyi doğru yapıyorlar ya da gelişmekte olan/az gelişmiş ülkelerin vatandaşları nerede hata yapıyorlar? Bireyler veya toplumlar ülkelerinin gelişmişlik seviyelerini belirleyebilirler mi? Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde uygulanabilecek bir gelişmişlik formülü var mıdır?
“Gelişmişliğin formülü” ifadesi ilk başta “simya” ya da “gençlik iksiri” gibi ütopik bir ifade gibi görünmektedir. Ancak simyanın kimya bilimine, gençlik iksiri bulma hayalinin de tıp/eczacılık gibi bilim dallarına öncülük ettiği düşünüldüğünde, doğru sorular sorup doğru yöntemler kullanılarak ulaşılan doğru verilerle doğru analizler yapılarak bu formüle ulaşılabileceği düşünülmektedir. Gelişmiş ülkelerin zamanla belli koşullarda geliştiği bilgisine dayanarak bu ülkelerin gelişmesine yol açan ortamı merkezine alan çalışma sonucunda “her ülkeye uyarlanabilecek evrensel bir formül” bulma yolunda tartışmaya açılabilecek bir temele ulaşıldığı düşünülmektedir.
Asiye Uğraş Dikmen, Burçin Özer, Cansu Özbaş, Devrim Dündar, Dilek Menekşe, Doğanhan Kadir Er, Enes Talha Yıldız, Esra Gültekin Koç, Feride Taşkın Yılmaz, Gürler Akpınar, Hande Konşuk Ünlü, Havva Sert, Hülya Şirin, Mert Babacanoğlu, Merve Kabasakal İlter, Merve Tokatlı, Murat Kasap, Mustafa Altındiş, Mustafa Altunsoy, Nesrin Çobanoğlu, Nida Aslan Karakelle, Nilüfer Merve Çelik, Nursan Çınar, Özge Kaya, Safiye Göçer, Seçil Özkan, Sema Aşkın Keçeli, Serpil Aktaş Altunay, Vildan Topcu Bilim, toplumların kalkınma ve gelişme kaldıracıdır. İnsanlığın yaşama duyduğu merak; yaşam standartlarını yükseltecek, hayatı konforlu hâle getirecek ve ömrü uzatacak bir niteliğe bürünmeye başlamıştır. Her şeyi anlama çabası, aslında dünyanın, doğanın ve yaşamın sırlarla dolu olduğunu ve bunların çözümlenmesi gerektiği savını doğurmuştur. Geleneksel bilim sadece anlamaya ve çözmeye odaklanırken bölümlenmiş güncel bilim türleri, sadece çözmeye değil çözümden ötesine kilitlenmiştir. Bilimin sonsuz bir süreç içinde değişimi yadsınamaz bir durumdur. Zaman içinde alt dallara bölünen bilim; sayısal ve sosyal alanlarda ayrı konulara bürünmüş fakat nitelik açısından aynı amaca yani insanlığa hizmet etmeyi sürdürmüştür. Bu kitabın tek amacı da bilim aracılığı ile insanlığa hizmettir.
Kitabın; akademinin genç nefeslerine, evrensel bilime, dolayısıyla toplumların kalkınma ve gelişmesine katkılarda bulunması temennisi ile...
Ahmet Usanmaz Eğitim; toplumları belirlenen amaçlara yönlendiren, kişinin tutum, bilgi ve beceri düzeyini geliştirmeyi hedefleyen süreçler bütünüdür. Çocuk ve gençleri “geleceğin yetişkinleri” veya “geleceğin nesilleri” olarak görmenin yaşamlarında iyi olma alanlarını ve refahlarını etkileyip yaşadıkları anın unutulmasına neden olmaktadır. Çünkü çocuk ve genç olmayı “kendi içinde bir evre olarak” değerlendirip toplumun aktif üyeleri olduğunu kabul etmek ve refahını sağlamak önemlidir. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi, eğitim politikaları, coğrafi yapısı, cinsiyetler arası eşitlik/eşitsizlik ilkeleri gibi faktörler öğrencilerin öğrenme, başarı, adaptasyonu üzerinde etkilidir. Daha da mikro ölçekte ailelerin sosyoekonomik statüsü, yaşadığı mahalle, ilçe ve ili bu eğitim sürecinde etkili olup bulunduğu bölgede eğitime erişimi, eğitimin niteliği, eğitim kurumlarının yapısı gibi etkenler de akademik başarı üzerinde belirleyicidir. Bu çalışmada, yükseköğretim eğitimleri sonrası eğitim süresince aldıkları uzmanlık alanları dışında çalışan 15-29 yaş arası gençlerin yoksulluk durumları farklı eğitim aşamaları ile bir bütün olarak ele alınmıştır. Ailelerin eğitimde geçirdikleri süre, eğitime yabancılaşma durumları, gençlerin eğitim öncesi ve eğitim sonrası aşamalarında belirleyici bir rolü bulunmaktadır. Eğitim sonrası işsiz kalma durumu gençlerin dışında birçok farklı yapısal problemlerin ürünü olmaktadır. Yoksulluğun kronikleşmesi ile mücadelede dezavantajlı/kırılgan/hassas gruplar olarak gençlerin eğitimin farklı aşamalarında desteklenmesi yoksulluk döngüsünden çıkabilmelerine olanak tanıyacaktır.
Mehmet Zeki Duman, Bengül Güngörmez Akosman Hiç şüphesiz gençlik, insan hayatının en güçlü ve en dinamik dönemini oluşturmaktadır. Bu dönemin ayırt edici özelliği, gençte birtakım fizyolojik ve psikolojik değişikliklerin yanında umudun, heyecanın, dinamizmin ve geleceğe dair hayallerin çok yoğun bir biçimde yaşanmasıdır. Literatürde genellikle çocukluk ile yetişkinlik arasında bir geçiş evresi olarak da görülen gençlik aynı zamanda insan hayatının en bunalımlı ve değişken dönemi olarak da kabul edilmektedir. Zira bu dönemde, bireydeki bedensel ve ruhsal değişim, duygusal ve bilişsel gelişim en üst düzeye çıkmakta; karakter, kimlik, kişilik ve benlik oluşumu tamamlanmaktadır. Aslında gençlik, yeni bir gelişim evresini yaşayan gencin maruz kaldığı değişimin ve bu değişimin neden olduğu bunalım ve krizin ortaya çıkmasını ifade etmektedir. Bir değişim ve dönüşüm süreci olan gençlik, bireyin yeni ilişikler, alışkanlıklar, tutum ve davranışlar edinmeye ve anne-baba himayesinden çıkarak akran gruplarının ve sosyal çevrenin etkisinde hareket etmeye başlamasını ifade etmektedir.
Diğer bir deyişle, bireyin sosyal ve psikolojik açıdan olgunlaşması, bağımsızlık ve özgürlük yanlısı bir tutum takınması ve toplumda kimlik ve şahsiyet edinme çabasına girmesidir. Zira bu dönem, yetişkinliğe giden yolda çok önemli bir bariyer oluşturmakta, gencin çoğu zaman altından kalkamadığı çok boyutlu ve karmaşık sorunlara neden olmaktadır. Fırtınalı ve stresli bir süreci ifade eden gençlik, aynı zamanda bireyde, duygu-durum, değer-ahlak ve tutum-davranış noktasında dramatik bir değişime de yol açmaktadır. Hiç şüphesiz bu dramatik değişimin kendisini en çok hissettirdiği alanların başında ise din, dinî inanç ve dinî tutumlar gelmektedir. Özellikle 2000 ve sonrasında doğan ve literatürde Z Kuşağı olarak geçen gençlerin her geçen gün daha fazla modernleşen ve sekülerleşen Türkiye'de dinî hayata dair inanç ve tutumlarında nasıl bir değişim ve dönüşüm yaşandığı ve bu değişim ve dönüşümde rol oynayan sosyal, ekonomik, kültürel ve politik faktörlerin neler olduğu sorusu, bu çalışmanın en önemli konusunu, sorununu ve kapsamını oluşturmuştur.
Arzu İçağasıoğlu Çoban, Ayşe Burcu Tunca, Aziz Şeker, Berkay Kabalay, Emre Özcan, Fatime Güneş, Gizem Aytaç, Gonca Polat, Hacı Çevik, Hande Uz Özcan, Mehmet Can Aktan, Melike Tekindal, Merve Deniz Pak, Seda Attepe Özden, Seval Bekiroğlu, Türkan Fırıncı Orman Gençlik öznelliği, günümüz toplumsal hareketlerinin daima itici gücüdür. Bu öznellik, maruz kaldıkları ayrımcılık kategorilerini yerinden etme gayretindedir. Gençler, bu bağlamda içinde bulunduğu sorunlardan çıkışı kendilerini üretken kılmada görmektedir. Bu, aynı zamanda yeni toplumsal hareketleri gençlik odağında çok daha farklı bakış açılarıyla kavramayı gerektirmektedir. Yeni toplumsal hareketlerin temsiliyet üstü niteliği gençliği bu odağa taşımaktadır. Buradan hareketle bu çalışma, gençliği hem içinde bulunduğu sorunlar hem de toplumsal dönüşümlerdeki gücü bağlamında irdelemeye çalışmaktadır.
Gönül Bünyadzade Gençlik hakkında şairler, psikologlar, sosyologlar farklı yaklaşımlar sunmuşlardır. Fakat gençliğin felsefi bir dikkatle yeniden düşünülmesi, meseleye yeni boyutlar kazandırmaktadır. Bu kitapta Gönül Bünyadzade, gençliği felsefi olarak ele alıyor ve sorduğu sorularla okuyucuyu gençlik hakkında düşünmeye davet ediyor.
Yazar hem gençliği tanımak hem de gençliğin kendisi hakkında bir bilinç geliştirerek kendini oluşturması için felsefeyi bir imkân olarak teklif ediyor. Gençlik felsefesi, insanın bütün yapıp etmelerini anlamayı ve anlamlandırmayı gaye edinen, yaşam boyu sürecek olan bir zindelik olarak takdim ediliyor. Böylece gençlik; kahramanlık, cesaret, bilgelik ve edeple bütünleşerek insanlık için bir umuda dönüşüyor.