Temel İslam Bilimleri \ 3-4
Muhammet Erkam Bakacak Bu kitap, Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartlan Kurumu tarafından yayımlanmış olan Faizsiz Finans Muhasebe Standartları ile Türkiye Muhasebe ve Finansal Raporlama Standartları arasındaki benzerlik ve farklılıkları faizsiz fon kullandırım yöntemleri açısından incelemek amacıyla yazılmıştır. Bu minvalde Türkiye’deki faizsiz finans alanında faaliyetlerini sürdürmekte olan kurumların fon kullandırım usullerine (murabaha, müşâreke, mudârebe, selem, istisna, icâre) ilişkin uygulama esasları ile bu esaslar doğrultusunda oluşması gereken muhasebe kayıtları incelenmiş, elde edilen bulgular Türkiye Muhasebe ve Finansal Raporlama Standartları (TMS/TFRS) uygulamaları ile karşılaştırılarak, Faizsiz Finans Muhasebe Standartlarına (FFMS) uyum için yapılması gerekli düzenlemeler belirtilmiştir. Çalışma sonucunda muhasebeleştirme işlemlerine ilişkin temel prensiplerin her iki standart setinde de benzerlik gösterdiği, diğer taraftan muhasebe kayıtları arasındaki ayrışmaların temelinde gerçekleşen işlemlerin biçim ve öz açısından farklı değerlendirilmelerinin, değer ölçüm uygulamalarındaki farklılıkların, paranın zaman değeri ile ilgili görüş farklılıklarının ve sermaye benzeri hesaplar ile ilgili değerlendirme farklılıklarının bulunduğu tespit edilmiştir.
Bilal Soysal Bir İslâmî finans kuruluşunun varlığını sürdürmesi ve büyümesi için bütün paydaşların kuruluşa güvenini artırmaya yönelik bir kurumsal yönetim anlayışı benimsemesi elzemdir. Etkin bir kurumsal yönetim, İslâmî finans kuruluşunun Fıkhi ilke ve kurallara uyumsuzluk riskini yönetmesi, sağlıklı şekilde büyümesi ve bütün paydaşların menfaatlerini hakkıyla gözetmesi için gereklidir. Bu bağlamda İslâmî
finans kuruluşlarında kurumsal yönetimin önemli bir parçası, faaliyetlerin fıkhi ilke ve kurallara uyumunu sağlamaya yönelik etkin bir "Fıkhi Uygunluk Yönetim Sistemidir. Bu kitap, İslami finans kuruluşlarında Fıkhi Uygunluk Yönetim Sistemini literatür ve uluslararası standartlar çerçevesinde detaylı olarak anlatmakta, ülkelerin konuya ilişkin yaklaşımlarını yasal düzenlemeler bağlamında yansıtmakta ve Türkiye'nin diğer ülkelere kıyasla durumunu ortaya koymaktadır.
Mehmet Fatih Buğan İslam ekonomisi ve finansı alanına olan ilgi hem İslam ülkelerinde hem de diğer coğrafyalarda gün geçtikçe artmaktadır. Güncel akademik tartışmalar, sistemin gerekliliği üzerinde hemfikir olmakla beraber zamanla sisteme olan güvenin azaldığı yönündedir. İslami bankaların kâr payı oranları ile konvansiyonel bankaların mevduat faiz oranları arasındaki benzerlik, bazı sukuk türlerinin şer'i uygunluğu yönündeki fikir ayrılıkları, gri alan olan türev ürünlerin kullanımı ve benzeri nedenler, bu güvensizliğin başlıca sebeplerindendir. İslami hisse senedi piyasalarına olan güvensizliğin nedeni de İslami hisse senedi tarama metodolojileri arasındaki ciddi farklılıklardan kaynaklanmaktadır.
Bu kitapta, farklılıkların nerden kaynaklandığı ve bu farklılıkların çözümü üzerinde durulmuş ve bir model önerisi geliştirilmiştir. Ayrıca
-İslami finans sisteminin temel prensipleri,
-Finansal araç ve kurumları,
-Sermaye piyasaları (sukuk, hisse senetleri, yatırım fonları) ve
-Sigortacılık (tekafül)
konularına da yer verilmiş, güncel veriler ışığında günümüzdeki mevcut durumu irdelenmiştir.
Ahmet Oğuz Akgüneş, Bahadır Fatih Yıldırım, Bilgehan Tekin, Ebru Demirci, Eyyüp Ensari Şahin, İbrahim Erem Şahin, M. Kemalettin Çonkar, Mehmet Bükey, Muhammet Fatih Canbaz, Nevzat Tetik, Nurullah Altıntaş, Oktay Özkan, Onur Seyranlıoğlu, Recep Çakar, Soner Akkoç, Tahsin Galip Tekin, Tolga Türkölmez, Yavuz Türkan İnsanlık tarihinin belki de en hızlı dönüşümlerinin yaşandığı günümüzde karşı karşıya kaldığımız sorunlar; halihazırdaki kazanımların korunması ile kapsayıcı ve sürdürülebilir büyüme ve kalkınma sürecinin sağlanması için yeni normal, sistem ve düzen arayışlarını tetiklemektedir. Sosyoekonomik ve politik alanlar başta olmak üzere hemen her sahada gerçekleşen bu arayışlar; eskinin yeniden anlaşılması, yeninin tekraren keşfi ve eski-yeni arasındaki etkileşimin incelenmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. İktisadi açıdan; bu arayışların sonucu olarak yeni ekonomik sistem tartışmaları hareketlenmekte, eski sistemlerin yerini neyin alacağı, yeni düzenin nasıl işleyeceği ve bu yeni normalde bilinen iktisadi aktörlerin rollerinin nasıl tanımlanacağı sorunsalları -objektif ve normatif olarak- sorgulanmaktadır. Bu kapsamda sergilenen gayretlerden biri de sahip olduğu birikim, özgünlük ve tutarlılık bakımından en zengin olan İslami İktisat ve Finans kapsamında yapılan çalışmalardır ve dünya genelinde bu çalışmaların etkisi/yankısı her geçen gün daha da artmakta ve genişlemektedir.
Bu etkiye/yankıya destek olmak maksadıyla kör hakem süreci işletilerek girişilen bu kitap, iktisadi düşünce ve sistemler açısından turnusol kâğıdı fonksiyonu gören faiz konusu incelenerek başlamaktadır. Faiz konusunun ardından sırasıyla zekât, devlet, dayanışma kurumları ve katılım bankaları konularındaki bölümler yer almaktadır. İslami Finans kapsamında; finansman modelleri, blokzincir teknolojisi, davranışsal finans ve yatırım vekaleti konuları incelenmekte ve devamında ekonomi-finans ilişkisine dair uygulamalı çalışmalara yer verilmektedir. Böylece genelde insanlığın özelde de Türkiye'nin içinde bulunduğu sistematik darboğaz ve açmazlardan kurtulma çabasına ve İslami İktisat ve Finans kapsamında eskinin anlaşılması, yeninin keşfi ve eski-yeni etkileşiminin irdelenmesi amaçlarına katkıda bulunulmaya çalışılmıştır.
Hilmi Tunahan Akkuş Yatırım fonları; çok sayıda yatırımcının kaynaklarının bir araya getirilerek büyük bir fon havuzu oluşturulmasını ve bu sayede hem daha kolay finansal çeşitlendirme hem de düşük maliyet avantajı sağlayarak avantajlı yatırım imkânı sunan, sermaye piyasalarının önemli araçlarındandır. İslami yatırım fonları ise; fon yatırımlarını İslami ilkelere göre yapmak isteyen veya İslami yatırım fonlarının sunduğu farklı özellikleri tercih edenlerin yatırım yaptığı benzer bir yatırım alternatifidir. Bir yatırım aracı olarak konvansiyonel yatırım fonları aynı zamanda da İslami yatırım fonları, bazı dezavantajları yanında önemli yatırım avantajlarına sahip bulunmaktadır. Çeşitlendirme imkânı sunması, farklı türlerde yatırım fonları bulunması, günlük likidite sağlaması, profesyonel yönetim, kısıtlı miktarda para ile yatırım imkânı, işlem kolaylığı, devlet gözetimi, karşılaştırma kolaylığı, şeffaflık gibi unsurlar yatırım fonlarının sunduğu avantajlardandır.
Kitabın giriş kısmını takiben birinci bölümünde, yatırım fonlarına ilişkin kavramsal çerçeve; ikinci bölümünde, yatırım fonlarının yönetim ilkeleri ve yatırım fonlarına ilişkin esaslar hakkında açıklamalar yer almaktadır. Üçüncü bölümde, İslami finansın temel ilkeleri ve İslami finansta şeriat denetimi; dördüncü bölümde, portföy performans ölçümüne ilişkin yasal mevzuat ve yatırım fonlarının performansının ölçülmesinde kullanılan yöntemler açıklanmaktadır. Kitabın beşinci bölümünde, Türkiye’deki İslami (katılım) ve konvansiyonel yatırım fonlarının karşılaştırmalı performansları araştırılmaktadır. Kitabın sonuç bölümünde ise araştırmanın genel değerlendirmesi yapılmakta, ayrıca gelecek çalışmalar için önerilerde bulunulmaktadır.

Muhammed Tayyip Okiç Modernizm ve Batılılaşmanın Müslüman toplumları dejenere edebilecek bir kıvamda kendisini göstermesi, modern okullarda Müslüman kadınların asli kimlikleriyle yer alıp alamayacağına dair Müslüman kamuoyunda şüpheli ve çekinceli bir durum doğurmuştur. Bunun nedeni Batılılaşma cehdindeki siyasi rejimlerin kadın öğretimi konusunda bir dizi dışlaştırıcı, dayatmacı ve ayrımcı politikaları tatbik etmesidir. Bu nedenle bilhassa 20. yüzyılın ilk üç çeyrek diliminde İslâm dünyasındaki geleneksel ve modern okullar kız öğrencilerden ve kadın hocalardan oldukça arındırılmış bir seyir izlemiştir. Örneğin Saraybosna Gazi Hüsrev Bey Medresesinin kız bölümü 1952-1977 arasında kapatılmıştır. Hıristiyan misyonerlerin ve pozitivizm başta olmak üzere Batılı ideolojilerin İslâm dünyasının yoksul kesimlerini ve bilhassa kız çocuklarını hedef olarak belirlemesiyle beraber, İslâm âlimleri de İslâmiyette kadın öğretiminin ve donanımlı kadın hocaların önemine dair, İslâm'ın klâsik dönemindeki uygulamalardan mülhem bir dizi eser telif etmiştir. Bu literatür hem Müslüman toplumlara, hem de devletlere kadın öğretiminin önündeki engelleri kaldırmayı teklif etmektedir. İslâmiyette Kadın Öğretimi bu literatürün Türkiye şartlarındaki en seçkin örneğidir. Kitap İslâm'da kadının yeri ve değeri, ailenin önemi, aile siyaseti, İslâm'ın kadın öğretimine verdiği değer gibi konuları işledikten sonra, âlim ve şair sahâbiyyelerden bir demet sunmuştur. Bilahare, İslâm düşüncesinde tefsir, fıkıh, irşâd, tasavvuf, hadis, kaligrafya vb. alanlarda âlim derecesinde mümeyyiz olmuş kadınlardan bir dizi örnek sergilemiştir. Okiç Hoca mücahide kadınlar bahsinde, zinciri Cüveyriye bint Ebi Süfyân gibi sahâbiyyelerle başlatıp Türkiye'nin İstiklâl Harbinde aktif bir şekilde yer alan kadınlarla sürdürmüş, keza Cezayir İstiklâl Harbinin kadın kahramanı Cemile Bûhired'i de bu zincirin son halkası olarak sunmuştur. Bu eseriyle Okiç Hocanın, aynı zamanda Müslüman kadınları, hangi sahada olursa olsun, modern dünyadaki hemcinslerine örnek olacak bir kıvamda özgün, asli, donanımlı ve vakur konumlarını almaya davet ettiğini söyleyebiliriz.
Mehmet Sürmeli 20. yüzyılın başlarından itibaren hâkimiyet alanlarını kaybeden Müslümanlar hayatın birçok alanında gerileme yaşamıştır. Keyfiyetini ve kimliğini kaybederek Batılılaşan bir kitlenin Müslümanlığı da tartışmaya açıktır. Bu tartışma yapılıp neticesine göre itikadi bir tecdit yaşamadan öze dönüş ve yeniden İslâmi kimliği kazanmak mümkün değildir. Müslümanlar hâkimiyet alanlarını kaybedip siyasetteki etkinlikleri yok olunca, emniyet alanlarının tamamını yitirdiler. Din emniyetinin olmayışı mal ve namus emniyetinin yok oluşunu doğurduğu gibi, mal, akıl ve namus emniyetinin yokluğu da din emniyetini ortadan kaldırmıştır. Birisi olmadan diğeri olmuyor. Siyasi etkinliğin önemi ortada iken Müslümanlara ruhban ahlakını empoze edip onları yönetim bilincinden soğutarak dünya sisteminin bir dişlisi hâline getirmek en hafif şekliyle İslâm'a ihanettir. Çünkü İslâm toplumları yönetimdeki hâkimiyetlerinin sona ermesiyle beraber hayatın öznesi olmaktan çıkmıştır. İş hayatlarından tutun da aile hayatlarına kadar edilgen hâle gelmişlerdir. Artık Batılılar gibi giyiniyorlar, onlar gibi eğlenip din dışı bir hayatı tercih edebiliyorlar.
Abdulbaki Aksu, Ayşe Eliüşük, Bilal Yorulmaz, Funda Arslan, Kadriye İşgören, M. Fatih Genç, Mehmet Uygun, Mehmet Zeki Aydın, Merve Gürbüz, Nagihan Bulut, Selçuk Şimşek, Şebnem Akyol Gürler, Vesile Albayrak Sak, Vesile Alkan, Züleyha Betül Eken Son yıllarda hızla yok olmaya doğru giden değerlerimizi korumak, çocuklarımıza daha yaşanılabilir bir dünya bırakmak için Millî Eğitim Bakanlığı, 2010 yılından itibaren okul öncesi ile ilk ve orta dereceli okullarda değerler eğitimi çalışmalarının yapılmasını istemiştir. Daha sonra aynı amaçla, yeni geliştirdiği öğretim programlarına doğrudan değerlerle ilgili konu ve kazanımları yerleştirmiştir. Bu çerçevede, okullarımızda uygulanan tüm derslerde değerlerin öğretimi yer almıştır. Bu gelişmelere uygun olarak, üniversitelerimizde de karakter ve değerler eğitimiyle ilgili dersler konulmuştur.
Birlikte çalışmanın ürünü olarak ortaya çıkan bu kitabımız, eğitimcilerimizin değer eğitimi çalışmalarına yardımcı olmak üzere derlenmiş bir çalışmadır. Burada tavsiye edilen etkinlik ve yöntemler çeşitli kaynaklarda bulunabilir. Biz bunları bir araya getirdik ve eğitimcilerimizin hizmetine sunmak istedik. Bu açıdan bu eserin bir ders kitabı olmanın yanında el kitabı olma özelliği de vardır.
Bu kitap, üniversitelerimizde okutulan karakter ve değerler eğitimiyle ilgili ders alan öğrencilere ve her düzeyde görev yapan öğretmenlerimize hitap etmektedir. Kitapta, kuramsal bilgiler yanında önemli değerler açıklanmış, okullarda uygulanabilecek yöntemler ile örnek etkinlikler verilmiş ve ilgili çalışmalar yer almıştır.
Zeyneb Hafsa Orhan İslâmî bankacılık fikri, faizsiz yapı ve kâr-zarar ortaklığı mekanizması olmak üzere iki temele dayanmaktadır. 196Cflı yıllardan beri mevcudiyetini sürdüren İslâmî bankalar, günümüz küresel finans piyasasının aktörlerinden biridir. Son 50 yılda, pek çok gelişme yaşanmıştır. Bunlardan biri, kâr-zarar ortaklığı enstrümanlarının yetersiz kullanımı ve kullanılsa bile sorgulanabilir uygulamalarının varlığıdır. Bu kitap; her şeyden önce mezkûr gelişmelerin, mudârebe ve müşâreke olan kâr-zarar ortaklığı enstrümanlarına mahsus oluşan ekstra risklerin bir sonucu olduğu varsayımı üzerine kurulmuştur. Kitabın amacı mudârebe ve müşâreke ile ilgili her türlü ekstra risk için analiz yapmaktır. Bu amacı gütmek üzere öncelikle mudârebe ve müşâreke enstrümanlarına yönelik mufassal bir bilgi verilecek akabinde İslâmî bankaların mevcut kâr-zarar ortaklığı uygulamaları analiz edilecek ve son olarak da asimetrik bilgi, kredi riski, getiri oranı riski ve geri çekme riski, risk tanıtımı, hesabı ve hafifletimi olan risk yönetim süreçleri yoluyla analiz edilmiştir. Bu kapsamda her risk türü (yeniden) tanımlanmış, risk faktörleri belirlenmiş, yeni hesaplama yaklaşımları sunulmuş, mudârebe ve müşâreke enstrümanları için risk hafifletim teknikleri ileri sürülmüştür.
Nazan Lila Ekonomik sistemin İslam dininde haram kılınmış olan faize dayalı bankacılık ile irtibatlı olarak yürümesi, İslam âlimlerini faizli bankacılık sistemine alternatif olabilecek faizsiz bir sistem arayışına sevk etmiştir. Bu çözüm arayışı neticesinde bugün dünyada "İslami bankacılık", Türkiye'de ise "katılım bankacılığı" diye isimlendirilen faizsiz bankacılık sistemi geliştirilmiştir. Bununla birlikte katılım bankalarının bazı işlemlerinin, İslam hukukunda var olan sözleşme teorisine ve sözleşmenin geçerliliği için gerekli görülen şartlara tamamıyla uygun olmaması, sisteme yönelik eleştiri ve tartışmaları do beraberinde getirmiştir.
İslam hukukunda, satım sözleşmesinde malın teslim alınması üzerinde özellikle durulmuş ve müşterinin salın aldığı malı teslim almadan önce satması konusunda birtakım sınırlamalar getirilmiştir.
Doktrinde tartışılan bu mesele, günümüzdeki katılım bankacılığı işlemleri çerçevesinde önem arz etmektedir. Uygulamada, katılım bankalarının fıkıh doktrininde öngörülen şekil ve şartlara aykırılık taşıyan birtakım işlemleri olduğu görülmekledir. Katılım bankalarının, kredi vermek amacıyla sıkça başvurduğu murabaha uygulamasında malı teslim almadan ve fatura, tapu gibi belgeleri kendi adına düzenletmeden müşteriye satması da bu aykırılıklar arasında yer almaktadır. Katılım bankalarının, malın teslim alınmasından kaynaklanan birtakım masrafları azaltmak amacıyla başvurduğu söz konusu uygulamalar, bazı âlimler tarafından İslam'da satım sözleşmesinin gereklerinden olan teslim alma unsurunu ihlal ettiği ve bankayı, diğer bankalar gibi sıradan bir finansör durumuna getirdiği gerekçesiyle eleştirilmiştir.
Kitapla; gayrimenkul ve menkul mallarda teslimin ne ile gerçekleşeceği, bankanın teslim için müşterisine vekâlet vermesinin caiz olup olmadığı, tapu ve ruhsat gibi kayıtların teslim yerine geçip geçmediği, teslim alınmayan mal üzerinde ne gibi tasarruflar yapılabileceği sorularına cevap aranmıştır. Ayrıca söz konusu probleme alternatif bir çözüm önerisi mahiyetinde olan bağlı kredi sözleşmesine değinilmiştir. Kitap bu anlamda, malın teslim alınması konusunda bir referans kaynak olmaya adaydır.
Ayşe Betül Oruç Yeryüzündeki insan mevcudunun yarısını oluşturan; sosyal, siyasî, dinî hayatta, aile hayatında etken ve edilgen işleve sahip olan kadın, tarihî süreç içerisinde farklı zaman ve toplumlarda tartışılan önemli konulardan biridir. Eser, tefsir sahasında kaleme alınan çalışmaları kadın konusu özelinde incelemektedir. Kur'an'ın yorum serüveninde ortaya konan tespitler, farklılaşan ve benzeyen yönleriyle ele alınmaktadır. Bu şekilde metinde var olanla yorumlardaki algı arasında mukayese yapılmaktadır.
Selim Demirci Haçlı saldırıları ve Moğol işgalinin yaşandığı ve etkilerinin devam ettiği Hicri 7. ve 8. asırda, İslam toplumunda medreseler yaygınlaşmış, dârülhadisler ortaya çıkarak eğitim kurumlan arasında yerini almış ve bu dönem hadis tarihinin en çok eser yazılan dönemlerinden birisi olmuştur. Bundan dolayı bu yüzyıllarda yazılan hadis eserlerini etkileyen unsurları ve hadis şerhlerini genel olarak ele almak ve bu şerhlerin metot olarak diğer dönemlerle dikey ve kendi içlerinde yatay-bölgesel mukayesesi gayesiyle bu çalışma hazırlanmıştır.
Ayrıca çalışmada, bu asırlarda tarihsel olguların hadis literatürüne nasıl yansıdığının tespit edilmesi amacıyla; Türklere ilişilmemesi, Benî
Kantûrâ'nın gelişi, imamların Kureyşîliği, Hicaz’da ortaya çıkacak olan ateş, kadınlara yöneticilik tevdi edilmesi, koyunları telef edercesine insanları telef edecek olan hastalık gibi bazı nakiller ve kaynaklarda kaydedilen yorumlar ele alınmıştır.
H. Mehmet Soysaldı Yüce Allah, tarih boyunca çeşitli zamanlarda insanlığa örnek ve rehber olacak peygamberler göndermiştir. İşte o peygamberlerin ilki Hz. Âdem (a.s), sonuncusu Hz. Muhammed'tir (s.a.v). Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v), insanlığın ufkuna bir güneş gibi doğmuş ve insanlığı cehalet karanlığından ilmin aydınlığına çıkarmıştır. Bunu da 23 yıl gibi kısa bir sürede yapmayı başarmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v), insanlığa çok önemli değerler kazandırmıştır. Şüphesiz ki onu bizlere en doğru ve en güzel bir şekilde tanıtan Kur'an'dır. İşte bu kitapta, bizlere en güzel örnek olarak gönderilmiş olan son peygamber Hz. Muhammed'i (s.a.v) yüce Allah'ın Kur'an'da nasıl tanıttığı ayetler ışığında açıklanmaktadır.
Malik Sayan Globalleşme süreci ile birlikte biriken sermaye küresel bir hâl almaya ve serbestçe dolaşmaya başladı. Sermayenin kapalı alandan kurtularak ulusal sınırların dışına yayılmaya başlaması ile yaşanan süreçte, sermayenin önündeki tüm engeller kalktı. Bu engellerin ortadan kalkması ile birlikte 1990'lı yıllarda, dünya finans sektöründe küreselleşme ve şeffaflaşma sürecinin finansal teknik ve araçlarda yarattığı gelişim, yaşanan krizlere de farklı bir boyut kazandırdı. Bilgi teknolojilerindeki gelişmelerin finans sektörü üzerinde yarattığı etki, sermaye akımlarının hızlanmasını kolaylaştırdı. Aynı zamanda bu etki, krizlerin yaygınlaşmasında da hızlandırıcı bir rol oynadı. Dolayısıyla bir ülkede başlayan krizin hızla yayılarak diğer ülkelere sıçraması küreselleşmenin ürettiği doğal -olumsuz- sonuçlardan biri hâline geldi. Bu durumun en bariz örneği 2007 yılının ortalarında ABD'de gayrimenkul sektöründe yaşandı. Burada ortaya çıkan problemler, 2008 yılının sonlarına doğru büyük çaplı bir finansal krize dönüşerek Avrupa ülkeleri başta olmak üzere pek çok ekonomiyi derinden etkiledi. Finans piyasalarından sonra reel sektörü de etkisi altına alan kriz, makroekonomik göstergeleri şiddetli bir biçimde bozdu. Mortgage krizi olarak başlayan kriz, daha sonraları likidite krizine dönüşerek bankaların kendi faaliyetlerini döndürecek finansmanı bulamadıkları, bu nedenle oluşan güven problemi sonucu hiçbir kuruluşun diğer kuruluşlara borç vermediği bir niteliğe büründü. Hâl böyleyken, küresel kriz tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'deki bankacılık sistemini de etkiledi. Bu kitapta, Türkiye'deki -aynı düzenlemelere tabi olan ancak farklı çalışma prensiplerine sahip- mevduat ve katılım bankacılığından oluşan dual bankacılık sisteminin krizden nasıl etkilendiği açıklanmaya çalışılacaktır.
Muhammed Tayyip Okiç Makaleler I'de Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç'in çeşitli dergilerde neşredilmiş Ulûm-u İslâmiyye / Şerî İlimlere (Tefsir, Hadis, Fıkıh, Tasavvuf, İslâm Tarihi, Türk-İslâm Edebiyatı) dair makale ve yazıları yer almaktadır. Ulûm-u İslâmiyye, Kur'an ve Sünnet'in özünden doğmuştur. Bu nedenle Müslüman milletlerin ilmî atılımlarının temel dinamiğidir. Müslüman âlimlerin on dört asır boyunca bu sahalarda gösterdiği muhteşem maharetler, öteki düşünce ve bilim vadilerinin hayranlığını kazanmıştır. Bu ilimlerin modern ilâhiyat fakültelerinde ise oldukça dağınık ve farklı bir serüveni olmuştur. Bugün itibariyle Ulûm-u İslâmiyye ya Müslüman milletlerin bir dinamiği olarak yeniden ihya edilmeyle ya da seküler anlam arayışlarının bilinçli bir zemini olarak kullanılmasının (İslâmî bilginin olabildiğince sekülerleştirilmesinin) ıstıraplarına tâbi tutularak bir çöküşe sürüklenmeyle karşı karşı karşıyadır. Eğer Müslüman şuurunun, aynı zamanda bu ilimlere yönelik oryantalist belirlemeciliğe karşı birincisinden yana tavır koymak gibi bir arzusu varsa, aradığı cevapları ve usulü hiç kuşkusuz Okiç Hocanın manevi mirasında bulabilecektir. Çünkü Okiç Hoca “Çeşitli Dillerde Mevlitler” başlıklı makalesinde de görüleceği gibi, Müslüman milletlerin millî değerlerine ilmî değer yükleyen bir zihniyetle hareket etmektedir. Okiç Hocanın modern bir ilâhiyat fakültesinde anılan ilmî sahalara dair inşacı şahsiyeti, uzun asırlar bu ilimlerin şerefine şeref katmış Türklerin bu ilimleri yeniden bir millet ve ümmet değeri olarak yükseltmesine yönelik hayırhah teşvikini mündemiçtir. Keza, eğer bugün akli ilimlerin ihyası nakli ilimlerden geçiyorsa (veya bunun tersi söz konusuysa), bu iki alanın birbirini yücelttiği kesişme noktalarında bocalayan ilim çevrelerinin, Okiç Hocanın nakli ilimlere dair ilmî çilesini farklı bir bakışla yorumlamasını zorunlu kılmaktadır.
Muhammed Tayyip Okiç Makaleler II'de Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç'in çeşitli dergilerde neşredilmiş, büyük oranda Balkanlardaki İslâm ve Türk mirasına yönelik, uzun ve çetin faaliyetlerin mahsulü olan araştırmaları yer almaktadır. Bu makalelerde Okiç'in 20. yüzyılın önde gelen Balkanologlarından birisi olduğuna, üstelik oldukça dikkatli ve titiz bir tarihçi olduğuna şahit olmak mümkündür. Okiç'in Bogomillere ve Güney-Doğu Asya'da İslâm'ın zuhuruna dair tetkikleri, Osmanlı'nın Balkanlardan peyderpey çekilişi ile beraber ivme kazanan, Balkanlara yönelik Katolik ve Ortodoks tarih yazımına bir meydan okuma kıvamındadır. Diğer bazı çalışmalarında da olduğu gibi Okiç tezlerini, konu hakkında Osmanlı arşivlerini veya Türk defterlerini hummalı bir şekilde devreye sürerek kesinleştirmektedir. Okiç'in bu kitaptaki yazılarının ikinci ayağını Balkanlardaki Osmanlı mirasına yönelik çalışmaları oluşturmaktadır. Bu mirasın, son iki asırda, hatta oldukça yakın bir tarihte nasıl bir işkence ve vandalizme tâbi tutulduğunu nazar-ı itibara aldığımızda, Okiç'in örneğin Gazi Hüsrev Bey'e, külliyesine, camiine veya Belgrad camilerine dair makalelerinin yazıldığı döneme nazaran günümüzde kat be kat daha fazla ehemmiyet arz ettiği aşikârdır. Konu Balkanlardaki modern kül tabakalarının altındaki asli közlerdir. Bu kitaptaki makalelerin üçüncü ayağını Ömer Musiç, Mehmet Begoviç, Mustafa Said Efendi, es-Serahsî ve Hadım (Atîk) Ali Paşa gibi ilim ve irfan ocaklarının mahsulü âlimlere dair Okiç'in çok boyutlu ilgilerini yansıtan yazılar oluşturmaktadır. İstanbul'da bulunan sahabe mezarları, Boşnak edebiyatı, Tunus'taki Manastır şehri mezar kitabeleri vb. makaleleri, ayrıca bir dizi kitap tanıtımı ve önsözler Okiç Hocanın, okura gözyaşı hediye eden parıltıları olarak geri dönmektedir.
Yasin Yiğit İnsanın biyolojik, psikolojik, sosyal ve manevi yönleriyle bir bütün olması, yaşamındaki ihtiyaçlarını ve işlenmesi gereken potansiyellerini çeşitlendirmektedir. Söz konusu ihtiyaçların bir bütün olarak karşılanmaması ve potansiyellerin yeterli oranda ortaya çıkarılıp geliştirilmemesi, insanın yaşamının farklı süreçlerinde yoksunluk hissetmesine ve bocalamasına neden olabilmektedir. Bilhassa manevi ihtiyaçların göz ardı edilmesi ve bireylerde fıtraten var olan maneviyat potansiyelinin ihmal edilmesi, manevi yoksunluğa neden olabilmekte; anlamsız, amaçsız, zorluklar karşısında çaresiz bir hayata sürüklenmeye yol açabilmektedir.
Bugün başta psikoloji ve pedagoji olmak üzere farklı disiplinlerin ortaya koyduğu çalışmalar, salt maddi zenginliğin ve teknolojik imkânlara sahip olmanın birey ve toplumun mutluluğunu teminat altına alamadığını göstermektedir. Bu nedenle insanın psikolojik sağlamlığının ve ruhsal dinginliğinin korunmasına ve geliştirilmesine katkıda bulunduğu düşünülen maneviyat, bilim dünyasında gün geçtikçe daha çok odak noktası hâline gelmektedir.
Bu kitapta; din eğitimi, din psikolojisi, tasavvuf gibi farklı disiplinlerin verilerinden hareketle ve Türk toplumunun köklü geçmişinden ilham alınarak maneviyat eğitiminin gerekliliği, neliği, hedefleri, muhtevası, yöntemi, değerlendirilmesi gibi hususlar inceleme konusu edilmiştir. Kitap, insanın; içindeki manevi gücü keşfetmesi, maneviyatından beslenen moral, motivasyon, cesaret ve azmi sayesinde kendi gayreti ölçüsünde daha kaliteli ve memnuniyet verici bir hayata kapı açabileceğini ortaya koymuştur.
Mehmet Sürmeli Meal Okuma Kılavuzu, Mehmet Sürmeli'nin özgün çalışmalarından biri. Kur'an-ı Kerim meallerinde karşılaşılan anlam sorunlarına yoğunlaşan bir kitap. Bu sorunlara karşılık doğru yorum için ne yapmalı sorusunu cevaplamaya çalışan emek mahsulü ciddi bir eser.
Anlama faaliyetinin en üst seviyede olması ve hayata Kur'an ile anlam verilebilmesi için Kur'an'ın bizzat kendisi Müslümanlara bazı tekliflerde bulunmuştur. Hz. Peygamber'in hayatında tekliflerin temsilini bulmak mümkündür. Bu teklifler çerçevesinde vahye yaklaşılır ise anlama sorunu ortadan kalkar. Kur'an-ı Kerim, kendisini anlama faaliyetinde “tilâvet” kavramına ayrı bir önem vermiştir. Arapçada bir şeyin peşine düşmek ve iz sürmek anlamlarına gelen “telâ” fiilinden türetilen tilâvet; ayetlerin üzerinde dura dura, hayata katarak, ağır ağır ve anlayarak okumanın karşılığıdır. Özellikle Peygamber Efendimizin görevlerini anlatan ayetlerde, “Ayetleri tilâvet eden bir peygamberden” bahsedilmiştir. Bu ifadede, fem-i muhsin sahibi üstadın, ağır ağır ayetleri izah ederek ve hayata vahiyle anlam vererek okumasına işaretler vardır. Vahyin ideal okunuşunda tavsiye edilen tertil, tilâvetin bir türüdür. Elbette bu okuma biçiminde harflerin çıkış yerleri (mehâric-i hurûf) ve tecvidin kuralları da mevcuttur.
Hem Kur'an'da hem de sünnette beyan edildiği veçhile vahyi anlamak için uygun zamanın seçilmesi, gönlün ilâhi hitaba iştiyak duyduğu vaktin kollanıp yakalanması önemlidir. Gönlün istekli olduğu zamanda okunan Kur'an'a, Müslümanlar huşu ile bağlanırlar. İlâhi emir ve nehiyler karşısında anında itaat ederek Allah Teâlâ'ya teslim olurlar. Çünkü huşulu okumak; zihni tefekküre, tedebbüre, tezekküre ve aklı faal hâlde tutmaya açar. Elbette anlamak çok önemli ama kıraat sadece lafız olarak mükellefin zihninde kalacak olursa bu okuma türü “ölü okuma”nın bir başka tezahürüdür. Ölü okumalardan uzak durmak için anlamanın en üst basamağı olan tezekkür; anlaşılanların paylaşılması ve sorunların vahiy eksenli çözüme kavuşturulmasıdır. Unutulmamalı ki Kur'an, kendisiyle hayata anlam verilmek ve insanlığın sorunlarını çözüme kavuşturmak için gelmiştir. Hayata müdahale etmeyen ve sorunlara çözüm bulmayan bir kitap, ayin kitabına ve nağmelere dönüşür. İnanları arasında ideolojilerin varlık alanları kazanmasına zemin hazırlar. Sorunları Vahiy eksenli çözecek olanlar da âlimlerdir. Allah Teâlâ tarafından nazil olan vahiyle insanlığın sorunlarına çözüm ürettikleri için rabbani ulemaya, “tenzil ehli” denilmiştir. Tenzil ehli; vahye yeryüzünde uygulama alanı bulanlardır. Hayatın genişlik alanındaki tüm problemleri vahye göre çözüme kavuşturanlardır. Peygambere vâris olan gerçek âlimlerdir.
Abdullah Yıldız, Ali Osman Ateş, Ali Rafet Özkan, Ayfer Şahin, Hatice Dülber, Hüseyin Kurt, İbrahim Sağlam, Kubilay Kolukırık, Musa Akpınar, Nahide Bozkurt, Nesibe Kantar, Numan Rakipoğlu, Sevil Kestane, Seyfullah Korkmaz, Vesile Şemşek, Yakup Civelek, Zehra Gencel Efe, Zübeyir Aslan Hz. Peygamber'in mesajlarını modern dünyaya taşımak, onu daha iyi tanımayı ve anlamayı sağlar. Nitekim onun getirmiş olduğu vahyin kaynağı her ne kadar Orta Çağ'a dayansa da içerik ve ruh bakımından her çağa hitap edecek niteliktedir. Zira Kur'an-ı Kerim, bütün insanlara ve zamanlara hitap eden bir kitap; Hz. Muhammed (sav.) de evrensel ve tarihüstü rehberliğe sahip bir peygamberdir. Bu nedenle modern dünyada Müslümanların muhataplarına dini tebliğ ederken geçmişte kullanılan davet metotlarının yanı sıra güncel ve çağdaş bilgileri de içeren bir gündemle en doğru bir şekilde aktarmaları önem arz etmektedir. Bu bağlamda ilim çevrelerinin Hz. Peygamber'in bu çağa dönük yüzünü yeniden düşünerek ve güncelleştirerek günümüz insanına ulaştırma sorumluluğu vardır. Bu amaçla ülkemizin farklı üniversitelerinin çeşitli ilim dallarında disiplinlerarası araştırmalar yapan bilim insanları tarafından kaleme alınan bu kitapta; günümüzde Hz. Peygamber algısına, özellikle gençlerinin ilgi duydukları konulara güncel yaklaşımlar sergilenmiştir.
Abdullah Aydın, Ahmet Sait Sıcak, Aziz Belli, Bedri Gencer, Faruk Temel, Harun Bekiroğlu, Necmettin Çalışkan, Rıdvan Demir, Sedat Cereci, Yusuf Okşar Bu çalışmada geçmişin değerlerine sahip çıkmadan kaybettiği mirasın şaşaasıyla övünen, kendine düşeni yapmaksızın gelecek adına kurguladığı ütopyalarla ve beklediği kurtarıcılarla huzur bulan bir zihniyet değil, günün realitesiyle hesaplaşmaya çalışan bunda başarılı olamasa da bu hesaplaşmanın gerekliliğini fark etmiş olan bir anlayış yansıtılmaya gayret edildi.
Bu kitapla okuyucu, moderniteden kapitalizme değişen değer yargılarını, sosyal medyadaki veya kent hayatındaki Müslümanların davranış kalıplarını, modern iletişim teknolojilerinin oluşturduğu sanal hazların zihinlerdeki tahribatını, çağdaş dönemdeki Kur'ân algısı ve dijital ortamdaki din kaynaklı paylaşımların otantikliğini, ahlak eğitiminin yaşama yansımalarının yetersizliğini, aşırılık olgusunun Kur’ân’daki ve günümüz Müslümanlarının hayatındaki radikal oluşumlarının tezahürlerini görmüş böylelikle de geniş bir yelpazede modernleşme sürecindeki Müslümanları konu edinen araştırmaları inceleme imkânı bulmuş olacaktır.
Abdul Azim Islahi Hint coğrafyasının son dönem en önemli İslam âlimlerinden, hukukçu ve tarihçilerinden birisi olan Muhammed Hamidullah; Kur'an'ın çevirisine, hadis edebiyatına, Hz. Peygamberin biyografisine, uluslararası İslam hukukuna, İslam politikalarına ve İslam'ın mirasına dair geniş yelpazede birçok çalışma kaleme almış ve önemli bir başvuru kaynağı olmuştur. Fakat çok az kişi Hamidullah'ın modern İslam iktisadının öncülerinden biri olduğunun hatta disiplinin ismi olan "İslam iktisadı" terimini icat eden kişi olduğunun farkındadır. Bu alandaki birçok ilkler ona aittir: modern dönemde faizsiz finans kurumlarının ilk ve en erken kayıtları, İslâmî sigortanın temeli olarak mütekabiliyetin desteklenmesi, mütekabiliyete dayalı İslâmî finans, uluslararası faizsiz para fonunun kurulmasının teklifi, Müslüman ülkelerin para birliği. Hamidullah'ın İslam iktisadı üzerine yazıları çeyrek asırdan daha fazla bir zaman dilimine ve çeşitli dergilere yayılmıştır. Islahi tarafından düzenlenen bu çalışmanın ilk bölümünde Hamidullah'ın hayatı, İslam iktisadına katkısı ve zekâta dair yaklaşımını ele alan yazılar yazar tarafından kaleme alınmış sonrasında ise İslam iktisadı ile ilgili çeşitli konularda Hamidullah tarafından yazılan on üç makaleye yer verilmiştir.
Abdul Azim Islahi İslam İktisat Düşüncesi Tarihi serisinin beşinci kitabı olan bu çalışma, Islabi'nin erken dönem Müslüman âlimlerin iktisadi görüşleri üzerine yaptığı araştırma serisinin devamı niteliğinde olup, Tunus, Suriye, Yemen ve Mısır bölgelerinden Müslüman âlimlerin iktisat düşüncesini araştırmaktadır. Çalışma için Tunus'tan Hayreddin Paşa ve Muhammed Bayram El-Hâmis, Suriye'den İbn Âbidîn ve Abdurrahman Kevâkibî, Yemen'den Muhammed Alî Şevkânî ve son olarak Mısır'dan Rifâa Tahtâvî, Muhammed Abduh, Ali Paşa Mübârek ve Abdullah Nedîm gibi çeşitli uzmanlık alanlarını temsil eden kişiler seçilmiştir.
Kökleri İslam'ın temel kaynaklarına kadar ulaşsa da İslam iktisadı disiplininin modern gelişimi temelde bir 20. yüzyıl fenomenidir. Bir önceki yüzyıl olan 19. yüzyıl, Arap dünyası ve Batı medeniyeti arasında başlayan etkileşim nedeniyle önceki yüzyıllardan farklı ve ayırt edicidir. Bu manada Islahi'nin 19. yüzyılda yaşamış Müslüman Arap âlimlerin iktisat düşüncelerini incelediği bu çalışması, iktisadi düşünce tarihi alanına yapılmış çok ciddi bir katkıdır. Eser, bu alana ilgi duyan herkesin severek okuyacağı bir içeriğe sahiptir.
Melih Turan Finansal hizmetlerin çeşitlenmesiyle birlikte finansal okuryazarlık önem kazanmaya başlamıştır. Günümüzdeki finansal araçlar hem çoğalmış hem de karmaşıklaşmıştır. Bu araçları öğrenmek ve kullanmak hem zaman hem de bilgi açısından emek istemektedir. Bu duruma İslamî finans açısından bakıldığında ise farklı unsurlar ortaya çıkmaktadır. Bu kitap, bir Müslümanın kazancından harcamasına, yatırımından genel para yönetimine kadar olan süreci İslamî finans bağlamında gözden geçirmektedir. İslamî finansal okuryazarlığa katkı sağlamak amacıyla kaleme alınan bu çalışmada bir Müslümanın İslam’ın ilkeleri ve esasları ışığında günümüz finansal yönetimine uçtan uca ışık tutmaya çalışılmaktadır. Kazanç elde ederken, harcarken, yatırım yaparken ve tüm para yönetimini kapsayan özellikle günümüzde var olan katılım bankacılığı, sermaye piyasası yatırımları, finansal teknolojiler (fintek), kitle fonlama, sigorta, bireysel emeklilik gibi finansal işlemlerde bir Müslümanın yaklaşımının nasıl olabileceği ele alınmaktadır.
İbrahim Özpolat Kitapta, fıkıh literatüründe "şer'an kendisinden faydalanmanın mübah olduğu mal" seklinde tanımlanan mütekavvim mal ele alınmıştır. Bu bakımdan amaç, söz konusu kavramın klasik fıkıhtaki anlamından hareketle modern hukuktaki karşılığına ulaşmak ve modern dönemde ortaya çıkmış yeni bazı meseleleri bu açıdan değerlendirmektir.
Klasik fıkıhta "mütekavvim mal" ifadesine karşılık gelen konu özel bir öneme sahiptir. Bu nedenle, çalışmanın birinci bölümünde mütekavvim mal kavramın klasik fıkıhtaki yeri tespit edilmeye çalışılmış, ikinci bölümünde ise modern hukukta direk olarak kullanımı olmayan bu kavramın klasik fıkıhtaki anlam perspektifinden modern hukuktaki karşılığına ulaşılmaya çalışılmıştır. Çalışmanın üçüncü bölümü sonuç mesabesindedir. Bu bölümde önceki iki bölümde geçen bazı kavram ve meselelerin karşılaştırması yapılıp modern dönemde ortaya çıkmış güncel bazı konuların mezkûr kavram bağlamında klasik fıkıhtaki hükmü ortaya konmaya çalışılmıştır.
Bu kitapta, her bir mezhebin kendisine hoş usulü bulunmasından ötürü karma mezhep anlayışı yerine mezhep içi bilgi geliştirme yolu takip edilmiştir. Bu nedenle, kitapta ele alınan kavramlar Hanefi hukukçularının değerlendirmeleri ışığında ele alınmıştır.

Muhammet Çelik Modern dönemde İslami ilimlerin tümünde ortaya çıkan tecdid düşüncesi, nahiv ilminde de kendini göstermiştir. Aslında tecdid düşüncesi, İslam medeniyetinin yapısında hep var olmuş, onun hayatla bağını sağlamada etkin rol oynamıştır. Ancak modern dönemdeki tecdid düşüncesi, daha öncekilerden farklıydı.
Dilin İslami ilimlerdeki merkezî konumunu bilen herkes, nahivdeki bu tecdid çağrılarının ne denli çalkantılı geçtiğini tahmin edebilir. Sadece İslami ilimlerin dili değil aynı zamanda Arapların doğal dili olan Arapçanın gramer ve dilbilimi, bu çok boyutlu yapısıyla ve ayrıca modern Arap ve İslam dünyasının gerçekliği doğrultusunda yeniden yapılandırılmaya çalışıldı.
İlkin sanıldığı gibi nahivdeki tecdid çabaları sadece dil öğretimine yönelik ıslah girişimlerinden ibaret değildi, onun tecdidine yönelenler aynı zamanda teorik ve pratik yönleriyle onu yeniden inşa etmeye çalıştılar. Nahvin tanım ve sınırlarının yeniden belirlenmesinden yönteminin yenilenmesine ve Batı'da ortaya çıkan dilbilim çalışmalarından istifade ederek Arapçada yeni dilbilim çalışmaları başlatmaya kadar bir dizi çabayı içermişti bu süreç. Nahivdeki yenilenme bir yandan dilbilimde eşsiz çalışmalar ortaya koyan klasik nahvin birikimine yaslanmalı, diğer yandan modern dilbilimsel gelişmelerden istifade etmeliydi.
Arap dili çalışmalarının son zamanlarda belli bir merhale katettiği ülkemizde bu kitap, söz konusu süreci, bu sürecin aktörlerini ve ana teorik temelleriyle nahivdeki tecdid düşüncesinin mahiyetini kavramak isteyen herkese hitap ediyor. Dahası, geçmişte İslami ilimler nasıl nahivsiz düşünülemiyor idiyse günümüzde de İslami ilimlerdeki yeni gelişmelerin nahivdeki yeni gelişmelerden bağımsız olarak düşünülmesi imkânsız gözüküyor.
Mehmet Sürmeli Müslümanların hayat şekli değişti. Bu değişiklik özü de etkiledi. Arabaya binerken “Bismillah” demeyi veya önemli işlerini “Vallahi” diyerek temin etmeyi eksik etmeyenler, hayatlarının genişlik alanı dediğimiz siyasi, iktisadi, hukuki, ailevi, eğitim-öğretim ve ahlâki alanlarında Allah'a hiç yer vermediler. Hz. Nuh'un oğlu bile bulunduğu yerin kıymetini bilemeyerek kurtulamadığına göre bizim gençlerimiz nasıl kurtulacak? Bu soruyu nebevi ulemanın Kur'an-ı Kerim ve Sünnet merkezli itikadi çalışmalarla cevaplaması beklenirdi. Bu sorunun cevabı, İslâmi bir hareketteki “Nereden başlamalıyız” sorusunun da cevabıdır. Böyle ulvi bir görev yapılırken her türlü iletişim vasıtasından istifade edilmesi işleri daha da kolaylaştırırdı. Görev alanını titizce seçmek yerine hocalarımız ve sözde akademisyenlerimiz, eskiden yazılanları tüketmeyi, bilgiyi halkın seviyesine indirmemeyi, tarih içerisindeki itikadi ekollerin çatışmalarını tekrar tekrar gündeme getirmeyi, dinin aklı vahyin önüne koyduğunu, ibadetler yapılmasa da kişinin uhrevi zarara uğramayacağını, İslâm'ın sadece ahlâki bir yönünün bulunduğunu, bununla da “uyumlu vatandaş” yetiştirmeyi amaçladığını, zamanın itikadi, sosyal ve siyasal meşreplerini tevhidî bir değerlendirmeden geçirmemeyi tercih ettiler.
İbrahim Sarıçam, Mehmet Özdemir, Seyfettin Erşahin Avrupa kamuoyunun Hz. Muhammed hakkındaki bilgi kaynaklarının Müslümanlar tarafından bilinmesi önemlidir. Tüm dünyada olduğu gibi Avrupa’da da özellikle 11 Eylül 2001’den sonra genelde İslam ve özelde Hz. Muhammed imajı çok fazla öne çıkmıştır. Bunun için her şeyden önce Hz. Muhammed’e dair çalışmaların ve söz konusu imajın kaynaklarının bilimsel bir metot ve zihniyetle ele alınması, çalışmalarda ciddi olarak neler üzerinde durulduğunun, bilinçli çarpıtmalara yer verilip verilmediğinin tespit ve tahlili gereklidir.
Ülkemizde maalesef bu güne kadar Hz. Muhammed hakkında bu perspektifle hazırlanmış yeterli sayıda çalışma ortaya konmuş değildir. TUBİTAK’ın desteklediği bu proje ile işte bu boşluğun doldurulması, daha doğru bir ifadeyle söz konusu boşluğu doldurma istikametinde akademik bir adımın atılması hedeflenmiştir. Bu çerçevede önce Hz. Muhammed hakkında İngilizce ve Almanca olarak yapılmış çalışmaların tespit, tasvir ve tahlili yapılmış; daha sonra da bu çalışmalardaki peygamber tasavvurunun Batı’ya ve Türkiye’ye yansımaları belirlenmeye çalışılmıştır.
Ebû Zekeriyyâ Yahyâ bin Ömer el-Kinânî el-Endelüsî Fiyatlandırma ve çarşı pazarın düzeni meselesi, bir iktisadi sistemin sağlıklı şekilde işleyip
toplumun refahını temin etmesi noktasında olmazsa olmaz hususlardandır. Nitekim fiyatların stabil ve piyasanın düzenli olması, günümüz ekonomilerinin en önemli hedefleri arasında yer almakta olup ülkeler bu iki hedefi gerçekleştirmek amacıyla çeşitli politikalar uygulamaktadır. Elinizdeki eserde fiyatlandırma, çarşı pazarın işleyişi, bu iki önemli hususu düzenlemeye yönelik olarak kurulmuş hisbe müessesesi ve ilgili diğer meselelere dair İslam'ın getirdiği hükümleri bulacaksınız.
Bu anlamda eser, stabil ve sağlıklı şekilde sürdürülebilen bir ekonominin temin edilmesi noktasında bir rehber niteliğindedir.
Ahmed b. Saîd el-Müceyledî Fiyatlandırma ve çarşı pazarın düzeni meselesi, bir iktisadi sistemin sağlıklı şekilde işleyip toplumun refahını temin etmesi noktasında olmazsa olmaz hususlardandır. Nitekim fiyatların stabil ve piyasanın düzenli olması, günümüz ekonomilerinin en önemli hedefleri arasında yer almakta olup ülkeler bu iki hedefi gerçekleştirmek amacıyla çeşitli politikalar uygulamaktadır. Elinizdeki eserde fiyatlandırma, çarşı pazarın işleyişi, bu iki önemli hususu düzenlemeye yönelik olarak kurulmuş hisbe müessesesi ve ilgili diğer meselelere dair İslam'ın getirdiği hükümleri bulacaksınız.
Bu anlamda eser, stabil ve sağlıklı şekilde sürdürülebilen bir ekonominin temin edilmesi noktasında bir rehber niteliğindedir.
M. Tayyip Okiç - Yusuf Ziya Yörükân Sarı Saltuk Meselesi, Türkiye’de Sarı Saltuk konusundaki öncü metinleri bir araya getiren bir kitap. Ülkemizde Sarı Saltuk konusunda yapılan ilk çalışmalar niteliğindeki bu makaleler gerçek bir beyin fırtınası. Sarı Saltuk ve bir fetva etrafında başlayan tartışma bize büyük bir birikim olarak yansıyor. 1952 ve 1953 yıllarında Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi’nde yayımlanan üç makale özellikle 1990’lı yıllardan sonra yeni bir ivme kazanan Balkanlar’da İslâm mirasına dair literatür açısından oldukça önemli metinlerdir. 1990 sonrası ülkemizde Balkan araştırmaları yeni bir ivme kazanmış, Balkan Savaşları’nın yüzüncü yılına doğru belirli bir birikime ulaşmıştır. Bu makaleler, Balkanlar’da İslâm’ın öncü kimliğini temsil etmesi ve hâlihazırda adına yaptırılan tekke ve türbelerin yoğun ziyaretlere sebep olması dolayısıyla Sarı Saltuk’un efsanevi şahsiyetine ilişkin ileri sürülen tezler bakımından ilmî hüviyeti haiz en önemli metinlerdir. Ülkemizde son dönemlerde Sarı Saltuk üzerine yapılmış bazı çalışmalardan bahsetmek mümkündür, ancak her ikisi de alanlarının erbabı olan Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç ve Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükân’ın kalemlerinden, belirli bir cedelleşme çerçevesinde olsa da Sarı Saltuk meselesini okumak bir bilinç tazelenmesine yol açacaktır.
Aydın Bayram, Bekir Altun, Bilal Kartal, Daniya Shakimanova, Fatiha Bozbaş, H. Merve Çalışkan Başer, Mehmet Çelenk, Mehmet Emin Günel, Meliha Köse, Nizamettin Çelik, Nurullah Çakmaktaş, Osman Dertli, Yakup Uzun Selefilik, İslam düşünce geleneğinin en köklü ekollerinden birisidir. Erken dönem İslam toplumundan günümüze kadar taşınan bu miras, İslam düşüncesinin en muhafazakâr alanı olarak kabul edilmektedir. Hz. Peygamber, sahabe ve tebeu't tâbiîn dönemlerinin uygulamaları etrafında özgün bir epistemoloji inşa eden Selefilik, sınırlı bir zamanı kutsallaştırarak ve mutlak bir örneğe dönüştürerek var olagelmiştir. Selefilik, bu daraltıcı ve indirgemeci metodu sebebiyle kendi dışında kalan kelam, tasavvuf ve felsefe metotlarını reddetmiş ve bunları gayr-i islami bir
bidat olarak görerek onlarla mücadele etmiştir. İslâm kültürünün fetih ve kültürel temaslarla genişlemesiyle beraber Selefilik dar bir havzada seçkin bir grubun, bahusus hadis ulemasının, tutumu olarak devam etmiştir. 18. yüzyılın ikinci yarısında Muhammed b. Abdülvehhâb'ın Suud kabilesinin mali ve askerî desteğiyle Hicaz Yarımadası'nda başlattığı tecdit hareketi modern dönem Selefiliğinin miladı olarak kabul edilir. Petrolün servet değerinin gelişmesiyle beraber modern Suud Krallığı, Selef iliğin en büyük finansörü ve propaganda merkezine dönüşür. Global emperyalizmin Doğu ve İslam dünyasına yönelik siyasetlerinin gelişmesiyle oluşan tepkisel hareketlerin bünyesine Selefi bir neşve almasıyla beraber Cihadi Selefilik birçok yerde görünür hâle gelir. Sovyetlerin Afganistan'ı işgali, 11 Eylül sonrasındaki ABD güdümlü ikinci Afganistan işgali, 1990 Körfez Savaşı, Somali'ye yönelik Batı operasyonları, 2003 Irak işgali ve 2010 yılının sonlarında başlayan ve günümüze kadar devam eden Arap Baharıyla beraber Selefilik ve Selefi örgütler, İslâm dünyasını aşıp global bir siyaset ve krize doğru evrildi.
Fahri KAYADİBİ İslâm sevgi ve barış dinidir. Öncelikle barışın temelini oluşturacak olan sevgiyi emreder. İnsanları, hayvanları, bitkileri ve bütün varlıkları sevmemizi ister. Kâinatı bir sevgi yumağına çevirmemizi hedefler. Bunun için ailede, okulda, iş yerinde ve toplumun bütün katmanlarında sevgiyi arar. Yaratanın ve yaratılmışın sevgisini kalplerimize doldurmamızı ister. Sevgi toplum yapısının harcıdır. Sevgisiz insan çölde susuz kalmış ağaç gibi kurumaya mahkûmdur. Yüreği sevgi dolu olan insan sulanan bakımlı ağaç gibi devamlı yeşil ve meyvelidir.
İslâm'ın kelime anlamı “barış” demektir. Bu nedenle barışın gerektirdiği her türlü şartları koymuştur. Sevgiyi, saygıyı, yardımlaşmayı, dayanışmayı, kardeşliği, birliği ve dirliği hep ön planda tutmuştur. Dünyada yaşayan insanların önce kendileriyle, sonra birbirleriyle ve yaşadığı çevreyle barışık olmalarını istemiştir. Zaten ilahî dinler savaşı değil, barışı emreder.
Adı bile “barış” olan İslâm'ı hiç kimse barış karşıtı gösteremez. Hele İslâm'ı terör ile anmak aklın, mantığın kabul edeceği iş değildir. Bir Müslüman asla terörist olamaz. İslâm'a atılan böyle iftiralar ya kasıtlıdır ya da İslâm'ı bilmemezliktendir.
Müslümanlar, İslâm'ın sevgi ve barış dini olduğunu hem anlatarak hem de yaşayışlarıyla göstermelidirler.
İslâm'ın sevgi ve barış dini olduğunu bu kitapta detaylarıyla bulabileceksiniz.
Abdullah Musab Şahin, Batuhan Ustabulut, Hamdi Çilingir, Hüseyin Önal, Meryem Yetkin, Mücahide Engin, Sümeyye Şimşek Osmanlı İmparatorluğu için 19. yüzyılı "en uzun yüzyıl" yapan unsurlardan biri hiç şüphesiz hukuk alanında yaşanan değişim ve dönüşümlerdir. Bu yüzyıl, diğer birçok alandaki gibi hukukun çeşitli veçhelerinde önemli değişimlere sahne oldu. Daha da önemlisi hukuk bu dönemdeki değişim ve dönüşümlerin hem bir aracı hem de itici bir gücü hâline geldi. 19. yüzyılda hukuk alanında olup biteni anlamak hukukun hem bu değişen yüzünü hem de bir araç olarak değiştirici yüzünü dikkate almakla mümkün olabilir. Bu çalışma, hukukun bu iki yüzünü dikkate alarak son dönem Osmanlı hukuk düşüncesinin belli temel konularını ele alıyor. Birbirinden farklı araştırmacılar Tanzimat'tan Meşrutiyet'e suç ve ceza, II. Meşrutiyet sonrası şer'iye mahkemeleri ve kanun
tadilleri ile medhal-i ilm-i hukuk gibi meselelere dair hayli ilgi çekici tartışmalara yer veriyor.
Aydın Kudat, Ayşegül Yılmaz, Bülent Çelik, Ceyhun Akyol, Ekrem Zahid Boyraz, Emine Enise Yakar, Fatiha Bozbaş, Fatma Şeyma Boydak, Hasan Telli, Mehmet Müftüoğlu, Muhammet Aydoğan, Mücahit Yüksel, Osman Ülkü, Özkan Dayı, Tanju Demir, Yakup Özsaraç, Yasin Yılmaz, Zehra Gözütok Tamdoğan Tarih boyunca dünyanın hiç bir yerinde tam manasıyla çözülemeyen sosyal adaletsizlik, yoksulluk ve gelir dağılımındaki eşitsizlik gibi toplumsal sorunlar, günümüzde de insanlığın gündeminde yer almaktadır.
Ferdin maddi ve manevi hayatının iyileşmesi ile toplumun refah düzeyinin artması anlamında sosyal kalkınma ameliyesi, sadece sosyoekonomik düzeyi değil dinî, dünyevi, maddi, manevi, ferdî, içtimai ve sosyal hayatın bütün unsurlarına yansıyan refah ve felahı içermektedir.
Modern çağın klasik iktisat anlayışı çerçevesinde yapılan tanım ve girişimler, kendine has değerleri, inançları ve dünya görüşü olan her toplum için bunu karşılayamaz.
Yoksullukla mücadele, sürdürülebilir kalkınma, gelir dağılımındaki adalet, zaruri hizmetlere ulaşım, imkân ve kaynakları kullanabilme ve entegrasyon gibi hususlar, sosyal kalkınma adına her toplumda üzerinde durulan önemli konulardır.
İslam medeniyetinde mesele, kendine özgü infak müesseseleri aracılığıyla düzenlenmeye çalışılmaktadır. Bu medeniyete ait olan vakıf kurumlarının, tarihi seyir içerisinde sosyal kalkınmada çok önemli rol oynadıklarına dair birçok örnek vardır. Bir vakıf medeniyeti kuran Osmanlı'nın para vakıfları tecrübesi, bu konuda günümüze ışık tutacak mahiyettedir.
Kalıcılığı temel vasıf edinen vakıf ameliyesinin özünde, devamlılık, sürdürülebilirlik ve üretkenlik vardır. Sadaka-i cariye olan bu ameliye, hem kendi dönemine hem de gelecek nesillere katkı sağlamaktadır.
Yoksullukla mücadele, sürdürülebilir kalkınma ve sosyal refah gibi alanlarda strateji vakıf tecrübesinin sürece katılmasında fayda vardır. Eserin bu bağlamda bir bakış açısı sağlayacağı kanaatindeyiz.
Kübra Bilgin Tiryaki 1281 (1864) senesinde kisve-i tab‘a bürünmüş olan bu eser, 14. yüzyılda Abdurrahmân b. Ahmed b. Abdülgaffâr el-Îcî (v. 756/1355) tarafından yazılan Ahlâk-ı ‘Adudiyye isimli risalenin bir tercüme-şerhidir. Eserin telif edilmesi Müellif Mehmed Emîn İstanbulî’nin insanların ahlâkî bir düşüş yaşadığını müşahede etmesi üzerine o güne kadar Türkçeye tercüme edilmemiş olan Ahlâk-ı ‘Adudiyye’yi tercüme etme fikrinin kendisinde hâsıl olması neticesinde olmuştur. Dört makaleden müteşekkil olan eserin ilk bölümü, ahlâkın teorik bahislerinin ele alındığı “Nazarî Ahlâk” başlığını taşımaktadır. İkinci makalede “Fazîletlerin Korunması ve Kazanılması” başlığı ile ahlâkın pratik meselelerine yer verilmiştir. Eserde, “Ev İdaresi” başlığını taşıyan üçüncü bölüm ile “Şehir Yönetimi” unvanlı dördüncü bölümün yer almasıyla ahlâkın bütün meseleleri ele alınmış; böylece okuyucuya kuşatıcı bilgiler sunulmuştur.
Yunus Emre Aydınbaş İslam iktisadının temel kurum ve meselelerini teorik bir derinlikten ziyade her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir içerikte ele almayı amaçlayan Cep Kitapları dizisinin bu altıncı kitabında; İslam iktisadı araştırmacılarının ilgisine yeterince mazhar olamamış tasarruf meselesi sadece İktisadî açıdan değil içtimai, hukuki, ahlaki ve kültürel açılardan çok yönlü bir bakış açısıyla ele alınmıştır.
Eser, küçük hacmine rağmen tasarruf olgusu üzerinden İslam iktisadı çalışmalarının güncel durumunu gözler önüne sermekte, İslâmî ekonomide tasarruf olgusunun nasıl şekillenebileceği sorusu üzerinden oluşturduğu düşünce kavşağından İslam'ın ekonomi politiğine dair çıktığı mütevazı arayışa okuyucuyu da davet etmektedir.
A. Faruk Güney, A. Kâmil Cihan, Berra Kepekçi, Eşref Altaş, Harun Kuşlu, İbrahim Halil Üçer, İhsan Fazlıoğlu, İlhan Kutluer, Kübra Şenel, M. Ali Koca, M. Zahit Tiryaki, Mehmet Özturan, Ömer Türker, Salih Günaydın, Sami Arslan İslam düşünce geleneği açısından 16. yüzyıl, bir yandan Yenilenme Dönemi'nin yüksek nazarî terkiplerle neticelenen nihai evresini ifade ederken diğer yandan bu terkiplerin yeniden ele alınarak muhasebe edildiği bir sonraki dönemin habercisidir. Bu bağlamda, Taşköprülüzâde, gerçek bir 16. yüzyıl düşünürüdür ve yaşadığı çağın kusursuz bir temsilini verir.
Daha çok bilimler ve bilginler tarihi etrafında yazdığı eserlerle bilinse de Taşköprülüzâde'nin İslam düşünce tarihindeki asıl yeri; bilgi, varlık, dil, ahlak ve siyaset felsefeleri alanında geliştirdiği bütünleyici ve eleştirel düşünceleri üzerinden aydınlatılabilir. Taşköprülüzâde felsefesinin ontolojik ve epistemolojik boyutlarını serimleyen on beş yazıdan oluşan bu kitap, Osmanlı düşüncesinin felsefe-bilim tarihi araştırmaları tarafından büyük ölçüde ihmal edilmiş en önemli isimlerinden birine ışık tutmayı amaçlamaktadır.
Behlul Kanaqi Tayyib Okiç ve Hadisçiliği'nde Balkanlar'da İslâm'ın gelişimi, hadis ilminin yaygınlaşması, Balkanlar'da hadis ilminin tedris edildiği kurumlar ve hadis ilminin tarihsel seyri Dr. Behlul Kanaqi'nin titiz araştırmaları eşliğinde incelenmiştir. “Tayyib Okiç ve Şahsiyeti” başlıklı bölümde Okiç'in Türkiye öncesi tahsil hayatı ve yetiştiği ilmî-kültürel ortam ele alınmış, bilahare Türkiye serüveni tetkik edilmiştir. Kanaqi'nin bu bağlamdaki araştırmaları, tespitleri ve meselelerin köküne inebilecek şekilde belge takipçiliği ve analizi, akademik biyografi yazımı açısından oldukça önemli hatta sıra dışı bir içerik arz etmekte ve bu alanda Türk akademik yazınına da örneklik teşkil etmektedir. Türkiye'nin modern üniversite tecrübesinin ve ilâhiyât tedrisatının ihya, ıslah, tecdit ve atılım gerçekleştirmesi, bu türden akademik biyografilerle mümkündür. Kitabın üçüncü bölümünde Okiç hakkında aile çevresi, Balkanlar'daki ve Türkiye'deki öğrencileri ile yapılmış röportajlar yer almaktadır. “Okiç'in Hadisçiliği” başlıklı dördüncü bölümde, Okiç'in hadis sahasına yaklaşımı, hadis konularını tetkik etme usulü ve bu konulara özünden yaptığı katkılar ele alınmakta, keza bu sahadaki oryantalist literatür hakkındaki kanaati ve bu literatüre yönelttiği eleştiriler tahlil edilmektedir.
M. Tayyip Okiç Ders notları hoca ile öğrenci arasındaki en samimi bağlardan birisidir. Formalitenin ve bilimselliğin getirdiği resmiyet söz konusu olmadığı için öğrenciler bu materyalleri hocalarından manevi bir hatıra olarak arşivlerinde saklamakta, nesilden nesle intikal ettirmektedir. Elinizdeki kitap Türkiye'nin modern ilâhiyat öğretiminde başat rolü olan Bosna-Hersekli âlim Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç'in Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi ve Konya Yüksek İslâm Enstitüsünde verdiği Tefsir ve Hadis lisans derslerinin teksir hâlinde verilmiş notlarından oluşmaktadır. Eser sade bir üslûba sahiptir. Tefsir ve hadisin temel bilgilerine manevi bir değer yükleyen içeriği mündemiçtir. Okuyucuda bu iki alana dair bir sevgi, merak ve gönüllülük ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle bu notların Okiç Hocanın öğrencileri tarafından sistematik bir şekilde yazılan tefsir ve hadis usulü kitaplarının bir zemini olarak kullanıldığı söylenebilir. Tefsir notlarında Kur'an, vahiy, tefsir, sure, ayet, mushaf… gibi kavramların tahlilleri, nüzul sebebi, hurufu mukattaa, kıraat ilmi, Kur'an-musiki ilişkisi, Kur'an'ın güzel sesle okunması, Kur'an'ın yazılma şekilleri, farklı dillerde Kur'an tercümeleri, Kur'an'daki yemin ayetleri, hakikat mecaz ilişkisi gibi konularda Okiç Hocanın engin birikimi ve özgün yaklaşımlarını okuyabilmek mümkündür. Hadis notlarında da aynı şekilde hadislerin tedvini, hadis kritiği, hadislerin tasnifi, hadis rivayeti, hadiste dualar gibi birçok konuda Okiç Hocanın geniş bilgi, yorum ve tahlillerinin inceliklerine şahit olmak mümkündür.
Mustafa Ünver İsrailiyat büyük oranda Yahudi, kısmen de Hıristiyan kaynaklarından nakledilen kıssa, olay, bilgi veya efsane manasına kullanılmaktadır. Kavramın bu geniş anlam alanına modern Batı düşüncesinin yaydığı fesat ve ateistik fikirleri de dahil etmek mümkündür. İsrailiyat haberleri İslâm'a uygun olup olmaması açısından üç kısımda değerlendirilir: 1. İslâm'a uygun olan haberler. Bunların makbul olduğunda şüphe yoktur. 2. Yalan ve İslâm'a aykırı olduğu açık olan haberler ki, bunların kabulü caiz olmadığı gibi rivayeti de caiz değildir. 3. İslâm'a uygun olup olmadığı bilenemeyen haberler. Bu tür haberlerin lehinde veya aleyhinde hiçbir şey söylenmez; ne tasdik, ne tekzip edilirler. Ne var ki israiliyat haberlerine ilişkin mezkûr geleneksel temayül, XIX ve XX. yüzyıllara gelindiğinde kırılmaya uğrar ve bu alana dair neredeyse tüm menkulat mutlak reddi gerektiren kötü ve şer olarak kabul edilir. Bu kırılmada Ahmed Emin, Ebû Reyye, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Emin el-Hûlî ve Aişe Abdurrahman gibi modernist isimlerin etkili olduğu ifade edilebilir. Nitekim bu dönemlerden itibaren ne türden olursa olsun bütün israiliyat haberlerinin reddedilmesi şeklinde bir temayül oluşmuştur. Hatta bu dönem tefsir âlimlerinin büyük çoğunluğu israiliyat haberlerini deyiş yerindeyse yok sayıp reddederek protesto etme hususunda neredeyse ittifak etmişler; kapalı ayetlerin tefsirinde bile bu tür rivayetleri pek kullanmamışlardır. Öte yandan XV-XVI. yüzyıllara ait olan Celâleyn Tefsiri küçük hacmine rağmen israiliyat haberlerini isnat ve tenkit zikretmeksizin nakleden tefsirler grubuna dahildir. Esasında Celâleyn Tefsiri hem dirayet, hem de rivayet tarzına sahip bir Kur'an yorumu olduğundan rivayetlere pozitif değerler açısından bakmakta, israiliyat da dahil her türlü rivayetten istifade etme yönüne gitmektedir. İsrailiyatın İslâm dininin temel esaslarına aykırılık içeren kısmının birtakım zararlı etkilere sahip olduğu gerçeğini makbul ve mahfuz tutmakla birlikte, görebildiğimiz kadarıyla Celâleyn Tefsiri'nde yer alan israiliyat kökenli yorumların kahir ekseriyeti zararlı unsurlar içermemekte, hatta tefsir çabasına bir renk ve anlam zenginliği katmaktadır.
Hüseyin Halil Tefsîru İbn Abbâs (TİA) kime aittir? Senedinin dayandırıldığı İbn Abbâs'a mı, biyografi kaynaklarının işaret ettiği Kelbî'ye mi, aynı içeriği farklı bir başlıkla yayınlayan Dîneverî'ye mi yoksa onu Tenvîru'l-Mikbâs ismiyle İbn Abbâs'a isnat eden Fîrûzâbâdî'ye mi? Ya da onun gerçek ismi nedir? Fîrûzâbâdî'ye nispet edilen Tenvîru'l-Mikbâs min Tefsîri İbn Abbâs mı, Kelbî'ye nispet edilen Tefsîru'l-Kelbî mi yoksa Dîneverî'ye nispet edilen el-Vâdıh fî Tefsîri'l-Kur'ân mı? Bunlardan daha önemli diğer bir soru ise TİA'nın başta Tefsîru'l-Kelbî olmak üzere diğer tefsirlerle ilişkisi nedir ve neden onların ismiyle anılmaktadır? Şimdiye kadar bu soruları cevaplandırmaya yönelik yapılan girişimler maalesef bu çalışmanın sahibini tatmin etmemiştir. Çünkü onların bir kısmı ortadaki karışıklığı gideremediği gibi durumu daha da karmaşık hâle getirmiştir. Diğer bir ifadeyle arşivlerde yer alan nüshaların ve içerdikleri senetlerin sebep olduğu ihtilafın yanı sıra yapılan bazı çalışmalar bu ihtilafı daha da derinleştirmiştir. İşte bu çalışma, TİA ve Tefsîru'l-Kelbî ilişkisi üzerinden, söz konusu meselede oluşan karışıklığı gidermek ve bu soruların cevaplarını arayanlara yol göstermek amacıyla kaleme alınmıştır. Dolayısıyla umarız bu çalışma, bundan sonra aynı konuda araştırma yapacaklar için aydınlatıcı ve tatmin edici olur.
Fatih İbiş Felsefe nedir?
“Ölümü tercih etmek.”
Tasavvuf nedir?
“Ölmeden önce ölmek.”
Peki ya ölmek?
“-olmak, var olmak!”

Asıl soruya gelelim şimdi: Var olmak neydi? Oluş?
Rabbin yüce buyruğuyla “Rabbânîler olun!” (3/79) emrindeki “rabbânîleşmek/rabbâni oluş” keyfiyeti mi? Filozofun yüksek aklıyla “teşebbüh bi'l-ilah” (Tanrı'ya benzemek) veya bazen “teellüh” (tanrısallaşmak) olarak adlandırdığı düşünce, bilgelik ve kendilik patikası mı? Yoksa sûfînin alçak gönlüyle “tahallluk bi ahlakıllah/esmâillâh” (Allah'ın ahlakıyla/isimleriyle ahlaklanmak) veya bazen “fenâ fillah” (Allah'ta yokoluş) dediği marifet, ubûdiyyet, muhabbet ve mahviyyet deryası mı?
Belki biri, belki her biri, belki hiçbiri, belki de hepsi. Ne önemi var, en nihayet tümü de bir buluştan çok öte istemli kaybedişlerden geçen istemsiz ve amansız bir kayboluş değil mi? Yok-oluşun eşlik ettiği sancılı bir süreç olarak sonsuz bir varoluş? Ulu ve özsel bir değişimin, yani dönüşümün ölümcül darbeleri, sadmeleri ya da?
Uzun bir hecedir oluş, kısa heceleri yutan. Silsilevî hecelerdir veya; birbirine ulanmadıkça okunamayan, anlaşılamayan ve dahi yaşanamayan. Kesinlemek zor!
Ölümün ne olduğunu tekil anlamda kesinleyemesem de cevabını kesinleyebildiğim bir sorum var artık elimde: Niçin ölmeli?
Aradığım yitik hazinelerdir sorular ve sorularımda saklıdır benim tüm cevaplarım.
Necat Yılmaz TIBBİ NEBEVİ Kuantum Tıbbına Giriş
PROF. DR. NECAT YILMAZ
Yazar; 1964 Ankara doğumlu tıp profesörü; 200’den fazla makalesine 1200’den fazla atıf alan, ayrıca 4 uluslararası tıp kitabında bölüm yazarlığı olan ve aktüel konularda yayınlanmış onlarca yazıya sahip bir bilim insanıdır. Türk kamuoyuna sağlıklı beslenme konusunda uyarıcı yazıları vardır. Örneğin ilk defa Bisfenol A’nın, biberonlarda kullanılmaması gerektiğini duyurmuştur.
Önümüzde yeni bir çağ var: Kuantum Çağı. Bu çağa hazırlanabilmek var olup olamamakla eş değerde. Hiç şüphesiz Tıbbi Nebevi çağdaş bilim insanı için eşsiz bir kaynaktır. Bu ilk ciltte yazar, temel olarak “Ya Rabbi! Bana eşyanın hakikatini göster…” Hz. Muhammed (sav) duasından ve tasavvuf kaynaklarından yararlanarak kuantum fiziğine ve böylece kuantum tıbbına giriş yapıyor. Çünkü 21. yüzyıl kuantum tıbbı ve kuantum biyoloji çağı olmaya aday. “Eşya”nın hakikatini anlamadan hastalıkları tedavi etmemiz ve hastalıkların nedenlerini tam olarak anlamamız imkânsız. Kitap içinde yer alan bazı bilgilerin bir bilim insanı olan yazarın farklı bakış açısı dışında ilk defa yayınlandığına şahit olacaksınız. Fizik bilimi ile tasavvuf ehlinin sözlerinin yakınlığı sizleri şaşırtacak. Tıbbi Nebevi bir hedef göstermektedir: öncelikle “eşya”nın yani “madde”nin hakikatini öğrenmek! Çünkü neticede evrenin tüm üyeleri, canlı/cansız bir bütünün parçalarıdır. Tüm zamanların Batılı en büyük akıllarından bazıları, bunu ispatlamak için hayatlarını harcamıştır ve şimdi, ulaştıkları sonuçlar, Şark kültürlerinin yüzyıllarca inandığının doğru olduğunu kanıtlamaktadır. Niçin hücrelerimizin kuantum fiziği ile titreştiği gerçeğini benimsemiyoruz? Tıbbi Nebevi’ye bu gözle neden hiç bakmıyoruz? Bu kitapta ölen bir yakınınıza ait bilgilerin nasıl kayıt altında tutulduğunu veya nazarın kuantum fiziğindeki yerini veya koku duyumuzun kuantum biyoloji ile nasıl çalıştığını bulacaksınız. Geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının birçoğunun bilimsel alt yapısını öğrenebileceksiniz. Bütünleştirici tıp neden önemli? Cevabını “Zerre küllün aynasıdır.” diyen Hz. Muhammed (sav) rehberliğinde, yazarın farklı yaklaşımında ve kuantum tıbbında bulacaksınız. Bu kitapta, anlaşılması zor kuantum fiziği hakkında mümkün olan en basit bilimsel yaklaşımlardan birini görebilecek ve söz konusu yaklaşımın tasavvuf ile olan benzerliğine şaşırabileceksiniz. Sonuç olarak ilk cilt size kuantum tıbbına girişi sağlayacak ve yayınlanacak diğer ciltlere temel oluşturabilecektir ve türünün ilk örneği olarak uzun yıllar başucu kitabı olarak kullanılabilecektir.
Saffet Köse İslam iktisadının temel kurum ve meselelerinin ele alındığı kitaplardan oluşan Cep Kitapları dizisinin dördüncü kitabı olan bu eserde, ticaret konusu teorik bir derinlikten ziyade her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir içerikte anlatılmaya çalışılmıştır.
Ticaret, hayatın kaçınılmaz etkinliğidir. Çünkü insanlar, bütün ihtiyaçlarını kendi başlarına karşıla-yabilecekleri imkânlara sahip değildir. Bunun yanında, paranın ayartıcı bir güce sahip olması, insa¬nın zaaflarına yenik düşmesinin de bir gerçek oluşu, ticari hayatta sağlam bir ahlâka ve buna bağlı güçlü bir hukuk sistemine ihtiyaç duyulduğunu gösterir. Hz. Ömer'in (r.a) ticaret fıkhını bilmeyen esnafı meslekten men ettiği bilinmektedir. Zira yapılması gerekenlerin ihmalinden ve kaçınılması gerekenlerin icrasından dünyevi ve uhrevi sorumluluk vardır. Bu kitapta; ticaret ahlâkı ve fıkhı üç bölüm halinde ele alınmaya çalışılmıştır. Birinci bölümde, ticaret ahlâkının öne çıkan ana ilkeleri; ikinci bölümde, ticaret fıkhının esasları; üçüncü bölümde ise iş hayatına dair ana noktalar, İslam'ın ana kaynakları açısından kaydedilmeye çalışılmıştır.
Kitap akıcı ve sade dili ile ticaret konusuna ilgi gösteren her kesimden insanın rahatlıkla okuyup konu ile ilgili temel tartışmalara vakıf olacağı bir eser olması bakımından benzer çalışmalardan ayrılmaktadır.
Ömer Karaoğlu, Mehmet Sarac, Davut Pehlivanlı, Evren Yaşar, Hasan Vergil, Faruk Taşcı 10'uncu Uluslararası İslam ve Ekonomi Sempozyumunun hemen akabinde bilimsel ve sosyal etkinin değerlendirildiği bilim kurulu toplantılarında yapılan istişareler neticesinde "Sürdürülebilir,Adil ve Paylaşımcı Bir Türkiye Ekonomisi Modeli" isimli projenin hayata geçirilmesi İKDER yönetim kurulunca kararlaştırılmıştır. "İktisat tarihi", "iktisadi büyüme ve kalkınma", "finansal piyasalar" ve "sosyal politika" olmak üzere 4 temel alanda uzman ve akademisyenlerden oluşturulan proje ekibi ile 12 ay süreli bir çalışma planı hazırlanarak 2019 yılı Nisan ayında proje çalışmalarına resmî olarak başlanmıştır.
Proje sürecinde hazırlanan metinler, hakemli izleme süreçlerinde bilimsel ve uygulanabilirlik yönleri ile değerlendirilmiş; bununla birlikte 2 Kasım 2019 tarihinde proje konularına vakıf uzman ve akademisyenlerin geniş katılımı ile düzenlenen çalıştayda projenin ilk çıktıları uygulanabilirlik yönünden tartışılmıştır. 7-8 Aralık 2019 tarihinde İKDER tarafından gerçekleştirilen 11 'inci Uluslararası İslam ve Ekonomi Sempozyumunda geniş bir katılımcı kitlesi ile yapılan müzakerelerle güçlendirilmiştir. Proje ekibinde yer alan hocalarımızın gayretleri ve azimleri ile hakem izlemeleri, araştırma süreci, koordinasyon toplantıları, ulusal çalıştay ve uluslararası sempozyum sonrasında 2020 yılı Haziran ayında proje başarı ile tamamlanmıştır. Bu eser, 12 ay süreli "Sürdürülebilir,Adil ve Paylaşımcı Bir Türkiye Ekonomisi Modeli" isimli bu projenin geliştirilmiş bir versiyonudur.
Türkiye'nin iktisadi, finansal ve sosyal refahının tartışıldığı tüm platformlarda eksik kalan ve tüm yönleri ile ele alınmayan temel bir gerçek faizsizlik ilkesidir. Bu kapsamda elinizdeki eser faizsizlik ilkesini merkeze alan bir perspektifle, Türkiye ekonomisinin mevcut durumunu ve güçlü-zayıf yönlerini tespit ederek sürdürülebilir, adil ve paylaşımcı niteliklere haiz bir refah ekonomisi için teorik zemini kuvvetli uygulanabilir öneriler getirmektedir.
Türkiye'nin halis ve üretken bilim insanlarının yetişmesine vesile olan, İKDER manevi kurucusu ve İstanbul Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü hocalarından sayın Prof. Dr.Sabahattin Zaim ve 11 Haziran 2020 tarihinde vefat eden sayın Prof. Dr. Sabri Orman hocama rahmetle ve hürmetle...
Fatih Kazancı Dünya geneline bakıldığında sadece konvansiyonel bankalar değil faizsiz bankalar da uluslararası (dış) ticareti finanse etmektedirler. Konvansiyonel bankalar, ticareti yasal olan her türlü malı veya hizmeti faizli bir şekilde finanse edebilirler. Faizsiz bankalar ise, uluslararası ticareti finanse ederlerken sadece ticareti helâl olan mallara aracılık edebilirler ve uluslararası ticaret yapanlara sadece faizsiz finansman ürünleri ile finansman sağlayabilirler. Elinizdeki bu kitap, faizsiz bankaların çeşitli faizsiz finansman ürünleri ile uluslararası ticaret yapanları hangi faizsiz finansman ürünleri ile destekleyebileceklerine odaklanmıştır. Okuyucu bu kitap sayesinde yakın coğrafyamızda uluslararası ticaretin gelişimini öğrenme, uluslararası ticareti destekleyen faizsiz kuruluşları, faizsiz finansmanda kullanılan sözleşme türlerini ve dünya çapında uygulaması olan güncel faizsiz uluslararası ticaret finansman ürünlerini tanıma imkânına sahip olacaktır.
Ahmet Abay Yazar, genelde İslami ilimler literatüründen, özelde Kur'an'dan hareketle kaleme aldığı bu nitelikli eserinde, ihlas ve inşadın Kur'an öykülerine; adaletten kalbin eylemlerine pek çok konuda düşün hayatımıza önemli bir katkı sunmaktadır.
İlahi vahye muhatap her birey için yaşanmışlıklar büyük öneme sahiptir. Müslüman, deneyimleri bağlamında “model” bir yaşam arzusu taşır. “Vahiy, Yorum ve Hayatı İnşa” adlı bu eser, hemen her Müslümanın yüz yüze gelebileceği sorunlara İslami çözümler sunmayı amaçlamakta ve vahyin yol göstericiliğine odaklanarak günümüz insanının dini doğru anlama ve yaşama çabalarına da ışık tutmaktadır.
Prof. Dr. Murat Kayacan
Hamdi Çilingir Vakıf, özünü İslam’daki sadaka ve infak anlayışından alan, tarihsel süreç içerisinde Müslümanların tecrübeleriyle gelişen ve zenginleşen, hizmet ettiği amaçlarla neredeyse hayatın bütün alanlarını kapsayan çok önemli bir müessesedir. İslam, Müslümanları bir yandan zekât, sadaka-i fıtır, öşür gibi zorunlu sadakalarla (sadaka-i vâcibe) yükümlü tutarken diğer yandan da onları nafile sadakalar (sadaka-i nâfile) konusunda teşvik etmiştir. Bu nafile sadaka türleri arasında vakıf kurumsallık, yaygınlık ve hizmet ettiği amaçlar açısından tarih içinde çok önemli bir gelişim seyri takip etmiştir. Vakıf kuran kimsenin vakfına amaç belirleme hususunda sahip olduğu özgürlük zamanla vakıflarda geniş bir amaç çeşitliliğini ortaya çıkarmıştır. Nitekim bu amaç çeşitliliği tarih çalışmalarında gayet iyi belgelenmiş ve ortaya konmuştur.
Bu kitap, vakıfta amaç konusuna farklı bir açıdan yaklaşmakta, konuyu hukuki çerçevede ele almakta ve vakfın amacına dair teorik bir çerçeve çizmeye çalışmaktadır.
Mehmet Sürmeli “Kur'an okumayan ve hadis yazmayanlara iltifat etmemeyi” tavsiye eden Cüneyd el-Bağdadi öyle bir tasavvuf tanımı yapmıştır ki her Müslüman üzerinde derin derin düşünmelidir. Cüneyd'e göre tasavvuf, “Barışı olmayan bir savaştır.” Tasavvuf, hayatın niteliğine karar vermedir. Daha açık bir ifadeyle hayatı yolcu veya garip gibi anlamlandırmanın adıdır. Gariplerin ve yolcuların Allah'ı bilme ve hayatlarına Allah ile anlam vermelerinin adıdır.
Biz bu çalışmamızda, muradının ne olduğunu bilmeyenlere muratlarını göstermeye çalıştık. Dedik ki terakki; imanda marifet ve yakinle, zihin ve gönül tezkiyesini gerçekleştirmekle, Kur'an'ın anlamının hayata aktarılmasıyla, Sünnetin bütün yönleriyle hayat tarzı edinilmesiyle, Hz. Peygamber'e benzemeden aşk avuntusuna kapılmanın yanlış olduğunu bilmekle, farzlara dört elle sarılıp nafilelerle de Allah'a yaklaşmakla, ibadetleri ihsan hâlinde ifa etmekle, ilmihal bilgisi başta olmak üzere akaid ilmine vukufla, nefsi ihmal etmeden ve cihadın afaki boyutlarını farzıayın bilinciyle eksiksiz yerine getirmekle, Muhammedi ahlâkla donanmakla, kâfir velayetindan nefret edip sağa sola ucuz oy deposu olmamakla, insanlara kulluk etmemekle, tüketim duygusunu Sünnetle terbiye etmekle, hakkı söylemekten korkmamakla, emanetleri ehline vermekle, vahyi hayata hâkim kılmayı en büyük zikir bilmekle, kendini haramlardan korumakla, mahlukata şefkat göstermekle, mekruhlardan uzaklaşıp mubahları bile kılı kırk yararcasına incelemekle, ölümü düşünüp ibret almakla, kredi kartlarını kırıp faiz şüphesi olan her şeyi terk etmekle, aile fertlerine sevgiyle davranmakla, mürşidin sadece öğretmen olduğunu bilip istikametten sapma olduğunda hesap sormakla ve her hak sahibine hakkını vermekle gerçekleşir.
HAMMÂMÎZÂDE Bilindiği gibi Allahu Teâlâ; Yâsîn, Mülk, Rahman gibi bazı sure ve ayetlerle, insanların ve Müslümanların dikkatini çekmiş, onları uyarmıştır. Bilhassa Yâsîn-i Şerîf, halkımızın sevap kazanmak niyetiyle, okumaya çok rağbet ettiği ve bu sebeple, Kur'ân-ı Kerîm'den müstakil olarak defalarca basılan ve basılmaya devam eden bir suredir. Ancak merhum Hammâmîzâde'ye ait bu eserin müstesna özelliklerinin okurken farkına varacaksınız. Yerine ve duruma göre, ayetlerin iniş sebeplerine yer verildiği gibi, Arap dili ve edebiyatına kuralları doğrultusunda açıklamalar, dipnotlarda yapılmıştır. Dolayısıyla bu eserin, ilahiyat tahsili yapanların kaynak kitap olarak yararlanabilecekleri akademik bir kitap olma niteliği taşıdığını da özellikle vurgulamak isterim.