Sosyal Bilimler \ 12-40
Ayten Er, Bahattin Uzunlar, Berfin Kart Tepe, Ceyhun Akın Cengiz, Emel Koç, Emine Cengiz, Eyüp Ali Kılıçaslan, H. Haluk Erdem, Mehmet Büyüktuncay, Mehmet Özcan, Mete Han Arıtürk, Murat Bahadır, Mustafa Günay, Özcan Yılmaz Sütcü, Peyami Safa Gülay, Sibel Kadıoğlu, Ümran Türkyılmaz, Yasin Parlar, Yıldız Karagöz Yeke Edebiyatın Felsefi Yüzleri adlı kitabımız, felsefe ve edebiyat arasındaki ilişkinin kuramsal yönüne dair açıklamaları ortaya koymak hem de edebî metinlerin felsefi okumalarına örnek teşkil edecek metinler aracılığıyla edebiyat alanında yazılmış ve etkili olmuş birçok metnin, felsefecilerin kendilerine has yorumlarıyla farklı şekillerde nasıl değerlendirilebileceğini göstermek amacıyla hazırlanmıştır. Okuyucunun ona sunulan değerlendirme şekillerini aşabilmesi için metni yorumlarken sıradanın dışında metnin varoluşsal bir yapısının olduğunun gösterilmesinin gereği elinizdeki kitabın oluşumuna dair yönlenmede etkili olmuştur. Edebiyat, felsefenin kendisini gerçekleştirdiği alanlardan birisidir. Felsefe de edebiyatın kendisini çeşitli sanatsal kaygılar içinde var ederken her zaman içinde bir şekilde barındırdığı bir alan olarak belirir. Bu iki alanın bazen destekleyici ve belki de daha çok mücadele içindeki yapıları, birbirlerini zenginleştirmektedir. Felsefe ve edebiyatın iç içe geçmiş yapısının yorumlanması yoluyla hem bu iki alanı daha iyi anlama imkânına hem de insanın varoluşu başka gözlerden yorumlanabilme imkânına kavuşulabilir. Kitabımızın ilgililerine yararlı olacağını umuyoruz.
Osman Özbahçe Günümüz edebiyatında sorun Edebiyatsız Edebiyattır. Edebiyatsız Edebiyatın en önemli nedeni de klişe. Şiir yazmak da, hikâye yazmak da günümüzde kolaylaştı. Çok az sanatçı bu kolaylığı kırmanın yollarını arıyor. Genel yaklaşım düz anlatım temelinde metin üretiyor. Şiir de, hikâye de yaratıcılıktan uzak, derinlikten yoksun. Klişe egemen söylem. Günümüz sanatçısı egemen söylemden kopmak yerine bütünleşme çabasında. Oysa bütün klişeler gerçek hayat ve gerçek insan bağını koparır. Edebiyat hayattan koptukça klişeleşir. Klişe, edebiyatın durma noktası, donuklaşma göstergesidir. Klişenin karşısında sanat ve sanatçı yaratıcılık ve zekâ temelinde yükselir. Sanat, şiirde sanat göstergesi değildir. Fakat sanatsız şiir de şiir değildir. Bu paradoksu çözen Edebiyatsız Edebiyatın yoluna girer. Edebiyat sanatsal göstergedir. Günümüz edebiyatı sanatsız. Edebiyatsız Edebiyat süslü dile, sanat akrobasisine, yapay dünya tasavvurlarına karşı çıkmaktır. Aynı ölçüde sanat vurgusudur. Ne yazık ki Edebiyatsız Edebiyat ortamında sanatsal üretime koşut eleştiri de edebiyatı edebiyat olarak yorumlayamamaktadır. Edebiyatı edebiyat olarak yorumlamak. Eleştirinin amacı da, işlevi de budur. Edebiyatsız Edebiyat, edebiyatı esas alan, edebiyat olarak yorumlamaya çalışan yazılardan oluşmaktadır.
Osman Özbahçe Şiir yenidir. Deterministik olarak yenidir. Şiir ve yenilik dediğimizde akla gelen ilk kelime dildir. Dil yeniyse şiir yenidir koşutluğu kurmadan, yenilik bir noktada dile şiddet uygulamaktır. Dili, düşünmediği noktalara taşımaktır. Fakat dil yeniyken şiir mükemmelleşemez. Acemiliklerinden kurtulamaz. Hayat ve insan bağını kuramaz. “Büyük,” “kalıcı” örneklerini veremez. Geçmiş bağıntısı büyük sentez ortaya çıkmaz. Fakat şiir mükemmelleştikçe çıkmaza girer. Donuklaşır. Fakat yetenek ikisiyle de çalışır, ikisini de çalıştırır. Birine kapalı birine açık, ikisine de aynı anda açık, yetenek için fark etmez. Şiir mükemmelleştikçe çıkmazdan çıkar. Tam tersine, şiir çıkmazdan çıkar. Şiir hangi kanaldan akarsa aksın çıkış yolunu bulur. Yeter ki yeteneğini bulsun. Çünkü şiir yetenek işidir. İstisnalarla ilerler. İstisna yetenek demektir. Şair demektir. Yetenek, yaratıcılık, yenilik bağlamı kurar. Her zaman. Çünkü şiir kompozisyon ödevi değildir. Kurala uygun, akım ilkelerine uygun üretim değildir. Şiir üretim değildir. İlkeler ışığında standart kurmak değildir. Örneğin Karakoç, “Bahar bilgisi güneş rengi at soluğu ve sen” diyor ilk şiirlerinden birinde. Buna ister yetenek, ister yenilik diyelim. Yenilik yeni nota, yeni bir dans figürüdür. Daha önce kullanılmamış bir kalıp. Bilinen notalar dışında yeni bir nota. Yenilik şiirin daimi ikametgâhıdır.
Murat Özden Uluç Yakın Türk tarihimiz, katıldığı savaşlarda verdiği mücadelelerle vatan uğruna canını feda eden adı, sanı unutulmuş birçok kahramanla doludur. Yüzbaşı İsmail Naci, Mustafa Kemal'in doğduğu topraklarda dünyaya gelmiş, onunla aynı dönemlerde Manastır Askerî İdadisi ve İstanbul Mekteb-i Harbiyey-i Şahane'sinden mezun olmuş, 1904'te Selanik'te başlayan askerlik yaşamının Sakarya Meydan Muharebesi'ndeki şehadetiyle sonuçlanmasına kadar geçen süreçte birçok kahramanlığa imza atmış bir Türk subayıdır.
İsmail Naci; Selanik, Manastır ve Serez'de Jandarma Kumandanlığı görevleri sırasında Sırp, Bulgar ve Yunan çeteleriyle savaşmış, Kafkas Cephesi'nde Rus Ordusu ve Ermeni çetecilere karşı verdiği mücadeleler sonrası Mustafa Kemal Paşa'nın Diyarbakır'daki yaklaşık iki yıllık görev süresi boyunca onun yanında olmuş ve Silvan Jandarma Bölük Komutanı olarak görev yapmıştır. İsmail Naci, askerlik yaşamı boyunca ikisi Mustafa Kemal Paşa imzasıyla olmak üzere Osmanlı Devleti Padişahları tarafından birçok madalya ve nişan ile ödüllendirilmiştir. 1919 yılında Vezirköprü-Havza civarı Jandarma Karakol Kumandanı iken Millî Mücadale'ye katılmış, Merkez Ordusunda Rum Pontus çetelerine karşı mücadele etmiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle cepheye çağrılan ve gelişleri teşekkür telgrafıyla kutlanan Bağımsız 48. Alayda Bölük Kumandanı olarak görev yaparken Sakarya Meydan Muharebesi Beştepeler-Beylikköprü Savunma Hattı'nda 25 Ağustos 1921 tarihinde şehit olmuştur. Aldığı son madalya olan Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası'nda da yine Mustafa Kemal Paşa'nın imzası vardır.
Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nda her zaman en ön cephede olan İsmail Naci'ye silah arkadaşları tarafından, o kadar mücadeleye girip de mermi sağanağının altında mermi değmemesi, değse de bir an olsun yere yıkılmamasından dolayı bir lakap takılmıştı: "Efsunlu Yüzbaşı".
Arslan Topakkaya Tanrı kavramı, ilk bakışta Varoluşçulukta kendisiyle mücadele edilen bir kavram olarak görünmesine rağmen durumun hiç de öyle olmadığı, filozoflarla derin bir tartışmaya girildiğinde kendiliğinden ortaya çıkan bir durumdur. Varoluşçu filozoflar içinde J. P. Sartre hariç hiçbir filozof, açık bir biçimde kendini tanrıtanımaz olarak konumlandırmaz; aksine başta Kierkegaard olmak üzere (Kierkegaard, Varoluşçu filozof olmamasına karşın felsefesi bu akımın gelişim süreci bağlamında oldukça etkilidir.) Marcel, Jaspers felsefelerinin temelinde Tanrı kavramı yatar. Jaspers, diğer ikisine göre bunu biraz daha örtük ve felsefeye daha fazla alan açmak için dolaylı yollardan yapar. Sartre, bu konuda görüşleri en açık filozoftur. Onun felsefesinin temeli de Tanrı’nın inkârına dayanır. Heidegger, bu konuyu tabiri caiz ise unutulmaya bırakmış, Tanrı’nın lehinde (Her ne kadar Gadamer onun için “O baştan beri Tanrı’yı arayan biriydi.” dese de...) ya da aleyhinde açık bir yargıda bulunmamıştır. Camus’nun Tanrı kavramına yaklaşımı da aşağı yukarı böyledir.
Ceyda Çavuşoğlu Deveci “Zeki ama çalışmıyor”, “Çalışırsan yaparsın”, “Yeterince istemiyorsun” eğitim hayatında başarısızlık durumları karşısında sıklıkla kullanılan cümlelerdir. Başarıyı tamamen bireyin performansına indirgeyen bu açıklamalar genel olarak kabul gören bir anlayışın da göstergesidir. İnsanın sosyal bir varlık olduğu düşünüldüğünde başarı ya da başarısızlığından sadece kendisini sorumlu tutan açıklamalarda bulunmak durumu eksik değerlendirmeye yol açar. İnsanı çevreleyen faktörlerin bir çok alanda olduğu gibi akademik başarı anlamında da belirleyici etkileri vardır.

“Eğitimde Başarısızlık: Sosyolojik Bir Analiz” kitabı akademik başarısızlığa dair geniş bir bakış açısı kazandırma iddiası taşımaktadır. Okuyucuya ilk olarak teorik anlamda farklı yaklaşımları aktardıktan sonra Türkiye’de sahada akademik başarısızlığı deneyimleyen lise öğrencilerinin anlatılarına genişçe yer vermektedir. Bu kitap okuyucunun kendi yaşadığı başarı ve ya başarısızlıkları farklı açılardan değerlendirip yeniden yorumlaması için bir başlangıç noktası niteliği taşımaktadır.
Ayşe Yıldırım, Çağdaş Demirci, Çiğdem Kara, Erdinç Kineşçi, Hasan Münüsoğlu, Melike Kaplan, Pınar Kasapoğlu Akyol, Saim Örnek, Sanem Kulak Gökçe, Z. Nilüfer Nahya, Zeynep Kantemur Çocuk yetiştirme, çocukluk ve psikolojik antropoloji çalışmaları üzerinden eğitim konusuna yönelmeye başlayan sosyal ve kültürel antropoloji, zamanla eğitimi, sınıf, etnisite, dil ve din konularının yanı sıra mekânla, üretimle, ilişkilerle, kurumlarla vb. örtüştüren bir bakış açısı oluşturabilmiştir. Etnografi sayesinde antropologlar, detaylara inebilen, topluluğu derinlemesine ve örüntüsel olarak anlamayı ve açıklamayı hedefleyen çalışmalar kaleme alırlar. Öğrenme, öğretme, okul ve okullaşma, kültürleme, kimlik, farklılık, ayrımcılık, eğitime ulaşma, eğitim olanaklarının yeterliliği vb. ekonomik, siyasi ve sosyal eşitsizlikleri ele alan araştırmalar yaparlar.
Bu kitap, Türkiye'de gelişmekte olan eğitim antropolojisi çalışmalarına giriş niteliğinde bir katkı yapma hedefiyle eğitimin tarihinden okul etnografilerine, antropolojinin içeriğinden kuramlarına, dilin eğitim alanındaki öneminden kültürel mirasa, çokkültürcülük ve küreselleşmeye kadar geniş bir perspektifle eğitim antropolojisini ele alıyor. Böylece kitap, sosyal ve kültürel antropoloji kadar sosyoloji ve eğitim bilimlerine de hitap edebilen çok yönlü bir içerik sunabiliyor.
Richard PRING, Continuum 'Teşvik edici ve okunabilir bir kitap… Pring, farklı felsefi yaklaşımların özlü bir açıklamasını vermekte ve onların güçlü ve zayıf yönlerinin dengeli bir değerlendirmesini yapmaktadır. … eğitim araştırmacılarını bir tarafa bırakın tüm öğretmen adayları için zorunlu okuma olmalıdır.'
Dr. Paul Martinez, Öğrenme ve Beceri Geliştirme Ajansı

'Bu cilt bir ders kitabı ve bir manifestodur ve araştırma öğrencileri, çeşitli kavramların, aletlerin ve yaklaşımların ana hatlarının verildiği açıklıkla buluşacaktır. Pek çok öğretmen bundan etkilenecektir.'
Times Educational Supplement

'Profesör Pring'in eseri, başlığının mütevazi biçimde olduğunu iddia ettiğinden çok daha fazlasını içeriyor. Eğitim Araştırmaları Felsefesi konusunda uzman bir çalışma olduğu kadar eğitim felsefesinde de bir öncü olan bu eser eğitimin amaçlarından bilginin doğasına kadar değişen konularda berrak ve özdür.'
Education Review

Profesör Pring, 2003 yılında emekliliğine kadar Oxford Üniversitesi Eğitim Çalışmaları Bölümünde Yöneticiydi. Hala hazırda 14-19 Education and Training Nuffield Review'ın Baş Direktörüdür.
İrfan ERDOĞAN “Her eğitim sisteminin, kendi kültürü ve koşulları olan bir toplumsal yapının ürünü olduğu gerçeğini göz ardı etmeyerek dış kaynaklı eğitim yaklaşımlarını transfer ederken dikkatli olmalıyız; başka ülkelerin eğitim modellerini aynen almaktan ziyade, Atatürk devrimlerinde olduğu gibi kendi koşullarımız içinde değerlendirerek bize özgü hâle getirmeliyiz.”, “Eğitimde yaşanan derslik sıkıntısı, öğretmen ve okul sayısı gibi kaynak yetersizliğine dayalı sorunları çözebilmek için de sadece sayıyı artırmaya ve oranları iyileştirmeye yönelik yöntemlere başvurmanın kalıcı bir çözüm getiremeyeceğini kabul etmeliyiz.”, “Eğitimde öğretmen mi, öğrenci mi, yerellik mi, merkezîlik mi, gibi ikilemler etrafında uç duruşlar sergilemeden, hem öğrencinin hem de öğretmenin aktifliğinin değerli olduğu, hem ulusal birlik ve beraberliğin gerektirdiği merkezîlik hem de durumsallığın gerektirdiği yerellik vurgusuna yeteri kadar yer veren esnek ve kapsayıcı bakış açılarına imkân vermeliyiz.”, “Eğitim sisteminin merkezî sınavlara endekslendiği ve uzun vadede bunların kaldırılmasının düşünülmediği dikkate alınırsa, tıkanan sistemin önü yükseköğretimdeki okullaşma oranının artırılmasıyla açılabilir.”, “Halkımızın eğitim ile ilgili isteklerini talep hâline getirmesi gerekmektedir.”“İkinci Meşrutiyet ile başlayan ve çok partili döneme kadar süren inanılmaz bir eğitim birikimi var. Bu birikime sırtımızı dönemeyiz. Aksi takdirde bugün yüz yüze kaldığımız kaosu yaşarız.”, “Eğitim sistemimizi tahrip eden, bize pahalıya mal olan bu merkezî sınavları masaya tekrar yatırmak durumundayız.”, “İlköğretimden ortaöğretime geçişi sağlıklı hâle getirmek istiyorsak, ortaöğretimden yüksek öğretime geçişi de masaya yatırmak zorundayız.”, “Ortaöğretim ilköğretimin kıskacında, yükseköğretimin baskısı altındadır. Girdisi ve çıktısı kendisine bağlı olmayan bir kademedir.”, “Sonu ve doğruluğu net olarak belli olmayan büyük adımları atma yerine etkisi anında hissedilecek olan küçük ve net adımları atmak daha yararlı olabilir.”, “Bugünden yarına doğru kendimizi ummadığımız bir yerde bulmak istemiyorsak eğitimde attığımız her adımı tarihe bakarak atmalıyız”.“Doğal seyri içinde geliştirilmiş olsaydı çok etkili olabilecek olan birçok ‘eğitim projesi‘ doğal olmayan süreçlerin ürünü olduğu için istenilen sonuçları verememiştir."
Ahmet Yıldırım, Cansu Kocamaz, Emine Aruğaslan, Erdoğan Kose, Hanife Civril, Kemal Çinçin, Kurşat Kunt, Nesrin Kaplan, Şahin Filiz Bilim tarihi ve felsefesi alanında yapılan çalışmalar genellikle eğitim bilimlerini kapsayıcı nitelikten yoksundur. Benzer biçimde eğitim bilimleri de bilgi aktarımı ve davranış eğitimi konularında beşerî bilimlerden kopuk bir tutum içerisindedir. Eğitim bilimleri, doğrudan doğruya insanı ve toplumu hedef alan amaçlar doğrultusunda işleyen süreçleri kendisine konu edindiği için felsefenin de doğrudan ilgi alanına girmektedir. Teknoloji alanında yaşanan muazzam değişim epistemolojik ve ontolojik birtakım problemleri de eğitim alanına dâhil etmiştir. Eğitimin bilgi alışverişinin ötesinde sahip olduğu etik, kültürel, sosyolojik ve psikolojik süreçler ve bu süreçler üzerindeki tartışmalar gün geçtikçe daha çok önem kazanmaktadır.
Bu çalışmada, eğitim bilimleri ile felsefe birlikteliğinde güncel birtakım problemlere değinilmiş ve çözüm önerilerinde bulunulmuştur. Elbette çok daha fazla problem vardır ve uzmanlar bu problemler üzerinde çalışmaktadırlar. Ayrıca değişimin sürekliliğine bağlı olarak yeni problemlerin de ortaya çıkması olasıdır. Genel okuyucuya ulaşmak amacıyla kitapta, felsefe ve eğitim bilimlerine özgü teknik ve ağır bir dil kullanımından kaçınılmıştır.
Nurullah Çetin Eğitim Fakülteleri İçin Yeni Türk Edebiyatı –I adlı kitabımız, YÖK’ün Eğitim Fakültelerinde okutulmakta olan Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü / Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Ana Bilim Dalı / Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Programı / Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalı / Türkçe Öğretmenliği Programı için belirlediği müfredata göre hazırlanmıştır. Buna göre bu kitapta Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati Edebiyatları hakkında hem tarihî ve teknik bilgiler verilmiş hem de örnek metinler üzerinde uygulamalar yapılmıştır.
Nurullah Çetin, Kelime Erdal, Salim Durukoğlu Eğitim Fakülteleri İçin Yeni Türk Edebiyatı –II adlı kitabımız, YÖK’ün Eğitim Fakültelerinde okutulmakta olan Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü / Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Ana Bilim Dalı / Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Programı / Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalı / Türkçe Öğretmenliği Programı için belirlediği müfredata göre hazırlanmıştır. Buna göre bu kitapta Millî Edebiyat ve Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı (1923-1950) hakkında hem tarihî ve teknik bilgiler verilmiş hem de örnek metinler üzerinde uygulamalar yapılmıştır.
Remzi Y. Kıncal Alanlarında uzman olan farklı üniversitelerden öğretim üyelerinin bölüm yazarlığı yaptığı Eğitim Felsefesi kitabı, Prof. Dr. Remzi Y. Kıncal'ın editörlüğünde hazırlanmıştır. Eğitim Felsefesi kitabının içeriği oluşturulurken konuya ilişkin olarak Batı toplumlarındaki verilerin yanı sıra başta İslam medeniyeti olmak üzere Çin ve Hint medeniyetlerini de kapsayacak biçimde küresel bir bakış açısı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Özellikle günümüz dünyasının temel özellikleri dikkate alındığında, öğretmen adaylarının eğitim felsefesine olan gereksinimleri kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Eğitim Felsefesi kitabı, başta Eğitim Fakültesi öğrencileri olmak üzere, konuya ilgi duyan bireylerin yararlanabileceği bir eser olarak tasarlanmıştır. Kitapta yer alan bilgilerin, okuyucuların eğitim felsefesine ilişkin temel bir kültür ve bakış açısı kazanması sürecine katkıda bulunması amaçlanmaktadır.
Eğitim Felsefesi kitabı, Felsefe ile İlgili Temel Kavramlar, Eğitim ve Temel Felsefe Akımları, Eğitim Felsefesi ve Eğitim Akımları, Batı Düşünürlerinin Eğitim Düşünceleri ve Eleştirel Pedagoji, Hindistan ve Çin'de Eğitim Felsefesi ve Eğitim Düşüncesi, İslam Dünyasında Filozofların Eğitimle İlgili Görüş ve Düşünceleri, İnsan Doğası, Bireysel Farklılıklar ve Eğitim, Farklı Siyasi ve Ekonomik İdeolojiler Açısından Eğitim, Türk Eğitim Sisteminin Felsefi Temelleri, Türkiye'de Modernleşme Sürecinde Etkisi Olan Düşünce Akımları ve Eğitim, Düşünen Okul, Bilgi Toplumu ve Yapay Zeka Uygulamaları Çerçevesinde Eğitim olmak üzere on iki bölümden oluşmaktadır.
Sefer Ada Günümüzde örgün eğitim kurumları başta olmak üzere eğitim çevrelerinde felsefe ve eğitim felsefesi alanlarına giderek artan bir ilgi söz konusudur. Elinizdeki bu kitap da eğitim felsefesi dersi için kaynak oluşturmak amacıyla hazırlanmıştır.
Kitabın öncelikli amacı, felsefe ve eğitim alanlarındaki sıkça karşınıza çıkabilecek kavramları, ilkeleri, ekolleri vb. argümanları eğitimle ilişkilendirerek tanımlamaktır. Kitabın bir diğer amacı ise düşünürlerin eğitim ve felsefe konularındaki görüşlerini değerlendirmek ve bunların günümüz eğitim sistemlerinde uygulanabilirliğini analiz etmektir.
Kitap, altı ana bölümden ve bu bölümlere ait alt başlıklardan oluşmaktadır. Giriş niteliği taşıyan ilk bölümden sonuç niteliği taşıyan son bölüme kadar kitapta bir bakış açısı kazandırılmak istenmiş, ayrıca eğitim sistemini oluşturmada eğitim felsefesinin rollerine değinilmiştir.
İbrahim Arslanoğlu Türkiye’de yazılan eğitim felsefesi kitaplarında, hep Batı’daki filozoflar işlenip Türk Eğitim Sisteminin gelişmesine etki eden Türk eğitim düşünürleri ders konusu yapılmıyor. Oysa bu kitapta, Yusuf Has Hacip, Farabi, İbn Sina ve Şeyh Bedrettin gibi filozoflar ile Mevlana, Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre gibi mutasavvıflar da yer aldı.
Yine Türkiye’de yazılan eğitim felsefesi kitaplarında, sadece filozofların düşüncelerine yer verilmekte fakat Türkiye’nin eğitim problemlerine ve bunların çözümlerine pek değinilmemektedir. Bu kitapta; eğitim sorunları ele alınıp tartışılarak çözüm yolları gösterilmeye çalışıldı.
Kitapta, filozoflara ait özlü sözler ile okuma parçaları ve filozoflar geçidi yer almaktadır. Bunlar, hem öğrenmeyi kolaylaştıracak hem de öğrencilerin bunlardan zevk alarak eğitilmelerini sağlayacaktır.
Felsefe kitaplarında, güncel bilgiler ile tablo ve resim gibi görselleri kullanmak pek olanaklı değildir. Buna rağmen ekler kısmında yer alan Türk Eğitim Sistemine Felsefi Yaklaşım başlıklı kısımda güncel bilgiler ile tablolara yer verilmiştir. Ayrıca ilgili yerlere filozof resimleri de konulmuştur. Bunlar, öğrencilerin ilgisini çekecektir.
Kitabın en önemli özelliklerinden biri, dilinin son derece sade ve anlaşılır olmasıdır. Bu durum, öğrenci başarısını büyük ölçüde etkiler.
Nel Noddings Nel Noddings’in Eğitim Felsefesi, Teaching Philosophy tarafından “alandaki en iyi giriş eseri” olarak ilan edilmiştir ve Educational Theory tarafından “eğitim felsefesinde klasik bir metin” olarak değerlendirilmiştir. Felsefe ve eğitim tarihi içerisindeki en temel isimlerden günümüzdeki teorisyenlere kadar uzanan süreçte eğitimsel düşüncenin gelişim serüvenini felsefi tartışmalar içerisinde ele alan önemli bir kitaptır. Bununla beraber, alandaki en güncel konuların titiz bir felsefi tartışmasını sunmasıyla da oldukça önemlidir. Yalnızca eğitim öğrencileri için değil, aynı zamanda tüm eğitim araştırmacıları ve politikacıları açısından da temel bir kaynak niteliğindedir.


“Nel Noddings hem klasik hem de çağdaş eğitim filozoflarının kompleks düşünceleri hakkında açık ve anlaşılır bir şekilde yazar… Eğitim felsefesinin zengin içeriği hakkında bundan daha ideal bir giriş kitabı düşünmek zordur.”
Richard J. Bernstein

“Kesinlikle mükemmel ve ihtiyaca cevap veren bir katkı.”
Lynda Stone

“Eğitim felsefesinin ne olduğuna dair canlı ve çekici bir analiz.”
Mary Anne Raywid
Zekeriyya Uludağ İnsanlık tarihi, varlığın kendi idrakine ulaştığı zamanın adıdır. Bu ise göreceli olan bir anın içinde sürekli olanı yakalama ve kendini sonsuzluğa adama çabasıdır. Bu tarihin bir yönü düşüncenin şekillendirdiği ruh, diğer yönü ise aklın ve iradenin somutlaşmasına, âdeta beden kalıbına girmesine yardımcı olan eğitimdir. İnsan kendisine verilen zaman dilimi içerisinde mutluluk ve hakikate ulaşmak isterken bunları elde etmede üç temel disiplinden faydalanmıştır. Bunlar; din, felsefe ve bilimdir. Dolayısıyla insana ait olan hiçbir faaliyet, bu üç disiplinin dışında değildir. Bunlardan birincisi duyguya, ikincisi akla, üçüncüsü ise görmeye yani bedene aittir ve hiçbiri diğerinden ayrı düşünülemez. Her kim sadece birini temel alarak kendine bir dünya, bir zihniyet oluşturmak isterse bütünü yakalayamayacaktır. Çünkü varlık parçalardan meydana gelmiş bir bütündür.
XVIII. yy.dan beri Batı’dan naklettiğimiz teorilerle düşünce dünyamızı ve buna dayalı olarak eğitimimizi şekillendirmeye çalışıyoruz. Ancak kültürümüzün asli unsurlarını dikkate almadığımız için kendimize ait bir eğitim düşüncesi geliştiremediğimiz gerçeği ile karşı karşıyayız. Medeniyetleri meydana getiren kültürün asli unsurları gözden ırak tutulduğu için uzun zamandır “Nasıl bir insan yetiştirmek istiyoruz?” sorusuna anlamlı bir cevap bulunamamıştır.
Bu çalışma, ülkemizde klasikleşmiş eğitim felsefesi kitaplarında temas edilen konuları ele almakla birlikte eğitim felsefemiz açısından bütüncül bir anlayışı dile getirme gayreti içerisindedir. Bunun için tarih içerisinde Batı’da eğitim için etki gücü fazla olan filozofların düşüncelerine zaman zaman farklı bir gözle yaklaşırken aynı zamanda bizi biz yapan, asli unsurların oluşmasına vesile olan Türk-İslam medeniyetinin gelişme sürecini ve buna katkı sağlayan bazı şahsiyetlerin konu ile ilgili düşüncelerine yer vermiştir. Ayrıca eğitimimizin düşünce boyutuna katkıda bulunan bazı çağdaş düşünürlerimiz de ele alınmıştır. Hasılı bu çalışma, hem eğitim ile ilgilenen öğretmen adaylarının hem de bu sahaya ilgi duyanların zihninde bir soru ortaya çıkarmak için kaleme alınmıştır.
Emine Feyza Aktaş, Erdoğan Tezci, Eyüp Yünkül, Fahri Sezer, Halil Çoban, Hüseyin Fırat Şenol, Mehmet Akif Erdener, Nihat Uyangör, Sabiha Bilgi, Serdan Kervan, Sümer Aktan, Ünal Deniz, Vefa Taşdelen, Yalçın Dilekli, Yusuf Ceylan Tarihsel bir perspektiften insanlığın gelişim sürecine bakıldığında her toplumsal yapının temel bazı problemleri olduğu görülür. Bu problemler içinde o toplumun geçmişten geleceğe varlığını nasıl devam ettireceği temel ve hayati bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Her toplumsal yapı ilk olarak “Nasıl bir insan istiyoruz?” sorusuna cevap arar. Bu cevap, o toplumun geleceğinin ve gelişim çizgisinin ulaşacağı sınır noktalarının ufuk çizgilerini belirler. İşte eğitim felsefesi bir toplumun geleceğinin ulaşacağı sınır noktasına ilişkin spekülasyonda bulunan ve bu sınır noktasının doğasını tartışarak geleceğe ilişkin net bir vizyon kurgulanmasına yol gösteren en temel entelektüel faaliyetin adıdır. Felsefi bir eylem olarak eğitim felsefesi, eğitime ilişkin alınan tüm kararların merkezinde yer alır. Öyle ki eğitim felsefesi eğitim bakanlığında yüksek politikaların belirlenmesinde soyut bir yapı olarak yol gösterirken küçük bir köy okulunun sınıfında eğitim programı, öğretim metodolojisi ve öğretmen ile ete kemiğe bürünür. Bir öğretmenin okulda geçirdiği tüm zamanının ve okul dışında eğitime ilişkin her eyleminde eğitim felsefesi tüm haşmeti ile öğretmenin hemen yanı başındadır. Fakat çoğu zaman gündelik hayatın hızı, telaşesi ve koşuşturma ile geçen yoğun bir mesai gününde öğretmenler ve okul yöneticilerinin felsefi düşünceye ayıracakları pek bir zaman yoktur. Bununla beraber öğretmenler odasında öğrenciler ile ilgili her konuşma, müdür odasında alınan her karar, zümre toplantılarında ileri sürülen her bir fikir eğitim felsefesinin canlı bir şekilde okulda yaşadığını gösterir.
Bu kitabın temel gayesi de işte tam da bu! Bu kitap, okul koridorlarında canlı bir şekilde yaşamını sürdüren eğitim felsefesinin ne olduğu, nasıl bir yapıdan oluştuğu, temel problemlerine verilen cevapların farklılaşarak hangi ekollerin oluştuğu sorusuna bir cevap bulma gayesini taşıyor. Eğitim felsefesinin en köklü düşünce okullarından modern adını verdiğimiz düşünce okullarına kadar pek çok farklı gelenekle tanışırken neden bu ekollerin ortaya çıktığına ilişkin okuyucuda bir perspektifin gelişmesine katkı sunuyor. Eğitime ilişkin düşünen herkesin yaralanabileceği bir şekilde tasarlanan bu çalışmanın esas kitlesini ise doğal olarak öğretmenler ve eğitim fakültesi öğrencileri oluşturuyor. Felsefe ile ilgili metinler genelde zor olarak nitelendirilir. Bu belki de ele alınan konuların oldukça karmaşık doğasından kaynaklanmaktadır. Bu eserde konular tartışılırken olabildiğince yalın bir anlatım tercih edilmiş ve verilen örneklerle konular oldukça berrak bir şekilde işlenmiştir. Eser, bu yönü ile eğitim fakülteleri programında yer alan eğitim felsefesi dersleri için temel bir metin olarak kullanılabileceği gibi aynı zamanda bu alana ilgi duyan herkes için temel bir başlangıç metni olarak da okunabilir.
Abdullah Çetin, Betül Yanık, Birsen Bağçeci, Devrim Ertürk, Erol Çetin, Fahrettin Korkmaz, Mikail Aydemir, Musa Öztürk, Mustafa Gül, Serkan Ünsal, Zülfü Demirtaş Bu kitap, YÖK’ün 2018 yılında güncellediği öğretmen yetiştirme programında yer alan ders içeriği ve alanda öne çıkan konular göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır.
Kitapta; hem öğretmen adaylarına hem de eğitim sosyolojisine ilgi duyanlara, sosyolojiyle ilgili temel kavramlar, eğitim sosyolojinin anlamı ve işlevi, eğitim sosyolojisindeki yaklaşımlar, eğitim-toplum ilişkisi, toplumsal değişim ve eğitim, ahlaki bir sistem olarak okul, yabancılaşma ve eğitim, küreselleşme ve eğitim, toplumsal tabakalaşma ve eğitim, eğitim sosyolojisinin Türkiye’deki gelişimi konularında temel bilgiler verilmektedir. Kitapta güncel konulara ve örneklere yer verilerek, eğitimin sosyal boyutu ön plan çıkartılmıştır.
Mine Gözübüyük Tamer Bir Afrika atasözünde denildiği gibi “Müzik değişince dans da değişir”.
Kadim bir geçmişe sahip eğitim olgusu da zaman ve mekâna bağlı olarak değişmekte, Durkheim'in ifadesiyle her çağda o döneme özgü eğitim anlayışı ortaya çıkmaktadır. İnsan neredeyse her şeyi eğitim sayesinde edinebilmekte böylelikle kültür dünyasına dâhil olup bütün yönleriyle gelişebilme imkânı bulabilmektedir. Toplumsal sorunların çözümünde ve değişim sürecinde temel bir mekanizma olarak karşımıza çıkan eğitim olgusu, eğitim sosyolojisinin merkezinde yer almaktadır. Her meselenin sosyolojik bir yönü olduğu vurgusundan hareketle aslında topluma ait tüm birlikteliklerin eğitimle kesişen yolları birlikte düşünülmektedir.
Eğitim sosyolojisi, sosyoloji disiplininin uzmanlık alanlarından biridir. Sosyolojinin kendine özgü analitik perspektifini, sosyal teorilerini ve araştırma yöntemlerini kullanmak suretiyle sosyoloji disiplininin gelişimine katkıda bulunarak insan ve toplumsal yaşamı hakkında eleştirel düşünmemizi ve eğitimdeki sosyolojik sorunlarla ilgili sorular sormaya devam etmemizi sağlar. Her türden eğitim anlayışı öncelikle şu sorulara cevap vermekle işe başlar: Eğitim nedir? Niçin eğitiyoruz? Nerede eğitiriz? Neyi bilmemiz gerekiyor? Kimi eğitiriz? Nasıl eğitiriz? Her dönemde bu sorulara verilecek cevaplar değişmekle birlikte toplumsal sorunlar, eğitim yoluyla çözülür mü? Toplumların sürdürülebilirliğinde eğitimden nasıl yararlanılır? Toplumun amaçlarının gerçekleştirilmesinde eğitimden nasıl yararlanılır? İstenilen durum ve davranışlar, eğitim yoluyla nasıl sürdürülebilir? Eğitimin içeriğini oluşturan düşüncenin, değerlerin ve politikaların toplumsal kaynakları nelerdir? Eğitimin bireysel ve toplumsal değişime etkileri nelerdir? Dijital dönüşüm ve yapay zekânın eğitime etkileri nelerdir? Bu ve bunun gibi sorulara makro ya da mikro boyutta çalışmalar yapmak suretiyle elde edilen verilerden hareketle cevap verilebilmektedir.
Kavramsal ve kuramsal zeminde eğitim ve toplum olgusunu farklı sosyolojik perspektiften ele alan bu kitap; toplum ve eğitimin birlikteliğini felsefi, tarihi ve sosyal zeminde anlamlandırmaya ve açıklamaya çalışmaktadır. Kitapta; eğitim olgusunu biçimlendiren önemli felsefi sistemler, kuramlar ve bu eğitim kuramlarını temsil eden belli başlı düşünürler düşünceleri, kuramları ve bu kuramları temellendiren ilkeleri ile birlikte ele alınmakta; farklı kuramsal yaklaşımlar ışığında eğitimin odağındaki konular ve çalışma alanları gözler önüne serilmektedir. Eğitim sosyolojisinin, dünyada ve Türkiye'de ortaya çıkış süreci ve gelişimi aktarılarak öncü düşünürlerin görüşlerine yer verilmektedir. Son olarak PISA sonuçlarından hareketle öne çıkan ülke eğitim sistemlerinin genel özellikleri okuyucuya sunulmaktadır.
Mehmet Devrim TOPSES Üniversitelerde okutulan eğitim sosyolojisi dersleri için en geçerli yol, kuramsal yaklaşımları pratikle desteklemektir. Pratik, kuramsal bir yaklaşımı destekler ya da onu yaşamın yeni gerçekleri doğrultusunda değiştirir. Kitabımızın temel özelliği, eğitimin diğer toplumsal kurumlarla olan ilişkisini içeren kuramsal değerlendirmelerin pratiklerle desteklenmiş olmasıdır. Her bir bölümün hazırlanması için konuyla ilgili çok sayıda bilimsel makale, doktora ve yüksek lisans tezi taranmıştır. Eğitim sosyolojisi alanındaki diğer kitaplar ve uzman görüşleri, kitabımızın genel gidişine katkı sağlamış, yön vermiştir.
Kitabımız, YÖK'ün kur tanımlarına bağlı kalınarak hazırlanmış ve eğitimin diğer toplumsal kurumlarla ilişkisini inceleyen sekiz temel bölüme ayrılmıştır. Her bölümün sonunda, ilgili konunun öğrenciler tarafından anlaşılmasını pekiştirecek özet, bölüm soruları ve okuma parçaları yer almaktadır. Ülkemizin aydınları olmaya aday öğrencilerimize iyi okumalar ve başarılar dileriz.
İsmail Doğan Bu kitap, “Eğitimin Sosyal ve Tarihî Temelleri”ne vakfedilen uzun yılların tecrübe ve birikiminin bir ürünüdür. Prof. Dr. İsmail Doğan, bu çalışmasında, eğitim sosyolojisinin teorik ve kavramsal boyutunu Türk toplumunun eğitim ve kültürel gerçekleriyle buluşturmaktadır. Batılı sosyolog ve teorisyenlerin yanı sıra ülke ve toplum sorunlarına eğitim koridoru açan Türk aydın ve mütefekkirleri de sosyolojik tarz ve yönteme yakınlıkları ve yatkınlıkları oranında kitabın münderecatında önemli yer tutmaktadır. Ali Suavi, Münif Paşa, Prens Sabahattin, Ziya Gökalp, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Mümtaz Turhan, Nurettin Topçu, Nusret Köymen ve birçok Türk aydınının eğitim sosyolojisine katkıları bu bağlamda düşünülmüştür.
İbn-i Haldun'dan Emile Durkheim'a, Max Weber'den Paulo Freire'a uzanan öykü, eğitim sosyolojisinin akademik sorunlarına evrensel bir bakış ve deneyim kazandırır. Bu çerçevede öne çıkan içerik ise eğitim sosyolojisinin geleneksel ve güncel sorunlarına nesnel bir yolculuk imkânı vermektedir.


Mustafa Gündüz Hafızası, tarihinde saklanan bilimin sıhhat derecesini yöntemi belirler. Tarih, bilimler hiyerarşisindeki mevziini kuvvetlendirmek için tarihyazımına, ürettiği verilerden daha çok önem verir. Eğitim, tarih ve sosyolojinin kesiştiği kavşakta anlam bulan eğitim tarihi, dünyada olduğu kadar Türkiye’de de bakir sahalardan biridir. Çok az topluma nasip olan özgün kurum, tecrübe ve eserlere sahip olmasına karşın, biriken sorunlar karşısında çözümsüzlük ve çaresizlik girdabında bunalan eğitim sisteminin temel krizlerinden biri, tarihine duyarsızlığıdır.
Eğitim Tarihinin Peşinde, Türkiye’de eğitim tarihçiliğinin tarihine yönelik özgün bir birikim sunarken, bu çok disiplinli sahanın avantajlarına, sınırlılıklarına ve temel meselelerine ışık tutarak, eğitimin tarihi, sosyal ve kültürel temelleriyle ilgilenenlere rehber olmayı denemektedir.
Bilimin katalizör güçlerinden biri, hasbi tenkittir. Eleştirisiz ortamda uzmanlıktan, ilmî derinlikten, yenilik cesaretinden ve meslekî etikten bahsetmek güçtür. Alanıyla ilgili tarihî birikim yanında, kitapların güvenirlik derecesini, niteliğini, zayıf ve güçlü yönlerini tefrik edip, kaynaklar arasında sınıflamalar yapabilmek her bilim adamından beklenen bir vasıftır. Bilimsel araştırmalarda yaratıcılığın filizlenmesi söz konusu yetkinlikte içkindir. Bu realiteye istinaden, elinizdeki kitap eğitimin tarihi, sosyal ve kültürel temellerine ilişkin güncel kitaplar üzerine serinkanlı ve uzun değerlendirmeler de sunmaktadır.
Adem Solak
A. Faruk Levent, A. Nehir Özdemir, Durmuş Ümmet, Etem Levent, Gözde Türkmenoğlu, Hasan Özdemir, Pelin Karaduman, Sıtar Keser, Sinem Şahin, Tuba Akpolat Ahlak felsefesini ciddi ve kapsamlı olarak ele alan ilk düşünür olan Sokrates’in önemle vurguladığı “Kendini bil!” sözü, etiğin iki temel dayanağını oluşturur. Bunlar, insan için bilginin önemi ve her türlü bilgi edinmede kendini bilmenin (tanımanın) gerekliliğidir. Günümüzde yaşanan pek çok etik sorun, insanın kendini bilme konusunda yetersiz kalmasından, böyle bir bilgi arayışını ihmal etmesinden kaynaklanmaktadır. İnsanın kendini tanıması ve başkalarını anlamasının en önemli yolu ise eğitimdir.
Bu kitapta, eğitimde ahlak ve etikle ilgili güncel araştırmalar, çağdaş tartışmalar, geçmişteki gelişmeler de göz önünde bulundurularak verilmeye çalışılmıştır. Kitapta, bilimsel ve akademik yazım ilkeleri dikkate alınarak konular ele alınmıştır. Kitapta her bir bölüm, teorik olarak ele alındığı gibi yer yer uygulamaya dönük örnekler de verilmiştir. Bölümler, okuyucuların konuyla ilgili etraflı ve derin düşünmesini sağlayacak şekilde tartışma sorularını içermektedir.
Abdurrahman Ekinci, Abdurrahman İlğan, Ali Gökalp, Aydan Ordu, Ceren Mutluer, Çetin Toraman, Deniz Gülmez, Duygu Şallı, Hasan Fehmi Özdemir, Murat Tekin, Münevver Çetin, Müslim Alanoğlu, Nedim Özdemir, Osman Aktan, Ömer Seyfettin Sevinç, Servet Üztemur, Sevim Bezen, Ümit Çağatay, Zülfü Demirtaş Bilimsel bilgiye ulaşmanın önemli motivasyonlarından biri, merak ve anlamlandırma dürtüsüdür. İnsanoğlu fıtratı gereği anlama, sorgulama ve yeniden tanımlama çabası ile hareket eder. Bu yönüyle bilimsel araştırma çabasını, bireyin; kendisini, çevresinde vuku bulan olayları ve dış dünyayı anlama ve anlamlandırma çabasına yönelik sistematik eylemleri olarak ifade etmek mümkündür.
Bu bakımdan belirli yöntemsel süreçlere dayalı olarak geçerliliği test ve kabul edilmiş sistemli bilgiler bütünü ve “entelektüel bir etkinlik çıktısı” olarak tanımlanabilecek olan bilimsel bilginin; eğitimden sağlığa, tarımdan sanayiye, her türlü gelişmenin ve kalkınmanın en kritik ve itici gücü olduğu, kabul gören bir gerçektir. Bu bağlamda bilimsel anlayış ile kalkınmayı sağlayan bilimsel üretim düzeyi arasında pozitif bir korelasyon olduğunu ifade etmek mümkündür. Bilimsel düşünme ve değerlendirme becerisi gelişmemiş bireylerden oluşan toplumsal kesimlerin; veri temelli, akıl ve sağduyuya dayalı çözümler geliştirmesi beklenemez. Bu durumun, toplumsal çatışmalar, bölünmeler ve karşıtlıklar üzerinden beşerî ve sosyal sermayenin tükenişine yol açan bir süreci doğurması kuvvetle muhtemeldir.
Sağlıklı bir toplum açısından her bireyin temel düzeyde düşünme ve araştırma becerilerine sahip olması ve aklın öncülüğünde, bilim ve veri temelli bir yaklaşımla olay ve olguları değerlendirmesi, hayati öneme sahiptir. Özellikle eğitimcilerin bu bağlamda sahip olacağı yeterliklerin, toplumun geleceğini belirleyecek nesillerin yetişmesi açısından kritik bir değere sahip olduğunu ifade etmek mümkündür.
Bu kitap, yukarıda ifade edilen temel hususlara dayalı olarak öncelikle eğitimciler olmak üzere bilimsel araştırmaya ilgi duyan bireyleri hedef alarak hazırlanmıştır. Bu bakımdan kitabın, lisans ve lisansüstü öğrenciler başta olmak üzere araştırma sürecine ilişkin yeterliklerini geliştirmek isteyen hizmet içindeki öğretmenler ve tüm araştırmacı adayları için bir başlangıç ve başvuru kaynağı olarak önemli bir boşluğu dolduracağı düşünülmektir.
Metin Özkan, Yeşim Özer Özkan, Şule Betül Tosuntaş, Nuray Yıldırım, Zehra Keser Özmantar, Metin Özkan, Yeşim Özer Özkan, Ramazan Cansoy, Muhammet Emin Türkoğlu, Selahattin Turan, Yeşim Özer Özkan, Sabiha Dulay, Elif Aydoğdu Eğitimde Araştırma Yöntemleri, bilimsel araştırmaların desenlenmesi, verilerin toplanması, analiz edilmesi ve raporlanmasına dair bilgiler veren bir başucu kaynağı niteliğindedir. Kitabın birinci bölümünde; “Araştırmaya neden ihtiyaç duyarız?” sorusuna cevap aranmış, bir öğretmen adayının veya eğitim bilimcinin araştırmacı kimliğinin nasıl olması gerektiği üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde; eğitim araştırmalarının planlanması süreçleri bütün yönleriyle tartışılmış, söz konusu süreçler örneklerle desteklenmiştir. Üçüncü bölümde; “Araştırmaya nereden başlamalıyım?” sorusu cevaplandırılmaya çalışılmış, alanyazın taraması, birincil kaynaklara ulaşmanın yol ve yöntemleri, eğitim bilimleri alanının belli başlı veri tabanları, dergileri ve internet kaynaklarına yer verilmiştir. Dördüncü bölümde; araştırmaların ilk adımı olan problem, problem seçimi ve yazım süreçleri etraflıca açıklanmıştır. Beşinci bölümde; eğitim araştırmalarında sık kullanılan araştırma türleri; altıncı bölümde, eğitim araştırmalarında problemin çözümü için kimlere ve nereye başvuracağınıza dair yol ve yöntemler tartışılmıştır. Yedinci bölümde, verilerin çözümü için ihtiyaç duyulan verileri elde etme usulleri; sekizinci bölümde, verileri analiz etme teknikleri; dokuzuncu bölümde, ulaşılan sonuçların doğruluğunu ve inandırıcılığı kontrol etme hususları etraflıca ele alınmıştır. Bu kitabın onuncu bölümü ise öğretmen ve öğretmen adayları için çok önemli olduğunu düşündüğümüz “bir eylem araştırmacısı olarak öğretmen” konusunu detaylı olarak ele almaktadır. Bu kitabın on birinci ve son bölümünde ise eğitimde etnografi araştırma ve süreçleri açıklanmıştır.
Ayşe Tuğba Öner, Berna Karakoç, Beyza Aksu Dünya, Erkan H. Atalmış, Esen Turan Özpolat, Halil İbrahim Sarı, Hülya Yürekli, İbrahim Delen, İbrahim Yıldırım, Kevser Eryılmaz, Lokman Akbay, M. Fatih Karacabey, Mahmut Kalman, Mesut Yıldırım, Murat Doğan Şahin, Ragıp Terzi, Sedat Şen, Serkan Uçan, Sevilay Çırak Kurt, Tuncer Akbay Doğayı anlama ve bilinmeyeni keşfetme arayışı içerisinde olan insana bu süreçte en çok ışık tutan şüphesiz bilimsel yöntem olmuştur. Bilimsel yöntem tarih boyunca farklı safhalardan geçmiş; bilim insanlarının üzerinde uzlaştığı bir bilimsel araştırma sürecinin netleşmesi çok uzun yıllar almıştır. Bu süreçte bilim farklı felsefelerden etkilenmiş ve farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Fen ve sosyal bilimlerin pozitivist bakış açısı ortak olmakla beraber sosyal bilimlerde post-pozitivist, sosyal yapılandırmacı ve pragmatist bakış açıları da bilimsel bir yaklaşım olarak kabul görmektedir. Sosyal bilimler çatısı altında yer alan eğitim bilimleri de sosyal bilimlerdeki metodolojiyi takip etmektedir. Eğitim bilimcilerin kendi alanlarına hâkim olmaları kadar bilimsel metodolojiye de hâkim olmaları gerekmektedir. Bu alanda yayımlanacak kitaplar, eğitim araştırmacılarının ihtiyaçlarını gidermesi bakımından önem arz etmektedir. Bu bağlamda hazırlanan “Eğitimde Araştırma Yöntemleri” kitabı, eğitim alanında örnekler ve ayrıntılar ile zenginleştirilmiş bir bilimsel araştırma yöntemleri kitabıdır.
Bu kitap, Eğitim Fakültelerinde ve Enstitülerinde lisans ve lisansüstü düzeyde ders kitabı olarak okutulabilecek niteliktedir. Kitabın kapsamı ve içeriği dikkate alındığında, ders kitabı olarak kullanılabilmesinin yanı sıra eğitim araştırmacıları için bir kılavuz niteliğinde akademik bir kaynak olduğu da görülecektir. Alanyazında yer alan araştırma yöntemleri kitaplarının çoğu, tek bir yaklaşıma odaklanma eğiliminde iken bu kitapta her yaklaşıma detaylı bir şekilde yer verilmeye çalışılmıştır.
Kitabın ilk kısmında bilimsel araştırmanın temelleri, bilmenin yolları, bilimsel araştırma süreçlerine yön veren paradigmalar, bilimsel araştırma süreci ve etik kurallar yer almaktadır. İkinci kısımda araştırma probleminin tanımlanması ve literatür taraması ile örneklem ve örnekleme yöntemleri konularına değinilmiştir. Kitabın üçüncü kısmında araştırma yöntemleri detaylı bir şekilde sunulmuş olup her bir yöntem eğitim alanından bir örnek ile desteklenmiştir. Dördüncü ve beşinci kısımda sırasıyla veri toplama ve analiz tekniklerinden bahsedilmiştir. Kitabın son kısmında ise bilimsel araştırmaların raporlanması ayrıntıları ile sunulmuştur.
Arzu Küçük, Asiye Şengül Avşar, Ayşe Çi̇ftçi, Demet Baran Bulut, Fazilet Taşdemir, Hakan Şevki Ayvacı, Hasan Bağ, Mehmet Küçük, Mehmet Küçük, Mustafa Sami Topçu, Ömür Kaya Kalkan, Serkan Sevim, Sinan Bülbül, Yılmaz Kara Bilgi üretmenin araçlarından biri olan bilimsel yöntemin kişi ve/veya kurumlar tarafından kabul edilebilmesi için büyük bir mücadele verilmiştir. Bugünlerdeki esas tartışma ise bilimsel yöntemin ne ölçüde işe yarar olduğuna değil 7'den 77'ye topluma nasıl öğretileceğine yöneliktir. Bu amaçla hem yurt içinde hem de yurt dışında çok sayıda yöntem kitabı yayımlanmıştır. Bu kitaplarda; kendilerini akademide konumlandıran yazarların, okuyucuyla empati kurarak işi kolaylaştırmak yerine öğreticilik rollerinin doğası uyarınca yöntem bilgisinin klasik sunumuna odaklandığı açıktır. Buna karşın 21. yy.'da bile toplumun büyük bir kısmının bilimsel yöntem hakkındaki bilgilerinin ve inançlarının sınırlı olması, işe koşulan eylem stratejilerinin -en azından yeterince- başarılı olmadığını ortaya koyar. Bu kitabın yazarları ise farklı olarak, okuyucuyla empati kurarak bilimsel araştırmanın tasarımından uygulanmasına, veri analizinden raporlanmasına kadar tüm süreç boyunca neler yapılacağından çok neler yapıldığını, kendi öğrenme yaşantılarına da atıf yaparak popüler bir dille açıklamaya çalışmışlardır. Dolayısıyla okuyucuya yalnızca bilimsel bir şeyler yapmasını söylemek yerine bunun nasıl yapılacağını açıkça göstermeyi ilke olarak benimsemişlerdir. Bu bağlamda farkı ilk bölümle birlikte hemen hissedilecek eser, bilimsel bir şeyler yapma hedefi olan çocuklardan yetişkinlere kadar önemli bir kitlenin bilimsel araştırma sürecine katılmasını kolaylaştıracaktır.
Ayşen Bakioğlu - Tamer Kurt Demokrasi, vatandaşlık ve vatanseverlik konuları farklı toplum ve kültürlerde değişik şekillerde algılanmaktadır. Yeni ortaya çıkan eğilimler ve küresel gelişmeler toplumu etki altına almaktadır. Siyasî ve ekonomik dalgalanmalar, büyük devletlerin güç dengesini kendi lehlerine çevirme gayretleri, Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın birçok yerindeki karışıklıklar, terör ve bunlardan kaynaklı göçler, mülteci sorunları gibi faktörlerin günümüzde ve yakın gelecekte demokrasi, vatandaşlık ve vatanseverlik eğitiminin şekillenmesi üzerinde etkili rol oynayacağı öngörülmektedir.
Demokrasi, vatandaşlık ve vatanseverlik eğitiminde; öğrencilerin ailelerine, ülkelerine, topluma karşı sorumluluk sahibi olmaları ve ülkelerinin geleceğinin şekillendirilmesinde alacakları rolleri anlamaları sağlanmaktadır. Demokrasi eğitimi, vatandaşlık eğitimi, vatanseverlik eğitimi; birbirleriyle bağlantılı ve iç içe konular olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün öğrencilerin ve öğretmen adaylarının ilköğretimden başlayarak yükseköğretime kadar vatandaşlık eğitimi alması önem taşımaktadır. Her kademedeki her branştaki müfredat içerisinde bu kavramların birlikte ele alınması, bu amaçla, tüm eğitim programlarının içeriği ve öğrenme-öğretme sürecinin bu kavramların birlikte ele alınarak eğitimine uygun hale getirilmesi ve demokratik okul kültürünün oluşturulması önem kazanmaktadır. Öğretmenlerin vatanseverlik eğitimi kapsamında, öğrencilerin kişisel özelliklerinin, yaşadıkları sosyal çevredeki inanış ve normların, öğretim materyallerinin, yazılı ve görsel basında verilen mesajların, vatanseverlik algısının gelişimine yansıdığını bilerek hareket etmeleri ve gerekli önlemleri almaları gerekmektedir.
Ali Güngör, Celal Türer, Cemil Osmanoğlu, Hasan Meydan, Hümeyra Özturan, Macid Yılmaz, Muhammet Şevki Aydın, Safiye Kesgin, Umut Kaya Eğitim olgusuyla ilgili ahlaki meseleler üzerine düşünmenin tarihi oldukça eskidir. Gerek Batılı gerekse Doğulu düşünce çevrelerinde ahlak, siyaset, psikoloji, hukuk, felsefe vb. alanlarda yazılmış eserler incelenirse eğitim ve eğitimin ahlaki yönleri üzerine düşünmenin insanlıkla yaşıt kadim bir çaba olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bu çaba doğrultusunda eğitim-ahlak ilişkileri zaman zaman müstakil eserler düzeyinde ele alınmıştır. Bu tür eserlerde genel olarak eğitim adabı; özelde ise ilim, öğrenme, öğretme vb.nin değeri, öğretmen ve öğrencinin görev ve sorumlulukları, ulema-siyaset ilişkileri, ödül ve ceza, öğrenme adabı, velilere düşen görev ve sorumluluklar gibi özel alt temalar işlenmiştir. Hatta bu tür eserlerde soru sorma adabına varıncaya kadar birçok alt başlık bulmak mümkündür.
Eğitim-ahlak ilişkileri üzerine düşünme, günümüzde de gelişerek devam etmektedir. Bugün eğitimle ilgili ahlaki meseleler daha çok etik kavramı ekseninde işlenmektedir. Eğitim fakültelerinde "eğitimde ahlak ve etik" adlı derse yer verilmektedir. Adlandırma meselesi üzerinde düşünmeye devam etmekle birlikte, eğitimle ilgili ahlaki meselelerin eğitim gerçeğiyle öyle ya da böyle ilişkisi olan herkesin, her kesimin uzak duramayacağı hususlar olduğu açıktır. Bu çalışma; söz konusu hususların daha iyi anlaşılması, eğitimin etik boyutunun daha da iyileştirilmesi çabalarına katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
Ahmet Durmaz, Ali Duran, Ali Yakar, Bahar Yakut Özek, Besim Can Zırh, Betül Bulut Şahin, Davut Sarıtaş, Emin Tamer Yenen, Erdem Oklay, Fatih Mutlu Özbilen, Fatma Başarır, Fikriye Kanatlı Öztürk, Hale Kızılcık, İrem Namlı Altıntaş, Mehmet Özcan, Nur Ütkür, Seda Ata, Seda Okur, Selçuk Yusuf Arslan, Sevda Dolapçıoğlu, Sümeyye Konuk, Yeliz Bolat Türkiye’nin eğitim sisteminin arzu edilen düzeye gelmesi uzun ve emek isteyen bir süreçtir. Bu süreçte birçok paydaşın önemli görevleri vardır. Eğitim sisteminin paydaşları; politikacılar, akademisyenler, eğitim yöneticileri, öğretmenler, veliler ve öğrenciler olarak sıralanabilir. Sistemin yönünü bilimsel anlamda çizecek olan kişilerin akademisyenler; bu yönün yasal anlamda varlığının oluşturulmasında politikacılar; sahada sistemin güçlü ve verimli olmasında eğitim yöneticileri ve öğretmenler önemli rollere sahiptirler. Bu bağlamda eğitim sisteminin verimli ve güçlü bir duruma gelmesinde birden fazla paydaşın ortak çabası gereklidir.
Yukarıdaki düşünceler ışığında ortak çalışmaların bilim temelli yapılması, sistemi istenilen noktaya ulaştıracaktır. Bu kapsamda eylem araştırmaları sadece bir yöntem kitabı değil aynı zamanda paydaşların uyumlu bir şekilde çalışmasında bilimsel bir yol göstericidir. Eserin başta akademisyenler, lisansüstü araştırmacılar ve öğretmenler olmak üzere eğitim sistemindeki tüm paydaşlara, özellikle program geliştirme çalışmalarına faydalı olması temennimizdir.
Ben Fincham ‘Refah konusundaki tartışmalar çoğu kez ahlakçı ben bilirimciliğe sürüklenir. Çokça ihmal edilen eğlence kavramının bu yüksek kavrayışlı analiziyse bir hoş geldin yanıtı sunar. Vakitlice, hoş bir kışkırtma.’
—Joe Hallgarten, Kraliyet Sanat, İmalat ve Ticaret Cemiyeti, İngiltere
‘Bu, “eğlence sosyolojisini” net bir biçimde telaffuz etmeye yönelen ilk kitap niteliğindedir [...] o, şu ana kadar sosyal hayatın görmezden gelinen bu alanına dair içtenlikle hayranlık uyandırıcı ve yenilikçi bir anlayış getirmiştir. Ayrıca eğlencenin yaşamlarımızda oynadığı merkezî rolü teslim etme ve önceden önemsizleştirilmiş olan bu olguya dair sosyolojik bir kavrayış geliştirme amacı bakımından açıkça başarılı olmuştur.’
—Ruth Woodfield, St. Andrews Üniversitesi, İngiltere
‘Fincham’ın analizi keşifsel olmakla beraber analitiktir de; kuramsal anlayışları, ampirik olarak zengin örneklerle ustalıkla bir araya getirmiştir.’
—Susie Scott, Sussex Üniversitesi, İngiltere
Eğlence nedir? Mutluluk veya zevkten hangi bakımdan farklıdır? Eğlendiğimizde eğlendiğimizi nasıl anlarız? Bu kitap, sorgulamadan kabul edilen bu toplumsal olgunun kapsamlı olarak sosyolojik açıklamasını yapmak bakımından bir ilktir. Fincham; çocukluktaki eğlence anılarımız, yetişkin olarak yaptığımız eğlence, işte sesi boğulmuş eğlence deneyimlerimiz ve yaşanmış eğlence deneyimlerimiz gibi konuları irdeler. İlk elden hikâyelerin yanı sıra eğlenceyi yorumlamak için yeni bir yaklaşımın kullanılması suretiyle, eğlencenin ciddiyetsiz veya önemsiz fakat aynı zamanda da mutlu yaşam için zaruri olarak görülmesi paradoksu ortaya koyulur. Kontrol, sınırı aşma ve eğlencede toplumsal ilişkilerin önceliği konularını ele alan Eğlence Sosyolojisi, nasıl eğlenmek istediğimiz ve yaptığımız eğlenceyi kimin belirlediği hususunda tartışma açmak niyetindedir.
Vedat Martin İNCE Günümüzde, dünyada yaygın olarak kullanılan ortak yabancı dillerden birisi de Almancadır. Türkiye’ye her yıl milyonlarca Alman veya yabancı dili Almanca olan turist gelmektedir. Bu nedenle, ülkemizde Almanca bilmek bir ayrıcalık konumundadır; ancak buna rağmen bu ihtiyacın karşılanabileceği eğitim kurumlarında, yerli imkânlar ile üretilmiş eğitim malzemesi yok denecek kadar az ve olanlar da temel iletişim amacıyla kullanılmasını öğretmek açısından çok yetersizdir. İşte bu nedenle “Eisberg” adlı kitap hazırlanmıştır.
1. Kitabın ağırlık noktasını konuşma kalıpları, kelime hazinesi ve temel diyaloglar oluşturmaktadır. Bunların yanında dil bilgisi de ihmal edilmemiştir.
2. Görsel malzemeler hem sınıf içinde hem sınıf dışındaki faaliyetlerde öğretim elemanlarına ve öğrencilere yardımcı olacak ve onların yükünü hafifletecektir.
3. Konu anlatımları ve yönergeler, Türkçe açıklamalarla birlikte verilmiştir.
4. Kelime hazinesi, temel ihtiyacı karşılayacak kelimelerden oluşmaktadır.
5. Dil bilgisinin ağır konuları yerine, daha temel konulara yer verilmiş; detaya girilmemiştir.
Carlos I. Calle Dehanın gizemi çözüldü! Yaşamınızın her alanında modern fiziğin etkilerini göreceksiniz.

Albert Einstein, 1905 yılında görelilik kuramıyla modern fizikte devrim yarattı. Yalnızca adı değil yüzü de "dahi" ile eşanlamlı olan bir yirminci yüzyıl ikonu haline geldi. Artık Einstein'ın hayatını derinden keşfedebilirsiniz. Ünlü fizikçi Carlos Calle, Einstein'ın kariyerini özel ve genel görelilik teorileri de dahil olmak üzere herkesin anlayabileceği bir dille açıklıyor. Einstein'ın keşiflerinin atom bombasının geliştirilmesinden kuantum mekaniği teorisine kadar her şeyi nasıl etkilediğini gösteriyor. Calle, din ve siyaset hakkındaki görüşleri de dahil olmak üzere Einstein'ın kişisel hayatı ve inançlarına ışık tutuyor. Dahası Einstein'ın çalışmalarının, nükleer enerjiden uzay yolculuğuna ve yapay zekaya kadar bugün dünyamızı nasıl etkilemeye devam ettiğini gösteriyor.

• Modern fiziğin temel kavramları ile ilgilenmeye başlayın!
• Einstein'ı anlamak için istekli misiniz? Bu eğlenceli, erişilebilir rehber ile onun şaşırtıcı teorilerini ve keşiflerinin modern yaşam ve bilim üzerindeki muazzam etkilerini net bir şekilde öğreneceksiniz.
• Einstein'ın kişisel hayatı ve inançlarının yanı sıra fikirlerini şekillendiren ve başarılarının temelini oluşturan ana olaylar hakkında genel bir bakış elde edeceksiniz.

Kitabı açın ve
• Einstein’ın düşüncelerini ve motivasyonunu,
• Özel ve Genel Görelilik Kuramlarını,
• Kuantum ve atom bombasıyla olan ilişkisini,
• Evrenin sınırlarını,
• Din ve felsefe üzerine olan görüşlerini,
• Onun çalışmalarından etkilenen bilim insanlarını keşfedin.
Müjgan Ayça Vurmay Ekose Polisiye: Müfettiş Laidlaw'dan Dedektif Rebus'a Çağdaş İskoç Polisiye Romanı isimli bu kitap, yirminci yüzyılın sonlarında çağdaş İskoç edebiyatı içinde radikal bir yükseliş gösteren ve günümüzde dünya çapında ilgi duyulan çağdaş İskoç polisiye romanı hakkındaki çalışmalara katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Çağdaş İskoç polisiye romanının tarihsel ve toplumsal çerçevede ve çağdaş eleştiri kuramları aracılığıyla irdelendiği kitabın birinci bölümünde çağdaş İskoç polisiye romanı hakkında bilgi verilmekte; ikinci bölümünde Ekose Polisiye'nin kurucusu olarak bilinen William McIlvanney ve Müfettiş Laidlaw romanlarından Strange Loyalties irdelenmektedir. Üçüncü bölümde bu yazınsal alt türün başlıca kadın yazarlarından olan Denise Mina ve Dedektif Morrow romanlarından Blood, Salt, Water ele alınmakta, dördüncü bölümde ise William McIlvanney'den sonra bu yazınsal geleneği devam ettiren ve Ekose Polisiye'nin en çok bilinen yazarı olan Ian Rankin ve Dedektif Rebus romanlarından Rather Be the Devil incelenmektedir.
Aynur Örnek, Aytekin Can, Azime Cantaş, Cenk Ateş, Çiçek Topçu, Emrah Başer, Ferhat Kaçar, İhsan Koluaçık, Naci Anıl Konya İnternet teknolojisinin yaygınlaşmasıyla birlikte izleme eylemi, gündelik yaşamda önemli bir yere sahip olmuş; sinema, televizyon ve dijital platformlar aracılığıyla topluma ulaşan içeriklerin etki alanı genişlemiştir. Konu üzerine gerçekleştirilen araştırmalar, ekran saatlerinin küresel ölçekte artış eğiliminde olduğunu belirterek ekranlara dayalı bir kültürün geleceği şekillendireceğinin altını çizmiştir. Sinema ve yayıncılık alanında yaşanan radikal dönüşümlere rağmen ekranların toplumu yansıttığı gerçeği, beyaz perdeden dijital platformlara uzanan süreçte hiçbir zaman değişmemiştir. Ekranlar aracılığıyla sunulan eserlere ışık tutmanın, toplumsal olana ilişkin bir kavrayış sağladığı fikriyle sosyal bilimlerin köklü disiplinleri, tartışmalara başlangıcından itibaren dâhil olmuştur. İletişim, felsefe, psikoloji, sosyoloji alanları, sinema ve yayıncılık pratiklerinin toplumsal yönüne ilişkin hususların tartışılmasında ayrıcalıklı bir yer edinmiş, gerçekleşen dönüşümlerle birlikte her araştırma geleneği, yeni yöntemler var etmiştir. Ekranlara dayalı dijital bir kültürün inşa edildiği 21. yüzyılda, alana yönelik olguların ilişkisel perspektifle yorumlanması gerekliliği, söz konusu disiplinlerin ve toplumsal dönüşümlerin dinamik doğasından ileri gelmiştir. Bu kitap aracılığıyla bilim insanlarının sinema, televizyon ve dijital platformları konu edinerek çok yönlü yaklaşımla ele aldığı araştırmalar derlenmiş, alana katkı sunmak amaçlanmıştır.
Ahmet Altay, Alpaslan Hamdi Kuzucuoğlu, Aslan Kaplan, Aysel Köksal, Bahattin Yalçınkaya, Banu Fulya Yıldırım, Fatih Demircan, Fatoş Subaşıoğlu, Fevziye Bekar, Güssün Güneş, Halise Şerefoğlu Henkoğlu, Huriye Çolaklar, Lale Özdemir Şahin, Murat Esringü, Özlem Yalçınkaya, Perihan Şenel Tekin, Ruhid Kerimovi, Türkay Henkoğlu, Yasin Şeşen, Yusuf Yalçın Dijital çağda, sağlıkta kâğıt tabanlı sağlık kayıtlarının yerini elektronik sağlık kayıtları almıştır. Sağlıkta dijital dönüşümle birlikte sağlık hizmetlerinin sunulmasında, sağlık politikalarının oluşturulmasında, sağlık kurumlarında bilginin yönetiminde her açıdan önemli hâle gelen elektronik sağlık kayıtları, çok yönlü ele alınması gereken bir konudur. Bu anlamda bu kitap, elektronik sağlık kayıtlarını disiplinler arası bir yaklaşımla ele almaktadır. Kitabımız, sağlık profesyonelleri, sağlık yöneticileri, bilgi ve belge yöneticileri, bilgi teknolojisi uzmanları ve genel olarak sağlık alanındaki paydaşlar için faydalı bilgiler sunmayı amaçlamaktadır.
Ahmet Özkan Medya; yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü bir sacayağı olarak nitelenmiş ve devlet idaresini yönlendirmede etkin bir rol oynamıştır. Medya, kamuoyu oluşturma gücünü oldukça iyi kullanmış ve yargı başta olmak üzere pek çok organı yönlendirmeyi başarmıştır. Bu bağlamda 2002 yılında AK Parti'yi iktidara taşıyan en önemli güçlerden birisi, eleştirel tutum sergileyen medya olmuştur. Medya bunu isteyerek değil eleştirel ve seçkinci bir bakış açısıyla manipüle ederek sağlamıştır. Keza Recep Tayyip Erdoğan'ın muhtar bile olamayacağını dile getiren alaysı ve eleştirel manşetler, Türkiye'deki medya-siyaset ilişkilerini gözler önüne seren en belirgin siyasal olgulardan birisi olmuştur. Atılan bu ve buna benzer pek çok manşet, çevrede bulunan dışlanmış toplumu kenetlemiş ve 3 Kasım 2002 yılında yapılan seçimlerle AK Parti'nin tek başına iktidara gelmesinde önemli bir rol oynamıştır. 2002 yılında başlayan ve on yıllardır çevrede kalan ve kendisini muhafazakâr demokrat olarak nitelendiren, AK Parti kimliğinde vücut bulmuş kesimlerin iktidarı, aynı zamanda “muhafazakâr demokratlık”tan “muhafazakâr burjuvazi”ye giden yolun da önünün açılmasına sebebiyet vermiştir. Türkiye'de muhafazakâr kesimin ve burjuvazinin yaklaşık son yirmi yıllık dönemde yaşadığı toplumsal değişim ve dönüşüm, medya boyutuyla tarihe not düşecek şekilde kendisini göstermiştir.
Nitekim bu kitap, bahsi geçen konulara ilgi duyan herkes için önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır.
Gökhan Murat Üstündağ Even though there is large literature on mass political culture, indeed, there is so limited number of works on elite political culture. To my knowledge, there is no scholarly work examining Turkish elite political culture after the 1990s. In this regard, main purpose of this research is to fill this gap by shedding a new light on basic aspects of elite political culture in Turkey. In order to explore the basic aspects of elite political culture in Turkey, the ideology of conservatism which is argued to be “dominant” ideology in Turkey was used in this study. In this regard; the Justice and Development Party elite was taken as case study and the records of Grand National Assembly between 2002 and 2016 were analyzed by applying critical discourse analysis based on interpretivist epistemology. As such in this study, the basic aspects of elite political culture, and concomitantly basic principles of Turkish conservatism were examined in a systematic way.
Bengi Yanık İlhan, Deniz Erer, Derya Demirdizen Çevik, Gökten Öngel, Gözde Bozkurt, Gülay Aslan, Gülçin Taşkıran, Janet Barış, Seyran Gürsoy Çuhadar Kadınların işgücüne katılımı, toplumsal ve ekonomik düzenin temel taşlarından birini oluşturmaktadır. Kadınlar, işgücüne katıldıklarında, sıklıkla karşılaştıkları ayrımcılık ve cinsiyet temelli stereotiplerle mücadele etmek zorunda kalmaktadırlar. Elinizdeki kitap, ayrımcılık ve stereotiplerin nasıl şekillendiğini, kadın çalışanların yaşadığı zorlukları ve bu sorunların toplumsal ve ekonomik etkilerini ele alarak bu konuda bir derinlik kazanmayı hedeflemektedir.
Kolektif emeğin bir ürünü olan bu kitap, Cumhuriyetin 100. Yılında kadın emeğinin Türkiye’deki durumunu anlamaya çalışırken, toplumsal cinsiyete dayalı işbölümünden işgücü piyasasında cinsiyete yönelik ayrımcılıklara, kadın yoksulluğundan, kayıtdışı-güvencesiz kadın emeğine, karşılıksız kadın emeğinden, eğitim ve sağlık alanında emeğin cinsiyetlendirilmesine, sinemada kadın emeğinin sınıfsal örüntülerinden kadınların cam tavan sorunsalına ve kapsayıcılık ve çeşitlilik politikalarına kadar birçok konunun geniş bir perspektifte tartışıldığı makalelerden oluşmaktadır.
Dilara Bağcı Zeki Katılım bankacılığı, kâr ve zarara katılma esasına göre fon toplayan, ticaret, ortaklık ve finansal kiralama yöntemleri ile fon kullandıran bir bankacılık modelidir. Geleneksel bankacılıktan farklı olarak katılım bankacılığında faizsiz sistem esas alınmış ve ticarete dayalı alternatif bir model oluşturulmuştur. Ülkemizde ve dünyada katılım bankacılığına olan ilgi artmaktadır. Bu nedenle katılım bankacılığı hukuki alt yapısı ile birlikte gelişmeye devam etmektedir. Bu kitapta, katılım bankacılığı ürünleri içerisinde önemli bir yere sahip olan mudârebe sözleşmesi genel esasları ile ele alınmış, Türk hukuku içerisindeki yeri incelenmiştir.
Mehmet Zeki AYDIN Değerler Sandığı Okulda Değerler Eğitimi Materyalleri adını verdiğimiz seri çalışmamızda EMPATİ değerini öğretebileceğiniz çeşitli başlıklar var. Bu başlıkları kullanarak erdemli ve değerlerine saygılı bir nesil yetiştirmek sizlerin elinde. Farkında olduğumuz ya da farkına varmadan uyguladığımız değer kalıplarını, size sunduğumuz bu materyal ve yöntemlerle öğrettiğinizde, öğrencilerinizin farkındalıklarını artıracak; problem çözebilen, alternatif öneriler sunabilen, erdemli bireyler haline gelmelerine yardımcı olabileceksiniz.

Öğrencilerimizin konuyu daha iyi kavrayabilmesi ve içselleştirebilmesi için Drama, Yaşayarak Öğrenme, Kulüp Etkinlikleri, Öykü, Kavram Açıklaması, Beyin Fırtınası, Röportaj Yapma, Gezi Gözlem, Materyal Üretme, Meslekler ve Değerler, Yaratıcı Yazma Etkinlikleri bulunmaktadır. Bu yöntemlerle düşünerek, rolünü oynayarak, gözlemleyerek ve yaşayarak öğrettiğimiz değerin önemini ve gerekliliğini anlayabilecekler.

Yüzyıllardır bu değerleri taşıyan bir toplum olduğumuzu, köklerimizin değerlerle sulandığını ise Geleneklerimizde Değerlerimiz, Tekerleme, Mânilerde Değerler, Atasözü ve Deyimlerde Değerler, Mevlana'dan ve Örnek Kişilik başlıklarıyla gösterebileceksiniz.

Öğrenilen değerimizi eğlenerek pekiştirmek için Bilmece Bulmaca, Fıkra, Film Tavsiye/Yorumlama, Eğitsel Oyun, Örnek Olay, Şarkı, Şiir, Poster/Afiş, Proje Hazırlama, Kitap Tavsiyeleri ve Etkinlikler bölümlerini kullanabileceksiniz.

Ölçme Değerlendirme bölümümüz ile öğrencilerimiz, içlerine yerleşen değer bilincini test edebileceklerdir.

Hepimizin bildiği gibi eğitimde başarı okuldaki tek taraflı bir çaba ile gerçekleşemez. Bu yüzden çalışmamıza Veli Mektubu ve Aile Katılımı da ekledik. Bu şekilde aileleri de verdiğimiz eğitimin içine çekerek, öğrettiğimiz bilgileri evlerinde de yaşamalarını sağlayabileceksiniz.
Reşat Uğur Karacan Müslümanlar, dokuz yüz üç yıl (711-1614) boyunca İspanya Krallığı'ndaki varlıklarını sürdürerek yarımadaya önemli bir kültür mirası bırakmışlardır. Bu dönemin son yüz on yedi yılına (1492-1609) Kraliyet ve engizisyonun asimilasyon politikaları ve propaganda faaliyetleri damga vurmuştur.
Granada'nın 1492 yılında İspanyollar tarafından ele geçirilmesinden sonraki dönemde Müslümanlar, iktidar tarafından kademeli olarak zorla vaftiz edilmiş ve Moriskolar (küçük Müslümanlar) olarak adlandırılmaya başlanmışlardır. Yüz yılı (1499-1609) aşkın bir süre uygulanan asimilasyon politikalarının beklenen sonucu vermemesi üzerine Moriskolar, İspanya Krallığı'ndan Kuzey Afrika ülkelerine sürülmüşlerdir (1609-1614).
Bu kitap; Moriskoların asimilasyon süreçlerini ve toplu sürgünün nedenlerini irdelemeyi amaçlamıştır. Kitapta, İspanyol yazar Rodrigo de Zayas'ın kişisel kütüphanesinde bulunan Holland Arşivi'nin (1542-1609) ilgili belgeleri incelenmiştir. Ayrıca Valencia Krallığı'ndaki Moriskolarla ilgili engizisyon raporları ve Kraliyet mektuplarını barındıran Holland Arşivi'ne ek olarak birçok farklı kaynaktan da faydalanılmıştır.
Mustafa Büte Düşünme yetisi bizlere bahşedilmiş bir mucizedir. Her birimiz bu potansiyele doğuştan sahibizdir. Ancak, düşüncelerimiz kendi haline bırakıldığında benmerkezci, ön yargılı, çarpıtılmış, kısmi, bilgisiz, tamamen taraflı ve adaletsizdir. İlginç olan şey ise, bu durumun neredeyse hiç farkında olmamamızdır. Gerçekte iyi bir düşünme sürecinden; problem odaklı olma, derinlemesine analiz etme, mantık kullanma, akıl yürütme ve rasyonelliğe yaklaşma gibi fonksiyonlar beklenir. Zira hayatımızın, ürettiklerimizin, yaptıklarımızın ya da inşa ettiklerimizin kalitesi tamamen düşüncelerimizin kalitesine bağlıdır. Sıradan düşünme hem ekonomik olarak hem de hayatın kalitesi açısından oldukça masraflıdır. Bununla birlikte bir usta ya da bilge gibi düşünmek çok kolay değildir. Bazı temel düşünme becerileri ve oldukça güdülenmiş bir çaba gerektirir. Öte yandan, nefes aldığımız sürece hemen her yerde sürekli olarak inançlarımızı şekillendirmek, desteğimizi alabilmek, bizi herhangi bir şeyi satın almaya ya da yapmaya ikna etmek için tasarlanmış mesaj bombardımanlarına maruz kalırız. Kritik düşünme becerilerine sahip değilsek, her an daha üst düzeyde düşünebilen birileri tarafından manipüle edilebilir, aldatılabilir ya da mağduriyet yaşayabiliriz. Kısaca; işimizi, benliğimizi, kişiliğimizi, özgürlüğümüzü, inançlarımızı, menfaatlerimizi, yaşam kalitemizi, haklarımızı, sınırlarımızı ve varlığımızı; özetle her şeyimizi koruyabilmemiz için kritik düşünme becerilerini kendimizde yerleştirmeye ihtiyacımız vardır. Bu kitabın, kendi düşüncelerini kontrol altına almak, isabetli kararlar almak, problemlerini etkili bir şekilde çözmek ve düşünce kalitesini artırmak suretiyle tüm yaşamında mucizevi değişimler yapmak isteyen ev hanımından CEO'ya kadar herkese; özellikle öğrenci, öğretmen, yönetici, akademisyen, hemşire, doktor, avukat, iş insanı, girişimci, politikacı ve medya mensuplarına çok faydası olacağına dair inancımız tamdır.
Asena Boztaş, Aydın Bağdat, Aydın Yılmazer, Aykut Yılmaz, Ayten Yılmaz Yalçıner, Dilşad Türkmenoğlu Köse, Emine Balcı, Furkan Akdemir, Hale Biricikoğlu, Hatice Gül Önder, Hatice Sarıaltın, İsmail Ermağan, İsmail Koç, Mustafa Yılmaz, Nermin Ceren Türkmen, Selma Kılıç Kırılmaz, Semih Erdoğdu, Serpil Çiğdem, Tarık Yolcu, Yunus Turhan, Yusuf Arslan Amerikalı düşünür Warren G. Bennis, 1991 yılında, geleceğin fabrikasını şöyle tarif etmektedir:
“Geleceğin fabrikasında yalnızca iki adet canlı olacaktır: Bunlar bir köpek ve bir insandır. Geleceğin fabrikasında insanın görevi, fabrikadaki köpeği beslemektir. Köpeğin görevi ise insanın fabrikadaki makinelere yaklaşmasını engellemektir.”
Gelecekte robotların, akıllı fabrikaların vazgeçilmez çalışanları olacağı düşünülmektedir. Bugün kesin olan şu ki robot ve insan etkileşimli bir geleceğin ütopik mi dispotik mi olacağını görmek için çok beklemeyeceğiz. Zira dünya hızla değişmekte, dijitalleşme, insanın olduğu her yere daha fazla sirayet etmektedir. Ekonomiler, endüstriler, fabrikalar, üretim biçimleri değişmektedir. Yeni iş modelleri, çalışma biçimleri ve işgücü profilleri ortaya çıkmaktadır. Kamu ve özel sektörlerden akademi ve sivil topluma kadar tüm alanlarda değişim yaşanmaktadır. Kurumlar, anlayışlar, yaklaşımlar ve tabii ki özünde insan değişmekte, yeni tüketim biçimleri ve yaşam kodları ortaya çıkmaktadır. Bu değişimin itici gücü, birçoklarının dünya üzerinde ilk sanayi devriminin getirdiği değişimden daha güçlü bir etkisinin olmasını öngördüğü Dördüncü Sanayi Devrimi veya Endüstri 4.0'dır.
Endüstri 4.0; siber-fiziksel sistemler, nesnelerin interneti, bulut bilişim, yapay zekâ ve akıllı fabrikanın oluşturulması dâhil olmak üzere üretim teknolojilerindeki otomasyon ve veri alışverişi araçlarını temsil etmektedir. Siber-fiziksel sistemlere odaklanarak sanal ve fiziksel dünya arasında bir köprü kurmakta, makinelerin “gerçek” dünyası ile internetin “sanal” dünyası arasındaki sınırı giderek bulanıklaştırmaktadır. Endüstri 4.0'ı daha insancıl bir yaklaşımla dengeleyen Toplum 5.0 ise “Süper Akıllı Toplum” inşası niyetiyle şekillendirilen yeni bir toplumsal düzeni tanımlamaktadır. Zira Endüstri 4.0 uygulamalarının başarılı bir biçimde gerçekleşebilmesi için dijital dönüşümün toplumsal dönüşüm boyutunu yönetecek yaratıcı ve nitelikli topluma gereksinim duyulmaktadır.
Bu kitap, bir yandan Endüstri 4.0 ve Toplum 5.0 ile ilgili kavramsal bir çerçeve sunarken öte yandan bu iki yaklaşımın çeşitli alanlardaki etkilerini birçok farklı disiplinlerden meslektaşlarımızın bakış açısı ile ele almıştır. Endüstri 4.0 ve Toplum 5.0'ın etkilerinin eğitimden ticarete, ekonomiden turizme, güvenlikten yönetim sistemlerine kadar çok geniş bir yelpazede incelendiği eser, akademisyenlere, öğrencilere ve bu konulara ilgi duyan herkese kaynak oluşturmasının yanı sıra çeşitli sektörlerdeki uygulayıcılara da yön gösterici olmayı hedeflemektedir.
İsmet Akova İnsanın bütün ihtiyaçlarının karşılanmasında ve onun daha yüksek bir yaşam düzeyine ulaştırılmasında enerji, kendisine en çok gereksinme duyulan madde özelliğini taşımaktadır. Ekonomik açıdan bakıldığında enerjinin, tüm üretim sistemlerinin işleyişinde temel girdi olarak değerlendirildiği görülmektedir. Bu önemi nedeniyle enerji, tarih boyunca insanın bütün ekonomik faaliyetlerinde çeşitli kaynaklardan sağlanarak kullanılmış, bilinçli veya tesadüfi olarak elde edilmiş olmasına bakılmaksızın, insanlık tarihinin her döneminde enerji kaynakları dikkatleri daima üzerinde toplamıştır.
İnsanoğlu kendisi için gerekli olan enerjiyi, farklı zamanlarda, değişik kaynaklardan sağlama olanağını daima bulmuş ve bilinen yaşam süresi içinde, enerji yetmezliği gibi herhangi bir sorunla karşılaşmadan, faaliyetlerini sürdürmede birçok farklı kaynakdan yararlanmıştır. Kömür, petrol ve doğalgaz gibi kaynaklar ihtiyaç duyulan enerjinin temin edilmesinde ağırlıklı olarak kullanılmakta ve bu maddelerden yararlanma, rezervleri tükenene kadar devam edecek gibi görünmesine rağmen, insanlığın artan enerji talebinin karşılanabilmesi için de alternative enerji kaynakları arayışı devam etmektedir. İçinde yaşadığımız çağdaki çalışmalar, her maddenin bünyesinde potansiyel olarak bulunan enerjinin irdelenmesine yönelik olmayıp, günün teknolojik ve ekonomik şartlarına uygun olarak, çeşitli maddelerden nasıl elde edilebileceği noktasında yoğunluk kazanmaktadır.
Günümüzde enerjinin taşıdığı büyük önem nedeniyle, enerji kaynaklarına sahip olmak, sahip olmak mümkün değilse bile, enerji üreten ülkeler ile enerji tüketen ülkeler arasında gerçekleşen uluslararası ticaretinde söz sahibi olabilmek için, açık veya gizli bir mücadele içine girilmesi; enerji savaşlarının yaşanmış olması, anlaşmalar veya anlaşmazlıkların ortaya çıkmış olması enerjinin önemini açıkça ortaya koymaktadır.
Gelişmiş ülkelerin gelişmişlik düzeylerini koruyabilmeleri, gelişmekte olan ülkelerin ise gelişme isteklerinde başarılı olabilmeleri, enerjiye olan taleplerinin karşılanmasıyla mümkün olacağının düşünülmesi, günümüzde olduğu gibi gelecekte de onun aranan bir madde olmasını sağlamaya devam edecektir.
Banu Gürer, Elif Kaya, Esat İlter, Fatiha Bozbaş, Gülsüm Şahin, Mehmet Safa Cevahir, Muhammed Tosun, Mustafa Sami Baybal, Nihal Şahin Utku Farklı yaklaşımlar tarafından farklı biçimlerde tanımlanan, bireysel ve sosyal etkenlere bağlı zorlukları kapsayan engelliliğin anlamlandırılmasında ve süreçle başa çıkmada dinin önemli bir yeri olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle engelliliğin din tarafından nasıl anlamlandırıldığı, bu anlamlandırma neticesinde engelli bireylerin ve ailelerinin engelliliğin getirdiği zorluklara karşı verdikleri mücadelenin, gösterdikleri gayret ve sabrın din açısından değerli kabul edilmesi gibi hususlar engellilikle başa çıkmada dinin destekleyici bir rol oynamasına zemin hazırlamaktadır. Diğer taraftan tarih boyunca engelliliğe din referanslı bazı olumsuz yaklaşımlar ise engelliliğin bir insanlık problemi hâline gelmesinde etken olmuştur. Söz konusu hususlar engellilik ve din ilişkisinin farklı açılardan ele alınmasının gereğine ve önemine işaret etmektedir. Nitekim Türkiye'de engelli bireylere yönelik çalışmalar son yıllarda akademik düzeyde artış göstermekte, bu çalışmalar arasında konunun din ile ilişkisini içeren çeşitli çalışmalar da yer almaktadır. Bahsi geçen hususlardan hareketle elinizdeki çalışma engellilik ve din ilişkisini farklı boyutlarıyla ele alarak konuya dair güncel katkı ve engelliliğe yönelik farkındalığın artışına destek sağlamak amacı ile hazırlanmıştır.