Dini Bilimler \ 8-8
Michael Curtis Avrupalı Düşünürlerin Orta Doğu ve Hindistan'daki Oryantal Despotizm Üzerine Görüşleri
Michael Curtis bu eserinde, Şark despotizmi hakkında tarihsel bir analiz sunarak Avrupa ve Doğu arasındaki karmaşık, olumlu-olumsuz etkileşimi ortaya koymaktadır. Ayrıca Doğunun Batı emperyalizminin daimi kurbanı olduğuna dayanan yanlış inancı ve Batıkların Doğu ve Müslüman toplumlar hakkında nesnel yorumlara sahip olamayacağı görüşünü de eleştirmektedir.
Eser, Avrupanın Şark despotizmi hakkındaki görüşlerini tek taraflı ve ön yargılı bir gözleme dayanarak değil, Doğuda hâkim olan rejimin gerçek tutum ve yöntemleri hakkındaki bilgiye dayanarak ele almaktadır. Curtis, Şark despotizmi kavramının nasıl şekillendiğine; Batı siyaset ve düşünce tarihi ile Orta Doğu ve Hindistanda değişen olgular bağlamında nasıl ifade edildiğine açıklık getirmektedir. Kitapta, Batılı seyyahların Müslüman ülkelerde yaptıkları gözlemler ve Montesquieu, Edmund Burke, Tocqueville, James ve John Stuart Mili, Kari Marx ve Max Weber gibi modern batı düşüncesinin kurucu düşünürlerinin analizleri üzerinde değerlendirme yapılmaktadır. İngilizce okuyan dünyada ilgi ve hayranlıkla karşılanan bu kitabın Türkçede de büyük bir boşluğu doldurması hedeflenmektedir.

Kübra Bilgin Tiryaki 1281 (1864) senesinde kisve-i tab‘a bürünmüş olan bu eser, 14. yüzyılda Abdurrahmân b. Ahmed b. Abdülgaffâr el-Îcî (v. 756/1355) tarafından yazılan Ahlâk-ı ‘Adudiyye isimli risalenin bir tercüme-şerhidir. Eserin telif edilmesi Müellif Mehmed Emîn İstanbulî’nin insanların ahlâkî bir düşüş yaşadığını müşahede etmesi üzerine o güne kadar Türkçeye tercüme edilmemiş olan Ahlâk-ı ‘Adudiyye’yi tercüme etme fikrinin kendisinde hâsıl olması neticesinde olmuştur. Dört makaleden müteşekkil olan eserin ilk bölümü, ahlâkın teorik bahislerinin ele alındığı “Nazarî Ahlâk” başlığını taşımaktadır. İkinci makalede “Fazîletlerin Korunması ve Kazanılması” başlığı ile ahlâkın pratik meselelerine yer verilmiştir. Eserde, “Ev İdaresi” başlığını taşıyan üçüncü bölüm ile “Şehir Yönetimi” unvanlı dördüncü bölümün yer almasıyla ahlâkın bütün meseleleri ele alınmış; böylece okuyucuya kuşatıcı bilgiler sunulmuştur.
Mervenur Yılmaz İslam Ahlak Düşüncesi'nin önemli eserlerinden birisi olan, Îcî’nin Ahlâki’l-‘Adudiyye adlı ahlâk risalesi kısa olmakla birlikte, oldukça etkili olmuş ve üzerine toplamda dokuz şerh yazılmıştır. Son dönemde yapılan tasniflere göre felsefi ahlâk çizgisinde yer alan Îcî’nin eserine yazılan şerhler, bu çizginin devamlılığını göstermesi açısından önemlidir.
Bu şerhlerden birisi de, Îcî’nin öğrencisi olan Kirmânî’nin şerhidir. Kirmânî’nin şerhini diğer şerhler arasında önemli yapan husus, şerhin bizzat Îcî’nin öğrencisi tarafından yazılmış olması ve aynı zamanda ilk şerh olmasıdır. Şerhin Îcî ölmeden önce tamamlanmış olması da, şerhi önemli kılmaktadır. Kirmânî şerhinin kendisinden sonra yapılan şerhlere şekil ve tartışılan konular bakımından kaynaklık yaptığı görülmektedir. Bu kitapta yer alan Kîrmânî şerhinin tahkik ve tercümesiyle, ahlâk literatürüne katkı sağlanması amaçlanmaktadır.
Abdulkadir Macit Türk tarihinin mihveri konumunda olan Maveraünnehir, günümüze kadar üzerinde onlarca devlete ev sahipliği yapan stratejik bir özelliğe sahip olmuştur. Bu özelliğinden hareketle bölgenin 16. asra kadarki tarihine baktığımızda, genel itibarıyla, bölge üzerinde inşa ve imar ile şöhret bulan Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Hârizmşahlar ve Timurlular; imha veistila ile şöhret bulan Karahıtaylar ve Moğollar hâkimiyet kurmuşlardır. 16. asır itibarıyla de kökeni Cengiz Han’a dayanan ve Özbekler olarak nitelenen Şeybânîler bölgede hükümran olmuştur. Şeybânîler Altın Orda Cuci (Coçi) ulusunun Özbek adını alan Türk-Moğol boylarının bir kısmının Cuci’nin beşinci oğlu Şîbân soyundan olan Ebu’l-Hayr Han liderliğinde 16. asrın sonlarında bölgeye gelerek buradaki Timurlu idaresine son verme girişimleri ile gün yüzüne çıkmış, Muhammed Şeybânî Han ile de bölgenin hâkim yeni siyasal aktörü haline gelmiştir. O kadar ki Şeybânîler, yaklaşık bir asır Maveraünnehir, Hârizm, Fergana ve çevresinde hüküm sürmüştür. Ancak Şeybânîler hüküm sürdükleri süre zarfında dünya tarihsel dönüşümlerin yoğunluğunu artırdığı kritik bir eşikte Maveraünnehir’de devraldıkları Timurlu mirasını istenilen şekilde sürdüremedikleri gibi içte Şeybânî sultanları arasında yıllar süren rekabet ve çekişmeler ve dışta Safevîler ve Bâbürlüler ile giriştikleri yoğun siyasi ve askeri mücadeleler sebebiyle bölgenin parçalanmasının önüne geçememişlerdir. Bu kitap okuyucuya Şeybânîlerin bir asırlık hâkimiyetlerinin bütünlüklü bir fotoğrafını çekmektedir.
Süleyman Hayri BOLAY Fransız filozofu Emile Boutroux (Emil Butru) (1845-1921)’nun contingence/olumsu’luk/zorunsuzluk doktrini, temelde tabiat kanunları denen ve insan zihninin formülleştirdiği kanunların, bizim inancımızın aksine, değişebilmesi tezine dayanır. Filozofun bundan esas maksadı da “tabiat kanunları” denilen kanunların insan toplumlarını ve onların din, sanat ve ahlâk sahasına ait değerlerini tanzim edemiyeceğini ortaya koymak; dolayısıyla insan aklına, insan kalbine ve toplumuna dışarıdan baskı yapılarak onların idare edilemeyeceğini göstermektir. Bu bakımdan Butru’ya göre insan toplumları, insanların hür iradeleri ve seçmelerine dayanan kendi yaptıkları kanunlarla idare edilmelidir. Maddeci, evrimci, determinist ve benzer felsefelerin 19. asırda Batı düşüncesinde, felsefesinde ve toplumlarında kurdukları hakimiyete karşı ileri sürülen bu doktrin bugün önemini daha çok korumaktadır. Bu kitap bizim düşünce hayatımızı da derinden etkilemiş olan bu olumsu’luk doktrinini her yönüyle ortaya koymakta olup yayınevimiz böyle bir eseri yayımlamakla fikir, bilim ve kültür hayatımıza köklü katkıda bulunduğuna inanmaktadır.
Ferit Uslu Yirminci yüzyılın ilk yarısında ileri sürülen büyük patlama teorisi evrenin var oluşu ve tarihi gelişimine ilk kez bilimsel bir bakış açısı sağladı Astronomi ve fiziksel kozmolojideki son çeyrek yüzyılda meydana gelen gelişmeler evrenin geçmişi ve başlangıcı ile ilgili büyük patlama teorisinin cevap veremediği pek çok soruyu özelliklede de ilk saniyede ne olduğu ve hangi fiziksel süreçlerin büyük patlamaya sebep olduğu sorularını aydınlattı. Evrenin yaratılışının şimdiye kadar karanlıkta kalmış ilk 10-43 saniyelik kısmı (Planc Zamanı) üzerindeki sır perdesi bu gelişmeler ışığında aralandı. Evrenin var olmasına fiziksel olarak ne sebep oldu? Evrenden önce ne vardı? Evrenimizden başka evrenler var mı? Söz konusu yeni gelişmeler ışığında fizik bilimi, bu ve benzeri soruların bir kısmına doyurucu cevaplar verebilmekte, bir kısmı için de iyi desteklenmiş bilimsel hipotezler ileri sürebilmektedir. Tüm bu bilimsel gelişmeler, Tanrı’nın varlığı ve Tanrı-evren ilişkisi ile ilgili bize ne söylemektedir? Bu çalışma esas olarak bu sorunun cevabını arıyor. Bunu yaparken öncelikle, evrenin başlangıcı, gelişimi ve yapısıyla ilgili günümüz fiziğinin çizdiği büyük resmin parçalarını bir araya getirmeye çalışıyor. Daha sonra da ortaya çıkan resmi temel alarak Tanrı varlığı, yaratıcılığı ve Tanrı-evren ilişkisi ile ilgili sorunları felsefi bir bakışla tartışıp değerlendiriyor.
Abdullah Uçman, Abdülkadir İlgen, Abu Muslim Akdemir, Açıkgenç Alpaslan, Ahmet Güner Sayar, Ali Coşkun, Ali Utku, Ayhan Bıçak, Ayşe Durakbaşı, Bayram Ali Çetinkaya, Bedri Gencer, Beşir Ayvazoğlu, Buğra Ekinci, C. Muammer Muşta, Can Karaböcek, Cem Tezer, Cevriye Demir Güneş, Ceyhun Cengiz Akın, Cumhur Arslan, Cüneyt Köksal, David Grunberg, Derya Mengilli, Emine Gözde Özgürel, Emrullah Kılıç, Eyüp Sanay, Fatma Odabaşı, Fazlı Arslan, Fethi Gedikli, Gül Eren, Hacı Bayram Kaçmazoğlu, Halil İbrahim Düzenli, Hikmet Celkan, Hilal Görgün, Hüsameddin Erdem, Hüseyin Gazi Topdemir, İlkay Erdem, İsmail Köz, Kâmil Yeşil, Kemal Bakır, Kenul Bünyadzâde, Kevser Çelik, Kurtuluş Kayalı, Mehmet Akgün, Mehmet Ali Dombaycı, Mehmet Görmez, Mehmet Karaca, Mesud İnan, Murtaza Korlaelçi, Mustafa Erkal, Mustafa Günay, Mustafa Kara, Mustafa Kök, Mustafa Öztürk, N. Güngör Ergan, Naci Bostancı, Nasrullah Hacı Müftüoğlu, Necmeddin Tozlu, Necmi Uyanık, Nevzat Kösoğlu, Nuray Karaca, Nuray Kuray, Nurten Gökalp, Orhan, Okay, Osman Aydınlı, Ömer Hakan Özalp, Ömer Osman Sarı, Ömer Özden, Öner Necati, Rabia Karakoyun Gündoğdu, Rabia Karakoyun, Recep Batu, Recep Ertürk, Recep Kılıç, Recep Şentürk, Sadık Erol Er, Samed Bağçeli, Semra Uçar, Senail Özkan, Sönmez Kutlu, Suad Mertoğlu, Süleyman Dönmez, Süleyman Hayri Bolay, Şaban Ali Düzgün, Şengül, Çelik, Şükrü Hanioğlu, Tahsin Görgün, Tarık Tuna Gözütok, Uğur Odabaşı, Uluğ Nutku, Ümit Akça, Vâris Çakan, Yakup Yıldız, Yavuz Akpınar, Yavuz Unat, Yılmaz Özakpınar, Yılmaz Soyyer, Yusuf Kaplan, Yümni Sezen, Zeki Arslantürk Bu hacimli eseri hazırlamaktaki ilk hedefimiz, yeni nesillerimizin dedelerinin ve babalarının yakın geçmişte ortaya koydukları yaratıcı düşünceleriyle buluşmalarını sağlamak; her şeyi kendi gözleriyle görüp kendi akıllarıyla düşünmelerini temin etmek ve kendi ürettikleri fikirlerini kendilerinin tedavüle sürmelerine yardımcı olmaktır. Bu hususta önce aklımızı Batı'ya kiraya vermeyeceğiz veya onların aklını ödünç olarak alıp üzerine yatmayacağız. Çünkü sadece onlar düşünmüyorlar, biz de düşünüyoruz, biz de “imal-i fikir”de bulunuyoruz.
Bugün Türkiye, dünyadaki düşünce gündemini tespit ve tayin eden merkezde değil “çevre”de bulunmakta ve çoğu zaman merkezin tespit ettiği gündemlere bağlı olarak çevre durumunda hareket etmektedir.
Bundan dolayı ikinci hedefimiz, çevreden çıkıp merkezde yer almanın yolunun açılmasına yardımcı olmaktır. Aynı zamanda tarihte mensubu bulunduğumuz medeniyetimizin alternatif olarak ihyasına yardımcı olmak ve onun yeniden inşasında düşünce hayatımızın katkısını sağlamaktır.
Bu kitap, çağdaş Türk Düşüncesinin dünya düşünce arenasında görücüye çıkacak güçte olduğunu ortaya koymayı da amaçlamıştır. Düşünce hayatımızın “kendi tabii mecrası”na doğru gelişmesi devam ederse Türk düşüncesinin daha yeni ve daha özgün düşünceler üreterek dünya düşüncesine önemli katkı sağlayacağı muhakkaktır. Artık biz de Batılı düşünürlerin düşüncelerine göre kendimizi değerlendirme dönemini geride bırakarak, eskiden olduğu gibi, onların da bizim düşünce mahsullerimize bakarak kendi düşüncelerini değerlendirecekleri seviyeyi hedef almalı, sorunlarımızı kendimiz çözmeye yönelirken, ortaya koyacağımız çözüm tekliflerinin aynı zamanda başka toplumlar ve medeniyetler için de bir ufuk açabileceğinin farkında olmalı, böylece yeni ve evrensel fikirlerimizi daha çok üretme dönemlerine geçmeliyiz.
Yunus Emre Aydınbaş İslam iktisadının temel kurum ve meselelerini teorik bir derinlikten ziyade her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir içerikte ele almayı amaçlayan Cep Kitapları dizisinin bu altıncı kitabında; İslam iktisadı araştırmacılarının ilgisine yeterince mazhar olamamış tasarruf meselesi sadece İktisadî açıdan değil içtimai, hukuki, ahlaki ve kültürel açılardan çok yönlü bir bakış açısıyla ele alınmıştır.
Eser, küçük hacmine rağmen tasarruf olgusu üzerinden İslam iktisadı çalışmalarının güncel durumunu gözler önüne sermekte, İslâmî ekonomide tasarruf olgusunun nasıl şekillenebileceği sorusu üzerinden oluşturduğu düşünce kavşağından İslam'ın ekonomi politiğine dair çıktığı mütevazı arayışa okuyucuyu da davet etmektedir.
A. Faruk Güney, A. Kâmil Cihan, Berra Kepekçi, Eşref Altaş, Harun Kuşlu, İbrahim Halil Üçer, İhsan Fazlıoğlu, İlhan Kutluer, Kübra Şenel, M. Ali Koca, M. Zahit Tiryaki, Mehmet Özturan, Ömer Türker, Salih Günaydın, Sami Arslan İslam düşünce geleneği açısından 16. yüzyıl, bir yandan Yenilenme Dönemi'nin yüksek nazarî terkiplerle neticelenen nihai evresini ifade ederken diğer yandan bu terkiplerin yeniden ele alınarak muhasebe edildiği bir sonraki dönemin habercisidir. Bu bağlamda, Taşköprülüzâde, gerçek bir 16. yüzyıl düşünürüdür ve yaşadığı çağın kusursuz bir temsilini verir.
Daha çok bilimler ve bilginler tarihi etrafında yazdığı eserlerle bilinse de Taşköprülüzâde'nin İslam düşünce tarihindeki asıl yeri; bilgi, varlık, dil, ahlak ve siyaset felsefeleri alanında geliştirdiği bütünleyici ve eleştirel düşünceleri üzerinden aydınlatılabilir. Taşköprülüzâde felsefesinin ontolojik ve epistemolojik boyutlarını serimleyen on beş yazıdan oluşan bu kitap, Osmanlı düşüncesinin felsefe-bilim tarihi araştırmaları tarafından büyük ölçüde ihmal edilmiş en önemli isimlerinden birine ışık tutmayı amaçlamaktadır.
Abdurrahman Atçıl, Mehmet Arıkan, Mustakim Arıcı Taşköprülüzâde Ahmed Efendi çok yönlü bir âlim olarak Osmanlı düşüncesine tam manasıyla damgasını vurmuştur. Bu kitapta Taşköprülüzâde’nin hayat hikâyesini ayrıntılı bir şekilde incelemenin yanında onu, dedelerinden başlamak üzere ailesi içinde konumlandırmaya, hocaları, akranları ve öğrencileri bağlamında da bir çevreye tâbi kılarak anlatmaya, eserlerini sınıflandırmaya ve tanıtmaya çalıştık. Taşköprülüzâdeler ailesinin üç neslinden isimlerin hayat hikâyelerine yer verdik ve kolektif bir hayat öyküsü yazmaya gayret ettik. Taşköprülüzâde’nin otobiyografik kayıtlar ihtiva eden ve bilinmeyen bir eserini neşrettik. Ayrıca ailenin dört neslinden üyelerin dönemin bürokrasisi ile ilişkileri müstakil bir yazı ile ele alındı. Taşköprülüzâde’nin burada anlatılan ve bir Osmanlı âliminin nasıl yetiştiğinden ne şekilde ürün verdiğine dair geniş bir çerçevede ele alınan öyküsü “ulemâ biyografisi” yazımı ve ulemâ çalışmaları için bir model ortaya koyma iddiasındadır. Çalışmamız daha genel anlamda “ulemâ ailesi monografisi” özelliğiyle Osmanlı ilmiye tarihi çalışmalarında bir köşe taşı olmaya adaydır.
Behlul Kanaqi Tayyib Okiç ve Hadisçiliği'nde Balkanlar'da İslâm'ın gelişimi, hadis ilminin yaygınlaşması, Balkanlar'da hadis ilminin tedris edildiği kurumlar ve hadis ilminin tarihsel seyri Dr. Behlul Kanaqi'nin titiz araştırmaları eşliğinde incelenmiştir. “Tayyib Okiç ve Şahsiyeti” başlıklı bölümde Okiç'in Türkiye öncesi tahsil hayatı ve yetiştiği ilmî-kültürel ortam ele alınmış, bilahare Türkiye serüveni tetkik edilmiştir. Kanaqi'nin bu bağlamdaki araştırmaları, tespitleri ve meselelerin köküne inebilecek şekilde belge takipçiliği ve analizi, akademik biyografi yazımı açısından oldukça önemli hatta sıra dışı bir içerik arz etmekte ve bu alanda Türk akademik yazınına da örneklik teşkil etmektedir. Türkiye'nin modern üniversite tecrübesinin ve ilâhiyât tedrisatının ihya, ıslah, tecdit ve atılım gerçekleştirmesi, bu türden akademik biyografilerle mümkündür. Kitabın üçüncü bölümünde Okiç hakkında aile çevresi, Balkanlar'daki ve Türkiye'deki öğrencileri ile yapılmış röportajlar yer almaktadır. “Okiç'in Hadisçiliği” başlıklı dördüncü bölümde, Okiç'in hadis sahasına yaklaşımı, hadis konularını tetkik etme usulü ve bu konulara özünden yaptığı katkılar ele alınmakta, keza bu sahadaki oryantalist literatür hakkındaki kanaati ve bu literatüre yönelttiği eleştiriler tahlil edilmektedir.
M. Tayyip Okiç Ders notları hoca ile öğrenci arasındaki en samimi bağlardan birisidir. Formalitenin ve bilimselliğin getirdiği resmiyet söz konusu olmadığı için öğrenciler bu materyalleri hocalarından manevi bir hatıra olarak arşivlerinde saklamakta, nesilden nesle intikal ettirmektedir. Elinizdeki kitap Türkiye'nin modern ilâhiyat öğretiminde başat rolü olan Bosna-Hersekli âlim Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç'in Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi ve Konya Yüksek İslâm Enstitüsünde verdiği Tefsir ve Hadis lisans derslerinin teksir hâlinde verilmiş notlarından oluşmaktadır. Eser sade bir üslûba sahiptir. Tefsir ve hadisin temel bilgilerine manevi bir değer yükleyen içeriği mündemiçtir. Okuyucuda bu iki alana dair bir sevgi, merak ve gönüllülük ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle bu notların Okiç Hocanın öğrencileri tarafından sistematik bir şekilde yazılan tefsir ve hadis usulü kitaplarının bir zemini olarak kullanıldığı söylenebilir. Tefsir notlarında Kur'an, vahiy, tefsir, sure, ayet, mushaf… gibi kavramların tahlilleri, nüzul sebebi, hurufu mukattaa, kıraat ilmi, Kur'an-musiki ilişkisi, Kur'an'ın güzel sesle okunması, Kur'an'ın yazılma şekilleri, farklı dillerde Kur'an tercümeleri, Kur'an'daki yemin ayetleri, hakikat mecaz ilişkisi gibi konularda Okiç Hocanın engin birikimi ve özgün yaklaşımlarını okuyabilmek mümkündür. Hadis notlarında da aynı şekilde hadislerin tedvini, hadis kritiği, hadislerin tasnifi, hadis rivayeti, hadiste dualar gibi birçok konuda Okiç Hocanın geniş bilgi, yorum ve tahlillerinin inceliklerine şahit olmak mümkündür.
Mustafa Ünver İsrailiyat büyük oranda Yahudi, kısmen de Hıristiyan kaynaklarından nakledilen kıssa, olay, bilgi veya efsane manasına kullanılmaktadır. Kavramın bu geniş anlam alanına modern Batı düşüncesinin yaydığı fesat ve ateistik fikirleri de dahil etmek mümkündür. İsrailiyat haberleri İslâm'a uygun olup olmaması açısından üç kısımda değerlendirilir: 1. İslâm'a uygun olan haberler. Bunların makbul olduğunda şüphe yoktur. 2. Yalan ve İslâm'a aykırı olduğu açık olan haberler ki, bunların kabulü caiz olmadığı gibi rivayeti de caiz değildir. 3. İslâm'a uygun olup olmadığı bilenemeyen haberler. Bu tür haberlerin lehinde veya aleyhinde hiçbir şey söylenmez; ne tasdik, ne tekzip edilirler. Ne var ki israiliyat haberlerine ilişkin mezkûr geleneksel temayül, XIX ve XX. yüzyıllara gelindiğinde kırılmaya uğrar ve bu alana dair neredeyse tüm menkulat mutlak reddi gerektiren kötü ve şer olarak kabul edilir. Bu kırılmada Ahmed Emin, Ebû Reyye, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Emin el-Hûlî ve Aişe Abdurrahman gibi modernist isimlerin etkili olduğu ifade edilebilir. Nitekim bu dönemlerden itibaren ne türden olursa olsun bütün israiliyat haberlerinin reddedilmesi şeklinde bir temayül oluşmuştur. Hatta bu dönem tefsir âlimlerinin büyük çoğunluğu israiliyat haberlerini deyiş yerindeyse yok sayıp reddederek protesto etme hususunda neredeyse ittifak etmişler; kapalı ayetlerin tefsirinde bile bu tür rivayetleri pek kullanmamışlardır. Öte yandan XV-XVI. yüzyıllara ait olan Celâleyn Tefsiri küçük hacmine rağmen israiliyat haberlerini isnat ve tenkit zikretmeksizin nakleden tefsirler grubuna dahildir. Esasında Celâleyn Tefsiri hem dirayet, hem de rivayet tarzına sahip bir Kur'an yorumu olduğundan rivayetlere pozitif değerler açısından bakmakta, israiliyat da dahil her türlü rivayetten istifade etme yönüne gitmektedir. İsrailiyatın İslâm dininin temel esaslarına aykırılık içeren kısmının birtakım zararlı etkilere sahip olduğu gerçeğini makbul ve mahfuz tutmakla birlikte, görebildiğimiz kadarıyla Celâleyn Tefsiri'nde yer alan israiliyat kökenli yorumların kahir ekseriyeti zararlı unsurlar içermemekte, hatta tefsir çabasına bir renk ve anlam zenginliği katmaktadır.
Hüseyin Halil Tefsîru İbn Abbâs (TİA) kime aittir? Senedinin dayandırıldığı İbn Abbâs'a mı, biyografi kaynaklarının işaret ettiği Kelbî'ye mi, aynı içeriği farklı bir başlıkla yayınlayan Dîneverî'ye mi yoksa onu Tenvîru'l-Mikbâs ismiyle İbn Abbâs'a isnat eden Fîrûzâbâdî'ye mi? Ya da onun gerçek ismi nedir? Fîrûzâbâdî'ye nispet edilen Tenvîru'l-Mikbâs min Tefsîri İbn Abbâs mı, Kelbî'ye nispet edilen Tefsîru'l-Kelbî mi yoksa Dîneverî'ye nispet edilen el-Vâdıh fî Tefsîri'l-Kur'ân mı? Bunlardan daha önemli diğer bir soru ise TİA'nın başta Tefsîru'l-Kelbî olmak üzere diğer tefsirlerle ilişkisi nedir ve neden onların ismiyle anılmaktadır? Şimdiye kadar bu soruları cevaplandırmaya yönelik yapılan girişimler maalesef bu çalışmanın sahibini tatmin etmemiştir. Çünkü onların bir kısmı ortadaki karışıklığı gideremediği gibi durumu daha da karmaşık hâle getirmiştir. Diğer bir ifadeyle arşivlerde yer alan nüshaların ve içerdikleri senetlerin sebep olduğu ihtilafın yanı sıra yapılan bazı çalışmalar bu ihtilafı daha da derinleştirmiştir. İşte bu çalışma, TİA ve Tefsîru'l-Kelbî ilişkisi üzerinden, söz konusu meselede oluşan karışıklığı gidermek ve bu soruların cevaplarını arayanlara yol göstermek amacıyla kaleme alınmıştır. Dolayısıyla umarız bu çalışma, bundan sonra aynı konuda araştırma yapacaklar için aydınlatıcı ve tatmin edici olur.
Fatih İbiş Felsefe nedir?
“Ölümü tercih etmek.”
Tasavvuf nedir?
“Ölmeden önce ölmek.”
Peki ya ölmek?
“-olmak, var olmak!”

Asıl soruya gelelim şimdi: Var olmak neydi? Oluş?
Rabbin yüce buyruğuyla “Rabbânîler olun!” (3/79) emrindeki “rabbânîleşmek/rabbâni oluş” keyfiyeti mi? Filozofun yüksek aklıyla “teşebbüh bi'l-ilah” (Tanrı'ya benzemek) veya bazen “teellüh” (tanrısallaşmak) olarak adlandırdığı düşünce, bilgelik ve kendilik patikası mı? Yoksa sûfînin alçak gönlüyle “tahallluk bi ahlakıllah/esmâillâh” (Allah'ın ahlakıyla/isimleriyle ahlaklanmak) veya bazen “fenâ fillah” (Allah'ta yokoluş) dediği marifet, ubûdiyyet, muhabbet ve mahviyyet deryası mı?
Belki biri, belki her biri, belki hiçbiri, belki de hepsi. Ne önemi var, en nihayet tümü de bir buluştan çok öte istemli kaybedişlerden geçen istemsiz ve amansız bir kayboluş değil mi? Yok-oluşun eşlik ettiği sancılı bir süreç olarak sonsuz bir varoluş? Ulu ve özsel bir değişimin, yani dönüşümün ölümcül darbeleri, sadmeleri ya da?
Uzun bir hecedir oluş, kısa heceleri yutan. Silsilevî hecelerdir veya; birbirine ulanmadıkça okunamayan, anlaşılamayan ve dahi yaşanamayan. Kesinlemek zor!
Ölümün ne olduğunu tekil anlamda kesinleyemesem de cevabını kesinleyebildiğim bir sorum var artık elimde: Niçin ölmeli?
Aradığım yitik hazinelerdir sorular ve sorularımda saklıdır benim tüm cevaplarım.
Ayşe İnan Kılıç, Ayşegül Gün, Bayramali Nazıroğlu, Bayramali Nazıroğlu, Faruk Kanger, Fatih Kaya, Hasan Dam, İbrahim Turan, Mehmet Korkmaz, Mevlüt Kaya, Mustafa Köylü, Osman Taşkın Son birkaç asırdır tüm dünya ülkelerinin eğitim ve öğretim faaliyetlerinde hem nitelik hem de nicelik açısından önemli gelişmelerin yaşandığı bir gerçektir. Belki insanlık bir bütün olarak dünya tarihinde ilk kez bu kadar geniş, yaygın ve üst düzeyde bir eğitim imkânına sahip olmuştur. Ancak dini ve ahlaki değerlerden uzak bu eğitim sisteminin doğurduğu medeniyetin meyveleri barış, sosyal adalet, mutluluk, eşitlik gibi insani değerler olacağına; açlık, yoksulluk, sömürü, şiddet, yalnızlık, nefret ve sosyo ekonomik adaletsizlik gibi pek çok insanlık dışı değerler olmuştur. Artık bugün çağdaş medeniyetin kurucuları olan batılı bilim insanları bile tüm Batı medeniyetinin, çok derin ve geri çevrilemez bir sosyal kriz içine girmiş olduğunu itiraf etmektedirler.
Dünyada ve ülkemizde yaşanan ve geleceğimizi ciddi olarak tehdit eden tüm bu ahlaki olumsuzluklar sonucunda, Milli Eğitim Bakanlığı da örgün eğitim aşamaları için bir “Değerler Eğitimi” çalışması başlatmıştır. Milli Eğitimi Bakanlığı’nın attığı bu olumlu adımdan sonra, bu alandaki çalışmalar ivme kazanmış, bir taraftan teorik çalışmalar bir taraftan da alan araştırmaları daha sık gündeme gelmeye başlamıştır. Ancak alan henüz çok yeni olduğundan, kimi çalışmalar tamamen teorik düzeyde yer alırken, kimi çalışmalar da sadece alan araştırmalarıyla sınırlı kalmaktadır.
İşte bu kitap değerler eğitimi alanındaki bu eksikliği ve boşluğu dikkate alarak, konunun hem teorik hem de pratik boyutunu birleştirerek bir arada bulundurmayı amaçlamıştır. Bu eser sadece örgün eğitim kurumlarında görev yapan meslektaşlarımız için değil, aileden başlamak üzere toplumun her kademesindeki insan ve kurumların faydalanabileceği bir eserdir.
Ahmet Ak, Celal Türer, İhsan Çetin, İsmail Hakkı Aksoyak, Kazım Sarıkavak, Mehmet Çetin, Murat Akçakaya, Osman Şimşek, Seyfettin Erşahin Bir toplum yapısının inşasına yön veren ana unsur “Toplumun Kurucu Felsefesi (Toplum Felsefesi)dir”. “Kurucu Toplum Felsefesi” de “Düşünce Yöntemi” üzerinden oluşan bilgi ile kurulmaktadır. Buna göre, bir medeniyetin ilmî inşası ise esasında o medeniyetin “Kurucu Toplum Felsefesi” ile özgün bilgi inşası için gerekli olan “Düşünce Yöntemi” ilişkisinin etkileşimi üzerinden gerçekleşebilir. Çünkü her medeniyet, “özgünlük” üzere oluştuğu için bu iki unsurun birbirleriyle etkileşimlerinin çıkardığı sonuçlar, her medeniyete ayrı bir nitelik kazandırmaktadır.
İslam/Türk-İslam medeniyetinin “Toplum Kurucu Felsefesi”; “Tevhidî Düşünce Bilgi Üretme Yöntemi”ne bağlı olarak oluşan Tevhidi Toplum (İctimaiyat) Felsefesidir. Buna göre de “Tevhidî Düşünce” anlayışına dayalı “Toplum Felsefesi”; Tevhidî toplum yapısının “kurucu felsefe aklını” ifade etmektedir.
Bu çalışma; modern Batı toplum felsefesinden farklı bir niteliğe sahip olan Türk-İslam Medeniyetinin Tevhidî Toplum Felsefesine göre 21. yüzyıl sürecinde Yeni ve Büyük Türkiye'nin ilim dalları eşliğindeki özgün inşasının nasıl olması gerektiğine yönelik bir çerçeve sunmayı amaçlamaktadır.
Mustafa Cabir Altıntaş This book extends the growing body of literature around the role of Islam and Islamic education in the lives of Muslim youth, and the qualities and skills needed to facilitate effective religious education among young people. İt explores Muslim youth within their religious and cultural settings, and it also examines their subjects and problems to bring a critical approach and a new understanding. İt investigates the Muslim identity from different perspectives and considers whether this identity has its roots solely in religion or whether it also emanates from the interplay of a variety of social forces, such as secularism, modernism, and postmodernity.

This book is one of the few studies that contributed to the field using Worldview Theory. The importance of this book is enhanced by the fact that in Turkish society most of the challenges in the life of religious individuals have usually been confronted with formal religious considerations such as whether they conform to Islamic proclamations or not. Thus, the findings of the study may contribute to the development of new pedagogy and curriculum in religious education, particularly in secondary schools. The book contributes to the literature about religious education, typology of youths' worldviews, identity and culture, and advances knowledge that has the potential to create greater social cohesion in Turkey.
Necat Yılmaz TIBBİ NEBEVİ Kuantum Tıbbına Giriş
PROF. DR. NECAT YILMAZ
Yazar; 1964 Ankara doğumlu tıp profesörü; 200’den fazla makalesine 1200’den fazla atıf alan, ayrıca 4 uluslararası tıp kitabında bölüm yazarlığı olan ve aktüel konularda yayınlanmış onlarca yazıya sahip bir bilim insanıdır. Türk kamuoyuna sağlıklı beslenme konusunda uyarıcı yazıları vardır. Örneğin ilk defa Bisfenol A’nın, biberonlarda kullanılmaması gerektiğini duyurmuştur.
Önümüzde yeni bir çağ var: Kuantum Çağı. Bu çağa hazırlanabilmek var olup olamamakla eş değerde. Hiç şüphesiz Tıbbi Nebevi çağdaş bilim insanı için eşsiz bir kaynaktır. Bu ilk ciltte yazar, temel olarak “Ya Rabbi! Bana eşyanın hakikatini göster…” Hz. Muhammed (sav) duasından ve tasavvuf kaynaklarından yararlanarak kuantum fiziğine ve böylece kuantum tıbbına giriş yapıyor. Çünkü 21. yüzyıl kuantum tıbbı ve kuantum biyoloji çağı olmaya aday. “Eşya”nın hakikatini anlamadan hastalıkları tedavi etmemiz ve hastalıkların nedenlerini tam olarak anlamamız imkânsız. Kitap içinde yer alan bazı bilgilerin bir bilim insanı olan yazarın farklı bakış açısı dışında ilk defa yayınlandığına şahit olacaksınız. Fizik bilimi ile tasavvuf ehlinin sözlerinin yakınlığı sizleri şaşırtacak. Tıbbi Nebevi bir hedef göstermektedir: öncelikle “eşya”nın yani “madde”nin hakikatini öğrenmek! Çünkü neticede evrenin tüm üyeleri, canlı/cansız bir bütünün parçalarıdır. Tüm zamanların Batılı en büyük akıllarından bazıları, bunu ispatlamak için hayatlarını harcamıştır ve şimdi, ulaştıkları sonuçlar, Şark kültürlerinin yüzyıllarca inandığının doğru olduğunu kanıtlamaktadır. Niçin hücrelerimizin kuantum fiziği ile titreştiği gerçeğini benimsemiyoruz? Tıbbi Nebevi’ye bu gözle neden hiç bakmıyoruz? Bu kitapta ölen bir yakınınıza ait bilgilerin nasıl kayıt altında tutulduğunu veya nazarın kuantum fiziğindeki yerini veya koku duyumuzun kuantum biyoloji ile nasıl çalıştığını bulacaksınız. Geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının birçoğunun bilimsel alt yapısını öğrenebileceksiniz. Bütünleştirici tıp neden önemli? Cevabını “Zerre küllün aynasıdır.” diyen Hz. Muhammed (sav) rehberliğinde, yazarın farklı yaklaşımında ve kuantum tıbbında bulacaksınız. Bu kitapta, anlaşılması zor kuantum fiziği hakkında mümkün olan en basit bilimsel yaklaşımlardan birini görebilecek ve söz konusu yaklaşımın tasavvuf ile olan benzerliğine şaşırabileceksiniz. Sonuç olarak ilk cilt size kuantum tıbbına girişi sağlayacak ve yayınlanacak diğer ciltlere temel oluşturabilecektir ve türünün ilk örneği olarak uzun yıllar başucu kitabı olarak kullanılabilecektir.
Saffet Köse İslam iktisadının temel kurum ve meselelerinin ele alındığı kitaplardan oluşan Cep Kitapları dizisinin dördüncü kitabı olan bu eserde, ticaret konusu teorik bir derinlikten ziyade her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir içerikte anlatılmaya çalışılmıştır.
Ticaret, hayatın kaçınılmaz etkinliğidir. Çünkü insanlar, bütün ihtiyaçlarını kendi başlarına karşıla-yabilecekleri imkânlara sahip değildir. Bunun yanında, paranın ayartıcı bir güce sahip olması, insa¬nın zaaflarına yenik düşmesinin de bir gerçek oluşu, ticari hayatta sağlam bir ahlâka ve buna bağlı güçlü bir hukuk sistemine ihtiyaç duyulduğunu gösterir. Hz. Ömer'in (r.a) ticaret fıkhını bilmeyen esnafı meslekten men ettiği bilinmektedir. Zira yapılması gerekenlerin ihmalinden ve kaçınılması gerekenlerin icrasından dünyevi ve uhrevi sorumluluk vardır. Bu kitapta; ticaret ahlâkı ve fıkhı üç bölüm halinde ele alınmaya çalışılmıştır. Birinci bölümde, ticaret ahlâkının öne çıkan ana ilkeleri; ikinci bölümde, ticaret fıkhının esasları; üçüncü bölümde ise iş hayatına dair ana noktalar, İslam'ın ana kaynakları açısından kaydedilmeye çalışılmıştır.
Kitap akıcı ve sade dili ile ticaret konusuna ilgi gösteren her kesimden insanın rahatlıkla okuyup konu ile ilgili temel tartışmalara vakıf olacağı bir eser olması bakımından benzer çalışmalardan ayrılmaktadır.
Abdulvahap Taştan, Ali Coşkun, Emine Öztürk, Erkan Perşembe, Fatma Nur Şengül, Hacer Ayaz, Harun Geçer, İlyas Sucu, İsa Abidoğlu, Latife Kabaklı Çimen, Muhammed Tosun, Mustafa Sarmış, Nesrin Ünlü, Ramazan Bulut, Ravza Ocakdan, Sabiha Büşra Uzun, Senem Gürkan, Sümeyye Aydın Bulut, Şule Güldü, Zeynep Gülten Yılmaz Toplumsal değişme, insanlık tarihi boyunca toplumların en önemli gerçekliğidir. Değişmenin temel aktörü olarak insanın kültürel anlamda oluşturduğu maddi ve manevi bütün muhteva ve süreçler, sürekli hareketlilik içermektedir. Günümüzde teknolojik yeniliklerin kazandırdığı gelişmelere odaklı değişmelerin, bütün dünyada çok boyutlu etkileşimleri yaşanmaktadır. Toplumsal değişmeyi dinle olan etkileşimi açısından ele almak, değişmede birçok faktör olduğu gerçeğinden kopmaksızın toplumsal gerçekliği daha iyi kavramamızda yol gösterici olacaktır. Dinler önemli toplumsal değişme faktörü olarak, yayıldığı toplumlara yeni bir ruh ve dinamizm kazandırabilmektedir. Buna karşılık dinler, yeni kültürlerle temasları kapsamında ve geçen zamana bağlı yaşanan toplumsal değişmeler karşısında farklı algılanma ve yaşama konumlarıyla da görünür olmaktadırlar. Özellikle çağdaş dünyadaki konumlarıyla dinler yaşanan hızlı toplumsal değişme sürecinden yoğun şekilde etkilenmekte ve modern dünyanın seküler evreninde farklı dindarlık görüntüleri söz konusu olabilmektedir.
“Toplumsal Değişme ve Din” başlığı altında sunduğumuz bu kitabımız, “din” kurumunu etkileyen ve etkilenen konumuyla dikkate alan çalışmalardan oluşmaktadır.
Mizrap Polat Sosyal bir varlık olan insanın eylemi, diğer bir varlığa doğrudan veya dolaylı olarak dokunduğu için ahlaki bir nitelenmeye müstahaktır. Bu vecihle ahlak, sosyal bir olgudur. Ahlakın fikrî arka planını oluşturan ve insana birlikte yaşam bağlamında yol gösteren değerler ise içtimai yaşamın bir nevi şuurunu inşa eder.
Günümüz meta yönelimli hayat tarzında faziletin, diğer bir ifadeyle değerlerin arka plana itildiğine, sıklıkla suistimale uğratıldığına, sabiteleri az olan, eyyamcı, hazcı ve faydacı bir ilişki ve iletişim biçiminin giderek daha fazla kendini hissettirdiğine şahit olunmaktadır. Bu anlamda değerler ve onlardan doğan müspet eylem biçimi olan ahlakilik; sosyal yaşamın insanileşmesi, gücü elinde bulunduranların zalim olmaması ve insan onuruna uygun yaşam tanzimi açısından daha da önem kazanmaktadır.
Değerler sadece ferdî davranışlara yön veren düşünceler olmayıp aynı zamanda kamu vicdanının oluşmasında ve kanunların tesisinde etkili olan şiarlar bütünüdür. Bu yönleriyle onlar, toplumun birlikte yaşama imkânının fikrî ve manevi temelini de oluşturur.
Alper Akdeniz, Anıl Mert, Burcu Avcı Akbel, Çağlar Toptaş, Fatih Koca, Lokman Özturk, Mehmet Tıraşçı, Muhammet Sevinç, Mustafa Asım Akkuş, Osman Yılmaz, ÖmerSelimoğlu, Sadettin Volkan Kopar, Saınet Tengiz, Serbülend Arpa, Zeynep Maide Karakurt İslam'dan önce tek tanrı inancı ve şaman kültürü etrafında şekillenen dînî mûsikî anlayışının, İslamlaşma ile birlikte mahiyetinin değiştiğini ve yüzyıllar içinde gelişerek kendine has bir yapıya büründüğünü ifade edebiliriz. Türk mûsikîsi makam ve üslûbunu yansıtması itibarıyla dikkat çeken Kur'ân-ı Kerîm tilâveti, ezan, salâ, kasîde, mevlid ve münâcât gibi irticâlî türlere ilâveten, salâvât, regâibiyye, durak, mi'râciyye gibi usûle bağlı olmayan türler ve sayıları on binlerle ifade edilecek ilâhiler, bu geleneğin zenginliğini gösteren önemli örneklerdendir. Hazırlanan bu çalışma ile Türk din mûsikîsi eğitimine dair daha önce hazırlanan kaynak eserlerden farklı bir metodoloji geliştirilmiş, sahasında uzman kişilerin araştırma ve incelemeleri ile ilgili sahada eksik görülen hususlar tespit edilerek, uygulamaya yönelik bir eser ortaya çıkarılmıştır. Dört bölüme ayrılan bu kitabın birinci bölümünde, Türk din mûsikîsi tarihi ana hatları ile ele alınmış; ikinci bölümde, İslam'da mûsikî konusu âyet, hadis, fıkıh ulemasının görüşleri ve güncel meselelerle tahkik edilmiş; üçüncü bölümde, Türk din mûsikîsi türleri hakkında bilgi verilmiş ve bunların eğitimine dair öneriler sunulmuş; dördüncü bölümde ise Anadolu tasavvuf hayatının ayrılmaz bir parçası olan tekke mûsikîsi, bazı tarikatların zikir örnekleri ile işlenmiştir.
Süleyman Hayri Bolay “Türk düşüncesinin Avrupalı olmasını istiyorsak onu geçmişimizle beslemeliyiz. Avrupa Medeniyetinin sırrı, her sözünde yaşayan geçmiş, her hamlesinde canlanan tarihtir. Orada hiçbir fikir, hiçbir güzellik müstahase (fasil) halinde kalmamış, her yeni dava eski bir davanın yorumu olmuştur.”
Sabahattin Eyüboğlu
“Eskiden de (zamanlarının geleneğine uyup Türkçe yazmamış olsalar bile) büyük filozoflar yetiştirmiş bir ulusuz biz. Türk düşünürlerinin katkısı olmasaydı Avrupa Rönesans'a ulaşamazdı.” “Descartes'ten yüzyıllar önce Gazalimiz vardı, bizim. N. Hartmann'dan daha mı az Farabimiz? Husserl'den neyi eksik Sühreverdi'nin? Mevlânâ'nın, Yunus'un, Pir Sultan Abdal'ın günümüzdeki o ünlü varoluşçulardan nesi daha aşağı? Şimdi kalkıp da 'Biz filozof olamayız' diye kestirip atmak son derece yanlış olur.”
Mermi Uygur
Şahin Gürsoy - Recep Kılıç Sosyal gerçekliği nedeniyle çoğunlukla yazılı olmayan anlatı, söyleyiş ve dinî nitelikli mistik etkileşimler ile şekillenerek günümüze gelen Alevilik, şüphesiz, Türk kültürünün önemli zenginlik unsurlarından birisidir. Türk kültürü içerisinde dinamik bir alt kültür ve kimlik olarak beliren Aleviliğin, sosyal bütünleşme açısından da önemli bir toplumsal değer olduğu açıktır. Toplumsal dokunun içselleştirerek bir zenginlik unsuru haline getirdiği Aleviliğin, her hangi bir şekilde dinsel ve sosyal bünyeden farklılaştırılıp 'öteki' ile açıklanmasını tarihsel, dinsel ve kültürel gerçekliklerle örtüştürmek mümkün değildir.
Sosyo-kültürel ve siyasal tecrübe içinde oluşan Aleviliğin muhtevasında kültürel ve dinsel olduğu kadar mitolojik ve sûfî içerikler de bulunmaktadır. Alevilik konusunu, çok yönlü, karmaşık bir çalışma alanı olarak ortaya çıkaran bu durum, konu ile ilgili çalışmalarda din bilimleri ve sosyal bilimlerin terminoloji ve metodolojisinin eşit seviyede kullanılmasını gerekli kılmaktadır. Sadece din bilimleri veya sadece sosyal bilimlerin yaklaşım ve yöntemleriyle yapılan çalışmalar, Alevilik konusunu yetersiz bir içerikte ele alabilmekte, dolayısıyla konuyu bütün boyutlarıyla kuşatacak değerlendir-melere imkân vermemektedir. Bu çalışmada, Aleviliğin mahiyetine uygun olarak din bilimleri ile birlikte sosyal bilimlerin bakış açısı ve yöntemine de yer verilmiştir. Kendine özgü gerçekliği içerisinde özgün bir yapı olarak ortaya çıkmış olan Aleviliğin mahiyetinin tartışma konusu edildiği bu çalışma, söz konusu yaklaşımından dolayı, aynı zamanda karşılaştırmalı bir Türkiye Aleviliği çalışması niteliğine de sahiptir.
Yakup Özsaraç Para vakıfları, nakit para ile kurulan ve kendine özgü finansal sistemi ile 16. yüzyılda kabul görmüş, Osmanlı'ya has bir vakıf türüdür. Bu vakıfların günümüzde örneği olmasa da Osmanlı'dan miras aldığımız Türkiye coğrafyasının hemen her yerinde birçok para vakfı kurulmuştur. Bu vakıflar Diyanet gibi bir kurum yokken din adamlarının istihdamından ibadethanelerin aydınlatmasına ve tamiratına kadar birçok hizmeti yerine getirmiştir.
Bu kitap, vakıfların kuruluş belgeleri olan vakfiyeler üzerinde yapılan bir arşiv araştırmasına dayanmaktadır. Vakıflar arşivinde, Türkiye coğrafyasında 12 bin kadar vakfiyesi olan vakıf bulunmaktadır. Bunların 8 bin kadarı araştırma dönemimiz olan 1826 yılı sonrasını kapsamaktadır. Bu vakıflardan coğrafi yoğunluğuna göre bir örneklem seçilerek Osmanlıca olan vakfiye belgeleri okunmuş ve para vakıfları bunların içerisinden ayrıştırılarak araştırmaya konu edilmiştir.
Bu çalışmada seçilen para vakıflarının; nerede, ne zaman ve hangi amaçla kurulduğu gibi temel bilgilerin yanında hangi para cinsinden, ne miktarda bir sermaye ile kurulduğu ve hangi oranda parayı işlettiği gibi detay bilgilerin yer aldığı tablolar, haritalar yer almaktadır. Tablolar ve haritalar okuyucu açısından daha iyi anlaşılması için Türkiye'nin 81 iline göre tasnif edilmiştir.
Ayrıca para vakıflarının tartışmalı olan teorik kısmı kendimize göre tartışılmıştır. Sonuçta tarihimizin önemli bir değeri olan ve Osmanlı ekonomik sisteminde benimsenmiş para vakıflarının Türkiye coğrafyasında %67 bir oranda uygulama alanı bulduğu neticesine ulaşılmıştır.
Yusuf Yaralıoğlu Türkiye'de muhafazakârlık düşüncesinin en temel kurucu unsuru, din kurumudur. Aynı zamanda toplumsal alanda muhafazakâr kavramı, dindar anlamıyla eş değer şekliyle kullanılmaktadır. Ancak toplumsal alandaki kabulün aksine muhafazakârlık düşüncesinin toplumsal değişmeler karşısında önem verdiği kurumlardan sadece bir maddesi din kurumuyla ilgilidir. “O zaman neden muhafazakârlık Türkiye'de din kurumunu merkeze alan bir düşünce sistemi olarak bilinmektedir?" Bu sorudan hareketle eserde muhafazakâr düşüncenin temel maddeleri Türkiye özeline ait olarak siyasal aktörler üzerinden anlaşılmaya çalışılmıştır. Özellikle Cumhuriyet Devrimi sonrasında belirginleşen bu tutum ve algının temel kodları; Türkiye'deki muhafazakârlığın türleri, İslam'la ilişkisi, edebî dergilerdeki işlenişi, siyasal savunucuları gibi temsil toplumsallığı ile irdelenmiştir. Böylece Türkiye muhafazakârlığın toplumsal alandaki temel kodları belirlenmiş, Cumhur ve Millet İttifakı partilerinin temsilcileri ile yapılan görüşmelerde kültürel bir muhafazakârlığın varlığı tespit edilmiştir. Ancak Türkiye'de muhafazakârlığın din kurumunu toplumsal alanda kısıtlayan her türlü anlayışı reddeden bir algı çevresinde, din kurumu ile bütünleşen, birçok alanda kesişen ve bazen din kurumundan ayrışan noktaları ile ön plana çıktığı belirlenmiştir. Eser, iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Cumhuriyet devrimi sonrası muhafazakârlığa katkıda bulunan toplumsal ve siyasal alandaki örnekler ele alınmıştır. İkinci bölümde ise 2023 seçimleri öncesinde Cumhur ve Millet İttifakı partilerinin katılımcıları ile yapılan görüşmelerden hareketle Türkiye'de muhafazakâr düşüncenin izi sürülmüş ve temel kodları belirlenmiştir.
Süleyman Hayri Bolay Bu kitap, gençler arasında da büyük rağbet gördü. Bilhassa üniversite gençliği arasında yıllarca el kitabı gibi dolaştı. Bu alaka yine de eksilmiş sayılmaz. Şimdi 6. baskıya ulaşmış olması da bir başarı sayılır.
Daha sonraki bir çok çalışmaya örnek ve model olan bu kitap, gençlere cesaret vermiş, yakın geçmişteki fikir hayatımızın çok mühim bir köşesini aydınlatmış, günümüzdeki bazı problemlerin daha yakından incelenmesinde ışık tutmuştur. Tabiî bu arada maddeci düşünceyi benimseyen bazı kimselerin kara listesine girmiş ve yazarı da onların hışmına uğramıştır. Yayımlandıktan ve yazıldıktan 30 yıl sonra keşfedip kitabının 100 sayfasını bu tezin tenkidine ayıranlar da çıkmıştır. Bu hususta Ali Nejat Ölçen'e verilen bir cevabı “Cevaplı Ön söz” de bulabilirsiniz.
“Süleyman Hayri Bolay, son yüzyıl fikir tarihimizde materyalizm ve sipritüalizm mücadelesine dair hazırladığı lisans tezini neşrediyor. Böylece yakın fikir tarihimize ait ilk monografinin yayımlanması bu yeni yolda çalışmak isteyenlere cesaret verici başarılı bir adım olacaktır."
Hilmi Ziya Ülken
Ahmet Özalp, Bilal Düzbayır, Filiz Orhan Çağlayan, Halil İbrahim Bulut, Hasan Sarı, Hilal Nur Şenol, İsa Abidoğlu, Mehmet Akgül, Mehmet Süheyl Ünal, Merve Göktepe, Mustafa Akman, Mustafa Sarmış, Mustafa Tekin, Niyazi Akyüz, Rüveyda Çınar, Tahir Dağcı Bu akademik çalışmada, Türkiye'deki dinî gruplar farklı açılardan incelenmekte, teorik ve uygulamalı araştırmalar ile güncel saha verileri elde edilerek dinî gruplarla ilgili farklı problem alanları ortaya çıkarılmaktadır.
Kitapta on beş akademik bölüm yer almaktadır. Alanlarında uzman akademisyenler, kendi bilim dallarının perspektifleri üzerinden çok önemli konuları bu araştırma kapsamında inceleme altına almaktadırlar.
Bu kitap çalışması;
• Dinî gruplara yönelik araştırmalarda mutlaka göz önünde bulundurulması gereken temel konuları,
• Günümüz Türkiye'sinde dinî grupların doğru bir analize tabi tutulabilmesi için gerekli olan tarihî süreçleri,
• Dinî gruplara üyelik biçimlerini,
• Bireysel ve cemaatsel din anlayışlarının yansımalarını,
• Dinî gruplara yönelik olumlu ve olumsuz yaklaşım biçimlerini,
• Dinî grupların birey-toplum-devlet üçgeninde yaşadıkları yapısal sorunları,
• Örgütlü dinî grupların bireysel dine doğru dönüşümlerini,
• Grup üyelerini yönlendiren sosyal psikolojik faktörleri ve bu konularla bağlantılı birçok meseleyi derinlemesine ve farklı açılardan inceleme altına almaktadır.
Bununla birlikte çalışmada; Süleymanlılar, Menzil, İskenderpaşa, Işıkçılık ve Millî Görüş grupları, katı Selefî gruplar, Kur'an İslamı, geleneksel-yeni kuşak Nurcular ve Adnan Oktar hareketi hakkında farklı perspektifler üzerinden teorik ve uygulamalı olarak sorgulamalar da bulunulmaktadır.
Ömer Karaoğlu, Mehmet Sarac, Davut Pehlivanlı, Evren Yaşar, Hasan Vergil, Faruk Taşcı 10'uncu Uluslararası İslam ve Ekonomi Sempozyumunun hemen akabinde bilimsel ve sosyal etkinin değerlendirildiği bilim kurulu toplantılarında yapılan istişareler neticesinde "Sürdürülebilir,Adil ve Paylaşımcı Bir Türkiye Ekonomisi Modeli" isimli projenin hayata geçirilmesi İKDER yönetim kurulunca kararlaştırılmıştır. "İktisat tarihi", "iktisadi büyüme ve kalkınma", "finansal piyasalar" ve "sosyal politika" olmak üzere 4 temel alanda uzman ve akademisyenlerden oluşturulan proje ekibi ile 12 ay süreli bir çalışma planı hazırlanarak 2019 yılı Nisan ayında proje çalışmalarına resmî olarak başlanmıştır.
Proje sürecinde hazırlanan metinler, hakemli izleme süreçlerinde bilimsel ve uygulanabilirlik yönleri ile değerlendirilmiş; bununla birlikte 2 Kasım 2019 tarihinde proje konularına vakıf uzman ve akademisyenlerin geniş katılımı ile düzenlenen çalıştayda projenin ilk çıktıları uygulanabilirlik yönünden tartışılmıştır. 7-8 Aralık 2019 tarihinde İKDER tarafından gerçekleştirilen 11 'inci Uluslararası İslam ve Ekonomi Sempozyumunda geniş bir katılımcı kitlesi ile yapılan müzakerelerle güçlendirilmiştir. Proje ekibinde yer alan hocalarımızın gayretleri ve azimleri ile hakem izlemeleri, araştırma süreci, koordinasyon toplantıları, ulusal çalıştay ve uluslararası sempozyum sonrasında 2020 yılı Haziran ayında proje başarı ile tamamlanmıştır. Bu eser, 12 ay süreli "Sürdürülebilir,Adil ve Paylaşımcı Bir Türkiye Ekonomisi Modeli" isimli bu projenin geliştirilmiş bir versiyonudur.
Türkiye'nin iktisadi, finansal ve sosyal refahının tartışıldığı tüm platformlarda eksik kalan ve tüm yönleri ile ele alınmayan temel bir gerçek faizsizlik ilkesidir. Bu kapsamda elinizdeki eser faizsizlik ilkesini merkeze alan bir perspektifle, Türkiye ekonomisinin mevcut durumunu ve güçlü-zayıf yönlerini tespit ederek sürdürülebilir, adil ve paylaşımcı niteliklere haiz bir refah ekonomisi için teorik zemini kuvvetli uygulanabilir öneriler getirmektedir.
Türkiye'nin halis ve üretken bilim insanlarının yetişmesine vesile olan, İKDER manevi kurucusu ve İstanbul Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü hocalarından sayın Prof. Dr.Sabahattin Zaim ve 11 Haziran 2020 tarihinde vefat eden sayın Prof. Dr. Sabri Orman hocama rahmetle ve hürmetle...
Fatih Kazancı Dünya geneline bakıldığında sadece konvansiyonel bankalar değil faizsiz bankalar da uluslararası (dış) ticareti finanse etmektedirler. Konvansiyonel bankalar, ticareti yasal olan her türlü malı veya hizmeti faizli bir şekilde finanse edebilirler. Faizsiz bankalar ise, uluslararası ticareti finanse ederlerken sadece ticareti helâl olan mallara aracılık edebilirler ve uluslararası ticaret yapanlara sadece faizsiz finansman ürünleri ile finansman sağlayabilirler. Elinizdeki bu kitap, faizsiz bankaların çeşitli faizsiz finansman ürünleri ile uluslararası ticaret yapanları hangi faizsiz finansman ürünleri ile destekleyebileceklerine odaklanmıştır. Okuyucu bu kitap sayesinde yakın coğrafyamızda uluslararası ticaretin gelişimini öğrenme, uluslararası ticareti destekleyen faizsiz kuruluşları, faizsiz finansmanda kullanılan sözleşme türlerini ve dünya çapında uygulaması olan güncel faizsiz uluslararası ticaret finansman ürünlerini tanıma imkânına sahip olacaktır.
Yüksel Yıldırım Bu kitapta, Cumhuriyet’in kuruluş dönemi din adamlarından biri olan Urfa Müftüsü Hasan Açanal’ın, 1936-1945 yılları arasında köşe yazarlığı yaptığı Işık ve Urfa gazetelerinde yayınlanan iki ayrı tefrikası ele alınmıştır. “Türk Âlimleri” ve “Urfa İlinin Bilgin Büyükleri” adlı tefrikalarda yer alan 34 kişinin tercüme-i halleri (biyografileri) bu çalışma ile kitaplaştırılmıştır. Böylelikle bir yandan Türk Âlimleri hakkında farkındalık oluşturulurken diğer yandan Urfa ilinde yetişmiş fakat tarih sayfaları arasında kalmış Urfalı Bilginler günümüz gençlerine tanıtılmaktadır. Aynı zamanda Hasan Açanal hakkında verilen bilgiler ile Cumhuriyet Dönemi’nde gerçekleştirilen kültürel kalkınma içerisinde bir din adamının göstermiş olduğu çabalar da göz önüne serilmektedir.
Ahmet Abay Yazar, genelde İslami ilimler literatüründen, özelde Kur'an'dan hareketle kaleme aldığı bu nitelikli eserinde, ihlas ve inşadın Kur'an öykülerine; adaletten kalbin eylemlerine pek çok konuda düşün hayatımıza önemli bir katkı sunmaktadır.
İlahi vahye muhatap her birey için yaşanmışlıklar büyük öneme sahiptir. Müslüman, deneyimleri bağlamında “model” bir yaşam arzusu taşır. “Vahiy, Yorum ve Hayatı İnşa” adlı bu eser, hemen her Müslümanın yüz yüze gelebileceği sorunlara İslami çözümler sunmayı amaçlamakta ve vahyin yol göstericiliğine odaklanarak günümüz insanının dini doğru anlama ve yaşama çabalarına da ışık tutmaktadır.
Prof. Dr. Murat Kayacan
Ahmet Abay İnsanın kendine yabancılaştığı, yeryüzünü çorak bir bozkıra dönüştürme yarışında olduğu günümüzde vahyin diriltici soluğuna her geçen günden daha fazla ihtiyacımız var. Varoluşun dayanaklarından koparılan insan, yeryüzünü kötülük ülkesine dönüştürmek için bütün taraftarlarıyla hakikate hücum ediyor. Rahman'a kayıtsız kalan bu insanlar, hesap gününe karşı da aldırmazlık içinde. Günümüzde sınır tanımayan taşkınlıklara, anlaşılmaz sessizlikler eşlik ediyor. Hakikat, garip ve mahzun kederli ülkesinde... Bizi/evreni bu gayya kuyusundan çıkaracak olan, ulûhiyet ve rububiyet bilinci olacaktır. Vahiy, kendisine yöneldiğimizde ve elçinin rehberliğinde bizi felaha eriştirecektir.
Ahmet Abay, diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da olaylara, olgulara, eylemlerimize vahyin penceresinden bakıyor; bize ait değerleri doğru anlamanın imkânlarını tartışıyor ve bizi doğruya götürecek yolun ancak Kur'an'a dayanarak mümkün olacağına işaret ediyor.
Erdoğan Aydoğan
Edebiyatçı-Yazar
Hamdi Çilingir Vakıf, özünü İslam’daki sadaka ve infak anlayışından alan, tarihsel süreç içerisinde Müslümanların tecrübeleriyle gelişen ve zenginleşen, hizmet ettiği amaçlarla neredeyse hayatın bütün alanlarını kapsayan çok önemli bir müessesedir. İslam, Müslümanları bir yandan zekât, sadaka-i fıtır, öşür gibi zorunlu sadakalarla (sadaka-i vâcibe) yükümlü tutarken diğer yandan da onları nafile sadakalar (sadaka-i nâfile) konusunda teşvik etmiştir. Bu nafile sadaka türleri arasında vakıf kurumsallık, yaygınlık ve hizmet ettiği amaçlar açısından tarih içinde çok önemli bir gelişim seyri takip etmiştir. Vakıf kuran kimsenin vakfına amaç belirleme hususunda sahip olduğu özgürlük zamanla vakıflarda geniş bir amaç çeşitliliğini ortaya çıkarmıştır. Nitekim bu amaç çeşitliliği tarih çalışmalarında gayet iyi belgelenmiş ve ortaya konmuştur.
Bu kitap, vakıfta amaç konusuna farklı bir açıdan yaklaşmakta, konuyu hukuki çerçevede ele almakta ve vakfın amacına dair teorik bir çerçeve çizmeye çalışmaktadır.
Kenan Gürsoy Felsefenin kadim problemlerinin incelendiği bu eserde okuyucu, İbn-i Sînâ'dan Sartre'a, Gabriel Marcel'den Maurice Merleau-Ponty'e uzanan bir çizgide felsefî bir yolculuğa davet ediliyor. Hareket noktası; insanın ferdî ve yaşanmış tecrübeleri çerçevesinde beliren “ben”i durumundaki “varoluş”, yani “insanın o insan olma hâli” olan ve “insan”ın özündeki aslî varlık hakkında bir hükme doğru alınan bu yol; bize kendimizle karşılaşma imkânı sunuyor. Bununla beraber, bu yolculukta, felsefenin kültürle, medeniyetle, edebiyatla, düşünce geleneklerimizle ilişkileri de yeniden irdeleniyor. Varoluşun, somut ve biricik olan kendi varlıktalığımıza referansla oluştuğunu hissettiren okumalar boyunca, evrensel anlamda felsefenin öznesi olabilmek için sağlam bir kültür ve düşünme geleneğine sahip olmanın anlamı ve değeri de fark ediliyor.
Ekber Şah Ahmedi Sekülerleşme tartışmaları derinlikli bir analize tabi tutulduğunda süreç içinde ortaya çıkan “yeni” teori ve kavramların önemli bir kısmının aslında eski/klasik sekülerleşme teorisinden aşina olduğumuz konu ve yaklaşımları yeni bir bağlamda, farklı bir dil ve içerikle yeniden dolaşıma sokmaktan başka bir şey olmadığı görülebilir. Ekber Şah Ahmedi'nin doktora tezinin kitaplaştırılmış versiyonu olan elinizdeki çalışma, bu teorilerden biri olan “varoluşsal güvenlik teorisi”nin (existential security theory) eleştirel bir analizini sunarak yaşanmakta olan sürecin sekülerleşmeden ziyade “çoğulculaşma” olarak yorumlanması gerektiğini teklif ediyor. Bu hâliyle kitabın, sekülerleşme tartışmalarına bir taraftan kavramsal ve teorik boyutuyla önemli açılımlar sağlayacağını öte taraftan bu alanda yapılacak çalışmalara da bir zemin oluşturabileceğini düşünüyoruz.
Prof. Dr. Kemal Ataman
Mehmet Sürmeli “Kur'an okumayan ve hadis yazmayanlara iltifat etmemeyi” tavsiye eden Cüneyd el-Bağdadi öyle bir tasavvuf tanımı yapmıştır ki her Müslüman üzerinde derin derin düşünmelidir. Cüneyd'e göre tasavvuf, “Barışı olmayan bir savaştır.” Tasavvuf, hayatın niteliğine karar vermedir. Daha açık bir ifadeyle hayatı yolcu veya garip gibi anlamlandırmanın adıdır. Gariplerin ve yolcuların Allah'ı bilme ve hayatlarına Allah ile anlam vermelerinin adıdır.
Biz bu çalışmamızda, muradının ne olduğunu bilmeyenlere muratlarını göstermeye çalıştık. Dedik ki terakki; imanda marifet ve yakinle, zihin ve gönül tezkiyesini gerçekleştirmekle, Kur'an'ın anlamının hayata aktarılmasıyla, Sünnetin bütün yönleriyle hayat tarzı edinilmesiyle, Hz. Peygamber'e benzemeden aşk avuntusuna kapılmanın yanlış olduğunu bilmekle, farzlara dört elle sarılıp nafilelerle de Allah'a yaklaşmakla, ibadetleri ihsan hâlinde ifa etmekle, ilmihal bilgisi başta olmak üzere akaid ilmine vukufla, nefsi ihmal etmeden ve cihadın afaki boyutlarını farzıayın bilinciyle eksiksiz yerine getirmekle, Muhammedi ahlâkla donanmakla, kâfir velayetindan nefret edip sağa sola ucuz oy deposu olmamakla, insanlara kulluk etmemekle, tüketim duygusunu Sünnetle terbiye etmekle, hakkı söylemekten korkmamakla, emanetleri ehline vermekle, vahyi hayata hâkim kılmayı en büyük zikir bilmekle, kendini haramlardan korumakla, mahlukata şefkat göstermekle, mekruhlardan uzaklaşıp mubahları bile kılı kırk yararcasına incelemekle, ölümü düşünüp ibret almakla, kredi kartlarını kırıp faiz şüphesi olan her şeyi terk etmekle, aile fertlerine sevgiyle davranmakla, mürşidin sadece öğretmen olduğunu bilip istikametten sapma olduğunda hesap sormakla ve her hak sahibine hakkını vermekle gerçekleşir.
Emel Koç XIX. yüzyıl; XX. yüzyılın pek çok felsefi akımının temellerinin atıldığı, felsefe tarihinin “verimli” olduğu kadar düşünsel anlamda “yoğun” olduğu bir dönemidir. XIX. yüzyılın entelektüel yaşamı, felsefe tarihinin önceki herhangi bir döneminden daha karmaşık ve yoğundur. Yüzyılın düşünsel karmaşıklığı ve yoğunluğunun, düşünsel ortamını besleyen ve biçimlendiren farklı etkenlerin bulunmasından kaynaklandığı söylenebilir. XIX. yüzyıl felsefesini besleyen temel kaynaklar arasında XVI. yüzyıldan itibaren yaşanan bilimsel gelişmeler; buna bağlı olarak şekillenen ve insanın yaşam standardını tümüyle değiştiren teknolojik gelişmeler; bilimsel ve teknolojik gelişmelerle birlikte Batılı insanı tepeden tırnağa değiştiren Sanayi Devrimi’nin başlaması ve XVIII. yüzyıl Aydınlanma Çağı düşünürlerinin etkilerini taşıyan Amerikan ve Fransız Devrimleri ile Devrimlerin beraberinde getirdiği Avrupa ve dünya tarihi açısından çarpıcı siyasi olaylar sayılabilir. XIX. yüzyılın, “Tarih Yüzyılı”, “Doğa Bilimi Yüzyılı”, “Teknik ve İcatlar Yüzyılı”, “İdeoloji Çağı” gibi farklı niteliklerine yapılan vurgularla anılması yüzyılın verimliliğini ve bilimsel, teknolojik, siyasi, toplumsal anlamda gelişim ve dönüşümünü yansıtır niteliktedir.
XIX. Yüzyıl Felsefesi isimli bu eserde; böylesine entelektüel zenginliğe ve karmaşıklığa sahip bir dönemin bir yandan G. W. F. Hegel, K. H. Marx, A. Comte, J. Bentham, S. A. Kierkegaard, F. Nietzsche gibi döneme damgasını vuran ve dönemin ruhunu en iyi yansıtan filozoflarına diğer yandan da ülkemizde henüz kendilerine ilişkin yeterince akademik çalışmanın mevcut olmadığı F. H. Bradley ve J. Royce gibi ihmal edilen filozoflarına yer verilmektedir.
Esin Kâhya Genel olarak on dokuzuncu yüzyıl, bütün dünyada siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel açıdan yeniden yapılanmanın yaşandığı bir dönemdir. Bu değişimi sadece siyasi hayatta değil sosyal yapılanmada, sanatın çeşitli dallarında, felsefede ve bilimde belirlemek mümkündür.
Bu dönemde farklı bilim dallarında atılan adımlar, örneğin matematikteki (ihtimaller hesabı vb.), astronomideki (yeni gezegenlerin bulunması ve evren sistemi ile ilgili çalışmalar vb.), fizikteki (elektrik ve mekanikte vb.), kimyadaki (atom teorisi, organik ve inorganik kimyadaki çalışmalar), biyolojideki gelişmeler (evrim teorisi ve kalıtım, hücre araştırmaları vb.) ve de tıptaki gelişmeler (mikrobiyoloji, patoloji, fizyolojideki gelişmeler vb.) yirminci ve yirmi birinci yüzyılın bilimsel problematikini belirlemiştir. Biz günümüzde, o dönemde atılan temeller üzerinde bilimsel yapımızı inşa etmeye devam etmekteyiz.
Esra Seçkin Bu çalışma; konusu itibarıyla, Türk tasavvufunun entelektüel görünümünü 1867-1950 yılları arasında yaşamış mütefekkir bir mutasavvıf olan Kenan Rifâî (Büyükaksoy) özelinde değerlendirerek kendisinin tasavvuf geleneği ile olan irtibatını, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Devri'nin kaotik dönemlerindeki bürokratik görevleriyle eş zamanlı sürdürmüş olduğu “irşat edici” pozisyonunu, bu konumun modernist söylemdeki yansımalarını ve oluşan bu özgün şahitliğin entelektüel tasavvuf kavramı kapsamındaki analizini içermektedir.
Kitaba kaynaklık eden XX. Yüzyıl Türk Tasavvufunda Entelektüel Tavır: Kenan Rifai Örneği isimli doktora tezinde entelektüel ve mutasavvıf kavramları gibi karşıtlık üretme potansiyeline sahip olan bu orijinal yapı belirginleştirilerek kurucu teorisyenlerin düşünsel dünyası tartışılmıştır. Bu amaçla düşüncenin ana esası olan akıl yürütme, düşünme, varlığı muhakeme gibi felsefi kavram dizilimleri, tasavvuf ıstılahları zemininde analiz edilmiş olup doktrinin felsefe ve bilim alanındaki işlevsel olgularının belirlenmesi adına tarihî gelişim aşamaları incelenerek Türk tasavvuf tarihinin entelektüel deseni ortaya çıkarılmıştır.
HAMMÂMÎZÂDE Bilindiği gibi Allahu Teâlâ; Yâsîn, Mülk, Rahman gibi bazı sure ve ayetlerle, insanların ve Müslümanların dikkatini çekmiş, onları uyarmıştır. Bilhassa Yâsîn-i Şerîf, halkımızın sevap kazanmak niyetiyle, okumaya çok rağbet ettiği ve bu sebeple, Kur'ân-ı Kerîm'den müstakil olarak defalarca basılan ve basılmaya devam eden bir suredir. Ancak merhum Hammâmîzâde'ye ait bu eserin müstesna özelliklerinin okurken farkına varacaksınız. Yerine ve duruma göre, ayetlerin iniş sebeplerine yer verildiği gibi, Arap dili ve edebiyatına kuralları doğrultusunda açıklamalar, dipnotlarda yapılmıştır. Dolayısıyla bu eserin, ilahiyat tahsili yapanların kaynak kitap olarak yararlanabilecekleri akademik bir kitap olma niteliği taşıdığını da özellikle vurgulamak isterim.
Abdullah Dağcı Yaşlanmanın boyutlarından birisi de maneviyattır ve akademik dünyada maneviyatın önemine ilişkin farkındalıklar her geçen gün artmaktadır. Çünkü maneviyat, bireyin ihtiyaçlar hiyerarşisinde önemli bir yere sahiptir ve yaşamın her döneminde işlevsel bir başa çıkma kaynağıdır. Bu nedenle birçok sorunla mücadele eden yaşlının maneviyatı güçlendirilirse, bu sorunlarla daha kolay baş edebilir. Ayrıca bütüncül bir bakış açısı benimsenerek -özellikle gerontoloji, geriatri, yaşlı bakımı, din psikolojisi ve manevi danışmanlık alanlarında- yaşlıların manevi gereksinimlerinin belirlenmesi ve bu gereksinimleri karşılamaya yönelik müdahaleli çalışmaların yapılması bir ihtiyaçtır. Bu amaçla çalışmada şu sorulara cevaplar aranmıştır: “Yaşlıların en temel manevi gereksinimleri nelerdir? Bu gereksinimler hangi manevi bakım içerikleri ile karşılanabilir? Bu içerikte hangi temalara ve değerlere yer verilebilir? Dinî ve kültürel kaynaklardaki hangi ögeler, manevi bakım sürecinde kullanılabilir?”
M. Ali Kirman Tüm dünyada önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilen 1950'den sonra özellikle ileri düzeyde sanayileşmiş Batılı toplumlarda birçok dinî hareketin ve oluşumun ortaya çıktığı ve kısa zamanda yaygınlık kazanarak küresel bir olgu hâline dönüştüğü görülmüştür. Modernleşme/sekülerleşme sürecinde ortaya çıkan yeni ve bireysel dindarlıkları temsil eden bu hareketler, bilimsel çevrelerde özellikle din sosyolojisi literatüründe “yeni dinî hareketler” olarak adlandırılmıştır. Türk toplumunda da 1950 sonrası yaşanan demokratikleşme sürecine bağlı olarak oluşan kısmi özgürlük ortamında daha fazla görünürlük kazanan yeni dinî oluşumlar kamuoyunda sıklıkla tartışma konusu olmuş, hâlen de olmaya devam etmektedir. Yeni dinî hareketler veya cemaatler konusunda yazılan ve 2010 yılında yayımlanan ilk Türkçe telif kitap olan bu çalışma da basımını takip eden yıllarda bir yandan 1997 yılında başlayan ve bin yıl devam edeceği iddia edilen sekülerist süreçten, diğer yandan da devletine ve milletine silah doğrultan bir dinî oluşumun etkisiyle din adına estirilen rüzgârdan nasibini almıştır. Ancak zamanla değişen siyasi konjonktürün de etkisiyle özellikle akademik çevrelerde lisans ve bilhassa lisansüstü çalışmalarda büyük ilgi görmüş ve kısa zamanda ilk baskısı tükenmiştir. Bu yoğun ilgi, yazara bir yandan cesaret verirken diğer yandan da daha fazla sorumluluk yüklemiştir. Yeni baskıya duyulan ihtiyaca cevap vermek üzere gözden geçirilerek genişletilmiş olarak kamuoyunun ve akademik çevrelerin istifadesine sunulmuştur.
Zafar Iqbal, Mervyn K. Lewis Yönetim konusunu İslam iktisadı bağlamında inceleyen çok az çalışmanın yanısıra İslam'ın ve Batı'nın bu konudaki bakış açılarını karşılaştıran çalışma sayısı ise çok daha azdır. Kitap, İslam'ın temel ilkelerini, felsefesini ve yasal geleneklerini klasik ve çağdaş kaynaklarından faydalanarak ele almakta Batı'nın duruşuyla mukayese edilebilecek bir çerçeve ortaya koymaktır, islami olarak toplumsal sorgulamada az araştırılmış yönetişim konusunu modern teori ve pratikten beslenerek ve onları klasik ve modern Müslüman yorumlarla birleştirerek taze ve çağdaş bir yaklaşım getirmişlerdir.
Genel bir bakış sağlamak adına kitapta incelenen ana soru, Kur'an-ı Kerim ve sünnette belirlenen amaçlar, normlar ve değerlerin devlet mali teşkilatında konvansiyonel modelden farklılaşıp farklılaşmadığı ve farklılaşıyorsa bunun nasıl olduğudur, Bu bağlamda analiz edilen konular arasında adalet teorileri, vergilendirme, bütçe açıkları, islami finansman modları, kamu ve özel hesap verebilirlik ve yolsuzluklar yer almaktadır, Bu eşsiz ve son derece yenilikçi kitap, İslam iktisadı, kamu politikası, bankacılık ve Asya ve Orta Doğu çalışmalarına ilgi duyanlar için güçlü bir kaynak olacaktır.
Rıdvan Demir Şiir;duygu, hayal ve düşüncelerin bir düzene bağlı olarak çekici/etkileyici bir dil ve ahenkli mısralar içinde aktarılmasıdır. Şiir sadece insanın duygusal yönüne hitap etmez, bir öğretim materyali olarak kullanıldığında şiir, öğrencilerin sosyal ve kültürel yönlerinin de gelişmesine katkı sağlar. Yunus Emre'nin şiirleri Müslümanlığı benimsemiş Türklerin sosyal hayatından, kültüründen, ahlakından izler taşıyan başka bir ifadeyle millî ve dinî değerleri başarılı bir şekilde kaynaştıran bir yapıda olup onun şiirlerden ve öğretilerden istifade edilmesi şüphesiz önem arz etmektedir. Bu çerçevede Millî Eğitim Bakanlığınca son güncellenen öğretim programlarında derslerin öğretiminde, eğitimcilerden “ünite konularının özelliklerine göre başta ayet ve hadisler olmak üzere edebiyatımızdan atasözü, vecize, beyit, ilahi, nefes ve deyişlerden yararlanmaları istenmektedir”. Bu noktada Yunus Emre'nin kendine has üslubu ile söylediği ve kendi zamanını aşarak bugüne ulaşan iman, ibadet, ahlak ve değerler eğitimine dair kuşatıcı ve etkileyici beyitleri günümüze ışık tutmakta olup din öğretiminde onun öğretici şiirlerinden yararlanılmasının bu alandaki boşluğu dolduracağı düşünülmektedir.
Gelin tanış olalım işi kolay kılalım
Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz
Yunus Emre
Ayşen BAKİOĞLU, Nur SILAY Karakter eğitiminin ana amaçları şunlardır:
• Kendine ve başkalarına saygı iklimi,
• Sorumlu vatandaşlık,
• Daha yüksek akademik başarı,
• Geliştirilmiş kişiler arası ilişkiler,
• Daha fazla öz disiplin,
• Daha az davranış sorunları,
• Güvenli okullara sürekli odaklanma,
• Olumlu bir okul kültürü,
• Geliştirilmiş işe alınma becerileri.
Gençlerin karakterinin son şeklini almadığı, hâlâ olumlu yöne çekilebileceği, başka bir deyişle karakterlerini iyiye yönlendirmek için geç kalınmadığına ve hâlâ umut olduğuna inanılmaktadır. Eğitim kurumlarında gerçekleşen ders dışındaki tüm faaliyetler de karakteri eğitme yöntemlerinden biri olarak kullanılabilir. Karakter eğitimi bireylerin iyi ile kötüyü ayırt etmelerinde, iyi olanı takdir etmelerinde ve iyi davranışlar sergilemelerinde yardımcı olma rolünü üstlenmiştir. Kaybolmakta olan değerler üzerine endişeye kapılan toplumlar, eğitim kurumlarının da üzerlerine düşeni yapmalarını beklemektedirler. Yükseköğretimde topluma hizmet etmeyi öğrenme etkinlikleri karakter eğitiminde kullanılan yöntemlerden biridir. Vatandaşlık eğitimi çerçevesinde sık olarak yer alan bu etkinlikler, karakter ve ahlak gelişimi için bir araçtır. İyi tasarlanmış, kaliteli topluma hizmeti öğrenme programlarının yararları analiz edildiğinde, karakter nitelikleri arasında yer alan öz yeterlik ve liderlik yeteneğinin de geliştiği bulunmuştur. Üniversitelerin, bireylerin birbirleriyle ve toplumlarıyla ilişkilerini şekillendirmede kuvvetli etkileri vardır ve hem öğrencilerinin hem de toplumun yararına temel insanî nitelikleri geliştirmek için birçok fırsata sahiptirler. Üniversitelerin topluma karşı bazı görevleri olduğu bilinmektedir ve bunlar arasında öğrencilerinin ahlakî sorumluluğu da yer almaktadır. Karakter büyük oranda erken toplumsallaşma ile oluşturulsa da yükseköğretim deneyiminin öğrencinin kim ve ne olması konusuna etkisi devam etmektedir. 21. yüzyılda üniversiteler büyük, açık ve farklı kurumlar olarak görülmektedir. Artan öğrenci sayıları yüzünden akademisyenlerin öğrencileri ile daha az doğrudan teması olmaya başlamıştır. Üniversiteler o kadar büyüktür ki öğretim elemanları öğrencilerinin değerlerini etkilemek için zayıf bir konumda olmakla birlikte, yükseköğretim kurumları öğrencileri hem kampüs hayatında hem de akademik çalışmalarında etkileme gücüne sahiptir. Dolayısı ile karakter eğitiminin üniversite düzeyinde de sürmekte olduğu fakat bunun bilinçli ve sistemli bir şekilde ele alınması gerektiği belirtilmektedir. Özellikle bu kurumların toplumdaki rolleri konusunda farkındalıklarının artması ve öğrencilerinin ahlâkî gelişimleri için kendilerini daha fazla sorumlu hissetmeleri gerekmektedir. Entelektüel dürüstlüğün en iyi işaretleri, hatalı şekilde ikiye ayrılmalara sürekli olarak direnmektir. İnsanlar, sürekli yanlış ikiye bölünmelerle karşı karşıya gelmektedir. Kelimeler ile yapılan bölünmeler, gerçekler ile hikâyeler, özne ile nesne, ideal ile gerçek, benlik ile toplum arasında bir sürü yanlış ikiye bölünmeler mevcuttur. Eğer öğrenciler, bu sadece bir parçası hatalı şekilde sunulan olgular ve yanlış anlatımlarla sürekli tartışma yapabilecekleri ortamlarda, derslerde bulunabilirlerse ve bu surette üniversiteden mezun olurlarsa karakter adına uygun bir eğitimi almış olacaklardır.
Kitapta karakter eğitiminin gelişimi, tanımları, diğer benzer kavramlarla ilişki ve farklılıkları, karakter eğitiminin önemi, ilk, orta ve yükseköğretimde karakter eğitimi, öğretmen yetiştirmede karakter eğitimi ve yükseköğretimde yapılmış bir araştırma yer almaktadır. Bu çalışmada genel olarak Karakter Eğitimi teorik altyapısı verildikten sonra yükseköğretimde ve öğretmen yetiştirmede Karakter Eğitimi konusuna odaklanılmıştır.
Riyad Mansur el-Huleyfî İslam'ın beş şartından biri olan zekât; dinî bir görev, mali bir ibadet ve toplumsal bir yükümlülüktür. Zekâtın farziyetini kabul etmeyen kişi Müslüman sayılmaz. Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de otuz iki yerde zekâtı zikretmiştir. İslam, zekât sistemini, insanın heva ve hevesine bırakmamış, onu sekiz yönden kapsamlı ve tafsilatlı bir şekilde ele almıştır. Her ne kadar zekâtla ilgili hükümler gayet titiz bir incelikle, açık bir şekilde tanzim ve beyan edilmiş olsa da modern dünyada zekâtın nasıl uygu¬lanacağı hususu hâlâ belirsiz ve izaha muhtaçtır. Zekât Muhasebesi, farklı uzmanlık alanlarından da faydalanarak zekât konusunu etraflıca ele almıştır.
Dr. Riyad Mansur el-Huleyfi'nin özellikle Kuveyt'te karşılaşılan zekât muhasebesi ile ilgili sorun¬lardan hareketle günümüz muhasebe tekniklerine dayanarak kaleme aldığı bu çalışma, konu ile ilgili önemli açılımlar sağlamaktadır. Özellikle muhasebe tekniklerine dayalı uygulamalı bilgiler sunan bu eser, sadece fıkıh ile sınırlı kalmamış muhasebe, hukuk ve iktisat alanlarını da kuşatarak konunun çok boyutlu bir şekilde anlaşılmasını sağlamaktadır.
Zekât emrinin modern dönemde ihyası yolunda ufak da olsa katkı sağlamayı amaçlayan bu çalışma ile okuyucuların modern ekonomik sistem içerisinde zekâtla ilgili yasal esasları, muhasebe araçla¬rını ve şer'î prensipleri kavraması amaçlanmaktadır. Böylece okuyucular, şirketlerin ve şahısların zekât hesaplarını günümüz verilerine ve uluslararası muhasebede kullanılan mali raporlara uygun bir şekilde yapma becerisi kazanacaklardır.

Mervan Selçuk, Şakir Görmüş Müslümanların zekâtla olan irtibatı gün geçtikçe azalmış ve neredeyse kopma noktasına gelmiştir. Zekâtı aslına uygun olarak hesaplayıp, hak edenlere ulaştıranların sayısında azalma olduğu görülmektedir. İslam ülkelerinin sahip olduğu zekât potansiyeli kolaylıkla gelir dağılımındaki bozuklukları ve fakirlik problemini ortadan kaldırabilecekken, zekâtın günümüzde yeterince kurumsallaşamaması birçok sosyo-ekonomik problemin ortaya çıkmasına ve mevcut problemlerle etkili bir mücadele yapılamamasına neden olmaktadır. Hz. Peygamberin (s.a.v.) sünnetinde olduğu gibi devlet otoritesi altında ve cebrî bir şekilde toplanıp dağıtılamasa da başta Malezya, Endonezya ve Pakistan gibi ülkelerde devlet destekli olarak zekâtın kurumsal bir yapıda uygulanmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu çalışmada, zekâtın kurumsal bir yapıda uygulandığı ülkeler hakkında bilgiler verilmiş ve karşılaştırmalı olarak bu zekât kurumları incelenmiştir. Bu bilgiler ışığında, mevcut yasal ve kurumsal yapıları da göz önüne alarak, Türkiye'de modern anlamda uygulanabilir bir zekât kurumu için model oluşturulmuştur.