Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi \ 6-7
Soner Aksoy İtiraz etmek herkesin kullanmadığı cesaret gerektiren önemli bir eylemdir. Bu eylemin, düşünen insanların hayatında önemli bir yeri vardır. Aklını kullananlar, düşünürken kritik etmeyi, gerektiğinde yargılamayı tercih edebilirler. Bazıları içinden itiraz ederken bazıları da bunu dışa vurur. İşte bu çekinmeden dışa vuranları severim. Her söyleneni, her okuduğunu hatta her gördüğünü kabullenmeyi, hap gibi sorgusuz sualsiz yutmayı aslında insana yakıştırmak istemem.
Maksadım, önüne gelen her şeye düşünmeden karşı çıkan, ileri geri, sürekli itiraz eden, gözü kapalı birini de kastetmek değildir. Makul ve dengeli bir yaklaşımla itiraz eylemini ortama aktarmak güzel sonuçlar doğurabilir diye düşünüyorum. Bu, özellikle aydınlarımızdan beklediğimiz bir haslettir. Hakkı söylemek, doğru bildiğini çekinmeden söylemek, yanlış ya da hata varsa ortaya çıkarmak, gerçeği, daha güzelini aramak maksadıyla farklı açıdan bir bakışı ışıklandırmak adına yapılmalıdır.
Maalesef ülkemizde böyle bir hastalık var. Zihinlere daha küçükken yerleştirilmiş gizli bir virüs. Gelişmeyi, büyümeyi, değişimi durdurmanın, kendi ayağımıza kurşun sıkmanın, çocuklarımızın yaratıcı özelliğini yıkmanın, heyecanı öldürmenin verimi düşürmenin adeta gizli bir yolu! Toplumun bu gizli virüsünü öldüren bir eğitim ve öğretim sistemine şiddetle ihtiyaç vardır. İhtiyacımız olan, olaylara karşı ciddi ve sorumlu; alaycı yaklaşmayan, sorgulayan, yargılayan, nedenini, niçinini öğrenmeye çalışan ve itiraz etmeyi bilen cesur erdemli gençlerdir.
Ahmed Tahir Nur, Alaaddin Günay, Ali Aslan, Asiye Aykıt, İsmail Taşpınar, M. Taha Boyalık, Mehmet Gel, Müstakim Arıcı, Özkan Öztürk, Şükran Fazlıoğlu İslam düşünce geleneğinin 16. yüzyıldaki en üretken isimlerinden biri olan Taşköprülüzâde, bir yandan Geç Yenilenme Dönemi olarak tabir edilen ve yöntemsel bütünleşme çabalarıyla öne çıkan çağının gerçek bir temsilini verirken diğer yandan kendisinden önceki dönemlerde üretilmiş bilimsel birikimin eksiksiz bir vârisi olarak öne çıkar. Bu yönüyle, tevarüs ettiği kelam, felsefe ve tasavvuf gelenekleri içerisinde gelişen temel problemleri çağının kademeli bilgi ve gerçeklik anlayışıyla uyumlu bir biçimde yeniden ele almış, yazdığı eserlerle teorik ve pratik düşüncenin farklı alanlarına bütüncül bir bakış getirmiştir.
Bu kitap, bir yandan siyaset ve ahlâk düşüncesinin temel kavramları üzerinden Taşköprülüzâde’nin pratik felsefe alanına yaptığı katkıları ortaya koyarken diğer yandan dilbilimleri geleneğini merkeze alarak düşünürün İslam dilbilimleri geleneğini ve temel sorunlarını hangi yollarla ele aldığını göstermektedir. Ayrıca kitapta okuyucu, Taşköprülüzâde’nin Yahudilere karşı reddiyesi üzerinden düşünürün dönemi açısından güncel sayılabilecek polemik literatürüne nasıl katkıda bulunduğunu görerek, aynı zamanda bir kadı olan Taşköprülüzâde’nin ilgi çekici bir dava üzerinden pratik siyasetle imtihanını
gözlemleme imkânı elde edecektir.
Nuran Talu Bugün çevre konusunun giderek artan bir oranda siyasal tartışma zemini içine çekilmeye başlanmasında, odak noktası artık iyice belirginleşmiştir. Bu odak, çevre ve ekonomik büyüme ikilemidir ve bu durum siyasal çevre bilimin en önemli tartışma konusudur. Kimilerine göre, çevreciliği partiler üstü bir devlet politikası olarak görmek gerekir. Bu bir anlamda üzerinde siyaset yapmamayı kabul etmek, yani çevreciliği apolitik bir olgu olarak görmek anlamına gelmektedir. Oysa çevrenin korunmasına ilişkin tercih ve tutumlar siyasal ve ideolojiktir. Bu noktada, parlamentoların çevre siyasetindeki yeri ve rolü kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de çevre konularının farklı zeminlere çekilerek iktidar savaşlarında araç olarak kullanılmaya başlanmasıyla, siyasilerin çevre sorunlarının çözümüne yaklaşım usulleri tartışılacak bir duruma gelmiştir. Çünkü “çevre” popülist politikaların uygulanmasına çok müsait ve siyasetçilerin en kolay “siyaset” yaptığı konulardan biridir. Bu durum Türkiye’de TBMM’nin çevre siyasetindeki rolünün tartışılmasını gerekli kılmaktadır. Çalışma bu gerekliliğe hizmet etmektedir.
İlker Bayram Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurulduğu zamandan itibaren takip ettiği din politikası, yüzyıllardır Müslüman olan Türk milleti için büyük öneme sahip olmuştur. Demokrat Partinin 1946 senesinde kurulması, İsmet İnönü liderliğindeki CHP iktidarının din politikasında değişikliğe gitmesine sebep olmuştur. Bu doğrultuda katı laik duruşuyla tanınan Recep Peker yerine önce daha ılımlı olan Hasan Saka, ardından ilahiyatçı kökenli Şemsettin Günaltay başbakanlığa getirilmiştir. İnönü'nün, din politikasında gösterdiği yumuşamaya rağmen 1946'da yapılanla kıyaslandığında daha demokratik olan 1950 seçimlerinde milletin tercihi Demokrat Parti olmuştur. Bununla birlikte İnönü, Demokratların kurucusu olan Celal Bayar'ın Kemalist ve laik görüşlerinden asla şüphe etmemiştir. Bu eserde, Adnan Menderes'in başbakanlığı döneminde milletin nabzını tutan konuşmalarına rağmen dindar halkın önceki dönem uygulamalarıyla karşı karşıya kaldığı örnekler ve sebepleri incelenmiştir. Ayrıca araştırılan zamanda TBMM'deki diğer partilerin de din politikaları ile birlikte dönemin şartları tespit edilmeye çalışılmıştır.
Bengücan Fındık Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkma ve olgunlaşma serüvenini 1940’lı yıllara kadar inceleyen bu kitabın ilk bölümünde okuyucular, teorik olarak millet ve milliyetçilik kavramlarının gelişim süreçlerini izledikten sonra etnik ve sivil milliyetçilik kavramlarını irdeleyen bir tartışma içerisinde kendilerini bulacaklar. İlerleyen bölümlerde ise gündelik siyasi konuşmalarda dahi hala popülerliğini korumakta olan pek çok konuyu ayrıntısıyla görme fırsatını yakalayacaklar.
Türkçülük ve Turancılık nedir? Kemalist milliyetçilik ya da Atatürk milliyetçiliğinin özellikleri nelerdir? Kemalist milliyetçilik ırkçı bir milliyetçilik midir? Atatürk’ün emriyle kafatası ölçümleri yapılmış mıdır? Erken Cumhuriyet döneminde antropoloji ne amaçlarla kullanılmıştır? Cumhuriyetin resmi milliyetçilik anlayışı nasıldır? “Dilde, kültürde ve idealde birlik” parolası ne anlama gelmektedir? Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi ne gibi amaçlara hizmet etmektedir? Türkçüler muhalif midir? Türkçü-Turancı milliyetçilik hangi şartlar altında yükselişe geçmiş ve sonrasında neden tasfiye edilmek istenmiştir? Türkçü-Turancı milliyetçiliğin temel özellikleri nelerdir, hangi noktalarda resmi milliyetçilikten ayrılmaktadır? Türkçülük günü neden 3 Mayıs’tır? Her Türk milliyetçisi Türkçü müdür?
Tek Parti Döneminde Kemalist Milliyetçiliğin Karşısında Türkçü Turancı Milliyetçilik; bu gibi sorulara bilimsel yöntemle objektif cevaplar vermeyi amaçlamaktadır.
Uğur Özgöker - Erdoğan Mert Doğrudan demokrasinin, nüfusun artışı ve coğrafi genişlemeler dolayısıyla teknik olarak imkânsızlaştığı, çözüm olarak temsili demokrasiye geçildiği bilinmektedir. Ancak temsili demokrasi, halkın yönetime katkısını çok ciddi oranda kısıtlamaktadır. Fakat sanayi çağını da aşarak bilgi çağına ulaşmış olan dünyamızın özellikle bilgisayar ve internet teknolojilerindeki gelişmelerle “global bir köy”e dönüştüğü sıkça dillendirilir olmuştur.
Malların ve hizmetlerin serbestçe dolaşması, ticari faaliyetlerin sınırları aşarak dünyayı globalleştirmesi, modern dünya vatandaşları için bir gurur vesilesi olmuştur. Aynı şekilde bilginin de sınır tanımaksızın dünyayı köyleştirmesi de bir gurur vesilesi olmaktadır. Şu hâlde, herhangi bir köyde doğrudan demokrasinin uygulanabileceğine kimse itiraz etmediğine göre, dünya isimli köyde de doğrudan demokrasinin muteber kılınmasının zamanı gelmiştir. Elbette “Antik Yunan doğrudan demokrasisi”nin şekil şartlarını yerine getirmek mümkün değildir, şart da değildir. İnsanları bir arenaya toplamak, onların belli sürelerde konuşma yapmalarını sağlamak, onlara bu toplantılara katılmalarını teşvik etmek için ücret vermek gibi zamana özgü uygulamaların yapılması amaçlanmıyor. Günümüz bilgisayar ve internet teknolojisi ile bundan çok daha sağlıklı bir model kurularak doğrudan demokrasinin temel şartları sağlanabilir. Teknolojinin insan hayatını kolaylaştırma işlevini yerine getirdiği için sürekli geliştiğini kabul edersek, yönetim sistemleri üzerinde uygulanacak tekniklerin de verim alındıkça geliştirileceğini, teknikler geliştikçe yönetim sistemlerinin de paralel olarak gelişeceğini öngörmek zor değildir.
Dünyada çok küçük bir azınlık dışında doğrudan demokrasiyi tecrübe eden bulunmadığı için “Doğrudan demokrasi nedir, temsili demokrasiye göre artısı nedir?” sorusunu herkesin anlayacağı örneklerle cevaplamak ve bu kavramı somutlaştırmak gerekir: Temsili demokrasi, tuttuğunuz takımın maçını televizyondan izlemek gibidir. Bir oyuncu değişikliğiyle takımınızın kolayca galip geleceğini düşünüp oturduğunuz yerden haykırabilirsiniz. Sizi hiç kimse duymaz. Çok büyük uğraşılar sonunda ve uzun bir zaman sonra fikrinizi teknik direktöre iletmeniz mümkün olabilir belki ancak artık zaten söyleyeceklerinizin anlamı kalmamıştır zira maç bitmiş, iş işten geçmiştir. Doğrudan demokrasi; maçı sahadan, yedek kulübesinden hatta teknik direktörün yanından izlemek gibidir. Önerinizi teknik direktöre anında iletebilirsiniz. Sizi dinlemezse o anda tüm seyircilerin katıldığı bir oylama isteyebilir, önerinizi stat hoparlöründen anons edebilir, oylamada çoğunluk fikrinizi desteklerse teknik direktörün istediğiniz oyuncu değişikliğini yapmasını sağlayabilirsiniz.
Abdulsemet Yaman Bu kitapta teori, amaç ve süreç yönünden birbirinden farklı olan etik değerler ve kamu kurumlarındaki hizmet verimliliği gibi önemli iki kavram açıklanmaya çalışılmıştır. Bu açıklamalara dayalı olarak çalışmanın genel amacı, bir düşünce biçimi olan etik disiplininin ve ahlaki davranışların kamusal hizmet üretimindeki yararlılıklarını ortaya koymaktır.
Kitap, genel olarak üç bölüm olarak kurgulanmıştır. İlk bölümde etik kavramı açıklanmış, etik türleri belirtilmiş ve etik değerlerin oluşumunu etkileyen faktörler hakkında bilgiler verilmeye çalışılmıştır. İkinci bölümde ise yönetim kavramı, kamu yönetimi kavramı ve kamu yönetiminde etik davranışı etkileyen unsurlar açıklanmıştır. Üçüncü bölümde kamu hizmeti ve temel etik değerlerin kamu kurumlarındaki hizmet verimliliği ilişkisi açıklanmıştır.
Kemal Olçar, Serkan Yenal, Ramazan Aslan, Ramazan Aslan, Cavit Emre Aytekin, Erdem Erciyes, Emrah Özdemir, Zeynep Ece Ünsal, Hayrettin Küpeli Güvenlik ve terör çalışmalarının gün geçtikçe önemi artmaktadır. Bu noktada yazında konu ile ilgili çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmayı diğer çalışmalardan ayıran en önemli özellik, bölümlerin saha tecrübesini akademik tecrübe ile birleştiren bir akademisyen grubu tarafından hazırlanması ve teori ve uygulamayı birleştirmesidir.
Kitap bu özelliği ile, güvenlik kuruluşları, personelleri, akademisyenler ve genel okuyucuya geniş bir kitleye hitap etmektedir.
Alaaddin F. PAKSOY, Ali Fikret AYDIN, Ayşe Aslı SEZGİN, Birsen ÇETİN, Ceren YEGEN, İbrahim EFE, İkbal Bozkurt AVCI, Kamile ELMASOĞLU, Nesrin YARAR, Osman ÇALIŞKAN, Övünç MERİÇ, Selçuk ÇETİN İçerisinde yaşadığı dünyayı tarif, tanzim ve tasnif etme gayesi asırlardır devam eden insanoğlu, bu uğurda yaşadığı büyük kayıplara rağmen varoluşsal hedefinden asla vazgeçmemiş, kendi 'meşru' iktidarını oluşturabilmek adına her daim 'öteki' yaratmayı bilmiştir. Bu faaliyetler için en uygun araçlar ne ise onlar üzerinde denetim kurabilme yarışı, iktidara talip yapılar arasında süregiden bir rekabete yol açmıştır.
Bu kitapta da ifade edilen yarışta yer alan aktörlerin söylem ve eylemleri, olgusal tekabüliyetleri de göz önünde bulundurulmak suretiyle, çeşitli açılardan incelenerek siyasal iletişim alanında özgün bilgi üretmek amaçlanmıştır. Çalışmanın önemli noktalarından biri de hedefe giderken tek bir ekolün görüşlerinden faydalanmak yerine, okura farklı bakış açıları sunabilmek adına liberal çoğulcu paradigmadan, eleştirel yaklaşımın farklı sorgulamalarına kadar uzanan çok geniş bir çerçeve çizilmiş olmasıdır.
Abdulkadir Baharçiçek, Alpcan Acar, Canan Katılmış, Ender Akyol, Fatih Tekin, Fatma Nur Özdemir, Gökhan Tuncel, Mehmet Emin Güven, Osman Ağır, Selahaddin Bakan, Umut Turgut Yıldırım Soğuk Savaş’ın sonlanmasıyla birlikte küresel politikadaki güç mücadelesi farklı mecralarda yeni bir şekil alarak devam etmiş; yeni süreçte bir tür siyasal şiddet türü olan terörizm, en önemli küresel sorunlarından birisi hÂline gelmiştir. Bugün artık bireysel, ulusal ya da uluslararası güvenliğe yönelik en büyük tehdidi terörizm ve terör motivasyonlu faaliyetler oluşturmaktadır. Terörü kullanarak stratejik hedeflerine ulaşma amacı taşıyan ülke ve grupların fazlalığı, terörle mücadele süreçlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Jeopolitik konumu ve tarihî geçmişiyle birçok farklılığı bünyesinde barındıran Türkiye, birçok terör örgütü ile uzun yıllardır mücadele etmek zorunda kalmıştır. Türkiye’de doğrudan ya da dolaylı olarak faaliyet yürüten EL KAİDE, İŞİD, DHKPC, PKK ve HİZBULLAH terör örgütlerinin ele alındığı bu kitapta öncelikle terör ve propagandanın kavramsal çerçevesi çizilmektedir. Daha sonra ise bahsi geçen terör örgütlerinin ideolojik zemini, amaçları, stratejik izlekleri, hedef kitleleri, eylemleri ile propaganda süreçleri hakkında kapsamlı bilgilere yer verilmekte ve derinlikli analizler yapılmaktadır.
Mehmet Kurum Terörizm, tarih boyunca devlet ve toplumlar için çeşitli seviyelerde tehdit oluşturmuştur. Bu tehdit, Soğuk Savaş dönemi ve öncesinde daha çok devletlerin sınırları içerisinde ve çoğunlukla belirli coğrafi bölgeler ile sınırlı iken, günümüzde artan küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkan fırsat ve imkânlar ile çeşitli seviyelerde devletlerin sınırlarının ötesine geçerek devlet ve toplumlara karşı en önemli tehditlerden biri haline gelmiştir. Nitekim 11 Eylül 2001’de ABD’ye karşı gerçekleştirilen saldırılar, terör tehdidinin hem organizasyonel hem de operasyonel olarak nasıl sınırların ötesinde faaliyet gösterebildiğinin ve tüm dünyada nasıl etki yaratabildiğinin anlaşılmasını sağlamıştır. Bu saldırılar sonrasında önceleri daha çok tepkisel olarak eylem yapan teröristleri etkisiz hale getirmeyi hedefleyen güvenlik odaklı mücadele yaklaşımlarının yetersizliği anlaşılmış ve teröristlerin barındıkları ve istismar ettikleri ortamların hedef alınmasının gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Bu çalışmada, terörist örgütlerin iç ve dış dinamiklerinin farklı olduğu, değişen dünyaya uyum sağlayarak geliştikleri ve çeşitli şekil ve seviyelerde güvenli ortamlar elde ettikleri dikkate alınarak, güvenli ortamlarının hedef alınmasını öngören ve her terörist örgüte uygulanabilecek bir mücadele yaklaşımının geliştirilmesi amaçlanmıştır. Terörist örgütlerin güvenli ortamlarının hedef alınmasını öngören bu yaklaşım, uzun yıllar varlığını devam ettiren ve uluslararası boyutlarda faaliyet gösteren terörist örgüt PKK’ya uygulanarak, terörist örgütlere karşı yeni mücadele
strateji ve uygulamalarının nasıl geliştirilebileceği
konusunda katkı sağlanması hedeflenmiştir.
Ahmet Gedik, Aybike Serttaş, Efe Can Gürcan, Erol Demir, Fahri Erenel, Fikret Akfırat, Gökhan Ak, Güngör Şahin, Kazim Murat Özkan, Nuriye Niğdelioğlu Happani, Özenç Kayalı, Rabia Güngörsen, Sidar Sönmez, Simge Pelit, Suat Eren Özyiğit, Şükran Pakkan, Tolga Sakman Terörizm ile mücadele "aklın akılla mücadelesi"dir ve bu mücadele öngörüye dayanır. Umutsuzluk ve yılgınlığa asla yer yoktur bu mücadelede. Kazanabilmek için bir adım önde olmanız gerekir. İstihbarat, teknoloji ve ideoloji üçgeninin tam oluşturulması, sonuca ulaşmada önemli bir adım anlamını taşıyabilir.
Terör sadece terör örgütlerinin gerçekleştirdiği bir eylem türü değildir. Devletler tarafından da kullanılan bir vasıta hâline gelmiştir. Devlet terörü denilen bu yaklaşımı kullanan devletler karşısında uluslararası hukuk yetersiz ve çaresiz kalmaktadır. Katledilen, sivil halk olmaktadır.
Terör örgütlerinin hedeflerini bir adım daha ileriye taşıyarak IŞİD örneğinde olduğu gibi devletimsi yapılar hâline geldiklerini de gördük. Ayrıca bugüne kadar kendi bünyeleri dışında dışarıya genel olarak kapalı olan terör örgütlerinin dünyanın birçok ülkesinden insanların katılması ile eleman temin sorunlarını da çözdüklerini gözlemledik.
Günümüzde terör örgütleri kadar tehdit yaratabilecek organize suç örgütlerine de ayrı bir yer açmak gerekir. Terörle mücadeleyi öğrenme konusunda belirli bir mesafe katetmişken bu yeni tip örgütleriyle mücadele de en az terör örgütleri ile mücadele kadar dikkate alınmalıdır.
Bu kitapta, terörü bir vasıta olarak kullanan devletlere ve örgütlere karşı yeni yaklaşımlar, farklı disiplinlerin bakış açısı ile ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Emrah Kaya İnsanların, toplumların ve devletlerin en büyük tehdit kaynaklarından biri olan terörizm, 2000 yılından itibaren küresel bir tehdide dönüşmüştür. Tarihsel süreçte terörizmle mücadele edebilmek için devletler, çeşitli araçlar geliştirmişlerdir. Terörizm yeni bir boyut kazandıkça terörizmle mücadele araçları da değişime uğramaktadır. 1990 sonrası dünyada liberal değerler önem kazanmıştır. Bu dönemde, terörizmle mücadelede siyasi araçların önemi artmıştır. Bu araçlar; demokratikleşme ve müzakere olarak ikiye ayrılabilir. Demokratikleşme, bir devletin aldığı kararlar neticesinde attığı adımlardır. Müzakere ise yapılan görüşmeler vesilesiyle varılan uzlaşı sayesinde terör örgütlerinin silah bırakmalarını sağlama amacı taşımaktadır.
Devletler ve terör örgütleri, çatışmalarla amaçlarına ulaşacaklarını düşünmektedirler. Lakin her iki tarafın da amaçlarına ulaşma oranları oldukça düşüktür. Böyle bir durumda çatışmalar, karşılıklı zarar vererek çıkmaza girerken çatışan aktörler, yeni yollar denemeyi düşünmektedir. Bu noktada çatışma olgunlaşmış demektir ve müzakere aşamasına geçilebilir. Bu kitapta; bir devletin müzakereyi terörizmle mücadelede bir araç olarak kullanıp kullanamayacağı, hangi şartlarda kullanabileceği, müzakereye başlayacağı zaman nasıl bir yöntem izlemesi gerektiği terörizm ve barış çalışmaları üzerinden incelenmekte ve ETA, FARC, LTTE ve PKK örnekleri ele alınmaktadır.
Nur Özkan Erbay Throughout the history, the concept of “messianism” has not only been used to influence members of religion but was also used as an effective instrument to gain political power. Aside from it, it was a leverage to legitimize terror through instigators. As studies have shown, there are examples to exert relations between messianism and terror.
As the very first Jewish Messianic Terror example in history, Zealots had used Messianism as the legitimization tool for their terror. While Assassins represent a prominent example of Messianic Terror in the 13th century of the East, the Crusaders have marked the world history of the Middle Ages with Christianity motivated terror. We have seen the same motives during the French Revolution in the 18th century. In almost all centuries, the concept of messianism had been used either to legitimize violent actions or attract more supporters, dedicated members or most recently, devoted suicide bombers.
Recently, terrorism studies concerned with “New Religious Cults, Sects or New Religious Movements”, are mostly, associated with religious messianic and apocalyptic cults. In order to justify their illegitimate activities, these groups attribute their actions to divine motivations, mission of prophecy and messianic entity. As they take advantage of the spiritual needs and goodwill of individuals they can transform into terrorist groups and these groups; “messianic cults” can pose the same amount of threat or higher to public and state security.
The Fetullah Gülen Terrorist Organization (FETÖ) is a hierarchically organized international network and its leader Fetullah Gülen has absolute command and direct control over the entire structure. His followers act as a secretive and clandestine network loyal to his instructions as an unquestionable and divine authority. With these aspects, the organization contains strong messianic notions. For half a century Gülenists infiltrated the Turkish bureaucracy, including military judiciary and security establishments, while conducting business and education activities related to Turkey around the world. Especially from 2013 on, FETÖ openly and directly carried out unconventional, unresting and asymmetric attacks against the state and regime security of Turkey, which are not to be confined as acts of an ordinary religious network, as disclosing its real objectives. Finally, a pro-FETÖ junta in the army attempted a coup attempt on 15 July 2016, resulting in several hundred deaths and leaving many wounded. These experiences show the need to better define and categorize FETÖ and its engagement with terrorism.
This book conceptualizes FETÖ as a messianic cult that evolved into a terrorist organization.
Nuran Öztürk Başpınar - Nuray Keskin Tarih boyunca yapılagelen toplantılar kişilerin bir araya gelerek belli konularda görüşmelerine olanak vermiştir. Toplantılar, katılımcıların bir sorunun çözümü için katkıda bulunmasına ve politikalar önermesine olanak sağlar.
Toplantılar yöneticilerin en etkin yöneltme aracı ve yönetim biliminin temel taşıdır. Yapılan araştırmalar iş yaşamında çalışanların kariyerleri geliştikçe daha çok toplantıya katıldığını göstermektedir. Buna göre bazı yöneticiler günlük çalışma saatlerinin onda dokuzunu toplantılarda geçirmektedir. Bu nedenle etkin ve verimli bir toplantı düzenlemenin ilkeleri mutlaka öğrenilmelidir. Üstelik diğer toplantı türlerinin yanı sıra kriz değerlendirme toplantıları yönetimde ayrı bir yere ve öneme sahiptir. Çünkü krizi aşmak için gerçekleştirilecek toplantılarda kullanılacak bilgi ve iletişim teknolojisi araçları, örgütlerin karşılaştıkları krizleri fırsata dönüştürebilmelerinde önemli bir rol oynar.
Başarılı toplantı yönetimi ilkelerinin benimsenmesini hedefleyen bu eser, gerçek iş yaşamı izleriyle dolu örnek olayları içermekte ve öğrenilenleri pekiştirme fırsatı da sunmaktadır.
Sait Yılmaz Bu kitapta size etrafınızda bir türlü anlam veremediğiniz pek çok gelişmenin neyin parçası olduğunu, ülkelerin nasıl karıştırıldığını ve bölünmeye çalışıldığını anlatmaya çalışacağız. Uluslararası ilişkilerde sorun çözmede diplomasi ve savaştan sonra gelen üçüncü yöntem olan örtülü faaliyetler, her şeyden önce toplum mühendisliği alanında bilimsel bir hazırlık ister ve uzun yıllar saha çalışması gerektirir. Bu yüzden öncelikle antropoloji ve toplum mühendisliği üzerinde duracağız. Birinci Dünya Savaşı esnasında İngilizlerin Türklere karşı Arapları nasıl ayaklandırdığını ayrı bir bölümde sizlere sunacağız. Sonra ABD'nin ayaklanma, darbe işlerine yoğunlaşacağız. CIA'nın İslamcılık projesi ve Orta Doğu'daki gündemine yer vereceğiz. Arap Hareketleri ile birlikte yaşananlar kamu diplomasisi penceresinden anlatılacak. Rusların yöntemleri ve Kuzey Kafkasya'da olanlar Rus örtülü operasyon kültürünü tanımamıza yardımcı olacak. Toplum mühendisliği, pandemi döneminde de olduğu gibi pozitif anlamda da kullanılması gereken bir devlet politikası olabilir. Pandemi ve Ukrayna Savaşı kapsamında dünyanın geleceğine ilişkin karanlık gündemi, Çin ve Rusya üzerine planları ele aldıktan sonra yeni bir paradigma olan akıllı istihbaratın toplum mühendisliği ile ilişkisine yer vereceğiz.
Gülcan Işık Ekonomi, din, kültür gibi farklı toplumsal alanlardan beden kimliğine ve siyasete kadar geniş bir yelpazede her geçen gün önemini ve etkisini artıran toplumsal hareketler, alternatif bir siyaset ve iletişim tarzına dönüşmüştür. Toplumsal gelişimin ve beraberinde gelen dönüşümünde etkisiyle 'eski' ve 'yeni' olarak kategorize edilen toplumsal hareketler, birbirinin devamı mı yoksa kopuşu mu noktasında da tartışılmaktadır.
H. Andaç Demirtaş Madran Bu kitap; sosyal psikoloji, siyaset bilimi, pazarlama ve iletişim bilimlerinin en çok ilgi gören konuları arasında yer alan sosyal etki, tutum değişimi ve ikna konularını ele almaktadır.
Gerek halkla ilişkiler gerek reklamcılık ve gerekse kitle iletişim çalışmaları açısından son derece önemli bir konu olan “sosyal etki ve ikna”, bunların yanında sigara ve madde bağımlılığı, eğitimde fırsat eşitsizlikleri, trafik kurallarına uymama gibi toplumsal sorunlarla baş etme çabaları açısından da büyük önem taşımaktadır.
Günlük hayatta da iknanın ayrı bir yeri bulunmaktadır; aralıksız olarak aile üyelerini, arkadaşlarımızı, karşı cinsi, işverenimizi ikna etme çabası içindeyizdir.
Hem bireysel hem toplumsal hem de küresel bir öneme sahip olan bu konu, bu kitapta, temel kavramların ayrıntılı bir şekilde tanımlanması, geleneksel ve çağdaş kuramsal yaklaşımların irdelenmesi ve güncel araştırma bulguları doğrultusunda uygulamaya dönük ipuçlarının verilmesi yoluyla işlenmektedir.
Bengisu Çatlı, Bilge Özdemir, Gizem Gönay Akbaş, Hilal Atmaca, İhsan Bozkurt, Latife Uslu, Mehmet Ceviz, Mehmet Şahin, Osman Şen, Rifat Serav İlhan, Serhat Erkmen, Yağız Aksakaloğlu Terör örgütleri, gelişen teknolojiden de faydalanarak her geçen gün daha ölümcül eylemlere yönelmektedir. Özellikle dini motiflerin kullanıldığı ideolojileri takip eden örgütlerin sayısının ve etki alanının arttığı günümüzde terör örgütlerinin faaliyetleri uluslararası alanda önemli güvenlik sorunları oluşturmaktadır.
Bu bağlamda radikalleşme olgusu, terör örgütlerinin elemanlarının motivasyonlarını anlamada önem teşkil etmektedir. Radikalleşme bir bakıma terör faaliyetlerinin ilk adımıdır. Şiddeti önleyebilmek için radikalleşme sürecinin anlaşılıp yakından takip edilmesi gerekmektedir.
Uluslararası toplum da son yıllarda radikalleşmenin unsur, motivasyon ve süreçlerini anlamaya çalışmakta ve masaya yatırmaktadır. Gelişmiş ülkelerde terörle mücadele radikalleşme ile mücadeleden geçer anlayışı oluşmaya başlamıştır.
Uluslararası güvenlik problemi olarak radikalleşmeye dair güvenlik, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, psikoloji, ilahiyat gibi alanlarda akademik bilgilerin, saha tecrübesiyle gözden geçirilerek analiz edildiği kitapta; sorunun tespitine, analizine ve çözümüne yönelik önerilerde bulunulmuştur. Kitabın, radikalleşme çabalarına katkı sağlaması temenni edilmektedir.
Muhammet Esat Bolat Bu eser; tarafsız bir bakış açısıyla Türk anayasalarında devlet başkanının sorumluluğunu cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini merkeze alarak analiz etmekte ve geliştirilmesi gereken yönlerine dair tespitlerde bulunmaktadır.
Anayasalar; salt hukuki nitelikli düzenlemeler değil, içerisinden çıktığı toplumun siyasi, tarihî ve kültürel yapısı çerçevesinde şekillenen metinlerdir. Bu minvalde çalışma boyunca incelenen anayasalar ile Türkiye'nin siyasi tarihi ve sosyolojisi arasındaki bağ koparılmadan analiz edilmeye özen gösterilmiştir.
Kuvvetler ayrılığı teorisinde kendine özgü bir yeri olan cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle birlikte araştırılmayı bekleyen pek çok yenilik ortaya çıkmıştır. Bu çalışma da araştırma boşluklarından önemli birini doldurmaya namzet olarak literatüre katkı sunma niyetindedir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde devlet başkanının sorumluluğunun eleştirel bir yaklaşımla karşılaştırmalı olarak muhakeme edilmesi eserin özgün yanını oluşturmaktadır.
Türkiye tarihinde uygulanmış hükûmet sistemlerinin etkinliğinin analizinde ideolojik bakış açısı veya politik önyargılarla hareket etmek yerine, tarihsel perspektiften ülke pratiğini ortaya çıkarmak çok daha yararlı olacaktır. Nitekim siyasi tarafgirlikten uzak bakış açısı, geniş ve zengin bir perspektifle şekillenen demokratik zeminde sistemin gelişmesine katkı sağlayacaktır.
Nilüfer Oba Dıș yardımlar, Türk dıș politikasının önemli bir aracı hâline gelmiș bulunmaktadır. Artık Türkiye, hem yardım alan hem de yardım yapan “yükselen donörler” grubuna dâhil bir ülkedir.
Türkiye’nin yaptığı yardımlar uluslararası kamuoyunda da dikkat çekmektedir. Türkiye 2016 yılında, 6 milyar ABD doları ile dünyada en fazla insani yardım yapan ikinci ülke olmuştur.
Diğer birçok donör ülke gibi Türkiye de yardım yaptığı coğrafi bölgelerde önemli bir yere sahiptir. Bununla birlikte, değișmekte olan dünya konjonktürü ve son yıllarda sıkça rastladığımız doğal afetler, Türkiye’nin gayretlerini Afrika ülkeleri gibi çok geniș bir coğrafyaya yaymasına neden olmuștur. Bu yardımlar, Türkiye'nin dıș politika hedeflerine ulașmasına önemli katkı sağlamaktadır.
Uluslararası ekonomi politikası açısından bu kitap, Türkiye’nin yardımlarının hem geleneksel donör hem de Güney Kore gibi diğer yükselen donör ülkelerle karşılaştırmalı olarak tahlil edilmesini sağlayarak, bu alanda bir katkı yapmayı hedeflemektedir.
Bu kitabın diğer önemli özelliği de Türkiye’nin yardımlarına ilișkin bugüne kadar çok az bilinen istatistiklerini gün yüzüne çıkarmasıdır.
Bu kitap ayrıca, Türk dıș politikasının dıș yardımlar konusunda gerçekleștirdiği önemli atılımı ortaya koymayı ve kamuoyumuz tarafından Türk dış politikasının bu yeni aracının bilinmesini amaçlamaktadır.
Murat Yıldız “…Devlet teşkilâtı A'dan Z'ye kadar baştanbaşa bu memleketin ihtiyacıyla telif edilebilecek şekilde tebdil edilmek lâzımdır…”
Refik Saydam'a ait bu söz, Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinde devlet teşkilatının modernleşme ihtiyacına atıf yapıyor. Yeni kurulan devletin yeni idari teşkilatlanma modeline ihtiyaç duyduğunu haber veriyor.
Bu eser, işte bu modernleşme hamlesinde bir işaret taşı işlevi gören Leimgruber Raporu'na odaklanıyor. Dr. Murat Yıldız'ın kendine has üslubu ile titizlikle ele aldığı eser, adını eski İsviçre Şansölyesi Oskar Leimgruber'den alan raporun daha önce yayımlanmayan yönlerini de ortaya çıkarıyor. Türk idare teşkilatının tarihsel gelişimine bir yönüyle ışık tutan kitap, araştırmacılar için kaynak kitap niteliğinde…

M. Serdar Erbaş Kitap; stratejik yönetim ve stratejik planlamayı kuramsal ve kavramsal olarak açıklamakta, pratik uygulama örnek ve önerileri ile somutlaştırmaktadır. Kamu kurumları için stratejik plan hazırlama rehberi niteliği de taşıyan kitapta; stratejik yönetim bünyesinde stratejik planlama, performans esaslı program bütçe, performans programı, yatırım programı, kalkınma planı, orta vadeli program, eylem planları arasındaki bağlantılar; güncel, anlaşılır, pratik uygulama örnekleri ile açıklanmıştır. Bu yönüyle, tüm kamu kurum ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüslerinin bütün düzeylerdeki yöneticileri ile denetim elemanları ve bütün düzeylerdeki çalışanları ile akademik camiaya ve hatta özel sektör yöneticilerine katkı sağlayacaktır. Stratejik yönetim ve stratejik planlamanın bütün bileşenleri, sistem içerisindeki birbirlerini tamamlayıcı özellikleri ile birlikte kısa, öz, akıcı ve anlaşılır şekilde anlatılmaktadır. Bu özellikleri ile özellikle kamu kurumlarının merkez ve taşra teşkilatı, düzenleyici denetleyici kuruluşlar, kamu iktisadi teşebbüsleri, belediyeler, il özel idareleri, üniversiteler gibi kamu kurum ve kuruluşlarının stratejik yönetim ve stratejik planlama süreçlerinde yönetici ve çalışanlar ile bilimsel çalışma yapan akademisyenler için kaynak bilimsel kitap niteliğindedir.

Konu Başlıkları:
• Strateji, Stratejik Yönetim, Stratejik Plan Kavramsal ve Kuramsal Çerçevesi
• Stratejik Yönetim ve Türk Kamu Yönetiminde Stratejik Yönetim
• Stratejik Planlama ve Türk Kamu Yönetiminde Stratejik Planlama
• Stratejik Planı ve Uygulamasını Etkileyen Faktörler
Ali Şahin Türk Kamu Yönetiminde Yapısal Dönüşüm E-Devlet Kavramının Anlamı Kapsamı Türkiye’de E Devlet Uygulamaları Dünyada E-Devlet Uygulamaları Dünyada ve Türkiye’de E-Belediye Uygulamaları E-Devlet ve Güven Konularını İçermektedir
Alper Uzunyol, Bayram Şık, Berk Özgür, Ertuğ İğdeli, Furkan Terzi, Hatice Nur Yerlikaya, Hazal Karadoğan, Hilal Aydın, Nazgul Kenzhetay, Oğuzhan Can, Reyhan Samsama, Sirad Jafar Mohamed Aden, Tuğba Yaşar Kitap, Türk siyasal hayatına alışılmış bir yöntemin ötesinde yaklaşarak devlet, toplum ve ekonomi ilişkilerini bir bütün hâlinde ele almaktadır. 19. yüzyıldan 21. yüzyılın başına değin Türk Modernleşmesinin kırılma noktalarını; politik değişim ve toplumsal süreklilik olguları üzerinden ele alan eser, Türkiye'de siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanında öğrenim gören lisans ve lisansüstü öğrencilerin inceleme kaynağı niteliğindedir. Türk Modernleşmesinin kronolojik bir çizgide ele alındığı eserde, Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş sürecinde inşa edilen kurum ve kuralların felsefi arka planı bölümler hâlinde analiz edilmektedir.
Abdulkadir Macit, Adem Alper Özcan, Ahmet Vedat Koçal, Ali Erken, Doğacan Başaran, Ergenekon Savrun, Halil Emre Deniş, Hasan Acar, Hüseyin Çavuşoğlu, İhsan Ömer Atagenç, Mehmet Tan, Murat Sarı, Münevver Kata, Nuri Gök, Özkan Demir, Süleyman Ekici, Şerif Demir, Yücel Karadaş Siyaset Bilimine katkı sağlama çabasıyla ortaya koyulan çalışmalardan oluşan ve Türk Siyasal Hayatını şekillendiren tarihi dönemeçleri içerisinde barındıran bu kitapta; Türk Siyasal Hayatıyla ilgili sosyolojik bir tahlilden ziyade bu süreci tarihselliği ile ele alan bütüncül bir bakış açısı yer almaktadır. Bunun yanında vaka analizlerinden ziyade siyasi ve toplumsal yaşamı etkileyen önemli kırılma anları tasvir edilmektedir.
Kitap; Osmanlı Modernleşme süreci ile başlayan Türk Siyasal Hayatını, 24 Haziran 2018 seçimleri ile Türkiye'de kalıcı istikrar modeli olarak uygulamaya geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile sonuçlanan süreç bağlamına yerleştirerek değerlendirmektedir.
Osmanlı Modernleşmesi ile başlayan Türk Siyasal Hayatı, aynı zamanda bir yolculuğun da adıdır: Darbeler, koalisyonlar, azınlık hükümetleri, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklar, bu yolculukta, yolu oluşturan temel yapı taşlarından birkaçına örnek verilebilir. Bu kitap, tüm bu süreci bir yolculuk olarak ifade etme çabasındadır.
Ali Çiftçi Kâzım Karabekir hakkında daha önce yapılan çalışmalardan farklı olarak bu çalışmada, onun özellikle siyasal hayatı ölümüne kadar bir bütün olarak incelenmiş ve daha gerçekçi bir Karabekir profili verilmeye çalışılmıştır.
Karabekir, Kurtuluş döneminde M. Kemal Paşa'nın en yakınındaki isim olduğu ve M. Kemal Paşa, ordu müfettişliği görevinden alındıktan ve askerlikten istifa ettikten sonra ona bağlılığını bildirerek bir anlamda Atatürk'ü Atatürk yapan isim olduğu hâlde Kuruluş döneminde nasıl olup da dışlanan isimler arasında yer almıştır? İstanbul'un işgaline kadar Millî Mücadele'ye katılmamış olan İsmet ve Fevzi Paşalar hangi özelliklerinden dolayı kuruluş döneminde Atatürk'ün en güvendiği kişiler olmuşlar, buna karşılık Karabekir ve diğer Millî Mücadele komutanları hangi özelliklerinden dolayı İstiklâl Mahkemesinde yargılanmışlardır?
Bu çalışma, Karabekir'in Cumhuriyet yönetimi konusunda baştaki kararsız ve belirsiz tutumunu, Cumhuriyet'in ilanından habersiz oluşu ve sonradan öğrenişi ile birlikte ele almaktadır. Karabekir'in Cumhuriyet'ten sonra ilk muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının başına geçişini, menkubiyet yıllarında Atatürk'e ve onun yönetim anlayışına getirdiği sert eleştirilerini ve muhalefetini, hürriyet kavramına yaklaşımları bakımından 2. Abdülhamit, Enver Paşa ve Atatürk hakkındaki benzetmelerini kendi eserlerine dayanarak bu kitaptan izlemek mümkündür.
Kitapta, Karabekir'in değişmeyen Sultan Abdülhamit düşmanlığının sebepleri, Millî Mücadele fikrini ilk ortaya atanın kendisi olduğu iddiasından dolayı 1930'larda başına gelen olaylar, polis takibi altındayken 1933 yılında kendisine bir suikast tertiplenmek istendiği ve kendisinin “karşı bir suikast” tehdidi iddiası, Atatürk'ten sonra cumhurbaşkanı olmak istediği iddiaları, yine Atatürk'ün ölümünden sonra CHP'ye dönerek milletvekili olmasının bazı eski TCF'li arkadaşlarınca eleştirilmesi, 1946'da Mareşal Fevzi Çakmak'ın Demokrat Partiyle yakınlaşmasına karşı Karabekir'in de CHP'den TBMM Başkanı yapılması hususları da ele alınmaktadır.
Hasan Berke Dilan 1789 Fransız İhtilali'nin Osmanlı coğrafyasına etkisi tarihî bir olgudur. Batılılaşmanın kaynaklarını burada aramak gerekir. Mekteplerin açılması, topluma yeni bir dinamik kazandıracaktır. Bu dinamik, Jön Türkler hareketidir. Anayasal hareket, Jön Türkler'le başlar. Amaç padişahın iktidarına sınırlama getirmektir. 1876 Anayasası II. Abdülhamid istibdadına çarpacak; İttihat Terakki iktidara taşınırken Almanya'nın safında Birinci Dünya Savaşı'na giren Osmanlı İmparatorluğu parçalanacaktır.
19 Mayıs 1919'da halk kahramanı Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkması da önemli bir tarihî olgudur. Parçalanmış imparatorluğun küllerinden yeni bir Cumhuriyet kurulacaktır. Cumhuriyet devrimleri gerçekleşirken iç ve dış dinamikler rahat durmayacak; şeriat yanlısı, padişah yanlısı, hilafet yanlısı, saraylısı Ankara Hükümeti'ne karşı ayaklanacaklardır.
Türkiye II. Dünya Savaşı'na girmeyecek ama taraf olacaktır. Savaş sonrasında çok partili siyasal rejime geçilirken CHP'nin içinden çıkan bir grup Demokrat Parti'yi (DP) kuracak; bu parti, 1950 yılı seçimlerinde iktidara gelecektir. DP, 1957 yılından sonra ekonomik başarısızlığa uğrayacak ama iktidarı bırakmak istemeyecek; 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi'ne neden olacaktır. Siyasi hayata önce 12 Mart 1971 muhtırasıyla, sonra 12 Eylül 1980 darbesiyle müdahale edilecektir. Yasaklı 1982 Anayasası toplumu dengesiz arayışlara itecek; Avrupa treninden indirilen Türkiye, Amerika'nın yönlendirmesiyle Ortadoğu çıkmazına saplanacaktır. Bu konjonktürün mimarları arasında başarısız koalisyon hükümetleri yer alacaktır.
Yirmi yıllık ders notlarından oluşan bu kitabın tüm okurlarına Türk siyasi hayatını anlamada faydalı olması dileğiyle…
Ömer Lütfi TAŞCIOĞLU Türk-Ermeni ilişkilerinde zorunlu göçe neden olan olayların ve sonuçlarının incelendiği bu kitabın amacı; yaşanan olayların araştırılarak gerçeklerin belgeler ışığında ortaya çıkarılmasıdır. 1. Dünya Harbinin 100. yılında yabancı devletlerin de desteğiyle Ermeni iddialarının Türkiye üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılma gayretleri dikkate alındığında kitabın önemli bir boşluğu dolduracağı ve hem Türk milletine hem de Türkiye Cumhuriyeti yönetim kadrolarına söz konusu baskılara karşı izlenmesi gereken politikalar konusunda yol gösterici olacağı umulmaktadır.
Farklı yaklaşımları ile dikkati çeken ve daha önce ortaya konulmamış bilgi ve belgeleri de içeren kitapta 1. Dünya Harbi öncesinde kendi devletine karşı isyan ederek düşman tarafına geçen ve kurdukları silahlı çetelerle sivil halkı katletmeye başlayan Ermenilerin tabi tutulduğu zorunlu göç uygulamaları ve göç ettirilen Ermenilerin akıbetleri detaylı olarak ortaya konulmuştur.
Kitapta daha önce yeterince ortaya konulmamış olan, Rus işgali ve Ermeni katliamları nedeniyle topraklarını terk ederek göç etmek zorunda bırakılan Anadolu'daki ve Kafkasya'daki Müslüman halkın durumu ile Rus ve Ermeniler tarafından katledilen Müslümanların durumları detaylı olarak incelenmiştir. Bu kapsamda özellikle yabancı kaynaklara dayanılarak iki tarafın kayıpları karşılaştırılmıştır.
Umuyoruz ki bu çalışma sömürgeci Batının ve onların uzantılarının sözde soykırımın 100. yılında Türkiye'ye soykırımı kabul ettirmek üzere yürüttükleri çalışmaların arka planının aydınlatılması ve alınacak tedbirlerin belirlenmesinin yanı sıra, Ermenistan'ın ve Diaspora Ermenilerinin yalanlarıyla kandırılmış olan Ermeni vatandaşlarımızın bilgilendirilmesi yoluyla toplumsal barışa da katkı sağlayacaktır.
Mustafa Köksal Türk siyasi tarihinin 1400’lü yıllardan itibaren Divan-ı Hümayun’dan başlayarak 1877 Meclis’i Umumi ve nihayet 23 Nisan 1920’de TBMM ile olgunlaşan “parlamento kültürü”nün kayıtlı olan ya da araştırmalarla ulaşılabilen arşivlerini farklı bir açıdan inceleyerek “ilk”lerini bir araya getiren bu kitapta; - Türk siyasetinin, paramenter sistemin, “ilk”lerini yaşayarak her dönem biraz daha olgunlaştığını, -Bazı dönemlerin yazılı belgelerine ulaşılamasa da parlamentonun “ilk”lerinin bir hafızasının olduğunu, - Milli egemenlik anlayışının tartışmasız önceliğini ve yasama ve yürütmenin yaşadığı tecrübeleri - Ve sonunda insan merkezli milli bir yönetim ve egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu anlayışının ülkemizde giderek yerleştiğini ve bunun da zamanla geliştiğini görmek mümkündür.
Muhittin Adıgüzel Küreselleşen dünyada bir ülkenin kalkınma ve refah düzeyi, iç dinamikler kadar dış dinamiklerce de belirlenen bir olgudur. Günümüzde, Bilgi Ekonomisi ve Küreselleşme eksenlerinde şekillenen dünya ekonomisi ve küresel rekabet ortamı içerisinde, Türkiye'nin; kalkınma ve refah hedeflerini gerçekleştirebilmesinin, sürdürülebilir bir büyümeyi sağlayabilmesinin ve başta cari açık ve işsizlik olmak üzere önemli kronik yapısal sorunlarını çözebilmesinin gerek ve zorunlu koşulu, küresel rekabet gücüne sahip bir ekonomi olmasıdır. Bu düşünce bağlamında, konunun bir proje bütünlüğü içinde çeşitli boyutları ile incelenip irdelendiği beş yıllık çalışmamızın sonuçları bu kitabımızı da kapsayan;
1. Ekonomik, Kültürel ve Politik KÜRESELLEŞME ve SONUÇLARI
2. Bilgi Toplumu ve Küreselleşme Bağlamında KÜRESEL REKABET ORTAMI
3. ULUSLARARASI REKABET GÜCÜ Belirleyici Faktörler ve Ölçülmesi, Türkiye Bağlamında Bir Değerlendirme
4. TEKNOLOJİNİN KÜRESELLEŞMESİ
5. KÜRESEL REKABET GÜCÜ Türkiye için Sistematik ve Eklektik Bir Yaklaşım
6. TÜRKİYE EKONOMİSİ VE STRATEJİK DÖNÜŞÜMÜ
kitaplarımız ile ortaya konularak Türkiye'nin geleceğini ilgilendiren ve belirleyecek önemli konularda katkıda bulunulması amaçlanmıştır.
Abdullah AYDIN, Ahmet Tarık TÜRKMENOĞLU, Aziz BELLİ, Emre Osman OLKUN, Faruk TEMEL, Hikmet Salahaddin GEZİCİ, Mustafa Burak ÇELEBİ, Onur ÖNÜRMEN, Yasin TAŞPINAR, Yunus NAMAZ 2014 yılında Türkiye'nin kritik ana gündem maddelerinden birisi hiç şüphesiz ilk defa halk tarafından seçimi gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimidir. Recep Tayyip Erdoğan, Ekmeleddin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş'ın yarıştığı seçimlerde; Recep Tayyip Erdoğan en yüksek oy oranına ulaşarak; Türkiye'nin ilk defa halk tarafından seçilen 12. Cumhurbaşkanı olmuştur. Bu seçim; bir yönüyle vesayetçi anlayışın sona erdiğinin göstergesi, diğer yönüyle ise Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı makamının demokratikleşmesi açısından önemli bir kilometre taşı olarak Türk siyasi hayatında her zaman hatırlanacaktır.
Türkiye'de 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi adeta genel seçim havasında yürütülmüştür. Üç aday yürüttüğü siyasal kampanya faaliyetleriyle; bir yandan neden kendilerine oy vermeleri gerektiğini vatandaşlara anlatırken, aynı zamanda diğer adayları desteklememeleri konusunda onları ikna etmeye çalışmışlardır. Rakip adaylara oy vermemeleri hususunda seçmen kitleleri etkilemenin en kolay ve kes¬tirme yollarından biri de siyasal kampanya faaliyetleridir. Günümüzde artan nüfusa bağlı olarak seçmen kitlelere ulaşabilmedeki güçlük, siyasal sorunların gittikçe karmaşıklaşması ve anlaşılırlılığının azalması, kitle iletişim teknolojisinin gelişmesi ve çeşitlenmesi karşısında; siyasi adayların seçmeni etkileyerek ikna edebilmesi için, profesyonel ekiplerin de yardımıyla daha yoğun bir çaba içerisine girdikleri gözlen¬mektedir.
işte farklı üniversitelerden bilim insanlarının bir araya gelerek, akademik işbirliğinin güzel bir örneğini oluşturdukları bu eser; siyaset bilimi ve siyasi iletişim perspektifin¬den hareketle, 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimini farklı yönleriyle mercek altına almaktadır. Bu çalışmanın iletişim, siyasal iletişim ve siyaset bilimi literatürüne önemli katkılar sağlayacağına yürekten inanıyor ve eserin ortaya çıkmasında emeği geçen bilim insanlarını kutluyorum...
Doç. Dr. Şükrü BALCI
Emel İlter Kadınların, erkek meslektaşlarına kıyasla siyasi mecralarda daha az sayıda bulunmaları, siyasette yeterli düzeyde temsil edilmedikleri söylemlerini gündeme getirmektedir. Ancak kadınların siyasette niteliksel temsilini değerlendirebilmek için karar organlarında bulunan kadınların sayıları tek başına yeterli olmamaktadır. Kadınların siyasetteki konumunu olumsuz etkileyen toplumsal, siyasal, hukuksal, bireysel temelli birçok faktör mevcuttur. Bu unsurların neler olduğunun anlaşılması ve bunlara çözüm yollarının bulunarak hayata geçirilmesi, sadece kadınların siyasette görünürlükleri açısından değil demokrasinin düzgün işleyişi açısından da gerekli görülmektedir.
Kitap üç ana bölümden oluşmaktadır. Birincisi, kadının siyasal temsili konusunun anlaşılabilmesi için gerekli olan teorik kısımdır. İkinci kısım, Türkiye'de milletvekillerinin ve seçmenlerin kadınların siyasal temsili ile ilişkisini göstermektedir. Üçüncü ve son kısım ise 2002-2015 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan kanun tekliflerinin özgün bir veri kodlama sitemiyle yapılan içerik analizini ve cinsiyet eşitliği ile kadının siyasal temsiline ilişkin Türkiye genelinde gerçekleştirilen geniş kapsamlı bir anket çalışmasını içermektedir. Mevcut hâliyle bu eser, okuyucuya Türkiye'de kadınların niteliksel temsilinin hem sistem düzeyinde hem de kamuoyu düzeyinde belirleyenlerini görme imkânı sunmaktadır.
Şeref İba Çalışmanın ana konusu Meclis Başkanlığı ve başkanlık divanının kuruluşu ve işleyişi olarak belirlenmiştir.
Faruk Bilir Devlet içindeki en üstün buyurma kudretinin Millete ait olduğunu belirten Milli Egemenlik ilkesi, Türk Hukukunda ilk defa 1921 Anayasasında yer almış daha sonra 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında aynen tekrarlanmıştır. Ayrıca Anayasanın 80. Maddesinde, bu maddenin bir sonucu olarak, Türkiye Büyük Millet meclisi üyelerinin, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün milleti temsil edecekleri hükme bağlanmıştır. Yani egemenliğin sahibi olan millet, bu egemenliğini ancak temsilciler aracılığıyla kullanabilir. Dolayısıyla, milletin temsili açısından, bu temsilcilerin belirlenmesi, hak ve görevlerinin neler olduğu, ne gibi güvencelere sahip oldukları ve görevlerinin ne zaman ve nasıl sona erdiğinin tespiti son derece önemlidir. Çalışma bu öneme haiz durumu detayları ile incelemektedir.
Muhammed Bozdağ Yıldızı her geçen gün parlayan Türkiye’nin tüm iç çatışmalarının temelinin siyasal yasaklama sistemiyle ilişkili olduğu dikkat çekmektedir. Türkiye, siyasi yasaklamayı en katı şekilde uygulamış ülkelerden biridir ve dünya tarihinin belki de en çok parti kapatan tek ülkesidir. Parti kapatma sisteminin odağında laiklik ve bölücülük kavramlarıyla özetleyebileceğimiz iki temel sorun bulunmaktadır. Edinilen ve çalışmaya zemin hazırlayan izlenim: “Türkiye’de AB reformları ne kadar etkili şekilde yapılıyor görünse de, bu iki sorunun çözümü sanılandan daha zor olabilir. Kopenhag siyasi kriterlerinin gerektirdiği demokratikleşme arayışları, tahmin edilenden daha çatışmacı bir zemine kayabilir. Reformların uygulanması için gerekli olan anayasal zemin, açıkçası henüz yeterince oluşturulmamış durumdadır.” şeklindedir. Çalışma, konuya ilgi duyan herkese faydalı, ufuk açıcı olacaktır.
Levent Kalyon Türkiye'nin jeo-stratejik konumu, ulusal ve uluslararası platformda siyaset üretmeye konu olacak değerdedir. Bu nedenle Türkiye'nin topraklarını kullanmak isteyecek sınır ötesi güçlerin olması ve Türkiye'nin tehdit algılamaları doğaldır. Ancak bugün, Cumhuriyet tarihi boyunca yükseliş eğiliminde olan savunma harcamalarının gerekliliğini sadece bu coğrafyaya ve bu coğrafyanın yarattığı tehditlere dayandırmak, Türkiye'nin jeo-stratejik konumu ile ilişkilendirmek tatmin edici ve gerçekçi değildir. Savunma politikalarımızın özgün olmadığı, Türkiye'nin gerçekleri temeline oturmadığı ve kurgulanan senaryolardan kaynaklanan tehditleri merkeze aldığı düşünülmektedir. Türkiye'nin de içerisinde bulunduğu coğrafyada yaratılan askeri-politik ortamın kendiliğinden oluşmadığı ve Türkiye'nin savunma refleksini ve buna bağlı savunma harcamalarını sürekli canlı tutmaya teşvik edecek zeminin hegemon güçlerce hazırlandığına inanılmaktadır.
Dünya genelinde her yıl bir trilyon doların oldukça üzerinde savunma harcaması içeren bir savunma ve silah sektörü yaratılmıştır. Öyle ki milyonlarca insan bu sektörde istihdam edilmekte, yüzlerce dev şirket bu sektörden beslenmektedir. Dünyadaki gelişmeler ne olursa veya nasıl olursa olsun, bu dev şirketlerin ülkesinde ekonomik bir kriz yaşanmaması için bu sektörün aksatılmadan çalışması, silahların üretilmesi ve kullanılması, mühimmatın tüketilmesi gerekmektedir, gerisi detay veya senaryodur. Ancak, uluslararası kapitalizmin başat oyuncuları tarafından planlanan ve sergilenen bu detay veya senaryolar, azgelişmiş ülkeler için yaşanan gerçekler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu çalışmanın temel amacı, Türkiye’nin savunma politikalarının oluşumunda rol oynayan yapı, yönetsel tercihler, ulusal/küresel çevre ve dinamikleri inceleyerek ulusal savunma politikalarımızı analiz etmektir. Türkiye’nin Cumhuriyet dönemi savunma politikalarını tarihsel yaklaşımla analiz eden; savunma yapısı, karar mekanizmaları, politika belgeleri, politika aktörleri olarak politika oluşum sürecinin bileşenlerini bir bütün şeklinde inceleyen ilk çalışma özelliği taşıdığı değerlendirilmektedir. Savunma politikaları oluşum süreci incelenirken, dönemin özelliklerini yansıtan siyasi, askeri ve ekonomik çevre ile birlikte iç ve dış dünyanın savunma politikalarını etkileyen aktörlere de yer verilmiş, bu çerçevede sistem ve temel yaklaşımları merkeze alan değerlendirme ve öz eleştiriler yapılmıştır.
İbrahim Atilla ACAR, Filiz ALSAÇ, Mine Nur BOZDOĞAN, İsmail ÇİLOĞLU, Habip DEMİRHAN, Taylan KIYMAZ, Şaban KÜÇÜK, Mustafa SAKAL, Burcu KILINÇ SAVRUL, Elif Ayşe ŞAHİN, Özge UYSAL ŞAHİN, Mehmet TARAKCIOĞLU, Mustafa TEZEL Dünyanın ve Türkiye'nin hızla değişen dinamikleri çerçevesinde, bölgesel kalkınma politikaları ekseninde de bir dönüşüm süreci yaşanmakta; her geçen gün yeni teoriler, doktrinler, yaklaşımlar ortaya konulmakta ve alan giderek derinlik kazanmaktadır.
Günümüzde küresel ekonominin önemli aktörü konumundaki bölgelerin kavramsal boyutta içeriği de gelişmekte ve bölgeler, "yeni bölgeselcilik yaklaşımı" çerçevesinde bölgesel kalkınmanın itici gücü olarak önemli fonksiyonlar üstlenmektedir. "Sürdürülebilir bölgesel kalkınma" yönündeki eğilimle, bu alanda izlenen politikalar, politikaların amaçları ve araçları yeniden şekillendirilmekte ve alanın sosyal, kültürel ve çevresel boyutları da en az ekonomik boyutu kadar ön plana çıkmaktadır.
Farklı kesimlerden yazarları buluşturan bu çalışmanın amacı; iktisattan siyaset bilimine, maliyeden sosyolojiye, işletmeden bölge planlamaya kadar birçok disiplinin inceleme alanı kapsamında yer alan bu alanın teorik ve uygulama boyutlarıyla analiz edilebilmesini ve tartışılabilmesini sağlayabilecek yazınsal ortamı oluşturabilmek ve bölgesel kalkınmanın taşıdığı önemin büyüklüğü çerçevesinde, Türkiye'nin kalkınması açısından katkı sağlayabilecek noktalara dikkat çekerek bölgesel kalkınma politikalarının, özellikle kamu ve teşvik politikaları bağlamında etkinleştirilmesine yönelik öneriler geliştirebilmektir.
Burak Hergüner, Erol Kalkan, Cengiz Özgün, Hakan Savaş, Hazal Ilgın Bahçeci, Mustafa Uluçakar, Eda Kuşku Sönmez, Vahit Güntay, Muhammed Asıf Yoldaş, Muhammed Samancı, Oğuzhan Erdoğan, İsmail Cem Feridunoğlu Çevre konusu, siyasette yeterince yer bulmakta mıdır? Çevrenin korunması ve çevre bilincinin gelişmesine yönelik konular medyada yeterince kapsamlı ele alınmakta mıdır? Siber güvenlik ve çevre konuları arasındaki ilişkinin boyutu nedir? Çevrenin korunması, özgün bir etik anlayışı gerektirir mi? AB'nin Türkiye'nin çevre politikalarına etkisi nedir? Çevre politikalarının mali boyutu nedir? Karbon temelli enerji politikaları sürdürülerek orta gelir tuzağı aşılabilir mi? İşletmeler, çevreye duyarlı üretim ve pazarlama stratejileri geliştirmekte midir? Ombudsmanlık kurumunun çevreyle ilgili konularda yarattığı değişim nedir? Yerel yöneticilerin çevreyle ilgili konulara yaklaşımı nasıldır? Şüphesiz tüm bu sorular önemlidir ve çevre konusunun farklı boyutlarıyla ele alınmasını gerektirmektedir. Bu kitap, bu ve benzeri sorulara yanıt vermek amacıyla hazırlanmıştır.
Bu bağlamda, toplam altı kısımdan oluşan bu çalışmanın ilk kısmında çevreciliğin etik, ahlaki ve ideolojik boyutu incelenmiştir. Ardından sırasıyla Türkiye'de çevreciliğin tarihî ve siyasal gelişimi; çevrenin uluslararası boyutu ve Türkiye'ye yansımaları; çevresel konuların mali ve ekonomik boyutu; çevre, bürokrasi ve yerel yönetimler; çevre ve medya konuları ayrıntılı olarak incelenmektedir. Sadece ders kitabı olarak düşünülmeyen bu çalışmanın akademisyenlere, öğrencilere ve çevre konusuna duyarlı bütün herkese faydalı olması beklenmektedir.
Mustafa Salep Türkiye'de çok partili siyasal hayata geçilmesi ve serbest seçimlerle iktidarın değiştirilebilmesi, Türk demokrasi tarihi açısından bir kazanım olmuştur. Demokrat Parti, 1950 yılında yapılan serbest seçimle iktidara gelmiş, 1954 ve 1957 seçimlerinde de başarı elde ederek on yıl iktidarda kalmıştır. 27 Mayıs 1960 tarihli askerî darbe ile Demokrat Parti iktidardan uzaklaştırılmış, Türk demokrasisi de inkıtaya uğramıştır. Bu kitapta, Türkiye'nin 1960-1971 yılları arasındaki siyasi serüveni incelenmiştir. Demokrasinin karşılaştığı sorunlar, yeniden normalleşme çabaları, mevcut ve yeni kurulan siyasi partilerin faaliyetleri, yeni anayasal ve siyasal ortamın devlete ve topluma yansımaları, 1961 seçim sonuçlarının zorunlu kıldığı koalisyon hükümetlerinin siyasi politikaları, 1965 ve 1969 seçim sonuçları ile 12 Mart 1971 tarihine kadar tek başına iktidarda kalan Adalet Partisi döneminde yaşanan öğrenci olayları, işçi eylemleri, gösteriler, mitingler, yürüyüşler, boykotlar, işgaller sonucu ve ideolojik nedenlerle ortaya çıkan siyasal ve toplumsal çatışmalara karşı çözüm arayışları ve nihayet Türkiye'nin yeni bir askerî müdahale ile karşı karşıya kalmasına dair konular kitabın içerisinde detaylandırılmıştır.
Erman AKILLI Bir devletin dış politikasına yön veren ögeler, değerler, normlar uluslararası sistemin konjonktürel durumuna göre dönemsel olarak farklılıklar gösterebilmektedir. Nitekim Soğuk Savaş Dönemi'nin güvenlik parametreleri zemininde şekillenen ve realist kuram dünya görüşü ile taçlandırılan dönemin Türk dış politikası, 11 Eylül sonrası şekillenen uluslararası sisteme de bağlı olarak “sert güç” anlayışından “yumuşak güç” anlayışına geçiş gösteren bir paradigma temelinde yükselmektedir. Elbette bu anlayışın özünde, küresel olarak, 11 Eylül saldırıları neticesinde artık güvenliğin klasik araçlar ile sağlanmasının mümkün olmadığının idrakinin yattığını da söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu bağlamda, Türk dış politikasını analiz etme ve dış politikaya yön veren yegâne nüveyi ortaya koyma gayesini taşıyan bu kitap, söz konusu gayeyi devlet kimliği-dış politika ilişkisi üzerinden ortaya koymaktadır. Zira Türk dış politikasının aldığı seyrin devlet kimliği minvalinde açıklandığı bu kitap içerisinde, dönemsel olarak Türk dış politikası incelemeye tabi tutulmuş ve bu bağlamda çeşitli devlet kimliği analojilerine yer verilmiştir. Ayrıca inşacılık kuramı anlayışı üzerinden TİKA, TÜRKSOY, T.C. Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü (Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü), Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumların son dönem Türk dış politikasına etki eden devlet kimliğinin inşasındaki etkileri incelenmiştir.
Işıl Arpacı, Osman Ağır Siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan çok hızlı değişim ve dönüşümlerin yaşandığı günümüz dünyasında devletler, yürütmüş olduğu politikalarla yaşamın değişik alanlarına yön vermektedirler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uygulamakta olduğu politikaların ele alındığı bu kitapta; dış politika, ekonomi, sağlık, eğitim, güvenlik, kentleşme, tarım, yerel yönetim, demokrasi, göç, ulaştırma, çevre ve adalet politikaları, her biri alanında uzman akademisyenler tarafından yirmi yedi alt başlıkta ele alınarak bir bütün hâlinde okuyucuya sunulmaktadır.
Göksel Türker Ekonomi ve siyaset arasındaki ilişkiyi siyasi iktisat yaklaşımıyla inceleyen bu çalışma, Türk siyasi tarihinde yaşanan gelişmelere iki farklı alanın (siyaset bilimi ve iktisat bilimi) yöntemlerini birleştirerek geniş bir perspektiften bakmayı amaçlamaktadır. Bu bakış açısı merkezde tutularak Türkiye'de ekonomi ve siyaset arasındaki etkileşim, Osmanlı Döneminden günümüze kadar siyasi kültür ve demokrasinin gelişimi temelinde analiz edilmiştir. Bu kapsamda okurlara öncelikle temel kavramlar ve teoriler hakkında genel bilgiler verilerek okurlar Türkiye'ye yönelik derinlemesine analize hazırlanmıştır. Ardından Türkiye'de devletin çeşitli dönemlerde ekonomide üstlendiği rol açıklanmıştır. Türkiye'deki ekonomik yapıya yönelik bu açıklamalar bağlamında Türkiye'de devletin ekonomide üstlendiği rolün siyasi kültürün belli nitelikler taşımasında etkili olduğu ve demokrasinin gelişimini Türkiye'ye özgü bir biçimde etkilediği saptanmıştır.
Abdülkadir Şanlı, Aygün Karlı, Ferit Salim Sanlı, Gökberk Yücel, Halim Alperen Çıtak, Halûk Kayıcı, Levent Bayraktar, M. Mustafa İyi, Mustafa Onur Tetik, Nail Elhan 1960'lı yıllarda, Türk Modernleşmesine dair siyasi, iktisadi, toplumsal, fikri alanda birbirinden farklı pek çok yeni arayış ortaya çıktı. Türk siyasi düşünce tarihi açısından da oldukça zengin olan bu dönemde; “Bu düzen nasıl değişmeli?”, “Türkiye nasıl kalkınır?”, “Türkiye nasıl az gelişmişlikten kurtulur?” gibi sorulara cevap arayan aydınlar, muhtelif doktrinler çerçevesinde fikir ürettiler. Birçok aydın “düzen arayışları” içerisine girerken iktisadi, sosyal, tarihî tahliller ortaya koydu ve “düzen” temalı önemli eserler meydana getirdi.
Bu kitap, daha sonraki dönemlere sirayet ederek yeni fikirlerin ve eserlerin üretilmesine vesile olan bu dönemin düşünce malzemesini temele almaktadır. Okurlar burada hem farklı “düzen arayışları”na şahit olacak hem de siyaset bilimi, hukuk, uluslararası ilişkiler, sosyoloji, felsefe, tarih gibi farklı disiplinlerden gelen yazarların kendi metodolojileri ışığında farklı perspektiflerini görme imkânına sahip olacaktır.
Berat Akıncı Türkiye’de 2007 yılındaki anayasa değişikliğinin ardından halk oyuyla yapılan ilk cumhurbaşkanlığı seçimleri, hükûmet sistemi değişikliği konusundaki tartışmaların daha da alevlenmesine neden olmuştur. 16 Nisan Referandumu öncesinde parlamenter sistem geleneği ile yönetilen ülkemizde yeni sistemin ne olacağı, nasıl uygulanacağı, hangi ülke ya da ülkelerden esinlenileceği, cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlar kurulunun hangi görev ve yetkilere sahip olacağına dair düzenlemelere ilişkin pek çok farklı görüş ileri sürülmüştür. Kitapta, Türkiye’de yaşanan hükûmet sistemleri tartışmaları bağlamında öncelikle devlet ve hükûmet sistemleri ile Türkiye’de Tanzimat'tan günümüze yasama, yürütme ve yargı ilişkileri açısından hükûmet sistemi uygulamaları ele alınmıştır. Türkiye’de uygulanan hükûmet sistemlerinin tarihsel gelişimi anayasalar baz alınarak incelenmiş, alternatif hükûmet sistemlerinden olan yarı başkanlık sistemi ve dünyadaki uygulamalarına da ayrıca değinilmiştir. Bununla birlikte olası bir hükûmet sistemi değişikliğinin siyasi, hukuki, demokratik, ekonomik, sosyo-kültürel yapı üzerindeki etkileri ele alınmış ve yine muhtemel bir hükûmet sistemi değişikliğinin uygulanması durumunda doğabilecek sonuçların bürokrat, siyasetçi, sivil toplum kuruluşları ve akademisyenlerin bakış açılarından değerlendirilmesi yapılmıştır.
Yaşar Okur “Performans kavramı, yönetim ve denetimiyle gelişmiş bir kültürün, kıt kaynakların verimli, ekonomik ve etkin kullanımıyla gelişmeye katkısının ifadesi. Performans denetimi, dünyada, günümüzün en önemli konularından biri. Türkiye'de performans denetimi, Sayıştay tarafından 1996 yılından itibaren yapılmakta. Diğer denetim birimlerinin de geç kalınmış olsa da bu denetim türüne bir an önce önem ve öncelik vermesi gerekmekte. Son kalkınma planı olan 11. Kalkınma Planı'na özel hüküm konularak performans denetiminin bütün kurumlarda artık daha aktif hâle getirilmesinin hedeflendiği görülmekte. 2007 yılında yayımlanmış olan bu çalışmanın güncellenmiş hâlinin teori ve uygulamaya değerli katkılar verdiği ve verme potansiyeli taşıdığı kanaatiyle sizleri eserle baş başa bırakıyorum.”
Prof. Dr. Ahmet NOHUTÇU

“Denetimde dünyada ve ülkemizde en önemli alanlardan biri performans denetimi. Performans kavramı, adeta yeni yönetim anlayışlarını klasik yönetim anlayışına göre daha etkin kılan bir kaldıraç gibi. Dünyada yönetim ve denetimdeki gelişmenin algılanabildiği ve uygulanabildiğinin göstergesi olan bir kavram. 2007 yılından beri bilinen bir eserin güncellenmiş hâli olan bu çalışmanın yönetim, denetim ve akademi alanlarındaki çalışmalara değer katacağını düşünüyorum.”
Prof. Dr. Muharrem ES
Yakup Özkaya Türkiye’de kamu yönetiminde yaşanan idari gelişmeler ve hükûmet sistemi olarak cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesi ile birlikte valilerin yetki alanları oldukça genişlemiştir. Bu yetkiler çoğunlukla başta güvenlik olmak üzere kent ve çevre yönetimi, sağlık, ekonomi ve toplumsal konularla ilgilidir. İlde cumhurbaşkanının temsilcisi olan vali, belirtilen konular kapsamında kendisine tanınan idari yürütme yetkisini, politikaların çeşitli aşamalarında kullanmaktadır. Bir konuyu gündeme alma, formüle etme, karar verme, uygulama ve değerlendirme şeklinde belirlenen yetkilerin kamu politikası süreci açısından incelenmesi ve değerlendirilmesi gereksinimi bu kitabın okuyucuyla buluşmasını sağlamıştır. Dolayısıyla kitapta, öncelikle kamu politikası disiplinine yer verilerek valilik mesleği genel hatlarıyla ele alınmıştır. İkinci Bölümde, valilerin yetki ve görevlerindeki değişim tarihsel açıdan incelenmiştir. Bu bölümde; meclis tutanakları, gazete arşivleri ve Resmî Gazete kayıtları etraflıca incelenmiş ve tarihsel süreçte valilerin yetkilerini nasıl kullandıkları tahlil edilmiştir. Son bölümde ise valilerin ve valilik kurumunun uygulamada nasıl bir kamu politikası aktörü olduğunu ortaya koymak amacıyla yaygın bir anket çalışması yapılmış ve valilik kurumuna yönelik vatandaşın algısı ölçülerek konuya ilişkin tespitlerde bulunulmuştur.
Hakan Gökhan Gündoğdu Kamu yönetimi yapısı gereği, etkinlik ve verimliliğin sağlanmasında kurumlar arası koordinasyona gereksinim duymaktadır. Bu nedenle hem özel sektör hem kamu sektörü yönetiminde, yönetim sürecinin işleyişinde koordinasyon ve iş birliğinin yerine getirilmesi gereklidir. Bu bağlamda, bu kitabın amacı Türk kamu yönetiminde koordinasyonun genel çerçevesini bilimsel bir yaklaşımla açıklamaktır. Bu amaca yönelik olarak kitapta; kamu yönetiminde koordinasyonla ilgili teorik bilgiler, Türk kamu yönetiminde 1980'den bu yana yapılan reformlar ve bu kapsamdaki temel dinamikler, koordinasyon konusunda farklı ülke deneyimleri, Türkiye'nin kamu yönetimi reformları ile siyasi ve idari sistemi arasındaki ilişkiler, yeni kamu yönetimi ve yönetişim ekseninde dönemsel olarak hangi tip koordinasyon mekanizmasının Türk kamu yönetiminde daha baskın hâle geldiği ile ilgili çözümlemeler ve değerlendirmeler, kamu yönetimi koordinasyonuyla ilgili Türk kamu yönetimindeki bir kısım güncel politika belgelerinin içerik analizi yöntemiyle incelenmesi gibi konular etraflıca ele alınmıştır. Sonuç olarak bu kitap, Türk kamu yönetimi literatüründe konu ile ilgilenen tüm kesime hitap etmekte ve kamu yönetimi koordinasyonu çalışmalarına ilgi duyanlar için başvuru özelliğine sahip olacağı düşünülmektedir.
Ahmet Nergiz, Ali Ekber Türkan, Alper Özmen, Bayram Coşkun, Bilge Kağan Şakacı, Burcu Demirdöven, Cenay Babaoğlu, Çağrı Çolak, Çiğdem Akman, Ercan Oktay, Hüseyin Gül, İbrahim Çobanlar, Kamber Güler, Muazzez Özdemir, Mustafa Bilken, Mustafa Kesen, Nilay Yalçın, Pelin Babaoğlu, Selçuk Özkaya, Serhan Gül, Sezer Ahmet Kına, Yaşar Orçun Küçükyılmaz Yönetim, dönemsel gelişmelere en hızlı cevap veren olgular arasındadır. Dolayısıyla güncelliğinin düzenli olarak tartışılması gerekmektedir. Kamu yönetiminin dönüşümü ise genellikle belirli alanlarda yapılan bireysel çalışmalarla ele alınmaktadır. Türkiye'deki bazı kamu kurumlarını, kamu yönetimindeki mevcut ve yeni uygulamaların güncel durumunu, geçerliliğini ve gelecek öngörülerini birlikte değerlendiren bu eserin, alana önemli bir katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Türkiye'de Kamu Yönetiminin Geleceği, kamu yönetimini hem bir faaliyet alanı hem de bir disiplin olarak kabul ederek geçmişten günümüze yaşanan dönüşümü ve bu dönüşümden hareketle gelecek projeksiyonlarını ortaya koymayı planlamaktadır. Mevcut eğilimlerin kamu yönetimindeki kümülatif etkisini değerlendirmektedir. Kitabın temel araştırma alanını, Türk kamu yönetimi yapılanması içindeki kurumlar, kuruluşlar ve güncel tartışmalar oluşturmaktadır. Eser, Türk kamu yönetiminin geleceğinden haber verme iddiası ile idari yapılanmaların 2100 projeksiyonunu sunmayı amaç edinmiştir.

Lütfullah Ün Krizlerin eksik olmadığı bir dünyanın ihtiyacı olan yegâne kuruluşların başında koordinasyon merkezleri gelmektedir. Zira koordinasyon merkezleri, olağanüstü durumlarda devletin veya üst kurumun bütün organlarını tek bir merkezden aynı amaç için organize etme ve harekete geçirme kabiliyetine sahiptir. Bu nedenledir ki koordinasyon merkezleri devlet teşkilatı içinde kritik bir yere sahiptir. Üstelik bilgi ve enformasyon teknolojilerindeki gelişmeler bu tür örgütlenmeleri ve faaliyetlerini daha da kolaylaştırmaktadır. “Türkiye'de Merkez Teşkilatın Koordinasyon Merkezleri” isimli bu çalışma, devlet organizasyonunda önemli fonksiyonlar üstlenen koordinasyon merkezlerine yönelik akademik bir bakış açısı sunmaktadır. Çalışma, Türkiye'de bulunan koordinasyon merkezlerini tanımak, görev ve sorumlulukları hakkında bilgi sahibi olmak ile bu alanlarda çalışmalarda bulunmak isteyenler için yeni bir pencere açmaktadır.