Dini Bilimler \ 4-8
Üzeyir Ok, Zümrüt Gedik, Zehra Erşahin Din psikolojisinin uygulama alanlarından manevi bakım ve danışmanlık, değişik koşullarda insana yönelik hizmette güçlü bir potansiyele sahiptir. Dinler ve manevi geleneklerin; onlara mensup olan insanlar için yaşamın zorluklarıyla başa çıkmada, hayatı anlamlandırmada, kendini bir sosyal gruba ait hissetmede, bir kimlik oluşturmada ve sağlıklı yaşamı seçmede önemli rollere sahip olduğu bilinmektedir. Diğer taraftan, zor koşullarda yaşayan insanlara yönelik yardım etme ve bakım verme evrensel bir insan güdüsüdür. Gönüllülük esasına bağlı olarak karşılıksız yardım etmek, hemen hemen bütün yaşam felsefelerinde ve dinî-manevi geleneklerde erdem olarak görülür.
Türkiye'de, insana yardım hizmeti ile din-maneviyat konusunu bir araya getiren manevi bakım ve danışmanlık alanında yapılan çalışmalar son 10 yılda bir ivme kazanmıştır. Ancak konuyu bütüncül ve derinlemesine ele alan ve de bilimsel temele vurgu yapan çalışmalar oldukça azdır. Hastanelerde hastalara yönelik manevi bakımla ilgili bu kitap, hem ampirik bir zemin oluşturma bakımından hem de belirli bir alana tahsis edilmiş olması bakımından mevcut çalışmaları bir adım ileriye taşıma niyetindedir.
Kitapta maneviyatın insan ruh ve beden sağlığı üzerindeki etkisi detaylı açıklandıktan sonra çalışmada hastaların manevi bakım ihtiyaçları hasta olmayan gruplarla karşılaştırılmış, hâlen manevi bakım uygulaması yapan din görevlilerinin kendilerini ve yaptıkları işleri algılama düzeyleri, yeterlilikleri, yeterliliklerde etkili olan kişilik boyutları ve alan deneyimleri derinlemesine ele alınmıştır. Bunların yanında bu kitapta, elde edilen ampirik bulgular ve literatür bilgisi doğrultusunda bir hastane manevi bakım çalışma modeli oluşturulmaya çalışılmıştır.
Salih Atçeken Merak eden, sorgulayan, anlam arayışında olan insanın önce kendini bilmesi, sonra Allah hakkında bilgiler edinmesi, daha sonra da “Dünya” denilen bu mekânda bulunuşunun gerekçesini öğrenmesi, öğrendiği gerekçeye göre de hayatını yaşaması gerekir ki, bir attan, bir ottan farklı olduğunu ortaya koyabilsin.
İnsan, çevresini kuşatan varlıkların kendisi için var edildiğinin, bunların “Efendi”si olduğunun farkına varmalı, efendiliğinin kıymetini bilmeli, diğer canlıların seviyesine düşüp hayatı onlar gibi yaşamamalıdır. Aksi hâlde, kendini onlardan da aşağı bir mevkide buluverir.
Bu kitap, hayatın efendi gibi yaşanabilmesinin nasıl mümkün olabileceğini anlatma gayretinin bir ürünüdür. Hayatını efendi gibi yaşayabilecekken, yaşaması gerekirken, kimliğinden habersiz bir şekilde yaşayıp, bunun da farkına ölüm anında varmış olan bir insanın pişmanlığını duymak istemeyenlerin, kitabımızı dikkatlice okumalarını öneriyoruz. Gayret bizden, Tevfik Allah’tandır.
Mehmet Sürmeli Hazreti Peygamberin Tefsir Yöntemi'nde peygamberimizin tilaveti, öğretim faaliyetleri, yaşamaya verdiği önem, hıfzı teşvik etmesi ve işi ehline vermede Kur'an-ı Kerim bilenleri öncelemesi, tefsir yöntemi başlığı altında ayrıntılı değerlendirmelere tabi tutulmaktadır. Bu konuların büyük bir kısmı sünnetin tebyin, temsil ve teşri alanlarıyla ilgilidir. Kur'an-ı Kerim'i dosdoğru anlamanın iki anahtarı vardır: Bunlar, Hz. Muhammed dönemi Arapçasını tüm yönleriyle bilmek, diğeri de Resulullah'ın sünnetine ve Kur'an'ın nazil olduğu tarihe vâkıf olmaktır. Bu iki önemli anahtar, Kur'an-ı Kerim'i ehliyetsiz ve kötü niyetli insanların çalışma alanı olmaktan çıkaracak, keyfî ve önyargılı yaklaşımlardan muhafaza edecektir. Bu nedenle İslâm dinini, ana kaynaklarından en kuşatıcı şekliyle öğrenmek gerekir. Bu öğretimde dil bilmek de vardır; tefsir, hadis, fıkıh, kelâm, İslâm tarihi, ahlâk/tasavvuf öğrenmek de vardır. Hazreti Peygamberin Tefsir Yöntemi sizi bu alanlar üzerinden doyurucu bir yolculuğa davet etmektedir.
Neriman Karatekin Helik, çocuklarını temel insani değerlerle buluşturmak isteyen aileler için hazırlanmış bir kılavuzdur. Her bir kitapta Sorumluluk, Yardımseverlik, Adalet, Özgüven, Liderlik, Dostluk, Doğruluk, Sabır, Saygı ve Özdenetim kavramlarından birisi ele alınıyor. Bu değerleri işleyen kitapçıklar ailelerin, çocuklarıyla eğlenceli bir şekilde geçirmek istedikleri zamanın bir amaca yönelmesine yardımcı olacak malzemeler sunuyor. Görsel malzemelerle desteklenmiş olan kitapçıların paylaşımı çocuklar için unutulmaz anlara dönüşürken, aileler çocuklarının eğitimine katkıda bulunmanın mutluluğunu yaşayacaklar. Anne - babalar, öğretmenler ve öğretmen adayları, akademisyenler ve rehber öğretmenler için eşsiz bir rehberdir.
Ayşegül Yelmer Mekke, Medine, Kâbe-i Muazzama; Müslümanlar için tartışmasız en mukaddes mekânlardır. Yüzyıllardır ehl-i iman; hacı olmayı, Ravza'ya yüz sürüp dualar edebilmeyi imanlarının ve muhabbetlerinin bir gereği olarak görmüştür. Bizler de mübarek topraklara ilk gidişimizde hem ibadetlerimizin hakkını verebilmek hem kutsal mekânları yakından tanımak gayesiyle Hicaz'la alakalı kitap arayışına girmiş ancak bilhassa hatırat anlamında fazla bir esere ulaşamamıştık. Bilahare yaptığımız hac ve umre ziyaretleri vesilesi ile her yıl yeni kitaplar almaya ve okumaya başlayınca bu alanda bir bibliyografya eksikliğinin olduğunu hayretle müşahede ettik. Öyle ki kitap arkası kaynakçalarını saymazsak Türkiye'de Hicaz ile ilgili müstakil bir kitabiyat çalışması yoktu. Böylece ilim ve irfan dünyamızı besleyen Hicaz gibi ehemmiyetli bir konudaki bu şaşkınlık verici eksikliğin giderilmesi adına, tüm noksanlıklarımıza rağmen, yola çıkmış olduk.
Elinizde bulunan eser, bu anlamda sahasında ilk çalışma olup içeriğinde Türkçe, Osmanlıca ve yabancı dilde kitaplar; süreli, sesli ve görüntülü yayınlar; dijital materyal; efemera ve objelerle alakalı bilgiler ihtiva etmektedir.
Eseri hazırlarken gerek Hicaz'a dair kitap arayışında olan okuyucuların ihtiyaçlarını karşılamak gerekse akademik çalışmalar yapacak olan araştırmacıların çalışmalarına bir nebze katkıda bulunmak gayemiz olmuştur.
Melahat Beki Hikmet kavramı felsefenin, dinin ve tasavvufun kesişme noktasında duran temel kavramlardandır. Elinizdeki bu çalışma, insanın hikmetle irtibatını kuran bu alanların karşılıklı ilişkilerini ele almaktadır. Atâullah İskenderî'nin “Hikem-i Atâiyye” kitabını merkeze alarak okurlarını, “hikmet” kavramının derinliklerine doğru bir yolculuğa çağırmaktadır. “Hikem-i Atâiyye”, insanın kendisini tanıması ve varlığın etik ve metafizik boyutlarıyla bütünleşerek anlamlı bir varoluş gerçekleştirmesinin, bütün zamanlar için değerli bir yorumunu sunmaktadır. Bu yorum üzerinden, hikmet geleneğinin insan açısından taşıdığı kadim ve evrensel hakikatler, entelektüel ve manevi gündemimize davet edilmektedir.
A. Kadir Çüçen, Abdulkuddüs Bingöl, Ahmed Güner Sayar, Ahmet İnam, Alber Erol Nahum, Ali Osman Gündoğan, Aliş Sağıroğlu, Aliye Karabük Kovanlıkaya, Alparslan Açıkgenç, Arslan Topakkaya, Ayşe Yaşar Umutlu, Barış Kara, Belkıs Altuniş Gürsoy, Besim F. Dellaloğlu, Celal Türer, Chryssi Sidiropoulou, Coşkun Değirmencioğlu, David Grünberg, Duygu Dinçer, Elettra Ercolino, Emel Koç, Fabio L. Grassi, Fahrettin Olguner, Fulya Bayraktar, Gaye Çankaya Eksen, Gönül Bünyadzade, Gülcevahir Şahin Granade, Gülgun Yazıcı, H. Haluk Erdem, Hakan Poyraz, Hülya Yaldır, Hüseyin Subhi Erdem, İhsan Hayri Batur, Levent Bayraktar, Mansur Beyazyürek, Marie Hélène Sauner-Leroy, Mehmet Akgün, Mehmet Demirci, Mevlüt Uyanık, Milay Köktürk, Muhammet Enes Kala, Murtaza Korlaelçi, Mustafa Tahralı, Mustafa Yıldırım, Muzaffer Çam, Müslim Akdemir, Necati Öner, Necmettin Tozlu, Nilgün Özcan, Nurhayat Çalışkan Akçetin, Ömer Faruk Ocakoğlu, Ömer Naci Soykan, Ömer Özden, Ömer Özercan, Özge Güngör, Özkan Gözel, Pierre Colin, Rabia Dirican, Rahmi Karakuş, Recep Kılıç, René Guénon (Abdülvâhid Yahyâ), S. Hayri Bolay, Sadettin Elibol, Sadettin Ökten, Seçkin Sertdemir Özdemir, Semahat Yüksel, Senail Özkan, Süleyman Dönmez, Şaban Teoman Duralı, Şafak Ural, Şamil Öçal, Şeyma Durmaz, Tülin Bumin, Uğur Kılınç, Ülker Öktem, Vefa Taşdelen, Yakup Kalın, Yakup Özkan, Yıldız Doyran, Zeynep Tek, Zeyno Tekinalp Özkan, Ziya Yavuz Hikmetin İzinde Kenan Gürsoy’a Armağan adlı bu kitapta, Türk düşüncesinin evrensel planda temsilcilerinden birine tanıklık edilmektedir. Burada Gürsoy’un özgün felsefî kurgusu, kavramları, temaları ve yapıtları irdelenmiş ve ortaya zengin problematiklere sahip bir düşünür portresi çıkmıştır. Gürsoy felsefeyi medeniyet kurucu bir değer ve etkinlik olarak inşa etmektedir. Dünya problemleri ve insanlık bunalımları karşısında etik bir bilinç geliştirilerek çözümler teklif edilebileceğini göstermektedir. Böylece felsefe bütün bir insanlık için birleştirici bir üst dil olarak kurgulanmaktadır.
Bu eserde, Türkiye’de felsefe hayatına dair pek çok unsur da bir aradadır. Hem düşünce hayatımızın geldiği seviye ve problematik zenginlik sergilenmekte hem de Türk dilinin felsefi meseleleri ifade imkânlarının örnekleri sunulmaktadır. Çoğunluğu felsefe alanından olan pek çok akademisyen, entelektüel ve sanatçının, Kenan Gürsoy’a armağan ettikleri çok kıymetli makaleler ile eser, aynı zamanda bir çağdaş Türk düşüncesi seçkisi niteliğindedir. Ayrıca, beş kuşak felsefe akademisyenlerini bir arada bulundurması itibariyle, bağlantı ve sürekliliğin de gözlemlenebileceği bir kaynak olma özelliği taşımaktadır.
Mustafa Acar 15 Temmuz hiç şüphesiz Türkiye tarihinin dönüm noktalarından biridir. O tarihte Türkiye hem hain bir darbe girişimine, hem de milletin tek yürek halinde darbeye direnişine sahne olmuştur. Bir ihanetin analizi, hayır ve hizmet hareketi olarak yola çıkan bir yapının zamanla nasıl devlete kafa tutacak, Parlamentosunu bombalayacak, insanların üzerine tanklarla yürüyecek kadar gözü dönmüş bir terör örgütüne dönüştüğünün ibretlik anlatımıdır. Hizmetten Hezimete FETÖ, 15 Temmuz’dan yola çıkarak bir ihanetin öyküsünü tahlil etmektedir. Çoğunlukla yapıldığının aksine eser FETÖ sövgüsünün ötesine geçmekte, FETÖ’yü var eden tarihsel-sosyal koşullara, henüz bir terör örgütüne dönüşmeden önceki dönemlerde bu yapının toplumdan ve devletten hangi nedenlerle sempati topladığına, yine bir dönem siyasi otoritenin bu yapıyla neden işbirliği yaptığına, hangi iç ve dış dinamiklerin etkisiyle söz konusu yapının adım adım bir ihanet şebekesine dönüştüğüne uzanan kapsamlı bir analiz yapmaktadır. FETÖ benzeri belalarla tekrar karşılaşmamak için, sorumluluğu tamamen dış mihraklara yıkan komplo teorilerinin ötesine geçmek, yer yer öz eleştiri yapmak ve olayın tarihî, siyasi, iktisadi, hukuki, sosyolojik ve psikolojik boyutlarının soğukkanlı bir analizini yaparak, yaşananlardan ders almak ve her alanda gereken tedbirleri almak elzemdir. Bu bağlamda elinizdeki eser, FETÖ olayını çeşitli boyutlarıyla anlama ve açıklama, FETÖ ile mücadelede dikkat edilmesi gereken hususlar ve benzer sorunlarla bir daha karşılaşmamak için alınması gereken tedbirlerin neler olduğunun tespitine yönelik çabalara mütevazı bir katkıdır.
Hasan ÇELİKKAYA Yayın hayatına sunduğumuz bu kitap, yediden yetmişe herkesi ilgilendiren "huzur" konusunu "huzur eğitimi" adıyla ve "toplumda huzur, ailede huzur, kişide huzur" tasnifiyle bu alanda yapılmış ilk akademik çalışma özelli­ğini taşımaktadır. Çalışmada tamamen "tabiî (doğrudan) gözlem" metodu kullanılmış olup aktarılan olayların hepsi yaşanmış olaylardır; asla hayalî bir konu yoktur. Olayların yorumları tabiatıyla yazara aittir. Konular; ilâhiyatçı ve sosyolog gözüyle değerlendirilmiş olup pratik kaynaklı ve pratiğe yönelik olarak işlenmiştir.
Keza huzur olayının basit bir olay olmadığına; kişi kadar aileleri, toplumu ve dünya toplumlarını ilgilendirdiğine; bu konuda her kesime sorumluluklar düştüğüne; huzu­run sadece para ve şöhretle değil, aynı zamanda beden sağlığı kadar ruh sağlığıyla (ruhsal doyumla) da çok yakın ilişkisinin bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Aktarılan bu tecrübeler neticesinde, kişisel huzurun baş düşmanı olan stresi yenmenin yolları da gösterilmiştir.
Kitapta aktarılan olayların; özellikle psikologlara, psikiyatristlere, psiko-terapi ve aile terapisi uygulayanlara, benzer konularda araştırma yapanlara, sağlam birer malzeme teşkil edeceğine inanmaktayız.
Dilek Bal Koçak Yaşlılık, psikolojik, fiziksel, duygusal, kronolojik ve ruhsal anlamda bireylerin olgunlaşma sürecidir. Bu yaş alma ve olgunlaşma sürecinin manevi anlamda mutlu, huzurlu ve başarılı şekilde sürdürülebilmesi için farklı teoriler ortaya konulmuştur. İlgili teoriler çerçevesinde yürütülen manevi bakım çalışmalarının yaşlıların iyi oluş seviyelerine ciddi katkı yaptığına dair tespitler gün geçtikçe artmaktadır.
Bu çalışmanın sonuçlarına göre huzurevinde yaşayan bireylerin manevi destek sürecinde kendilerini daha iyi ve huzurlu hissetmeye başladıkları; bununla birlikte hayat ve ölüm gibi sıklıkla sorgulanan konulara dair farkındalıklarının arttığı görülmüştür. Manevi bakım sürecine dâhil olan yaşlılar, yaşadıkları olumsuz deneyimlere farklı açıdan baktıklarını, yaşanan pişmanlıklarla bunlara bağlı bazı iç sorunlarını çözme fırsatı elde ettiklerini ve iç huzura kavuştuklarını ifade etmişlerdir. Manevi bakım eşliğinde gerçekleştirilen manevi ritüellerin katılımcılar tarafından önemli görüldüğüne ve olumlu etkiler uyandırdığına dair bulgular elde edilmiştir.
Bu kitap; huzurevinde manevi bakım, hayatı anlamlandırma süreci ve yaşlılık ile ilgilenen tüm okuyucular için detaylı bilgiler sunmaktadır. Huzurevlerindeki manevi bakım desteği sürecinde kullanılan görüşme teknikleri, kuram ve yöntemler ışığında hazırlanan bu çalışma, manevi bakım alanında yeni bir bakış açısı sunması açısından önemlidir.
Ramazan KAZAN Müslümanların kurdukları medeniyetlerin ana referansı, örf, âdetleri vs. gibi millî değerlerinin yanında Kur'ân-ı Kerim ve
Hz. Peygamber'in hadisleri olmuştur. Onlar bu kaynaklardan aldıkları ilhamla çeşitli müesseseler kurmuşlar ve değişik edebî ürünler ortaya koymuşlardır. Bu edebî ürünlerin en önemlileri atasözleri ile vecizelerdir.
Henüz çocukluğundan itibaren fasih dilin hâkim olduğu çevrede yetişen, Kur'ân-ı Kerim'in edebî üslûbunu en iyi bilen
Hz. Peygamber, yeri ve zamanına göre vecize niteliğinde sözler söylemiştir. Hayatın pek çok alanlarını ilgilendiren onun bu vecizeleri Arapçaya ve değişik Müslüman milletler tarafından kurulan İslam medeniyet ve kültürüne ayrı bir zenginlik katmıştır.
Çalışmamız, Türkçede az sayıda yaygın olan Hz. Peygamber'in bu tür sözlerinden önemli bir kısmını asıllarıyla ve edebî özellikleriyle dilimize kazandırmayı hedeflemiştir.
Adil Bebek O, bizden biri. Miladi 610 yılında Allah'ın emri, onayı ve teyidi ile ortaya çıkıp peygamberliğini ilan etti. İnsanlığı hurafe ve asılsız şeylere, ne kadar güçlü ve egemen olurlarsa olsunlar aslında kendileri gibi aciz olan birilerine; cine ve putlara tapmaktan vazgeçip evrenin yaratıcı, yönetici ve hükümranına bağlanıp saygı duymaya, O'nun direktif ve yol göstermelerini esas almaya davet etti. Hak dedi, adalet ve eşitlik dedi, özgürlük dedi, erdem ve onur dedi. Sonuç olarak dünya ve ahiret mutluluğu vaat etti.
Hz. Peygamber'den bahsediyorum.
Ona inanan ve bağlananlar oldu; dönemin egemenleri ve ikbal sahipleri ile başta Yahudiler olmak üzere eski din mensupları ona karşı amansız bir düşmanlık içine girdiler. Ona karşı her türlü savaş ve kumpasın başında yer aldılar, onlara kendilerinden farklı bir şekilde inanma, düşünme ve yaşamayı çok gördüler, yapmadık zulüm bırakmadılar.
Ne ki, Allah dinini koruyup kolluyor ve destekliyordu; sonunda zalimler mağlup, mazlumlar ise galip oldular.
Ancak o düşmanlık orada kalmadı; on dört asır devam etti. Haçlılarla devam etti, oryantalistlerle devam etti.
Bu mütevazi çalışmada, asırlardır bir türlü bitmek bilmeyen o kin, düşmanlık ve linç histerisinin, günümüzde DAİŞ vb. projelerin ikliminden de istifade ile özellikle gençleri avlayıp dinden ve bilhassa İslamiyet'ten koparmak maksadıyla Hz. Peygamber'i karalama ve iftiralarına cevapları bulacaksınız.
Kafanıza takılan şeyler olursa bana ulaşmanız beni memnun eder. Sevgi, saygı ve hayır dualarımla.
Yusuf İzzettin Aktaş İslam Felsefesi adlandırması, mana itibarıyla kadim bir tarihe sahip olmasına karşın isim olarak oldukça yeni bir terkiptir. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı modernleşme teşebbüslerinin önemli bir ayağı olan eğitim sahasında gerçekleşen ıslahatlar neticesinde ders programlarında kendine yer bulan İslam felsefesi dersleri, bu terkibin varlık sahasına intikal ettiği önemli bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Batılı değerlerin ve düşüncelerin, İslam dünyasında varlığını, bazen tahakkümünü her geçen gün hissettirdiği bir zaman diliminde, Müslüman Türk aydınlarının ve ilim adamlarının kendilerini var eden düşünce dünyalarını hangi argümanlarla yeniden ortaya koydukları ve savundukları, varlık sahalarına yöneltilen tenkit ve ithamları ne şekilde karşılayıp anlamaya, içine çekmeye ve/ya bertaraf etmeye çalıştıkları; İslam felsefesi/düşüncesi tarihini yaşanılan mevcut koşul ve şartlar içerisinde nasıl tanımladıkları merak uyandıran sorular arasında yerlerini korumaktadır.
Elinizdeki bu çalışma II. Meşrutiyet sonrasında eğitim sahasında gerçekleşen ıslahat hareketleri ile ders programlarında yer almaya başlayan felsefe ve İslam felsefesi derslerinin Darülfünun ve medresedeki teşekkül sürecini ve bu derslerin hocalarını, İslam felsefesi derslerinde okutulan metinleri incelemekte ve modernleşme tarihimize bir nebze ışık tutmaktadır.
Lütfi Sunar, Büşra Bulut Müslüman toplumlarda çağdaş düşüncenin şekillenmesinin iki temel dinamiği bulunmaktadır. Bunlardan ilki içsel gelişmelerle diğeri de dış koşullar ile ilişkilidir. Dâhil? olarak entelektüeller ve ulema; geleneğin anlamı ve sürdürülmesi, Müslüman kimliğinin yapısı ve değişimi, yeni top-lumsal sorunların yorumlanması ve çözümler üretilmesi, siyasal gelişmelerin anlamlandırılması gibi meselelerle karşılaşmışlardır. Bu çerçevede ana gündem islami yenilenme problematiği çer-çevesinde teşkil etmiştir, ikinci dinamik ise harici etkenlerdir. Bu bakımdan 19. yüzyılda modern teknik, sanayi ve bürokrasi ile yüzleşme Müslüman toplumların ciddi bir krize girmesine neden olmuştur. Bu kriz, Müslüman toplumların kendi düşünsel yaşamlarını sürdürememesine sebep olurken aynı zamanda ona cevap verme ve aşma ihtiyacı da düşünceye yeni bir biçim vermiştir. Dışarı ile girişilen bu iletişim islami kavram ve düşüncelerle de etkileşim içerisine girerek çeşitli ara formlar meydana çıkarmıştır.
İslamcı düşüncenin temel unsurları ve sınırlarını tartışıp, çağdaş dünyadaki karşılığını incelemek, ihtiyaç duyulan bir zemin olmuştur. Bu tartışmalar, İslamcılığın temel kavramlarının izahını, tarih boyunca kullanımını ve dönüşümünü anlamakla mümkün olmaktadır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Müslüman halkların muhatabı oldukları sorunlara karşı bir teklif olarak ihya, ıslah, tec- ûK/kavramları öne çıkmaktadır. Bunlar modern diskur içinde dönüşmüş, yer yer biri diğerinden daha önde kullanılmış olsa da İslam düşünce ve siyaset geleneği içinde köklü bir geçmişe sahip kavramlardır.
İslamcı Dergiler Projesi kapsamında Temel Meseleler ve Kavramlar serlevhasıyla gerçekleştirilen çalıştaylar, İslamcı düşüncenin kök niteliğindeki tartışmalarına yeni boyutlar kazandırma amacı gütmektedir. Elinizdeki bu kitap bu çabanın bir ürünü olarak 23 Kasım 2019 tarihinde düzenlenen "Islah” çalıştayında; Mehmet Ali Büyükkara, Özgür Kavak ve Murat Kayacan’ın gerçekleştirdikleri sunumların geliştirilmiş hâlidir. Bu kitap, İslamcı düşüncenin üzerine inşa olduğu meseleler ve yaklaşımların derinlemesine analize tabi tutulduğu bir seri teklifinde bulunmaktadır.
İdris Tüzün İbn Şihâb ez-Zührî, tâbiînin en önemli âlimlerinden kabul edilmektedir. O, İslâm tarihinde hadisleri ilk defa tedvin eden şahıs olarak bilinir. Bu kitapta, onun hayatı, hadis ilmindeki yeri ve rivâyetlerinin kaynaklara -Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i özelinde- intikali ele alınmıştır.
Hicrî 50-124 (milâdi 670-742) tarihleri arasında yaşayan Zührî, Medine'de doğmuş ve ilim tahsilini yine bu şehirde yapmıştır. 18 kadar sahâbîyle görüştüğü söylenen Zührî daha çok tâbiîn âlimlerinden ders almıştır. En önemli hocaları fukahâ-yı seb'a'dır. 30 yaşlarında Şam'a giden Zührî Emevî Halifesi Abdülmelik'in himayesine girmiş, ondan sonra da vefat edinceye kadar halifelere yakın olmuştur.
Fıkıh ve tarih alanlarında da derin bilgi sahibi olan Zührî'nin en çok şöhret kazandığı alan, hadisçiliğidir. O, hadislerin tedvininde, isnadın yerleşmesinde ve hadislerin öğretiminde önemli rol üstlenmiş bir kişidir.
Kitabımızın birinci bölümünde; Zührî'nin kısa hayatı, hakkında söylenenler, kendisine yöneltilen ithamlar, diğer ilimlerdeki durumu, hadis tedvinindeki rolü, isnad konusundaki tutumu, hadis tahammülündeki uygulamaları ve bazı hadis meseleleri ile ilgili görüşleri ele alınmıştır. İkinci bölümde ise, onun Ahmed b. Hanbel'in Müsned'indeki 1820 rivâyeti ele alınarak incelenmiştir.
M. Umer Chapra İktisadın Geleceği: İslamî Bir Bakış hem iktisadi hem de ahlâki açıdan ana akım iktisadın bilimsel ve samimi bir eleştirisidir. Chapra, yararının olduğu kadar Batı merkezli kapitalist iktisadın limitlerinin de farkındadır. İktisadi analizin gerçek değerinin ve dünyadaki insanlığın daha iyiye gitmesine katkı yapabileceğinin bilincinde olarak, zayıf taraflarının bu disiplinin gerçek rolünü oynamasına gölge düşürdüğünü belirtmektedir. Nelerin yanlış olduğunu belirterek aynı zamanda doğrusu için çözüm önerileri de sunmaktadır. Çalışma ayrıca iktisadın etkinliğini göz ardı etmeyecek şekilde eşitlik ve adalet meselesine odaklanılmasını sağlayan sistematik bir çaba sarf etmektedir. Eğer iktisat, insanın refahına yönelik bir bilim ise ve sadece "zenginliğin kasvetli bir bilimi" değilse denge ve etkinliğin ortak hedefleri birlikte ilerlemesi gerekmektedir. Chapra, ahlâki filtrelerin kavramlarını açıklarken ve ana akım iktisadın matrisleri içerisinde adalet boyutunu yeniden oluşturmaya çalışmaktadır.
İslam iktisadını titizlikle iktisadın kendi alanına yerleştiren Chapra, İslam iktisadına ayrı bir tür olarak bakmamaktadır. İktisadi problemleri İslamî bir bakış açısı ile değerlendirmekte bu da iktisadı, İslamî bir toplumsal düzen ve tasavvurla uyumlu hâle getiren yenilikçi bir çabadır. İslam ve iktisat öyle birbirine geçmiştir ki iktisat yeni bir gidişat geliştirmekte ve katedilecek yeni bir dünya keşfetmektedir. Bütün bunlarla birlikte Chapra, iktisadın, adil düzen arayışında insanlık için gerçekten yararlı olması için islamî bir bakış açısı ile ahlâki zenginleşmeye ihtiyacı varken ümmetin de iktisadın tarihini ve kendi noksanlarını farketmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
M. Umer Chapra İslam’ın neredeyse tüm Müslüman ülkelerde yaşamakta olduğu diriliş, İslam’ın öngördüğü türde bir refahı gerçekleştirebilmek ve insanların karşılaştığı çeşitli problemleri özellikle de iktisat alanındakileri çözebilmekiçin sunması gereken programın açık ve bütüncül bir resmine duyulan bir ihtiyaç yaratmıştır. Özellikle ilgi odağı olan nokta ise, dünya genelinde çoğu ülkenin karşı karşıya olduğu makroekonomik ve dış dengesizlikleri üstesinden gelinebilecek sınırlara çekecek aynı zamanda tam istihdamı mümkün kılacak, yoksulluğu ortadan kaldıracak, ihtiyaçları karşılayacak ve gelir ve servet eşitsizliklerini en aza indirecek bir stratejidir. Müslüman ülkeler kapitalizmin, sosyalizmin ve refah devletinin seküler dünya görüşleri çerçevesinde bu tür strateji üretebilirler mi? İslam hedeflerine ulaşmalarında onlara yardımcı olabilir mi? Eğer olabilirse, İslamî öğretiler nasıl bir politika paketi sunmaktadır? Bu kitap, bu ve diğer ilişkili sorulara cevap aramaktadır.
Kitap seküler temelli tasarımlar olan kapitalizm, sosyalizm ve refah devletine ilişkin eleştirilerine ilaveten busistemlerin başarısızlıklarına dair İslamî bir perspektif oluşturması açısından özgün bir eserdir. Kur’an’ın öğretilerini modern ekonomi ile bir araya getirerek İslam iktisadının İslam’ın öngördüğü iyilik halini gerçekleştirmek için ne sunması gerektiğine dair net ve entegre bir çerçeve sunmaktadır.
İhsan Uçar, Mehmet Emin Göktepe, Merve Özmen, Özcan Taşcı
Selim Demirci Hz. Peygamber kendisinin muallim olarak gönderildiğini söylemiş ve ahirete irtihal edinceye kadar etrafındakilere mekân ayrımı yapmaksızın çeşitli vesilelerle ilim öğretmiştir. O, kendisinden kısa bir söz dahi olsa aktarılmasını istemiş, bunu yapanların yüzünün ağarması için Allah'a dua etmiştir. Onun (s.a.v.) bu tavsiyesinin bir sonucu olarak Müslümanlar, başta hadis olmak üzere ilim adına her şeyi sahiplenerek peşine düşmüşlerdir. Hz. Peygamber'e dair ne varsa toplama çabasında olan muhaddisler ise hadislerde yer alan ve bu çabaların arka planını oluşturan ilme dair metinleri bir araya getirmeyi ihmal etmemişlerdir. Bunlar hadis kaynaklarında “Kitâbü'l-İlm” başlığı ile kendisine yer bulmuştur. Böyle bir bab başlığı, Tirmizî'nin Câmi'inde de bulunmaktadır. Hadisle ilgilenenlerin istifadesi açısından söz konusu bölüme dair bazı notların iki kapak arasına girmesinin faydalı olacağı düşünülmüştür.
Taşköprülüzâde Ahmed Efendi Taşköprülüzâde Ahmed Efendi (ö. 968/1561) eş-Şekâik ve Miftâhu'ssaâde eserleriyle tanınan bir Osmanlı âlimidir. Tahkiki ve tercümesini sunduğumuz el-Livâü'l-merfû' adındaki bu eser ise onun kendi dönemindeki bilim anlayışını ve felsefesini yetkin bir şekilde incelediği bir eserdir.
Kitap bir yönüyle klasik bilim felsefesinin şu temel sorularını ele alıyor: Bilimi bilim yapan
nedir? Bilimsel araştırma ve soruşturma ne demektir? Bilimsel önermeler bedihî midir, nazarî midir? Bilimler, konunun parçalarını ve yüklemlerini araştırma konusu kılmalı mıdır? Bir konunun zati ve uzak ilişenlerini ayırt etmenin kıstasları nelerdir? Bir meselenin ispatı nasıl yapılır? Bir şeyin varlığı ile nedenini ispat etmek arasında nasıl bir fark vardır?
Eserin diğer bir özelliği ise Urmevî, Teftâzânî, Cürcânî, Molla Lutfî, Efdalzâde ve Molla İzârî gibi âlimlerin taraf olduğu felsefe ve kelamın konusuna dair tartışmaları içeren literatürü değerlendirmesi ve kendi özgün çözümlerini sunuyor. Bilimler arasındaki hiyerarşi, uyum, ayrım, farklılık ve girişiklik sorunlarını yeniden gündeme getiriyor. Bilimlerin mukaddime, ilke, konu ve meselelerinde dikkate alınan istihsanî kuralları belirliyor.
Bu kitap, dinî ve felsefî bilimlerin bilim olma hüviyetleri ile ilgili bütün meseleleri ayrıntıları ve örnekleriyle tartışıyor. Sonuç olarak bu eser okuyucuya bir Osmanlı âliminin geçmişteki nazarî sorunları nasıl güncelleştirdiğini, nasıl tahlil ettiğini, problemleri nasıl çözdüğünü ve düşünce geleneğine nasıl eklemlendiğini biraz gıpta biraz hayretle müşahede etme imkânı sunuyor.
Abdül Halim Varol, Cevdet Yakupoğlu, Ergin Ögcem, Erhan Ateş, Halil İbrahim Gökbörü, Kemal Taşcı, Mehmet Vural, Mustafa Hizmetli, Mustafa Uyar, Özgür Tokan, Özkan Dayı, Seyfullah Kara, Tunay Karakök İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi kitabı, Orta Çağ Müslüman ve Türk devletlerinin tarihini konu edinen yeni ve özgün bir çalışmadır. Kitap, kronolojik bakımdan geniş bir tarihi dönemi kapsamaktadır. Bu süreçte İslamiyetin zuhuru, Türklerin İslam dinini kabulü, Müslüman Türk devletlerinin kuruluşu ve İslam dünyasındaki hâkimiyetleri; ayrıca bu devletlerin teşkilat, kültür ve medeniyet mevzuları işlenmiştir. Böylece bir yandan İslam tarihi içinde gelişen siyasi, sosyal ve kültürel mevzular; bir yandan da ilk Müslüman Türk devletlerinin siyaset, teşkilat, kültür ve medeniyet konuları ele alınmıştır. Kitaptaki konular, özgün bir yaklaşım ve akademik bir üslup içinde kaleme alınmıştır. Alanında uzman çok sayıda akademisyenin katkısıyla hazırlanan İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi kitabı, üniversiteler için de ders kitabı niteliğindedir.
Abdulbaki Durmaz, Ayşe Nur Duman, Fatma Yıldız, Rahile Kızılkaya Yılmaz, Sümeyye Onuk Demirci, Şeymanur Keçeli Göktay Hicri ikinci asrın; dönemin önemli şahısları, eserleri, temel meseleleri üzerinden ele alınması, başta islami ilimlerin teşekkülü olmak üzere sonraki zaman dilimlerinde etkisi görülen pek çok tartışmanın anlaşılmasına ve yorumlanmasına katkı sunacaktır. Özellikle İmam Mâlik gibi yazdığı eserle, yetiştirdiği talebelerle, görüşleriyle farklı disiplinlere tesirde bulunan çok yönlü bir âlim, yine farklı alanlardan
araştırmacıların kaleme alacağı müşterek çalışmalarla yeniden
tetkik edilmeyi gerektirmektedir. Farklı veçhelerden hareketle İmam Mâlik'i; döneme tesiri, kaleme aldığı Muvatta’ı, yetiştirdiği talebeleri konu edinen tetkiklerin yer aldığı bu çalışma, söz konusu amaca katkı sunmak üzere hazırlanmıştır.
Osman Demirci Agnostisizm, nihilizm (hiççilik), sekülerizm, pozitivizm, darvinizm, freudizm, ateizm ve deizm birbirlerini besleyen ve belli bir bütünlük oluşturacak şekilde bağlantısallıkları olan din karşıtı düşünce hareketleri, tamamen Batı tarihi içerisinde ortaya çıksalar da Batı'nın belirleyici tek kültür hâline gelmesiyle evrensel bir boyut kazanarak diğer coğrafyalardaki toplumlarda da etkili olmuştur. Tarihî süreç içerisinde sebepleri, sonuçları, din açısından yol açtığı sorunlar ve birbirleriyle olan bağlantıları açısından ele alınan ve objektif bir şekilde eleştirisi yapılan bu hareketlerin ortak noktası, geleneksel Tanrı tasavvurunu yıkmak ve büyük kurumsal dinlerin insanlar üzerindeki nüfuzunu kırmaktır. Batı'da bilimsel gelişmeler ve zenginleşmeyle birlikte geleneksel dünyanın bütün değerleriyle toptan bir hesaplaşmaya girilmiş, tarihte Hristiyanlık üzerinden uygulanan baskılar ve yapılan haksızlıkların faturası, akıl-vahiy tartışması üzerinden vahiy dinleri olması açısından Yahudilik ve İslâm'a çıkartılmış ve bu dinlerin Tanrı tasavvuru, eleştirilerin merkezine konmuştur. Tanrı'nın varlığını ve dinlerin gerçekliğini sorgulamak noktasında bilimsel bilgi ve akıl mutlaklaştırılmış, gelenekteki akıl-vahiy tartışmaları Aydınlanma'yla birlikte radikal bir şekilde aklın ve bilimin üstünlüğünün ilan edilmesiyle sonuçlanmıştır. Geleneksel Tanrı-âlem-insan hiyerarşisi yeniden kurularak insan hümanist bir felsefeyle bütün değerlerin belirleyicisi olarak tarihte Tanrı'ya verilen rolü üstlenmiş, vahyin yerini akıl, Tanrı'nın yerini âdeta tanrısallaştırılan insan almıştır. Bilimin dinle olan ilişkisinin görünür hâle geldiği evrim teorisi ve onun felsefî ifadesi olan Darwinizm, bütün bu hareketlerin en önemli bilimsel dayanağını oluşturması ve diğer hareketlerle olan belirleyiciliği yönünden ayrıca üzerinde durulmuştur.
Ali Baltacı, Arif Korkmaz, Ayhan Çetin, Bekir Şahin, Didem Gazneli, Ebru Morgül, Elif Nur Erkan Balcı, Emine Gören Bayam, İlyas Pür, Mohamadou Aboubacar Maiga, Murat Kalıç, Nilgün Sofuoğlu Kılıç, Nilgün Türkileri, Sacide Akcan, Sümeyye Aslan, Şeyma Kömürcüoğlu, Tuğrul Niyazibeyoğlu, Yakup Akyüz Son dönem yaşanan toplumsal, ekonomik, kültürel ve politik etkileşimlere bağlı olarak geleneksel inanç biçimlerinin erozyona uğradığına yönelik tartışmalar, bu eserin yayımlanmasında temel motivasyon kaynağıdır. Bu bağlamda esere de adını veren inanç krizleri; bir kişinin inançlarına yönelik şüpheleri ve belirsizlikleri ifade ederken kişinin inançlarının temelinde yatan nedenleri anlamak ve bunları yeniden yapılandırmak için bir fırsat da sunabilir. Bireysel olduğu kadar toplumsal etkileri de olan inanç krizleri, genellikle hayatın zorlu dönemlerinde ortaya çıkar ve kişinin inançlarına yönelik sorgulamaları tetikleyebilir. Bu bağlamda kriz hâli, potansiyel bir fırsata dönüşerek kişinin kendisini keşfetmesine ve inancını yeniden yapılandırmasına yardımcı olacak araçlar sunarken toplumsal alanı şekillendiren inanç farklılıklarına da dikkat çekebilir. Bu eserin içinde yer alan akademik metinler; ilgili literatürü genişlettiği kadar farklılaşan inanç biçimlerini, inancın gelişimini ve okuyucuların kendi inanç krizlerini anlama ve bunlara cesurca çözüm bulmalarına yardımcı olacak bir rehber niteliği taşımaktadır.
Nurten Gökalp Ben kimim?
Amacım ve değerim nedir?
Hayattaki yerim ve görevim nedir?
Bunlar ve bunlar gibi sorularla insanın kendini ve hayatını sorguladığı her düşünce insan felsefesine bir giriş mahiyetindedir. Eski çağlardan günümüze kadar şekillenen tüm felsefe çalışmalarının doğrudan ya da dolaylı olarak insanla ilişkilenmesi insan probleminin aslında temel problem olduğunun göstergesidir.
Felsefe tarihinde ortaya çıkan insan anlayışlarından yola çıkarak insan probleminin şekillenme serüvenini ele alan bu çalışma, konuya ilgi duyanlara derli toplu bir kaynak sunmayı amaçlamaktadır.
Talip Kızılkaya Ebû Mansûr el-Mâturîdî, Semerkant havzasında yetişmiş Türk ve İslam dünyasının önemli düşünürlerinden biridir. İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin inançla ilgili görüşlerini sistematize eden Mâturîdî, inanç sahasında kendi adıyla adlandırılan “Mâturîdîlik” mezhebinin kurucusudur. Onun Te'vîlatü'l-Kur'an ve Kitâbü't-Tevhid adlı eserlerinde hikmet en temel kavramdır. O, hikmeti her şeyin gayesi, hakikati anlamında kullanmış ve âlemde hiçbir şeyin amaçsız, boşu boşuna var edilmediğini savunmuştur. Ona göre ilahi fiillerin hiçbiri hikmet dışında değildir. Mâturîdî'nin düşünce dünyası yaratıcının âlemde yarattığı her bir varlığı hikmetle var ettiğinden yola çıkarak insanın Allah'ı bilmesi ve yaşamına hikmet sayesinde anlam katması üzerine kuruludur. Onun hikmet anlayışı epistemolojik ve etik bir yapı oluşturmaktadır. Bu yapı içerisinde akıl, vahye rakip değil tamamlayıcıdır. İnsan, ilahi hikmetleri ve sorumluluğunu akıl ve vahiy birlikteliğiyle öğrenir. Mâturîdî; kader-kaza, iyilik ve kötülük (hüsün-kubuh), ahiret, hayır ve şer, emir ve nehiy, nübüvvet, nimete karşı şükür gibi yaratılış ve ilahi fiillerle ilgili birçok konuyu hikmet anlayışıyla temellendirmiştir.
Eşref Altaş, Fatma Turğay, Hacı Bayram Başer, Hatice Umut, Hülya Alper, İbrahim Halil Üçer, Mehmet Zahit Tiryaki, Murat Kaş, Ömer Türker. Şaban Haklı, Sümeyye Parıldar, Tuba Erkoç Baydar, Yunus Cengiz. Ziya Erdinç İnsanın verili bir anlamdan yoksun bir şekilde dünyaya geldiği ve gözlerini açtığı andan itibaren yüklendiği işlevler veya rollerle tanımlandığına ikna edildiğimiz andan beri, insandan bir şey beklemek giderek zorlaştı. Dahası bu türden beklentiler, daima özgürlük talepleriyle karşı karşıya getirildi. Bu kitap "Özgür bir insandan ne bekleyebiliriz?" sorusunun hâlâ anlamlı bir şekilde sorulabileceğine ilişkin güçlü bir inançtan doğdu. İslam düşünce geleneğindeki farklı insan tasavvurları, tüm farklılıklarına rağmen insana ilişkin beklentilerimiz hususunda iyimserdir. Bununla birlikte söz konusu beklentinin nasıl temellendirilebileceği. islam düşünce geleneğindeki felsefî, kelâmî, tasavvufî ve fıkhî perspektifler içerisinde farklı cevaplar bulmuştur.

On dört makalenin yer aldığı çalışma, islam düşünce geleneğindeki farklı disiplinler ve bu disiplinler içerisindeki farklı okulların insanın ne olduğu ve ondan gerçekte neyin beklendiği sorusuna verdikleri cevapları soruşturmaktadır. Hepsi de insan yaşamını daimi bir sınanma içerisinde ilerleyen uzun bir hikâye olarak değerlendiren bu perspektifler için insan, hep "olunan" bir şeydir. "Olma" kabiliyetimizi yönlendiren temel faktörler, bu kabiliyetin nereye doğru yönelmesi gerektiği ve tahakkuk alanları, insanın ne olduğuna ilişkin değerlendirmelerin önemli başlıklarını teşkil eder. Bu çalışmadaki makaleler de bu sorular üzerinden ilerleyerek, bir yandan felsefe, kelam, tasavvuf ve fıkıh geleneklerinde insanın mahiyetini soruştururken diğer yandan bu perspektiflerin güncel imkanlarını derinleştirmektedir.
İbrahim Ramazani İran'da eğitim sistemi, ulusal kimlik oluşturmanın önemli bir parçası olarak görülmekte ve ders kitapları bu sürecin merkezi unsurlarından birini oluşturmaktadır. Ders kitaplarında İran'ın çok kültürlü yapısı ve farklı diller, dinler ve etnik grupları yer almaktadır; ancak, İranlı ideal bir vatandaşın tanımı genellikle Şiileştirilmiş Pers kimliğiyle özdeşleştirilmektedir. Şii İslam'ın ve Fars dilinin öne çıkarıldığı ders kitaplarında diğer diller ve dini azınlıklar genellikle göz ardı edilmiş veya sınırlı bir şekilde ele alınmıştır ve Şii-Fars kimliği İranlıların birlik ve beka nedeni olarak gösterilmektedir. Ayni şekilde, ders kitapları İran'ın tarihini ve kültürünü de genellikle Şii ve Pers merkezli bir bakış açısıyla sunmaktadır. Bu durum, ülkedeki azınlık gruplarının kimliklerinin dışlanmasına ve ötekileştirilmesine yol açabilmektedir. Ders kitaplarında yer alan söylemler, bir yandan ulusal birlik ve bütünlüğü sağlama amacı güderken, diğer yandan toplumsal gruplar arasında gerilimlere ve ayrımcılığa neden olabilecek unsurlar taşımaktadır.
Cahid Şenel, Eşref Altaş, Hacı Bayram Başer, Harun Kuşlu, Hümeyra Özturan, İdris Cevahir, İzzet Gülaçar, Müstakim Arıcı, Osman Demir Ahlak, İslam düşüncesi içerisinde pratik felsefeden çeşitli dini ilimlere varıncaya kadar geniş yelpazede tartışılagelen bir alandır. Bu itibarla ahlak; felsefi ilimlerden biri olarak kabul edilirken aynı zamanda hadis, kelam, fıkıh, tasavvuf gibi dini ilimlerde de farklı veçheleriyle tartışılmaktadır. Birden çok disiplinin kesişim noktasında yer alan ahlakın, tüm boyutlarıyla incelenip ortaya konulabilmesi için bu ilimlerin kendi iç dinamikleri bakımından ele alınması gerekmektedir. Böyle bir çaba İslam düşüncesi içerisinde yer alan ahlakın bütün boyutlarıyla anlaşılması için elzem görünmektedir.
Bu ihtiyaca binaen İlmi Etüdler Derneği (İLEM) ve İlim Kültür Eğitim Derneği (İLKE) bünyesinde yürütülen "İslam Ahlak Düşüncesi Projesi” kapsamında Mart 2013-Mart 201A tarihleri arasında İslam Ahlak Literatürünün Temel Hususiyetleri" başlıklı yuvarlak masa toplantıları gerçekleştirilmiş ve ahlak alanına dair literatür kendi hususiyetleri bağlamında tartışılmıştır. Elinizdeki bu kitap, söz konusu toplantılarda gerçekleştirilmiş sunumların makalelerinden oluşmaktadır.

Hümeyra ÖZTURAN, Mustakim ARICI, İdris CEVAHİR, Eşref ALTAŞ, Hacı Bayram BAŞER, Harun KUŞLU, Osman DEMİR, Cahid ŞENEL Ahlâk, İslam düşüncesi içerisinde pratik felsefeden çeşitli dinî ilimlere varıncaya kadar geniş yelpazede tartışılagelen bir alandır. Bu itibarla ahlâk; felsefî ilimlerden biri olarak kabul edilirken aynı zamanda hadis, kelâm, fıkıh, tasavvuf gibi dinî ilimlerde de farklı vecheleriyle tartışılmaktadır. Birden çok disiplinin kesişim noktasında yer alan ahlâkın, tüm boyutlarıyla incelenip ortaya konulabilmesi için bu ilimlerin kendi iç dinamikleri bakımından ele alınması gerekmektedir. Böyle bir çaba İslam düşüncesi içerisinde yer alan ahlâkın bütün boyutlarıyla anlaşılması için elzem görünmektedir.
Bu ihtiyaca binaen İlmi Etüdler Derneği (İLEM) ve İLKE İlim Kültür Eğitim Derneği bünyesinde yürütülen “İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi” kapsamında Mart 2013-Mart 2014 tarihleri arasında İslam Ahlâk Literatürünün Temel Hususiyetleri” başlıklı yuvarlak masa toplantıları gerçekleştirilmiş ve ahlâk alanına dair literatür kendi hususiyetleri bağlamında tartışılmıştır. Elinizdeki bu kitap, sözkonusu toplantılarda gerçekleştirilmiş sunumların makalelerinden oluşmaktadır.
Şevket Pekdemir Fıkıh müktesebatımızı borçlu olduğumuz fukaha, İslam ispat hukukunu naslar temelinde sistemleştirerek günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır. Ancak özellikle 18. yüzyıldan sonra hayatın her alanını derinden etkileyen bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler hukuku da çok etkilemiştir. Sonuç olarak gerek bireysel düzeyde gerekse fıkıh akademileri seviyesinde adli tıp alanındaki gelişmelerin ve olay yerinden elde edilen maddi delillerin İslam hukukundaki yerinin tespitinde bir takım değerlendirmelerin yapılması ihtiyacı doğmuştur. Bu bağlamda adli tıp çalışmalarının, kamera, video ve ses kayıtlarının, kan, idrar ve parmak izi gibi daha birçok delilin İslam ispat hukukundaki yeri ve cezalara etkisinin tespiti hukukun yeni alanlarından birini oluşturmaktadır.
Ülkemizde İslam ceza hukukuna göre adli tıp ve maddi delil konusundaki çalışmalar oldukça sınırlıdır. Elinizdeki bu
eser, bahsedilen alandaki çalışmalara katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
Fahri KAYADİBİ İslâm statik değil, dinamik bir dindir. Devamlı ilerlemeyi emreder, durağanlığı kabul etmez. İki günün birbirine eşit olmasını bile reddeder. Yeni metotlar ve teknolojilerle daima dünden bugün daha çok üretmeyi ve gelişmeyi ister. Dünya ve ahireti ayırt etmeyerek hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi öbür dünya için çalışmayı emreder. İlerlemek, kalkınmak için de gerekli olan hususları Müslü-manlara emretmiştir. Müslümanlar ne zaman bu emirlere uymuşlarsa ilerlemişler, parlak medeniyetler kurmuşlar; gereğince uymadıkları ve ihmallik gösterdikleri zamanlar da geri kalmışlardır.
Bu kitabın birinci bölümünde İslâm'da kalkınmanın dinamik güçleri, ikinci bölümünde bu dinamik güçlere uyulduğunda parlak medeniyetler kurdukları, üçüncü bölümünde geri kalış nedenleri, dördüncü bölümünde ilerlemek için neler yapa-bilecekleri akıcı bir üslupla kısa ve öz olarak anlatılmıştır.
İlerlemek, kalkınmak ve yeniden parlak bir İslâm medeniyeti özlemi içinde olan her Müslüman'ın mutlaka bu kitabı okuması gerekir.
Abdurrahim Bilik, Ahmet Sağlam, Damla Tunca, Harun Abacı, İbrahim Aksu, İlker Kömbe, İrfan Kaya, Mehmet Fatih Yalçın, Mehmet Zahit Tiryaki, Mustafa Çakmak, Mustafa Yavuz, Özkan Öztürk, Selahattin Polatoğlu Otorite tarih boyunca mahiyeti, gerekliliği ve sınırları tartışılan bir kavram olagelmiştir. Böylesine tartışmalı bir özellik taşıması otoritenin her daim gündemde kalabilmesine yardım etmiştir. Kavramın gündeme geldiği birincil alan ise siyaset olmuştur. Otorite, kendisine eşlik eden iktidar kavramı ile birlikte, siyasetin en temel meselelerinden birini oluşturmuştur ve oluşturmaya da devam etmektedir. Bununla birlikte, otoriteyi yalnızca siyaset sahasına hapsetmemek gerektiğinin de altı ısrarla çizilmelidir. Çünkü o, siyaset yanında dinden bilime, sanattan felsefeye değin hemen her alanda karşımıza çıkmaktadır.
İslâm düşüncesi merkezli bir inceleme olan bu çalışma, otorite kavramının izini siyaset ve felsefe-bilim sahalarında sürmeye gayret etmektedir. Çalışma birbirinden bağımsız fakat birbirini tamamlayıcı özellikteki bölümlerden oluşmaktadır. Her bir bölüm, otoritenin İslâm, siyaset ve felsefe-bilim tarihindeki değişik yansımalarını dönem yahut isim yahut da eser merkezli olarak soruşturmaktadır. Söz konusu soruşturmalarla otorite meselesi yeniden ve fakat üzerinde daha önce durulmamış farklı yönleriyle siz okuyucuların dikkatlerine sunulmaktadır. Böylelikle de eser, İslâm düşünce tarihinde insana ve topluma ilişkin soruların peşinde koşanların yolunu bir miktar aydınlatmayı hedeflemektedir.
Cevdet Kılıç “İslâm Düşüncesinin Batı'ya Tesirleri” konusu hem Batı için hem de İslâm dünyası için önemli bir konudur. Bu konudaki araştırmalar, İslâm dünyasında ve özellikle ülkemizde çok yenidir. Batı'da, geçen yüzyılın başlarına kadar geri giden araştırmalar, ülkemizde çok az ve çok kısmidir.
Batı; İslâm, Kur'an ve Hz. Peygamber'e düşmanlığından hiçbir zaman vazgeçmemiştir. İslâm'a düşmanlık ederken onun ürettiği bilgi, bilim ve felsefeyi takip etmekte ve düşünce dünyasına katmakta tereddüt etmemiştir. Batı düşüncesine İslâm düşüncesinin etkisi hususunu bilmek kadar önemli olan bir başka husus, Batı'nın gerçek yüzünün “ne olduğu”nu anlamaktır. Batılı düşünürlerin çoğunluğu, İslâm düşüncesinin orijinal olmadığı, İslâm dininin her türlü özgür düşünceye ve bilime engel olduğu, kendi özgün düşüncesini üretemediği, kadim felsefelerin kötü bir kopyası olduğu kanaatindedir. Ancak hiç de öyle olmadığı ve İslâm dünyasında üretilen bilgi, bilim ve felsefenin Orta Çağ İslâm dünyasında zirvelerde olduğu anlaşılmış; İslâm düşüncesinin Batı dünyasına etki ve katkısının çok büyük olduğu, bizzat kendileri tarafından itiraf edilmek durumunda kalınmıştır.
Elinizdeki eserde İslâm düşüncesinin Batı'ya geçiş şekli ve yolları; Endülüs, Sicilya ve Haçlı Savaşlarının bu geçişe sağladığı katkılar ve imkânlar üzerinde durulmakta, Batı düşüncesinin kaynakları ve İslâm filozoflarının Batılı filozoflara etkisi anlatılmaktadır.
Anar Gafarov, Aygün Akyol, Eşref Altaş, Fethi Kerim Kazanç, Hümeyra Özturan, Mehmet Evkuran, Mehmet Zahit Tiryaki, Yunus Cengiz Ahlâkî yargıları, bir başka ifadeyle ahlâkî önermeleri iyi veya kötü şeklinde değerlendirmemizi sağlayan ilke yahut kaynak nedir? Düşünce tarihinde bu kaynağın haz, doğa, duygu, akıl, sezgi, toplum, ilahi irade olduğuna dair farklı cevaplar bulmak mümkündür. Fakat Adaletin iyi, zulmün kötü olduğunu nereden elde ediyorum? sorusuna verdiğimiz cevap, bizi yeniden farklı sorularla karşı karşıya getirir. Örneğin cevabımız akıl ise bu aklın özelliği nedir yahut hangi akıldır? İnsanın doğasının, duygularının, sezgisinin, içinde yaşadığı toplumun eylemlere ilişkin iyi ve kötü yargısını vermede bir rolü var mıdır? İlahî vahyin ahlâk alanını belirlemedeki rolü nedir? Ahlâkî yargılar ile ilgili olarak çoğaltılabilecek bu tür soruların, bu kitapta temel olarak ahlâkî önermelerin kaynağı sorusu altında ele alınması amaçlamaktadır.
Harun Kuşlu, İbrahim Aksu, İbrahim Halil Üçer, Kübra Bilgin Tiryaki, Metin Aydın, M. Zahit Tiryaki, Sümeyye Parıldar, Yunus Cengiz En genel anlamda insan tabiatı şeklinde ifade edilebilecek olan kişiliğin, oluşum ve farklılaşmasında tevarüs edilen biyolojik ve kalıtsal özelliklerin mi yoksa yaşanılan deneyimler çeşitliliğinin mi esas öneme sahip olduğu tartışması felsefe tarihinin erken dönemlerine kadar geri götürülebilecek ve bugün de aynı canlılıkta varlığını devam ettiren bir probleme işaret etmektedir. İnsan tabiatını açıklama biçimi olarak mizaç teorileri ise bir aynıyla fizik ve tıp ile ilgiliyken sonuçları itibariyle insanın eylemleri ve bu dünyada bulunuşu ile doğrudan ilişkilidir.
Elinizdeki kitap, 2015 yılında İslam Ahlâk Düşüncesi Projesinde kapsamında İslam düşüncesinde ortaya çıkan mizaç teorileri üzerine gerçekleştirilen yuvarlak masa toplantılarının genişletilmiş bir çıktısıdır. Kitapta yer alan makaleler; insan kişilik ve karakterinin anlaşılmasında çok merkezi bir yeri olan mizaç teorisinin Hipokrat (M.Ö. 375) ve Galen (ö. 200) sonrası dönemine, daha özel olarak ise problemin bazı İslam filozof ve kelamcılarındaki görünümlerine odaklanmaktadır. Kitap, konuyla ilgilenmek isteyen okuyucular için bir başlangıç olmayı ve sonrasında problemin yeni görünümleriyle mukayeseli bir şekilde yapılacak yeni okuma, anlama ve yorumlama süreçlerine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
Hatice Toksöz Sevgi (el-mehabbe), kavramına dair etimolojik bir tahlil girişimi olan bu çalışma, sevgi kavramının İslam düşüncesinde metafizik, fiziki, ahlaki ve siyasi boyutlarına ilişkin açılımları gözler önüne sermeyi hedeflemektedir.
Çalışmada, Allah'ın sevgisi ile yaratılmışların sevgisinin mahiyet farkına işaret edilerek İslam düşünürlerinin sevgi kavramı etrafında tartıştıkları problemlere yer verilmiş; böylece İslam filozoflarının, kelam bilginlerinin ve mutasavvıfların sevgiye ilişkin yazdıkları üzerinden mukayese yapma imkânı sağlanmıştır.
İslam düşüncesine dair yazılmış metinler ışığında sevgi kavramının analizini ortaya koyan bu eser, okuyucularını sevginin bireyin ahlaki
yetkinliğini kazanması ve toplumsal birlikteliğin mükemmel şekilde tesisi için vazgeçilmez bir haslet olduğu noktasında bilgilendirmeyi amaçlamaktadır.
Yunus Cengiz, Selime Çınar Ahlâk düşüncesi için kilit kavramlardan biri olan vicdan kavramı günümüzde sıklıkla "ahlâkî bilinç" anlamında kullanılmaktadır. İslam düşüncesine bakıldığında ise vicdan kelimesinin bu anlamda kullanıldığını ya da yaygınlıkla böyle bir içeriğe sahip olarak geçtiğini söylemek zordur. Nitekim birçok metinde bu kavram ahlâkî değil epistemolojik anlamda sezgiye karşılık gelecek şekilde geçmektedir.
Bu çalışma ile amaçlanan; vicdan kavramını Îslamî gelenekler üzerinden işleyerek, kavramın bu geleneklerdeki karşılığını saptamaktır. Bu durum bizim, literal olarak vicdanın geçip geçmemesine bakmaksızın bir eylem karşısındaki eyleyenin ahlâkî farkındalığının oluşmasını sağlayan zihinsel halleri ve pratik sonuçlarını çözümlemeyi hedefleyen metinleri ele almamızı gerekli kılmaktadır. Bunu yaptığımız takdirde ahlak psikolojisine dair klasik metinleri tekrar yorumlama imkânını bulacağımız gibi, İslam ahlak felsefesinin yeniden üretimine bir katkı da sağlamış oluruz.
İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi kapsamında 3-4 Haziran 2016 tarihlerinde İLEM-İLKE ev sahipliğinde gerçekleştirilen İslam Düşüncesinde Vicdan Çalıştayı'nda sunulan çalışmalardan oluşan bu kitapta yer alan makalelerde, insanı doğru eyleme teşvik eden içsel halin sorun- sallaştırılma biçimi, bunların farklı alanlardaki yansımaları ve psikolojik-teolojik temelleri ilgili gelenekler açısından ele alınmaktadır.
Bayramali Nazıroğlu Bu kitapta, İslam medeniyetinin hüküm sürdüğü coğrafyada, yaklaşık bin yıllık bir süreçte İslam dininin inkâr edilemez katkısıyla geliştirilen, şekillendirilen ve İslamın gövdesine ayrılmaz bir parça olarak eklemlenen İslama has öğretmen anlayışı ele alınmaktadır. İslam dininin, herkesi dindar olma potansiyeline sahip bireyler olarak kabul ettiği; fakat bunu, onun “fıtrata uygun” yetiştirilmesi kaydına bağladığı bilinmektedir. Bunu akılda tuttuğumuz zaman, öğretmenlerin sorumluluk alanlarının, dini de kapsayan daha geniş bir çerçevede değerlendirilmesi icap etmektedir. Nitekim kitapta konuya bu açıdan yaklaşılmıştır. Bu bağlamda, kitabı okuyan bir kişinin, ilk planda İslam eğitim geleneğinde eğitimle ilgili olarak kullanılan temel kavramları tanıması, bu gelenek içinde kimlere öğretmen payesi verildiğini bilmesi ve öğretmenlerle ilgili temel meseleleri görmesi amaçlanmıştır. Bunun yanı sıra kitapta, öğretmenlerde aranan kişisel nitelikler ve mesleki yeterlikler hakkında da okurun belli bir kanaat sahibi olabileceği ümit edilmektedir.
Cevdet KILIÇ Elinizdeki kitap, belki biraz iddialı gelecektir ama İslâm'ın felsefi yorumu denemesidir. Bunun anlamı bize göre şu­dur: Günümüz insanı, bilgiyi felsefi boyutla­rıyla test etmek ister. Velev ki bu bilgi türü, metafizik bilgi alanı olsun. Çağımız bilgi felsefesinin en önemli yaklaşımlarından biri, doğrulama ilkesidir. Bu ilkenin doğasında bir önermenin doğru olup olmadığı, o önermenin içeriğinin olgularla desteklenip desteklenmemesiyle doğru orantılıdır. İşte burada yapılmak istenen şey, doğrulama ilkesini dinin verileri üzerinde felsefi metodoloji ile uygulamaktır. Böyle bir girişimde bulunmanın kalkış noktası, dinin inanç ve ibadet esaslarının yanı sıra vahyin verilerinin fel­sefi boyutunun önemini ortaya koymak içindir. Günümüz insanı, dini veya felsefi bilgiye, inanması ve doğruluğunu kabul edebilmesi için akli, mantıki ve felsefi delilleriyle birlikte ikna olması gerekir. Yani “nasıl”ından ziyade “niçin”i önemlidir ve önceliklidir. Biz de bu çalışmamızda, vahyin verilerini bu tarzda ele almaya çalıştık. Burada yapılmak istenen şey, İslâm dininin vahyi verilerinin akli ve felsefi boyutlarıyla te­mellendirilmesi, “neden”inin ve “niçin”inin ortaya konulması, yani kısaca “hikmet” üzerinde durulması, “nasıl”ının ise uzmanlarına bırakılmasıdır. Bizim bu çalışmamız, bilinen şeylerin tekrarı veya geçmişe ait birtakım başarıların özlemi de değildir. Bilimsel gelişmeleri veya keşifleri, Kur'ân-ı Kerim ayetleri ile bağdaştırmaya çalışıp imanımızı yeniden tazeleme gayreti de değildir. Burada yapılmak istenen şey, bir hakikatin farklı boyutlarıyla ele alınmasıdır. İlmimizi, irfanımızı, felsefemizi ve medeniyetimizi yeniden keşfetmeye çalışırken bu yolda döşeyeceğimiz taşları, sağlam bir zeminini oluşturma yolunda bir çaba olarak görmek gerekir.
Cevdet Kılıç Bu kitap, üniversitelerimizin Fen-Edebiyat veya Sosyal ve Beşerî Bilimler fakültelerinin Felsefe bölümü öğrencilerine yönelik kaleme alınmış bir çalışmadır. Bu bölümlerde, son zamanlarda İslâm felsefesine ilgi gittikçe artmaktadır. Günümüzde İslâm felsefesi üzerine yazılan eserler, daha ziyade İlahiyat formasyonuna sahip kitleye yönelik kaleme alınmış eserlerdir. Yani bu eserler, anlaşılabilmesi için ilâhiyat bilgisine ve kavramlarına, İslâm tarihi bilgisine ve aynı zamanda İslâm felsefesinin kavramlarına ve problemlerine vakıf kimselerin anlayacağı bir dil ve üslupla yazılmıştır. Ancak felsefe bölümü öğrencisi, bu eserleri anlamaya yönelik bilgisel, tarihsel, kavramsal ve problematik olarak bir altyapıya yeterince sahip değildir. Hem gerekli bu altyapıyı tamamlamak hem de İslâm felsefesinin daha iyi anlaşılmasına bir katkı sağlamak amacıyla böyle bir eseri kaleme almış bulunmaktayız.
Kitap, öncelikle felsefe bölümü öğrencileri hedef kitle olarak seçmiş olsa da İslâm felsefesine ilgi duyan herkes için bir el kitabı niteliğinde hazırlanmıştır.
Kitapta, aşağıdaki sorulara cevap aranmıştır:
• İslâm felsefesinin anlamı ve kapsamı nedir?
• İslâm dünyasında felsefi düşüncenin ortaya çıkmasında etkili olan unsurlar nelerdir?
• İslâm felsefesi farklı kültür ve medeniyetlerden etkilenmiş midir? Etkilenmiş ise bunlar hangileridir?
• Felsefe tarihinin en önemli ayağı olan VIII-XV. yüzyılda İslâm dünyasında İslâm felsefesi ve bilimine etkisi ve katkısı olan büyük filozoflar kimlerdir?
• İslâm felsefesi Batı düşünce dünyasını etkilemiş midir? Eğer etkilemiş ise bunun yolları nasıl olmuştur?
• İslâm düşüncesinin bir parçası olan tasavvuf düşüncesi nedir? Nasıl ortaya çıkmış ve temsilcileri kimlerdir?
Muhammed Tayyip Okiç İslâm Geleneği Sünnet / Hadis (Islamska Tradicija) Okiç Hocanın yedi yıl müderrislik yaptığı Üsküp'teki “Kral Aleksandır I Medresesi”nin ders kitabı olarak hazırlanmıştır. Hadis ilmi öncelikle siyer, Arap filolojisi, etnolojisi ve semantiği gibi ilimlerin zorunlu kaynaklığı açısından tahlil edilmiştir. Bilahare Okiç Hoca İslâm düşünce tarihinde hadis konusunda ana akımın (ehlü-l adl ve's-sünne) gölgesinde kalmış mezheplerin, keza Müslüman toplumlarda özümsenmiş bir karşılık bulamayan bazı yöntemsiz hareketlerin hadis ilmine yönelik farklı yaklaşımlarına dair bir envanter sunmuştur. Bu noktada hadis sahasında Müslüman tenkitçiliğinin ölçüleri ile Avrupa kritisizminin parametrelerinin birbirinden oldukça farklı olduğuna, ayrıca bunların birbirlerinin alanlarında gezdirilemeyeceğine dikkat çekmiştir. Okiç'e göre hadis zamanla Müslüman milletlerin inanç, kültür ve geleneklerinin belirleyici ve ayrımlaştırılamaz bir parçasına dönüşmüştür. Hadisin Müslüman milletlerin kültürel ve ananevi tarihinde ayrı bir serüveni vardır. Hadis Türkler üzerinden Yugoslav Müslümanlarının ilmî ve kültürel hayatlarını da şekillendirmiştir. Yugoslav hukuk tarihinde hadis izleri, Yugoslav Müslümanlarının sosyal ve gündelik hayatını şekillendiren hadis tasavvuru, Yugoslavya'da hadis okutulan okullar ve müfredatları, ayrıca bu vadideki hadis edebiyatı özetlenmiştir. Okiç Hoca, eserin sonuç bölümünde Müslüman milletlerin dar zamanlarında (örneğin Sakarya Meydan Muharebesi, Avrupa literatüründe “Küçük Asya Hezimeti”) duygu bütünlüğünü yeşertmek, Allah'ın inayet ve yardımına sığınmak amacıyla hadis meclisleri kurma geleneğine işaret etmiş ve bu geleneğin yaşatılmasına dair bir şuura istikamet çizmiştir.
Abdurrahman Yıldırım Zekât, İslam dininin en temel ibadetlerinden biridir. Kur'ân'ın birçok ayetinde İslam'ın beş şartından biri olan namazla birlikte zikredilmiştir. Fakat günümüzde bu ibadetin ifâsı ile ilgili çeşitli problemler özellikle bankacılık sistemin'n gelişmesi ile birlikte gündeme gelmiştir. Bcnkacılık ile birlikte bireylerin borçlanma durjmhrının gittikçe arttığı görülmektedir Borçlanma, aynı zamanda kişiyi ya da kurumu alacaklı hâle getirmektedir. Borçlanmanın artması, borca konu olan malların çeşitlenmesi, borçların vadesinin uzaması çibi nedenler alacağın zekâtı konusunu tekrar gündeme getirmiştiı. Bu bakımdan kitap, alacağın zekâtı konusunu gündemine almıştır. Alacağın zekâtı meselesi İslâm'ın beş temel şartından biri olan zekât ibadeti konusunda Müslümanların karşılaştığı güncel meselelerden biridir. Zekâtın farz olması için gerek zekât mükellefinin gerekse zekât verilecek malın birtakım özeliklere sahip olması gerekmektedir. Bu şartlardan biri de mal ile ilgili olup asli ihtiyaçlar dışında nisap inikleri mala sah p olmaktır. Bu mallarc sahip kim senin alacaklı obrak başkalarında maları olması durumunda, clacak durumunda olan bu mallar ihtilaf konusu olmuştur. Bu çerçevede konu; etraflıca de alınmış, özellikle klasik dönem fakihlerinin öne sürdükleri yaklaşımlar değerlendirilmiş ve modern dönemde ortaya çıkan değişiklikler güncel yaklaşımlar doğrultusunda iıcelenmişlir. Kitap, zekât ahkâmı açısından alacak konusunu inceleyip meseleye fıkhî ve güncel bir çözüm önermesi bakımından bu elandaki boşluğa önemli bir katkı sumaktadır.
Ömer Faruk Tekdoğan Modern finansın temeli diyebileceğimiz kısmi rezerv sistemi, zayıf yapısı, ekonomik istikrarsızlıklarda oynadığı rol ve oluşturduğu sorunlar nedeniyle geçmişten günümüze tartışma konusu olmuştur. Para arzının büyük kısmının kaydi olarak oluşmasını sağlayan faiz eksenli bu sistem,
ekonomik hayatı sarıp sarmalayan bir makro-ribâ sistemine yol açmıştır. Bu sisteme bir alternatif olarak geliştirilen tam rezerv sistemi ise pratikte kendine yer edinememiştir. İslâm iktisadı açısından bakıldığında mevcut sistemin ribâ eksenli olması ve adaletsiz bir kaynak dağılımına sebep olması, ortaya konan alternatiflerin bu gözle değerlendirilmesi ihtiyacını doğurmuştur. Kısmi rezerv sistemi, ticari bankaların ve merkez bankalarının gerektiğinde yeterli likiditeyi sağlayacaklarına dair güvene dayalı olarak yürümektedir ve dolayısıyla özü itibariyle finansal krizlere
karşı zayıf ve kırılgandır. Bu bakımdan; kitapta, kısmi rezerv bankacılığının keşfedilmesiyle ekonomilerde ortaya çıkardığı ileri sürülen sorunlar irdelenmiş, tam rezerv bankacılığının uygulanabilirliği ve çözüm için ne kadar yeterli olduğu incelenmiş ve İslâm iktisadı açısından her iki sistemin de uygunluk ve sakıncaları tartışılmıştır. Ayrıca, ajan temelli bir simülasyon modeli kullanılarak her iki bankacılık sisteminin ekonomik istikrar üzerindeki etkisi mukayese edilmiştir.
Eksiksiz bir yaşam şekli olarak İslam'ın değer ve ilkeleri ile laiklik temelli sosyal gerçeklik arasındaki ayrım bugünkü Müslüman dünyasına nüfuz eden gerginliğin temelinde yatmaktadır. Bu nedenle İslam'ın orijinal kaynaklarından -Kur'an ve sünnet- ve Müslüman halkın tarihî tecrübelerinden yararlanarak islam'ın gerçek anlamı ve mesajını keşfetmek için yeni bir arayış vardır. İslam'ın uygunluğunu değerlendirmek ve bu bilinci sosyoekonomik gerçekliğe dönüştürmenin yol ve araçlarını bulmak için kişisel ve toplumsal yaşamın -edebi, eğitimsel, politik, sosyokültürel, ekonomik ve teknolojik- hemen hemen her alanında çaba gösterilmektedir. Gelişmekte olan bir sosyal bilim olarak İslam iktisadı, Müslüman iktisatçılar ve ulemadan böyle bir yaratıcı cevap niteliğindedir.
İslam İktisadı Çalışmaları, İslam iktisadının titiz bir akademik disiplin olarak tanıtımı ve geliştirilmesine katkı sağlamak amacıyla düzenlenen Birinci Uluslararası islam Ekonomisi Konferansı'nda sunulan bazı makaleleri içermektedir, islam iktisadının bir disiplin hâline gelebilmesini amaçlayan toplantıda Müslüman iktisatçılara islam iktisadının temel kavramalarını açıklamak ve çağdaş dünyada bunları uygulamanın yollarını ve araçlarını tartışmak için yapılan çaba da dâhil olmak üzere ekonominin islamileştirilmesinin sorunlarına değinen tartışmalar yürütülmüştür. Elinizdeki çalışma, bu tartışmaların bir neticesi olarak İslam iktisadı kavramı ve metodolojisi, islam iktisadında üretim ve tüketim, İslam iktisadında devletin rolü, şeriat çerçevesinde sigorta, faizsiz bankacılık, zekât ve maliye politikası, İslamî çerçevede ekonomik gelişmeler, Müslüman ülkeler arasında ekonomik iş birliği konularındaki makalelerden oluşmaktadır.
Abdulkader Cassim Mahomedy, Asad Zaman, Hafas Furqani, Hakan Sarıbaş, İsmail Cebeci, Masudul Alam Choudhury, Mohamed Aslam Haneef, Mohd Mahyudi, Monzer Kahf, Muhammad Akram Khan, Necmettin Kızılkaya, Sabri Orman, Saif Ibrahim Tag el-Din, Shamim Ahmad Siddiqui, Valentino Cattelan, Zubair Hasan Modern İslam iktisadı tartışmalarının düğümlendiği konular içerisinde metodoloji tartışmaları önemli bir yer teşkil etmektedir. Modern dönem İslam iktisadı tarihi kadar eskiye dayanan bu tartışmalarda bir metodolojinin olup olmadığı varsa bunun İslam'ın ortaya koyduğu dünya görüşü ile ne kadar uyumlu olduğu ve başka disiplinler ile ilişkisi gibi birçok mesele tartışma konusu edilmektedir. Bu tür tartışmaların modern öncesi dönemde yapılmaması ve neredeyse bir yüzyıla yaklaşmasına rağmen modern İslam iktisadı çalışmalarının hâlen metodoloji konusunda mühim sorunlarının bulunması oldukça önemlidir.
Elinizdeki bu kitap, İslam iktisadında metodoloji konusunu kapsamlı bir şekilde ele alan, bu konuda temel soru(n)ları tespit eden ve bunlara farklı çözüm önerileri ve cevaplar arayan çalışmalardan oluşmaktadır. Bu çalışmaların yoğunlaştığı alanları dört ana başlık altında toplamak mümkündür: İslam iktisadının kökenleri ile ilgili meseleler, metodoloji çerçevesinde gündeme gelen temel sorular, fıkhın sunmuş olduğu imkânların metodoloji tartışmalarındaki yeri ve başka kültür ve medeniyetler ile karşılaşma sonucunda ortaya çıkan ana problemler. Alanın önemli isimlerinin birikimlerini bir araya toplayan ve bu çerçevede önemli tartışmalara bir yandan kapı aralayan bir yandan da süregelen tartışmalara somut çözümler üreten çalışmaların her biri metodoloji tartışmalarına önemli katkılar sunmaktadır.
Mabid Ali Al-Jarhi, Osamah Al Rawashdeh, Muhammed Iqbal Anjum, Toseef Azid, Servet Bayındır, Muhammet Fatih Canbaz, M. Kemalettin Çonkar, Abdullah Durmuş, Ekrem Erdem, H. Mehmet Günay, Hichem Hamza, Khoutem Ben Jedidia, M. Fahim Khan, Kadir Kızıltepe, Muhammad Azeem Qureshi, Fatih Yardımcıoğlu Kur’an’da ve hadis literatüründe ribâ olarak adlandırılan şey(ler)in katiyetle yasaklanmış olduğu konusunda Müslümanlar aksi yönde görüşlerine pek rastlanmamıştır. Tartışmaların ana eksenini ; ribânın tanımı, türleri, yasağın hikmeti ve kapsamı, günümüzdeki modern finans uygulamalarının ribâ yasağı açısından değerlendirilmesi, mevcut İslamî finansta ribânın yeri ve ribâ içermeyen alternatif finansal ürünlerin nasıl geliştirileceği gibi konular oluşturmaktadır.
Elinizdeki bu kitap temelde günümüz iktisadi problemlerinde yer aldığı düşünülen pek çok sosyal, siyasal ve iktisadi soruna yol açan faiz konusunu odağa almaktadır. Bu bağlamda kitapta, kavramdan uygulamaya faizin birçok açıdan incelendiği makaleler yer almaktadır. Söz konusu metinler genelden özele ; Kur’an-ı Kerim’de ribâ ayetlerinin kademeli nüzulü, faizin eylemsel ve sonuç odaklı tanımlanması önerisi, literatürdeki faiz teorilerinin mukayesesi, literatürde faizle ilintili olarak en sık anılan teori olan paranın zaman değerinin İslamî açıdan değerlendirilmesi, alternatif bir bakış açısıyla faizi bir piyasa aksaklığı olarak açıklayan bir görüş ortaya konması, günümüz İslam finansındaki murâbaha ve faiz ilişkisi, kitle fonlamasından hareketle faizsiz yatırım ürünleri geliştirme önerisi gibi konularla ilgilidir.
Fatih Savaşan, Fatih Yardımcıoğlu, Şakir Görmüş, Süleyman Kaya İslam'ın iktisadi görüşünün ne olduğu, bir ekonomik sistem sunup sunmadığı, insanların ihtiyaçlarına ne gibi çözümler ürettiği, tarihsel olarak Müslümanların hangi kurumlar üzerinden ekonomiyle ilgili faaliyetlerini yürüttüğü gibi birçok konu uzun zamandır farklı kesimler tarafından tartışılmış ve hâlâ tartışılmaya devam etmektedir. Sadece teorik çabalar değil uygulamaya dönük de birçok gayret ortaya konulmuş, kurumlar tesis edilmiştir. Kimi zaman İslamî bankaların başını çektiği uygulama tarafı diğer teorik çalışmaları yönlendirmiş kimi zaman da teori, uygulamayı etkilemeye çalışmıştır. Diğer yandan İslamî finansın büyümesi ile birlikte kaçınılmaz olarak düzenleyici otoriteler de bu ekosistemin içine dâhil olmuştur. Nihayetinde birçok paydaş birbiriyle irtibatlı ya da değil İslam iktisadı ve finansı üzerine kafa yormakta, bu alanın gündemde kalmasına katkı sağlamaktadır.
Türkiye için de özellikle 1980'li yıllardan sonra İslam iktisadı ve finansı alanındaki çalışmalar artmıştır, islam hukukçuları, İslamîfinans sektöründeki çalışanlar, düzenleyici kurumlar, akademisyenler ve daha birçok kişi alana katkı sunmaktadır. Bunların içerisinde bazı isimler kendi alanlarında öncü roller oynamışlar ve günümüzde İslam iktisadı ve finansının çok daha geniş kesimlere ulaşmasında etkili olmuşlardır. İşte bu kitap, bu alanda uzun yıllardan bu yana emek vermiş hocalarla ve İslamî finans alanında faaliyet gösteren sektör temsilcileriyle ve düzenleyicilerle yapılan söyleşilerden oluşmaktadır.
Ali Muhyiddin Karadâğî İslam İktisadına Giriş
Ali Muhyiddin Karadâğî

İslam iktisadı alanında öncü çalışmaları ile bilinen Karadâğî’nin bu çalışması kitap, sünnet, makâsıdu’ş-şeri’a ve fıkıh mirası ışığında modern ekonomiyle mukayeseli olarak temellendirilmiş bir çalışma iddiası taşımaktadır. Karadâğî, İslâm hukuku ve iktisat öğrencisinin, ekonomi dünyasında dönen en önemli hususlarda İslâmî bakış açısıyla ve sağlam fıkhî temellendirmelerle bilgi sahibi olması gerektiğini belirtmektedir.

Kitap, iktisatta yer alan en önemli kavramları tanımladıktan sonra, İslâm iktisadını açıklamak için araştırma yöntemini, İslâm’da iktisat ilmi, iktisat nizamı, iktisat teorisi, iktisat felsefesi, iktisadî bir problemin çözümü var mı? İslâm iktisadı “iktisadî problem”i kabul ediyor mu? gibi sürekli kışkırtıcı olan sorulara delilli ve gerekçeli olarak cevap vermektedir. Ekonomik ve küresel krizler, bilim, sistem ve teori olarak İslâm iktisadının temellendirilmesi, İslâm iktisadının kaynakları, özellikleri ve bunların araştırılma yöntemi, ekonomik hareketliliğin aşamaları, iktisat politikaları, İslam mali sistemi, İslâm iktisadında büyüme ve onu destekleyen temel faktörler konularını kapsamlı bir şekilde ele almaktadır.
Modern iktisat hakkında ilim talebesi için giriş niteliğinde olan kitap, her konuda benzerine ihtiyaç duyulan genel prensipler ve tümel kurallar üzerinde yoğunlaşarak, İslâm iktisadı hakkında detaylı ve temellendirici bilgiler vermektedir. Kitap, İslâm hukuku ve iktisadı öğrencisinin yanısıra alana ilgi duyan araştırmacıların, iktisatçıların ihtiyaç duyduğu her şeyi kapsamaktadır.
Muhammad Akram Khan İslam iktisadının çerçevesini göstermeyi amaçlayan bu kitap, günümüz dünyasını şekillendiren neoklasik iktisadın ömrünü tamamladığını iddia etmektedir. Yaklaşımı sığ, varsayımları gerçekçi olmayan ve bütün stratejileri insanı dışlayan bir yapıda olan bu sistemin aşılması
gerektiğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda, okuyucuyu İslam iktisadının ilkelerine objektif bir şekilde yaklaşmaya ve İslam iktisadının potansiyellerini kavramaya davet etmektedir. İslam iktisadının doğası, metodolojisi ve Müslüman ülkelerin İslam iktisadının temel ilkelerini uygulama pratiklerini açık ve yalın bir dille ifade etmektedir. Tam istihdam, eksik istihdam, işsizlik, fakirlik, gelir dağı- lımında adaletsizlik, enflasyon, para, banka, faiz ve döviz kurunun istikrarsızlığı gibi iktisat müktesebatında çalışılan konular İslam iktisadının yaklaşımıyla ele alınmaktadır. Hem öğrencilere hem de ekonomistlere hitap eden kitap, İslam iktisadı hakkında nitelikli ve kapsamlı bilgi edinme imkânı sunmaktadır.