Kültür Sosyolojisi \ 1-2
Raheb Mohammadi Ghanbarlou Bu kitapta, 1794'ten 1925'e kadar İran'da yönetimde olan Kaçar hanedanının modernleşme süreci ve aynı dönemde Osmanlı İmparatorluğu'nun modernleşme süreciyle benzerlikleri, farklılıkları ve aynı zamanda kültürel, siyasal, sosyal ve ekonomik modernliğin etkisinin az gelişmiş çevre ülkeler üzerindeki etkileri incelenmiştir. Bu araştırma, modernleşme olgusu çerçevesinde Osmanlı (Türkiye) ve Kaçar'ın (İran) yönetim dönemlerinde yaşamış oldukları kültürel, siyasal, toplumsal ve ekonomik dönüşümler ile bu dönüşünüm temelinde yer alan iç ve dış dinamiklerin etkilerinin karşılaştırmalı olarak irdelenme ve incelenmesine yönelik bir çalışma niteliğindedir. Bu kapsamda Kaçar döneminde yaşanan modernleşme süreci ve bu sürece karşı toplumda oluşan tepkiler incelenirken aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşanan benzer gelişmeler konu edilmektedir. Modernleşme süreçlerinin seçilmiş olma nedeni ise tarihî süreç, coğrafi yakınlık, aynı medeniyet dairesine ait olma gibi ortak paydalara rağmen her iki devlet ve toplumun bu gelişim serüveninin çok az çalışılmış hatta ihmal edilmiş olarak değerlendirilmesidir. Bu sebeple çalışmanın büyük bir önem taşıdığına inanılmaktadır. Ayrıca Türkiye literatüründe Kaçar Devleti'nin tarihi hakkında yayınlanmış ciddi çalışmalara rastlanmamaktadır. Bu çalışma, alanla ilgili bilgi vermek ve literatüre zenginlik kazandırmak açısından önemli görülmektedir.

Cüneyt Gök, Deniz Oğuzcan, Janet Barış, Sabri Özaydın, Umut Şilan Oğurlu Türk Sineması’nın kendi içerisindeki dönüşümü ve gelişimi Osmanlı Dönemi’nden Cumhuriyet Dönemi ve sonrasına kadar çeşitli biçimlerde olmuştur. Başta tiyatrocular dönemi, sonrasında ise sinema dilini geliştirip güçlendiren yönetmenlerle kendi yolunu bulmuş ve özgün bir Türk Sineması oluşmuştur.
Zaman zaman dönemin siyasi etkenlerine göre şekillenen Türk Sineması, kendi başına toplumu anlamak için sosyolojik bir boyut da taşımaktadır.
50 Soruda Türk Sineması kitabı yönelttiği sorularla hem Türk Sineması tarihine hem kendi döneminde öne çıkan yönetmenlere hem de Türkiye’de sinema eğitimine yönelttiği sorularla çok boyutlu bir biçimde Türk Sineması’nı anlamaya yönelmiştir.
Gerek teorik bağlamda gerekse de teknik açıdan incelenen filmler ile yönetmenlere dair sorular cevaplanmış, böylelikle hem akademik alanda çalışma yapan akademisyenler hem de Türk Sineması’nı merak eden okuyucular için çok yönlü bir kaynak olarak hazırlanmıştır. Kronolojik olarak başlangıcından günümüze doğru ilerleyen bir yapı oluşturulmuş ve bu da okuyucunun en baştan itibaren Türk Sineması’nın nasıl gelişip modernleştiğine dair fikir üretmesini sağlayacak bir alan açmıştır.
Süheyla Kaya Onur Süheyla Kaya Onur'un bu çalışması, dünyada ve Türkiye'de açık hava müzelerinin kurulması, gelişmesi ve yaptıkları eğitim programları ile ilgilidir. Açık hava müzesi kavramı, 19. yüzyılda İskandinavya ülkelerinde ortaya çıkmış ve hızla yayılmıştır. İlk açık hava müzeleri İsveç'te (1891), Norveç'te (1894), Danimarka'da (1897) kurulmuştur; bunlar daha çok etnografik açık hava müzeleridir. Türkiye ise arkeolojik açık hava müzeleri açısından zengindir. Her tür müzede olduğu gibi açık hava müzelerinde de eğitim yapmak önemlidir. Türkiye son yıllarda bu alanda önemli adımlar atmıştır.
Müze eğitimi uzmanı Süheyle Kaya Onur'un bu kitabı; arkeoloji, antropoloji, müze bilimi, müze eğitimi öğrencilerine, müze sevenlere ve ana babalara yararlı bir kaynaktır.
Sadettin Kılıç Bir toplum düşünün!
Dilini, dinini, kültürünü bilmediği, kimliğine yabancı, etnik yapısı farklı bir ülkeye, ekonomik motivasyonlu, en fazla 2-3 yıl kalma koşuluyla, ailesini bile yanına almadan “misafir işçi” olarak bir valizle gidiyorlar. Kendi ülkesinde şehir kültürü yaşamadığı hâlde, eğitim ve meslek tecrübesi sınırlı olmasına rağmen, sanayi alanında dünyanın en gelişmiş ülkelerinden birinin teknolojisine katkı sağlamak için metropol şehirlerde çalışmaya başlıyorlar ve kısa zamanda sistem entegrasyonunu gerçekleştirerek, uyum ve iş adaptasyonuyla geniş çevrelerin takdirini görerek, şehir hayatına geçiyorlar.
Günümüzde “Göçmen Türk” olarak adlandırılan ve işçi olarak Almanya'ya giden Türkler, artık işveren ve eğitimli bir Türk-Alman toplumunu oluşturmaya başlamıştır. Bu araştırma, bunların başarısını analiz etmek için hazırlanmıştır. Çokkültürlü Almanya'da en büyük göçmen yoğunluğunu oluşturan Türkler ile ev sahibi toplum arasındaki sosyokültürel temaslar, entegrasyonun gerçekleşmesi esnasında ve sonrasında olumlu ya da olumsuz ana ve destekleyici nedenler incelenmiştir.
İnsanlar öyküleriyle göç ederler!
Almanya'da geçici işçilikten kalıcı vatandaşlığa geçiş sürecinde Türk göçmenler, bir tarafta geldikleri ülke ile olan bağlarını koparmamak ve kimliklerini korumak; diğer taraftan bulundukları ülkenin kültürünü benimsemek ve birlikte uyum içerisinde yaşamanın ideal yöntemi olarak entegre olmaya yönlendirilmişlerdir. Bu kitapta Almanya'daki Türklerin göç sürecinde yaşadıkları olaylar ve günümüz Almanya'sına uyum sürecinde çokkültürlülük, örnekleriyle ele alınmıştır.
İyi okumalar dileriz.
Ahmet Vatan, Alper Kurnaz, Altan Çelik, Ayşen Acun Köksalanlar, Canan Tanrısever, Caner Ünal, Esra Çam, Ezgi Kırıcı Tekeli, Funda Ön, Gökçe Emeç, Gökhan Köksal, Gözde Oğuzbalaban, Gül Nihan Güven Yeşildağ, Hande Akyurt Kurnaz, Hüseyin Aksoy, Kaplan Uğurlu, Lale Yılmaz, Medet Yolal, Mustafa Duman, Nagihan Baysal, Nermin Ayaz, Nilgün Demirel, Nuray Tetik Dinç, Özge Güdü Demirbulat, Özlem Güzel, Seda Yetimoğlu, Sevgül Çilingir Cesur, Sinan Gökdemir, Sinan Kurt, Sonay Kaygalak Çelebi, Tolga Fahri Çakmak, Yağmur Alkır, Zeynep Çokal Anadolu toprakları, jeopolitik konumu gereği birçok medeniyete ev sahipliği yaparken mit, efsane, kutlama, gelenek görenek, örf ve âdetlerin bir araya geldiği kültürel zenginliğe sahip bir coğrafya hâline gelmiştir. Nesilden nesile aktarılan bu ögeler, halk kültürünü oluştururken aynı coğrafyada yaşayan toplumları da bir araya getiren bir güç olmuştur. Geçmişten geleceğe aktarılan bir özelliği olması bağlamında kültür, uluslararası platformda ayrıştırıcı ve farklılaştırıcı bir unsur olarak tanımlanırken ülkelerin sahip olduğu inanışlar ve ritüeller, halk kültürünün örüntülerini oluşturmuş ve somut olmayan kültürel miras alanları olarak tanımlanmıştır. UNESCO tarafından Somut Olmayan Kültürel Miras (SOKÜM) kapsamında ele alınan alanlarda “toplumsal uygulamalar” kapsamında ele alınan inanışlar ve ritüellerin bir araya getirilmesini amaçlayan “Anadolu Halk Kültüründe İnanış ve Ritüeller: Teoriden Pratiğe Kökenleri ve Yansımaları” isimli bu kitap ile geçmişten geleceğe köprü gibi uzanacak olan Anadolu halk kültürü mirasına bir iz bırakılmak istenmiştir. Nereden geldiğini ve neden yaptığımızı bilmediğimiz bazı ritüellerin ve kökeninde yatan inanışların toplandığı bu kitap, Anadolu’nun halk kültüründe yatan inanışları ve ritüellerini kültür meraklılarına sunuyor.
Hep var ol Anadolu…
Burcu Başaran, Derya Tatman, F. Dilek Himam, Gülderen Çavuş, İlke İlter Güven, İzzet Duyar, Kâmil Ahat, Menekşe Sakarya, Merve Çeltikci, Nesrin Kacar, Nurgül Kılınç, Özge Ural, Saliha Ağaç, Serdar Egemen Nadasbaş, Velittin Kalınkara Giysi ve beden ilişkisi, her yerde farklı bağlamlarda farklı anlamları yansıtan sembollerle doludur. Giysiler, başkalarıyla olan etkileşimlerimizi etkileyen görünür sembollerdir. Giydiklerimiz; siyasetin, cinsiyetin ve kimliğin ifadesi için bir araçtır ve giyimi çoğu paradoksal olan karmaşık bir dizi mesajın köküne yerleştirir. Örneğin giyim, bireyi zevkleri aracılığıyla özgürleştirebilir ve aynı zamanda bedeni “kafesleyebilir” veya kontrol edebilir. İnsanlar neredeyse her zaman giyinik olsalar da giysi ile beden arasındaki ilişki, şu ana kadar nispeten daha az keşfedilmiş durumdadır. Giysi, benliği fiziksel ve psikolojik olarak şekillendiren, bedenlenmenin çok önemli bir yönüdür. Son yıllarda sosyal bilimler, bedene yönelik disiplinler arası dikkat çekici bir ilgi artışına tanık oldu. Kitap; bedenimizin boyutu, biçimi ve tavrı gibi belirli yönlerinin, günlük yaşamın sosyal organizasyonu hakkında neler ortaya çıkardığını ve bedenin dünyayla ve etrafımızdaki insanlarla ilişki kurmamız açısından ne kadar önemli olduğunu incelemektedir. “Benim Bedenim Benim Giysim" kitabı, gösterge bilimin geniş bir bağlam yelpazesinde bedeni ve giysiyi anlamak için nasıl ikna edici bir şablon sağlayabileceğini göstererek bedenimiz ve giydiğimiz şeyin anlamı ile ilgilenen herkes için temel bir okuma sağlayacaktır.
Turhan Yörükân Turhan Yörükân'ın çeşitli zamanlarda yayımlanmış yazılarından bir seçme yapılarak hazırlanan bu kitap bir kültür - kişilik etkileşmesini meydana getiren öğrenme, sosyal öğrenme, etkileşme, sosyalleşme süreçlerinin kültürel veya sosyal kişilik oluşmasında oynadığı temel rolü araştırma konusu yapmayı; sosyalleşme denen sürecin zihniyet oluşmasında, kültürel bütünleşmede, kültürün ve tâli kültürün kişiliğe şekil vermede oynadığı rolü ve sosyal etkileşmenin incelenmesine yardımcı olacak teorik ve metodolojik yazıları bir araya getirmeyi amaçlamaktadır.
Vahap Özpolat Türkiye'de farklı kimlikler ve kültürler arasında karşıtlıklara ve birbirine yabancılaşmaya neden olan tedavüldeki olumsuz algı ve ön yargıların, toplumun bir arada yaşama kültürüne, ülkenin birlik ve bütünlüğüne verdiği/vereceği zararın boyutları dikkate alındığında, farklı kimlikler ve kültürlere mensup bireyler veya gruplar olarak, birbirimizi tanımamızın, anlamamızın, empatiyle yaklaşmamızın ne kadar da acil bir ihtiyaç olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Bu bağlamda empati kurması ve kurulması gereken kesimlerden biri de Güneydoğu Anadolu gençleridir.
Sosyal ve psikolojik bir varlık olarak insan, genellikle durduğu yeri, verdiği kararı veya yaptığı tercihi tanımlanma biçimine ve yakıştırıldığı yere göre belirleme eğilimi gösterir. Bu durum, Güneydoğu Anadolu gençlerinin de ekseriyeti için geçerli olup onlara karşı özenli olmayı gerektirmektedir. Zira, onlarla ilgili yapılan tanımlama ve yakıştırmalar, onları kerhen de olsa yapılan tanıma uygun davranmaya, yakıştırıldığı yerde olmaya zorlayabilir. Oysa toplum olarak en acil ihtiyacımız, ülkedeki bütün renkleri, kültürleri ve kimlikleri kapsayacak bir kolektif bilince sahip olmaktır. Bu bilinç, bir diğerini tanımlamayı değil, tanımayı; yargılamayı değil, anlamayı; dışlamayı değil kapsamayı gerektirir. Bilinmelidir ki; ülkede herhangi bir kesimle yerleşik algılar ve ön yargılar üzerinden kurulan; dışlama, tanımlama ve yargılama içeren her türlü ilişkiden en çok zarar gören olgu, toplumun birlikte yaşama kültürü arzu ve iradesi olacaktır.
Birlikte yaşama kültürü bağlamında Türkiye için çözüm: Farklı kültür ve kimliklerin özgürce yaşamasına ve gelişmesine imkân verecek, ama aynı zamanda, çeşitliliğin muhtemel ayrıştırıcı etkilerinden toplumu korumak için farklılıklarla barışık, esnek ve kolektif bir üst kültürde uzlaşmaktır. Çoğulcu, geniş tabanlı olması gereken bu kültürün temel referansları, bünyesindeki kültürlerin kesişme noktaları; millî ve manevi değerlerimiz, insan hakları, demokrasi kültürü, vatandaşlık hakları ve görevleri ile ortak insani ve evrensel değerler olmalıdır.
Leonard J. SWIDLER, Reuven FIRESTONE, Mehmet ESGİN , Kenan ÇETİNKAYA Birlikte yaşama kültürü ve diyalog, huzurlu bir toplumun oluşmasında hayati rol oynayan olgulardır. Asırlar boyunca kendi geleneğimizde ve kültürümüzde yaşattığımız bu değerleri, yirmi birinci yüzyılda yeni okumalarla tekrar hatırlamalıyız. Bunu yaparken de birlikte yaşamanın genel esaslarından birisi olarak karşıdakini de dinlemeli ve onun da birlikte yaşama ilişkin neler düşündüğünü anlamaya çalışmalıyız.
Bu kitabı, işte bu açıdan düşünebilirsiniz. Beş farklı geçmişe sahip akademisyenin, birlikte yaşama ve diyaloğa dair kıymetli makalelerini bir araya getirdik. Katolik, Anglikan, Yahudi ve Müslüman bakış açılarıyla birlikte yaşama, önyargılar ve diyalog meselelerini ele alan elinizdeki kitap, Türkiye'deki diyalog ve birlikte yaşama kültürüne entelektüel düzeyde katkı yapmayı amaçlıyor.
Ferzan Durul, Gözde Aynur Mirza, Özgür Dirim Özkan, Melin Levent, Mehmet Gürlek, Uğur Zeynep Güven, M. Tolga Uslu, Süleyman Şanlı, Sanem Kulak Gökçe, Abdurrahman Yılmaz, Ebrar Akıncı, Mehtap Demir, Erdem İlgi Akter Yüz yılı aşkın zamandır “insan”ı bütüncül olarak ele alma iddiasında bulunan antropoloji, yeni bir sosyal bilim dalı olarak tarihteki yerini almış; zaman içinde kültürel olguların değişmesiyle kendisi de dönüşüme uğramış, alt disiplinlere ayrılmıştır.
Bizi Şekillendiren Kültür – Sosyal ve Kültürel Antropolojiye Giriş kitabı da bu sosyal bilim alanını tanıtıcı bir metin olarak okuyucuya sunuyor.
Antropolojinin ortaya çıktığı koşullardan başlayarak diğer sosyal bilimlerle etkileşimini izleyen bu kitapta; kuramsal yaklaşımlar kadar antropolojinin; saha deneyimleri, araştırma yöntemleri, dil, iktisat, cinsiyet, aile, siyaset, hukuk, din ve sanat alanlarını değerlendirmesi de tartışılıyor.
Aynı kalan ve/veya başkalaşan herşey kültürün alanına giriyorsa insana dair ortaklıklar ve farklılıklar da kültürel antropolojinin çalışma alanına giriyor demektir. Bu kitap; "bizi şekillendiren kültür"ü, "kültürü şekillendiren biz"i dahil ederek tartışıyor ve iki yönlü bir antropoloji çerçevesi çiziyor.
Alptekin Keskin Neden Türkçe pop değil de K-Pop veya neden Kore? Doktor, mühendis, öğretmen, öğrenci, din görevlisi gibi her meslek grubundan ve her yaştan hayranı bulunan K-Pop'u çekici kılan unsurlar nelerdir? Bu kitap, dünyada ve Türkiye'de gençler arasında hızla yaygınlaşan K-Pop hayranlığını temel alan bir araştırmaya dayanmaktadır. Araştırmada K-Pop hayranlığı, BTS grubu ve hayran grubu olan ARMY üzerinden ele alınmıştır. K-Pop hayranlarının demografik özellikleri nelerdir? K-Pop hayranlarının aile hayat tarzları nasıldır? BTS'in gençlerin hayatındaki yeri nedir? Hayran olmanın anlamı nedir? Hayran olmanın bireysel ve toplumsal sonuçları nelerdir? Hayranların Kore kültürüne ve ürünlerine ilgisi nedir? Bunlar ve bunlar gibi soruların cevapları kitapta ortaya konmuştur. Ayrıca kitapta araştırma bulguları ile dünyanın diğer bölgelerindeki ARMY hayran grubu üyeleri ile ilgili yapılan araştırma sonuçları karşılaştırılmıştır. Böylelikle çalışma kapsamında Türkiye'de Z kuşağı gençliği olarak tabir edilen gençlik içerisinde önemli bir yönelimi gösteren K-Pop hayranlığı bireysel, toplumsal ve kültürel düzlemde sebep ve sonuçlarıyla ortaya konmaya çalışılmıştır. Diğer taraftan çalışmada Güney Kore'nin yaratıcı endüstrilere olan teşvik politikaları ile Kore Dalgası'nın tüm dünyada yayılımının, ülkemizde karar vericiler için ekonomi politik açıdan dikkatle takip edilmesi gerektiği işaret edilmektedir.
Ali Birbiçer, Ali Fidan, Ferhat Arık, Halil Çakır, İlbey Dölek, Kemaleddin Taş, Mehmet Ali Kirman, Ozaj Suliman, Yalçın Çetin "Okumak, iki ruh arasında âşıkane bir mülakattır. Sanırım ben bu hayata bu mülakata hazırlanmak için gelmişim." diyen Cemil Meriç'e göre düşünmek, okumak, tenkit etmek ve bu suretle kitaplarla ve kitapların oluşturduğu dünyada bir ömür geçirmek hayatının ana gayesini oluşturmuştur. Kitaplar, limandır Meriç için; o limana binlerce yazarı, onlarca düşünürü konuk eder. Evi de öğrenme-öğrenci konukevi gibidir. Bir fikir insanıdır Meriç, tıpkı Meriç Nehri'nin suları taşıdığı gibi o da fikirleri taşır ömrü boyunca. Gözlerin görmeye yetmediğini, görmek için okumak, düşünmek de gerektiğini hep haykırır. Bu fikir haykırışları bazen dünyanın tüm kayalıklarında yankılanır, bazen kimilerinde ve kimi yerlerde fikir yapraklarını bile kımıldatmaz. Fakat Cemil Meriç; fikirleriyle, yazılarıyla, düşünceleri ile zihnimizde yani aramızda yaşamaya devam etmektedir. İşte Cemil Meriç'in otuz beşinci ölüm yıldönümü anısına hazırlanmış olan bu eserle de başta Meriç'in daha da anlaşılmasına, okunmasına ve biraz da Meriç'çe düşünmenin, eleştirmenin, kamus, ümran, irfan ve dünya meselelerine Meriç'in hakikat arayışındaki yöntemlerle bakabilmenin yolunun açılacağı umudunu taşımaktayız.
Arzu Evecen, Yeliz Kendir - Gök Bu kitapta, giysilerdeki aleni ve dolaylı cinsiyet kodlarının değişik dönemlerdeki ilk kullanımlarına yönelik anlatısal tutumdan beslenilmiş ve Batı toplumlarını referanslayan örneklere başvurularak bu kodların okunmasına daha güçlü bir anlam kazandırılmasına kaynaklık edilmiştir. Giysiler ve kimi tamamlayıcılarının cinsiyetlendirilmesi, toplumsal davranış içinde konumlandırılan sosyal rollerle ilintilidir ve çoğu kültürde roller, cinsiyetçi giyimi imleyen bir gösterge olarak belirmiştir. Bu sözlerden hareketle burada, cinsiyet ve toplumsal cinsiyetin geçmişe dönük incelemesi yapılarak seçilen başlıklarda sunulan giysi ve tamamlayıcılarının cinsiyet koduna ulaşmalarındaki düşünsel ve davranışsal edimler açıklanmıştır.
Mazlum Ar, Mehdi Pekedis, Murat Dinç, Müslüm Reyhanoğulları, Nurettin Özgen, Sami Zümrüt, Sedat Benek, Selim Bozdoğan, Sevgi Erdem, Süleyman Cengiz Ege İnsanlık tarihi, çok boyutlu siyasal mücadeleler tarihidir. Amaç, iktidar olmak ve ilgili tüm varsılları kontrol altında tutarak konforlu bir yaşam sürdürmektir. Marksist teorisyenler de kısmen bu veçhe üzerinden toplumların tarihini sınıf mücadelelerinin tarihi olarak tanımlar. İktidar olmanın nimetlerinden yararlanan sermaye sınıfı, artı değer kazanımını sürdürmek için emek gücüne ve toplumsal tüketim döngüsüne ihtiyaç duyar. Çünkü toplum, sermaye sınıfı tarafından bir tüketim borsası olarak görülür. Bu düşünsel kurulum zamanla tüm eylem ve düşünsel pratiklere sirayet ederek sıradanlaşabilmektedir. Zira iktidarlar, ideolojik kurulumunu sürdürmek için, yapılandırılmış bir topluma ihtiyaç duyarlar ve bu durum genellikle kültür kavramıyla tecessüm eder. Toplumun kültürel kodlarını şekillendiren ideolojiler, Althusser'in tanımıyla "bireyleri özne olarak çağırır". Kültürel norm ve değerlerle kodlanan, toplum ve özne olarak çağrılan birey, ideolojik kurulumların failleri olarak işlev görürler. Böylelikle toplumun temel normlarından sayılan din ve inançlardan etnik ve ulusal geleneklere, toplumsal kimlik ve temsiliyet formlarından birlikte yaşamayı olanaklı kılan radikal demokrasilere kadar tüm yapısal kurulumlar iktidar tarafından tanzim edilir. Fakat bu ideolojik kurulumlar, genellikle "biz-onlar", "dost-düşman" gibi karşıtlıklar ve aygıt olarak kullanılan sosyal kimlikler üzerinden yürütülmektedir. Oysa elzem olan, tarihin saklı tuttuğu bu ideolojik kurulumları ters yüz etmektir. Baskılanan ve yok sayılan kimliklere alan açmak ve temsili çoğulculuğa dayalı çokkültürcülük politikalarını hayata geçirmek, en makul gerekliliklerdendir.
Ahmet Murat Kadıoğlu, Aierken Maiergeya, Çile Maden Kalkan,Esra Büyükbahçeci, Derya Adalar Subaşı,Gonca Unal Qiang, Güneş Şahin, Hasan Tuncer, Nilay Ağırnaslı, Noriji Fujimoto, Nuray Pamuk Öztürk, Reyhan Eraslan, Sema Gökenç Gülez, Seungeun Kim-S. Göksel Türközü, Yingjie Wang, Bilgen Gül - Bilsen Ş. Özdemir, Deniz Dilşad Karail Nazlıcan, Duygu Özakın,İren Dilara Kongaz, Hasan İçen,H. Necmi Öztürk, Seyyal Körpe Kemer, Zoya Şengüder Gündelik yaşam, “yaşamın sıradan bir şekilde akması, her gün tekrarlanan davranışlar, alışkanlıklar ve bizi çevreleyenler” olarak tanımlanır. Bunun yanı sıra gündelik yaşam, içinde bulunulan toplumun kültürü ve kültürel değerleri, sanatı, edebiyatı, mutfağı, inançları, felsefesi, dili gibi birçok konu hakkında bilgi vermektedir. Bu sebeple gündelik yaşama kültür bilim penceresinden bakarak Doğu ve Batı kültürlerini kapsayan bir araştırma hazırlamak, Doğu'da ve Batı'da Gündelik Yaşam adını verdiğimiz çalışmamızın temel amacını oluşturmaktadır.
Doğu ve Batı kültürlerinde gündelik yaşamın izlerini sürecek olan bu araştırma, söz konusu kültürler arasında bir köprü kurarak kültürel benzerlikleri ve farklılıkları açığa çıkarmayı amaçlamaktadır. Bunun yanı sıra çalışmamız, tarihî süreç içerisinde toplumların sahip oldukları kültürel değişimleri göz önüne sererek farklı medeniyetlerdeki gündelik yaşamların tarihî kökenlerini ortaya çıkarmaktadır.
Kitap, gündelik yaşam çalışmalarına ve farklı kültürlere ilgi duyan okuyuculara yönelik olmasının yanı sıra bilimsel bir araştırma olmasından dolayı akademisyenlerin, araştırmacıların, lisans ve lisansüstü düzeyindeki öğrencilerin başvuracağı yardımcı bir kaynak olması bakımından da önem taşımaktadır.
Pınar Aykaç, Bahar Aykan, Sena Kayasü, Mesut Dinler, Sarper Ataşer, Burcu Selcen Coşkun, Hasan Münüsoğlu, Şule Tepe ve Sena Temel Dünden Bugüne Bugünden Düne; kültürel miras, kimlik ve bellek inşa süreçlerinin birbirleriyle etkileşimlerini ve farklı ölçeklerde, muhtelif aktörler tarafından kurgulanış ve temsil biçimlerini Türkiye özelinde ele alıyor. Sosyal inşacı bir anlayış benimseyen bu derleme kitap, üç bölümden oluşuyor. İlk bölümdeki yazılar, Cumhuriyetçi ve Yeni-Osmanlıcı millî kimlik ve geçmiş anlatısı arasındaki çatışmaların somutlaştığı mekânları merkeze alıyor. İkinci bölüm, kültürel miras yönetiminin farklı aktörler ve aidiyet ilişkilerini içeren çok katmanlı ve karmaşık yapısını tartışmaya açıyor. Son bölümdeki yazılar ise “unutulmaya yüz tutmuş” geçmişi şimdide yeniden kurma ve canlandırma süreçlerine odaklanıyor.
Pınar Aykaç, Bahar Aykan, Sena Kayasü, Mesut Dinler, Sarper Ataşer, Burcu Selcen Coşkun, Hasan Münüsoğlu, Şule Tepe ve Sena Temel’in katkılarıyla…
Hasan AYDIN Çokdilli ve çokkültürlü eğitim, son yıllardır eğitim dünyasında ön plana çıkan bir fenomen olup ve tüm öğrenciler için temel eğitimi hedefleyen kapsamlı bir okul reformu sürecidir. Bu eğitim türü, okullarda ve toplumda ırkçılık ve ayrımcılığın her türlü biçimini reddederken, toplumun üyelerinin çeşitliliğini destekler. Bu eğitim reformu ayrıca farklı din, dil, ırk, renk, yaş, cinsiyet, sosyal statü, ekonomik düzey, gelenek, görenek gibi kültürlere sahip olan öğrencilere eşit eğitim hakkı tanımaktadır. Çokkültürlü çokdilli eğitim sadece toplumun baskın kültüründen farklı kültüre sahip olan öğrenciler için değil, bütün öğrenciler içindir. Bu tür bir eğitimde hedef; eğitimde fırsat eşitliği sağlamak, kültürel çatışmalardan doğan sorunları çözmek, öğrencilerin birbirlerine karşı empati kurmalarını desteklemek, birbirlerinin kültürlerini tanımak ve içerisinde çalışarak akademik başarılarını artırmaktır. Bu kitapta, Türkiye'de gerçek anlamda etkili çok kültürlü ve çok dilli eğitim programlarının geliştirilmesi amacıyla, hedef olarak belirlenen 20 ülkede kullanılan çok kültürlü ve çok dilli eğitim programlarına odaklanılmış ve şu anda dünya genelinde yer alan tartışmaların bir sentezi sunulmuştur. Bu kitabın bir diğer özelliği ise ABD, Avrupa ve diğer bazı ülkelerde başarıyla uygulanan çokkültürlü ve çok dilli eğitim programlarının incelenmesi ve derlenmesi sonucunda, bu fikirlerin Türk Eğitim Sistemi için nasıl faydalı hâle getirilebileceği sorusunu yanıtlamaktır.
Abdullah Çetin, Betül Yanık, Birsen Bağçeci, Devrim Ertürk, Erol Çetin, Fahrettin Korkmaz, Mikail Aydemir, Musa Öztürk, Mustafa Gül, Serkan Ünsal, Zülfü Demirtaş Bu kitap, YÖK’ün 2018 yılında güncellediği öğretmen yetiştirme programında yer alan ders içeriği ve alanda öne çıkan konular göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır.
Kitapta; hem öğretmen adaylarına hem de eğitim sosyolojisine ilgi duyanlara, sosyolojiyle ilgili temel kavramlar, eğitim sosyolojinin anlamı ve işlevi, eğitim sosyolojisindeki yaklaşımlar, eğitim-toplum ilişkisi, toplumsal değişim ve eğitim, ahlaki bir sistem olarak okul, yabancılaşma ve eğitim, küreselleşme ve eğitim, toplumsal tabakalaşma ve eğitim, eğitim sosyolojisinin Türkiye’deki gelişimi konularında temel bilgiler verilmektedir. Kitapta güncel konulara ve örneklere yer verilerek, eğitimin sosyal boyutu ön plan çıkartılmıştır.
Mine Gözübüyük Tamer Bir Afrika atasözünde denildiği gibi “Müzik değişince dans da değişir”.
Kadim bir geçmişe sahip eğitim olgusu da zaman ve mekâna bağlı olarak değişmekte, Durkheim'in ifadesiyle her çağda o döneme özgü eğitim anlayışı ortaya çıkmaktadır. İnsan neredeyse her şeyi eğitim sayesinde edinebilmekte böylelikle kültür dünyasına dâhil olup bütün yönleriyle gelişebilme imkânı bulabilmektedir. Toplumsal sorunların çözümünde ve değişim sürecinde temel bir mekanizma olarak karşımıza çıkan eğitim olgusu, eğitim sosyolojisinin merkezinde yer almaktadır. Her meselenin sosyolojik bir yönü olduğu vurgusundan hareketle aslında topluma ait tüm birlikteliklerin eğitimle kesişen yolları birlikte düşünülmektedir.
Eğitim sosyolojisi, sosyoloji disiplininin uzmanlık alanlarından biridir. Sosyolojinin kendine özgü analitik perspektifini, sosyal teorilerini ve araştırma yöntemlerini kullanmak suretiyle sosyoloji disiplininin gelişimine katkıda bulunarak insan ve toplumsal yaşamı hakkında eleştirel düşünmemizi ve eğitimdeki sosyolojik sorunlarla ilgili sorular sormaya devam etmemizi sağlar. Her türden eğitim anlayışı öncelikle şu sorulara cevap vermekle işe başlar: Eğitim nedir? Niçin eğitiyoruz? Nerede eğitiriz? Neyi bilmemiz gerekiyor? Kimi eğitiriz? Nasıl eğitiriz? Her dönemde bu sorulara verilecek cevaplar değişmekle birlikte toplumsal sorunlar, eğitim yoluyla çözülür mü? Toplumların sürdürülebilirliğinde eğitimden nasıl yararlanılır? Toplumun amaçlarının gerçekleştirilmesinde eğitimden nasıl yararlanılır? İstenilen durum ve davranışlar, eğitim yoluyla nasıl sürdürülebilir? Eğitimin içeriğini oluşturan düşüncenin, değerlerin ve politikaların toplumsal kaynakları nelerdir? Eğitimin bireysel ve toplumsal değişime etkileri nelerdir? Dijital dönüşüm ve yapay zekânın eğitime etkileri nelerdir? Bu ve bunun gibi sorulara makro ya da mikro boyutta çalışmalar yapmak suretiyle elde edilen verilerden hareketle cevap verilebilmektedir.
Kavramsal ve kuramsal zeminde eğitim ve toplum olgusunu farklı sosyolojik perspektiften ele alan bu kitap; toplum ve eğitimin birlikteliğini felsefi, tarihi ve sosyal zeminde anlamlandırmaya ve açıklamaya çalışmaktadır. Kitapta; eğitim olgusunu biçimlendiren önemli felsefi sistemler, kuramlar ve bu eğitim kuramlarını temsil eden belli başlı düşünürler düşünceleri, kuramları ve bu kuramları temellendiren ilkeleri ile birlikte ele alınmakta; farklı kuramsal yaklaşımlar ışığında eğitimin odağındaki konular ve çalışma alanları gözler önüne serilmektedir. Eğitim sosyolojisinin, dünyada ve Türkiye'de ortaya çıkış süreci ve gelişimi aktarılarak öncü düşünürlerin görüşlerine yer verilmektedir. Son olarak PISA sonuçlarından hareketle öne çıkan ülke eğitim sistemlerinin genel özellikleri okuyucuya sunulmaktadır.
Ben Fincham ‘Refah konusundaki tartışmalar çoğu kez ahlakçı ben bilirimciliğe sürüklenir. Çokça ihmal edilen eğlence kavramının bu yüksek kavrayışlı analiziyse bir hoş geldin yanıtı sunar. Vakitlice, hoş bir kışkırtma.’
—Joe Hallgarten, Kraliyet Sanat, İmalat ve Ticaret Cemiyeti, İngiltere
‘Bu, “eğlence sosyolojisini” net bir biçimde telaffuz etmeye yönelen ilk kitap niteliğindedir [...] o, şu ana kadar sosyal hayatın görmezden gelinen bu alanına dair içtenlikle hayranlık uyandırıcı ve yenilikçi bir anlayış getirmiştir. Ayrıca eğlencenin yaşamlarımızda oynadığı merkezî rolü teslim etme ve önceden önemsizleştirilmiş olan bu olguya dair sosyolojik bir kavrayış geliştirme amacı bakımından açıkça başarılı olmuştur.’
—Ruth Woodfield, St. Andrews Üniversitesi, İngiltere
‘Fincham’ın analizi keşifsel olmakla beraber analitiktir de; kuramsal anlayışları, ampirik olarak zengin örneklerle ustalıkla bir araya getirmiştir.’
—Susie Scott, Sussex Üniversitesi, İngiltere
Eğlence nedir? Mutluluk veya zevkten hangi bakımdan farklıdır? Eğlendiğimizde eğlendiğimizi nasıl anlarız? Bu kitap, sorgulamadan kabul edilen bu toplumsal olgunun kapsamlı olarak sosyolojik açıklamasını yapmak bakımından bir ilktir. Fincham; çocukluktaki eğlence anılarımız, yetişkin olarak yaptığımız eğlence, işte sesi boğulmuş eğlence deneyimlerimiz ve yaşanmış eğlence deneyimlerimiz gibi konuları irdeler. İlk elden hikâyelerin yanı sıra eğlenceyi yorumlamak için yeni bir yaklaşımın kullanılması suretiyle, eğlencenin ciddiyetsiz veya önemsiz fakat aynı zamanda da mutlu yaşam için zaruri olarak görülmesi paradoksu ortaya koyulur. Kontrol, sınırı aşma ve eğlencede toplumsal ilişkilerin önceliği konularını ele alan Eğlence Sosyolojisi, nasıl eğlenmek istediğimiz ve yaptığımız eğlenceyi kimin belirlediği hususunda tartışma açmak niyetindedir.
Ahmet Oktan, Ahmet Talimciler, Aslı Karamollaoğlu Favaro, Canan Uluyağcı, Gülgün Meşe, Güliz Gülçin Güzelgün, Huriye Kuruoğlu, Lale Kabadayı, Mehmet Oğulcan Turan, Nesrin Kula Demir, Nevin Yıldırım Koyuncu, Zühal Çetin Özkan Erkeklerin yarattıkları ve kendilerini egemen kıldıkları hegemonik ortam, zamanla geri dönerek kendilerini ezmeye başlamıştır. Ezilen erkek ise kendi ezikliğini örtbas etmek için kadını daha çok ezmeye çalışmıştır. Günümüz erkeği, bir yandan yeni yaşam tarzının getirdiği beklentiler, öte yandan yüzyıllardır devam eden “erkek olma” kriterleri arasında sıkışıp kalmış gibidir. Toplumsal vicdanı olan bazı erkekler, yaşanan bu sıkışmışlığın farkında. Pek çok erkek ise değişimin farkında olmayıp kadın-erkek eşitliği konusunun gündeme gelmesinin ve yıllardır sürdürdükleri iktidarın sarsılmasının yegâne sebebinin yine kadınlar olduğunu düşündükleri için sözel ve/veya fiziksel şiddetin dozunu artırmaktadır. Öyle görünüyor ki erkek kimliği üzerine düşünmedikçe şiddet hikâyeleri dinlemeye, okumaya ve yazmaya devam edeceğiz. Şiddeti üreten ve uygulayan zalim rolündeki temel aktör olan erkeklere dayatılan kimliğin ciddi bir şekilde yeniden sorgulanması ve bu bağlamda, değişen şartlara göre yeniden kurgulanması gerekmektedir.
Erkeğin özgürleşmesinin, günümüz şartlarında olması gereken gerçek kimliğini sağlıklı yaşamasının yolu, şu andaki mahpusluğunun farkında olmasından geçiyor. Bu mahpusluk ise geleneksel değerlerin dayattığı erkek kimliği ile modernizmin dayattığı erkek kimliği arasında sıkışıp kalmış olmaktan kaynaklanıyor. Bu durumdan kurtulmanın yolu özgürleşmekten, özgürleşmenin yolu ise kişinin kendisiyle yüzleşmesinden geçiyor.
Paul Atkinson, Amanda Coffey, Sara Delamont, John Lofland, Lyn Lofland Etnografi, tek bir sınıflandırmaya ya da tek bir sosyal bilim alanına sığmayacak kadar farklı özelliklere bürünebilen, uygulandığı her ortamda farklı anlamlar kazanabilen, basit bir araştırma yönteminden daha fazlasına sahip entelektüel bir uğraştır. Bu özelliklerinden dolayı onu en iyi şekilde tasvir etme ve anlama yolu, sahadaki çeşitli hâllerini okuyucu ile paylaşmaktan geçmektedir. Bu kitap, etnografiyi alanla ilişkisi bağlamında anlatmaya yönelik önemli bir girişim ve aynı zamanda etnografik araştırma yapmak isteyenleri özendirici, teşvik edici ve destekleyici bir ruhla yazılmış kapsamlı bir etnografik metodoloji ve yöntem metnidir.
Kitabın bazı bölümlerinde özel olarak kaleme alınmış olan etnografik mülakat, odak grup çalışmaları, katılımlı gözlem ve saha notları alma gibi tümüyle teknik becerileri geliştirmeye odaklanan içerikler özellikle etnografik bir saha araştırması gerçekleştirmek isteyenler için güçlü bir rehber niteliğinde. Etnografinin bir metodoloji olarak sosyal bilimler alanında çok geniş ve çeşitli kullanımları olduğuna şüphe yok. Antropoloji, sosyoloji, siyaset bilimi, iletişim bilimleri, işletme, sağlık bilimleri, kültürel çalışmalar, hukuk, pazarlama vb. birçok alanda kullanılabilen etnografik metodoloji, tüm bu alanlar açısından güçlü bir disiplinler arasılık ve kesişimsellik barındırıyor. Etnografi El Kitabı etnografinin bu kesişimselliğini özellikle ortaya koymakta. Tüm bu özelliklerinden dolayı kitabın etnografik metodoloji konusunda Türkçe alan yazındaki boşluğu doldurmaya yönelik mütavazı bir katkı olmasını umuyor ve etnografik saha çalışmalarındaki birikimin zenginleşmesine ve araştırmacıların bu alanda beceriler kazanmasına vesile olmasını diliyoruz.
Seyit Gezer Bir insan göçerse dünyadan eğer,
Sen öyle bilme ki tek bir can gider.
Her sönen bakışta sayısız dilekler,
Her küçük tabutta bir cihan gider.
Şehriyâr

Sözlü tarih, sıradan olanın tarihini arayan, aynı zamanda sıradan olanın tarihin içine yerleştirilmesine vesile olan bir yaklaşımdır. Otoritenin sunduğu, çerçevesi belirlenmiş anlayışın dışında kalan yoksul sınıflar ve bu sınıflardan oluşan toplumun sosyal tarihi, sözlü tarih yaklaşımının çıkış noktasını oluşturur.
Anonim ya da ferdî karakter taşıyan sözlü kültür ürünlerinde de toplumun tarih ve medeniyetine ait izler bulunmaktadır. Bu nedenle sözel tarih yaklaşımının folklor için ne denli önemli olduğu bir gerçektir.
Ağıtlar edebî bir tür olmasının yanında yas kültürü ile anlam bulan sosyal tarihe ait zenginlikleri barındırmaktadır. Ağıtlar; hayatın acı gerçeğinin, yaşanılan çaresizliğin, insanların kadere teslimiyetinin edebî göstergesidir. Ağıtlar, yaşanan elim bir hadisenin neticesinde söylenmiş olması nedeniyle aynı zamanda tarihe düşülen notları da içinde bulundurur. Bu açıdan bakıldığında ağıtlar, içinde sosyal tarihi saklayan önemli manzumelerdendir.
Esra Şölentaş, Hakan Saraç, Kamile Sinem Küçük, Kübra Çağlıyan Şakar, Mehtap Yılmaz, Muhammed Taşkesenligil, Olga Nikolayevna Grigoryeva, Onur Aydın, Pınar Turan Özdemir, Reşat Şakar, Selin Tekeli, Svetlana Stomatova Gelenek, görenek, inanç ve kaideler kültür kavramının önemli ve vazgeçilmez unsurlarındandır. Kültürel bir miras olarak geleneklerin ait olduğu toplum üzerinde büyük bir etkisi vardır. Kadim bir millet olarak Rusların da, kökleri çok eskilere dayanan ve buna da sıkı bir şekilde bağlı oldukları güçlü bir gelenek yapısı bulunmaktadır.
Köklü Türk-Rus ilişkilerinin XXI. yüzyılda daha pozitif bir ivme kazandığı günümüzde, Rus milletini gelenekleriyle daha yakından tanımak amacıyla hazırlanan bu kitapta; Rusların doğum, ölüm, düğün, giyim-kuşam, yeme-içme vb. gibi gelenekleriyle Maslenitsa, Paskalya gibi dinî ve millî bayramlarına dair bilgiler ele alınmakta, ayrıca Rus mitolojisi, Rus aile yapısı, Ruslarda dostluk kavramı, selamlaşma gelenekleri, Rusların batıl inançları gibi gelenekle ilgili birçok kültürel ögeye de yer verilmektedir.
Bu kitap, ülkemizde Rus kültürü alanındaki büyük bir boşluğu doldurarak hem ders kitabı olarak hem de karşılaştırmalı kültürel çalışmalar yapan araştırmacıların yararlanabileceği bir kaynak niteliğindedir.
Erdoğan Mert Ülkeler arası gelişmişlik farklarını anlamak, bu farkların kapanması yönünde atılacak ilk adımdır. Günümüz dünyasına bakıldığında bu farkların azalmadığı, tersine artma eğiliminde olduğu, hatta kronikleştiği görülmektedir. Bu da gelişmişlik farklarının sebeplerinin tam olarak anlaşılamadığını göstermektedir. Bu çalışmanın amacı, ülkemizde popüler bir sohbet konusu olan “Türkiye ne zaman Norveç olur?” gibi sorulara cevap bulabilmektir.
Bu soru çeşitlendirilip genelleştirilebilir: Neden bazı ülkeler sürekli olarak gelişip zenginleşirken bazıları “orta gelir tuzağı” sarmalından çıkamıyorlar, bir dönem büyüseler de belli aralıklarla derin krizlerle karşılaşıyor, baştan başlıyorlar? Gelişmiş ülkelerin vatandaşları neyi doğru yapıyorlar ya da gelişmekte olan/az gelişmiş ülkelerin vatandaşları nerede hata yapıyorlar? Bireyler veya toplumlar ülkelerinin gelişmişlik seviyelerini belirleyebilirler mi? Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde uygulanabilecek bir gelişmişlik formülü var mıdır?
“Gelişmişliğin formülü” ifadesi ilk başta “simya” ya da “gençlik iksiri” gibi ütopik bir ifade gibi görünmektedir. Ancak simyanın kimya bilimine, gençlik iksiri bulma hayalinin de tıp/eczacılık gibi bilim dallarına öncülük ettiği düşünüldüğünde, doğru sorular sorup doğru yöntemler kullanılarak ulaşılan doğru verilerle doğru analizler yapılarak bu formüle ulaşılabileceği düşünülmektedir. Gelişmiş ülkelerin zamanla belli koşullarda geliştiği bilgisine dayanarak bu ülkelerin gelişmesine yol açan ortamı merkezine alan çalışma sonucunda “her ülkeye uyarlanabilecek evrensel bir formül” bulma yolunda tartışmaya açılabilecek bir temele ulaşıldığı düşünülmektedir.
Alim Koray Cengiz, Atik Aslan, Ebru Bingöl, Emre Kolay, Erhan Tekin, İlbey Dölek, İlker Eroğlu, M. Ali Kirman, Mustafa Çakıcı, Nure Seylan, Orhun Burak Sözen, Yalçın Çetin, Yücel Karadaş Toplumsal yapı ve değişme, sosyal bilimlerin anahtar kavramlarıdır. Toplumsal değişmenin bu bağlamda iki temel itici gücünden biri teknoloji, diğeri ise nüfustur. Nüfus artışının doğumlarla olması kadar göç ile ortaya çıkması ise toplumsal değişmede rol oynayan en önemli faktörün teknolojiden sonra göçler olduğunu bize gösterdiği gibi göç çalışmalarına olan ihtiyacın da altını çizer. Günümüzde yaşadığımız göç olgusu ve göçmenleri anlayabilmek ve sorunlara çözümler üretecek politikalar geliştirebilmek için daha fazla bilimsel çalışma ve yayına ihtiyaç olduğu açıktır. Kuşkusuz elimizdeki son derece kapsamlı ve özenle hazırlanmış bu kitap da göç ve kültür ilişkisinin değişik alanlardaki etkilerini daha iyi anlamak için son derece önemli bir çabadır ve emeği geçenleri kutlamak gerekir.
Prof. Dr. Aytül KASAPOĞLU

Son yıllarda göç olgusuna artan ilgiyle beraber göçü ve göçmeni anlamada göç ve kültür ilişkisini disiplinlerarası şekilde ele almak gerekli hâle gelmiştir. Çünkü yerli göç literatüründe hâlihazırda göç ve kültür ilişkisini disiplinlerarası bakış açısıyla ele alan çalışmalar oldukça sınırlıdır. Bu eser, göç ve kültür ilişkisini farklı disiplinlerin bakış açılarıyla ele alması bakımından değerlidir. Eserin hem göç araştırmacılarına hem de bu alanın okuyucularına katkı sağlaması temennisiyle…
Prof. Dr. Mehmet Ali KİRMAN & Dr. İlbey DÖLEK

Abdullah Akat, Abonoz Küçük, Ahmet Keskin, Berna Ayaz, Hamiyet Özen, Mehmet Aça, Mehmet Ali Yolcu, Mehmet Çeribaş, Mustafa Aça, Mustafa Dinç, Ülkü Kara Temelleri Batı Avrupa’da atılan halk bilimi, 20. yüzyılın başlarından itibaren Batı Asya’ya, Akdeniz havzasına ve Kuzey Amerika’ya doğru yayılma eğilimi göstermiştir. Anadolu merkezli Türk halk bilimi araştırmalarının başlangıcı da bu döneme tarihlenmektedir. Türkçü aydınların öncü çalışmaları ile bilimsel bir formasyona kavuşma yolunda ilerleyen Türk halk bilimi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kültür politikaları bağlamında hızlı bir gelişme göstermiştir. Halk bilimi araştırmalarının kurumsal çerçevede yürütülmeye başlanması, bu yeni bilgi kolunun akademimizde temsil edilmesi sonucunu beraberinde getirmiştir. 1960’lı yıllara uzanan bu sürecin ilerlemesinde ve halk biliminin kültür bilimleri içindeki öneminin anlaşılmasında pek çok bilim insanının unutulmaz hizmetleri olmuştur.
Halk biliminin; akademilerin “Türk Dili ve Edebiyatı” bölümlerinde lisans ve lisansüstü düzeyde bir anabilim dalı hâline gelmesine ek olarak bütünüyle halk bilimi alanında uzmanlar yetiştirmeyi amaçlayan “Halk Bilimi” bölümlerinin açılmasıyla öğretim materyallerine duyulan ihtiyaç her geçen gün daha da artmıştır. Farklı bakış açılarının ve yenilikçi görüşlerin ortaya konulduğu kaynaklara duyulan ihtiyaç çeşitli çalışmalarla karşılanmaya çalışılmıştır. Halk Bilimi El Kitabı, bu çalışmalara bir yenisini eklemek amacıyla hazırlanmıştır. Akademimizin Türk Dili ve Edebiyatı, Halk Bilimi, Antropoloji, Müzikoloji, Mimari, Sanat Tarihi, El Sanatları gibi bölümlerine lisans ve lisansüstü düzeyde kaynaklık etmeyi amaçlayan bu kitapta halk biliminin kapsamında yer alan hemen bütün konular, alanlarında uzman akademisyenler tarafından işlevsellik gözetilerek değerlendirilmiştir.
Adnan Bülent Baloğlu, Alev Çakmakoğlu Kuru, Ayşe Canatan, Ayten Er, Ayten Koç Aydın, Banu Metin, Fulya Bayraktar, Hacer Tor, Hale Fatma Şıvgın, Huriye Reyhan Demircioğlu, Pelin Öztürk Göçmen, Selin Ertürk Atabey, Tuba Tokuçoğlu Yumuşak, Ülfet Görgülü, Zeliha Kayahan, Zeynep Merve Şıvgın “Kadın ve Kültür” adlı bu kitap, kültürü oluşturan farklı disiplinlerde kadın konusunun ele alındığı makalelerden oluşmaktadır. Alanında uzman
akademisyenler tarafından kaleme alınan bölümlerde kadın; felsefe, sosyoloji, hukuk, edebiyat, tarih, sanat, sanat tarihi, iktisat, politika, din, bilim, medya gibi pek çok alan açısından İncelenmektedir. Bu kitapta, olabildiğince geniş ve akademik bir perspektif olması, kadın çalışmalarının ufkunu genişletmektedir. Eser, problematik ve tematik zenginliği ile kadın konusunda nitelikli okumalar ve araştırmalar yapmak isteyenler için kapsamlı bir kaynaktır.
Seyit Gezer Bu eser, Kayseri Alevileri arasında önemli bir yere sahip olan Yedi Bucak Avşarları üzerine kaleme alınmıştır. Eserde, bu topluluğun bireyleri arasında derlenen sözlü kültür ürünlerinin zenginliği ortaya konulmuş ve bu ürünlerin kimlik, tarih, inanç gibi değerlerdeki belirleyiciliği izah edilmiştir.
Kitapta ele alınan konular, ilmî süzgeçten geçirilirken önümüzdeki dönemde Kayseri Alevilerini bütüncül anlamda inceleyecek çalışmalara model olma özelliği taşıyacak şekilde tasnif edilmiştir.
Elde edilen veriler müracaat eserlerine başvurularak tahlil edilmiş, bu işlem yapılırken Anadolu'nun ve Türk dünyasının farklı yerlerindeki benzer uygulamalarla mukayese edilmiştir. Karşılaştırmalar ve yorumlamalar sonucu sözlü kültür ürünlerinin kaynakları, bu kaynakların Yedi Bucak Avşarları için hangi işlevi üstlendiği açıklanmıştır.
Yedi Bucak Avşarları, kolektif kimlikleri ile okuyucuya tanıtılırken dar çerçevede Kayseri Alevileri, geniş çerçevede Türk kültür ekolojisi içindeki yerleri de gösterilmeye çalışılmıştır.
Emel Baştürk Akca Bu kitap, kimlik ve medyada kimlik temsilleri üzerine yapılmış çalışmaları tam da postmodern çağın kimlikler üzerine tartışmaları popüler hale getirdiği bir ortamda bir araya getirmeyi hedeflemiştir. Kitapta, bireysel ve daha ağırlıklı olarak kolektif kimlik üzerine politik tartışmalara girilmiş olsa da aslında bu kitap iletişim akademisyenleri tarafından yazılmıştır. İletişim alanının disiplinler arası niteliği yazarları medyada kimlik temsillerini analiz ederken küresel çağda kimlikler, Türkiye ve hatta Avrupa tarihi üzerine tartışmalara girmeyi de zorunlu kılmıştır. Bu çerçevede kitabın amacı, çeşitli olaylara ilişkin medya metinlerinin analizlerini bir araya toplamak değil, modernist milliyetçilik, küresel çağda milliyetçiliğin aldığı yeni biçimler, Türkiye’de 1990’ların sonlarında karşımıza çıkan popüler milliyetçilik, “Avrupalılık“, “Avrupa kimliği“ ve bu kimlik tasavvurunda Türkiye’nin yerine ilişkin tartışmaları, medyadaki temsilleri üzerinden yeniden tartışmaktadır. div align“justify“İki kısımdan oluşan kitabın ilk kısmında Türk milliyetçiliği ve modernleşmesi çerçevesinde Türk ulusçu söyleminde ötekileştirme, milliyetçiliğin değişken ve farklı koşullara uyum sağlayabilen yapısı içinde ötekilik söylemlerinin de değişimine odaklanılmış, Türkiye’de popüler milliyetçi söylemler de tartışılmıştır. İkinci kısımda ise son yıllarda Avrupa ülkeleri içinde yoğun biçimde tartışılan “Avrupa kimliği“ kavramı ve bu kimlik tasavvuru içinde Türkiye’nin yerine ilişkin makaleler yer almıştır. Makalelerde, Avrupa basınında (özellikle Fransa ve İspanya örneğinde) Türkiye’nin nasıl temsil edildiği incelenmiştir. Çalışmanın sosyal bilimlerin bütün alanlarında eğitim veren akademisyen ve eğitim gören öğrencilerin yanı sıra medya ve kimlik konularına ilgi duyan herkese faydalı olacağı düşünülmektedir.
M. Cengiz YILDIZ, Mustafa GÜNDÜZ Komşuluk, sosyal etkileşimin farklı boyutlarıyla yoğun bir şekilde yaşandığı toplumsal bir olgudur. Bu olgu, sosyal bilimlerin pek çoğunun inceleme alanına girmesine rağmen, daha çok sosyolojiyi ilgilendiren boyutlara sahiptir. Bu toplumsal gerçekliğe karşın, komşuluk Türkiye'de, sosyologlardan gerekli düzeyde ilgi görmemiştir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Türkiye'deki sosyoloji anlayışının, Batı'nın etkisinde olmasıdır. Geleneksel komşuluk ilişki biçimlerinin izleri, modern Batı toplumlarında büyük oranda kaybolmaya yüz tutmuş olmasından dolayı, komşuluk konusu, Batı sosyolojisinde göz ardı edilmiştir. Buna karşılık, geleneksel komşuluk ilişkilerinin, Türkiye'de hâlâ canlı bir şekilde varlığını sürdürdüğü gözlenmektedir.
Komşuluğun ele alındığı bu eser, sözü edilen alandaki boşluğu doldurmak amacına yönelik olarak hazırlanmıştır. Eser, TÜBİTAK tarafından desteklenen bir proje çalışmasının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bir yönüyle; akademisyenlerin, bağımsız araştırmacıların ve sosyal bilimlerin farklı alanlarında öğrenim gören öğrencilerin istifade edebilecekleri veriler içermektedir. Bunun yanında, bir “araştırma projesi örneği” olarak da araştırmacıların ilgisini çekebilecek özelliklere sahiptir.
Lisa Gezon, Conrad Kottak, McGraw-Hill KÜLTÜR, insanlık tarihinden, günümüzde küreselleşmenin ve iklim değişikliğinin toplum üzerindeki etkilerine; kimliklerimizin oluşum ve ifade ediliş şekillerine; ritüel ve törenlerin anlamlarına; iktidar ve güç ilişkilerine; geçim kaynaklarımızdan yaşam biçimlerimize kadar insan yaşamının toplumsal dinamiklerini bütüncül bir yaklaşım ve geniş bir yelpaze içinde analiz ediyor. Günümüzde antropoloji bilim dalının bakış açısını örnekleriyle sunuyor. Aynı zamanda, ele aldığı konularla iş dünyasının, güvenlik sektörünün, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkilerin, tıp ve sağlık dünyasının; edebiyat, tarih, ekonomi ve coğrafya meraklılarının, kısaca kendisini ve dünyayı merak eden düşünürlerin ilgi duyacağı, heyecan verici bir kaynak. Kültür, balığın içinde yaşadığı su gibidir: bizi sarmalar, içinde yaşarız ve çoğu zaman farkında olmayız. KÜLTÜR çevrenizdeki dünyayı fark ettirecek.
Abdürrahim Özmen, Aylin Eraslan, Berivan Vargün, Burak Şahin, Çağdaş Demren, Hüseyin Türk, Kutay Üstün, Mustafa Çapar, Sibel Cengiz Şüphesiz insanı inceleyen tek bilim dalı antropoloji değildir. İnsanı ve onun yaşamını konu edinen sosyoloji, psikoloji, tarih, ekonomi vb. gibi sosyal ve beşerî bilimler de bulunmaktadır. Ama antropoloji, insanı, bunlardan farklı olarak genelde iki yaklaşımla ele almaktadır. Bunlardan biri biyolojik diğeri de kültürel yaklaşımdır. Antropoloji, biyolojik ve sosyal bilimlerin yaklaşımlarını birleştiren tek bilimdir. Onun temel uğraş alanları, bir yandan canlılar âleminin bir üyesi olarak insanın biyolojisinin araştırılması diğer yandan toplumun bir üyesi olarak insanın kültürünün ve davranışlarının araştırılmasıdır. İnsanla ilgili her şeyi inceleyen antropoloji; insanın biyolojik ve kültürel gerçekliğini bir arada incelediğinden dolayı bütüncüldür ve biyokültürel yaklaşımı benimser. Antropolojinin güzelliği, biricikliği ve güçlüğü de onun bu bütüncül yaklaşımından kaynaklanmaktadır. Öyle ise bütüncül ve yeterli bir insan ve kültür kuramı bu üç varlık alanını temsil eden, insanın biyolojik yapısı, kültürü, onun doğal çevresine ve bu üçünün birbiriyle karşılıklı ilişkisine yer vermelidir. Antropolojik bakış açısının bütüncül ve biyokültürel olması gerekliliği ortadayken ne yazık ki Türkiye antropolojisinin bu konuda oldukça yetersiz ve eksik olduğu bilinmektedir. Bu kitabın yazılmasının gerekliliği ve zorunluluğu da işte tam da bu biyokültürel bakış açısının eksik ve yetersizliğinden doğmuştur. Bu kitabın yazılması ve basımının, sosyal ve kültürel antropolojideki eksik ve yetersiz olan bütüncül ve biyokültürel bakış açısının yerleşmesine katkı sağlayacağı düşünülmüştür. Ayrıca antropolojinin kültürle ilgili olan kısmındaki isimlendirme sorununun bir son bulacağı ön savıyla, hâlâ kullanılan Etnoloji, Kültürel Antropoloji, Sosyal Antropoloji isimlendirmelerinin yerine “Sosyal ve Kültürel Antropoloji” isminin kullanılarak ve yaygınlaştırılarak bu kavram kargaşasının son bulacağı düşünülmektedir.
Geert Hofstede, Gert Jan Hofstede, Michael Minkov Yetmişten fazla ülkede kırk yıldan uzun süredir yürütülen çalışmalara dayanarak kaleme alınan Kültür ve Örgüt kitabı, iş birliği yapmak herkesin çıkarına
olduğunda dahi insanların neden birbirinden uzaklaştığını incelemektedir. Michael Minkov'un Dünya Değerler Araştırması'ndan elde edilen verilerden
çıkardığı analizlerin yanı sıra Gert Jan Hofstede'nin kültürlerin evrimine ilişkin açıklamalarına dayanan bu çalışma:
• Ulusal toplumların inşa edildiği "ahlaki daireleri" ve insanların düşünme, hissetme ve hareket etmelerini sağlayan incelenmemiş kuralları ortaya koyar.
• Ulusal kültürlerin eşitsizlik, girişkenliğe karşı alçak gönüllülük ve belirsizliğe tolerans durumlarında nasıl farklılaştığını araştırır.
• Örgüt kültürlerinin ulusal kültürlerden nasıl ayrıştığını ve bunun nasıl yönetilebileceğini açıklar.
• Kalıp yargıları, dildeki farklılaşmayı, 2009 ekonomik krizinin kültürel kökenlerini ve diğer kültürler arası dinamikleri analiz eder.
Milay KÖKTÜRK Cassirer, kültür dünyasını sembolik formlarla açıklamakla, kültürün düşünsel boyutunu açığa çıkarmıştır. Hem kültürün kaynağı, hem de onu bilecek olan bilinç, böylece yeniden konumlanmıştır. Kültür; ne salt maddî bir şey, ne de mutlak metafiziksel bir üretimdir. Kültürde özne ve nesnenin konumu doğal dünya tablosundaki gibi değildir. Orada özne nesneyi zihinsel olarak şekillendirip, sembolik formlar hâline getirir ve böylece kendi dünyasını kurar. Bu dünyayı bilen özne de verili ve tamamlanmış şey dünyasının nesnelerini değil, kendinden dışlaşmış sembolleri, yani düşünsellik taşıyan, başka bir içeriği temsil eden duyusal fenomenleri bilir.
Bu yaklaşımla Cassirer'in kültürü düşünsel temele dayandırması, kültür hakkında yapılan ve içi doldurulamadığı için belirsizlik taşıyan çok genel tanımlara da açıklık getirir.
Merve Çetin Kılıç Düğün törenleri; örf, âdet, gelenek ve görenek gibi kültürün pek çok unsurunu içinde barındırmaktadır. Bunun yanında düğün sürecinin toplumsal yapıya ait kültürel ögeleri içerdiği; bireylerin duygu, düşünce, davranış ve tutumlarının belirleyici özelliğinin bulunduğu ve bireylerin hayatla­rıyla ilgili karar alma süreçlerinde de etkin bir role sahip olduğu kabul edilmektedir. Kırıkkale örneklemi ile ele alınan bu çalışma; şehre ait düğün zamanı, düğün hazırlığı, düğün sektörü ve düğün grubu müşterisi gibi düğün ile ilişkili pek çok kavramın var olduğunu ve bunların önemli görüldüğünü ortaya çıkarmıştır. Kırıkkale'de düğün sürecinin genellikle örf, âdet ve inançlara göre şekillenen birtakım hazırlıklarla sürdürülerek geleneksel kültüre bağlı olunmasının yanında gerek merasimlerin uygulanması gerekse evli kişiler ve onların ailelerinin düğün sürecindeki rolünün yeniden yorumlandığı görülmüştür.
Gıyasettin Yıldız Erkeklik, çokça tartışılan ancak çok az sorunsallaştırılan bir kimlik konusudur. Bu konunun en çok tartışılan yönü ise ataerkil yapı düzeni içerisinde gücü elinde bulunduran erkek cinsiyetine ait bir kimlik biçimi olması ve ona kazandırdığı avantajlardır. Bu nedenle de erkeklik kimliğine ilişkin sorunsallaştırmalar çoğunlukla yalnızca görünürdeki uygulamaları ele almakta ve her yerde aynı biçimde geçerli olan bir ideal erkeklik tipinin var olduğu kabulü ile hareket etmektedir. Hâlbuki kimlik söz konusu olduğunda evrensel bir kimlik biçiminin geçerli olmadığı gibi ülkelere, bölgelere ve hatta farklı ırk ve etnik kökene dayalı yerel kültürlerin kendine özgü kimlik biçimlerinin olduğu birçok etnografik çalışmada ortaya konulmuştur. Elbette teknolojik gelişmeler sonrası yaygınlaşan kitle iletişim araçları, iletişim alanında devrimsel değişimlere neden olduğu gibi etkileşim alanında devrimsel nitelikte değişimlere neden olduğundan farklı coğrafyalarda yer alan kültürlerin ve kültüre ait kodların birbirinden etkilenmesinin de zeminini hazırlamıştır. Kültürel alanda oluşan bu zemin moda gibi güçlü bir olguyla başka bir boyuta geçmiş ve küresel ölçekte kültürel bir değişimin gerçekleşmesine neden olmuştur. Dolasıyla kültürel kodlarda medyana gelen değişim, aynı zamanda kimlikleri oluşturan kodların değişimi anlamına geldiğinden kimliklerin gündelik hayat alanında sergilenme biçimlerinde, iletişim ve etkileşimlerinde değişimlere neden olarak yeni pratiklerin ve uygulamaların ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Bu kitap da kimliklerin yapısında ortaya çıkan bu yeni durumun nasıl yapılandığını anlamak için Şanlıurfa ili özelinde erkeklik kimliğinin izini sürerek geçmiş ve şimdiki zaman arasında değişen kültürel kodları ve bunlar arasındaki bağlantıları “gündelik hayat” kuramları perspektifinde ortaya çıkarmayı amaç edinmektedir. Böylelikle bu kitap ile günümüzde var olan farklı erkeklik kimliklerine bir ışık tutulacağı gibi gelecekte de inşa edilecek olan erkeklik kimliklerine ilişkin bir öngörü oluşturacağı düşünülmektedir.
Conrad Phillip Kottak Kültürel Antropoloji – Kültürel Çeşitliliği Takdir Etmek, bugün antropolojinin temel sorunsallarını, kavramlarını ve kuramlarını güncel örnekleri ve tartışmaları ile ele alan bir temel kaynak niteliğindedir. Kitap, özellikle ABD'de antropolojinin nasıl şekillenmiş olduğunu ve antropoloji eğitiminin hangi konular üzerinde durduğunu belgeleyen bir ders kitabı özelliği taşımaktadır.
Columbia Üniversitesinden doktorasını almış olan Amerikalı antropolog Konrad Phillip Kottak (d. 1942); Brezilya ve Madagaskar'da araştırma yürütmüş ve ders kitabı niteliğindeki eserleri en çok okunanlar listesine girmiş, ödüller almış ve birçok dile çevrilmiş bir yazardır. Yazar, Amerikan toplumunu da antropolojinin bakış açısı ile izlemekte ve modern mitolojilerin gelişmekte olduğunu savlamaktadır.
Kottak, kitapta; antropolojinin küçük ölçekli toplumları derinlemesine inceleme geleneğini günümüzde küreselleşme, çevre sorunları ve hareketleri gibi güncel oluşum ve sorunlarla birlikte değerlendirmektedir. Etnisite, sosyal sınıf, azınlık toplulukların konumu, cinsel kimlik gibi kültürel çeşitliliklerin sosyal bilimlerin bakış açısı ile nasıl değerlendirildiğinin farkında olmak, bizim coğrafyamız açısından da gerekli bir uğraştır. Kitap; sadece antropologlar için değil her yaştan siyaset bilimciler, medya ve iletişim uzmanları, uluslararası ilişkiler ve tarih, psikoloji “öğrencileri” için de değerli bir kaynaktır.
Rana Esin Şahin, Mehmet Çakır Göçler çağını yaşadığımız şu dönemde doğal olarak en çok tartıştığımız konular arasında kozmopolitanizm, diğer bir ifade ile dünya vatandaşlığı konusunun yer alması umulurdu. En azından “makul bir okuyucunun”, küresel sistemde işler yolunda gitseydi göç temalı bir kitaptan ya da tartışmadan bunu beklemesi anlaşılabilirdi. Ancak göç olgusu her zaman olduğu gibi kapalı bir kutu misali farklı ve beklenmedik hikâyelere ev sahipliği yapabiliyor. Yirmi birinci yüzyıl, dünya vatandaşlığı konusunu gündemine alacak küresel hukuk sistemi inşasının çağı olma beklentisi bir yana, bölgesel alanlara zaruri hapsolmuş, parmak ısırtan hikâyeler barındırmasıyla yine fark yaratıyor…
[Bir yabancının daha üstün olmasını asla istemezler. Eskiden anne babalar buraya çalışmaya gelmişler ve hiç okumamışlar. Bu yüzden onları hep böyle görmüşler. Ama şimdiki yeni nesil okuyor; dilleri var, üniversiteye gidiyor, yüksek lisans yapıyor. Ben o zamanlar bir okulun içinde çalışıyordum. Bir bölüm vardı ve orada artık yabancılar da okumaya başlamıştı. Bir kadın, “Artık eskisi gibi ellerini kirletmek istemiyorlar; üniversite okuyorlar, yüksek lisans yapıyorlar. Zor işlere girmek istemiyorlar. Okudukları için daha güzel yerlere geliyorlar. Eskiden yabancılar kötü ve ağır işlerde çalışıyorlardı; şimdi artık okuyorlar, bizim gibi oluyorlar.” demişti birisi...] Irkçılık; yirmi birinci yüzyılın tam da başında bu düşünceye sahip egemen kültür temsilcilerinin söylemleri ile [Biz ne orada Türk'üz ne burada Türk'üz. Biz de nereye ait olduğumuzu tam olarak bilmiyoruz.] arada kalmışlığı yaşayanların inşa ettiği toplumsallığın bir sonucu olarak görülüyor... Kültürel motiflerle ve özellikle söylem ile süslenince oluveriyor kültürel ırkçılık…
Hülasa elinizdeki bu kitapta; Avrupa'da yaşayan Karamanlı göçmenlerin etnik kökenleri, dinî inançları, dilleri, yaşam şekilleri ve giyiniş biçimlerinin gündelik hayatlarına, okul, iş ve diğer yaşantılarına etkisi "kültürel ırkçılık" odağında gerçek katılımcılar gözünden incelenmektedir.
Zehra Kaderli Beden; insan yaşamının doğadan, dolaysız deneyimden koparılarak icat edilmiş söylemsel kategorilere ve gerçeklik rejimlerine göre baskı altına alındığı, şeyleştirildiği ve biçimlendirildiği ve adına da uygarlaşma, kültür, bilim, teknoloji, gelişme ve ilerleme denen tahakküm ve şeyleşme sürecinin hem hedefi hem de ürünü olmuştur. Doğadan kopmanın ve sembolik kültürün icadıyla başlayan bedenin bu makûs tarihi, insani varoluşun esas boyutu olan bütüncül bedenleşme deneyiminden bedenin bir şeye, nesneye, kategoriye, sembole, metafora, yüzeye ve organizmaya indirgenmesi sürecini ifade etmektedir. Bildiğimiz hâliyle beden ve bedenleşme deneyiminin neliği ve nasıllığını açıklayan teorizasyon projesi bütünüyle sosyo kültürel bilimsel söylem, pratik ve kurumların etkileşimsel yapılandırmasının bir neticesidir.
“Bedenlerin ve deneyimlerin gerçekliğini dışa vuran temsillerin temelindeki söylem ve gerçeklik rejimlerinin kimlerin bedenlerine, deneyimlerine, inisiyatiflerine ve çıkarlarına dayandığı” sorusundan hareketle eleştirel, feminist, fenomenolojik ve pragmatist yaklaşımlar çerçevesinde beden ve bedenleşme deneyiminin yapılandırılma serüvenini ele alan bu kitap, söylemsel biçimlendirmeden kaçılamayacağını ileri süren postmodern teslimiyetçi yaklaşımdan farklı olarak bedenleşme deneyiminin direniş ve öz belirlenim potansiyelinin ve failliğinin arkasında durur. Çünkü beden, varoluşsal özelliklerimizin tümünün eş zamanlı ve etkileşimsel olarak örümlendiği ve ancak yapay bir düzlemde ayrıştırılabileceği bütüncül bir deneyimdir. Hiçbir söylem, bedenleşme deneyimlerini bütünüyle zapt edemez. Bedenleşmenin deneyimsel boyutu her zaman söylemi sorgulayabilecek, alaşağı edebilecek ve kendi gerçekliğini ortaya koyabilecek bir faillik potansiyeli barındırır.
John W. Berry, Ype H. Poortinga, Seger M. Breugelmans, Athanasios Chasiotis, David L. Sam Bu eser, kültürlerarası psikoloji alanına önemli katkılar sunmuş araştırmacıların, kendi çalışma alanlarını psikoloji öğrencilerine ve meraklılarına kapsamlı biçimde tanıtmayı amaçlayan değerli bir çalışmadır.
Kitabın Giriş Bölümü, alandaki temel kavramları ve araçları tanıtarak takip eden materyali anlayabilmek için gerekli olan kuramların ve yöntemlerin ilk sunumunu yapma hizmetini görmektedir. Birinci Kısım'da, gelişimden sosyal davranışa, kişilikten bilişe, duyguya, dile ve algıya kadar bir dizi alanda farklı kültürlerdeki insan davranışları üzerine yapılan karşılaştırmalı çalışmaların görgül bulgularından örnekler sunulmaktadır. İkinci Kısım'da, disiplinin temellerinden derinlere doğru inilmiş ve kültürlerarası psikoloji araştırmaları, kültürel antropoloji ve biyolojideki kökleri ile ilişkilendirilmiştir. Üçüncü Kısım'da; Birinci ve İkinci Kısım'da sunulmuş olan pek çok bulgu ve fikirden yola çıkan, uygulamalı niteliği olan bölümler toplanmıştır. Bu bölümlerde okuyuculara hepsi “gerçek yaşam” ile ilgili olan yeni görgül alanlar ve konular (kültürleşme, kültürlerarası ilişkiler, kültürlerarası iletişim ve eğitim, iş ve örgütleri, sağlık gibi) tanıtılmıştır.
Ülkemizde psikoloji bölümlerinin lisans ve lisansüstü programlarına 'Kültürlerarası Psikoloji' dersinin seçmeli veya zorunlu bir ders olarak yerleşmesinin giderek yaygınlaşmaya başladığını göz önüne alırsak, bu çalışmanın Türkçeye çevrilmesinin ülkemizdeki psikoloji eğitiminde önemli bir ihtiyaca karşılık geldiğini düşünmekteyiz.
İhsan Konak Kültürel çoğulculuk ve çeşitlilik günümüz toplumlarında âdeta bir norm hâline gelirken kültürel aidiyetler ön plana çıkmakta ve buna ilişkin hak talepleri yaygın bir sorun olarak gözlemlenmektedir. Kültürel farkındalığın ve kimlik arayışlarının arttığı bu süreç, sadece Batılı devletleri değil tüm dünya ülkelerini, yoğunluğu farklı olsa bile etkilemektedir. Her geçen gün daha fazla çokkültürlü hâle gelen çağdaş toplumlar, kültürel hak talepleri ile karşılaşmaktadır. Kültürel çeşitlilik tarihsel süreç içerisinde sürekli var olmuşsa da çokkültürlülüğe ilişkin hak talepleri yeni bir durumu işaret etmektedir. Farklı kültürel, etnik, dinî ve cinsel kimliklere sahip birey ve gruplar farklılıklarının tanınmasını, farklılıklarına saygı gösterilmesini ve kamusal destek talep etmektedirler. Bu bağlamda çokkültürlülük, kültürel farklılıkların tanınması ve farklılıklardan kaynaklı sorunların çözümü iddiası taşır. İşte bu kitapta, çokkültürlülüğün teorik arka planı ortaya konularak çokkültürlülük şemsiyesi altında yürütülen tartışmalar ele alınmıştır. Bu çerçevede çokkültürlülüğün nasıl bir siyasi yansıması olabileceği üzerine önemli eserler veren ve sırasıyla liberal ve komüniteryan çokkültürlülüğün temsilcileri sayılan Will Kymlicka ve Charles Taylor'ın çokkültürlülük üzerine görüşleri tek tek ele alınıp incelenmiştir. Uygulama açısından da çokkültürcü politikalar bağlamında liberal ve cemaatçi modeller ABD ve Kanada örnekleri özelinde ayrıntılı bir incelemeye tabi tutulmuştur. Farklılıkların ve çokkültürlülüğe ilişkin taleplerin yoğun olarak yaşandığı Kuzey Amerika coğrafyasından bu iki örnek, Kymlicka ve Taylor'ın çokkültürcü görüşleri çerçevesinde değerlendirilmiştir.
Burçin Kırlar Can, Ebru Günlü Küçükaltan, Eylin Babacan Aktaş, Nur Kulakoglu Dilek, Özgür Sarıbaş, S.Emre Dilek, Simge Kömürcü, Sonay Kaygalak Çelebi Kişisel zevk ve tercihlerimizin ahlaki yükü, turizm sektörü içerisinde esaret altında tutulan hayvanlara yönelik ahlaki yüke ağır mı basmaktadır? Turizmin, metalaştırdığı hayvanlara yönelik hiç mi ahlaki sorumluluğu bulunmamaktadır? Kitap, söz konusu sorulara ilişkin cevaplar ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, turizm sektöründe hayvanların metalaştırıldığı alanlar belirlenerek eleştirel bir tahlil yapılmaktadır. Turizm sektöründe hayvanların metalaştırılmasına karşı çıkarak mevcut durumun bir eleştirisini yapmak ve turizmin ahlaki sorumluluğunu tartışmaya açmak bu kitabın temel amaçlarıdır. Nitekim Gary L. Francione’nin de dediği gibi: “Hayvanlar sadece meta olarak görülmeye devam ettikleri sürece, onlara karşı uygulanan muamelelerde anlamlı farklılıklar gerçekleşmez”.
Yunus Bucuka Samuel N. Kramer, "Tarih Sümer'de başlar." der. Bu bağlamda Sümerlerin insanın yaratılış mitolojisi incelendiğinde “Engellilik Sümer'de başlar.” yargısında bulunulabilir. Zira bu mitolojide ilk insan yaratıldıktan sonra Tanrıça Ninmah tarafından engelli altı kişi yaratılır. Ancak yaratılan her bir engelli için Tanır Enki, güzel bir kader belirler. Bununla beraber Mısır mitolojisinde kendilerine çok önemli işlevler atfedilen cüce tanrılar bulunmaktadır. Antik Yunanlılar, on iki tanrı arasına engelli bir tanrı dâhil etmişlerdir. Bu mitolojilerin her birinde bazı tanrılar ve bazı kahramanlar engelli olarak temsil edilmişlerdir. Elbette bunun temelinde çeşitli gerekçeler olmalıdır.
Kadim bir olgu olan engellilik, antik medeniyetlerden beri birçok alanda önemli bir husus olarak mevcuttur. Ancak engellilerin yaşam koşullarının daha iyiye gittiğini söylemek pek kolay değildir. Güncel engellilik araştırmalarında ortaya çıkan toplumsal dışlanma, damgalanma, istihdamdan uzaklaştırılma gibi sorunların bazılarına, mitolojilerin cevap bulduğunu dile getirmek ironik olacaktır.
Abdullah Taha İmamoğlu, Ali Benli, Asım Cüneyd Koksal, Berat Açıl, Fatih Usluer, Halil İbrahim Kaygısız, Harun Kuşlu, Haşan Umut, Muhammed Usame Onuş, Müstakim Arıcı, Özgür Kavak, Pehlul Düzenli, Sami Arslan, Seyfullah Efe, Tuba Nur Saraçoğlu Koleksiyon çalışmalarında son yıllarda meydana gelen artışa ciddi bir katkı sunan Osmanlı Kitap Kültürü: Cârullah Efendi Kütüphanesi ve Derkenar Notları, Osmanlı kitap kültürünün yazma boyutunu ele aldı. Eserde, Cârullah Efendi Koleksiyonunda yer alan yazmalar üzerinde bulunan derkenar notlan tahlil edilerek kitap, kütüphane, koleksiyon, koleksiyoner, yazar, okur gibi kitap kültürünün farklı boyutlarına dair sorulara cevaplar üretilmeye çalışıldı.
Bu çalışma, birçok açıdan ilkleri barındırıyor. Öncelikle kitap kültürü ve yazma kitap kültürü çalışmalarında ilk defa bir koleksiyonun tamamı inceleme konusu edildi, ikinci olarak ilk defa derkenar notlarının da kitap kültürü çalışmalarında çok önemli veriler sunabileceği, "hürde” bilginin "hurda” addedilmemesi gerektiği gösterildi. Kitabın hiç şüphesiz en önemli katkısı, hakkında neredeyse hiçbir bilgi bulunmayan Cârullah Efendi gibi çok kıymetli bir âlim, müderris, kadı, kütüphaneci ve bibliyofilin ilim âlemine layıkıyla tanıtılmış olmasıdır.
Bahar Gidersoy Batı dünyası ile Türklerin ilişkileri asırlar boyu farklı biçimler altında devam etmiştir. Süregelen ilişkilerde Türkler zaman zaman Batı dünyasında merak uyandırmış zaman zaman da erdemlerinden çok kusurları irdelenmiş, doğu âdetleri eleştirilmiş ve çoğunlukla öteki olarak algılanmıştır. Öteki olan Türk imgesi üzerinden söylemler Avrupa siyasi çevrelerinin de eylemlerinin felsefi dayanağını oluşturmuştur. Bu noktada Fransız yazar Pierre Loti Batı kafasında yer alan Türk resminin dışına çıkan, Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları daha sonrasında Birinci Dünya Savaşı'nda ve Millî Mücadele döneminde Türkleri tüm dünya karşısında savunan, Batı kafasındaki boşluğa dokunan, bu boşluğun, bilgisizliğin başkalarınca sömürülmesine karşı çıkan bir isim olarak ortaya çıkmıştır. Kendisinin ifadesiyle savunuları sadece duygusal sebeplere dayanmamaktadır. Pierre Loti'nin bu duruşuna Türk dünyası ile tanıştığı 1876 yılından öldüğü 1923 yılına kadar geçen dönemde yazdığı birçoğu Türkçeye çevrilmemiş olan eserleri ve Trablusgarp Savaşı'ndan itibaren Fransız basınında yayımlanan Türkler üzerine yazdığı makaleleri ışık tutacaktır.
Fatoş Altınbaş Sarıgül 14 Nisan 1981’de Kıbrıs’ta doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladı. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 2003 yılında mezun oldu. Yüksek lisans eğiti¬mi için gittiği İtalya’da Politecnico di Milano Üniversitesi’nde MBA yaptı ve 2005 yılında İstanbul’a döndü. Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Antropoloji bilim dalındaki doktora eğitimini ‘Kapalı¬çarşı’da El Yapımı Mücevherat Ustaları, Bir Dönüşüm Hikayesi’ adlı tezle bitirdi ve 2016 yılında aynı isimdeki ilk kitabı yayınlandı. Evli ve iki kız çocuğu annesi olan Fatoş Altınbaş Sarıgül halen Altınbaş Üniversitesi, İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak popüler kültür, sosyal antropoloji, kültür, kimlik, küreselleşme, sosyal değişim konularında ders vermekte ve araştırmalarına devam etmektedir. Ayrıca Altınbaş Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Danışmanı ve Altınbaş Holding çatısı altındaki farklı şirketlerde Yönetim Kurulu üyeliği görevlerini de sürdürmektedir.
Lisa M. Vaughn “Bu kitap kültürel psikolojinin günümüzde ne anlama geldiğinin temelini ortaya koymaktadır. İyi kurulmuş psikoloji kuramlarını çok kültürlü bir bakış açısıyla incelemekte ve bu kuramların tarihsel olarak farklı kültürel arka planları nasıl olup da dikkate almadıklarına dair eleştiriler yöneltmektedir. İçinde bulunduğumuz çeşitlilikler dünyasında Vaughan’ın kitabı gibi kitaplar akranlarımızı anlamamıza yardımcı olmak ve hepimizin yararına bir gelecek kurmak için gereklidir”.
Leonard A. Jason, PhD. Psikoloji Profesörü, DePaul Üniversitesi; Toplum Araştırmaları Merkezi Müdürü

Toplumun giderek artan küreselleşmesi; iletişim, işyeri, sağlık bakımı ve eğitimde sosyal, dilsel, dinsel ve diğer kültürel farklılıkların yanlış anlaşılması potansiyelini arttırabilecek kaymalara neden olmaktadır. Psikoloji ve Kültür'ün bu ikinci baskısı, psikolojinin kültürel boyutlarına ve gündelik ortamlarda uygulanmasına güncel bir genel bakış sağlamaktadır.
Vaughn, düşünme ve davranışın sosyokültürel bağlamdan nasıl etkilendiğinin betimlemesini sunmaktadır. Odak noktalar; kültürün temeli, psikoloji ve kültürde araştırma, kimlik insan gelişimi, kültürler arası etkileşimler ve temel psikolojik süreçlerdir. Metin; kültürün toplumsal cinsiyet, din, sosyo-ekonomik durum gibi sosyal boyutlarını içeren daha geniş bir tanımını ele almakta ve kültürler arası ilişkileri, kültürler arası iletişimi ve eğitim, örgütler, ilişkiler ve sağlıkta kültürel yetkinliği geliştirmek üzere pratik modeller göstermektedir. Okuyucu dostu tarzda yazılmış olan metin, kültür içeriğini hayata geçirmek üzere çeşitli kültürlerden sayısız örneklerle geniş bir konu yelpazesini kapsamaktadır.
Kitap, sadece kültürel konularla ilgili psikologların ve ilişkili disiplinlerden akademisyenlerin değil aynı zamanda kültürel alçakgönüllülük, küreselleşme, çoklu kimlikler, sosyal ekolojik süreçler, göç, kültürlenme ve bunlarla ilişkili konulara dair sorular hakkında bilgi arayan daha genel bir okuyucu kitlesinin de ilgisini çekebilecek şekilde psikoloji ve kültürde disiplin aşırı bir içeriğe sahiptir.
Tansel TÜRKDOĞAN Bu kitap, bir sanat tarihi kitabı değildir. Kitap, sanat tarihi disiplini metodolojisi ile oluşturulmadığı gibi, sanatın tarihinin “resmi” kronolojisinden çok sanatın “öteki” dinamikleri çerçevesinde algılama pratiği olarak okunmalıdır. Modernizm'in eksik bıraktığı veya ısrarla görmezden geldiği gölge alanlara bakmaya çalışan, sanatı yüzyıllar boyu sadece belirli toplumsal dinamiklerle ve ağırlıklı olarak artistik dinamiklerle okuma ve ifade etme pratiğinin yerine, yeni bir okuma pratiği önerisi niteliği de taşımaktadır. Girilmesi yasak olan, ihmal edilen veya görmezden gelinen alanların, politikanın, ekonominin, sosyolojinin metodolojilerini kullanan, roller çalan, sorgulayıcı bir anlamda zorlayıcı hatta yapısökümcü ve bazen yıkıcı bir tavır ile sanatın seyrini anlama ve anlamlandırma çabasıdır bu kitap.
Bu okumalar bizi nereye götürür? Acaba 'Yeni bir Sanat Tarihi' buradan yola çıkılarak oluşturulabilir mi? Elinizdeki bu kitap, bu tartışma alanlarının, sorularının yanıtları üzerine düşünen bir çalışmadır.