Kamu Yönetimi ve Uluslararası İlişkiler \ 3-21
M. Fatih Çınar Anayasa Mahkemesinin arka fonunda “Haklar ve özgürlükler insanlığın onuru ve erdemidir.” şeklinde veciz bir söz vardır. Gerçekten de Anayasa Mahkemesi, devletin yapısını, işleyişini, birey hak ve özgürlüklerini, yasama, yürütme ve yargı sisteminin çalışmasını düzenleyen konularda -bir anlamda son sözü söyleme yetkisine sahip- Türk Yargı Sisteminin en kritik mahkemesidir. Kanunların Anayasaya uygunluğunu denetlemek, siyasi parti kapatma davalarına bakmak, milltevekilliğinin düşürülmesi kararlarına itirazları incelemek, iç yargı yollarını bitirdikten sonra hâlen adalete ulaşamadığına inanan kişilerin bireysel başvurularını karara bağlamak gibi birçok görevi vardır. Verdiği her karar kamusal yaşamı, birey hak ve özgürlüklerini yakından ilgilendirmektedir.
Anayasa Mahkemesinin mutat olarak yürüttüğü yargısal faaliyetlerinin dışında nadir karşılaşılan bir diğer önemli yargı yetkisi ise “Ceza Yargı Yetkisi” bir başka deyişle “Yüce Divan” sıfatıyla yaptığı ceza yargılamasıdır.
2017 yılında yapılan Anayasa değişiklikleriyle hem hükûmet sistemi değiştirilmiş hem de Anayasa Mahkemesinin ceza yargı yetkisi üst düzey kamu görevlileri bağlamında son derece genişletilmiştir. Bu kitapta, dünyada uygulanan modeller; Osmanlı-Türk Anayasacılık tarihinde yapılan yargılamaların özetleri, kaynaklarıyla birlikte sunulmuş; ayrıca yeni yürürlüğe giren düzenlemeler, ceza ve ceza muhakemesi hukuku perspektifinden incelenmiştir. Bu akademik çalışmanın okurların bilgi ve fikir dünyasına katkıda bulunması dileğiyle…
Abdulkerim Eroğlu, Emre Savut, Ezgi Fulya Akkuş, Fatih Bilgin, Muhabbet Doyran, Mustafa Çağatay Aslan, Nizamettin Aydın, Samed Kurban, Ünal Yıldız, Vasıf İnanç Duygulu, Züleyha Keskin Anayasa tartışmalarının gündemden hiç düşmediği ülkemizde konuya ilişkin akademik çalışmaların önemi de her geçen gün artmaktadır. “Anayasal Tasarımda Reform: Yasama, Yürütme ve Yargının Oluşumu ve Yetkilerine Yönelik İncelemeler” başlığını taşıyan bu eser de söz konusu çalışmalara katkı sunma amacını taşımaktadır. Kitabın ilk üç bölümü Osmanlı-Türk anayasal gelişmelerini 2017 değişikliklerine kadar birçok farklı boyutuyla ele almaktadır. Sonraki bölümlerde ise yasama, yürütme ve yargı organlarının oluşumu ve yetkileri ile ilgili tespit ve önerilerde bulunulmaktadır. Bu çerçevede kitabın özgün taraflarından birisi, farklı disiplinlerden yazarların çalışmalarını bir araya getiriyor olmasıdır. Gerçekten de kitap; hukuk, tarih, kamu yönetimi, siyaset bilimi, maliye gibi farklı alanlardan uzmanların çalışmalarından oluşmaktadır.
Ali İbrahim Akkutay, Ali Uçar, Alper Çağrı Yılmaz, Alperen Çıtak, Bahtiyar Akyılmaz, Çınar Can Evren, Dilan Yıldırım, Dilara Buket Didin, Dilşat Yılmaz, Faruk Göçkün, Hadra Secde Baltacı, Huriye Reyhan Demircioğlu, İbrahim Ermenek, İlhan Üzülmez, İsmail Uçar, Kamile Türkoğlu Üstün, M. Naci Bostancı, Mehmet Özdamar, Murat Erdoğan, Naci Münci Çakmak, Ömer Anayurt, Ramazan Çağlayan, Recep Orhun Kılıç, Seda Parlak, Sevgi Gül Akyılmaz, Süheyla Suzan Gökalp
Ayten Namlı, Ender Güler, Hakkı Şahin, M. Naci Bostancı, Mehmet Yıldırır, Ruşen Keleş, Sena Camcı Çetin, Sevgi Işık
Bülent Koçoğlu, Halil Apaydın, Haris Macić, İlbey Dölek, Mehmet Ali Kirman, Oya Çetintaş, Ozaj Suliman, Rıfat Atay, Serdar Saygılı, Şeref Göküş, Yalçın Çetin Her kitap, bir fikir temelinden yola çıkılarak yazılır. Her kitabın gideceği, gitmek istediği bir düşünce limanı vardır. Bu kitabın düşünce kaynağı ve limanı Aliya İzzetbegoviç’tir. Kitabın mottosu; Aliya’yı daha doğru anmak, anlamak ve fikirlerini eleştirel süzgeçte değerlendirerek yaşama temelinde aşmaktır. Aliya, ulusu ile birlikte büyük bir fikir ve bağımsızlık mücadelesi vermiştir. Okumaya, yazmaya, eleştirel düşünceye, bilime, felsefeye, sanata, inanç ve evrensel ahlak yasası temelinde hoşgörüye önem vermiştir. Bu kitap, 13 bağımsız bölümde Aliya’yı yaşantısı, eserleri, sanat, siyaset, din, felsefe, bilim, Batı ve Doğu algısı, birlikte yaşama tecrübesi ve hoşgörü kültürü, kadının birey ve toplumun inşasındaki rolü gibi farklı konulardaki görüşleri bağlamında ele almaktadır. Eser, bu yönüyle daha bütüncül ve bilimsel bir yaklaşımla Aliya okuması yapmak isteyen okurların istifadesine sunulmuştur.
Ahmet Yazar Turizm eksenli gelişimini sürdüren bir kent olarak Antalya kıyılarında kamusal nitelikli topraklar üzerinde yapılan düzenlemeler ve ortaya çıkan değişim süreci kıyı alanlarının dönüşümünü anlamak açısından önemli bir örnek teşkil etmektedir. Kamusallığı konusunda şüphe olmayan kıyı alanlarının küresel neoliberal ekonomi koşullarında, mekânsal dönüşümü sağlamak üzere sermaye lehine nasıl kullanılabilir hâle getirildiği ve bu toprakların dönüşümünün hangi araçlar eliyle nasıl gerçekleştiği kitapta ele alınan tartışma başlıklarının en önemlisidir. Bu bağlamda kıyı alanlarının neoliberal politikalar çerçevesinde mekânsal dönüşümü incelenirken devletin işlevi, sermayenin rolü ve bu dönüşümü sağlayan ortak araçlar üzerinde durulmuştur.
Çevre ve ekonomi tartışmalarının yoğun biçimde kamuoyunu işgal ettiği günümüzde göz ardı edilen konulardan biri olan kıyı alanlarının dönüşümünün aslında gözden uzak olmadığını, aksine hızlı ve yakıcı biçimde gerçekleştiği hususunu okuyucunun dikkatine sunuyoruz.
Christopher W. Moore Güncelleştirilmiş, Arabuluculuk Yazın Klasiği
Neredeyse 30 yıldan bu yana anlaşmazlık çözümü uygulayıcıları, üniversite öğretim elemanları ve öğrenciler alandaki en kapsamlı rehber olarak Arabuluculuk Süreci'ne başvurmaktadır. Arabuluculuk üzerine yazılmış en kapsamlı kitap olarak bu metin, anlaşmazlık çözümünün herhangi bir alanında—aile, toplum, istihdam, iş dünyası, çevre, kamu politikaları, çok-kültürlü veya uluslararası—çalışan yeni ve deneyimli anlaşmazlık çözüm uygulayıcıları için biçilmiş kaftandır. Bu kitap, uzmanlar için bir rehberdir ve dördüncü basım, alandaki gelişmelere ayak uyduracak şekilde genişletilmiş ve yenilenmiştir. Bu basım, arabuluculukta mükemmelliği sağlayacak ve anlaşmazlık yaşayanların kalıcı anlaşmalara varmalarına ve ilişkilerini sürdürmelerine yardımcı olacak yeni kaynaklar içermektedir.
• Arabuluculuk hizmeti sunma konusunda daha fazla bilgi ve en güncel yaklaşımlar
• Hem yaygın hem de özgün sorunlar için doğru stratejiyi seçme konusunda kapsamlı rehberlik
• Her türlü anlaşmazlıkla ilgili güncellenmiş yeni vakalar
• Gelişmekte olan kültürler arası ve uluslararası arabuluculuk alanı ve uygulamaları hakkında daha fazla bilgi
Robert A. Barauch Bush, Joseph P. Folger Toplumsal etkileşimin olduğu her yerde, anlaşmazlıkların olması doğal ve kaçınılmazdır. Kişiler, gruplar ve toplumlar arası anlaşmazlıklar; doğru bir biçimde yönetildiğinde gelişimin, ilerlemenin, dönüşümün, barışın ve bütünleşmenin hem enerji kaynağı hem de motoru olabilmektedir. Ancak, anlaşmazlıklar yanlış ve yıkıcı yaklaşımlarla yönetildiğinde ise; yıkımın, şiddetin, zulmün ve acının kaynağına dönüşmektedir.
Anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak, farklılığı ortadan kaldırmaktır. Doğa ve insanlık, farklılığı ve çokluğu kabul etmeyi ve anlamayı gerektirir. Farklılığı ortadan kaldırmaya çalışmak yerine; onu anlamaya ve nasıl yöneteceğimizi keşfetmeye başladığımızda, yolumuz anlaşmazlıklarımızı nasıl yöneteceğimizden geçmektedir. Anlaşmazlıkları nasıl yöneteceğimiz üzerine odaklandığımızda, karşımıza en temel yaklaşım ve paradigma olan "dönüşümsel arabuluculuk" çıkmaktadır. Dönüşümsel arabuluculuğun alanyazına en önemli katkısı, anlaşmazlık çözüm sürecinin toplumsal değerlerden ve kültürden bağımsız olmadığı, ideolojimizin ve inanç tarzımızın anlaşmazlıklara ilişkin değerlendirmelerimizi, tutumlarımızı ve anlaşmazlıklarımızı ele alış tarzımızı etkilediği düşüncesidir. Yine, dönüşümsel arabuluculuğun en ayırt edici özelliği, anlaşmazlıkları yönetim sürecinin, kişileri dönüştürebileceğine, geliştirebileceğine ve güçlendirebileceğine yönelik yapıcı ve olumlu duruşudur.
Bush ve P. Folger tarafından geliştirilen "dönüşümsel arabuluculuk modeli" ülkemizde, her sene mahkemelere taşınan yüz binlerce anlaşmazlığı, çekişmeyi ve ayrışmayı yüz yüze müzakere ederek yapıcı ve barışçıl olarak çözme kapasitesini güçlendirmek için bir fırsat ve araç olacaktır. Cezalandırıcı adalet anlayışından, onarıcı adalet anlayışına dönme çabalarına ışık tutacaktır.
Bu eser, içerdiği alternatif paradigma çerçevesinde hukuk sistemimize yeni giren arabuluculuk modelinin doğru ve amacına uygun kullanılması için de referans olacak anlamlı ve önemli bir eserdir. Buna ek olarak, anlaşmazlık çözümü üzerine çalışan hukukçulara, psikologlara, psikolojik danışmanlara, eğitimcilere, psikiyatristlere ve sosyal çalışmacılara hem kuramsal anlamda hem de somut anlaşmazlıkların ve çatışmaların yapıcı ve barışçıl yönetimi konusunda yol gösterecek temel bir başvuru kaynağı olacaktır.
Özlem Alikılıç Kitap, arabuluculuk uygulamalarına, iletişim disiplini çerçevesinden bakılmasını sağlayan, arabuluculuk yapan ve yapacak olanlara bir rehber olmakla birlikte; çatışmaların barışa dönüştürülmesi, arabuluculukta iletişim sürecinin yönetimi ve etkili iletişim çözümleri hususunda bir araç olması için hazırlanmıştır. Etkili iletişim yönetimlerini kullanarak nasıl daha başarılı arabuluculuk süreci yönetilir konusuna vurgu yapan bir çalışmadır. Bununla birlikte bu çalışma, Türkiye’de arabuluculuk sertifika eğitimlerindeki deneyimlerden, uygulamalı vaka çalışmalarından, avukatların ihtiyaçlarından ve mesleki deneyimlerinden yola çıkılarak hazırlanmıştır. Mevcut çalışma, arabulucular için bir iletişim rehberi olmakla birlikte, arabuluculuk ile ilgili tüm hususları içeren bir değerlendirme değildir. Keza bu çalışma, sadece arabulucular için değil, uzlaştırmacılar, avukatlar için de birer iletişim öğretisi geliştirmeyi amaçlamıştır. O yüzden hukuk alanında boşluğu ve önemi hissedilen, sözlü ve sözsüz iletişim alanlarını geliştirmeye yöneliktir.
Yukarıda da değinildiği gibi, bu sürece genel iletişim alanından ve özellikle de kişiler arası iletişim çerçevesinden bakılarak; “rıza üretimi, ikna yönetimi, iş birliğinin sağlanması için gerekli olan etkili iletişim becerileri, sözlü iletişim, sözsüz iletişim, çatışma iletişimi, müzakere yöntemleri, mekik diplomasisi, arabuluculuk sürecinde uygulanacak iletişim yöntemleri, iletişimde güç dengesizliği durumlarında mücadele yöntemleri” gibi ileri iletişim çözümleri aktarılmaya çalışılmıştır. Bu çalışma hukuk uyuşmazlıklarıyla ilgili çözüm süreçlerine doğrudan katkı sağlayacak iletişim çözümlerini barındırmaktadır. Kitap, daha ziyade arabuluculuğa duyulan profesyonel bir ihtiyaca, bu bağlamda giderek kalabalıklaşan yeni bir meslek ve disiplin alanı olan arabuluculuk için gerekli iletişim donanımına ve tamamlayıcılığa duyulan gereksinime yönelik hazırlanmış olup arabuluculuk iletişimi konusunda gerekli olan bilimsel kaynak oluşumuna katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
Abdulgani Bozkurt, Abdullah Aydın, Ahmet Ayhan Koyuncu, Ahmet Recai Tekin, Enver Arpa, Göktuğ Sönmez, Güner Özkan, Hakkı Uygur, Kadir Temiz, Levent Yiğittepe, M. Cüneyt Özşahin, Mesut Özcan, Metin Aksoy, Murad Duzcu, Murat Çemrek, Öner Buçukcu, Orhan Battır, Zehra Korkmaz Kökdere İlk yıllarındaki iyimserliği koruyan bir adlandırma ile Arap Baharı, Ortadoğu tarihinde kritik bir kavşak mahiyetindedir. Zira bölgede uzun süre tehir edilmiş sosyolojik taleplerin 2011 yılından itibaren hızla açımlanması bölge açısından uzun erimli politik sonuçlar doğurdu. Öyle ki; Müslüman Kardeşler’den Selefilere uzanan pek çok toplumsal hareket söz konusu süreç içerisinde hızla politik aktörlere evrildi. Ayrıca pek çok kişi için Arap Baharı, Ortadoğu siyasetinde sahip olunan yerleşik tecrübenin aksine yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya siyaset imkânlarının sınandığı bir tarihsel kesit olarak okundu. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde uzun yıllar donuklukla itham edilen Arap ülkelerinde kitlesel mobilizasyonun hızla yoğunlaşması bölgeye yönelik akademik ilginin de giderek artmasına yol açtı.
Bülent Karaatlı Tarih boyunca tüm dünyanın dikkatini üzerine çeken Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesi, “Arap Baharı” olarak adlandırılan sürecin başlamasıyla birlikte uluslararası arenada en fazla tartışılan gündem maddelerinden birisi olarak yer almaya başlamıştır. “Arap Baharı” olarak anılan Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki olaylar, Tunus’ta başlamış, müteakiben Mısır, Cezayir, Fas, Libya, Yemen, Bahreyn, Suudi Arabistan, Ürdün, Umman, Suriye ve Kuveyt’e sıçramıştır. Olaylar, ülkelerin sahip oldukları kendine özgü toplumsal kültür, siyasi birikim, tecrübe, kurumsal yapı gibi özellikler neticesinde her ülkede farklı bir yönde evrilmiş ve süreç her ülkede farklı yaşanmıştır.
Tunus’ta, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında daha az şiddetin ve ölümün yaşandığı olaylar sonucu Cumhurbaşkanı Bin Ali, yönetimi bırakmak zorunda kalmış; geçici hükümet kurulmuş, Kurucu Meclis seçimleri yapılmış ve bu seçimler bu sürecin içerisinde yer alan ülkelerde yapılan ilk serbest ve adil seçimler olarak tarihe geçmiştir. Kurucu Meclis öncülüğünde kurulan Anayasa Komisyonu, ülkedeki her kesime hitap eden ve eski tecrübelerden ders alınarak hazırlanan Anayasayı tamamlamıştır. Müteakiben de Tunus bu anayasaya göre yeni Başbakan ve Cumhurbaşkanını seçerek hem bölge ülkelerine örnek olmuş hem de diğer ülkelerden farklılığını ortaya koymuştur.
Tunus’un tüm bu farklılığı kazanması ve başarılı olmasında tarihî süreç içerisinde Osmanlı ve Fransa ile karşılıklı ilişkiler sonucu yapılan reformlar ve bu reformlar sonucu oluşan eğitimli ve güçlü orta sınıf, kendine özgü sosyal ve siyasi kültür, tecrübe ve kurumsal yapı gibi özelliklerin etkisi büyük olmuştur.
Hande Ortay Bu araştırmada Tunus'un “Arap Baharı” öncesinde ve sırasında kadınların halk hareketine etkilerinin ne yönde ve nasıl olduğu, “Arap Baharı” sonrasında kadınların kazanımlarının neler olduğunun incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmada betimsel tarama ve betimsel analiz yöntemi kullanılmıştır. Araştırmanın çalışma grubunu, erişilen ve katılmayı kabul eden 73'ü kadın 40'ı erkek, 113 Tunuslu oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama araçları olarak kişisel bilgi formu ve anket kullanılmış, verilen cevapların frekans ve yüzdeleri analiz edilmiştir. Araştırmanın sonuçlarına göre katılımcıların; Arap Baharının ortaya çıkmasında Tunuslu kadınların rollerinin olduğunu düşündükleri, Tunuslu kadınların Arap Baharından önceki sosyal, politik ve ekonomik durumunu kötü olarak değerlendirdikleri, Arap Baharı sırasında Tunuslu kadınların önemli rollerinin olduğunu belirttikleri, Arap Baharı sonrasında Tunuslu kadınların sosyal ve politik kazanımlarının olduğunu, bugün Tunus'taki kadınların durumunu katılımcıların çoğunluğunun iyi olarak değerlendirdikleri, kadınların bugün Tunus iç ve dış politikalarını etkilemede geldikleri aşamayı Arap Baharı öncesine göre iyi, ancak daha da gelişmesi lazım şeklinde değerlendirdikleri bulgulanmıştır.
Abdulkerim Diler, Ali Nazmi Can Doğan, Aziz Gül, Bekir Deniz, Canan Tun İnan, Cemalettin Ayvazoğlu, Deniz Özyakışır, Ebru Subaşı, Ertan Doğan, Gülçin Çelikbıçak, Gülnara Goca Memmedli, Hürriyet Çimen, İhsan Kurtbaş, Kemal Yazıcı, Leman Albayrak, Mahir Murat Cengiz, Murat Demirel, Murat Şeker, Mustafa Caner Timur, Onur Akçakaya, Pınar Ayvazoğlu Demir, Servet Arslan, Sevgi Coşkun, Sibel Selda Barak, Sümeyye Kara, Şevket Kaan Gündoğdu, Yaşar Erdoğan Jacques Ellul, “Söz, bizi zamana yerleştirir.” der. Bu çıkarsama, modern zamanlarda, epistemolojiyi, ontolojik açıdan varoluş sorununa karşı keskin bir reçete olarak sunma eylemidir. Zira günümüz dünyasının en önemli sorunlarından biri, rutinin kıskacında yer yer alışkanlıklara dönüşen davranışların içindeki nice değer kodlarının ve güzelliklerin yitip-giden zenginliğidir. Ardahan ili, modernleşme ve küreselleşmenin farksızlaştırdığı özgün değerlerin, zamanın ruhuna direnç gösterdiği güzide bir Anadolu toprağıdır. Endüstriyel kapitalizmin risklerle donattığı yerkürede, bozulmamış, bereketli ve güvenilir bir sığınaktır.
Ne var ki, buradaki tespitimiz, bıçak sırtı bir tespittir. Nitekim Ardahan’ın kirlenmemiş/el değmemiş doğa güzellikleri, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, güçlü birtakım gizil potansiyelleri ve sahip olduğu somut/soyut değerleri ile bir yandan işlenmeyi/değerlendirilmeyi beklerken; öte yandan titizlikle korunmayı ve muhafaza edilmeyi gerektirmektedir. Diyebilirim ki; Ardahan Değerlemeleri serisi; topyekûn bir söz olarak, bu hassasiyetlerle Ardahan’ı zaman(d)a yerleştirme gayretiyle ortaya çıkan bir şehir monografisidir.
Bu düşüncelerle, geçen yıl ilki hazırlanan Ardahan Değerlemeleri -I- kitabından sonra serinin 2. kitabı olan bu çalışmada, Ülkemizin farklı üniversitelerinden 34 yazarın daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış 21 bilimsel makalesi yer almaktadır. Ardahan ili, pek çok zenginlik, varlık ve potansiyeli ile hemen tüketilemeyecek ölçüde geniş bir değerler spektrumuna sahip olduğundan; sizler, Ardahan Değerlemeleri -2- kitabını okuduğunuz dönemde, serinin sonraki sayısı için bizler yolda olacağız. Kitabın ilgilisine fayda getirmesini ümit ediyor; keyifli okumalar diliyoruz.
Abdulkerim Diler, Ali Haydar Soysüren, Arzu Kavaz Yüksel, Ayşe Beyza Ercan, Burak Seçer, Burcu Demir Gökmen, Cemalettin Ayvazoğlu, Dilek Aykır, Erdoğan Çiçek, Ertan Doğan, Fırat Yardimciel, Hasan Hüseyin Çoban, Hilal Ürüşan, Hürriyet Çimen, İ. Orkun Oral, İhsan Kurtbaş, Kadir Aydın, Kuttusi Zorlu, M. Murat Cengiz, Mine Cengiz, Mustafa Caner Timur, Nilcan Mert, Okan Eştürk, Selim Eraslan, Serhat Şensoy, Sevil Sungur, Sinan Aydın, Sümer Haşimoğlu, Şafak Altay, Şakir Fural, Ufuk Erdem, Volkan Dede, Yavuz Demirel Bilimsel çalışmalar, bilimsel araştırma yöntem ve teknikleri kullanılarak herhangi bir konu, mesele veya sorunun incelenmesi ve araştırılması ile elde edilen analitik ve sistematik bilgilerdir. Burada temel amaç, bir meramın bir başkasına aktarılması, duyurulması; onun veya onların dikkatinin çekilmesidir. Bu perspektiften bakıldığında yenisini üretmek üzere öncekinden faydalanan bilim adamlarının gayretleri dışında, mevzuyu politika ve uygulamaya dönüştürecek kesimlerin bilimsel yayınlara kulak kesilmediği, itibar göstermediği toplumlarda, bilimsel çalışmalar bir bütün olarak amaçlarına hizmet edememiştir, demektir. Bu bağlamda yerel yöneticilerinden siyasetçilere, vatandaşlardan girişimcilere kadar her kesim, bilimsel çalışmaların ortaya koyduğu raporlardan, sonuçlardan, tespitlerden ve önerilerden ziyadesiyle faydalanmalıdır. Bir kültür ve anlayış olarak bu yaklaşımın içselleştirilmediği toplumlarda, ilerlemeci ve gelişmeci bir perspektif yakalanamaz.
Ardahan Değerlemeleri adlı projenin meramı ülkemizin cevher noktalarından biri olan Ardahan ili; hedeflerinden biri ise ortaya konulan bilimsel çalışmaların, ilin politika yapıcıları, karar alıcıları ve uygulayıcıları tarafından dikkate alınarak yörenin geleceğini şekillendirecek kaynaklardan biri olarak değer görmesidir. Bu bağlamda kitap projesinin temel misyonu; Ardahan ilinin sorunlarını tespit etmek ve bu sorunlara yönelik çözüm önerileri geliştirmenin yanı sıra ilin hâlen bakir sayılabilecek pek çok değer, varlık ve potansiyeliyle ilgili geniş ve ayrıntılı bir bilimsel külliyat oluşturabilmektedir. Bu bağlamda her sene aynı titizlik ve hassasiyetle hazırlanan Ardahan Değerlemeleri, bu sene 3. sayısına ulaştı. Bu sayıda ülkemizin değişik üniversitelerinden 35 farklı yazarın daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış 21 özgün çalışması yer aldı. Ayrıca kitaba, yine ülkemizin değişik üniversitelerinden 49 farklı akademisyen hakemlik yaparak katkıda bulundu.
Abdulkerim Diler, Ayşe Ceco, Bahanur Malak Akgün, Dilek Aykır, Ebubekir Gündoğdu, Ertan Doğan, FıratYardimciel, Hakan Temiztürk, Hasan Hüseyin Çoban, Havva Gündoğdu, Hilal Ürüşan, Hürriyet Çimen, İhsan Kurtbaş, Kadir Önk, Kemal Yazıcı, Kerem Karabulut, Kuttusi Zorlu, Mahir Murat Cengiz, Mahmut Göğ, Mehmet Arslan, Mustafa Caner Timur, Nurcan Erbil, Özlem Oral, PınarAyvazoğlu Demir, Savaş Çağlak, Serhat Düzenci, Şevket Kaan Gündoğdu, Tamer Turgut, Vesile Düzgüner, Volkan Dede, Yelda Koksal, Yunus Emre Çakmak, Zehra Tuğba Murathan Şehirlerin tıpkı birey ve toplumlar gibi belirgin bir üslubu ve miras olarak kuşaktan kuşağa aktarabileceği; erdem, ahlak ve nasihat yüklü güçlü ve kuşatıcı bir hikâyesi olmalıdır. Nitekim şehirler, insan topluluğu, bina sistematiği, kurum ve kurallardan müteşekkil bir yaşam alanı olmayıp birbirine mündemiç olan fiziksel ve tinsel boyutlarıyla mistik kreasyonlardır. Bu anlamda, kenti anlatan ve kent imajını etkileyen her türlü metin, nihai kertede aynı hikâyeyi pekiştirmeye yarayan kompozisyonun parçaları ve alt metinleri olmak durumundadır. Bu çerçevede, kamu kurumlarından sivil toplum kuruluşlarına ve hatta gazete metinlerinden tanıtım broşürlerine kadar farklı ve çeşitli platformlarda şehri konu alan irili-ufaklı her türlü metnin misyonda insicama; bilimsel temeli olan kuşatıcı bir amaca ve ciddi bir üsluba sahip olması kritik önemi haiz bir konudur.
Bu bağlamda, kurumsal platformlarından gündelik hayatın pratiklerine kadar kendine has, özgün bir anlatısı olmayan şehirler, dilsiz ve özensizdir. Zannımızca nirengi nokta, öz kıymetlerden yola çıkılarak bünyeye uygun olarak inşa edilemeyen kent metinlerinin şehri ileri itmekten ziyade, geri çekeceği gerçeğidir. Bu bakış açısıyla bu sene dördüncüsü ile huzurlarınızda olan Ardahan Değerlemeleri kitap serisi, bir arkeolog edasıyla şehrin gizil güçlerini ve derinlikteki kıymetlerini ortaya çıkarmaya çabalarken bir hekim edasıyla önce zarar vermemeye gayret etmektedir. Bunu yaparken bir mühendis edasıyla çok sayıda fonksiyonu olan parçaları bir araya getirerek işleyen bir sistem kurmaya çaba gösterirken bir edebiyatçı edasıyla bunu titiz ve insicamlı bir üslupla inşa etmeye özen göstermektedir.
Böylelikle Ardahan Değerlemeleri kitap serisinin amacı; şehrin kronik sorunlarının yakından incelenmesi, tespit edilen sorunlara doğru ve uygulanabilir çözüm önerileri sunulması, ilin hâlen bakir sayılabilecek varlık ve değerlerinin bilimsel bir yaklaşımla ortaya konulması ve zengin potansiyellerinin gün yüzüne çıkarılmasının yanı sıra nihai kertede oluşacak geniş bir envanterle şehrin kapsayıcı bir üst anlatısı ve güçlü bir hikâyesinin teşkil edilmesine öncü bir katkı sağlanmasıdır. Dördüncüsü ile gelenekselleşen Ardahan Değerlemeleri kitap serisinin yerkürenin güzellik havzası olan Ardahan'ımız, ülkemiz ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını dileriz.
Serkan Yenal Değişen zaman kendi savaş tarzını da beraberinde getirmiştir. Savaşın gerçekleştiği ortam, savaşan sayısı, savaşan gruplar ve silahlar zaman içerisinden değişikliğe uğramıştır. Zaman içerisinde savaşlar; milyonlara varan kişinin ölümüyle sonuçlanan, devlet kuran, devlet yıkan, bir tek bombayla on binlerce kişiyi öldürebilen bir boyuta ulaşmıştır. Çağımızın savaş yöntemi “Asimetrik Savaş” kavramıyla ifade edilmektedir.
İstihbarat, kuşkusuz ilk insanlardan beri çeşitli şekillerde ve amaçlarla gerçekleşmektedir. Haber ağları oluşturma, düşman hakkında bilgi toplama, halkın arasına karışma, kılık değiştirme, casus elde etme gibi yöntemler, çok eski dönemlerden beri varlığını sürdürmektedir.
Kitap iki bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde; savaşın gelişimi, günümüze kadarki süreçte savaş tarzları ve özellikleri, devamında da asimetrik savaş ve mücadele yöntemleri konusu incelenmiştir. Bu doğrultuda hücre örgütlenmesi, gerilla savaşı tanımlandıktan sonra çeşitli teorisyenlerin gerilla teorilerinden örnekler verilmiştir. Yine siber savaş, kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer savaşlarla hibrit savaşlar değerlendirilmiştir. Bölümde ayrıca asimetrik savaşa karşı alınabilecek önlemler incelenmiştir.
İkinci bölümde ise istihbaratın kavramsal özellikleri ile birlikte istihbaratın tarihi gelişimi; günümüzde istihbarat elde etme yöntemleri ve kullanımı inceleme konusu edilerek tartışılmıştır.
Kitapta; alana ilgi duyan öğrenci ve akademisyenlerle birlikte güvenlik güçlerine teorik bir destek sağlamak, bu sayede ulusal ve uluslararası güvenlik politikalarına destek olmak hedeflenmektedir.
Giuseppe Caforio Bu eser, kültürler arası farklı bakış açısı içerisinde askeri sosyoloji alanında önemli katkılar sunmuş araştırmacıların (on üç farklı ülkeden yirmi üç bilim insanının) çalışma alanlarını sosyoloji lisans ve lisansüstü öğrencilerine, askerlik kurum ile ilgilenen farklı disiplinlerdeki araştırmacılara ve meraklılarına tanıtmayı amaçlayan kapsamlı ve değerli bir başvuru kitabıdır.
Kitabın birinci kısmında, kısa bir giriş bölümüne, askerî sosyoloji hakkında çağdaş çalışmaların öncesinde söylenen ve yazılan hususlara ilişkin tarihsel notlar bölümüne ve günümüz askerî sosyologlarına ve onların dünyanın çeşitli bölgelerinde hangi şartlarda çalıştıklarına yönelik bir bölüme yer verilmiştir.
Askerî sosyolojiye yönelik teorik ve metodolojik yaklaşımların işlendiği “Teorik ve Metodolojik Yönelimler” adlı ikinci kısımda günümüzde askeriyeye yönelik sosyal araştırmalarda kullanılan teoriler, modeller ve kavramlar sunulmakta ve tartışılmaktadır.
“Silahlı Kuvvetler ve Toplum” adlı üçüncü kısımda, silahlı kuvvetlerin demokratik kontrolü gibi hassas konular da dâhil olmak üzere tüm kapsam ve yönleriyle sivil-asker ilişkileri üzerine odaklanmıştır. Bu kısmı, asker aileleri, askerî kültür, profesyonel eğitim ve silahlı kuvvetlerdeki azınlıkların durumları ve sorunları gibi çok geniş yelpazeden çalışmaları içeren “Askerliğe Bakış” adlı dördüncü kısım takip etmektedir.
“Askerlikte Dönüşüm ve Yeniden Yapılandırma” adlı beşinci kısımda silahlı kuvvetlerdeki yapısal dönüşümler ve değişimler ele alınmaktadır. Bu bölümde ulusal orduların yeniden yapılandırılması ve bunların sonuçları, zorunlu askerlikten gönüllü askerliğe geçiş ve teknolojinin silahlı kuvvetlere etkisine yönelik çalışmalar sunulmuştur.
“Yeni Görevler” adlı altıncı kısımda, silahlı kuvvetlerin yeni görev ve fonksiyonları ele alınmıştır. Bu bölüm esas olarak silahlı kuvvetlerin yıllar içinde gözlenen değişimiyle bağlantılı olarak yeni görevlerin onun organik yapısı ile askerlerin görevlerine olan etkisiyle ilgilenmektedir.
Yedinci ve son kısmı oluşturan “Sonuç” kısmını, okuyucuların kitabın tüm bölümlerinin referans aldığı kaynakları daha kolay tespit etmeleri ve kendilerini en çok ilgilendiren çalışmaları daha detaylı incelemesi için yer verilen geniş bir kaynakça listesi takip etmektedir.
Sait Yılmaz On dokuzuncu yüzyılda Asya'daki Batı emperyalizminin hikâyesi ve Asya ülkelerinin reaksiyonlarının geçirdiği aşamalar ve Atatürk'ün bu süreçlerden nasıl etkilendiği bu çalışmanın ana konusudur. İngilizlerin Asya ve Osmanlı'da yarattığı tahribatın kökleri ve bugüne uzantısı, üzerinde az çalışılan ve hâlâ yeterince keşfedilmemiş bir konu olmaya devam ediyor.
On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı siyasi hayatındaki iç (İslamcılar, solcular, Batıcılar, Türkçüler) ve dış (emperyalistler) aktörler, aslında geçmiş tarihî dönemlerin izlerini ve hatta aynı hikâyenin bugünkü taraflarını temsil ediyorlar. Bu çalışmada, on dokuzuncu yüzyıl Asya devrimlerinin Mustafa Kemal'in devrimlerine etkisini analiz ederken Türk siyasi hayatında o dönemde yaşananların bugünden çok farklı olmadığını ve alınması gereken derslerin büyük bölümünün unutulduğunu, benzer aktörlerin bugün de Türk siyasetine yön vermeye çalıştığını göreceğiz.
“Asya devrimleri Türk Devrimi'ni ne kadar etkiledi? Asya devrimleri ile Türk Devrimi'nin benzeyen ve ayrışan yönleri nelerdir? Atatürk, Asya devrimlerini mi yoksa Fransız Devrimi veya Amerikan Devrimi'ni mi daha fazla örnek aldı?” gibi sorulara cevap vermeye çalıştık. Böylece Mustafa Kemal'in fikir dünyasının şekillendiği, dünyanın düzeninin yeniden kurulduğu dönemin fikir akımlarına, olguları ve olaylarına öncesi ve sonrası ile ayrıntılı bir şekilde yer verdik.
Ayşen Aysun Kızıl Dünyanın stratejik ve ekonomik merkezi Asya-Pasifik bölgesine doğru kaymaya başladıkça bölgedeki büyük güç mücadelesi de uluslararası politikanın gündemine oturmuş ve Batı perspektifinde Çin’in yükselen gücünün yarattığı tehdit algısı, tüm araştırmalara konu olmuştur. Bu bağlamda bölgenin iki kilit aktörü olan Çin ve Japonya ilişkileri, bölgesel ve küresel etkileri bakımından önem taşımaktadır.
Birbirlerine rakip ve birbirleri ile güç etkileşimi içerisinde yer alan bu iki devlet hem tarihsel anlamda iki ayrı süper güç ile kurmuş oldukları ittifak ilişkileri ile hem de ekonomik anlamda bölgesel birer büyük güç olmaları nedeni ile önemlidir. Her iki devletin belirledikleri dengeleme stratejilerinin bölgenin güvenlik yapısını da etkilediği söylenebilir.
Newton’un etki-tepki kanunu ile ittifaklar bağlamında, güvenlikten ekopolitikaya birçok boyutu ile Doğu-Batı karşılaştırmalı ele alınan Çin-Japonya ilişkileri, kitapta özgün analizlerle ortaya konmaktadır.
Yusuf Çınar Asya ülkelerinde iktidar mücadelelerinin temel kaynağı, ülkelerin bağımsızlığa giden süreçte girift bir tarihsel arka plana sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Askeri darbeler, Asya’da son zamanlarda ortaya çıkan yeni bir fenomen değildir. Yaklaşık 70 yıldır bağımsız olan Asya ülkelerinin neredeyse tamamı belirli aralıklarla askeri darbeleri ve sayısız darbe girişimlerini tecrübe etmiştir. Demokratik değerlere bağlı ülke kültürünün gelişmesi, askeri darbeler nedeniyle sıklıkla sekteye uğramıştır. Bu nedenle Asya ülkeleri bağımsızlık sonrası herhangi bir bölgede yaşanabilecek en keskin demokratik gerilemeleri deneyimlemiştir.
Asya ülkelerinin görünürlüğü ve etkileri günden güne artmaktadır. Dolayısıyla bölgenin ekonomik, toplumsal ve siyasal değişimlerine dair çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu kitap; Asya ülkelerindeki demokratik yönetimleri hedef alan askeri darbelerin ekonomik, jeopolitik, siyasi ve toplumsal nedenlerini tarafsız bir biçimde ele alarak böylesi bir ihtiyacın karşılanmasını hedeflemektedir. Bu eserde, Asya’daki ülkelerin darbeye giden süreçleri incelenirken bölgeye ilgisi olan güçlerin, darbelerin zemininin hazırlanmasında oynadıkları rollerin göz ardı edilemeyeceğinin altı çizilmektedir.
Eylül Beyza Ateş Çiftçi İnişli çıkışlı bir tarihsel sürece sahip olan Rusya-Çin ilişkileri üzerine çalışmak, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonraki süreçte daha büyük önem arz etmiştir. Bu süreçte iki ülke arası ilişkilere pek çok karşılıklı bağımlılık olgusu şekil vermeye başlamıştır. Kuşkusuz bunda; tek kutuplu olarak şekillenen yeni dünya düzeni, çok kutupluluk temeline dayalı güç arzusu, coğrafi yakınlık merkezli siyasi partnerlik arayışları ve kaynak ihtiyacına yönelik iş birliği çabaları etkili olmuştur. Öte yandan, Avrasya'nın iki önemli aktörü ve komşu ülkeleri olan Rusya ve Çin'in birbirleri ile iş birliği eğiliminde olma ve ortaklıklarını geliştirme yolundaki en büyük nedenlerinin bölgede ve küresel anlamda ABD'yi dengelemek olduğu da aşikârdır.
Asya'daki Güç Mücadelesi Bağlamında Gelişen Rusya-Çin İlişkileri; iki ülkenin tarihlerinde ve ikili ilişkilerinde en güçlü olduğu dönemini, karşılıklı bağımlılık olarak tanımlanan kuram çerçevesinde analiz ederek sunmaktadır. Ekonomik, siyasi ve askerî-nükleer alanlarda yapılan bu çalışma, klasik başlık açarak içerik oluşturmaktan ziyade Asya'daki güç dengelerinin analizine dair bir zemin hazırlayan ve farklı bulgular ile çoklu ilişkileri irdelemeyi amaçlayan bir eserdir.
Orhan Gafarlı XIX. yüzyılda Birleşik Krallık, Çarlık Rusyası, Almanya ve Fransa arasında Osmanlı İmparatorluğu, İran, Orta Asya ve Uzak Doğu ülkelerinin topraklarını elde etmek amacıyla başlamış ve uzun yıllar sürmüş jeopolitik bir mücadele yaşanmıştır. Çarlık Rusyası, 1907 tarihinde Orta Asya, Güney Kafkasya ve Doğu Avrupa'da hâkimiyet alanı oluşturmuştur. 1991'de Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, Coğrafyada yeniden oluşan siyasi ve ekonomik boşluk üzerinden, yeni ve büyük bir stratejik oyun ortaya çıkmıştır.
Avrasya bölgesindeki bu Yeni Büyük Oyun, Ukrayna'dan başlayarak Afganistan'a kadar ulaşan Coğrafya üzerinde yeniden oynanmaktadır. Prof. Dr. Erel Tellal, Oyunun önemini vurgulamak için kitabın önsözünde “ABD başta olmak üzere, Türkiye, Rusya Federasyonu, Çin, İran gibi devletler; AB gibi devletüstü yapılar; BM, NATO, KGAÖ gibi örgütler; Gazprom, BP, ExonMobil gibi enerji şirketleri… Yeni Büyük Oyunun önemli oyuncularıdır.” demektedir.
Kitapta, Rusya Federasyonu'nun iç ve dış politikasının önemli olguları, Ukrayna'da yaşanan 2013 krizi, Güney Kafkasya Bölgesinde Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan gibi büyük devletlerin rekabeti anlatılmaktadır. Aynı zamanda Çin'in genişleyen ekonomisinin, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan'la gerçekleştirdiği ilişkilerinin içeriğinden de bahsedilmektedir. Türkiye gündeminde çok iyi takip edilmediği için Çin ve Güney Kafkasya ilişkileri ve Pekin'in bölge ülkeleriyle gerçekleştirdiği ilişkilerin gelecek perspektifine de bakılmaktadır.
Çalışmada, Türkiye ve Güney Kafkasya ilişkileri son dönemde yaşanan gelişmeler dikkate alınarak incelenmektedir. Türkiye'nin, yeni dış politika vizyonu üzerinden takip ettiği Azerbaycan, Ermenistan ve Ermeni Sorunu, Gürcistan ile ilişkileri askeri, ekonomik, politik ve enerji açısından değerlendirilmekte, ayrıca Avrasya Jeopolitiğinin temel kriz noktası olan Afganistan'la ilgili daha ayrıntılı değerlendirmelere yer verilmektedir.
Reha YILMAZ, Galip ÇAĞ , Mehmet Akif OKUR , Hatice YAZGAN , Sedat DEMİRCİ Avrasya insanlık tarihi süresince büyük mücadelelerin alanı olmuştur. Tarihe yön veren birçok olay burada yaşanmış, birçok şahıs burada yaşamış ve “Avrasya’ya sahip olan dünyaya sahip olur.” düşüncesi bugünde geçerliliğini koruyagelmiştir.
Avrasya politikaları teorilerle şekillendirilmiş, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal düşüncelerden teşkil edilen bir sistem olan Avrasyacılık düşüncesi oluşturulmuştur. Bu düşünce son iki yüzyılda gelişmiş ve bölge politikalarına etki etmiştir.
Bölge, Türkiye için hep öncelikli olmuş ve zaman zaman farklı adlarla bölgeye yönelik düşünce ve politikalar geliştirilmiştir. Ancak, Rus Avrasyacılığı kadar derinlemesine bir teori ve politika geliştiri-lememiştir. Bu kitap, bu alandaki eksikliği gidermek amacıyla hazırlanmıştır. Eserde, Avrasya ve Avrasyacılık konusu çeşitli yönleriyle ele alınmış, Avrasyacılık düşüncesinin tarihi gelişimi, Avrasya Birliği Projesi, Avrasya Birliğinin Avrupa Birliği ile Kıyaslaması, Kalpgah Kuramı perspektifinden Avrasyacılığın Analizi ve Orta Asya'nın Avrasyacılık bağlamında değerlendirilmesi gibi konular yer almıştır.
Çalışmanın, kapsamlı içeriğiyle Avrasya üzerine çalışan Türk bilim insanlarına, sosyal bilimler alanında öğrenim gören öğrencilere ve politika yapıcılara büyük katkısı olacaktır.
Hasan Ali Karasar - Hasan Kanbolat Avrasya coğrafyasında stratejik düşünce kültürü Mezopotamya, Anadolu, Eski Yunan, Çin, Hint, İran, Moğol, Türk, Rus medeniyetlerinin etkileri ile çok köklü bir geçmişe sahiptir. Ortak özellikleri, belki de, hemen hepsinde “emperyal” bir tarihin izlerinin bulunmasıdır. İkinci bir ortak özellik ise stratejik düşüncenin “devletin bekası” ve “farklı kültürleri yönetme” motifleri ile bir tekâmül geçirmesidir.

Bu çalışmanın özelliklerinden biri coğrafi olarak dev bir mekânı temsil eden Avrasya genelinde dengeli bir temsilin sağlanmış olmasıdır. Bölümlerde göreceğiniz üzere Sırbistan, Ermenistan, Gürcistan, Ukrayna, Rusya, Türkiye, İran, Bulgaristan, Azerbaycan, Türkistan (Orta Asya) ve Belarus düşünce kuruluşları ve kültürleri hakkında detaylı analizler sunulmaktadır. Çalışmanın ikinci özelliği ise bu ulusal ve bölgesel odaklı yazıların aynı zamanda tematik çerçevelerinin de bulunmasıdır. Bu tematik çerçeveler arasında; sivil toplum gelişimi, kültürel parametreler, düşünce kuruluşlarının sınıflandırılması sorunsalı, uzmanlaşan kuruluşlar, “doğuran düşünce kuruluşları,” kamudaki stratejik yönetim süreçleri, bölgesel ve küresel iletişim ağlarında düşünce kuruluşlarının rolleri, güvenlik sektöründeki düşünce kuruluşları, “renkli devrimler” sırasında düşünce kuruluşlarının oynadıkları roller, iktisadi sahada faaliyet gösteren düşünce kuruluşlarının karar alma mekanizmalarındaki etkileri, demokratikleşme ve sivil toplum stratejilerinde düşünce kuruluşları gibi başlıkları bulabileceksiniz.
Ayşe Gülce Uygun, Barış Sevinçli, Büşra Yılmaz, Cemre Pekcan, Cengiz Dinç, Cihan Günyel, Filiz Değer, Hakan Kıyıcı, Hatice Yazgan, Kamber Güler, Kyryll Sturmak, Mehmet Çağatay Abuşoğlu, Mehmet Emir, Merve Suna Özel Özcan, Murat Çemrek, Oğuzhan Mutluer, Samet Zenginoğlu Avrupa 2023 başlığını taşıyan bu kitapta, alanında uzman akademisyenler tarafından Avrupa Kıtası'na uluslararası ilişkiler disiplini bakış açısından mümkün olduğunca güncel ve bilimsel bir yaklaşım geliştirilmeye çalışılmıştır. Bölümlerde; iç gelişmelere, güncel siyasete, hukuk sistemlerine, göç konusuna, kıtanın küresel ve bölgesel stratejilerine, Rusya ile ilişkilere, Ukrayna Krizi'ne, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Kuzey Amerika, Çin, Türkiye, NATO ile ilişkilere ve terörizm konularına derinlemesine değinilmektedir.

Akif Ziya Bayrak, Aslıhan Yeniçeri Altıntaş, Ayşe Dilek Öğretir Özçelik, Bekir Karataş, Cengiz Dinç, Emrah Utku Gökçe, Fatma Pınar Eşsiz, Gürhan Ünal, Hasan Sekman, Haydar Efe, Nimet Varlık, Oğuzhan Mutluer, Önder Dilek, Samet Zenginoğlu, Seda Bayrakdar, Serpil Bardakçı Tosun, Sevim Budak, Sezai Özçelik, Şerife Özkan Nesimioğlu, Yiğit Çolak, Zeynep Erhan Bulut Avrupa Birliği: Kurumlar ve Politikalar başlığını taşıyan bu kitapta, konunun uzmanlarının emekleri sonucu ortaya çıkan 16 başlıkta Avrupa Birliği’nin temel kurumları ve politikaları tanıtılmış, analiz edilmiştir. Kitapta, kurumların ve politikaların tarihsel perspektifine değinilimekle birlikte, mümkün olduğunca yakın dönemlerdeki gelişmeler analiz edilerek güncel konulara odaklanılmıştır.
Bölümlerde; Avrupa Entegrasyonu, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Komisyonu, Avrupa Birliği Konseyi, Avrupa Birliği Zirvesi, Adalet Divanı, Merkez Bankası ve Sayıştay, Rekabet Politikası, Enerji Politikası, Çevre Politikası, Bölgesel Politikalar, Eğitim Politikaları, Güvenlik ve Savunma Politikası, Ekonomik ve Parasal Birlik, Ortak Tarım Politikası, Göç Politikası ve Mülteciler hakkında detaylı güncel bilgiler verilirken, pek çok tablo, harita ve grafik de kullanılmış böylece konuların okuyucu tarafından bir bakışta derinlemesine kavranılmasına imkân sağlanmıştır.
Zeynep Ceylin Ecer Altı genişleme süreci geçiren ve günümüzde 27 üyeli büyük bir birlik hâline gelen AB'de her genişleme dalgasıyla topluluk içerisinde belirginleşen bölgeler arasındaki gelişme düzeyi farkı Birlik tarafından ekonomik, sosyal, fiziki yönden koordine edilmeye çalışılmış ve sürdürülebilir küresel rekabete dayalı dengeli bir kalkınma için farklılıkların azaltılması zorunlu hâle gelmiştir. Üye ülke ve bölgeler arasındaki kalkınma farklılıklarını azaltmak amacıyla uluslararası alanda siyasal, ekonomik ve yönetsel yapılandırmaları önemli ölçüde etkileyen başlıca uluslar üstü yapılardan biri olan AB, Bölgesel Kalkınma Ajanslarını kurmuştur. AB'nin ayrıca bütün aday ülkelere benimsetmeye çalıştığı Bölgesel Kalkınma Ajanslarıyla Türkiye, Helsinki Zirvesinden sonra tanışmıştır. Bölgesel gelişmişlik farklılıklarının giderilmesi amacıyla Birliğin belirlediği önemli ortak politika alanlarından olan bölgesel gelişme politikaları ülkemizde yasal zeminin oluşturulduğu 2006 yılından beri uygulanmaya devam etmektedir.
Kitabın temel amacı; Avrupa Birliği Bölgesel Politikalarının Türkiye'de uygulanabilirliğinin Serka örneğinde değerlendirilmesidir. Değerlendirmeler AB'ye üye çeşitli ülkelerin bölgesel politika üretmede görevli olan kalkınma ajanslarının incelenmesi sonucunda oluşturulan bir çerçeve üzerinde yapılmıştır. İlgili çerçeve İngiltere, Fransa, İspanya, Almanya, Avusturya, İtalya, Polonya ve Çekya gibi ülkelerde yer alan çeşitli kalkınma ajanslarının amaçsal, yapısal, yönetsel ve işlevsel boyutlarda incelenmesi neticesinde oluşturulmuştur.
Kitapta ayrıca; Türkiye'de AB uyum politikaları çerçevesinde uygulanan bölgesel politikaların ve BKA'nın etkinlikleri değerlendirilmiştir. AB'de ekonomik ve sosyal alanda ortaya çıkan bölgesel gelişmişlik farklılıklarından kaynaklanan sorunlarla mücadele amacıyla geliştirilen bölgesel politikaların etkinlikleri incelenmiş ve AB Bölgesel Politika uygulamalarında önemli ve etkin bir araç olarak yararlanılan Bölgesel Kalkınma Ajanslarının bölgeler üzerindeki etkileri değerlendirilmiştir.
İrfan Kalaycı Türkiye- AB ilişkilerini farklı açılardan yorumlayan on bölüm altında toplamda yirmi yedi makalenin yer aldığı bu eser, Türkiye’de konu ile ilgilenen tüm çevrelerin takdirini alacaktır. Çünkü yazıların tamamı özgün ve Türkiye- AB ilişkilerine farklı açılardan ışık tutacak niteliktedir. Kitaptaki bölümler; giriş dersleri, ekonomi dersleri I-II, politika dersleri I-II, eğitim dersleri, teknoloji dersleri, Atatürk ve küreselleşme dersleri ve sonuç dersleri başlıklarından oluşmaktadır. Türkiye’nin, alanlarında önde gelen uzmanlarını bir araya getiren bu çalışmada yukarıda sayılan bölümler altında verilen makalelerle Türkiye’nin AB’ye, AB’nin de Türkiye’ye yaklaşımı farklı açılardan ele alınmıştır. Konu ile ilgilenen, fikir yürüten her kesim için çok yararlı olacak olan çalışma, bu alandaki büyük bir boşluğu da dolduracaktır.
M. Hakan Keskin Bu kitap daha önce Seçkin Yayınevi tarafından iki baskı yapmış kitabın güncellenmiş 3. baskısı. AB El kitabı, AB'nin bütünleşmesini bir diğer ifade ile derinleşmesini anlatan bir kitap. Diğerlerinden farklı; ilk farkı, iki dilli olması. Aynı sayfanın bir tarafı İngilizce, diğer tarafı Türkçe. Bu sayede, İngilizce programlarda verilen derslerde lisan yetersizliği sorununu aşmaya katkı sağlayacak. İkinci farkı tasarımı. Kitap renkli ve görsel ağırlıklı bir tasarıma sahip. Karmaşık AB jargonunu yasayanlara büyük yardımı olacak. Ayrıca AB Bütünleşmesi dersi verenlere dersin hazırlanmasına ve işlenmesine katkı sağlamak için kitabın sonuna Bologna sürecine uygun hazırlanmış ders izlencesi, araştırma soruları ve tartışma konuları eklendi.
Cihan Dura, Hayriye Atik, Cüneyt Dumrul Bu kitap Avrupa Birliği'ni, Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki, başta Gümrük Birliği olmak üzere ekonomik ilişkileri, tarihsel süreçleri ve yapıları ulaşmış oldukları son durum itibariyle incelemektedir.
Çalışmanın ilk amacı; olabildiğince Ortodoks yaklaşımdan sıyrılarak, üniversitelerimizin iktisat, işletme, uluslararası ilişkiler bölümlerinde, lisans düzeyinde ya da lisansüstü öğretimde okutulan “Uluslararası İktisadi Birleşmeler”, “Avrupa Birliği” gibi derslerde el kitabı olarak kullanılabilecek bir yapıt ortaya koymaktır. Çalışma “Uluslararası İktisat” gibi temel derslerde de yardımcı kitap olarak kullanılabilir. Çalışmamızın ikinci amacı; konuyla ilgilenen -öğrenci, aydın, sade yurttaş- herkese, Avrupa Birliği ile Türkiye-AB ilişkileri hakkında bilgilerini genişletmelerine, isabetli yorumlar yapmalarına ve doğru kararlar vermelerine yardımcı olacak bir araç sunmaktır.
Ayşegül Bostan Bu kitap Avrupa Birliği Parlamentosunda Suriyeli sığınmacılar konulu oturumları veri seti olarak ele almış ve bu veri setlerini eleştirel söylem analizinin kollarından biri olan söylemsel-tarihsel yaklaşımla incelemiştir. Bu çalışmanın amacı Avrupalı parlamenterlerin Suriyeli sığınmacılara yönelik algısını ortaya çıkarmaktadır. Bu kitap, ötekilerin diyarından gelen Suriyelere yönelik kucaklayıcı ve dışlayıcı söylemlerin nasıl üretildiğine, ne tür metaforlar, düz değişmeciler, zamansal referanslar ve isnatlar kullanıldığına ve bu söylemlerin nasıl uslamlandırılmaya çalışıldığına odaklanmıştır. Böylelikle Suriyeli sığınmacılar krizine yönelik Avrupalı parlamenterlerin bilişsel dünyalarına ışık tutarak onların Suriyeli sığınmacılara yönelik bakış açılarını ortaya çıkarmıştır.
Uğur Burç Yıldız 2008 yılında başlayan dünya finans krizinin en önemli etkilerinden biri de Avrupa Birliği’nin bazı ülkelerindeki ayrılıkçı hareketleri güçlendirmiş olmasıdır. İspanya’da Katalonya ve Bask bölgeleri, Britanya’da Kuzey İrlanda ve İskoçya, Belçika’da Flaman Bölgesi ve İtalya'da Kuzey İtalya bağımsızlık taleplerinin en güçlü olduğu yerlerdir. Bu kitapta, bu bölgelerdeki bağımsızlık hareketlerinin temel nedenlerinin geniş bir çerçevede açıklanması, aktörlerinin tanımlanması ve günümüzdeki durumlarının değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Oğuz Kaymakçı AB üzerine notlarda AB’nin tarihsel perspektif içindeki gelişimi, diğer ülkelerle ilişkileri, EURO ve AGÜ’lerin yanı sıra Türkiye başlığı altında; ekonomik, mali ve politik gelişmeler çizgisinde karşılıklı ilişkilere yer verilmiştir. Çalışma, “Küresel Bir Aktör Olarak Avrupa Birliği” ve “Küreselleşme Sürecinde Türkiye- AB İlişkileri” başlıklı bölümlerden oluşan iki ana kısma ayrılmıştır. Bu kısımlar altında yukarıda bahsedilenin yanında Avrupa birliği; genişleme süreci, politik iş birliği, Rusya ilişkileri, tek para birimi, Türkiye ilişkileri, maliye politikaları, gümrük birliği, Maastricht sonrası ekonomik ve parasal birlik ve Türkiye konularında toplamda on altı makale yer almaktadır. Bu kapsamda çeşitli yazarların Avrupa Birliği üzerine kaleme aldığı yazıların toplandığı bu kitap, 17 Aralık 2004 sonrası Türkiye için önemli bir kılavuz niteliği taşımaktadır.
Ahmet Taner Göksu Avrupa Birliği, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından Avrupa kıtasında barış ve huzuru temin etmek, siyasi ve ekonomik açıdan daha güçlü bir Avrupa oluşturma hedefine giden yolda önemli bir mihenk taşıdır. Özellikle Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle birlikte ortaya çıkan yeni jeopolitik sistem, AB ve benzeri uluslararası örgütlerin önemini daha da arttırmıştır. Bu süreçte, öncelikle Avrupa'nın siyasi ve ekonomik açıdan güçlenmesi hedeflenirken aynı zamanda bu hedeflerin sürekliliğinin teminini sağlamaya yönelik güvenlik politikalarını oluşturmak ve geliştirmek için yoğun çaba sarf edilmiştir. Diğer taraftan yanlızca Birlik içerisinde ortak bir dış güvenlik ve savunma politikası belirlemek ve uygulamaya koymak küresel dünyada tek başına bir anlam ifade etmemektedir. Bu politikaların uluslararası barışı sağlamayı ilke edinmiş diğer örgüt ve kuruluşlarla eş güdümlü bir hâle getirilmesi ile toplumları ve devletleri tehdit eden yeni küresel risklere karşı güncellenmesi zorunlu hâle gelmiştir.
Ali Ayata, Murat Ercan Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkileri konusunda pek çok kitap yayımlanmış ve her yıl yenileri literatüre eklenmektedir. Ama araştırmalarda ihmal edilen konu Avrupa Birliği’nin hangi teori üzerine kurulduğu ve nasıl gelişip şekilleneceği üzerine yeterince incelenmemesi, daha kötüsü akademik ilginin zayıflığıdır. Yapılan araştırmalarda, Avrupa Birliği’nin ne anlama geldiği bilinmeden, direkt AET başvurusu ve onu izleyen Ankara Anlaşması ayrıntılı olarak hikâye edilmektedir. Avrupa Birliği’nin bu şekilde analiz edilmesi, bilim dünyasına nasıl bir katkı sağlayacaktır? Ankara Anlaşması analiz edilirken “Neye hazırlık? Neye geçiş? Nasıl bir birliğe üye olacağız?” bu soruların yanıtını bulmadan, konu ile ilgili alana ve kamuoyuna katkı sağlamak mümkün müdür? Kuşkusuz hayır. Bu kitap, Avrupa Birliği ve Türkiye ile ilişkileri konusundaki zayıflığı az da olsa giderebilmek amacıyla, alanında uzman değişik akademisyenleri bir araya getirmiştir. Avrupa Birliği ve Türkiye ile İlişkileri isimli kitapta iki ana konu üzerinde durulmaktadır. Bunlardan birincisi Avrupa Biriliği’dir. Avrupa Birliği kapsamında birliğin tarihçesi, genişleme süreci, anayasası, para ve ekonomi politikaları ve bölgesel politikaları analiz edilmektedir. İkincisi ise Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkileridir. Burada da Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin teorik alt yapısı, tarihçesi, müzakere süreci, ilişkiler kapsamında yaşanan sorunlar ve son dönem Türkiye AB ilişkilerinin seyri irdelenmektedir.
Kadriye Gül Yücel Çalışma hayatının en tartışmalı konularından biri olan asgari ücret, özünde ekonomik bir kavram olmakla birlikte, her ulusun politik, hukuki ve felsefi algısının bir ürünü olması nedeniyle farklı veçhelerden ele alınması gereken bir olgudur. Sosyal refah devletinin toplumsal adaleti sağlaması bakımından önemli bir sosyal politika aracı olarak görülen asgari ücret, yoksulluk kıskacında yaşamını sürdüren asgari ücretli çalışanların refahının artırılması bakımından kritik öneme sahiptir.
Bu kitapta; Avrupa Birliği ülkelerinde ve Türkiye'de asgari ücret uygulamasının tarihsel perspektif içerisinde ve adalet bağlamında karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi hedeflenmiştir. Amaç; toplumun en düşük gelir grubunu oluşturan asgari ücretlilerin yaşam standartlarının iyileştirilmesine yönelik olarak asgari ücretlerin belirlenmesi ve vergilendirilmesinde en adil ücret politikasının ne olduğunun araştırılmasıdır.
Kitapta, adalet kavramına ilişkin kuramsal tartışmalardan hareketle asgari ücretlilerin aileleri ile birlikte insan onuruna yakışır düzeyde bir yaşam sürmesini garanti edecek adil bir ücret düzeyi ve bu ücret düzeyinin belirlenmesinde ve çeşitli kriterler temelinde farklılaştırılmasında Avrupa'dan iyi uygulama örnekleri göz önünde tutularak Türkiye'ye ilişkin önerilerde bulunulmaktadır.
Mehlika Özlem Ultan Yasa dışı göç konusu, Avrupa Birliği ve Türkiye gündeminde geniş bir yer kaplamaktadır. Yapılan göçlerin engellenmesi aşamasında izlenen politikalar da çeşitlilik göstermektedir. Bu çalışma, konuya Avrupa Birliği'nin bakış açısıyla bakarken; uygulamada İspanya, İtalya ve Yunanistan olmak üzere üç Akdeniz ülkesinin denizden gelen yasa dışı göçlerle nasıl mücadele ettiğini açıklamaya çalışmaktadır. Yasa dışı göçlere yönelik siyasi, ekonomik ve sosyokültürel boyutların değerlendirildiği bu çalışma; hem yasa dışı göçün önlenmesine yönelik hangi politikalar izlenmesi gerektiğini vurgulaması sebebiyle hem de yasa dışı göçün güvenlik konusuyla nasıl ilişkilendirildiğinin anlaşılması amacıyla önem teşkil etmektedir.
Eser, yasa dışı göç alanında mevcut bilgileri ortaya koyarak, konunun arka plana atılmış yönlerini ortaya çıkarmayı hedeflemektedir. Çalışmanın, Avrupa Birliği yasa dışı göç politikasını anlamak isteyenlerin yanı sıra, soruna yönelik geliştirilen çözüm önerilerini merak edenlerin de ilgisini çekeceği düşünülmektedir.
Uğur Özgöker, Onur Gürel Çalışma, 2011 yılında baş gösteren Suriye İç Savaşı sonrası Avrupa Birliği (AB)'nin düzensiz göç ile terörizm gibi kritik sorunlarla mücadelede benimsediği yönetim stratejilerini ve politikalarını, zirve sonuç bildirgeleri, programlar ve yıllık raporlar aracılığıyla analiz etmektedir. Ayrıca AB Kolluk Kuvvetleri İşbirliği Ajansı (EUROPOL) ve Avrupa Birliği Ceza Adaleti İşbirliği Ajansı (EUROJUST) tarafından yürütülen uygulayıcı ağların ve yıllık raporların, düzensiz göç ile güvenlik arasındaki ilişkiyi nasıl ele aldığı ve bu bağlamda üstlendikleri roller ile etkinliklerinin incelenmesi de çalışmanın kapsamı içerisindedir. Kitap, AB'nin düzensiz göçmenler ile terörizmle mücadeledeki iç ve dış politikalarına özellikle EUROPOL ve EUROJUST gibi kurumların faaliyetlerine odaklanarak güncel ve tarihsel bir perspektif sunmaktadır. Araştırma; öğrenciler, akademisyenler, politikacılar ve hukukçular için AB'nin güvenlik ile adalet alanındaki yaklaşımlarını anlamalarına yardımcı olacak kapsamlı bir kaynak niteliğindedir.
Serkan Küçükdoğru Türkiye, AB ile yüzyıllar boyu süregelen komşuluk ilişkisi içerisinde tüm hassasiyeti ile davranarak önemli bir müttefik konumuna gelmiştir. Türkiye'nin AB'ye üyeliği sonucunda karşılıklı yararlar sağlanacağı aşikârdır. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliği sürecinde, tüm alanlarda ilişkilerin gelişmesi için öncelikle "İçişleri ve Adalet Politikası"na uyumu gerekli ve önemli bir aşamadır.
Bu çalışmada; Avrupa Birliği'nin var olma gayesi, yapısı ve gelişimi ele alınmış; aday ülke statüsündeki Türkiye'nin AB'ye uyum süreci konusundaki kabiliyetinin ölçülmesi, verilen ev ödevlerine nasıl hazırlandığı ve bu ödevlerin nasıl anlaşıldığı hususlarının incelenmesi ve kişilerle yapılan anket yöntemi ile katılımcıların insan hakları, siyasal ilişkiler, adalet sistemi, dış politikalar ve benzeri konularda görüşlerinin alınıp bunların AB'ye uyum süreci hususundaki etkilerinin ve katılımcıların AB'ye uyum süreci hakkındaki görüşlerinin analizine yer verilmiştir.
Uğur Burç YILDIZ Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) aday ülke ilan edildiği 1999 yılındaki tarihi Helsinki Zirvesi sonrasında, AB alanında çeşitli üniversitelerde birçok yüksek lisans ve doktora programı açılmıştır. Bu alanda lisansüstü öğrenim gören akademisyen adaylarının en önemli çalışma alanlarından biri, AB’nin dış ilişkileri olmuştur. Yine aynı yıllarda AB’nin dış ilişkileri ile ilgili birçok kitap ve makale, akademisyenler ve araştırmacılar tarafından yayınlanmıştır. Hazırlanan tezlerde, yayınlanan kitap ve makalelerde genel olarak AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile Avrupa Komşuluk Politikası’na odaklanılmıştır. Bu kitapta, daha önce hakkında çok fazla çalışma yapılmış olan bu konuların ötesine geçilmek istenmiştir. Dolayısıyla, kitapta AB’nin bölgesel politikaları, bölgeler ile olan genel ilişkileri ve uluslararası aktörler ile ilişkileri konularındaki makaleler bir araya getirilmiştir. Neticede, bu kitap literatüre önemli bir katkı sağlayacak niteliktedir.
Mehmet Emir Göç ve güvenlik bağlamında icra edilen bu çalışma, Avrupa Birliği kurumsal yapısı ve üye devletlerin Libya ile olan ilişkilerine odaklanmaktadır. Libya'nın odağa alınarak yapılan bu araştırmanın ortaya çıkardığı sonuçlar, Avrupa Birliği üyesi devletlerin bu devlete bakış açılarındaki farklılıkları göz önüne sermektedir. Dolayısıyla Birlik üyesi devletlerin göç ve güvenlik politikası yaklaşımlarının ne kadar farklı olduğu, Libya olayları özelinde ortaya çıkmaktadır.
Kitapta, Libya'da Muammer Kaddafi öncesi ve sonrası dönem gelişmeleri incelenerek Avrupa Birliği kurumsal yapısı ve üye devletlerin bu süreç içerisinde etkileşimleri değerlendirilecektir. Özellikle 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından güvenlikle bağdaştırılan düzensiz göç olgusu Avrupa Birliği ve Libya ilişkilerini daha önemli kılmıştır.
Avrupa Birliği üyesi devletler açısından hâlen bu devletlerin ulusal çıkarları çok güçlü bir şekilde korunurken bunun en önemli unsurunu ise güvenlik oluşturmaktadır. Güvenlikleri söz konusu olduğunda Birlik üyesi devletler bütünleşme stratejilerini dahi geri plana atmaktadırlar. Güvenlikleri için çok önemli gördükleri düzensiz göç hareketlerine karşı birbirlerinin çıkarı aleyhine bile olsa Libya örneğinde görüleceği gibi hareket etmekten çekinmemektedirler. Libya olayları, Avrupa Birliği üyesi devletlerin ortak hareket etmelerinde neden başarısız olduklarını analiz etmek için çok elverişli bir alandır. Çalışma, bilimsel literatürdeki bu eksikliği tamamlayarak bilimsel alana katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
Ali Samir Merdan Soğuk Savaş sonrası dönemde dinamik bir yapı benimseyen Avrupa Birliği, zengin doğal kaynaklara ve stratejik öneme sahip Kafkas ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. Avrupa Birliği; öncelikle TACIS Programı adı altında bu ülkelere mali yardımlarda bulunmuş, daha sonra İpek Yolu’nun Yeniden Canlandırılma Politikası ile Enerji Politikasını uygulamaya koyarak ekonomik boyutta yardımlarını farklı alanlara kaydırmıştır. Ortaklık ve İş Birliği Anlaşmalarının imzalanmasından sonra ise Avrupa Birliği, 1991-2006 dönemini sağlam yasal temelleri olan bir döneme çevirerek Kafkas ülkeleriyle siyasi ilişkilerini de geliştirmeye başlamıştır.
Bu kitapta; TACIS Programı, İpek Yolu’nun Yeniden Canlandırılma Politikası ve Enerji Politikasıyla gelişmekte olan ekonomik ilişkileri, Ortaklık ve İş Birliği Anlaşmalarıyla kurulan hukuki ilişkileri ve Komşuluk Politikasıyla gelişmekte olan siyasi ilişkiler incelenmiştir. Genel olarak 1991'den itibaren Avrupa Birliği ile Kafkas ülkeleri arasındaki ilişkilerde, bölgesel bir bütünleşmeden çok bir küreselleşme sorumluluğunu üstlendikleri ve 2006'ya kadar amaçlarında başarıyla nasıl ilerledikleri üzerinde durulmuştur.
Bayram Sinkaya, Bilge Şahin, Ekin Oyan Altuntaş, İlhan Sağsen, İshak Turan, Kamer Kasım , Kamuran Reçber, Marziye Memmedli, Mehmet Arif Türkdoğan, Mehmet Dalar, Özkan Gökcan, Samet Yılmaz, Zelal Başak Yariş Avrupa Birliği'nin değişik coğrafya, bölge ve konularla ilgili dış politikasını analiz eden bu kitap, benzerlerinden farklı ve dikkat çekici bir perspektifle okuyuculara oldukça zengin bir içerik sunmaktadır. Ulusüstü niteliğiyle Avrupa'da ekonomik ve siyasal bütünleşmeyi hedefleyen Avrupa Birliği, uluslararası politikayı etkileyen önemli bir aktör olarak işlevlerini sürdürmektedir. Bu kitabı diğerlerinden farklı kılan özelliklerinden biri, Avrupa Birliği'nin dünyanın farklı bölge ve kıtalarıyla ilişkilerini ele alarak değişik konu ve sorunlarla ilgili yaklaşımını tartışan, eleştiren ve analiz eden derli toplu bir çalışma niteliğinde olmasıdır. Türkiye'nin değişik üniversitelerinde akademik çalışmalarını yürüten ve bu alanda uzman olan yazarlar, konulara farklı bakış açılarıyla birikimlerini paylaşarak alana önemli katkı sunmuşlardır.
Arif Köktaş Avrupa Birliğinde İşçilerin Serbest Dolaşım Hakkı ve Türk Vatandaşlarının Durumu adlı kitap, aynı adla tamamlanan yazarın doktora çalışmasına ve AB üyesi devletlerde yaşayan Türk vatandaşlarının serbest dolaşım hakları konusundaki çalışmalarına dayanmaktadır. Kitapta genel olarak; AB’nin kurumsal yapısı, Hukuku ve Türkiye ilişkileri ele alınmıştır.
Mesut Hakkı Caşın, Uğur Özgöker, Halil Çolak Avrupa’da yaşanan iki dünya savaşı Avrupa ve tüm dünya devletlerine önemli dersler öğretmiştir. Barış ve güvenlik içinde yaşamak tüm dünya insanlığı için bir gereklilik olmuştur. Uluslararası sistemdeki en başarılı entegrasyon örneği olarak kabul edilen Avrupa Birliği (AB), kuruluşundan günümüze kadar kurumsallaşma adına önemli yol kat etmiştir. AB entegrasyonu; ortak dışişleri, ortak güvenlik ve savunma politikalarının uygulanmasında ortak iktisadi-ticari ve sosyal politikalar alanlarında olduğu derecede başarılı olamamıştır. AB’de ortak güvenlik ve savunma konularında başarılı bir iş birliği ile Birliğin güçlü bir dış politika yürütebilmesi için teknolojiyle donatılmış güçlü bir orduya ihtiyaç duyulmaktadır. Bunun gerçekleşmemesi AB’nin zayıflamasına hatta dağılmasına neden olabilecektir. Bu nedenle AB’nin geleceği; Maastricht Antlaşması’yla kabul edilen üç sütunun güçlendirilmesine, AB değerlerine sahip çıkılmasına, koordinasyon ve iş birliği içinde ortak güvenlik ve savunma politikalarının etkili bir şekilde uygulanmasına ve uluslararası operasyonların gerçekleştirilmesine yapacağı katkı ve katılımındaki başarısına bağlıdır.
Haşim Türker İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın iktisadi, siyasi ve askeri anlamdaki bütünleşme gayretleri ancak Soğuk Savaş sonrasında ivme kazanabilmiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile ABD’nin tek başına dünya düzenini belirleyen dev bir güç olarak ortaya çıkması, AB’nin çok taraflı bir dünya oluşturma gayreti içine girmesine ve Avrupa bütünleşmesinin özellikle siyasi, askeri manada da gelişmesinin bir öncelik olarak belirmesine yol açmıştır. Bu çerçevede önce siyasi birliğin sağlanması için faaliyetlerde bulunulmuş, buna paralel olarak siyasi iradeyi destekleyebilecek bir askeri gücün oluşturulması için çaba sarf edilmiştir. Bu çabaların bir sonucu olarak Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) adı altında Avrupa Birliği’nin siyasi kararlarını destekleyebilecek nitelikte bir askeri gücün oluşturulmasına başlanmıştır.
Bu çalışma AB’nin bu çabasının tarihi gelişimini incelemeye gayret etmek üzere hazırlanmıştır. Bu kapsamda, AB’nin ortak güvenlik ve savunma politikasının oluşum süreci derinlemesine irdelenmiş ve bu sürecin başta dünya güvenliği olmak üzere, Türkiye’nin dış politikası ve güvenliği ile Türkiye-AB ilişkilerine etkilerinin ortaya konulması amaçlanmıştır.
Araştırmada yoğunlukla AB’nin AGSP kapsamındaki ortak kararları, ortak eylemleri, ortak tavırları, ortak stratejileri, Avrupa Konseyi sonuç raporları, ilerleme raporları, AB’nin antlaşmaları ve diğer resmî belgeleri temel olarak kullanılmıştır.
Ayşegül Gökalp Kutlu, Ender Akyol, Erkan Duymaz, Gül Ceylan Tok, Hürol Çankaya, Itır Aladağ Görentaş, Jülide Gül Erdem, Mehmet Arı 1949'daki kuruluşundan günümüze Avrupa Konseyi, bölgesel düzeyde insan haklarının korunmasının en ileri örneklerinden birini vermektedir. Bu çerçevede 1959'da Konsey bünyesinde bir Komisyon ve Divan olarak göreve başlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 1998 yılında bugünkü hâlini almıştır. Mahkeme, yargı yetki alanındaki birey ve birey gruplarının temel hak ve özgürlüklerini üye devletlerin kamu gücünden kaynaklanan ihlallere karşı koruma görevini sürdürmektedir.
Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile inişli çıkışlı ilişkisi, kuruluşundan beri hem iç kamuoyunda hem de Avrupa Konseyi nezdinde tartışmalara konu olmuştur ve hâlen de sıcak gündemini korumaktadır. Buradan hareketle kitabımızda AİHM nezdinde Türkiye açısından en çok tartışma konusu olan haklar ve konular incelenmiştir. Haklara getirilecek kısıtlamaların sınırlandırılması, din ve vicdan özgürlüğü, kadına yönelik şiddet, adil yargılanma hakkı, toplantı ve dernek kurma özgürlüğü ve ayrımcılık yasağı konularındaki çalışmalarımızın Türkçe insan hakları yazınına katkı sağlamasını umuyoruz.
Zeki Öztürk Avrupa Konseyi, İkinci Dünya Savaşı sonrası sonrası Avrupa'da barışın kalıcı olarak sağlanması ve demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ilkelerine bağlı kalınarak demokratik güvenliğin inşa edilmesi amacıyla kurulmuş en köklü uluslararası bir organizasyondur. Avrupa Birliği ile sürekli karıştırılan, ülkemizde ve Avrupa'da yeterince bilinmeyen ancak 47 üyesiyle 820 milyon kitleye hitap eden Avrupa Konseyi, organlarıyla ve bu organların işleyişine yardımcı olan kurulmuş mekanizmalarıyla, üye ülkelerdeki her alandaki demokrasi uygulamalarına, 200'den fazla antlaşmayı temel almak suretiyle 70 yıldır norm kazandırmakta, belli bir standart getirmektedir.
Türkiye, kurucu antlaşmasını imzaladığı 9 Ağustos 1949 tarihinden itibaren Avrupa Konseyi'nin çalışmalarına aktif katılım sağlamakta ve ülkede gerçekleştirilen hukuki reform ve kurumsal uygulamalarda bu kuruluşun birikimlerinden yararlanmaktadır. Avrupa Konseyi belgeleri her zaman Türk toplumunun temel dinamiklerine uygun çözümler önermese de ülkenin fikir ve görüşlerinin uluslararası arenada yansıtılmasına aracılık etmekte ve zengin araştırma sahalarıyla toplumsal hayatın her alanına standart kazandırmaya devam etmektedir.
Bu eser, Avrupa Konseyi arşivlerinde yapılan araştırmalar ve Avrupa Konseyi'nde bizzat izlenen ve doğrudan katılım sağlanan etkinliklerde elde edilen tecrübeler ışığında hazırlanmıştır.
John M. Hobson John M. Hobson, tarih boyunca çoğu uluslararası teorinin Avrupa merkezciliğin çeşitli biçimlerine gömülü olduğunu iddia etmektedir. Uluslararası teori, devletler arası ilişkilere dair değerden arınmış ve evrenselci teoriler üretmek yerine Batı medeniyetini dünya siyasetinin öznesi ve ideal normatif referansı olarak kutlayan ve savunan analizler sunmaktadır. Hobson ayrıca Edward Said'in Avrupa merkezcilik ve oryantalizm kavramlarına anlayışlı bir eleştiri getirerek Avrupa merkezciliğin emperyalist veya anti emperyalist olabilen farklı biçimler aldığını ortaya koymakta ve bunların 1760'tan bu yana uluslararası teoride nasıl yol aldığını göstermektedir. Bu nedenle kitap, uluslararası ilişkiler akademisyenlerinin yanı sıra siyaset bilimi/siyaset teorisi, ekonomi politik/uluslararası ekonomi politik, coğrafya, kültür ve edebiyat çalışmaları, sosyoloji ve en önemlisi antropoloji disiplinlerinde Avrupa merkezciliği ile ilgilenen herkese hitap etmektedir.

Hobson'ın uluslararası teorinin yalnızca Avrupa merkezci bir dünya siyaseti anlayışı inşa ettiğine dair güçlü iddiası, hem ana akım hem de eleştirel görüşlere sahip teorisyenler için önemli bir meydan okumayı temsil etmektedir. Hobson'ın sunduğu geniş entelektüel tarihçe ışığında bu kitap, farklı okuyucu kitlelerinin ilgisini çekecektir.
BRIAN C SCHMIDT, Carleton Üniversitesi

Uluslararası ilişkiler akademisyenlerini entelektüel miraslarının Avrupa merkezci ön yargılarına karşı duyarlı olmaya davet eden, Batı uluslararası teorisinin ustaca ve kışkırtıcı bir tarihçesi. Bu önemli ve dikkatlice gerekçelendirilmiş kitap, hepimize, araştırmalarımızın ahlaki ve etik sonuçlarını yeniden incelememiz için bir çağrı niteliğindedir.
J. N. TICKNER, Southern California Üniversitesi

John M. Hobson'ın, Immanuel Kant'tan Adam Smith'e ve Hans Morgenthau'ya kadar uzanan ve yazılarıyla Batı uluslararası teorisine bugünkü şeklini veren uzun düşünürler silsilesinin; iddialı, araştırmacı ve geniş kapsamlı eleştirisi, bir güç gösterisi niteliğindedir. Hobson, sadece alanın ısrarla Avrupa merkezci örgütlenmesine işaret etmekle kalmıyor; aynı zamanda oryantalizm ve Avrupa merkezciliğin çeşitleri arasında genellikle çağdaş analizlerde eksik olan önemli ayrımlar yapmayı da başarıyor. Postkolonyal uluslararası teori çalışmalarına bugüne kadar yapılmış en iyi katkılardan birini temsil eden bu kitaptan tüm“dünya siyaseti” öğrencileri faydalanacaktır.
DIPESH CHAKRABARTY, Chicago Üniversitesi
İrfan Kalaycı Dr. İrfan Kalaycı, bu çalışmasında, günümüze dek hep tartışılmış olan Türkiye'nin Avrupalı mı yoksa Orta Doğulu bir ülke mi olduğu sorusuna ekonomi-politik bir yaklaşımla yanıt aramaktadır.
Kitapta, Türkiye için “iki elbiseli” ülke tanımlaması yapılarak Türkiye'nin Avrupalılaşma süreci geçmişten geleceğe ayrıntılı olarak ve tarafsız bir gözle incelenmektedir. Yazar ayrıca, küreselleşmenin Kuzey Yarımküre'de yerleşik ülkeler eliyle yürütüldüğü gerçeğine dikkat çekerek Avrupalı Türkiye'yi ve Türkiyeli Orta Doğu'yu yakından ilgilendiren “Batılılaşma” deyimi yerine “Kuzeylileşme” deyimini önermektedir. Orta Doğu petrolleri incelenirken, petrolün uluslararası politika ve güç ilişkilerinde oynadığı rolü belirtmek için aslında “uluslararası ekonomi-politiğin kalbinin attığı yerin derin petrol kuyuları olduğu” benzetmesi yapılmıştır. Dünya ekonomisi ve politikası konusunda ise günümüzde iki kutuplu bir dünya olmayabileceğini, ancak bunun yerine petro-dolar veya petro-avro ile petrolü arz ve talep eden ülke gruplarının oluştuğu belirtilmektedir. Dr. Kalaycı, petrol zengini bu bölgede su kıtlığının yarattığı gerilime de dikkat çekmekte ve bugün için bir senaryo olmakla birlikte, bölgenin su savaşları açısından yüksek bir potansiyel taşıdığına değinmektedir. “Orta Doğu Ekonomileri ve Türkiye'nin Ülke Politikaları” başlığını taşıyan en “kritik” bölümde ise, çeşitli ölçütler kullanılarak Türkiye'nin negatif ve pozitif ayırımcılıkla yaklaşabileceği ülkeler belirleniyor. Bu çalışmada iki amaç öne çıkıyor: Birisi AB standartlarına kavuşmuş bir ülke olarak Türkiye'nin üç kıta arasındaki birleştirici özelliğini iktisadi alanda da sürdürülebileceğini ortaya koymak, ikincisi de, Türkiye'nin Orta Doğu'da Avrupalı kimliğiyle nasıl bir güç oluşturabileceğini göstermek.
Sonuç olarak kitap; küresel ekonomi, uluslararası finans, medeniyetler uzlaşması gibi konularla ilgilenen herkese büyük ölçüde yararlı olabilecek temel bir kaynak niteliğindedir.
Prof. Dr. Halil Seyidoğlu