Dini Bilimler \ 6-8
Mehmet Şaşa İslâm dininin merkezinde yer alan marifetullah konusu, özellikle de inanç esaslarını savunma görevini üstlenmiş ve bu doğrultuda sistemler geliştirmiş olan kelam âlimlerinin ilgi odağı olmuştur. Doğal olarak kelamcılar, kendi düşünce sistemleri içerisinde Allah'ı bilme hususuna yer ayırmışlar ve konuyla ilgili yaklaşımlarını ortaya koymuşlardır. Aynı şekilde gerek epistemolojileri gerekse varlık anlayışları itibariyle diğer İslamî ilimlerden farklı bir yerde kendilerini konumlandıran sûfiler de böyle esaslı bir meseleden bigâne kalmamışlardır. Başka bir ifadeyle, marifetullahı adeta esas gaye edinen sûfiler, epistemolojik olarak da bu meseleye eğilmişlerdir. Bu çerçevede kelam uleması bir yandan marifetullah konusunun teorik çerçevesini oluşturmaya çalışırken, diğer yandan da kendi dönemlerinde etkili olan mülhid akımlara karşı sistemli bir şekilde mücadele içerisinde olmuşlardır. Sûfiler ise konuyu teorik olarak temellendirmek ve tartışmaktan ziyade, Allah-âlem-insan üçlüsü arasındaki ilişkiyi göz önünde bulundurmak suretiyle pratik yansımalarını öne çıkararak ele almaya ve görüşlerini ortaya koymaya çalışmışlardır.
Araştırmamızın esas gayesi, kelam ilmindeki meşhur ekoller ve bu ekollerde öne çıkan kelamcılar ile tasavvuf ilminde köşe taşı hükmünde sayılan öncü sûfilerden hareketle marifetullah konusunun ele alınış tarzlarını mukayeseli olarak ele alınıp ortaya konulması ve değerlendirilmesidir. Diğer bir ifadeyle, çalışmamız, İslâm'ın şekil ve muhtevasını farklı biçimlerde anlayan ve yorumlayan kelamî ve tasavvufî düşünce sistemlerinin marifetullahı ele alış tarzlarını ve neticede oluşan düşünceleri karşılaştırmalı olarak sergilemeyi amaçlamaktadır. Bir bakıma çalışmanın temel hedefi, kelamın marifetullah yaklaşımı ile tasavvufun bu konudaki anlayışı arasında terminolojik ve metodolojik açılardan bir farklılaşmanın ve ayrışmanın olup olmadığı ve bunların yansımalarının ürünü olan düşüncelerin mahiyeti üzerine odaklanmaktır. Yani amaç, marifetullah merkezinde her iki disiplinin ortak ve farklı yönlerini tespit etmek ve sistematik bir şekilde ortaya koymaktır. Kanaatimizce böyle bir mukayese, marifetullah konusunun çok yönlü bir şekilde değerlendirilmesine imkân sağlayacaktır.
Özcan Taşcı Felsefede varlığı anlamlandırmaya yönelik çabalar temelde iki eksende yoğunlaşmıştır. Bunlardan ilki, Platon'a dayandırılan idealizm/subjektivizm, diğeri ise onun öğrencisi, yani Aristo'ya atfedilen realizm/objektivizmdir. Bu ikisi arasındaki en belirleyici ayrım, subjektivizmde varlığın bilgisi zihinde, süjede teşekkül ederken objektivizmde ise zihnin dışında, yani objede oluşmuş olduğudur. Her iki akımın bilgi kaynakları da buna göre şekillenmiştir. Kuruluşu itibarıyla Müslüman coğrafyada tesis edilen, bu yönüyle de orijinal bir disiplin olması yönüyle ön plana çıkan Kelam ilmi de özellikle H. III. asırdan itibaren felsefi eserlerden, bilhassa varlığı anlama ve tanımlamaya yönelik felsefi epistemolojiden istifade etmiş ancak en azından erken/mütekaddim dönem (I-IV. asırlar) itibarıyla özgünlüğünü büyük ölçüde muhafaza edebilmiştir. Ancak Kelam, Gazali'den itibaren, yani müteahhir/geç dönemde tedrici olarak felsefenin nüfuz alanına girmeye başlamış, Razi ile birlikte de kanaatimizce özgünlüğünü iyiden iyiye kaybetmiştir. Çünkü bu ilim artık kelamdan ziyade felsefenin konularını ele alıp inceleyen bir konuma dönüşmüştür. Bunlardan birisi de epistemolojik açıdan ele alınan subjektivizm meselesidir. Kelamda bu konu, tespitlerimize göre özel olarak çok fazla çalışılmış değildir. Bundan dolayı konuyu müstakil bir başlık altında, Gazali, Haris el-Muhasibi ve Kadı Abdülcebbar bağlamında incelemeye çalıştık.
Ayşe Betül Oruç Yeryüzündeki insan mevcudunun yarısını oluşturan; sosyal, siyasî, dinî hayatta, aile hayatında etken ve edilgen işleve sahip olan kadın, tarihî süreç içerisinde farklı zaman ve toplumlarda tartışılan önemli konulardan biridir. Eser, tefsir sahasında kaleme alınan çalışmaları kadın konusu özelinde incelemektedir. Kur'an'ın yorum serüveninde ortaya konan tespitler, farklılaşan ve benzeyen yönleriyle ele alınmaktadır. Bu şekilde metinde var olanla yorumlardaki algı arasında mukayese yapılmaktadır.
Ayşe Şallı Kovid-19 salgını ile insanlık, dünyanın -Marshall McLuhan'ın söylemiyle- “küresel bir köy” olduğuna yakından tanık olmuştur. Bu köyün sakinleri; ortak korkular, endişeler, ihtiyaçlar, sevinçler, ümitler, çözüm arayışları ve sığınaklarla, kitle iletişim araçlarıyla kurulan bağdan öte ortak deneyimlere sahip olmuşlardır. Ancak bu durum, her ulus devletin kendi yerel dinamiklerinden beslenen, özgün salgın süreci örüntülerinin ortaya çıkmasına engel olmamıştır. Türkiye'nin Kovid-19 salgın deneyimi de bu bağlamda özgün karakteriyle dikkat çekicidir. Salgının etkileri, toplumun farklı kesimlerinde farklı yansımalarla karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda salgın konulu hacimli bir literatür de oluşmuştur. Bu çalışmada, Türkiye'de salgının çalışan bireylerin çalışma, aile ve dinî hayatlarındaki yansımaları bütüncül ve derinlemesine bir perspektifle tasvir edilmektedir. Anne, baba, çalışan, eş, çocuk, akraba, Müslüman, komşu vb. rollerine sahip bireylerin salgın deneyimlerinden kesitler sunulmaktadır. Üç farklı yaşam alanına eş zamanlı olarak ışık tutması, bu alanların kendi aralarındaki bağımlı etkileşime odaklanması ve sürecin olumsuz etkileri kadar kazanımlarına da dikkat çekmesi çalışmayı ilgili literatürde özgün ve ayrıcalıklı kılmaktadır. Toplumsal hayata dair tespitler, karşılaşılan problemler ve çözüm önerilerinin geliştirilmesi sosyolojik çalışmaların temel hedeflerindendir. Bu bağlamda ortaya koyduğu çok boyutlu tasvirler, sürecin ortaya çıkardığı problem, kazanım ve beklentilere ilişkin tespitlerle çalışmanın hem gelecekteki bilimsel çalışmalar için ilham ve veri kaynağı hem de Türkiye'de çalışma, aile ve dinî hayata yönelik düzenlemelerde yön gösterici olması ümit edilmektedir.
Hasan G. Bahçekapılı “Dünyadaki kötülüklerin varlığı, geleneksel teizmdeki Tanrı inancı için bir problem oluşturur mu?”
2000 yıldan fazla zamandır çok çeşitli geleneklerden gelen düşünürleri meşgul eden bu çetrefilli soruya bu kitap, en güncel tartışmalardan hareketle cevap vermeye çalışıyor. Kötülük probleminin tarihsel gelişimini, mantıksal ve delilci kötülük argümanlarını özetledikten sonra kitap, geleneksel ve modern teist çözüm önerilerini ele alıyor:
Özgür iradenin varlığı veya manevi gelişim potansiyeli, kötülüklerin varlığını meşru hâle getirir mi?
Etrafımızda gördüğümüz kötülüklerin gerekçesi konusunda şüpheci tavır takınıp Tanrı'nın hikmetinin, insanın kısıtlı zihni tarafından sorgulanamayacağı sonucuna mı varmalıyız?
Özel olarak İslami gelenek içinde kötülük problemini çözmemizi sağlayacak kaynaklar bulabilir miyiz?
Kitap, tüm bu önerilerin yetersiz kaldığını iddia ederken karşı cevap olarak modern "kötü tanrı" argümanını ele alıyor. Buna ek olarak ilahi adaleti tehdit eden ilahi gizlilik ve benzeri argümanlar, kötülük problemini daha da çözümsüz hâle getiriyor. Kötülük probleminin çözümsüzlüğü, evrenin bizim acılarımıza ve isyanımıza kayıtsız olduğu ihtimali ise bizi daha üst düzey bir probleme, anlam problemine taşıyor. Anlam problemi, herkesin problemi olduğuna göre kötülük karşısında kimsenin rahat olmaması, anlamlı hayat konusunda herkesin kafa yormaya devam etmesi gerekiyor.
Selim Demirci Haçlı saldırıları ve Moğol işgalinin yaşandığı ve etkilerinin devam ettiği Hicri 7. ve 8. asırda, İslam toplumunda medreseler yaygınlaşmış, dârülhadisler ortaya çıkarak eğitim kurumlan arasında yerini almış ve bu dönem hadis tarihinin en çok eser yazılan dönemlerinden birisi olmuştur. Bundan dolayı bu yüzyıllarda yazılan hadis eserlerini etkileyen unsurları ve hadis şerhlerini genel olarak ele almak ve bu şerhlerin metot olarak diğer dönemlerle dikey ve kendi içlerinde yatay-bölgesel mukayesesi gayesiyle bu çalışma hazırlanmıştır.
Ayrıca çalışmada, bu asırlarda tarihsel olguların hadis literatürüne nasıl yansıdığının tespit edilmesi amacıyla; Türklere ilişilmemesi, Benî
Kantûrâ'nın gelişi, imamların Kureyşîliği, Hicaz’da ortaya çıkacak olan ateş, kadınlara yöneticilik tevdi edilmesi, koyunları telef edercesine insanları telef edecek olan hastalık gibi bazı nakiller ve kaynaklarda kaydedilen yorumlar ele alınmıştır.
Alaattin Dolu, Asiye Şahin, Hüseyin Önal, İsmail Taşpınar, Lana Kudumovic, Ömür Yazıcı Özdemir, Ruba Kasmo, Sezen Karabulut, Yasemin Avcı Kudüs tarihte çok az şehre nasip olmuş bir şahitliği barındırır. Geçtiğimiz yüzyılda Kudüs'ün işgali ve İslam Dünyası'nın problemleri birbirine paralel bir şekilde ilerlemiştir. Bu durum sadece siyasi çözüm arayışı bekleyen bir mesele olmanın ötesinde fikrî, coğrafi, sosyo-kültürel ve iktisadi bileşenleri ile birlikte çok boyutlu bir değerlendirmeyi gerekli kılar.
Kudüs araştırmaları, günden güne zenginleşmektedir. Kadim şehrin top¬lumsal ve mekânsal bakiyesini ortaya çıkarmak, Kudüs'ün ulus ideolojisine indirgenmiş müdahalelerle tahribine karşı, ilmi arşivini üretmek bu araştır¬maların vazgeçilmez bir ön şartı olarak görülmektedir.
Elinizdeki kitap, Türkiye'de genişleyen Kudüs Kütüphanesi'ne katkı sunma gayesiyle hazırlandı. Kitapta Kudüs'ü tarih, kültür, şehir ve mimari boyutları açısından değerlendiren ve Kudüs sorununu uluslararası hukuk cihetiyle ele alan özgün çalışmalar üzerinden çok yönlü bir Kudüs perspektifi sunulmaktadır.
Yusuf Batar Bu çalışmada gerçekleştirmek istediğimiz şey, İslam dininin aslî kaynağındaki mesajların insanla buluşturulmasında kullanılan dilin öğreticilik özelliklerini anlamaya çalışmaktır. İçeriğiyle olduğu kadar bu içeriği sunma biçimiyle de müstesna bir yere sahip Kur'an, bu özelliği ile yol gösterici bir kitaptır. Temel amacımız din eğitiminde işlenen dini içeriğin Kur'an'da nasıl ifade edildiğini ve bu içeriğin insanın anlam dünyasına taşınmasında kullanılan dilin hangi kodları kullandığını çözmeye çalışmaktır. Bu amacın gerçekleştirilmesinde, Kur'an'da eğitim-öğretim süreçlerini ifade etmek için kullanılan kavramların neler olduğunun netleştirilmesi öncelikli konumuz olmuştur. Söz konusu kavramların analizindeki temel hareket noktamız, bu kavramların işaret ettiği öğrenme yaşantılarıdır. Daha doğrusu dinin hedeflediği davranış değişikliklerini ifade eden kavramlar, eğitimin içeriğini yansıtan kavramlar, eğitimin yöntem ve tekniklerine ışık tutan kavramlar ve öğrenme engellerine işaret eden kavramlar bu kitapta ayrıntılı bir şekilde irdelenmiştir.
Gayemiz, din ve ahlak eğitiminde, “dine ve insana uygun eğitim-öğretim anlayışı” geliştirme yönündeki çalışmalara küçük de olsa bir katkıda bulunmaktır. Bu vesileyle, din eğitimini bilimsel temellere dayandırmaya yönelik çalışmalara, bu alanda yürütülen program geliştirme çabalarına ve sahadaki uygulamalara dinin kendi öz kaynaklarından bir bakış açısı kazandırmayı umuyoruz.

H. Mehmet Soysaldı Yüce Allah, tarih boyunca çeşitli zamanlarda insanlığa örnek ve rehber olacak peygamberler göndermiştir. İşte o peygamberlerin ilki Hz. Âdem (a.s), sonuncusu Hz. Muhammed'tir (s.a.v). Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v), insanlığın ufkuna bir güneş gibi doğmuş ve insanlığı cehalet karanlığından ilmin aydınlığına çıkarmıştır. Bunu da 23 yıl gibi kısa bir sürede yapmayı başarmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v), insanlığa çok önemli değerler kazandırmıştır. Şüphesiz ki onu bizlere en doğru ve en güzel bir şekilde tanıtan Kur'an'dır. İşte bu kitapta, bizlere en güzel örnek olarak gönderilmiş olan son peygamber Hz. Muhammed'i (s.a.v) yüce Allah'ın Kur'an'da nasıl tanıttığı ayetler ışığında açıklanmaktadır.
İhsan Uçar Hz. İbrahim Kur’an’da Ulü’l-azm peygamberler arasında yer almaktadır. Ulü’l-Azm peygamberlerden diğerleri, Hz. Muhammed, Hz. İsa, Hz. Musa ve Hz. Nuh’tur. Örneğin bu listede peygamberlerin ilki Hz. Adem yer almaz. Çünkü o kendisine verilen emir, daha doğrusu yasak ağaca yaklaşması hususundaki nehiy konusunda tam bir azim ve kararlılık içerisinde olmamıştı. Zira bir peygamberin Ulü’l-Azm listesine girebilmesinin birtakım kriterleri mevcuttur. Onların yürüttükleri mücadelede gösterdikleri sabır ve metanet bunlardan bir tanesidir. Ancak diğeri ise yürüttükleri da’vet/tebliğ metodunun içeriği ile alakalıdır. İşte Hz. İbrahim’in Hz. Peygamber’de olduğu gibi, zikredilen da’vet metodu akıl üzerine yani soyut mucizeye dayanmaktaydı.
Hz. İbrahim yukarıda işaret ettiğimiz ve davetinde yürüttüğü akıl temelli bir yöntemle insanlığın düşünce tekamülü/gelişimi tarihi bağlamında en önemli aşamayı başlatan sembol şahıs olarak bilinmektedir. Hz. İbrahim’in gerçekleştirmek istediği, efsane ve mitolojik unsurlarla irtibatlı somut, dolayısıyla da çoklu bir uluhiyet anlayışından, efsanelere ve mitolojiden arındırılmış soyut, akli, dolayısıyla da tevhid ile bağlantılı bir uluhiyet anlayışına geçişin sağlanmasına katkıda bulunmaktı. Hz. İbrahim’in başlattığı bu mücadele ancak Hz. Muhammed ile tamamlanabilmiştir.
Hz. İbrahim’in da’vet/tebliğ yöntemi kelam ilmi açısından da oldukça önemlidir. Zira kelam ilmi bilindiği üzere aklı naklin yanında bir delil/hüccet kaynağı olarak kullanmaktadır. Bu durum zaman zaman özellikle Ehl-i Hadis çevrelerince eleştirilmektedir. İşte Kur’an’dan öğrendiğimize göre Hz. İbrahim’in delil ve ispat yöntemi olarak kullanmaya başladığı ve Hz. Peygamber ile de kullanılmaya devam edilen akıl bu bağlamda Kur’an’ın da önemsediği, vahiy ile birlikte kullanılmasını emrettiği önemli bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Safiye Kesgin Çocuklar her toplumun geleceğidir. Onların maddi ve manevi gelişimlerinin bir bütün olarak sağlanması öncelikle ailenin sorumluluğudur. Ailenin bunu sağlayamadığı durumlarda, bu sorumluluğu topluma ait kurumlar yerine getirir. Eserde bu durumda olan çocuklara kurum bakımında sağlanan hizmetler arasında yer alan manevi danışmanlık ve rehberlik; insani, toplumsal ve hukuki temelleri belirlenerek ele alınmaktadır. Ardından kurum bakımındaki çocukların manevi ihtiyaçlarının karşılanması için Diyanet İşleri Başkanlığının geçmişten günümüze sunduğu hizmetlerin tarihsel serencamına yer verilmektedir. Son olarak bu çocuklarla çalışan din görevlilerinin tecrübe ve bilgileri doğrultusunda alanda yürütülen hizmetler ile ilgili çeşitli tespitler ve öneriler ortaya konulmaktadır.
Bu eser; Din Eğitimi, Din Psikolojisi ve Manevi Danışmanlık ve Rehberlik alanlarındaki ilgili araştırmacılara, sahada hizmetleri yürütenlere ve iyileştirme çalışmalarına katkı sunabilir. Koruma altındaki çocukların ihtiyaçlarına duyarlı tüm okurlara, manevi danışmanlığın bu çocuklara sağlayabileceği katkılar hakkında bir fikir verebilir.
Ali Güveloğlu, Cemil Kutlutürk, Cengiz Batuk, Cuma Ozkan, Dursun Ali Aykıt, Emine Battal, Erol Sungur, Halil İbrahim Şenavcu, Hammet Arslan, Hasan Orucu, Kemal Polat, Muhammet Yılmaz, Mustafa Alıcı, Süleyman Kandemir, Süleyman Turan, Yasin Meral, Zehra Yılmaz Bu eser, bir yandan dinlerde hayvanlara ilişkin ne tür öğretilerin bulunduğunu ve bunların dinlerin mensupları tarafından nasıl algılanıp pratiğe aktırıldığını, öte yandan modern dönemde tartışılan birtakım konular ve ortaya konulan yaklaşımları tespit etmek amacıyla hazırlanmıştır. Mensupları itibarıyla dünya nüfusunun dörtte üçünden fazlasını teşkil eden Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam, Hinduizm, Budizm, Caynizm, Sihizm, Konfüçyanizm (Ruizm), Daoizm ve Şintoizm'in yanı sıra antik ve yerel birtakım dinlerin de inceleme konusu yapıldığı kitapta şu temel sorulara yanıt aranmaktadır: Dinlerin kutsal metinlerinde hangi hayvanlara ve hangi bağlam ve amaçlarla atıfta bulunulmaktadır? Hayvanlara atıfta bulunan metinlere yönelik ne tür yorum ve değerlendirmeler yapılmaktadır? Din mensupları tarafından kutsallaştırılan ya da önem atfedilen hayvanlar hangileridir? Yaratılıştan eskatolojiye mitler hayvanlar konusunda bize ne tür malzemeler sunmaktadır? Dinler, hangi hayvanların etlerinin yenilmesini ya da yenilmemesini istemektedir? Helal ya da haram kabul edilmenin temel ölçütü, hikmet ve gerekçeleri nelerdir? Hayvanların tıbbi araştırmalarda, kozmetik ürünlerde ya da giyim sektöründe kullanılmasına dinler ve din mensupları nasıl bakmaktadır? Hayvanların âdeta ailenin bir üyesi olarak kabul edildiği günümüzde bu konu etrafında ne tür tartışmalar yaşanmaktadır? Modern hukukta hayvanlara yönelik ne tür kanun ve düzenlemeler yapılmaktadır?
Muhammet Şevki Aydın, Cemil Osmanoğlu Kültürlerarası eğitimin önemli bir dalı olan “Kültürlerarası Din Eğitimi”, küreselleşmenin tetiklediği toplumsal çoğulluktan kaynaklanan sorunlara çözümler üretme, yeni bir uzlaşı kültürü inşa ederek farklı aidiyetlere mensup kişi ve grupların bir arada barış içerisinde yaşamasına katkıda bulunma amacıyla oluşturulmuş din eğitimi modellerinden biridir. Tüm dünyada insanları derinden etkileyen ve onları hem olumlu hem de olumsuz yönde yönlendirme potansiyeline sahip olan din ve inanç olgusunu öğretime konu edinmesi, bu modelin önemini artırmaktadır.
Ülkemizde farklı mezhep, din, inanç, ideoloji veya dünya görüşlerine mensup insanların barış içerisinde bir arada yaşayabilmesi, söz konusu farklılıkları doğru anlamlandırabilmelerine bağlıdır. Bilhassa din ve inanç farklılıklarından kaynaklanan sorunların çözülmesi, uzlaşı ve diyalog zemininde, farklılıkları zenginlik ve gelişim vesilesi sayan bir anlayışın geliştirilebilmesi için müzakereyi öne çıkaran bir eğitim anlayışının gerekli olduğu açıktır. “Kültürlerarası Din Eğitimi” söz konusu anlayışın yerleşip gelişebilmesi bakımından önümüzdeki dönemde ülkemizin gündemini daha fazla meşgul edecek bir araştırma alanı hâline gelecektir.
Türkiye'de henüz üzerinde yeterince çalışma yapılmamış bir alan olan “Kültürlerarası Din Eğitimi”ne dair bu kitabın, alanında önemli bir boşluğu dolduracağı ve bundan sonraki çalışmalara ilham kaynağı olacağı düşünülmektedir.
Malik Sayan Globalleşme süreci ile birlikte biriken sermaye küresel bir hâl almaya ve serbestçe dolaşmaya başladı. Sermayenin kapalı alandan kurtularak ulusal sınırların dışına yayılmaya başlaması ile yaşanan süreçte, sermayenin önündeki tüm engeller kalktı. Bu engellerin ortadan kalkması ile birlikte 1990'lı yıllarda, dünya finans sektöründe küreselleşme ve şeffaflaşma sürecinin finansal teknik ve araçlarda yarattığı gelişim, yaşanan krizlere de farklı bir boyut kazandırdı. Bilgi teknolojilerindeki gelişmelerin finans sektörü üzerinde yarattığı etki, sermaye akımlarının hızlanmasını kolaylaştırdı. Aynı zamanda bu etki, krizlerin yaygınlaşmasında da hızlandırıcı bir rol oynadı. Dolayısıyla bir ülkede başlayan krizin hızla yayılarak diğer ülkelere sıçraması küreselleşmenin ürettiği doğal -olumsuz- sonuçlardan biri hâline geldi. Bu durumun en bariz örneği 2007 yılının ortalarında ABD'de gayrimenkul sektöründe yaşandı. Burada ortaya çıkan problemler, 2008 yılının sonlarına doğru büyük çaplı bir finansal krize dönüşerek Avrupa ülkeleri başta olmak üzere pek çok ekonomiyi derinden etkiledi. Finans piyasalarından sonra reel sektörü de etkisi altına alan kriz, makroekonomik göstergeleri şiddetli bir biçimde bozdu. Mortgage krizi olarak başlayan kriz, daha sonraları likidite krizine dönüşerek bankaların kendi faaliyetlerini döndürecek finansmanı bulamadıkları, bu nedenle oluşan güven problemi sonucu hiçbir kuruluşun diğer kuruluşlara borç vermediği bir niteliğe büründü. Hâl böyleyken, küresel kriz tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'deki bankacılık sistemini de etkiledi. Bu kitapta, Türkiye'deki -aynı düzenlemelere tabi olan ancak farklı çalışma prensiplerine sahip- mevduat ve katılım bankacılığından oluşan dual bankacılık sisteminin krizden nasıl etkilendiği açıklanmaya çalışılacaktır.
Semra Çinemre Lawrence Kohlberg (1927-1987), kendisini Sokrat, Aristo, Platon, Kant, Mill, Dewey, Rawls ve Habermas'tan itibaren gelen Batı felsefesinin bilimsel vârisi olarak görmektedir. Kohlberg'in ahlak gelişim teorisi; bu geleneksel felsefi birikimden beslenen, aynı zamanda çağdaş görüşlerle zenginleşen güçlü bir temele dayanmaktadır. Felsefe, psikoloji, sosyoloji, antropoloji ve eğitim başta olmak üzere birçok alanı sentezleyen Kohlberg'in teorisinin gücü ve orijinalitesi de buradan kaynaklanmaktadır. Ancak Kohlberg'in ortaya koyduğu teorinin, istisnasız kabul görmediği, bizzat çağdaşları tarafından kendisine meydan okuyan ciddi eleştirilerle karşı karşıya kaldığı da bilinmektedir. Kohlberg, bir taraftan bu eleştirileri dikkate alarak teorisini revize ederken öte yandan eğitim alanında yaptığı çalışmalarla da ahlak eğitiminin çağdaş rönesansında en seçkin isimlerden biri olmuştur. Bu kitapta, ahlaka ilişkin çalışmaları ülkemizde çoğunlukla teorinin altı basamaklı yapısına indirgenen Kohlberg; hayatı, ahlak anlayışı, ahlak gelişim teorisi ve temelleri, ahlak gelişim teorisine yöneltilen eleştiriler, ahlak eğitimine ilişkin görüşleri ve uygulamaları gibi konular çerçevesinde bütüncül bir şekilde ele alınmıştır. Kohlberg'in ahlak çalışmalarına temel ve eleştirel bir bakış sunan bu kitabın, özellikle ahlak gelişimi ve eğitimi konularında yapılacak çalışmalara zemin sunması beklenmektedir.
Mehmet Zeki Aydın Sevgili Öğretmenler;
Değer Sandığı Okulda Değerler Eğitimi Materyalleri adını verdiğimiz seri çalışmamız, öğrencilerinize değerleri zevkle ve ilgiyle öğretebileceğiniz çeşitli uygulamalara sahiptir.
Bu set, eğitimcilerimize ilgi ve yeteneklerine göre etkinlik seçme imkânı sağlamaktadır. Ayrıca sette, eğitimcilerimizin, öğrencilerine fotokopi vererek uygulayabileceği birçok etkinlik yer almaktadır. Bu etkinlikleri, Drama, Yaşayarak Öğrenme, Klüp Etkinlikleri, Öykü, Kavram Açıklaması, Beyin Fırtınası, Röportaj Yapma, Gezi Gözlem, Materyal Üretme, Meslekler ve Değerler, Yaratıcı Yazma Etkinlikleri, Metafor, İstasyon, Jigsaw, Bilmece Bulmaca, Fıkra, Film Tavsiye /Yorum lama, Eğitsel Oyun, Örnek Olay, Şarkı, Şiir, Poster /Afiş, Proje Hazırlama, Resim Yorumlama, Karagöz ve Hacivat, Geleneklerimizde Değerlerimiz, Tekerleme, Mânilerde Atasözü ve Deyimlerde Değerler, Kitap Tavsiyeleri, Mevlana'dan, Nükte ve Örnek Kişilik olarak sıralayabiliriz.
Bu seri çalışma ile farkında olduğumuz ya da farkına varmadan uyguladığımız değer kalıplarını öğrencilerinize, size sunduğumuz materyal ve yöntemlerle öğrettiğinizde, onların farkındalıklarını arttıracak problem çözebilen, alternatif öneriler sunabilen, erdemli bireyler hâline gelmelerine yardımcı olacaksınız.
Çalışmamızda, öğrencilerin değer bilincini test etmelerine yardımcı olacak Ölçme Değerlendirme testleri yer almakta ayrıca eğitimde önemli bir payı olan ailelerin, eğitimin içine çekilmesini böylece öğrencilerin öğrendiği bilgileri evde de uygulayabilmesini amaçlayan Veli Mektubu ve Aile Katılımı bölümleri de bulunmaktadır.
Nurullah Altaş

Liselerde Din Öğretimi isimli bu çalışmada, liselerde yürütülmekte olan din öğretiminin tarihsel arka planı, program geliştirme anlayışlarındaki dönüşüm ve öğrencilerin değişen ilgi ve ihtiyaçlarını birlikte ortaya koyarak, yapılacak program geliştirme çalışmalarına temel oluşturabilecek bileşenleri ortaya koymak amaçlanmaktadır. Bu amaçla birinci bölüm, araştırmanın sınırlarını ortaya koyan problemin belirlendiği ve araştırmanın yönteminin açıklandığı kısımdır. İkinci bölümde ortaöğretim kurumlarında yürütülen din öğretimi etkinlikleri incelenmiştir. Üçüncü bölümde, öğretim programı tasarım anlayışlarındaki dönüşüm ve din alanına yansımaları değerlendirmeye alınmıştır. Dördüncü bölümde ortaöğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretimi, öğrencilerin sorunları ve beklentileri çerçevesinde analiz edilmiştir. Beşinci bölümde ise Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretiminin tarihsel arka planı ve program tasarım anlayışlarındaki dönüşüm ve gençliğin ihtiyaçları göz önüne alınarak program oluşturma sürecinde temel alınması gereken kriterler tartışılmıştır.

Muhammed Tayyip Okiç Makaleler I'de Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç'in çeşitli dergilerde neşredilmiş Ulûm-u İslâmiyye / Şerî İlimlere (Tefsir, Hadis, Fıkıh, Tasavvuf, İslâm Tarihi, Türk-İslâm Edebiyatı) dair makale ve yazıları yer almaktadır. Ulûm-u İslâmiyye, Kur'an ve Sünnet'in özünden doğmuştur. Bu nedenle Müslüman milletlerin ilmî atılımlarının temel dinamiğidir. Müslüman âlimlerin on dört asır boyunca bu sahalarda gösterdiği muhteşem maharetler, öteki düşünce ve bilim vadilerinin hayranlığını kazanmıştır. Bu ilimlerin modern ilâhiyat fakültelerinde ise oldukça dağınık ve farklı bir serüveni olmuştur. Bugün itibariyle Ulûm-u İslâmiyye ya Müslüman milletlerin bir dinamiği olarak yeniden ihya edilmeyle ya da seküler anlam arayışlarının bilinçli bir zemini olarak kullanılmasının (İslâmî bilginin olabildiğince sekülerleştirilmesinin) ıstıraplarına tâbi tutularak bir çöküşe sürüklenmeyle karşı karşı karşıyadır. Eğer Müslüman şuurunun, aynı zamanda bu ilimlere yönelik oryantalist belirlemeciliğe karşı birincisinden yana tavır koymak gibi bir arzusu varsa, aradığı cevapları ve usulü hiç kuşkusuz Okiç Hocanın manevi mirasında bulabilecektir. Çünkü Okiç Hoca “Çeşitli Dillerde Mevlitler” başlıklı makalesinde de görüleceği gibi, Müslüman milletlerin millî değerlerine ilmî değer yükleyen bir zihniyetle hareket etmektedir. Okiç Hocanın modern bir ilâhiyat fakültesinde anılan ilmî sahalara dair inşacı şahsiyeti, uzun asırlar bu ilimlerin şerefine şeref katmış Türklerin bu ilimleri yeniden bir millet ve ümmet değeri olarak yükseltmesine yönelik hayırhah teşvikini mündemiçtir. Keza, eğer bugün akli ilimlerin ihyası nakli ilimlerden geçiyorsa (veya bunun tersi söz konusuysa), bu iki alanın birbirini yücelttiği kesişme noktalarında bocalayan ilim çevrelerinin, Okiç Hocanın nakli ilimlere dair ilmî çilesini farklı bir bakışla yorumlamasını zorunlu kılmaktadır.
Muhammed Tayyip Okiç Makaleler II'de Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç'in çeşitli dergilerde neşredilmiş, büyük oranda Balkanlardaki İslâm ve Türk mirasına yönelik, uzun ve çetin faaliyetlerin mahsulü olan araştırmaları yer almaktadır. Bu makalelerde Okiç'in 20. yüzyılın önde gelen Balkanologlarından birisi olduğuna, üstelik oldukça dikkatli ve titiz bir tarihçi olduğuna şahit olmak mümkündür. Okiç'in Bogomillere ve Güney-Doğu Asya'da İslâm'ın zuhuruna dair tetkikleri, Osmanlı'nın Balkanlardan peyderpey çekilişi ile beraber ivme kazanan, Balkanlara yönelik Katolik ve Ortodoks tarih yazımına bir meydan okuma kıvamındadır. Diğer bazı çalışmalarında da olduğu gibi Okiç tezlerini, konu hakkında Osmanlı arşivlerini veya Türk defterlerini hummalı bir şekilde devreye sürerek kesinleştirmektedir. Okiç'in bu kitaptaki yazılarının ikinci ayağını Balkanlardaki Osmanlı mirasına yönelik çalışmaları oluşturmaktadır. Bu mirasın, son iki asırda, hatta oldukça yakın bir tarihte nasıl bir işkence ve vandalizme tâbi tutulduğunu nazar-ı itibara aldığımızda, Okiç'in örneğin Gazi Hüsrev Bey'e, külliyesine, camiine veya Belgrad camilerine dair makalelerinin yazıldığı döneme nazaran günümüzde kat be kat daha fazla ehemmiyet arz ettiği aşikârdır. Konu Balkanlardaki modern kül tabakalarının altındaki asli közlerdir. Bu kitaptaki makalelerin üçüncü ayağını Ömer Musiç, Mehmet Begoviç, Mustafa Said Efendi, es-Serahsî ve Hadım (Atîk) Ali Paşa gibi ilim ve irfan ocaklarının mahsulü âlimlere dair Okiç'in çok boyutlu ilgilerini yansıtan yazılar oluşturmaktadır. İstanbul'da bulunan sahabe mezarları, Boşnak edebiyatı, Tunus'taki Manastır şehri mezar kitabeleri vb. makaleleri, ayrıca bir dizi kitap tanıtımı ve önsözler Okiç Hocanın, okura gözyaşı hediye eden parıltıları olarak geri dönmektedir.
Ayşenur Yabanigül, Berra Keçeci, Beyza Kırca, Bilge Nuran Aydoğdu, Çınar Kaya, Çiğdem Demir Çelebi, Dilek Akça Koca, Figen Kasapoğlu, Gökhan Özcan, Gülşen Özgen, Halil Ekşi, Hatun Sevgi Yalin, Kübra Kaplaner, M. Şerif Keskinoğlu, Neslihan Yaman, Nesrullah Okan, Özge Erduran Tekin, Tuğba Türk, Vildan Saruhan, Yahya Şahin, Yakup İme, Zehra Eminoğlu Maneviyat, insan deneyiminin önemli unsurlarından biridir. Psikoloji ve başta psikolojik danışma olmak üzere alt alanlarında maneviyat, maneviyat ile ilişkili yapı ve davranışlar iyi oluş açısından yadsınamayacak bir potansiyele sahiptir. Manevî deneyimi, hem olumlu hem de olumsuz yönleriyle insan işlevselliğinden ayırmak mümkün değildir. Psikoloji alanındaki uygulamalı ve kuramsal birçok çalışmada, alanın oluşumunun ilk yıllarından beri maneviyatın insan bilişi, davranışı ve duygusal süreçlerinde nasıl bir işlev gördüğü merak edilmiş ve incelenmiştir. Özellikle son yıllarda uygulamalı psikoloji araştırmalarında ve psikolojik yardım alanlarında da maneviyat; psikolojik iyi oluş ve işlevsellik açısından potansiyel bir kaynak olarak ele alınmaya başlanmış ve psikolojik yardım sürecinde maneviyatı hesaba katan birçok yaklaşım ve yöntem geliştirilmiştir. Kitap; psikolojik danışma kuramlarının manevî boyutlarından çeşitli dinî geleneklerin manevî psikolojik danışma ile ilişkilerine danışanların manevî açıdan değerlendirilmesinden kurumlarda manevî danışma hizmetlerine kadar oldukça kapsamlı bir içerikle Türkiye'de alanda ilk olma özelliğini taşımaktadır. Başta PDR ve Psikoloji olmak üzere tüm ruh sağlığı alanında eğitim gören öğrenciler ve hizmet veren çalışanlar için insanın aşkın boyutuna ışık tutmayı amaçlayan kitap, vaka örnekleri ile zenginleştirilmiştir.
Yasin Yiğit İnsanın biyolojik, psikolojik, sosyal ve manevi yönleriyle bir bütün olması, yaşamındaki ihtiyaçlarını ve işlenmesi gereken potansiyellerini çeşitlendirmektedir. Söz konusu ihtiyaçların bir bütün olarak karşılanmaması ve potansiyellerin yeterli oranda ortaya çıkarılıp geliştirilmemesi, insanın yaşamının farklı süreçlerinde yoksunluk hissetmesine ve bocalamasına neden olabilmektedir. Bilhassa manevi ihtiyaçların göz ardı edilmesi ve bireylerde fıtraten var olan maneviyat potansiyelinin ihmal edilmesi, manevi yoksunluğa neden olabilmekte; anlamsız, amaçsız, zorluklar karşısında çaresiz bir hayata sürüklenmeye yol açabilmektedir.
Bugün başta psikoloji ve pedagoji olmak üzere farklı disiplinlerin ortaya koyduğu çalışmalar, salt maddi zenginliğin ve teknolojik imkânlara sahip olmanın birey ve toplumun mutluluğunu teminat altına alamadığını göstermektedir. Bu nedenle insanın psikolojik sağlamlığının ve ruhsal dinginliğinin korunmasına ve geliştirilmesine katkıda bulunduğu düşünülen maneviyat, bilim dünyasında gün geçtikçe daha çok odak noktası hâline gelmektedir.
Bu kitapta; din eğitimi, din psikolojisi, tasavvuf gibi farklı disiplinlerin verilerinden hareketle ve Türk toplumunun köklü geçmişinden ilham alınarak maneviyat eğitiminin gerekliliği, neliği, hedefleri, muhtevası, yöntemi, değerlendirilmesi gibi hususlar inceleme konusu edilmiştir. Kitap, insanın; içindeki manevi gücü keşfetmesi, maneviyatından beslenen moral, motivasyon, cesaret ve azmi sayesinde kendi gayreti ölçüsünde daha kaliteli ve memnuniyet verici bir hayata kapı açabileceğini ortaya koymuştur.
Kenan GÜRSOY Maurice Merleau-Ponty'nin (1908-1991) eserlerinde diğer ekzistans düşünürlerinin aksine, bilime ve klasik felsefe problemlerine karşı bir kayıtsızlık göze çarpmaz. Onun fenomenolojik metodu seçip uygulamış olmasında ve E. Husserl'in son devir görüşlerini büyük ölçüde be­nimseyişinde, bilimleri yeniden temellendirmek istemesinin rolü büyüktür. Bunun için de bilgi felsefesinin eski kavramları lüzumsuz görülmemiş, yeni bir tenkide tabi tutulmuşlardır. Düşünürün eserlerinde işlenmiş olan ana problem, XIX. asrın sonu, XX. asrın başlarında büyük bir gelişme kaydetmiş bulunan (Psikoloji-Tarih-Sosyoloji gibi) insan bilimlerinin insanı anlamak bakımından saplandığı çıkmazlar, düştükleri çelişkilerdir. Bir taraftan klasik Batı Felsefesi geleneğinde son derece soyut bir biçimde işlenmiş olan insan fikrine bir somutluk kazandırılmaya çalışılmakta, öznelliği ayrı bir töz halinde görmek yerine, dış dünyaya yönelişi içerisinde belirlemeye gayret sarf edilmekte; diğer taraftan ise, insana has olan bir oluş tarzı, kendi kendisine yabancılaştırılamayacak bir tarzda değerlendirilerek akılsallık yeni bir bilinç-beden ilişkisi içinde ele alınmaktadır.
Algı faaliyeti, insanın dış dünyaya yönelişinin en be­lirgin zeminidir. O halde bu zemin, yukarıda ifade etti­ğimiz ana problemlerin çözümünde bir anahtar vazifesi görecektir. Buna göre, klasik anlayışlara nazaran, bu algı nasıl ele alınmakta, dış nesnenin özne tarafından inşası nasıl ger­çekleşmektedir? Öznelliğin temeli olan bilinç, bu yeni al­gı anlayışı açısından nasıl belirlenmektedir? İnsana has olan faaliyetlerin gözleme elverişli en önemli cephesi olan davranışlar, bu tip bir anlayışta nasıl değerlendirile­cektir?
Elinizdeki bu kitapta, bu ve benzeri sorular cevaplandırılmaktadır. Maurice Merleau-Ponty'i daha yakından tanımak isteyen okurlara yardımcı olacak şekilde terminolojisi, problematikleri ve felsefe tarihi içindeki yeri de irdelenmektedir.
Mehmet Sürmeli Meal Okuma Kılavuzu, Mehmet Sürmeli'nin özgün çalışmalarından biri. Kur'an-ı Kerim meallerinde karşılaşılan anlam sorunlarına yoğunlaşan bir kitap. Bu sorunlara karşılık doğru yorum için ne yapmalı sorusunu cevaplamaya çalışan emek mahsulü ciddi bir eser.
Anlama faaliyetinin en üst seviyede olması ve hayata Kur'an ile anlam verilebilmesi için Kur'an'ın bizzat kendisi Müslümanlara bazı tekliflerde bulunmuştur. Hz. Peygamber'in hayatında tekliflerin temsilini bulmak mümkündür. Bu teklifler çerçevesinde vahye yaklaşılır ise anlama sorunu ortadan kalkar. Kur'an-ı Kerim, kendisini anlama faaliyetinde “tilâvet” kavramına ayrı bir önem vermiştir. Arapçada bir şeyin peşine düşmek ve iz sürmek anlamlarına gelen “telâ” fiilinden türetilen tilâvet; ayetlerin üzerinde dura dura, hayata katarak, ağır ağır ve anlayarak okumanın karşılığıdır. Özellikle Peygamber Efendimizin görevlerini anlatan ayetlerde, “Ayetleri tilâvet eden bir peygamberden” bahsedilmiştir. Bu ifadede, fem-i muhsin sahibi üstadın, ağır ağır ayetleri izah ederek ve hayata vahiyle anlam vererek okumasına işaretler vardır. Vahyin ideal okunuşunda tavsiye edilen tertil, tilâvetin bir türüdür. Elbette bu okuma biçiminde harflerin çıkış yerleri (mehâric-i hurûf) ve tecvidin kuralları da mevcuttur.
Hem Kur'an'da hem de sünnette beyan edildiği veçhile vahyi anlamak için uygun zamanın seçilmesi, gönlün ilâhi hitaba iştiyak duyduğu vaktin kollanıp yakalanması önemlidir. Gönlün istekli olduğu zamanda okunan Kur'an'a, Müslümanlar huşu ile bağlanırlar. İlâhi emir ve nehiyler karşısında anında itaat ederek Allah Teâlâ'ya teslim olurlar. Çünkü huşulu okumak; zihni tefekküre, tedebbüre, tezekküre ve aklı faal hâlde tutmaya açar. Elbette anlamak çok önemli ama kıraat sadece lafız olarak mükellefin zihninde kalacak olursa bu okuma türü “ölü okuma”nın bir başka tezahürüdür. Ölü okumalardan uzak durmak için anlamanın en üst basamağı olan tezekkür; anlaşılanların paylaşılması ve sorunların vahiy eksenli çözüme kavuşturulmasıdır. Unutulmamalı ki Kur'an, kendisiyle hayata anlam verilmek ve insanlığın sorunlarını çözüme kavuşturmak için gelmiştir. Hayata müdahale etmeyen ve sorunlara çözüm bulmayan bir kitap, ayin kitabına ve nağmelere dönüşür. İnanları arasında ideolojilerin varlık alanları kazanmasına zemin hazırlar. Sorunları Vahiy eksenli çözecek olanlar da âlimlerdir. Allah Teâlâ tarafından nazil olan vahiyle insanlığın sorunlarına çözüm ürettikleri için rabbani ulemaya, “tenzil ehli” denilmiştir. Tenzil ehli; vahye yeryüzünde uygulama alanı bulanlardır. Hayatın genişlik alanındaki tüm problemleri vahye göre çözüme kavuşturanlardır. Peygambere vâris olan gerçek âlimlerdir.
Levent Bayraktar Medeniyet tasavvuru ifadelerinin sıklıkla kullanıldığı günümüzde, bu terimin asıl muhtevasının ve anlamının tahakkuk etmesi için medeniyetin felsefî bir birlik ve âhenk üzerine kaim olduğunu ve olabileceğini idrak etmek zorunludur.
Medeniyet ve Felsefe, bu iki alanın karşılıklı ilişkilerini ve birbirlerine neler borçlu olduklarını gündeme getiren bir çalışmadır. Bu alanları incelemeye ve irdelemeye bir davet olarak görünmektedir. Medeniyetimizin felsefî şuuruna varılabilmesi ve felsefî kritiğinin yapılabilmesi için yürünecek yolda bir işaret taşı olarak okunabilecek bu kitapta bir araya getirilmiş bulunan çalışmalar daha önce makale, bildiri ve konferans olarak sınırlı bir muhataba ulaşmışlardı. Şimdi Türk Düşüncesinin temel gündem maddelerinden biri olan bu konu daha geniş bir okuyucu kitlesinin ilgisine sunulmaktadır.
Dileriz bu eser; felsefesiz bir medeniyet tasavvurunun nâkıs olacağını kavramak için bir vesile olsun.
Abdulkadir Gölcü, Ali Murat Yel, Bilal Yorulmaz, Bünyamin Ayhan, Ceyhun Bağcı, Çilem Tuğba Koç, F. Betül Aydın Varol, Fikret Yazıcı, Metin Eken, Muhammed Mücahid Dalkılıç, Muhammet Emin Çifçi, Mustafa Cıngı, Mustafa Derviş Dereli, Mustafa Koçer, Mustafa Sami Mencet, Mustafa Temel, Müşerref Yardım, Özcan Hıdır, Vahit İlhan, Yasin Yılmaz İslamofobi, son yıllarda artan bir şe­kilde, ön yargı ve ayrımcılığa dayalı bir korku ifadesi olarak tüm dünyada Müslümanlara yönelik antipati, nefret, şiddet ve düşmanlığa yol açan en temel psikolojik, toplumsal ve politik problemlerden biri hâline gelmiştir. Siyasal yönetim, toplumsal sorumluluklar ve istihdam ile ilgili süreçlerde dışlanma; eğitim, sağlık gibi hizmetlerin temininde ayrımcılık; medya ve günlük konuşmalarda ön yargı ve gündelik yaşamda hem sözlü hem de fiziksel şiddet şeklinde açığa çıkan pek çok olumsuz sonuç üretmektedir. Bu sonuçları ortaya çıkaran algının üretimi ve şekillendirilmesinde medya oldukça etkin bir rol üstlenmektedir. Geleneksel medya unsurlarından yeni medyaya kadar yayılan İslamofobik unsurların etkileri akademik olarak henüz yeterince ele alınmamış ve bu konudaki politikalara etki edebilecek nitelikte yeterli bilgi üretilememiştir. On altı makaleye ilave olarak konuyla ilgili bazı önemli kitap değerlendirmelerine de yer veren bu çalışmanın, medya ve İslamofobi arasındaki irtibatın yanı sıra Türkiye'deki medya ve din ilişkiselliği sorgulamaları için de önemli bir kaynak teşkil etmesi beklenmektedir.
Melih Taştan Milletlerin tarihlerine adlarını altın harflerle yazdırmış şahsiyetler vardır. Bunlar genellikle toplumlar için olağanüstü zamanlarda vazife üstlenmiş kişilerdir. Bizim tarihimizde de böyle önemli isimler vardır. Bunlar; kimi zaman manevî dünyamızın büyükleri, kimi zaman devlet adamları, kimi zaman askerler, kimi zaman da milletimize yön vermiş aydın kimseler olarak tezahür etmişlerdir. İşte bu önemli karakterlerden biri de Mehmet Akif Ersoy'dur. Mehmet Akif; düşüncesi, kalemi ve yaşantısıyla zor bir zamanda milletimize yol göstermiş, adını tarihimize ve millî hafızamıza silinmez harflerle yazmıştır. Asıl mesleği veterinerlik olan ve yıllarca devlet hizmetinde bulunan Mehmet Akif, şiirlerinde ve yazılarında ahlâkla ilgili meselelere çokça değinmiş, medeniyetimizin kurtuluşunun ahlâkın tekrar tesisiyle olacağını beyan ederek bu noktaya bir hayli yoğunlaşmıştır. Ahlâk kavramının Mehmet Akif için önemli bir husus olmasına rağmen, ahlâkla ilgili düşünceleri toplum nazarında onun edebî kişiliğinin ve millî söyleminin gerisinde kalmıştır. O, eserlerine yansıyan sağlam ahlâkî duruşunu hayatına aksettirmiş, düşüncelerini ve yazdıklarını yaşamı boyunca tatbik etmiş erdem sahibi bir insandır. Bu kitapta, millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un ahlâk anlayışı onun eserlerinden ve onunla ilgili anlatılanlardan yola çıkılarak ortaya konulmuştur.
Melek Yıldız Güneş Aliye Güler 1281 (1864) senesinde kisve-i tab‘a bürünmüş olan bu eser, 14. yüzyılda Abdurrahmân b. Ahmed b. Abdülgaffâr el-Îcî (v. 756/1355) tarafından yazılan Ahlâk-ı ‘Adudiyye isimli risalenin bir tercüme-şerhidir. Eserin telif edilmesi Müellif Mehmed Emîn İstanbulî’nin insanların ahlâkî bir düşüş yaşadığını müşahede etmesi üzerine o güne kadar Türkçeye tercüme edilmemiş olan Ahlâk-ı ‘Adudiyye’yi tercüme etme fikrinin kendisinde hâsıl olması neticesinde olmuştur. Dört makaleden müteşekkil olan eserin ilk bölümü, ahlâkın teorik bahislerinin ele alındığı “Nazarî Ahlâk” başlığını taşımaktadır. İkinci makalede “Fazîletlerin Korunması ve Kazanılması” başlığı ile ahlâkın pratik meselelerine yer verilmiştir. Eserde, “Ev İdaresi” başlığını taşıyan üçüncü bölüm ile “Şehir Yönetimi” unvanlı dördüncü bölümün yer almasıyla ahlâkın bütün meseleleri ele alınmış; böylece okuyucuya kuşatıcı bilgiler sunulmuştur.
Mehmet Zeki AYDIN Değer Sandığı Okulda Değerler Eğitimi Materyalleri adını verdiğimiz seri çalışmamızda öğrencilerinize değerleri zevkle ve ilgiyle öğretebileceğiniz çeşitli başlıklar var.
Farkında olduğumuz ya da farkına varmadan uyguladığımız değer kalıplarını, size sunduğumuz bu materyal ve yöntemlerle öğrettiğinizde, öğrencilerimizin farkındalıklarını arttıracak, problem çözebilen, alternatif öneriler sunabilen, erdemli bireyler haline gelmelerine yardımcı olabileceksiniz.
Bu kitaplarımızda öğrencilerinize fotokopi vererek uygulayabileceğiniz birçok etkinlik bulacaksınız.
Eğitimcilerimize kendi ilgi ve yeteneklerine etkinlik çeşidi seçme imkânı sağlayan setimizde çeşitli başlıklar var. Bunları; Drama, Yaşayarak Öğrenme, Kulüp Etkinlikleri, Öykü, Kavram Açıklaması, Beyin Fırtınası, Röportaj Yapma, Gezi Gözlem, Materyal Üretme, Meslekler ve Değerler, Yaratıcı Yazma Etkinlikleri, Metafor, İstasyon, Jigsaw, Bilmece Bulmaca, Fıkra, Film Tavsiye/Yorumlama, Eğitsel Oyun, Örnek Olay, Şarkı, Şiir, Poster/Afiş, Proje Hazırlama, Resim Yorumlama, Karagöz ve Hacivat, Geleneklerimizde Değerlerimiz, Tekerleme, Mânilerde, Atasözü ve Deyimlerde Değerler, Kitap Tavsiyeleri, Mevlana’dan, Nükte ve Örnek Kişilik olarak sıralayabiliriz.
Ayrıca, Ölçme Değerlendirme testlerinin yanında Veli Mektubu ve Aile Katılımı bölümleri de yer almaktadır.
Emrullah Kılıç Elinizdeki kitap, ahlakın temel meseleleri ve tarihsel süreçlerini ele almaktan ziyade geleneksel dünyada tek bir anlama sahip ve kendi başına var olan iyiyi ifade eden "metafiziksel iyi"nin yerini, yeni durumlar karşısında farklı insanların farklı bir iyiyi anlamasına izin veren "değer"e bırakmasına mevcut fenomenleri ve gerilimleriyle birlikte odaklanmaktadır. Geleneksel dönemde değişmez ve ebedi olarak kabul edilen ontolojik hakikat anlayışının modern dönemle birlikte epistemolojik alana kayması, ahlaki hayatı derinden etkilemiştir. Bu çerçevede İlkçağlardan itibaren tezahür eden ve "metafiziksel iyi" olarak nitelendirilen normatif ahlak anlayışı, modern dönemle birlikte özellikle Batı dünyasında özgürlük, insan doğası, öz çıkar, ilgi ve yönelim gibi saiklerle birden çok iyiyi ifade eden "değer”e dönüşmüştür. Ahlakın ağırlık merkezini değiştiren değer ile söz konusu alan, nesnellik ve zorunluluk alanı olmaktan çıkarak olumsallık ve öznellik alanı olarak inşa edilmiştir. Sabit ve nesnel gerçeklik alanı yerine, öznenin nesnenin potansiyeline yönelimi ile tanımlanan değerler, gerçeklik ya da hakikat alanından geçerlilik alanına geçişi de beraberinde getirmiştir. Normatif yapıların gücünün zayıflamasıyla özne, kutsal ya da metafiziksel bir hakikat yerine kendi yönelimleri ve tercihleri doğrultusunda değerli gördüğü hususlara yönelmiştir. Ahlaki hayatın bizim dışımızda bir ölçü ve metafiziksel konu olmaktan çıkmasıyla yerini insanın içsel mutluluğu ve kişiler arası karşılıklı mutabakata bırakmasına karşın neyin değerli olup olmadığını belirlemede henüz özneler arası bir ontolojinin oluşmaması da bireysel ve toplumsal anlamda önemli sonuçlar doğurmuştur.
Yusuf Turan Günaydın Sizlere Mevlânâ ve eserleri hakkında bir el kitabı sunuyoruz. Yusuf Turan Günaydın’ın hazırladığı araştırma yazıları ve konuyla ilgili biyo-bibliyografik malzemenin eşliğinde Mevlânâ Defteri, yüzyıllar boyunca oluşturulmuş Mevlevî kültüründen izdüşümler ve Türkiye’de Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîlik hakkında ortaya konulmuş çalışmalar hakkında değerlendirmelerde bulunmaktadır. Kitapta Mevlevîlik üzerinden XXI. yüzyılda tasavvufun geleceğini tartışan bir makaleyle birlikte semâ, şeb-i arûs, Mesnevî’de çocuk, kardeşlik ve ölüme yaklaşım gibi ayrıntılara da giriliyor. Mevlevî mirası eserlerden Osmanlıca üç kitaptan iktibaslar ve Veled Çelebi’nin iki mektubu ise hem çeviriyazıları, hem tıpkıbasımları ile birlikte veriliyor. Bu bölümler, karşılaştırmalı Osmanlıca çalışmaları için yararlanılabilecek kaynak metinlerdir. Mevlânâ Defteri, Türkçede büyük bir birikim oluşturan Mevlevî kültürünün gerek bilgi, gerek tercüme-çeviriyazı yoluyla aktarımında hangi aşamada olduğumuzu göstermesi kadar, bundan sonra yapılacak çalışmalar için de dönüp bakılacak değerde bir başvuru kaynağı olmaya adaydır.
Hüseyin Arslan Milli Görüş Hareketi: Siyasal ve Toplumsal Dönüşümler kitabı Türkiye siyasal tarihine damga vurmuş ve toplumsal dönüşümün katalizörü olmuş bir hareketin incelemesidir. 1969 yılında Necmettin Erbakan’ın siyasete girişiyle başlayan Milli Görüş hareketi Türkiye siyasal hayatı ve İslamcı düşünce için bir dönüm noktasını işaret eder.
Bugün hâlâ Türkiye siyasetini etkileyen birçok toplumsal yapı, kurum ve siyasi partinin nüvesi konumunda olan Milli Görüş hareketi göz önünde bulundurulmadan Türkiye tarihi sarih şekilde incelenemez.
“Fikir ve Hareket İncelemeleri” dizisi ile İslamcılığın fikri birikimini yansıtan ve hemen hemen her alanda karşımıza çıkan temel isimler, dergiler, meseleler hakkında bir çerçeve ve özgün bir bakışın ortaya konulması amaçlanmaktadır. Dizide yer alacak kitaplar İslamcılık düşüncesinin farklı alanlarında merak edilen mevzuları kapsamaktadır. Bu çerçevede, meselelerin temel bir zeminde ve giriş düzeyinde anlaşılmasına katkı sağlaması hedeflenmektedir.
Mehmet Zeki AYDIN Değer Sandığı Okulda Değerler Eğitimi Materyalleri adını verdiğimiz seri çalışmamızda öğrencilerinize değerleri zevkle ve ilgiyle öğretebileceğiniz çeşitli başlıklar var.
Farkında olduğumuz ya da farkına varmadan uyguladığımız değer kalıplarını, size sunduğumuz bu materyal ve yöntemlerle öğrettiğinizde, öğrencilerimizin farkındalıklarını arttıracak, problem çözebilen, alternatif öneriler sunabilen, erdemli bireyler haline gelmelerine yardımcı olabileceksiniz.
Bu kitaplarımızda öğrencilerinize fotokopi vererek uygulayabileceğiniz birçok etkinlik bulacaksınız.
Eğitimcilerimize kendi ilgi ve yeteneklerine etkinlik çeşidi seçme imkânı sağlayan setimizde çeşitli başlıklar var. Bunları; Drama, Yaşayarak Öğrenme, Kulüp Etkinlikleri, Öykü, Kavram Açıklaması, Beyin Fırtınası, Röportaj Yapma, Gezi Gözlem, Materyal Üretme, Meslekler ve Değerler, Yaratıcı Yazma Etkinlikleri, Metafor, İstasyon, Jigsaw, Bilmece Bulmaca, Fıkra, Film Tavsiye/Yorumlama, Eğitsel Oyun, Örnek Olay, Şarkı, Şiir, Poster/Afiş, Proje Hazırlama, Resim Yorumlama, Karagöz ve Hacivat, Geleneklerimizde Değerlerimiz, Tekerleme, Mânilerde, Atasözü ve Deyimlerde Değerler, Kitap Tavsiyeleri, Mevlana’dan, Nükte ve Örnek Kişilik olarak sıralayabiliriz.
Ayrıca, Ölçme Değerlendirme testlerinin yanında Veli Mektubu ve Aile Katılımı bölümleri de yer almaktadır.
Ömer Uzunel Allah'ın arslanı Ali'nin alnındaki zühre yıldızının
binlerce yıllık hikâyesi…
Mithraizm, ülkemizde her ne kadar son yıllarda ilgi gösterilen antik bir gizem topluluğu olsa da Batı'da, özellikle son 100 yıldır hem akademik hem de popüler kültür anlamında yüzlerce esere konu olmuştur. Bu çalışmalar, temel olarak topluluğu sınırlı bir zaman ve coğrafya içerisinde ele almaktadırlar. Bu eser de Roma İmparatorluğu zamanında ortaya çıkan mithraizme odaklanmış olsa da bu gizemli tutum ve tavrın tarih öncesi dönemlerden başladığını belirtmek gerekir. Düalist pagan sembolizmi adını verdiğimiz, Güneş ve Ay üzerine kurulu sistem, önüne çıkan tüm dinsel yapıları şekillendirerek günümüze kadar süregelmiştir.
Bu eser aracılığıyla sadece mithraizmi değil aynı zamanda insanlık tarihinin en derinlerindeki gizem ve ona dair ilişkilere yönelik çözümleme bağlamında bir metodolojik yaklaşımı da sunmaya gayret ettik.
Halil İmamoğlugil Modern mantık, klasik mantığın sembolik bir dile başvurularak geliştirilmiş ve genişletilmiş bir hâlidir. Bu mantığa, klasik mantığın konu yönünden bir uzantısı ve yöntem bakımından da ileri bir aşaması gözüyle bakılabilir. Bu açıdan modern mantık, Aristoteles mantığının sembollerle sürdürülen bir devamı olarak nitelendirilebilir.
Modern mantık, günlük dildeki çıkarımları, matematik diline benzeyen sembolik bir dile çevirip denetlemeyi sağlar. Bu mantıkta, neredeyse matematiğin ispatlarında görülen bir kesinlikle denetleme yapılabilir. Denetleme yöntemlerinden doğruluk tablosu ve çözümleyici çizelge, günlük dilden sembolik dile aktarılan akıl yürütmelere uygulanır.
Modern mantık, dilin yapısal özelliklerinin bütünüyle saptanabilmesi için dilin çözümlendiği önemli bir uygulama alanıdır. Bu işleviyle ana dili daha doğru kullanabilmeye yardımcı olur.
Modern mantık, mantık unsurlarını sembollerle ifade etmekte ve bu sembollerle işlemler yaparak sağlam çıkarımlara ulaşmayı amaçlamaktadır. Bu mantık en genel anlamda, bir aradaki ifadelerin tutarlılığı ile akıl yürütmelerin geçerliliğine ilişkin formları araştırmaktadır.
Modern mantık, bütün bilimlerin ve felsefenin temel yöntemidir. Tüm düşünme alanlarında ve bilgi türlerinde kullanılmakta ve felsefenin tüm alanlarına uygulanabilmektedir. Bilim, teknik ve felsefe alanlarında mantık disiplinini öğrenmeden sadece sezgisel yolla mantık kanunlarını kullanmak yeterli değildir. Tam aksine, bu yeni alanlarda modern mantığa ait veri ve sonuçları ayrıntılı bir şekilde öğrenmek gereklidir. Matematik bilmeden fizik öğrenilemediği gibi modern mantığı bilmeden analitik felsefe veya bilim felsefesi öğrenilemez.
Mustafa Tekin, Nagehan İpek, Nurgül Bulut, Sezai Korkmaz, Sıddık Ağçoban, Süleyman Gümüş, Süleyman Gümüş, Zeynep Kaya Dünya bir süredir çocukluk etrafında dönmektedir. Eski dünya, insanın suretini yetişkinin temsilinde seyrederken kabaca 1800'lerden beridir hiçbirimiz içimizdeki çocuğa kayıtsız kalamamaktayız. Dinmeyen bir ses bizi geçmişimize çağırmakta ve bu çağrının mekanında oyunun kuralları yeniden belirlenmektedir. Yaşamın ilk dönemlerinin böylesine önem kazanması, en başta öğrenme süreçlerinin pedagojikleşmesine sebep olmuştur. Artık çocukluk yetişkinlik üzerinden anlaşılmamakta, aksine yetişkin anlamını çocuklukla ilgili bilimlerin\söylemlerin içeriğinde bulmaktadır. Buna paralel olarak anne-baba olmanın anlamı ve onların rolleri ile öğretmenin kimliği ve öğrenme ortamının biçimi radikal bir şekilde değişmiş ve yeniden yapılanmıştır. Uzun sayılabilecek bir zamandır yaşanmakta olan dönüşüme rağmen tartışmalar önemini hala korumaktadır; özellikle interdisipliner çalışmalara belki de her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Çalışma, hem didaktik bir bakış açısını korumaktadır hem de sorunsalları tartışmaya açmaktadır. Böylece, ilgili kişilerin öğrenme süreçlerine katkı sunulmakta ama bu bir kesinlik idealinde değil başka ihtimallerin her zaman gündemde olduğu bir düzlemde gerçekleştirilmektedir.
Abdullah Yıldız, Ali Osman Ateş, Ali Rafet Özkan, Ayfer Şahin, Hatice Dülber, Hüseyin Kurt, İbrahim Sağlam, Kubilay Kolukırık, Musa Akpınar, Nahide Bozkurt, Nesibe Kantar, Numan Rakipoğlu, Sevil Kestane, Seyfullah Korkmaz, Vesile Şemşek, Yakup Civelek, Zehra Gencel Efe, Zübeyir Aslan Hz. Peygamber'in mesajlarını modern dünyaya taşımak, onu daha iyi tanımayı ve anlamayı sağlar. Nitekim onun getirmiş olduğu vahyin kaynağı her ne kadar Orta Çağ'a dayansa da içerik ve ruh bakımından her çağa hitap edecek niteliktedir. Zira Kur'an-ı Kerim, bütün insanlara ve zamanlara hitap eden bir kitap; Hz. Muhammed (sav.) de evrensel ve tarihüstü rehberliğe sahip bir peygamberdir. Bu nedenle modern dünyada Müslümanların muhataplarına dini tebliğ ederken geçmişte kullanılan davet metotlarının yanı sıra güncel ve çağdaş bilgileri de içeren bir gündemle en doğru bir şekilde aktarmaları önem arz etmektedir. Bu bağlamda ilim çevrelerinin Hz. Peygamber'in bu çağa dönük yüzünü yeniden düşünerek ve güncelleştirerek günümüz insanına ulaştırma sorumluluğu vardır. Bu amaçla ülkemizin farklı üniversitelerinin çeşitli ilim dallarında disiplinlerarası araştırmalar yapan bilim insanları tarafından kaleme alınan bu kitapta; günümüzde Hz. Peygamber algısına, özellikle gençlerinin ilgi duydukları konulara güncel yaklaşımlar sergilenmiştir.
Bekir Biçer

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, Atatürkçü düşüncenin teorisyeni ve pratisyenidir. Atatürk'le Türkiye Cumhuriyeti özdeşleşmiştir. Bu nedenle Türkiye'deki hemen bütün tartışmaların merkezinde Atatürk vardır. Ancak ülkemizde, insan sayısı kadar farklı Atatürkçülükler doğmuştur. Hangisi doğrudur sorusunun doğru cevabını vermek çok kolay değildir. Galiba Atatürk'ü en iyi yine Atatürk bilir ve anlatır diye düşündük. İşte bu noktadan hareketle 1906 yılından başlayarak 1928 yılı dahil Atatürk'ün ağzından ve kaleminden çıkan bütün bilgileri kronolojik olarak bir araya getirmeye çalıştık.


Atatürk'ün çocukluğu, gençliği, komutanlığı, özel hayatı,sosyal çevresi, etkisinde kaldığı kişiler, duyguları, idealleri ve dünya tasavvuru yine kendi eserlerinden derlenerek bir araya getirildi.


Milli Mücadele yılları, Cumhuriyet'in kuruluşu, farklı sosyal katmanlarla ilişkileri, inkılapları ve ilkelerine ait düşünceleri kendi eserlerinden düzenlenerek anlamlı bir bütün oluşturulmaya çalışıldı. Ancak kitapta daha çok Atatürk'ün fikri, millive dini yönü ağır basan konuşma ve yazıları seçildi. Bu kitabın en bilirgin özelliği Atatürk'ün anlatmasıdır. Neden Modernist Müslümün sorusunun cevabı ise kitap okununca anlaşılacaktır.

Yakup Altıyaprak Uzun zamandan beri İslâm dünyasındaki problemler modernlik üzerinden okunmakta ve bu bağlamda çözümlemeler yapılmaktadır. Modernliğin getirdiği paradigmanın sadece İslâm dünyasını değil dünyadaki tüm uygarlıkları dönüşüme uğrattığı bir gerçek olsa da salt modernlik üzerinden yapılan çözümlemeler sorunlara daha temel yaklaşımlar ortaya koymayı engellemektedir. Modernite Çıkmazında İslâm, modernliğin getirdiği durumdan yola çıksa da İslâm dünyasının içinde bulunduğu; devlet, cemaat, Kur'an'ı anlama, hermeneutik, şiir, sanat, ideoloji, Bâtınilik, İslâmcılık, tasavvuf, vahdet-i vücud, radikalizm gibi sorunsallar karşısında moderniteyi de aşarak daha geniş çözümlemeler yapıp bütüncül ve sistematik bir düşünce geliştirmeye çalışmaktadır.
Hakan Gülerce Modernite ve din ilişkisi tartışmaları günümüzde bütün yoğunluğuyla devam etmektedir. Özellikle Türkiye'nin modernleşme tecrübesi üzerinden İslam dini bağlamında yapılan değerlendirmeler dikkatleri üzerine toplamakta ve günlük konuşmaların yanı sıra akademi dünyasının da gündemi olmaya devam etmektedir. Bu eserde, modernite din karşılaşmalarına farklı bir bakış açısıyla Hristiyanlık üzerinden bir değerlendirme yapılmaktadır. Bu kapsamda, Avrupa gibi modernitenin ortaya çıktığı bir coğrafyada ve geleneksel dini temsil eden Katolikliğin kendi merkezinde, Katolik Kilisesi'nin modernite ile karşılaşmada kendisini yeniden nasıl ve hangi mekanizmalar aracılığıyla ürettiği sorusuna cevap aranmaktadır.
Avrupa'da, 16. yüzyıl ve sonrasında, yeni olanı ifade eden modernite ile dini ve geleneği temsil eden Hristiyanlık karşı karşıya gelmişlerdir. Eserde, modernite ve din karşılaşması, 16. yüzyıldan itibaren çeşitli dönemlere ayrılarak ele alınmıştır. Bu süreçte Kilise'de yaşanan kırılmalar, kopuşlar ve refleksler ele alınarak karşılaşma serüveni ortaya konulmuştur. Hem sosyal hem de felsefi düzeyde gerçekleşen bu karşılaşmada, Orta Çağ'da en güçlü dönemini yaşayan ve toplumsal alanda kendisini yeniden üretme mekanizmalarına sahip olan Kilise, Batı'da üstlendiği görev çerçevesinde modernite ile birlikte gelen yeni koşullara uygun bir örgütlenme yoluna gitmiştir. Eserde; Hristiyanlığın, 20. yüzyılda, modernite ile uzlaşma yolunu seçerek kendini Yeni Dini Hareketler vasıtasıyla yeniden ürettiği iddia edilmiştir. Bu iddia, Focolare Hareketi özelinde yapılan bir saha çalışmasıyla desteklenmiştir.
Abdullah Aydın, Ahmet Sait Sıcak, Aziz Belli, Bedri Gencer, Faruk Temel, Harun Bekiroğlu, Necmettin Çalışkan, Rıdvan Demir, Sedat Cereci, Yusuf Okşar Bu çalışmada geçmişin değerlerine sahip çıkmadan kaybettiği mirasın şaşaasıyla övünen, kendine düşeni yapmaksızın gelecek adına kurguladığı ütopyalarla ve beklediği kurtarıcılarla huzur bulan bir zihniyet değil, günün realitesiyle hesaplaşmaya çalışan bunda başarılı olamasa da bu hesaplaşmanın gerekliliğini fark etmiş olan bir anlayış yansıtılmaya gayret edildi.
Bu kitapla okuyucu, moderniteden kapitalizme değişen değer yargılarını, sosyal medyadaki veya kent hayatındaki Müslümanların davranış kalıplarını, modern iletişim teknolojilerinin oluşturduğu sanal hazların zihinlerdeki tahribatını, çağdaş dönemdeki Kur'ân algısı ve dijital ortamdaki din kaynaklı paylaşımların otantikliğini, ahlak eğitiminin yaşama yansımalarının yetersizliğini, aşırılık olgusunun Kur’ân’daki ve günümüz Müslümanlarının hayatındaki radikal oluşumlarının tezahürlerini görmüş böylelikle de geniş bir yelpazede modernleşme sürecindeki Müslümanları konu edinen araştırmaları inceleme imkânı bulmuş olacaktır.
Abdul Azim Islahi Hint coğrafyasının son dönem en önemli İslam âlimlerinden, hukukçu ve tarihçilerinden birisi olan Muhammed Hamidullah; Kur'an'ın çevirisine, hadis edebiyatına, Hz. Peygamberin biyografisine, uluslararası İslam hukukuna, İslam politikalarına ve İslam'ın mirasına dair geniş yelpazede birçok çalışma kaleme almış ve önemli bir başvuru kaynağı olmuştur. Fakat çok az kişi Hamidullah'ın modern İslam iktisadının öncülerinden biri olduğunun hatta disiplinin ismi olan "İslam iktisadı" terimini icat eden kişi olduğunun farkındadır. Bu alandaki birçok ilkler ona aittir: modern dönemde faizsiz finans kurumlarının ilk ve en erken kayıtları, İslâmî sigortanın temeli olarak mütekabiliyetin desteklenmesi, mütekabiliyete dayalı İslâmî finans, uluslararası faizsiz para fonunun kurulmasının teklifi, Müslüman ülkelerin para birliği. Hamidullah'ın İslam iktisadı üzerine yazıları çeyrek asırdan daha fazla bir zaman dilimine ve çeşitli dergilere yayılmıştır. Islahi tarafından düzenlenen bu çalışmanın ilk bölümünde Hamidullah'ın hayatı, İslam iktisadına katkısı ve zekâta dair yaklaşımını ele alan yazılar yazar tarafından kaleme alınmış sonrasında ise İslam iktisadı ile ilgili çeşitli konularda Hamidullah tarafından yazılan on üç makaleye yer verilmiştir.
Abdul Azim Islahi İslam İktisat Düşüncesi Tarihi serisinin beşinci kitabı olan bu çalışma, Islabi'nin erken dönem Müslüman âlimlerin iktisadi görüşleri üzerine yaptığı araştırma serisinin devamı niteliğinde olup, Tunus, Suriye, Yemen ve Mısır bölgelerinden Müslüman âlimlerin iktisat düşüncesini araştırmaktadır. Çalışma için Tunus'tan Hayreddin Paşa ve Muhammed Bayram El-Hâmis, Suriye'den İbn Âbidîn ve Abdurrahman Kevâkibî, Yemen'den Muhammed Alî Şevkânî ve son olarak Mısır'dan Rifâa Tahtâvî, Muhammed Abduh, Ali Paşa Mübârek ve Abdullah Nedîm gibi çeşitli uzmanlık alanlarını temsil eden kişiler seçilmiştir.
Kökleri İslam'ın temel kaynaklarına kadar ulaşsa da İslam iktisadı disiplininin modern gelişimi temelde bir 20. yüzyıl fenomenidir. Bir önceki yüzyıl olan 19. yüzyıl, Arap dünyası ve Batı medeniyeti arasında başlayan etkileşim nedeniyle önceki yüzyıllardan farklı ve ayırt edicidir. Bu manada Islahi'nin 19. yüzyılda yaşamış Müslüman Arap âlimlerin iktisat düşüncelerini incelediği bu çalışması, iktisadi düşünce tarihi alanına yapılmış çok ciddi bir katkıdır. Eser, bu alana ilgi duyan herkesin severek okuyacağı bir içeriğe sahiptir.
Muhammed Hüseyin Mercan İslami hareketler ya da daha özel manada Müslüman Kardeşler üzerine yapılan çalışmalar, genellikle ideolojik temeller ya da siyasal rejimle yaşanan gerilimler üzerine odaklanmıştır. Bu çalışmalarda hareketlerin teşkilat yapısına, örgütlenme biçimine, eğitim ve ideolojik aşılama yöntemine dair sınırlı sayıda analiz olsa da bu analizlerde kurumsallaşma faktörü daima değerlendirme dışı bırakılmıştır. Bunun temelinde yatan en önemli gerekçe ise İslami hareketlerin siyasal kurum olarak kabul edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Siyasal kurumların mensuplarına değer ve kimlik atfeden yapılar olduğu göz önüne alındığında İslami hareketlerin de benzer özelliklere sahip olması nedeniyle siyasal kurum olarak kabul edilmesi ve kurumsallaşma süreçlerinin dikkate alınması gerekmektedir. Bu bağlamda elinizdeki kitap, İslami hareketlerin de siyasal kurum olduğu varsayımından hareketle onların kurumsallaşma süreçlerinin nasıl analiz edilmesi gerektiği sorusuna cevap aramaya çalışmaktadır. Kitapta İslami hareketlerin öncüsü sayılan Müslüman Kardeşler Teşkilatı örnekliğinde Hareketin kurumsallaşma sorunsalı altı parametre üzerinden İncelenmekte ve 1928'den günümüze kadar yaşadığı iç gerilimler ve tartışmalara ek olarak Mısır rejimiyle kurduğu ilişki çerçevesinde yapının kurumsallaşma düzeyi analiz edilmektedir.
Oğuzhan Özoğlu Bu eser, İslam'ın ilk dönemlerinde gerçekleşen Arap-Fars karşılaşmasının Müslüman kelâmının doğuş/gelişim sürecindeki izlerini takip etmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, hayli geniş bir sahaya sahip olduğu için bazı konular ile sınırlandırılmıştır. Bu konular, kelâmcıların erken -İslami- dönemdeki tartışmalarından hareket edilerek belirlenmiştir. Müslüman kelâmında önemli yer tutan ilahî sıfatlar, kader, ruh-beden düalizmi, kabir azabı, kıyamet ve alametleri, nüzul-i İsa, mucize ve ahiret gibi konuların İran kültürüyle bağlantısı/ilişkisi tartışılmıştır. Kapsam dışında tutulan konular, başka bir araştırmamıza ertelenmiştir. Çalışma; Zerdüştîlere “gerçek Zerdüştîliği” ve Müslümanlara da “gerçek İslam’ı” öğretme amacında değildir, sadece bir “kültür” araştırmasıdır ve inanmış birinin, inançlarını ispat etme düşüncesiyle yapılmamıştır. Günümüze kadar Kelâm alanında yapılan bütün araştırmalardan farklı olarak Fars kültürü hakkında bilgi veren Arapça kaynakların yerine asıl kaynak olan Pehlevice ve Farsça eserlere başvurulmuştur. Araştırmanın temel kaynağı olan Pehlevî metinlerinin bir kısmı yayımlanmak üzere tarafımızca Türkçeye tercüme edilmiştir; bir kısmının tercümesine de devam edilmektedir. Bu eserin, orijinal dile başvurularak yapılmış ilk çalışma olmasından dolayı araştırmacılara yeni bir bakış açısı kazandıracağı beklenmektedir.
Melih Turan Finansal hizmetlerin çeşitlenmesiyle birlikte finansal okuryazarlık önem kazanmaya başlamıştır. Günümüzdeki finansal araçlar hem çoğalmış hem de karmaşıklaşmıştır. Bu araçları öğrenmek ve kullanmak hem zaman hem de bilgi açısından emek istemektedir. Bu duruma İslamî finans açısından bakıldığında ise farklı unsurlar ortaya çıkmaktadır. Bu kitap, bir Müslümanın kazancından harcamasına, yatırımından genel para yönetimine kadar olan süreci İslamî finans bağlamında gözden geçirmektedir. İslamî finansal okuryazarlığa katkı sağlamak amacıyla kaleme alınan bu çalışmada bir Müslümanın İslam’ın ilkeleri ve esasları ışığında günümüz finansal yönetimine uçtan uca ışık tutmaya çalışılmaktadır. Kazanç elde ederken, harcarken, yatırım yaparken ve tüm para yönetimini kapsayan özellikle günümüzde var olan katılım bankacılığı, sermaye piyasası yatırımları, finansal teknolojiler (fintek), kitle fonlama, sigorta, bireysel emeklilik gibi finansal işlemlerde bir Müslümanın yaklaşımının nasıl olabileceği ele alınmaktadır.
İbrahim Özpolat Kitapta, fıkıh literatüründe "şer'an kendisinden faydalanmanın mübah olduğu mal" seklinde tanımlanan mütekavvim mal ele alınmıştır. Bu bakımdan amaç, söz konusu kavramın klasik fıkıhtaki anlamından hareketle modern hukuktaki karşılığına ulaşmak ve modern dönemde ortaya çıkmış yeni bazı meseleleri bu açıdan değerlendirmektir.
Klasik fıkıhta "mütekavvim mal" ifadesine karşılık gelen konu özel bir öneme sahiptir. Bu nedenle, çalışmanın birinci bölümünde mütekavvim mal kavramın klasik fıkıhtaki yeri tespit edilmeye çalışılmış, ikinci bölümünde ise modern hukukta direk olarak kullanımı olmayan bu kavramın klasik fıkıhtaki anlam perspektifinden modern hukuktaki karşılığına ulaşılmaya çalışılmıştır. Çalışmanın üçüncü bölümü sonuç mesabesindedir. Bu bölümde önceki iki bölümde geçen bazı kavram ve meselelerin karşılaştırması yapılıp modern dönemde ortaya çıkmış güncel bazı konuların mezkûr kavram bağlamında klasik fıkıhtaki hükmü ortaya konmaya çalışılmıştır.
Bu kitapta, her bir mezhebin kendisine hoş usulü bulunmasından ötürü karma mezhep anlayışı yerine mezhep içi bilgi geliştirme yolu takip edilmiştir. Bu nedenle, kitapta ele alınan kavramlar Hanefi hukukçularının değerlendirmeleri ışığında ele alınmıştır.

Ayşe Kaya Göktepe Tarihsel geçmişimize baktığımızda çeşitli toplulukların, benliğimizin en güçlü yanı olan duyguları ifade etmek için bir sanat formu olarak müziğe başvurdu­ğunu görmekteyiz. Müziğin dinî duyguların bir ifade biçimi olarak tercih edilmesi de karşımıza çıkan bir diğer durumdur. Yahudilik, Hristiyanlık dinlerinde ve çeşitli grupların (Süryani, Rum, Ermeni, Presbiteryen) dinî geleneklerinde müzikal uygu­lamalar göze çarparken İslam dini ve Türkiye özelinde beş vakit okunan ezan, hac ve umre ibadeti esnasında melodik ton ile söylenen tesbihat, Mevlevi tarikatının sema ayinleri, müziğin ve dinin günlük yaşamda iç içe geçmiş formlarına birer örnektir. Tolstoy'a göre ”Sanat, ne keyiftir ne avuntu ne de eğlence; sanat, yüce bir iştir. Sanat insan yaşamında bilinçli bilgiyi duygulara aktaran organdır”. Gerek kolektif dinî değerlerin taşıyıcısı olarak gerekse dinî tecrübe im­kânı sunması bakımından psikoloji ile iç içe geçmiş dinî müziğin insan psikolojisi üzerinde meydana getirdiği etkiler, merak uyandırıcı niteliktedir. Bu yüzden iç içe geçmiş olan din ve psikoloji ilişkisinden hareketle dinî içerikli müziğin uzun süreli bir müzik terapi çalışmasına konu edinilme­si, bu çalışmayı özgün kılan niteliklerden birisidir.
Bu çalışmada; müzik terapinin hem Avrupa'da hem de Türkiye'de gelişim tarihçesi, müzik terapide kullanılan yaklaşım ve modeller, müzik terapi yöntemleri ve uygulama prensipleri detaylı bir biçimde işlenmektedir. Literatürdeki güncel araştırma bulguları ışığında müzik terapinin etkileri ve kullanım alanları incelenmektedir. Ayrıca müzik terapi konusuna ilişkin geniş bilgiler sunmasının yanı sıra müzik terapi ve din ilişkisi ile dinî içerikli müzik terapi konusunda dünyada ve Türkiye'de yapılmış güncel araştırmalara yer verilmesi, bu çalışmayı özgün kılan niteliklerinden bir diğeridir.
Şenol Korkut This book subjects the basic dynamics of the Muslims of Bosnia and Herzegovina to a new reading through the memories of Alija Izetbegović (1925-2003), one of the most important Muslim intellectuals of the twentieth century. Izetbegović's pursuit of truth in his childhood and youth and his attitude towards the ideologies around him are taken in terms of the way a Muslim intellectual was brought up in the modern world. In the second part of the study, the importance of the Islamic Declaration for the current Islamic world, how to keep the Muslim identity alive under all conditions and the Islamic method to be developed for the policies of a dimming the Muslim identity are examined. In the third part of the study, the importance of a Muslim party on the basis of the SDA and the principles to be derived from the struggle for existence during the Bosnia-Herzegovina war were examined. In the last part of the study, the current situation in Bosnia and Herzegovina after Dayton is discussed. The book seeks to construct a modern Siyāsatnāmeh based on the memories of Izetbegović.
Muhammet Çelik Modern dönemde İslami ilimlerin tümünde ortaya çıkan tecdid düşüncesi, nahiv ilminde de kendini göstermiştir. Aslında tecdid düşüncesi, İslam medeniyetinin yapısında hep var olmuş, onun hayatla bağını sağlamada etkin rol oynamıştır. Ancak modern dönemdeki tecdid düşüncesi, daha öncekilerden farklıydı.
Dilin İslami ilimlerdeki merkezî konumunu bilen herkes, nahivdeki bu tecdid çağrılarının ne denli çalkantılı geçtiğini tahmin edebilir. Sadece İslami ilimlerin dili değil aynı zamanda Arapların doğal dili olan Arapçanın gramer ve dilbilimi, bu çok boyutlu yapısıyla ve ayrıca modern Arap ve İslam dünyasının gerçekliği doğrultusunda yeniden yapılandırılmaya çalışıldı.
İlkin sanıldığı gibi nahivdeki tecdid çabaları sadece dil öğretimine yönelik ıslah girişimlerinden ibaret değildi, onun tecdidine yönelenler aynı zamanda teorik ve pratik yönleriyle onu yeniden inşa etmeye çalıştılar. Nahvin tanım ve sınırlarının yeniden belirlenmesinden yönteminin yenilenmesine ve Batı'da ortaya çıkan dilbilim çalışmalarından istifade ederek Arapçada yeni dilbilim çalışmaları başlatmaya kadar bir dizi çabayı içermişti bu süreç. Nahivdeki yenilenme bir yandan dilbilimde eşsiz çalışmalar ortaya koyan klasik nahvin birikimine yaslanmalı, diğer yandan modern dilbilimsel gelişmelerden istifade etmeliydi.
Arap dili çalışmalarının son zamanlarda belli bir merhale katettiği ülkemizde bu kitap, söz konusu süreci, bu sürecin aktörlerini ve ana teorik temelleriyle nahivdeki tecdid düşüncesinin mahiyetini kavramak isteyen herkese hitap ediyor. Dahası, geçmişte İslami ilimler nasıl nahivsiz düşünülemiyor idiyse günümüzde de İslami ilimlerdeki yeni gelişmelerin nahivdeki yeni gelişmelerden bağımsız olarak düşünülmesi imkânsız gözüküyor.
Mehmet Sürmeli Müslümanların hayat şekli değişti. Bu değişiklik özü de etkiledi. Arabaya binerken “Bismillah” demeyi veya önemli işlerini “Vallahi” diyerek temin etmeyi eksik etmeyenler, hayatlarının genişlik alanı dediğimiz siyasi, iktisadi, hukuki, ailevi, eğitim-öğretim ve ahlâki alanlarında Allah'a hiç yer vermediler. Hz. Nuh'un oğlu bile bulunduğu yerin kıymetini bilemeyerek kurtulamadığına göre bizim gençlerimiz nasıl kurtulacak? Bu soruyu nebevi ulemanın Kur'an-ı Kerim ve Sünnet merkezli itikadi çalışmalarla cevaplaması beklenirdi. Bu sorunun cevabı, İslâmi bir hareketteki “Nereden başlamalıyız” sorusunun da cevabıdır. Böyle ulvi bir görev yapılırken her türlü iletişim vasıtasından istifade edilmesi işleri daha da kolaylaştırırdı. Görev alanını titizce seçmek yerine hocalarımız ve sözde akademisyenlerimiz, eskiden yazılanları tüketmeyi, bilgiyi halkın seviyesine indirmemeyi, tarih içerisindeki itikadi ekollerin çatışmalarını tekrar tekrar gündeme getirmeyi, dinin aklı vahyin önüne koyduğunu, ibadetler yapılmasa da kişinin uhrevi zarara uğramayacağını, İslâm'ın sadece ahlâki bir yönünün bulunduğunu, bununla da “uyumlu vatandaş” yetiştirmeyi amaçladığını, zamanın itikadi, sosyal ve siyasal meşreplerini tevhidî bir değerlendirmeden geçirmemeyi tercih ettiler.