Deneme, Hikâye, Roman \ 2-2
Emine Feyza Bayramoğlu Hayal kurmak başarmanın, başarıya ulaşmanın ilk adımıdır. Hayallerin gerçeğe dönüşmesi başarı olarak tanımlanır. Hayallerinizi dile getirirken alınan ilk tepkiler ve sizin algılarınız çok önemlidir. Özgüven ve ifadeleriniz cesaret olarak ortaya çıkar ve size güç verir. Dile getirdiğiniz hayaller sizin için bir amaç olmuştur. Amaçlarınıza ulaşmak için fırsatlar beklersiniz, ararsınız veya oluşturabilirsiniz. Bu fırsatlar oluştuktan sonra amaçlarına ulaşmak için planlamalar yapar ve hayallerinizi gerçeğe dönüştürürsünüz. Bu kitapta hayallerin gerçeğe dönüştürülmesinde yazarın kendisinin oluşturduğu fırsatları görebileceksiniz. Henüz 13 yaşındayken ikinci kitabını yazabilen, okuduğu kitap sayısını kendisi dahi bilmeyen, okuyarak kendini geliştirmiş ve yazarak dünyayı değiştirmeyi hayal etmiştir.

Lütfü Esengün Düzenden yana olmak veya muhalif olmak...
Bu ikilem karşısında zor olanı seçen yazar, yaklaşık kırk yıllık hukuk ve siyaset hayatını, düzenin adaletsizliğine muhalefet ve bu uğurda siyasi mücadele içinde geçirmiştir.
1973'ten 2011 yılına dek Türk siyasi hayatının en hareketli yıllarında otuz sekiz yıl bilfiil siyasetin içinde bulunmuş, ilçe başkanlığından belediye meclis üyeliğine, genel başkan yardımcılığından bakanlığa kadar siyasette hemen her görevi üstlenmiş olan yazar, bu süreçte bizzat yaşadığı ve şahit olduğu hadiseleri olduğu ve yaşandığı gibi aktarıyor bize.
Çocukluk ve gençliğinin geçtiği o yılların Erzurumundan başlayarak şehrin insanlarını, örf ve âdetlerini, o yıllara damgasını vuran önemli olayları da samimi bir üslupla anlatıyor. Elinizdeki eser, bu yönüyle Erzurum kültür tarihine de hizmet ediyor.
Türk siyasetini etkileyen kişi ve olaylarla ilgili hatıralarını, yakın tarihimiz ve günümüz toplumsal olayları ile ilgili görüş ve düşüncelerini, tasvip ve tenkitlerini, itirazlarını, kısaca çok yönlü bir hayatın hatırada bıraktığı izleri; bir ömrü dinliyoruz Esengün'ün dilinden.
Mehmet Karagül Bu hayatın zaman zaman her birimize ağır geldiği muhakkak… Dolayısıyla; “Bu kadarı da yeter, hep ben mi üzüleceğim, dayanamıyorum artık, herkes neden benim üstüme geliyor?” şeklinde şikâyetlerde bulunuruz.
Ancak bunca sıkıntıya rağmen, hâlâ mutlu olabilmemiz mümkün. Yeter ki isteyelim ve gereğini yapalım. Önümüze hazırlanan mükellef bir sofranın tadını alabilmek için bile en azından elimizin ve ağzımızın çalışmak zorunda olduğunu göz ardı etmeyelim.
Elinize aldığınız bu kitap; güvenilen ve güvenen, tüketimin yokluğa, üretimin ise var oluşa vardığının farkında olan, büyüklüğü ve zenginliği isteyip alarak değil, vererek yaşayan, geçmişin günahları ile kirlenen bugünün değil, ulvi, tertemiz hayallerin ürünü olacak olan geleceğin hesabını yapan, bedeninin hazzı yerine, ruhunun huzurunu arayan, yeni kutlu ve mutlu bir neslin inşası için kaleme alınmıştır.
Rahul Alvares Çeviri: Nazil Öpöz Rahul Alvares’i ve “Okuldan Uzakta”yı belkide en iyi anlatan kelime çocuksu olabilir. Ve bu tanımlama en doğru tanımlama olur, çünkü kitabın yazarı Rahul Alvares de çocuk denebilecek bir yaşta. Kitabında, liseden sonra hemen üniversiteye gitmeyip, eğitimine ara verdiği bir yıl içerisinde yaşadıklarını ve öğrendiklerini gençliğin naif diliyle ve zevkle okunabilecek şekilde anlatıyor.
Ayşegül Ünal İnan Ayşegül Ünal'ın ilk hikâyelerini okuyuşumun üzerinden on yılı aşkın bir zaman geçti. Haftada birkaç gün uzunca sayılabilecek bir yolculuğa çıkıyor, Üsküdar'dan, editörlüğünü yaptığım Mostar dergisinin Samandıra'daki bürosuna gidiyordum. Dergi bürosunun da içinde bulunduğu binanın çok yakınında, anayolun kenarında siyah bir Yörük çadırı vardı; kentin uzak kıyısında kurulmuş bu çadır aslında kafe olarak işletilen bir mekândı. Yanılmıyorsam Ayşegül ile ilk orada oturduk ve hikâyeleri üzerine konuştuk. Sonra birkaç kısa hikâyesini Dergâh dergisine, Mustafa Kutlu'ya yönlendirdim. Mustafa Bey, Ünal'ı kabiliyetli bulmuştu. Israrcı olur, devam eder, eksikliklerini tamamlarsa iyi bir netice alınacağını düşünüyordu, bazı hikâyelerini yayımlayarak cesaretlendirdi. Deniz Geçen onun ısrarının, işin peşini bırakmadığının bir kanıtı. Kitabın önsözündeki iddia da gösteriyor ki bu kitap ısrarının henüz ilk meyvelerinden biri, yazmaya, anlatmaya devam edecek; yazıp anlattıkça hikâyesinin toprağını daha bir verimli hale getirecek. Öyle olmasını da diliyorum; çünkü Ayşegül Ünal, verimi artırmak için kimyevi / sentetik ilaçlara tevessül etmeyen, içeride duran, içeriyi anlatan, içeridekilerin ruh kumaşına hürmet gösteren bir kalem.
Ali Ayçil
Orhan Aras Kurban Said adı, 1969 yılından itibaren bütün dünyada bir fenomen oldu. Dillerde; hemen hemen her dile çevrilmiş “Ali ve Nino” adındaki küçücük bir roman, yürek yakıcı bir aşk hikâyesi ve ondan daha ilginci ise hiç kimsenin tanımadığı, hakkında pek fazla bilgi olmayan gizemli bir yazar, “Kurban Said” vardı.
Edebiyat çevrelerinde Kurban Said ismi üzerinde yapılan tartışmalar, ortaya atılan iddialar, şüpheler, bir başka ismi daha ön plana çıkardı: Esad Bey! İkinci Dünya Savaşı öncesi Avrupa'nın en ünlü yazarları arasında sayılan Esad Bey'le Kurban Said arasındaki ilişki neydi? İkisi aynı kişi miydiler? Peki, Lev Nussimbaum kimdi?
Pulitzer ödüllü yazar Tom Reiss, bütün bu sorulara cevap bulmak için Amerika'da, Almanya'da, Azerbaycan'da uzun araştırmalar yaptı ve yine büyük tartışmalar yaratan “Oryantalist” isimli eserini yazdı.
Orhan Aras, elinizdeki eserle Kurban Said hakkında yapılan tartışmalar ve iddialara yeni bir boyut kazandırıyor.
***
Esat Bey ile Orhan Aras Aynı Kaynaktan...
“Gürcistan'nın kraliçesi Tamara, Tiflis'in yakınlarında bir şato yaptırır ve gecelerini o şatoda geçirmeye başlar. Tabii her gece yanına bir sevgili almadan uyumaz. Yalnız, kraliçeye sahip olan o şanslı her sevgilinin sabah şafağıyla birlikte ömrünü sevgili Kraliçesi Tamara'ya kurban etmek zorunda kalması hüzünlü bir hikâyedir.
Kraliçe Tamara'nın âşıklarından sadece bir tanesi o geceden sonra canını kurtarmayı başarır; o da günümüzden sekiz yüz yıl önce yaşamış, Gürcistan'ın ünlü şairi Şota Rustaveli'dir. Rusteveli'nin ünlü eseri “Kaplan Kürklü Şovalye” günümüzde hâlâ okunmaya devam etmektedir.”
Bir makalesine böyle girmiş Esat Bey. O, efsaneyi, masalı, destanı, unutulup gitmiş tarihî olayları, halk ve dünya kültürünü yazılarına, hikâye ve romanlarına öyle bir yedirir ki; dili şırıl şırıl çağlayan dupduru bir ırmağa dönüşür. Okur, o ırmağa kapılmaktan kendini kurtaramaz. Orhan Aras da Esat Bey damarından kaynayıp gelen, aynı mayadan bir yazarımız: Onun dili de insanı sarıp sarmalayan, yazdıklarıyla koca bir dünya kültürüne kapı aralayan... On Tamara da olsa yanından canlı çıkacak, yazdıklarını Rustaveli gibi geleceğe coşkuyla taşıyacak olan... Üstüne sis perdesi çökmüş büyük bir yazarı iğneyle kuyu kazar gibi ortaya çıkarıp coşkuyla bize sunduğu için kutluyorum Orhan Aras'ı.
Yücel Feyzioğlu
Oğuzhan Sevim, Yusuf Söylemez, Esengül Hatun, Yasemin Kurtlu, Hatice Çelik, Bayram Arıcı, Zülal Şenol Ebren, Canan Nimet Mert, Esra Metin, Esra İnan, Alper Tok Edebiyat, estetik var oluşu öne çıkaran kurmaca bir yapıdır. İnsanlar edebî dil vasıtasıyla sanatsal bir doyuma ulaşmak isterler. Bu kurmaca yapıdaki en temel özellik ise estetik var oluştur. Bu ihtiyacı karşılamak için estetik ürünler ortaya koyan milletler kendilerini unutulmazlar arasına sokabilme imkânını elde edebilmiştir.
Farklı diller oluşturarak birbirinden ayrılan milletler dünya edebiyatı olgusunun doğmasına zemin hazırlamıştır. Dünya edebiyatı, farklı toplumlar tarafından sanatsal doyumu sağlamak amacıyla dilin estetik unsurları üzerinde durularak ortaya konulan edebî birikim olarak tanımlanabilir. İnsanlık, bu sayede derin ve zengin bir edebî kültür birikimine sahip olabilmiştir. Farklı toplumlara ait bu edebî zenginlikten azami derecede yararlanmak, estetik bir haz algısı oluşturacağı gibi toplumların birbirlerini daha yakından tanımaları, birbirlerine karşı saygı, sevgi ve güven duymalarına vesile olacaktır.
Türk ve dünya edebiyatlarının geçmişten günümüze kadar geçirmiş oldukları tarihî dönüşüm ve gelişimini, ilgili toplumun önemli yazar ve eserleri bağlamında ele alan bu kitap, okuyucuları dünya edebiyatı örnekleriyle tanıştırmayı ve onlara dünya edebiyatı hakkında genel hatlarıyla bilgi vermeyi amaçlamaktadır.
Bu kitapta Türk ve dünya edebiyatlarının tarihî dönem içerisindeki önemli gelişmeleri dikkate alınarak bu gelişmelere yön veren edebî şahsiyetler üzerinde durulmuş ve onların eserlerinden bazı örnekler dikkatlere sunulmuştur. Kitap, bu yönüyle kendi alanında kapsamlı bir çalışma olma özelliğine haizdir. Eserin son bölümünde yine bu çalışmaya özgü olarak geçmişten günümüze kadar Nobel Ödülü alan edebiyatçılar hakkında bilgi verilmiş, bu edebiyatçılardan bazılarının eserleri tahlil edilmiş, böylece dünya edebiyatının Nobel Ödüllü edebiyatçıları siz değerli okuyucularımıza tanıtılmaya çalışılmıştır.
Özverili bir çalışmanın ürünü olan bu kitabın Türk edebiyatı ile ilgili bilim dallarının Batı edebiyatı derslerinde; Türkçe eğitimi anabilim dallarının dünya edebiyatı derslerinde öğrencilere ve öğretim elemanlarına yardımcı olacağı ayrıca konuya ilgi duyanlar için vazgeçilmez bir kaynak teşkil edeceği düşüncesindeyiz.
Kamil Yeşil

Usta hikâyeci Kâmil Yeşil’in 5. hikâye kitabı Özet Yaşamaklar, Ebabil Yayınları hikâye dizisinden çıktı. Günlük hayatın ironisi niteliğindeki hikâyeleriyle Yeşil, etrafımızda akıp giden hayata, günümüz insanına karşı eleştirel bir tavır geliştiriyor. Günlük hayatın iktidar yapısına karşı bizi uyaran Yeşil, insanın temel kaygılarından biri olan aşkı heba eden hayat dizgesine özellikle dikkat çekiyor.



Michael Collins “Michael Collins'in Özgürlük Yolu'nun Dr. Y. Turan Çetiner tarafından kapsamlı bir sunum makalesiyle birlikte Türkçe'ye çevrilmesi, onun daha önce Roger Casement ile ilgili yaptığı çalışma gibi memnuniyet verici ve zamanlıdır. Özgürlük Yolu, Michael Collins'in gelecekteki İrlanda'ya dair vizyonu ile birlikte ülkenin çalkantılı geçmişine dair analizlerini içeren makalelerini ve konuşmalarını bir araya getirmektedir. Bunlardan bazıları, Britanya ile imzaladığı Anlaşma'dan sonra ortaya çıkan ve 22 Ağustos 1922'de Béal na Bláth'da trajik ölümüyle sonuçlanan İrlanda İç Savaşı sırasında yazılmıştı. Derleme ilk defa ölümünün ardından ve aynı yıl yayımlanmıştır.
Michael Collins hiç şüphesiz İrlanda tarihinin en önemli ve dikkate değer kişilerinden biridir. O aynı zamanda hem tarihin akışına yön veren ve o yolda ortaya çıkan olaylar sonucunda yaşamını yitirmiş büyük ve trajik bir şahsiyettir.
İrlanda, Collins'in İrlanda bağımsızlığına ulaşmak için sıçrama taşlarını kullanmada Türkiye'nin Britanya İmparatorluğu'nu Çanakkale'de ve Lozan'da uğrattığı yenilgiden yararlanmıştır. Collins, 1918 yılı Aralık ayında İrlanda Meclisi (Dail Éireann) olarak bir araya gelen ve İrlanda Cumhuriyeti'ni ilan eden seçilmiş 73 Sinn Féin mensubu arasına girdi. Dail Éireann, İrlanda'nın bir cumhuriyet olarak bağımsızlığını ilan etti ve İrlanda'da Britanya otoritesini tanımayacağını bildirdi.
Hiçbir kuşku yoktur ki Michael Collins, İrlanda tarihinin ve bağımsız İrlanda'nın alacağı yönün çerçevesini çizmiştir. Collins ile ilgili ne düşünülürse düşünülsün, tarihî önemi inkâr edilemezdir.”
Dr. Pat Walsh
Emre Bekir Güven İnsan ile anlatı arasındaki ilişki oldukça farklı boyutlarda ele alınabilir. İnsanın anlatıyı ürettiği gibi insan da bir anlatı süreci ve sonucu ile ortaya çıkmıştır. İnsanlık tarihinin her aşaması, anlatılar ile örülüdür.
Bu çalışma; anlatının günümüz dünyasındaki iki önemli boyutu olan roman ve film arasındaki ilişkiyi, postmodernizm çerçevesinde ortaya koymaktadır. Alman, Avusturya ve İsviçre edebiyatlarından seçilmiş romanların film uyarlamaları ile olan ilişkisini sorgulamaktadır. Koku (Das Parfum), Okuyucu (Der Vorleser), Uykunun Kardeşi (Schlafes Bruder) ve Agnes (Agnes) romanlarının, uyarlamaları ile olan ilişkisini irdelemektedir. Bu bağlamda, çalışmada salt bir roman-film ilişkisi değil, “postmodern” olarak nitelendirilebilecek söz konusu romanların uyarlanma sürecinde nelerden vazgeçildiği, hangi ögelerin eklenmek zorunda kalındığı ve postmodernizm çerçevesinde ne tür farklılıkların ortaya çıktığı ele alınmaktadır.
Medyalararası bir çalışma olarak bu kitapta; kaynak medya olarak roman, hedef medya olarak ise arasındaki ilişki ve bu ilişkinin postmodernizm ile olan bağı, derinlemesine irdelenmektedir.
Gülçin Tuğba Nurdan Postmodern Türk Romanında Grotesk isimli bu kitap, disiplinlerarası bir çalışma olması bakımından edebiyatımız adına son derece kıymetlidir.
Kitap, Türk edebiyatının 1980 sonrası grotesk bakış açısına sahip en tipik 25 örneğe yer vermiştir: Böcek (1982), Üç Beş Kişi (1984), Gece (1985), Beyaz Kale (1985), Hayır (1987), Bay Muannit Sahtegi'nin Notları (1991), Peygamberin Son Beş Günü (1992), Yeni Hayat (1994), Gölgesizler (1994), Kayıp Hayaller Kitabı (1996), Benim Adım Kırmızı (1998), Bin Hüzünlü Haz (1999), Schrödinger'in Kedisi–Kâbus (1999), Schrödinger'in Kedisi-Rüya (2001), Uykuda Çocuk Ölümleri (2002), Karadelik Güncesi (2007), İstanbul'da Bir Merhamet Haftası (2007), Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi (2009), Karanlığın Aynasında (2010), Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey (2010), Gecenin Atları (2011), Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet (2016), Y (2018), Yıldızfer (2019), Ve Ateş Bizi Tüketiyor (2019) romanları, bize Türk edebiyatının hem Bahtinci hem de Kayserci algıda son derece verimli eserlere ev sahipliği yaptığını söylemektedir.
Romanlarda en dikkat çeken, insanın içinde bulunduğu çaresizlik hissidir. Postmodern dünyanın da bir getirisi olan bu çaresizlik hissi, groteskin potasında harmanlanarak incelenmiştir.
Yıldırım B. Doğan “Anlatsam roman olur.”
“Yaşadıklarım romanlara sığmaz”.
Bu ve benzeri cümleleri sık duymuşuzdur. Bunu söyleyen boşa konuşmuyor ama bilebilseydi yine de böyle konuşmazdı.
Bilemediklerine gelince… Anlatmaya başlasa bile anlatacakları hemen tükenecektir. Şaşırır, neredeyse kendine küser. Bir romanda yaşananlar birkaç kişinin yaşayabileceklerinden daha çoktur. Esas olan öge, romandır. Ne romanlar yaşanmak üzere yazılmıştır ne de yaşananlar romanlara yazılmıştır. Roman, güzel duyu odağında biçimlenerek içerik kazanan ve bu yolla boyutlanan bir yaratıdır. Roman okumamış, romanı duymamış olanımız yoktur. Ancak okunan romanı düşünce sürecinde işlenecek değerde ele alanımız pek yoktur. Edebiyat eleştirmenleri hariç! Sorun burada başlıyor. Roman üzerinde konuşmak, irdelemelerde bulunmak için ille de edebiyat eleştirmeni mi olmak gerekiyor? Hayır. Eleştiri okulları arasında bulunan bir dal vardır: izlenimci eleştiri. Türkiye'deki roman eleştirileri büyük çoğunlukla izlenimci eleştiri eksenindedir. İzlenimci eleştiri, romanı okuyan kişinin içselliğinde şekillenen bir diğer içeriği odak alır. Bu kitap; okuru eleştirmen kılmaz ama roman hakkında bildiklerini zenginleştirmek, roman okurluğuna yeni bir doğrultu kazandırır. Amaç da bu zaten!
Hüseyin Uyar, Özlem Demir Birden yazdığı e-postayı “Bir hafta daha süre istiyoruz.” diye değiştirdi ve üzerinde düşünmeye fırsat vermeden gönderdi. “Umarım süre vermezler de konu kapanır.” diye içinden geçirdi. Bu karmaşık duygular içinde beş dakika hiçbir şey yapmadan öylece oturdu. Tam da kalkıp kahve almaya karar vermişti ki, e-postasına cevap geldi.
“Talebiniz olumlu bulunmuştur.”
Ve sarkaç tekrar salınmaya başladı…

Yirmi birinci asra eşlik ederken ömür
Zıtlıklar birikmekte gölgesinde uyumun
Sözlerle ağırlaşan çetrefilli durumun
Bıraktığı izleri karadan daha kömür

Oysaki ruhumda bir ay ışığı, hep özgür
Parmaklarımla verdim şeklini ıslak kumun
Duvardaki silüet, alevinde bir mumun
İçimdeki coşkuya eşlik etti, saf ve hür…
Selim Erdoğan Her sabah kalbini öperek ancak uyanabildiğim anneannemin
“demek bir zamanlar bu oyunun içinde biz de varmışız be oğul”
ağıtına karşılık “he ya, o oyunda biz de varmışız be anneannem”
derken ondan bana tevarüs eden hayat omuzlarıma
birkaç saka kuşunu kondurmuştu bile.
Anneannem içinse perde açılmış ve başlamıştı sekerat
Bilgeson Kaderini, ne istediğin yaratır. Hiçbir şey tesadüf eseri tezahür etmez. Kırmızı halı üzerinde önce arzuların yürür; sonra da arzularının peşine takılan, kaderini yaratır… Arzularını eğitir, korkularını koşulsuz sevgiye dönüştürürsen kaderin de doğruluk kadar hazine değeri taşır. Arzularını etkileyip dönüştürebilmek, iradenin nefsin üzerindeki karizmatik gücüdür. Senin için anlamı olmayan şeylerden uzaklaşmak, hayatında en çok anlam yüklediğin şeylerle yüzleşmekten kaçınıp gerçekliğini inkâr etmektir. Peki ya senin gerçek benliğinle yüzleşmeye cesaretin var mı? Bu hikâye, kendine yabancılaşmış kişilerin gerçek benliğiyle yüzleşip muhteşem potansiyelini keşfetme arayışına çıkıp umuda sarılanların hikâyesi... Çıktığı yolda başına gelen olaylar acı verse de düşse de yaralansa da etrafındaki gerçekleri kabullenip kendini yeniden yapılandırarak anlamaya, tam olma şansını dönüşümlere kapı aralayarak kazanmaya çalışan bütünün yolculuğu…
Bilal Karabulut Prof. Dr. Bilal Karabulut, gerek Türkiye'de gerekse ABD'de yayınlanan kitapları ile milyonlarca insanın hayatına dokunmuş bir yazar. Bu kitap, hayatının anlamını yitirmiş bir insanın yeniden doğuşunu anlatmakta. Yazar; metaforlar, öğretiler ve ikilemlerle örülü bir anlatım tarzı ile Hegel'in diyalektiğini, sonsuz diyalektik (aperion dialectic) şeklinde yeniden formüle ederek kullanmaktadır.
Sürükleyici ve keskin dönüşleri olan bu romanı tek solukta okuyacaksınız. Yazar, yeniden doğuşun mümkün olduğunu, insanın yaşadığı hayata mahkûm olmaması gerektiğini çok net bir anlatımla ortaya koymaktadır. İç barışınızı bozan insanlardan, içine düştüğünüz sarmal rutinlerinden ve en önemlisi hayatınızı anlamsızca tüketmekten yorulmadınız mı? Yeni bir hayat mümkün, gerçekten mümkün…
Hüseyin Nesîmî Seyâhat, Abidin Nesimi'nin babası Hüseyin Nesîmî’nin 25 yaşında bir Osmanlı delikanlısı olarak 1893 yazında İtalya, İsviçre, Fransa, İngiltere, Belçika, Almanya, Avusturya-Macaristan, Sırbistan ve Bulgaristan topraklarına yaptığı gezi sırasında gördüklerini ve izlenimlerini anlattığı bir kitap. Siyasal ve toplumsal hareketlerin de içinde yer alan ve 1915 yılında Lice kaymakamlığı sırasında Diyarbakır Valisi Reşit Bey’in emriyle pusuya düşürülerek şehit edilen Hüseyin Nesîmî, bu gezi notlarına Osmanlı devletinin sorunlarına ilişkin tespitlerini ve çözüm önerilerini içeren bir bölüm de eklemiş. Yirminci yüzyılın başlarında Girit-Hanya’da basılmış olduğu için gözden kaçmış olan Seyâhat, gezi edebiyatımızı, modernleşme tarihimizi zenginleştirecek bir eser.
Hakan AKPINAR Son Vapur, tarihimizde modern ordunun ilk darbesini anlatıyor.
Bu roman, 1876 yılında Sultan Abdülaziz'e karşı yapılan askerî darbeyi ve sonrasındaki siyasi gelişmeleri sürükleyici bir üslûpla ele alıyor. Dolmabahçe Sarayı'nda sabaha karşı yağmur altında yapılan bu isyan aslında Türk tarihinde modern ordunun ilk darbesidir. Bu darbeyle Osmanlı bir mevsimde üç padişah görüyor. 30 Mayıs 1876 sabahı Sultan Abdülaziz askerî bir darbeyle tahttan indirilirken yerine V. Murat geçer. V. Murat amcası Sultan Abdülaziz'i darbecilerle işbirliği yaparak tahttan indirmenin kefaretini ödercesine bilincini kaybedince 93 gün sonra tahttan indirilir. Yerine Sultan II. Abdülhamit tahta çıkarılır. Yani bir darbe 93 günde iki biata yol açar.
Son Vapur, meşrutiyet mücadelesi veren Yeni Osmanlılar ile taht-ı saltanatını korumaya çalışan Sultan II. Abdülhamit arasındaki siyasi mücadeleyi de anlatıyor. Tanzimat sonrası yüzünü Batı'ya dönen pozitivist Osmanlı aydınları ile gelenekçi aydınlar arasındaki mücadelenin, ilk kıvılcımların parladığı yıllar yine bu romanın satırları arasındaki temel siyasi ve felsefi mesaj olarak göze çarpıyor. Son Vapur, ilk işaretleri Tanzimat'tan başlayıp günümüze kadar süren bir siyasi ve felsefi kavganın da romanıdır.
Son Vapur, günümüzdeki siyasi ve felsefi kavgalar ile geçmişte yaşananların pek de farklı olmadığının çarpıcı bir kanıtı…
M. Sıtkı Aras Söğüt Anadolu'nun sembolüdür. Tüm milli değerlerin sanal alandaki buluşların zalim istilaları karşısında teslimiyet bayraklarını çekmiş oldukları gini hakiki söğütte (salkım söğüt farklıdır) hem cinsleri ile rekabet edememiş, binlerce yıl şenlendirmiş oldukları otaklardan taslarını, taraklarını toplayıp terki diyar etmişlerdir. Maalesef gerçek anadolu insanının hali de bundan pek farlı değildir. Kitap ruh kökümüzün bağlı olduğu Söğüt ile de irtibatlandırarak biyogrefiler, sosyal içerikli mesleki yazılardan bahsetmektedir.
Celâl Nuri Kadınlar, İskandinavya’da, pek serbest, pek nâmûskârdır. Bir kız, on sekiz yaşından sonra önlüğünü bırakır, hürriyetini yed-i nâmûs ve iffetine alır. Bir genç kimse ile görüşür, erkeklerin cem’iyyetine, meclisine mülâzemet eder; fakat kendisine mugâyir-i ‘iffet bir teklîf vukû’ bulursa:
-Efendi! Burası Paris bulvarı değil. Cevâb-ı zî‘itâbıyle insanı mahcûb ve şermsâr eder. Bu fart-ı temâs erkeklerin müştehiyâtını kesr etmişdir. Kadınlardaki merdümgirîzliği de izâleye hizmet etmişdir. Kadının erkekden bir farkı olabileceği şimâliyyûnun pek de ‘aklına gelmez. Nisâ nev’-i beşerin bir nısfıdır; işte o kadar… İsveç’de hiçbir rezâlet-i ahlâkiyyeye meydan vermemek şartıyla kadın dellâklerin erkekleri yıkaması müdde’âmızı isbât içün îrâd edebileceğimiz delâilin en kuvvetlilerinden biridir.
Ali Bal, Bekir Koçlar, Canan Olpak Koç, Ekrem Özdemir, Esra Dicle, Fazıl Gökçek, Gülce Başer, H. Harika Durgun, Hamdullah Şevli, Hümeyra Yabar, İbrahim Demirci, İsmail Karaca, Mehmet Can Doğan, Mehmet Doğan, Mehmet Kurtoğlu, Mehmet Narlı, Musa Kâzım Arıcan, Necmettin Özmen, Nuray Alper, Orhan Gazi Gökçe, Ozan Balcı, Özlem Nemutlu, Sultan Polat, Şerife Çağın, Yasemin Ulutürk Sakarya, Zeki Taştan
Mehmet Zeki Beşerler Kitap üç öyküden oluşmaktadır. Birinci öykü, Nalan Hanım'ın talihsiz birtakım olaylar neticesinde ceza evine düşmesi ile başlar. Hamile olduğunu öğrendiği zamanki bunalımlı günlerini koğuş arkadaşı Sultan Hanım sayesinde atlatır. Bebek doğduktan sonra, cezaevinde büyümemesi için Sultan Hanım'ın önerilerini kabul etmesi, kendi geleceği ile oğlunun geleceğini karartan bir karar olur. Af neticesinde cezaevinden çıkan Nalan Hanım'ın çocuğunu bulma mücadeleleri ve hüsranları başlar…
İkinci öykü, Kıbrıs'ın küçük bir köyünde yaşanan olayları içermektedir. Bu öyküde, İngiliz yönetiminin baskılarına boyun eğmeyen, babasının vasiyetini yerine getirebilmek için birçok zorluğa göğüs geren bir çocuğun mücadelesini bulacaksınız.
Üçüncü öyküde ise Şebnem'in soyağacı ödevi ile başlayan serüvenini ve kimsesizler yurdundaki SEY-SAD Nine'nin bilinmeyenler yumağına dönüşen olaylarını çözmek için uğraş veren Dr. Ümit' in gayretlerini bulacaksınız.
Arif Ay, Ali Asker Barut "Sevgili kardeşim Ali Asker, Hacı Bayram Veli ve onun manevi dünyası ancak bu kadar güzel şiirleştirilebilinirdi. Bu şiiriniz, o unutulmaz Ankara buluşmamızın tüm gizemini ve gizini içinde taşıyan bir belge oldu benim için. Okudukça yenileniyor, tazeleniyor buluşmamız. Acının kuşları, turna kuşları dönüyor Almanya-Türkiye göğünde."
Arif Ay

"Frankfurt ile Ankara arasında gidip gelen bu mektuplar iki şairin birbirine iç dökmeleri, bir kardeş ile ağabeyin kendi aralarında dertleşmeleridir. Bir de biri de bir gün çıkar der ki, eh, keder ve gam ustası bir şair ile hüznün hazandan çırağı bir şairin birbirine ettikleri hayat, ülke ve şiir üzerine şikâyetleridir."
Ali Asker Barut
Bekir Yıldırım Adaletin olmadığı bir dünyada uğradığı haksızlıkların peşini bırakmayan bir gencin başından geçen olayların ütopik bir yaşam mücadelesi ekseninde kurgulandığı Ütopya Ülkesinin İmparatoru romanı, birçok tarihî olay ve kahramandan esinlenilerek kaleme alınmıştır: Osmanlı Devleti'nin kurulması; ilk kadın hükümdar Tomris'in, Hz. Yusuf'un ve Yunus Emre'nin hayatı; Srebrenitsa Katliamı, Kore tarihinden Jang Bogo'nun hayatı ve Platon'un devlet anlayışı...
Mehmet Özberk Sanatın varlığı bir mekân ya da bir zamanla sınırlı değildir ve devamlı olarak belirli bir sosyokültürel bağlamda varlığını korumaya devam eder. Birbirleriyle sürekli etkileşim hâlinde olan sanat türleri -karakteristik özelliği, gücü ve sürekliliği ne olursa olsun- mutlaka tarihî ve manevi kültürün genel durumunu yansıtma görevi üstlenir.
Her sanat türü bir yandan kendine özgü ve benzersiz özelliklerini en üst düzeye çıkarmayı amaçlarken diğer yandan kendi anlamını ve sınırını genişletmek için farklı sanatların ifade yeteneklerini kullanma eğilimindedir. Bu noktada, aslında her sanat türünün birbirini tamamladığı, birbirinin eksik yanlarını giderdiği ve birbiriyle her açıdan daima etkileşim içinde olduğu söylenebilir.
Rus kültürü XIX. yüzyılda eşsiz bir konuma sahiptir. Çünkü bu yüzyılda Rusya'daki yazın, şiir, tiyatro, resim, müzik, mimarlık, heykel gibi insanda coşku ve heyecan uyandıran tüm sanat türleri büyük bir gelişim gösterir. Sanat, topluma önceden hiç olmadığı kadar yaklaşır ve ilerici hamlelerle toplumu kucaklar. Müziğin yazın dünyasına yansımaları böyle bir ortamda şekillenir. Rus yazarların eserlerinde; Rus bestecilerle, şarkıcılarla, oyuncularla, opera sanatçılarıyla yakın ilişkilerinin yansımaları ve etkilendikleri Avrupa klasik müziği ve bu müziğin temsilcileri açık bir şekilde yer alır.
Bu kitapta; Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev ve Çehov'un yaşamlarında ve öykülerinde müzik izleği incelenmiştir.
Mehmet Kartal “Duygular da dâhil her şeyin tek bir yüzü ve tek bir kaynağı olduğunu düşünenler için, her bir duygunun ve düşüncenin tama ulaşma yolunda debelenen kesirler gibi bölük pörçük dağılmış olduğunu sananlar için, hayatı tüm yüzleri ile tanımanın imkânsızlığına düşenler için, karmaşanın yaşamanın ta kendisi olduğunu görenler için yazmaktayım. Yazıyorum ki bilesiniz. Ben, sen, o, biz, siz, onlar diye bir şey vardır ama bunların tanımlandığı noktada yalnız olmaktan başka çare yoktur.”
Kara Kaplı Ak Kitap üçlemesinin ikinci kitabı, Harezmşahların son sultanı Celaleddin Mengüberdî Harezmşah'ın yaşamını “Yalnızlık” başlığı altında anlatan çarpıcı bir roman.
Ayman Kole Oğullarınızın ve kızlarınızın nerede olduğunu biliyor musunuz? Eğer Mesih'in yanındalarsa Tanrı onlara yardım etsin!
17. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu... Suikastçıların her köşede pusuya yattığı, tehlikenin kara bir bulut gibi kol gezdiği bir dünya… Bu çalkantılı ortamda inanç, aldatma ve hırsın iplerini bir araya getiren uğursuz bir komplo…
Sahte mesihlerin ve peygamberlerin fısıltıları sokaklarda yankılanıp Osmanlı yönetiminin temelini istikrarsızlaştırma tehdidinde bulunurken Sultan'ın kontrolü, daha önce hiç olmadığı kadar sınanıyor. Kendi kişisel gündemleri ve korumaları gereken sırlarına rağmen bir arada olmak zorunda kalan bir grup insan, çapraz ateşin ortasında kalıyor. Aralarında; görevi ve vicdanı arasında kalan, cesur ve yetenekli bir yeniçeri, inancın gerçek doğasını sorgulatan Sabatay Sevi ve hiç hayal etmediği tehlikelerle dolu bir dünyaya adım atan genç bir kadın da vardır. İttifakların değiştiği, ihanetlerin çoğaldığı ve hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı bir ortamda ilerlemek, güvenin ender rastlanan bir şey olduğu ve ihanetin her fırsatta gizlendiği bir hayatta kalma savaşında kendi geçmişlerinin gölgeleriyle ve onlara musallat olan şeytanlarla yüzleşmek zorundadırlar.
İnanç ve gücün çarpıştığı bu sürükleyici entrika ve gerilim hikâyesinde kim galip gelecek, kim sonsuza kadar karanlıkta kaybolacak?
Mehmet Kartal Yolun Solu, yazarın doğup büyüdüğü çevre ve zaman üzerine kurulmuş bir roman. Herkes hem vardır hem de yoktur. Karakterler, zamanın mekân içindeki duyumsanması gibi geçicidir. Ancak bir kere var oldukları için artık yok da olamazlar. Zıddına göç edip orada kendini unutturan Bayram hariç. O, başına gelen bunca olaydan sonra var olmaya değil yok olmaya adanmış bir ömür sürmek ister. Çünkü bilir ki varlığın kökeni ya yokluktur ya da kaynağı bilinmeyen bir irade. Yolun Solu, Bayram'ın yok olma hikâyesidir.
Hüseyin Uyar Üzerinde çalışmaya başladığım andan itibaren alışılmışın dı­şında bir eserle karşılaştığımı fark ettim.
“Romanda düet” formunda yazılan bu eser, karşılıklı hislerin nasıl olageldiğini ve bu hislerin birbirini nasıl etkilediğini serü­ven şeklinde bize sunuyor.
Garip değil mi? Kendimize ait, içselleştirdiğimiz duyguları bile yazıya dökmekte zorlanırken karşı cinse ait duyguların kale­me alınması, gerçeği ne kadar yansıtabilir?
İşte bu eser, bu karmaşayı ortadan kaldırarak kadının ya da erkeğin öz duygularını kusursuz bir yalınlıkta okuyucuya sun­makta. Kadın ve erkek türünün tarih boyunca birbirini anlama çabasına güzel bir katkı olduğunu düşünüyorum.
Bu kitapla yeni bir “edebî tarz”ın ortaya çıkıyor olduğunu dü­şünmek heyecan verici.
Editörlüğünü yapmaktan büyük mutluluk duyduğum ve tah­minlerimin ötesinde farklı ve etkileyici olan bu romanın, edebi­yat dünyasında hak ettiği yerde olacağına inanıyorum.
Editör
Dr. Özlem Demir