Tarih \ 1-4
Hatice Çiğdem Zağra Öz Son zamanlarda küresel ölçekteki felaketler, insanların korkularını, savunma ve barınma güdülerini tetiklemektedir. Yapısal anlamda çözümlerden biri, tarihî süreçteki yapı malzeme ve yöntemlerine günümüz teknolojisini de dâhil ederek uzun zaman güvenle yaşanabilecek yapılara dönüştürmek olabilir.
Bugün şehrin dışında kaderine terk edilmiş ve günden güne yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan tabyalar, aylarca süren savaşlarda direnişin en önemli mekânsal kahramanları olmuş, askerlerin güvenliğinde kritik bir rol oynamıştır. Mimarlık tarihi açısından özel olarak değerlendirilmesi gereken, toprak altında oluşturulmuş, strüktürleri ve formları açısından farklılık gösteren bu yapıların belgelendirilip gelecek nesillere aktarılması, bir dönemin teknolojisinin yansıması olarak büyük önem taşımaktadır.
Bu kitapta, Rönesans sonrası silah teknolojisini ve buna paralel gelişen tahkim sistemlerini, 19. yüzyıl savaşlarının yönünü belirleyen tahkim yapılarının mimari gelişimini ve Edirne kenti özelindeki 19. yüzyıl savunma yapılarının detaylı analizlerini bulacaksınız.
Vecihi Sefa Fuat Hekimoğlu Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsızlığına kavuşmuş olan Kazakistan, 2.724.900 km2'lik yüz ölçümü ile bağımsız Türk devletleri arasında en büyük topraklara sahip olan cumhuriyettir. Kazak Türklerinin bağımsızlığa giden yolu çok zorlu mücadeleler neticesinde gerçekleşmiştir.
15. asırda tarih sahnesine çıkışlarının ardından sürekli olarak varlık mücadelesi vermek zorunda kalan Kazak halkı, asırlar boyunca büyük felaketler geçirmiştir. Kalmuk ve Cungar akınları sebebiyle büyük katliam yaşanan Kazak bozkırları, kendi iç birliğini sağlayamadığı için Rusya’nın himayesine girmek zorunda kalmıştır. Ancak bu himaye yüz yıl içinde tüm Kazak ülkesinin Çarlık Rusya orduları tarafından işgali ile sonuçlanmıştı. Bağımsızlık ve egemenliğini canından aziz bilen Kazak Türkleri bu esareti asla kabullenmemiş ve iki asır boyunca 300'den fazla ayaklanma çıkarmıştı. Bu isyanlar, ağır ateşli silahlarla teçhiz edilmiş Rus orduları tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştır. 18. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına ve Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar devam eden bu ayaklanmalar, Kazak Türklerinin, içindeki bağımsızlık ruhunu canlı tutmakla birlikte binlerce insanını kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. Bolşevik Devriminden sonra Çarlık idaresine son verilmesi ve Sovyet yönetiminin kurulması da Kazakların kaderinde bir değişiklik meydan getirmemişti. 20. asrın 20'li ve 30'lu yıllarında yaşanan açlık felaketleri milyonlarca Kazak Türkünün hayatını kaybetmesiyle neticelenmişti. Tarih boyunca dünya sahnesinden birçok ulus yaşadıkları felaketlere bağlı olarak silinerek yok olmuştur. Ancak Kazak Türkleri yüzyıllarca yaşanan bunca felakete dayanabilmiş ve 21. asırda bağımsız dünyadaki yerini almıştır.
Bu eserde 18. ve 19. asırlarda Kazak Türklerinin Moğol istilalarına karşı mücadeleleri, Rusya'nın Kazak Bozkırlarını işgali ve ardından Rus egemenliğine karşı Kazak halkının gerçekleştirmiş olduğu ayaklanmalar hakkında bilgiler verilmektedir.
Abdullah Çakmak Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerce kutsal kabul edilen Kudüs şehri, M.Ö. 4000'li yıllara kadar uzanan kadim bir tarihe sahiptir. Bu dinlere mensup devletlerin Kudüs'teki farklı dönemlere ait hâkimiyetleri, şehirde üç dine ait kutsal mekânların oluşmasına zemin hazırlamıştır.
1517'de Osmanlı hâkimiyetine giren Kudüs'te devlet tarafından gerçekleştirilen çeşitli imar faaliyetleri şehrin yaşam kalitesini yükseltmiştir. 1917'ye kadar süren bu hâkimiyet süreci içerisinde Kudüs için kırılma noktalarından biri Fransızların 1798 Mısır işgaliyle başlayan ve 1841'de Kavalalı Mehmed Ali Paşa isyanının sonlandırılmasına dek devam eden süreçtir. Vehhabi ve Yunan isyanları gibi devletin farklı bölgelerindeki sıkıntıların bu zaman diliminde ortaya çıkması, farklı milletleri bir arada barındırmasından dolayı Kudüs’ün bu olaylardan, dolaylı yoldan etkilenmesine sebep olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin 1798-1841 yılları arasında Kudüs'te uyguladığı siyaseti konu edinen bu çalışmada; yaşanan siyasi olaylar ve idari değişiklikler, devletin Müslümanlara yaklaşımında öne çıkan faaliyetler, devletin gayrimüslimlere tanıdığı haklar ve halkın devletle olan irtibat yolları incelenmiştir.
Büşra Karataşer 1914-1923 Arası İstanbul'un İaşesi ve İhtikâr Sorunu isimli çalışma,1914-1923 dönemi İstanbul'un iaşesi ve ihtikâr sorununun arşiv kaynaklarına dayalı bir incelemesidir. İaşe sorunu insanlık için her zaman önemli bir konu olmuştur. Özellikle savaş dönemlerinde iaşe sorununu çözmek en önemli konulardan birini teşkil etmiştir.
Bu çalışmada; iaşe sorunu, ihtikâr meselesi ve geçim sıkıntısının Birinci Dünya Savaşı’nda ve Mütareke Dönemi'nde ülke halkını nasıl etkilediği ve bu sorunlara karşı alınan önlemleri üç bölüm hâlinde incelenirken Başbakanlık Osmanlı Arşivi kaynaklarından ve dönem gazetelerinden derinlikli olarak faydalanılmıştır.
Hüseyin Fidan Yöneticilerin, yönettikleri topluma daha iyi hizmet verebilmek için tarihin her devrinde ülkelerinde yaşayan ileri görüşlü, bilgili, deneyimli kişilerden yararlandıkları bir gerçektir. Bu yararlanmayı gerçekleştirmek için de kimi zaman kurallı kimi zaman kuralsız kimi zaman sık kimi zaman seyrek toplantılar yapmışlardır. Meclis geleneği Türk devlet geleneğine de yabancı değildir. Orta Asya Türk Devletlerinde hükümdarın yanında bulunan ve çeşitli ülke sorunlarının görüşülüp önemli kararların alınmasına yardımcı olan Meclisler olmuştur.
Bu çalışmada; Osmanlı Döneminde başlayan parlamento yolculuğuna kısaca değinilmiş, daha sonra Cumhuriyet dönemine ait Cumhurbaşkanları, Meclis Başkanları, Başbakanlar, Partiler, Hükümetler, Koalisyonlar vb. birçok bilgiye yorumsuz olarak yer verilmiştir.
Türk siyasi tarihine meraklı yurttaşlarımız ile siyasal bilgiler alanında eğitim alan gençlerimiz için kaynak kitap niteliğini taşıyan bu çalışmanın tüm okurlarımıza faydalı olacağını ümit ediyorum...
Abdürreşit Celil Karluk, Ahmet Bülbül, Ahmet Gedik, Ahmet Sapmaz, Alimcan İnayet, Altay Atlı, Arzu Al, Aslıhan Genç, Aybüke Serttaş, Bayram Öztürk, Burulkan Abdibaitova Pala, Can Donduran, Can Kalkavan, Ebru İlter Akarçay, Efe Can Gürcan, Emre Kartal, Ensar Küçükaltan, Erdal Ayık, Erhan Büyükakıncı, Esra Bayhantopçu, Esra Hatipoğlu, Fahri Erenel, Ferdi Güçyetmez, Gamze Helvacıköylü, Giray Saynur Derman, Gonca Oğuz Gök, Gökhan Koçer, Gülnora Saidakhmedova, Gürsel Tokmakoğlu, Hanefi Yazıcı, Hasan Hakses, Haydar Çakmak, Hayri Kaya, Iraz Haspolat Kaya, İrfan Kaya Ülger, İsmail Ermağan, M. Cem Oğultürk, Mehmet Fatih Argın, Melik Ertuğrul, Meral Balcı, Mesut Hakkı Caşın, Meysune Yaşar, Murat Yorulmaz, Mustafa Ateş, Mustafa Çakır, Müge Yüce, Nur Çetin, Nurşin Ateşoğlu Güney, Oktay Küçükdeğirmenci, Onur Gönülal, Onur Limon, Ozan Örmeci, Öner Akgül, Övgü Kalkan Küçüksolak, S. Gülden Ayman, Salih Yılmaz, Sami Ullah, Savaş Biçer, Serdar Yılmaz, Sezai Özçelik, Sezin Ünal Miçooğulları, Sina Kısacık, Suat Eren Özyiğit, Taner Yıldız, Tolga Bilener, Tolga Sakman, Türkan Melis Parlak, Vişne Korkmaz, Yaşar Onay, Yılmaz Yurtseven, Yunus Ertuğrul Bal, Yusuf Yıldırım Çin; hem kendine özgü medeniyeti, dünya algısıyla hem sahip olduğu askerî, ticari, ekonomik, demografik gücüyle dünya siyasetine yön veren aktörler arasında yer alabilecek bir profil çizerek tüm dünyanın dikkatini üzerine çekmektedir.
Tarihî İpek Yolu ile dünya ticaret ve ekonomisinde yüzyıllar boyunca etkisini gösteren Çin'in, günümüzde de bu güzergâhı Tek Kuşak Tek Yol Girişimi ile canlandırıp küresel sermaye üzerinde alternatif pazarlar oluşturmak istemesi kimi siyasi aktörler üzerinde tedirginlik kimileri içinse memnuniyet yaratmaktadır. Dünyanın ikinci büyük ekonomisine sahip Çin'in gerçekleştirdiği kültürel devrim ve ekonomik girişimlerle dünya siyaset ve ekonomisinde adından sıkça söz ettireceği, potansiyelini daha da artıracağı tahmin edilmektedir.
21. Yüzyılda Bütün Boyutlarıyla Çin Halk Cumhuriyeti isimli bu kitap; Çin'in potansiyelini tarih, eğitim, kültür, ticaret, askeriye ve birçok alanda farklı bakış açılarıyla incelemektedir. Bu nitelikleriyle kitabın uluslararası siyaset alanında köşe taşı hatta mihenk taşı olacağı umulmaktadır.
Anar Somuncuoğlu, Ayşe Çolpan Yaldız, Çınar Özen, Erel Tellal, Erkin Ekrem, Fırat Yaldız, Hatice Yazgan, Işık Kuşçu Bonnenfant, Mustafa Aydın, Sabir Askeroğlu Bağımsızlıklarının 30. Yılında Türk Cumhuriyetleri kitap serisi, alanında uzman yazarların değerli emekleri sonucunda ortaya çıktı. Üç kitaplık bu seride Türk Cumhuriyetleri’nin 30 yıllık yolculuğu, devletler üzerinden değil konular üzerinden, tematik ve bütüncül olarak çözümlendi. Nitekim Türkiye’de ve Türkçede, Türk Cumhuriyetleri’nin zamansal ve mekânsal bağlam üzerinden ulusal, bölgesel ve küresel ölçekte incelenmesine gereksinim vardı. Ulusal Politika başlıklı, Bağımsızlıklarının 30. Yılında Türk Cumhuriyetleri kitap serisinin bu ilk kitabında; “Ulusal Kimlikler ve Toplumsal Yapı”, “Türk Cumhuriyetleri’nin Geçiş, Değişim ve Dönüşüm Süreçlerini Anlamak ve Açıklamak”, “Türk Cumhuriyetleri’nin Makro İktisadi Yapısı ve Sektörel Analizi”, “Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri İlişkilerinde Geçmişten Günümüze Göç”, “Türk Cumhuriyetleri’nde Din”, “Türk Cumhuriyetleri’nde Medya”, “Türk Cumhuriyetleri’nde Turizm” bölümleri yer alıyor. Kitabın Giriş ve Sonuç bölümleri ile Ulusal Politika bütüncül bir çerçeveye kavuşuyor.
Bağımsızlıklarının 30. Yılında Türk Cumhuriyetleri kitap serisinin, Türk Cumhuriyetleri'ne yönelik yazına güncel bir katkı olması… Genç araştırmacılarda merak ve heyecan uyandırması, yeni çalışmalara özendirmesi… Türk Cumhuriyetleri'nin geleceğine, küresel sistemdeki rolüne, 50. yılına, 100. yılına katkı sağlaması umuduyla…
Murat Özden Uluç 48. Alay, yeniden yapılanan Makedonya Vardar Ordusu bünyesinde kurulduğu 1912 yılından Hatay’ın ana vatana katılışına kadar kahramanca savaşmış bir Türk Birliği’dir. Özellikle 1912-1921 yılları arasında katıldığı savaşlarda âdeta Türk tarihinin akışını değiştiren başarılara imza atmıştır. Makedonya Cephesi’nde kazanılan son savaş olan Soroviç Zaferi’nde, Çanakkale’de Anafartalar, Conk Bayırı ve Kanlısırt cephelerinde Anzak birliklerinin püskürtülmesinde, Filistin Cephesi I. ve II. Gazze Muharebelerinde Büyük Britanya Ordusu’na karşı kazanılan başarılarda büyük rol oynamıştır.
III. Gazze Muharebesi’nde askerlerinin büyük bir bölümünün İngiliz Ordusu’na esir düşmesinden sonra lağvedilen 48. Alay, Millî Mücadele döneminde TBMM Merkez Ordusu’na bağlı olarak yeniden kurulmuştur. Sakarya Meydan Muharebesi’nde cepheye gelişleri Başkumandan Mustafa Kemal Paşa tarafından sevinç ve teşekkür telgrafıyla kutlanan birliklerimizdendir. Bu kahraman alayımız Sakarya Meydan Muharebesi’nin en kritik noktalarından biri olan Beylikköprü-Beştepeler savunma hattında, Alayın neredeyse tamamen yok olması pahasına gösterdikleri direnişle savaşın kaderini değiştirmiştir. 48. Alay aynı zamanda Hatay’ın ana vatana katılışında yıllar sonra Hatay’a giren ilk Türk Birliği olma şerefine erişen kahraman askerlerin alayıdır ve kazandığı tüm bu zaferler sonucunda sancağına takılan madalyalarla Türk tarihinde millî cesaretin ve direnişin de sembolü hâline gelmiştir.
İ. Ersan Bengisu Türkiye siyasi tarihi, bir anlamda ordunun sivil siyaset üzerindeki etkisi ve müdahalelerinin tarihidir. Bu durum, modern dönem Osmanlı'dan itibaren ordunun modernleşme çabamızın baş aktörü olması ve sonra bunu kurtarıcı-kurucu rolü ile birleştirerek Cumhuriyet Dönemi'ne de aktarması nedeni ile sık sık sivil siyasete müdahalesi şeklinde tezahür etmektedir. Gerçekleşen iki müdahale haricinde gerçekleştirilmeye çalışılan ancak sonuca ulaşmamış girişimler de mevcuttur. Bu kitabın odak noktasını teşkil eden 9 Mart 1971 darbe girişimi de bunlar içinde yer alır.
Siyaset bilimi literatüründe askerî müdahaleler, sivil-asker ilişkileri bağlamında incelenir. Çalışmamızda hem dünyada hem Türkiye'de sivil-asker ilişkileri literatürü hakkında üretilmiş eserler ve görüşler incelenmiş, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e tarihsel bir bakışla askerî müdahaleler aktarılmıştır. Ayrıca 9 Mart 1971 girişimini hazırlayan faktörlerin genel bir algısını yaratmak adına uluslararası konjonktür ve 1960'lar Türkiye'sinin genel siyasi yapısı anlatılmış, 9 Mart girişiminin ideolojik altyapısını oluşturan temel tezler, bu tezlerin Türkiye'de uygulanma pratiğini geliştiren hareketler ve darbe girişimi içindeki fiilî aktörler olan örgütlenmeler incelenmiştir.
Çalışmamızın amacı; konu ile ilgili yapılan tüm çalışmalarda eksikliği hissedilen 9 Mart 1971 darbe girişiminin ideolojik ve sosyoekonomik analizini yapmak, bunu yaparken de girişimin bize göre kendinden önceki ve sonraki müdahalelerden “ayrıksı” olma nedenlerini ortaya koymak ve literatürde genel olarak çeşitli çalışmaların içerisinde bir alt bölüm olarak incelenmeye çalışılmış bu konu hakkında detaylı bir çalışma yapmaktır.
Hakan Yıldız Thanks to this diary written by a janissary clerk about 1711 Pruth Campaign, it is a probability that we have the opportunity to know better than the historian of the period.
While setting off the final campaign as a janissary who served for 55 years, the Janissary Clerk Hasan embraced the paper and quill to create a witness for the history, not only as a part of his job.
He recorded the campaign starting from the announcement of the war and to the thorough political evaluation of the period in an international scale: The campaign march, arrival at the battle zone, accommodation, battles, influx of serdengeçtis, desertion of soldiers, chasing off the enemy and signing a peace treaty…
Having mentioned about those who had neglected and disregarded their duties and obligations and were sentenced after the war and about the diplomacy processes with Russia, the Janissary Clerk Hasan puts an end to his words by expressing that: “I would like those who has the knowledge and read this diary to remember me with blessings, and to complete the deficiencies in my words and correct and cover up my mistakes.”

The Janissary Clerk Hasan was born as a son of a father who had also served as a janissary and followed the path of his father. He became a janissary in 1656-1657 and was promoted to the position of janissary clerk after having participated in Kamenice Campaign in 1672 and Uman Campaign in 1674. He was appointed to Crete in 1682 and served in various provinces of the island for 12 years. Between the years of 1694 and 1697, he served in Lesbos and between the years of 1697 and 1704 in Euboea. He was promoted to the office of Janissary Clerk in Istanbul in 1704. He participated in Pruth Campaign in 1711 despite of his grand old age and wrote about his campaign memories constituting this book.
Tuna Kaan Taştan Portekizliler, Hindistan'a ilk defa ayak bastıktan çok kısa bir süre sonra bir Türk devleti olan Adilşahlar Devleti ile karşılaştılar. Bu devlet ile ilişkileri, Hindistan maceralarının sonuna kadar Portekizlilerin bu topraklardaki politikaları için belirleyici unsur olacaktı. Adilşahlar Devleti’nin kurucusu Yusuf Adil Han, Hindistan İslam kaynaklarında Osmanlı sultanı II. Murat'ın oğlu, dolayısıyla Fatih Sultan Mehmet'in de kardeşi olarak geçmektedir. Yusuf Adil Han’ın Edirne Sarayı’ndan İran'a, oradan da Hindistan'a gidişi, destansı bir hikâye ile anlatılmaktadır. Osmanlı kaynakları ise bu konuda net bir açıklama içermemektedir. Yalnızca A. de Lamartine'in, Osmanlı tarihi kitabında yer alan II. Murat'ın ölümünden sonra II. Mehmet'in tahta geçişinin ardından kardeşlerinden birini boğdurması olayı, Hindistan İslam kaynaklarında verilen bilgiler ile örtüşmektedir. Firişte tarafından Yusuf Adil Han'ın 1510 yılında öldüğünde 70'li yaşlarda olduğunun ifade edilmesi de kronolojik olarak boğdurulan bu şehzadenin yaşını Yusuf Adil Han ile yakın kılmaktadır. Dönemin ve sonraki yüzyılların Portekizli tarihçileri de Yusuf Adil Han'ın Osmanlı soyundan olduğu iddiasını ya desteklemiş ya da en azından bu iddiadan bahsetmişlerdir. Bu kitapta, Hindistan'da kurulan bir Türk devletinin kurucusunun hayatı ve bu devletin ilk yüzyılı irdelenirken aynı zamanda modern sömürgeciliği başlattığı kabul edilen Portekizlilerin Hindistan’da bir denizaşırı imparatorluk kurma süreci anlatılmıştır.
Tamara Talbot Rice Türkiye'de de Mehmet Fuat Köprülü ve öğrencileri DTCF'de 1940'lı yıllarda başlattıkları lisansüstü çalışmalarıyla Anadolu'daki Türk varlığı ve Selçuklu tarihi üzerine ciddi yayınlar yapmışlardır. Türk tarih tezini ilk olarak Selçuklu tarihi üzerinden savunmuşlardır. Onlara göre Türk tarihçiliğinin anahtarı Selçuklulardır. Bu yönden başlangıçtan günümüze kadarki büyük süreci Selçukluları bir mihenk taşı olarak görmek gerektiğini savundular ve başarılı da oldular. Osman Turan, Mehmet Altay Köymen gibi tarihçiler uluslararası düzeyde kabul edilen bir başarı yakaladılar. Bu pencereden bakıldığında Tamara Talbot Rice'ın bu eseri, Selçuklu tarihine yönelik yeni bir ivme noktasıdır. Eser Batı tarihçiliği geleneği ve metodolojisi çerçevesinde iyi bir hazırlık neticesinde ve konuya hâkim bir noktadan hazırlanmıştır. Öncelikle Selçukluların kim olduğu, nereden geldikleri, tarihsel süreçleri, Anadolu'da niçin bulundukları ve mücadeleleri nesnel bir gözle ele alınıp değerlendirilmiştir. Bunların dışında Talbot Rice, birçok Batılı araştırmacıda görülen temel ön yargılardan uzak, komplekssiz bir biçimde Selçukluları bir uygarlık projesi olarak ele almıştır. Bu uygarlığı oluşturan parçaları sanat, edebiyat günlük hayat, kurumsal hayat, mimari, endüstri ve eğitim anlayışını dönemine göre oldukça ileri bir teknik ve yaklaşım ile değerlendirmiş ve bana göre müthiş bir başarı yakalamıştır. Bu açıdan baktığımızda eser gerçekten okumaya değerdir.
Nuri Yavuz Anadolu beyliklerinin, beylik ettikleri bölgelerde nasıl ortaya çıkmış olduklarını ve ne gibi faaliyetlerde bulunduklarını bu eserde görebileceksiniz.
Selçukluların Anadolu'yu fethettikleri sırada ve daha sonra Sultan Melikşah zamanında ve Cengiz Han'ın istilasını müteakip Anadolu'ya çeşitli tarihlerde yerleşen Oğuz yani Türkmen boylarının bir kısmı görülen lüzum üzerine Bizans ve Çukurova sınırlarına yerleştirilmişlerdir. Bu boylar uçlarda muhafız olarak Anadolu Selçuklularının batı ve Çukurova sınırlarını emniyet altına almışlardır. Anadolu Selçuklu Devleti'nin 1243 Kösedağ mağlubiyetinden sonra, Anadolu Selçuklu Devleti ani bir zaafa uğramış ve İlhanlılara vergi vermeye mecbur kalmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti'nin bağımsızlığını kaybetmesi, uçta bulunan ve özellikle sınırlara yerleştirilmiş olan bazı Türkmen beyleri Anadolu idaresinin gerçekte Moğolların Anadolu valilerine geçtiğini ve Selçuklu sultanlarının gözden düştüklerini görmeleri üzerine yavaş yavaş devletleriyle münasebetlerini kesmeye başladılar.
Bu beylikler Germiyanoğulları, Eşrefoğulları, Hamidoğulları ve Menteşeoğulları beylikleridir. Çukurova'daki (Kilikya) küçük Ermeni Krallığı sınırına iskân edilen Karamanoğulları da buraları Ermenilere karşı savunmuştur. Kuzey Anadolu'da isimleri beyliklerine alem olan Süleyman Pervane ve Şemseddin Yaman Candar'ın beylikleri hizmetlerine karşılık Selçuklular ve İlhanlılar tarafından malikane tarzında kendilerine verilen yerlerde yani Sinop ve Kastamonu çevresinde kurulmuş ve faaliyet göstermişlerdir.
İlk zamanlarda Germiyan Beyliği'ne bağlı iken sonradan bağımsız olan ve Bizanslılardan Batı Anadolu'yu alarak beylik kuran Aydınoğulları, Saruhanoğulları ve Karesioğulları küçük fakat mevki ve durumları siyasetteki rolleri itibariyle önemli olan beyliklerdir.
Orta Anadolu'daki Eretna Beyliği ise İlhanlıların Anadolu'daki valiliğinin İlhanlılardan sonra bir devlet şeklinde ortaya çıkmasıdır. Doğu Anadolu'da XIV. yüzyıl sonlarında varlıklarını hissettiren Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleri de Timurluların istilasını müteakip, İran, Horasan, Irak-ı Arap, Irak-ı Acem ile Azerbaycan ve Anadolu'da birbiri ardına muazzam iki imparatorluk kuran Oğuz boylarıdır. Güneydoğu Anadolu'da XIV. yüzyıl ortalarında meydana çıkan Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları beylik kurmak suretiyle Kuzey Suriye'ye hâkim olan ve faaliyet gösteren iki Türk beyliğidir.
Hadi Belge Mora İsyanı, başlangıçta Rumların devlet kademelerinden hızla tasfiye edilmelerine neden olsa da Osmanlı idaresindeki Rum varlığını tamamen sonlandırmamıştır. Zira zaman içinde lisan becerilerine ve diplomasideki deneyimlerine ihtiyaç duyulan bazı güvenilir Rum ailelerin devlet hizmetine geri dönüşlerine imkân sağlayan uygun koşullar oluşmuştur. Aralarında Aristarkilerin de bulunduğu ve çok sınırlı sayıda Rum ailesinin kendileri için aralanan kapıdan girme fırsatı bulduğu bu çok özel dönem, araştırmacılar tarafından Yeni Fener Dönemi (Neo phanariot) olarak adlandırılmıştır. Böylece Fenerliler yalnızca kariyerleri ya da aileleri için yeni bir fırsat yakalamakla kalmamışlar, aynı zamanda Rum toplumuna önderlik etmeleri için de ikinci bir şans elde etmişlerdir. Yeni Fenerliler, isyan nedeniyle Rumların sabıkalı bir millet olarak algılandığı bir devirde sorumluluk üstlenecekler ve Osmanlı bürokrasisinde yeniden kökleşmeyi deneyeceklerdir. Diğer taraftan uluslaşma ve modernleşme çağında ideolojik kurguları, ulusal benlikleri ve Osmanlılık kimlikleri arasında çelişen duygular ve çetin açmazlar içeren birçok durumla yüzleşmek zorunda kalacaklardır. Yeni Fener döneminin en öne çıkan ailelerinden biri olan Aristarkiler; valileri, elçileri, tercümanları, logofetleri, imparatorluğun kaderinin tayin edildiği kurul ve komisyonlarda ve Ayan Meclisi'nde görev yapmış üyeleri ile üç kuşak boyunca Osmanlı bürokrasisine hizmet etmişlerdir. Dolayısıyla Aristarkiler üzerinde yapılan inceleme, ailenin tarihini ortaya çıkarmanın yanında, imparatorluk bürokrasisinin girift ilişkilerle dolu son asrının gerçekten bütün yönleriyle aydınlatılması için de bir değer taşımaktadır.
Durmuş Gür, Cahit Karakök, Tunay Karakök Şehirle insan arasında karşılıklı bir ilişki söz konusudur. Öncelikle insanlar kendi duygu ve düşüncelerine uygun şehirler kurar. Sonra şehirler, kurulmalarında etkili olan duygu ve düşünceleri gelecek nesillere aktararak insanları etkiler. Belki de bu nedenle insanları tanımak istediğimizde ilk sorduğumuz sorulardan biri “Nerelisin?”dir. Sanki aynı şehirde yaşayanlar bir uzlaşma içindedir. Alışkanlıkları, davranışları ve yaşam biçimleri benzerdir. Çünkü insanlar, yaşadıkları şehirlerin kültürel dokusundan etkilendikleri gibi ekonomik ve sosyal yapısının yanında iklim koşullarından da etkilenmektedir. Bulundukları ortamın imkânlarından yararlanarak hayatlarını sürdüren insanlar, o çevrenin hayat standartlarıyla yetişir. Çevreden etkilenen insanların içinde bulundukları ortam, şehir ve insanlara karşı sorumluluk ve görevleri bulunmaktadır. Bu sorumlulukların en önemlisi; atalarından miras kalan, binlerce yıllık geçmişi olan şehri gelecek nesillere yaşanabilir bir yer olarak bırakma bilincidir. Kitap, bu sorumluluk bilincini taşıyanların üstün gayret ve çabaları sonucunda oluşturulmuş, 1800'lerden Cumhuriyet'in ilk yıllarına kadarki süreçte, Devrek Ermenilerini çeşitli yönleriyle anlatan arşiv metinleri ve söyleşilerin vücut bulmuş şeklidir. Batı Karadeniz'in önemli bir geçmişe sahip yerleşimlerden olan Devrek'in tarihî ve kültürel mirasını aydınlatmak adına söyleşi, arşiv belgeleri ve bilimsel araştırmalara dayanan bu çalışma ile Devrek tarihi ve kültürü hakkında önemli bir literatür de ortaya çıkarmıştır. Söz konusu nüfusun sanattan edebiyata, tarihten ekonomiye uzanan geniş yelpazesinde Ermenilerin şehre olan katkılarıyla bölgeye olan etkileri yoğun çaba kapsamında sunulmuştur. Kent ya da bölgede sosyal sorumluluk düşüncesinin bir göstergesi olarak hazırlanan bu kitapla, Devrek tarihi, kültürü, ekonomisi ve sosyal yapısının aktarımı noktasında önemli bir boşluğu doldurmak ve toplumsal açıdan biz ve ben olmaktan çok tarih(imiz)e çeşitli açılardan farklı bir bakış açısı ön plana çıkartılmak istenmiştir.
Salih Zeki - Remzi Demir - Yavuz Unat Türk bilim tarihi ve bilim felsefesi araştırmalarının kurucusu olan Salih Zeki, 1913 yılımda yayımlamaya başladığı Asar-ı Bakiye adlı bu yapıtında Ortaçağ İslam Dünyası’nda yapılan matematik ve astronomi çalışmalarını bütün boyutlarıyla sergilemiş ve batılı oryantalistlerin bilerek veya bilmeyerek tarihi hakikatleri çarpıtmalarını engellemeye çalışmıştır. Salih Zeki Bey Asar-ı Bakiye adlı mükemmel yapıtını dört cilt olarak tasarlamış ve Birinci cildi Trigonometri tarihini, İkinci cildinde hesap ve cebir tarihini, Üçüncü cildinde Astronomi Tarihini ve Dördüncü cildinde de geometri tarihini konu edinmiştir. Aradan geçen doksan yıldan sonra Asar-ı Bakiye’nin günümüz Türkçe’sine dönüştürülerek yeniden basılmıştır.
Mehmet Kılıç Yakın tarihimizi her yönüyle bilmek, günümüzü anlamak ve geleceğimizi planlayabilmek açısından oldukça önemlidir. Çünkü tarih, yaşanmış ve bitmiş olaylar bütünü değil, geçmişi günümüze ve geleceğe bağlayan zincirleme olgular bütünüdür. Bu açıdan bakıldığında yakın tarihimiz Atatürk'ün hâl tercümesidir. O; yaşamında karşılaştığı zorlukların aşılmasında ve problemlerin çözümünde daima akıl ve bilimin yol göstericiliğini takip ettiğini, başka yol gösterici olamayacağını belirtmektedir.
Yakın tarihimizin en çalkantılı dönemine liderlik eden Atatürk'ün mücadele ruhunu anlamaya çalışmak için yaşananlara Atatürk'ün gözleriyle bakmak gereklidir. Çünkü Atatürk bir işi başarabilmek için eldeki vasıtaların yetersiz kaldığı anda bile umudunu, inancını, kararlılığını, idealini ve milletine olan güvenini kaybetmeden ve dış kaynak kullanmaksızın iç kaynaklardan yeni vasıtalar üretebilen bir liderdir.
Bu kitap, Atatürk'ün akıl ve bilim rehberliğinde ortaya koyduğu çözüm metotlarını gündelik yaşamda karşılaştığımız zorluklarla baş edebilmek için de kullanabileceğimizi gösteren kılavuz niteliğindedir.
Tüm kitapseverlerin keyifle okuması ve herkese fayda sağlaması temennisiyle…


Ahmet Bekir Palazoğlu

Atatürk Kimdir? Bu gerçeği Atatürk’ün kendi anlattıklarından veya onunla görüşenlerin anı ve değerlendirmelerinden öğrenebiliriz. Atatürk’e dair her yazıda bu büyük insanın bir yönünü, bir özelliğini görmek mümkündür. O, bu özelikleri ile başlı başına bir tarih olan bir “büyük insan”dır. Denilebilir ki Atatürk’ün kişiliğini ve hayatını kendi elleriyle biçimlendirecek ve yükselterek görüş, düşünce davranışlarıyla yüzyılları aşacak ulusal ve evrensel değerde bir “büyük Türk”, bir “büyük insan” düzeyine ulaşmıştır. Kısaca Atatürk’ü yaratan, yine kendisi olmuştur.


Bu dizinin ilk kitabı olan Atatürk’ün Kişiliği’nde Atatürk’ün kişilik özellikleri ile ilgili anılar ve değerlendirmeler, temel kaynaklar taranarak bir araya getirilmiş ve okuyucunun hizmetine sunulmuştur.

Ahmet Bekir Palazoğlu

Atatürk Kimdir? Bu gerçeği Atatürk’ün kendi anlattıklarından veya onunla görüşenlerin anı ve değerlendirmelerinden öğrenebiliriz. Atatürk’e dair her yazıda bu büyük insanın bir yönünü, bir özelliğini görmek mümkündür. O, bu özelikleri ile başlı başına bir tarih olan bir “büyük insan”dır. Denilebilir ki Atatürk’ün kişiliğini ve hayatını kendi elleriyle biçimlendirecek ve yükselterek görüş, düşünce davranışlarıyla yüzyılları aşacak ulusal ve evrensel değerde bir “büyük Türk”, bir “büyük insan” düzeyine ulaşmıştır. Kısaca Atatürk’ü yaratan, yine kendisi olmuştur.


Bu dizinin ikinci kitabı olan Atatürk’ün İnsanlığı’nda Atatürk’ün insan yönü ile ilgili anılar ve değerlendirmeler, temel kaynaklar taranarak bir araya getirilmiş ve bunlar, ilk yayınlandıkları şekliyle okuyucuların kullanımına sunulmuştur.

Ahmet Bekir Palazoğlu

Atatürk Kimdir? Bu gerçeği Atatürk’ün kendi anlattıklarından veya onunla görüşenlerin anı ve değerlendirmelerinden öğrenebiliriz. Atatürk’e dair her yazıda bu büyük insanın bir yönünü, bir özelliğini görmek mümkündür. O, bu özelikleri ile başlı başına bir tarih olan bir “büyük insan”dır. Denilebilir ki Atatürk’ün kişiliğini ve hayatını kendi elleriyle biçimlendirecek ve yükselterek görüş, düşünce davranışlarıyla yüzyılları aşacak ulusal ve evrensel değerde bir “büyük Türk”, bir “büyük insan” düzeyine ulaşmıştır. Kısaca Atatürk’ü yaratan, yine kendisi olmuştur.


Bu dizinin üçüncü kitabı olan Atatürk’ün Askerliği’nde Atatürk’ün askerlik hayatı ile ilgili anılar ve değerlendirmeler, temel kaynaklar taranarak bir araya getirilmiş ve bunlar, ilk yayınlandıkları şekliyle okuyucuların hizmetine sunulmuştur.

Ahmet Bekir Palazoğlu

Atatürk Kimdir? Bu gerçeği Atatürk’ün kendi anlattıklarından veya onunla görüşenlerin anı ve değerlendirmelerinden öğrenebiliriz. Atatürk’e dair her yazıda bu büyük insanın bir yönünü, bir özelliğini görmek mümkündür. O, bu özelikleri ile başlı başına bir tarih olan bir “büyük insan”dır. Denilebilir ki Atatürk’ün kişiliğini ve hayatını kendi elleriyle biçimlendirecek ve yükselterek görüş, düşünce davranışlarıyla yüzyılları aşacak ulusal ve evrensel değerde bir “büyük Türk”, bir “büyük insan” düzeyine ulaşmıştır. Kısaca Atatürk’ü yaratan, yine kendisi olmuştur.


Bu dizinin dördüncü kitabı olan Atatürk’ün Milliyetçiliği’nde Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı ile ilgili anılar ve değerlendirmeler, temel kaynaklar taranarak bir araya getirilmiş ve bunlar, ilk yayınlandıkları şekliyle okuyucuların kullanımına sunulmuştur.

Ahmet Bekir Palazoğlu

Atatürk Kimdir? Bu gerçeği Atatürk’ün kendi anlattıklarından veya onunla görüşenlerin anı ve değerlendirmelerinden öğrenebiliriz. Atatürk’e dair her yazıda bu büyük insanın bir yönünü, bir özelliğini görmek mümkündür. O, bu özelikleri ile başlı başına bir tarih olan bir “büyük insan”dır. Denilebilir ki Atatürk’ün kişiliğini ve hayatını kendi elleriyle biçimlendirecek ve yükselterek görüş, düşünce davranışlarıyla yüzyılları aşacak ulusal ve evrensel değerde bir “büyük Türk”, bir “büyük insan” düzeyine ulaşmıştır. Kısaca Atatürk’ü yaratan, yine kendisi olmuştur.


Bu dizinin beşinci kitabı olan Atatürk’ün İnkılapçılığı’nda Atatürk’ün inkılapçılık ve yenilikçilik hayatı ile ilgili anılar ve değerlendirmeler, temel kaynaklar taranarak bir araya getirilmiş ve bunlar, ilk yayınlandıkları şekliyle okuyucuların hizmetine sunulmuştur.

Ahmet Bekir Palazoğlu Atatürk'e dair her yazıda bu büyük insanın bir yönünü bir özelliğini görmek mümkündür. O bu özellikleri ile başlı başına bir tarih olan bir büyük insandır. Denilebilir ki Atatürk kişiliğini ve hayatını kendi elleriyle biçimlendirerek ve yükselterek görüş düşünce tutum ve davranışlarıyla yüzyılları aşacak ulusal ve evrensel değerde ve enginlikte seçkin bir büyük Türk, bir büyük insan, bir büyük düşünür düzeyine ulaşmıştır... Kısaca Atatürk'ü yaratan, bütün gücünü ve ilhamını Türk milletinden alan Atatürk'ün kendisi olmuştur...
Ahmet Bekir Palazoğlu

Atatürk Kimdir? Bu gerçeği Atatürk’ün kendi anlattıklarından veya onunla görüşenlerin anı ve değerlendirmelerinden öğrenebiliriz. Atatürk’e dair her yazıda bu büyük insanın bir yönünü, bir özelliğini görmek mümkündür. O, bu özelikleri ile başlı başına bir tarih olan bir “büyük insan”dır. Denilebilir ki Atatürk’ün kişiliğini ve hayatını kendi elleriyle biçimlendirecek ve yükselterek görüş, düşünce davranışlarıyla yüzyılları aşacak ulusal ve evrensel değerde bir “büyük Türk”, bir “büyük insan” düzeyine ulaşmıştır. Kısaca Atatürk’ü yaratan, yine kendisi olmuştur.


ATATÜRK KİMDİR? adlı bu yayın dizisinden altıncı cildin ikinci kitabı olan ATATÜRK'ün TEVLET ADAMLIĞI DÜNYADA BARIŞ Atatürk'ün yöneticilik özellikleri ile ilgili anılar ve değerlendirmeler, temel kaynaklardan taranarak bir araya getirilmiş ve bunlar, ilk yayınlandıkları şekliyle okuyucuların hizmetine sunulmuştur.


DİZİNİN DİĞER KİTAPLARI:


- Atatürk'ün Kişiliği


- Atatürk'ün İsanlığı


- Atatürk'ün Askerliği


- Atatürk'ün Milliyetçiliği


- Atatürk'ün İnkılâpçılığı


- Atatürk'ün Devlet Adamlığı Yurtta Barış

Salih Yılmaz, Yaşar Baytal, Sayim Türkman Kuşkusuz Atatürk ve Cumhuriyet tarihi ve inkılap tarihi ile ilgili çok sayıda yayın mevcuttur. Ancak Cumhuriyet tarihini kronolojik bir sıra ve detaylı anlatım tarzıyla ele alan yayın sayısı oldukça azdır. Bu kitap ile belgelere dayalı biçimde Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasi ve sosyokültürel tarihini bütün yönüyle inceleme imkânına sahip olabilirsiniz. Eserde; Türkiye'de demokrasinin doğuşu, gelişimi ve Türk demokrasisinde meydana gelen aksamalarla ilgili bilgilere kolayca ulaşabileceğiniz gibi Türk modernleşme ve Batılılaşma tarihini de bulmanız mümkündür. Ayrıca Türkiye'nin sosyal ve kültürel tarihini özellikle eğitim tarihini bu eserden öğrenebilirsiniz. Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki eğitim politikalarına dair bilgiler ve diğer toplumsal olayların tarihî bilgisi detaylı olarak anlatılmıştır. Kısaca, bu eser toplumun tüm kesimlerine hitap eden akademik düzeyde ancak yalın bir dille yazılmış başucu kitabıdır.
Kitabın içeriği hazırlanırken sadece üniversitelerdeki T.C. inkılap tarihi ve tarih bölümlerinin programları değil; aynı zamanda hukuk fakültesi, iktisadi ve idari bilimler fakültesi (uluslararası ilişkiler, kamu yönetimi gibi bölümler) ders prog­ramları ve MEB ile YÖK'ün T.C. inkılap tarihi dersleri konusunda yaptığı en son program düzenlemeleri de dikkate alınmıştır. Buna bağlı olarak kitap; üniversitelerde başta Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi dersi olmak üzere Türk demokrasi tarihi, Batılılaşma tarihi, Türkiye tarihi, Tür­kiye Cumhuriyeti tarihi gibi derslerde de yardımcı ders kitabı olarak kullanılabilir.
Bu kitap, Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığı, MEB ve YÖK'ün yaptığı sınav programları doğrultusunda (KPSS, ALES, DGS, Polis MYO, Askerî Okullar, MEB Müdür ve Müdür Yardımcılığı, İhtisas Sınavları, Yurtdışı Görevlendirme) en son güncellenmesi yapılmış iyi bir bilgi kaynağıdır.
Seán Lang Kıtanın kökenlerinden günümüze, Avrupa’nın zengin tarihine bir bakış
İster deneyimli bir tarih meraklısı ister yolun başında bir çaylak olun, Avrupa Tarihi For Dummies tutku, güç ve entrikayla dolu bir kıtanın tarihi için mükemmel bir rehberdir. Bildiğimiz Avrupa’yı meydana getirmiş olan felaketler, zaferler, güç mücadeleleri ve siyasetin içinde, Roma dönemi kalıntılarından ve Rönesans’tan dünya savaşlarına ve Eurovision’a uzanan büyüleyici bir seyahat yapın. Geçmişi tekrar canlandırmak için gerçeklerle ve hikayelerle dolu olan bu kitap Avrupa ve onun 21. yüzyıldaki dönüşümü hakkında güncellenmiş bilgiler sunuyor. Avrupa Tarihi For Dummies gerçeklerle eğlenceyi bir araya getirip geçmişi yeniden canlandırıyor.

• Başlangıçta. Kıtanın kökenlerine bir bakış, ilk Avrupalılar ve Taş Devri’nde Avrupa.
• Kadim tarih. Yunan şehir devletlerini keşfedin ve Roma İmparatorluğu’nun çalkantılı günleri hakkında bilgi sahibi olun.
• Tünelin sonundaki ışık. Karanlık Çağlardan Kutsal Roma İmparatorluğu’nun, papaların ve Haçlıların Orta Çağ Avrupa’sına bir gezinti yapın.
• Yeni fikirler ve yeni dünyalar. Osmanlı İmparatorluğu, Reformasyon, Rönesans ve Yeni Dünya.
• En tepeye yükseliş. Avrupa’nın Sanayi Devrimi’ne öncülük edişini, kontrolünü ve hakimiyetini dünyaya yaymasını izleyin.
• Paramparça. Devrimler ve dünya savaşları kıtayı lime lime ediyor.

Kitabı açın ve
• Taş Devri’nden
• Bilgi Çağı’na uzanan kapsamı
• Kontrolden çıkmış Yunan ve Romalıları
• Kaleler, şövalyeler ve Kara Ölüm’ü
• Reformasyon ve neden olduğu kargaşayı
• Tabii ki, Napolyon’u
• Fransız Devrimi ve milliyetçiliğin yükselişini
• Avrupa ve imparatorlukları
• İki dünya savaşı ve Rusya’da devrim çağını inceleyin.
Roger Casement “Roger Casement’ın yazıları Türk okuyucusu için iki açıdan ilgi çekicidir. Britanya Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey'in meslektaşı ve Birinci Dünya Savaşı öncesinde Dışişleri Bakanlığının mensubu olarak Casement, Britanya Devleti içinde neler olduğunu ilk elden görmüştür. İkinci olarak, Edward Grey idaresi altında, Britanya dış politikasında gerçekleştirilen, Osmanlı İmparatorluğu için sonuçları ağır olacak büyük değişimi açıklamıştır.
Casement, Avrupa'ya Karşı İşlenmiş Suç'ta yer alan makalelerde Britanya dış politikasının 1914'te çıkan savaştan doğrudan sorumlu olduğu görüşünü işlemektedir. O, Britanya Dışişleri Bakanlığının yaptıklarının kaçınılmaz sonucu olacağını gördüğü Birinci Dünya Savaşı'nda İrlanda'nın tarafsızlığını savunmuştur. Ancak bunun olanaksız olacağının anlaşılması üzerine savaşa, daha ilerici bir güç ve yeni saldırganlık politikasının kurbanı olarak gördüğü Almanya tarafında katılınmasını desteklemiş ve bu doğrultuda hareket etmiştir.
Casement, Balkan Savaşları’nın Avrupa'daki Osmanlı topraklarını nasıl parçaladığına ve bu suretle Osmanlı Devleti'nin ekonomisini canlandırmaya yardımcı olacak, Güneydoğu Avrupa'ya doğru Alman ticari genişlemesi önünde bir engel oluşturduğuna işaret etmiştir. Grey idaresindeki Britanya Dışişleri Bakanlığı bu dönemde merak uyandıracak şekilde hareketsiz kalmış, daha önceki Dışişleri Bakanlarının bunu ısrarla sürdürmüş olmasına karşın uluslararası hukuku ve Avrupa Kamu Hukuku'nu oluşturan antlaşmaları savunmayı bırakmıştır. Casement, Britanya'nın İmparatorluğunu Arabistan boyunca genişletmek ve Filistin ve -bir Britanya tanımlaması olarak- Mezopotamya'yı almak istediğini görmüştür.
Dr. Çetiner'in Casement'ın öngörülerini Türkçeye kazandırması, tarihçilerin Türk devlet adamlarının izledikleri hareket tarzlarını neden benimsediklerine dair değerlendirmelerinde muhakkak ki göz önüne almaları gerekli olan, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1914'de yüz yüze geldiği Birinci Dünya Savaşı'nın kapsamını açıklamak açısından önemlidir.” Dr. Pat Walsh
Bahattin Keleş Bahrî Memlûkler döneminde XIII. asırdan XIV. asrın sonuna kadar geçen sürede özellikle Orta Doğu'nun mukadderatında önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönem olmuş ve bu bölgede yaşanan siyasi olaylar sadece bölgeyi etkilememiş, bazen yaşanan bu olayların yankıları çok uzaktaki ülke ve devletleri de derinden etkilemiştir. Bölgesel ve uluslararası dış ilişkiler konusu; devletlerin, tarih boyunca üzerinde durdukları ve önem verdikleri konuların başında gelir. Devletlerin bulundukları coğrafyada gerek bölgesel gerekse uluslararası alanda uyguladıkları iyi ve tutarlı politikalar sayesinde hayatiyetlerini uzun süre devam ettirdikleri görülmüştür. Devletlerin başında bulunan liderler, bölgesindeki veya uzaktaki devletlerle sürdürdüğü politikalar ve iyi ilişkiler sayesinde rakip gördükleri ülkelere karşı ittifak oluşturabilmişler ve bu sayede devletlerini bulunduğu bölgesinde daha güçlü kılmışlardır. Memlûkler Mısır, Suriye ve Hicaz Bölgesi'nde varlıklarını yaklaşık iki buçuk asırdan fazla bir süre devam ettirmişlerdir. Tahta geçen sultanlarının başarılı ve dirayetli bir şekilde uyguladıkları politikalar sayesinde Memlûkler, bulundukları stratejik öneme sahip bu bölgede uzun yıllar ayakta kalmışlardır.
Mehmet Ali Karaman Hiçbir tarihî vaka bir anda şekillenmez. Vakalar mutlaka bir sürecin sonucunda açığa çıkar. 31 Mart gibi son derece önemli bir olay da elbette bu tanıma dâhildir. 31 Mart'ın da temellerini, devleti bu olaylar silsilesine götüren süreç içinde aramak en doğru yaklaşımdır. Bu yüzden mevcut çalışmanın 19. yüzyıl dönüşüm ve demokratikleşme hamleleri çerçevesinde ele alınması gerekir.
Bu çalışma, olayların birden çok sebebi olma düsturu ve mutlaka bir süreç dâhilinde gerçekleştiği yaklaşımı içerisinde 1909 yılında gerçekleşen 31 Mart hadisesinin sebeplerini bir asırdan daha fazla bir süre öncesinden başlayarak arayan bir araştırma niteliğindedir. Osmanlı Devleti'nin içerisinde bulunduğu durum ve devleti dönüştürme eğiliminde olan padişah, asker ve bürokratların bu süreç içerisinde yaptıkları hassas hamleler ile dâhili ve harici diyaloglar ele alınmıştır. Çalışmada 31 Mart ile alakalı çok sayıda arşiv vesikası başta olmak üzere gazete haberleri, hatıratlar ile dönemin çeşitli kaynakları değerlendirilmiştir.
Zeki Tez Bu kitapta, Orta Çağ İslam dünyasında bilim ve tekniğin durumu, her bir bilimsel ve teknik uğraş alanı ayrı ayrı ele alınarak sergilenmeye, bu konularda bütünsel bir bakış açısı oluşturulmaya çalışılmıştır. Kitaptaki konular genelde İslamiyetin doğuşundan 16. yüzyılın başlarına dek ele alınmakla birlikte, yer yer daha önceki ve sonraki dönemlerle de bağlantılar kurulmuştur. Bu döneme kısmen girebilecek olan Osmanlı bilim ve tekniğine ise yer verilmemiştir. Daha çok fen bilimleri ve teknik konular ele alınmıştır. Kitabın yazılmasında yerli ve yabancı çeşitli kaynaklardan yararlanılmış, çeşitli bilim insanlarının adları Arapça ya da Batı dillerindeki yazımından ziyade Türkçeye uygun olarak ifade edilmiş ve kitapta mümkün olduğunca anlaşılır bir yazım dili kullanılmaya çalışılmıştır. İlk basımı 2001 yılında yapılan kitabın genişletilmiş ve yenilenmiş ikinci baskısının alana ve tüm okurlara katkı sağlaması dileğiyle…
Hakan Yıldız “…Askerlerimiz, helalleşmeye ve vedalaşmaya başladılar. Bir yandan da ağlayarak birbirlerine, 'Ey birader, birbirimizin ölüsünü kâfirde bırakmayalım. Sağ kalanlarımız, ailelerimize selam götürsün ve oğullarımızın gözlerinden öpsün!' diyorlardı. Yalnız kaldıklarında ise 'Ah Rabbim, sabah ne zaman olur?' diye sabırsızca söyleniyorlardı…”
“…Ardı ardına dolduran 400 top aynı anda ateşlendikçe kâfir ordusu sarsılıyor, akabinde yine aynı anda patlayan 90.000 tüfek ateşler saçıyordu. Bu gülle ve mermiler, kâfirin toplarını ve tüfeklerini ateş edemez hâle getirmişti. Dahası kâfirlerin yiyecek hiçbir şeyleri yoktu. Komutanları, sadece kuşatıldıkları küçük alanda bulunan bir miktar söğüt ağacının kabuklarını soydurarak askerlerine kumanya olarak veriyorlardı. Bu sebeple kuvvetten düşerek ölmeye başlamışlardı. Bir kısmı da dizanteriden kırılıyordu. Ölülerinin bir kısmını toprağa gömüyor, diğer kısmını ise siperlerinin önüne yığıyorlardı. Bunu gören gazilerimiz, 'Bu Rabbimin lütfundandır.' diyerek Yüce Allah'a şükrediyorlardı...”
“…Han, birçok şey söyledikten sonra veziriazamı şöyle ikaz etti: 'Ey paşa oğlum! Bu hususta acele etmeyin. Her kararınızı, danışarak ve şeriata uygunluğunu gözeterek verin. Bu işler büyük işlerdir. Bütün sorumluluğu üzerinize almayın, sonra zahmet çekersiniz. Zira bu kâfir çok dönek ve güvenilmez bir kâfirdir. Ben hilesini çok gördüm. Babamın döneminde de çok hilesi görülmüştür. Aman dikkatli ve uyanık olun!'…”
“…Eşyaları gelen rehinler ise veziriazam hazretlerinin türlü türlü iyiliklerinden ve cömertliklerinden hemen yüz bulmuştu. Özellikle veziriazamın kethüdası olan Osman Ağa ile Divan Efendisi Ömer Efendi gibi yeni yetişmiş nazlı çelebiler, huzurda konuşan elçiyi bir anda etkileri altına almış ve ikramlarda bulunmaya başlamışlardı…”
“…Osman Kethüda ve Ömer Efendi, bu istekleri kabul ederek veziriazama söylediler. Mehmed Paşa da uygun gördü ve bu istikamette ferman buyurdu. Hâlbuki elçilerle müzakerelerde kahrolası çara hiç izin çıkmamıştı! Devlet ricali, dönen gizli kapaklı işlerden hayretler içinde kaldı…”
Hakan Yıldız 1711 Prut Seferi hakkında bir yeniçerinin tuttuğu bu günlük sayesinde belki de dönemin tarihçilerinin yazdığından fazlasını bilme imkânına sahibiz.
Yeniçeri Kâtibi Hasan, elli beş yıllık bir yeniçeri olarak son seferine çıkarken sadece işi gereği değil, tarihe kişisel bir tanıklık bırakmak için de kâğıda kaleme sarılmıştı.
Savaşın ilanından başlayıp dönemin etraflı bir uluslararası siyasal değerlendirmesini de yaparak seferi pek çok ayrıntısıyla kayda geçirmişti: Sefer yürüyüşü, muharebe alanına varış, konaklama, muharebeler, serdengeçtilerin akınları, firari askerler, düşman kovalamalar ve barışın imzalanması...
Savaş sonrasında ihmali görülenlerin nasıl cezalandırıldığını ve Rusya ile süren diplomasi trafiğini de anlatan Kâtip Hasan sözlerini şöyle bitirir: “Bu günlüğü okuyan ilim irfan sahibi kardeşlerimizden; beni hayır dua ile yâd etmelerini, sözlerimdeki eksiklikleri tamamlayıp hatalarımı düzeltmelerini ve kusurlarımı örtmelerini niyaz ederim”.
Yeniçeri Kâtibi Hasan, bir yeniçeri babanın oğlu olarak doğar ve babasının izinden gider. 1656-57'de yeniçeri olur; 1672'de Kamaniçe, 1674'te Umman Seferlerine katıldıktan sonra kâtipliğe terfi eder. 1682'de Girit'e tayin edilir ve on iki yıl boyunca adanın farklı şehirlerinde görev yapar. 1694-97'de Midilli'de, 1697-1704'te Eğriboz'da görevini ifa ettikten sonra 1704'te İstanbul'daki ocak kâtipliğine terfi eder. İleri yaşına rağmen 1711'de Prut Seferi'ne katılır ve bu kitabı oluşturan sefer anılarını kaleme alır.
Sayim Türkman Bu eserde, Enver Paşa'nın ulusal bir sır gibi sakladığı, Almanya İmparatorluğu'nun yanında Birinci Dünya Savaşı'na giriş sürecimiz ve bunu açığa çıkaran Kazım Karabekir Paşa'nın ifşaatları görülecektir. Ayrıca Sarıkamış bölgesinde Enver Paşa'nın kış şartlarını dikkate almadan verdiği savaş kararı sebebiyle soğuktan ve hastalıktan yüz bin askerimizin şehit düşmeleri, 3. Ordunun dağılmasını fırsat bilen Rus kuvvetlerinin ileri harekâtı ile Erzurum ve Trabzon'u işgal etmeleri ve dört ay süren Kop savunması ile bölgeye gelecek olan yeni birliklere zaman kazandırılması ve 1917 Rus ihtilali’nin getirdiği fırsatı lehimize çevirerek, Bakü'ye kadar şehirlerimizin ve topraklarımızın Rus kuvvetlerinden ve Ermeni çetelerinden temizlenmesi, çok sayıda kaynak kullanarak ayrıntılı bir şekilde izah edilmiştir.
Sayim Türkman Birinci Dünya Savaşı’nda Suriye Cephesi’nin önemli bir yeri bulunmaktadır. Tarih boyunca Kudüs ve Filistin topraklarının Hristiyan ve Yahudilerin hedefinde olması ve Akdeniz ticaret yolunun Süveyş kanalından geçmesi bölgenin tarihî, siyasi ve iktisadi önemini artırmıştır.
Bu eserde; II. Abdülhamid Han’ın kendi döneminde Filistin bölgesinde bir Yahudi devletinin kurulmasını önlemek için aldığı siyasi ve askerî tedbirler, İttihat ve Terakki yöneticilerinin stratejik hataları, Arap milliyetçiliği ve Şerif Hüseyin’in Osmanlı Devleti’ne ihaneti, Ömer Fahreddin Paşa’nın bir kahramanlık destanı olan Medine Savunması, Kanal Seferleri, Gazze Muharebeleri, Nablus Meydan Muharebesi gibi dört yıllık savaş dönemindeki siyasi ve askerî olaylar, ayrıntıları ile incelenmiştir.
Durdu Mehmet Burak Bu eser Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesine çıkışından Birinci Dünya Savaşı öncesi, Savaş dönemi ve sonrasına kadar Osmanlı Devleti üzerinde yazılan senaryoları, oynanan oyunları ve sahneye koyan figüranları arşivlerin tozlu raflarından çıkartarak tarihi gerçekleri okuyucuya ulaştırmak için özveriyle hazırlanan bir çalışmanın ürünüdür. Batılı sömürgeci devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki gerçek niyetlerini, savaşın gizli kalmış noktalarını, işgal güçlerinin amaçsız tutumlarını, yoğun istihbarat çalışmalarını ve buna direnen kahraman Türk milletinin azmini, dirayetini, karakterini ortaya koyan gerçek bir mücadelenin safhalarını gözler önüne seren mütevazı bir bilgi yumağıdır.
Aynur Singin Cumhuriyet ideolojisinin parçalı tarih anlayışı birçok problem ve paradoks taşıyor. 1930’lu yıllarda inşa edilmeye çalışılan Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi ve aynı dönemde yazdırılan Tarih ders kitapları da öyle. Türkçe Kuran, Türkçe ibadet, Türk müslümanlığı, Türkçe ezan gibi... Esas problem öbekleri bir taraftan İslam paranteze alınıp baskılanırken eşzamanlı olarak yeni eğitim, kültür, tarih anlayışlarının İslamiyetle, “Türk’le irtibatlı olarak İslam tarih ve kültürüyle alt düzeyde ve “biçimsizleştirilerek” ilişkilendirilmesinde ortaya çıkıyor. Elbette dinin modern-laik-milliyetçi yorumlarıyla... Türk Tarih Tezi hazırlıkları sırasında İslam düşüncesi unsurlarının devreye sokulması ve bu alanda muhtevaları ve siyasetleri itibariyle önemsenmesi gereken metinlerin ehliyetli kişilere yazdırılması da bu politikaların ve ideolojik arayışların bir parçası. Onun için imkanlı tarafları olduğu kadar, belki daha fazla problemli ve paradoksal yönleri var. Bu çalışmada çoğu bilinmeyen veya bu çerçevede ele alınmayan metinlerden yola çıkarak mesele tetkik ve tahlil ediliyor.

İbrahim Kamil Bulgaristan Devleti'nin Türk Millî Mücadelesi'ne yaklaşımını anlamaya yönelik Bulgaristan diplomatik temsilciliklerinin yazışmalarını içeren bu çalışmanın esasını, Sofya'daki Merkezî Devlet Arşivi'nde bulunan Dışişleri Bakanlığı belgeleri oluşturmuştur. Söz konusu diplomatik belgeler; Bulgaristan'ın İstanbul ve Edirne temsilcilikleri ile Atina, Belgrad, Bern, Bükreş, Londra ve Viyana'daki Bulgaristan elçiliklerinden Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarına gönderilen yazışmaları kapsamaktadır.
Kitapta 258 adet diplomatik belge kullanılmış, her birinin çevirisi yapılarak değerlendirilmiştir. Belgelerden anlaşıldığı kadarıyla Bulgar diplomatları; Paris Konferansı, Neuilly Antlaşması, Mudanya Ateşkesi, San Remo ve Sevr Antlaşmaları, Londra görüşmeleri gibi birçok olayı yakından takip etmişlerdir. Avrupa başkentlerindeki Bulgaristan diplomatlarının, Mustafa Kemal Paşa ve Millî Mücadele hakkında elde edebildikleri bilgiler ise sınırlı kalmıştır. Diplomatlar, bulundukları ülkenin resmî makamlarının açıklamalarıyla yetinmişlerdir. Sahada olan ve İstanbul, Edirne, Gümülcine'de görev yapan Bulgar diplomatların elde edebildikleri ise doğru bilgileri içermektedir.
Anadolu ve Trakya'daki Millî Mücadeleciler, yürütülen bağımsızlık savaşını, amaç ve hedeflerini dünyaya anlattıkları gibi Bulgaristan siyasal iktidarını da bilgilendirmişlerdir. Bu sebeple Mustafa Kemal Paşa, Bulgaristan Başbakanı Aleksandır Stamboliyski'ye bir mektup yazmıştır. Stamboliyski de bizzat Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere temsilcilerini göndermiş, Türk Millî Mücadelesi'ne maddi ve manevi anlamda elinden gelen desteği vermekten çekinmemiştir.
Hasan Yenidoğan Dünya tarihinde büyük bir öneme sahip olan Türklerin en büyük özelliklerinden biri, savaşçı olmalarıdır. Orta Çağ'ın meşhur tarihçilerinden biri olan Cûzcânî, XI. yüzyılda tarih sahnesine çıkan Büyük Selçukluların; Oğuz boyları içerisinde yiğitlik, savaşçılık, okçuluk ve kılıç kullanmada tüm Türkistân devletlerinin ordularından daha üstün olduğunu ifade etmektedir. Selçukluların, İran'da bir devlet hâline geldikten (431/1040) kısa bir süre sonra Bizans sınırından Çin'e, Aral Gölü'nden Hint Denizi'ne, Kafkaslar'dan Mısır'a kadar genişlemeleri muhakkak cesur savaşçılara sahip olmalarının bir sonucudur.
Selçukluların böylesine büyük bir coğrafyayı hâkimiyet altına almasının arkasında yatan nedenlerden bir diğeri de şüphesiz her aşaması titizlikle hesap edilmiş bir sefer organizasyonuna sahip olmalarıdır. Bu çalışmada, Büyük Selçuklu Devleti'nin sefere karar verdiği andan askerlerin memleketlerine döndüğü ana kadar geçen sürecin nasıl gerçekleştiği; çeşitli dillerde yazılmış ana kaynaklar, arkeolojik buluntular ve modern araştırmalar ışığında okuyuculara sunulmuştur.
Levent Bayraktar Felsefe en genel ifadesiyle; bir kültürün bilinci olarak betimlenir. Cumhuriyet Döneminde Türkiye'de Felsefe adlı bu eser, okuyucusunu Türkiye'de felsefenin kuruluşuna tanıklık etmeye ve bunun üzerine bir bilinç geliştirmeye davet ediyor. Esrede, felsefenin ilişkili olduğu disiplinler, düşünce mahfilleri, dergiler, kurumlar ve örnek düşünürler inceleniyor. Felsefenin Türkiye'de kurumsallaşması; çeşitli tema ve problemlerinin ön plana alınarak algılanmasıyla ve farklı felsefi ekoller üzerinden oluşmuştur. Bu eserden hareketle, Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminin zengin ve çok sesli felsefi yaklaşımlarının izleri sürülebilmektedir. Bu çalışma, felsefenin Türkiye'deki seyri üzerinden; Cumhuriyeti, çağımızı, entelektüel maceramızı, eğitim tarihimizi, ülkemizde felsefe ve sosyal bilimlerin dinamiklerini anlamak için ufuk açıcı bir imkân sunuyor.
Ayşegül Koyuncu Okca, Betül Pak, Çağrı Çağırgan, Esra Sarıkoyuncu Değerli, Kevser Değirmenci, Mehmet Demirci, Mehmet Ok, Naime Nur Bozbeyoğlu Kart, Nurten Çekal, Nusret Ercan Şenlikci, Rüveyda Bağbozan, Selahattin Akşit, Selim Parlaz, Sibel Öner Yalçın, Tuncer Baykara Pamukkale Üniversitesi Tavas Meslek Yüksekokulu ve Tavas Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulları tarafından Cumhuriyet'imizin 100. yılına armağan olarak çıkarılan bu kitap, Tavas ve çevresinin yerel tarih çalışmaları arkeoloji, tıp tarihi, coğrafya gibi diğer disiplinlerle birlikte incelenmesiyle oluşturulmuş, yörenin tarih ve kültür hafızasına katkı sağlayan bir eserdir. Tavas ile ilgili ortaya konulan bilgi birikimimizin tespiti, tahlili ve kritiği, gelecekte yapılacak çalışmalar için bir yol haritası çizilebilmesine imkân verecek ve rehberlik edecektir.
Kitap, büyük oranda Pamukkale Üniversitesi mensuplarınca hazırlanmıştır. Ayrıca, arkeoloji, coğrafya, tıp tarihi, gastronomi gibi bölümlerden de destek alınmıştır. Çalışmanın ortaya çıkmasında üniversitemiz dışından katkı sağlayan hocalarımız da Tavas tarihi üzerine yazılar kaleme almışlardır. Farklı alanlardan yazıların yer aldığı eserde Tavas'ın tarihsel gelişimi, coğrafyası, el sanatları ve yemek kültüründen de bahsedilmiştir.
Ali Meydan, Çetin Doğru, Emine Öztürk, Erkan Göksu, Gökay Durmuş, Hacer Kumandaş, Hadi Sofuoğlu, Kurtuluş Kayalı, Levent Yılmaz, Mehmet Cem Şahin, Mehmet Refik Korkusuz, Murat Özcan, Nilgün Türkileri, Sena Berfin Tunç, Seyfullah Palalı, Şengül Doğan, Timuçin Yalçınkaya, Tuğçe Şener, Yener Bektaş Dünya genelinde sosyal bilimlerin pek çok disiplininin doğuşu ve gelişimine ilişkin ilgili literatür incelendiğinde 19. yüzyılın bir başlangıç noktası olarak seçildiği dikkatleri çekmektedir. Bu yüzyılın insanlık tarihi içinde bir kırılma noktası olarak bilhassa Batı dünyasında öne çıkmasının sebebi üretim biçimlerindeki dönüşümlerin doğurduğu yeni sosyoekonomik ve kültürel süreçlerdeki yaşanan farklılaşmalardır. Aydınlanma düşüncesi, Fransız İhtilali ve Sanayi İnkılabı gibi sosyal hareketlerin 19. yüzyıl Batı toplumunda şekillendirdiği yeni yapılar, ilişkiler, kurumlar ve zihniyetler aynı zamanda bir daha eskiye (gelenekselliğe) dönüşün pek mümkün olmadığı rasyonelleşme, pozitivizm ve liberalizm gibi felsefi, toplumsal, politik ve ekonomik boyutları olan dünya görüşlerini, sosyal hayatın içine yerleştirmiştir. Modernleşme süreci olarak ifade edilen bu yeni dönemde modern toplumun ortaya koyduğu pek çok olguyu farklı bağlamlarda ele alan, inceleyen çeşitli sosyal bilim disiplinleri gelişmiştir. Bu dönemde sosyal bilimlerin yöntemi ve dolayısıyla bilgiye ulaşma araçları tıpkı doğa bilimlerinin yöntemi gibi deneysel ve olgusal olarak düşünülmüştür. Bu doğrultuda erken dönem sosyal bilim tarihine bakıldığında sosyal olay ve olguların tıpkı doğal bir nesne imiş gibi ele alındığını, yani yöntemsel ve terminolojik açıdan doğa bilimleri ile sosyal bilimler ya da insan bilimleri arasında herhangi bir farklılaşmaya ihtiyaç duyulmadığı görülmektedir. Bu durum sosyal bilimlerin başlangıçta son derece spekülatif bir düzlemde kalmasına, abartılı genellemeler ve tartışmalı içerikler ihtiva eden bir görünüme sahip olmasına sebep olmuştur. Zaman içeresinde görece daha özgün bir forma kavuşan sosyal bilimler bilhassa Batı'da 20. yüzyılda bağımsız bilim dalları olarak şekillenmeye başlamışlar, metodolojik ve terminolojik açıdan farklı bir aşamaya kavuşmuşlardır. Modern Batı toplumu kendi özgün tarihsel ve toplumsal koşulları içerisinde ortaya çıkan bağlamlarda ürettiği sosyal bilimsel kavramların, Batı dışı toplumlarda anlaşılma biçimleri, daima bir tartışma konusu olmuştur. Bu noktada sosyal bilimlerin ülkemizdeki gelişim serüveni, mevcut durum ve ileriye dönük olası senaryolar biz sosyal bilimciler açısından daima üzerinde kafa yorulan meseleler olarak gündemdeki ilk sıradaki yerini muhafaza etmektedir.
Muhsin Önal Amerikan Board Teşkilatına mensup misyonerlerin 19. yüzyılda Türkiye coğrafyasının Anadolu kısmındaki üç istasyonda yürüttükleri faaliyetleri konu edinen bu kitap, büyük oranda birincil kaynaklar temel alınarak hazırlanmıştır. Çalışmada bahsi geçen teşkilatın arşiv kayıtları, araştırmanın kapsamını oluşturan Ankara, İstanos ve Muratça bölgeleri özelinde incelenmiştir. Bununla birlikte kitapta, 16. yüzyıldan itibaren bahse konu olan bölgeleri ziyaret etmeye başlayan seyyahların günlüklerinden de istifade edilmiştir. Bu husus; kitabın, bilhassa da Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti Ankara özelinde kent tarihi ile ilgili uzun vadeli araştırmalara kapı aralayabileceği ve ilham kaynağı oluşturabileceği ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Bu çalışmanın Amerikan Board Teşkilatı mensubu misyonerlerin Anadolu coğrafyasının bir bölümündeki kazanım ve kayıplarının yanı sıra zihniyetleri, kendilerine yükledikleri anlam, yerli halka ve devlet yönetimine yaklaşımları, Osmanlı topraklarındaki azınlıklara ilgilerinin nedenleri, misyonerlik bağlamında rakipleri ve onlarla baş etme yollarıyla, inançlarını ve politik nüfuzlarını yaymak için kullandıkları araçların anlaşılmasına bir nebze de olsa katkı sağladığı söylenebilir. Son olarak Protestan misyonerlik faaliyetlerini konu edinen bu kitabın, tarih araştırmacıları ve okuyucularına kaynak teşkil edeceği düşünülmektedir.
Antoine Léon “Eğitim Tarihi”ni beşeri bilimler arasında bağımsız bir disiplin olarak nasıl tanımlayabiliriz? Günümüz dünyasındaki işlevlerini nasıl belirleriz? Bunlar, Paris René-Descartes Üniversitesi'nden Profesör Antoine Léon tarafından bu kitapta ortaya konan, tartışılan ve cevabı aranan başlıca sorular olmuştur.
Bu disiplinin yerini tanımlama amacıyla tarih yazımındaki yanlışlar, yeni tarihin önerileri ve hatta Üçüncü Dünya ülkelerinin kendi tarihlerini nasıl yeniden değerlendirdikleri hususları gibi ayrıntılara ulaşıldı. Ayrıca eğitimdeki değişimin ortaya çıkışını ve gelişimini de düşünmek gerekliydi. Yazar, eğitim tarihini, öğretmenlerin eğitim konularına bakış açıları getirmenin yanı sıra mevcut durumu analiz etmek için bir araç olarak görmektedir. Hatta bütün bunlar için bir rehber önerecek kadar da ileri gitmektedir…
Abdrasul İsakov, Ahmet Kanlıdere, Dinçer Koç, Erhan Aktaş, Giray Saynur Derman, Güljanat Kurmangalıyeva Ercilasun, İlyas Kemaloğlu, Konuralp Ercilasun, Mehmet Demiryürek, Murat Özkan, Nuri Kavak, Ömer Metin, Ramin Sadıgov, Sadık Müfit Bilge, Şenay Yanar Türk Dünyası, geçmişte olduğu gibi günümüzde de ilgi duyulan, dikkate alınması gereken ve ehemmiyetini koruyan bir gerçeklik olarak dünya gündeminde önemli bir yer teşkil etmektedir. Dünyanın ulaşım, enerji ve ticaret koridorunun merkezinde yer alarak uzunca bir süredir özellikle küresel güçlerin ilgi odağında olmuştur. Türk Dünyası'nı oluşturan topluluk ve halkların 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl boyunca büyük bir bölümü esaret altında kalmıştır; hatta bugün bir kısmı hâlâ bağımsız bir hayat sürememekte, bununla birlikte millî ve dinî değerlerine sahip çıkarak öz kimliğini korumaktadır. Bu çerçevede biz de 4000 yıllık Türk tarihimizi ortaya koyan serimizin “Çağdaş Türk Dünyası” başlığını taşıyan bu üçüncü kitabıyla takriben 1850'lerden 2020'ye kadar Türkistan, Sibirya, İdil-Ural, Kırım, Kafkasya, İran, Balkanlar, Orta Doğu ve Kıbrıs'taki Türk varlığını incelediğimiz gibi Türkiye'nin yanı sıra dünyada söz sahibi ülkelerin Türk Dünyası'na yönelik siyasetlerini ve bu dünyayı nasıl algıladıklarını da ortaya koymaya çalıştık.
Kitap, özellikle üniversite öğrencilerine yönelik olarak hazırlansa da konuya ilgi duyan, temel düzeyde bilgi sahibi olmak isteyen ve dünya güç merkezlerinin Türk Dünyası'na yönelik yaklaşımlarını öğrenmek isteyenlerin de istifade edebileceği bir eser oldu. Faydalı olması dileğiyle…
Saadettin Yağmur Gömeç, Salih Yılmaz, Victoria Bilge Yılmaz 21. yüzyıla girmeden kısa bir süre önce aniden Türk Dünyasının ufku açıldı. Herkesin bildiği üzere Türkistan'daki Türkler birer birer bağımsızlıklarına kavuştular. Bugün aralarında dil ve kültürce pek ayrılık olmayan 300 milyona yakın bir Türk topluluğu, Asya'dan Avrupa'ya kadar dünya nüfusunun önemli bir kısmını meydana getirir hâle geldi.
Türk Dünyası, her bakımdan milletlerarası stratejilerde etkili bir güç olmaya başladı. Buna bağlı olarak Türkiye, başta Türk Cumhuriyetleri olmak üzere bölgede güvenebileceği devlet ve topluluklarla siyasi münasebetlerini kuvvetlendirmeye başladı. Türkiye, tüm Türk Dünyası için her açıdan müttefik olunan veya yardım beklenen ülke konumuna geldi.
Kafkasya, Balkanlar ve Orta Doğu'nun kesişme noktasında bulunan Türkiye'nin çıkarları, Türk Dünyası ile yakından bağlantılı hâle gelmiştir. Dünyada yeni iş birliklerinde Rusya ve Çin gibi ülkeler önemli mesafeler kat etmişlerdir. Yani Türkiye'nin yönünü sadece Batı'ya çevirdiği dönem sona ermiş aynı zamanda Doğu politikası da aktif hâle gelmiştir.
Bu kitabımız; çağdaş Türk Dünyasındaki devletleri, toplulukları, uluslararası kuruluşları ve kurumları detaylı olarak anlatmaktadır. Üniversitelerde ders kitabı olarak da okutulmaktadır. Akademik hakem incelemesinden geçmiş ve onaylanmıştır.
Ayrıca Devlet Personel Başkanlığı, Bakanlıklar, MEB ve YÖK'ün yaptığı sınav programları doğrultusunda (KPSS, ALES, DGS, Polis MYO, Askeri Okullar, Milli Savunma Üniversitesi Askeri Öğrenci Aday Belirleme Sınavı, JANA: Jandarma Astsubay Temel Kursu Giriş Sınavı, Kaymakamlık: İçişleri Bakanlığı Kaymakam Adaylığı Giriş Sınavı, MEB-EKYS: Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumlarına Yönetici Seçme Sınavı, İhtisas Sınavları, Yurtdışı Görevlendirme, T.C. Dışişleri Bakanlığı Aday Meslek Memurluğu, Aday Konsolosluk ve İhtisas Memurluğu) en son güncellemeler yapılmış iyi bir bilgi kaynağıdır.
Nurullah Çetin Çanakkale Savaşları, Türk tarihinin en önemli evrelerinden birisidir. Çanakkale Savaşlarını Türk askeri başarıyla kazandı. Türk ruhuna tercüman olan sahih münevver Türk Beyi Mehmet Akif Ersoy da bu büyük zaferi şiiriyle destanlaştırmıştır. Bu kitapta Akif’in Çanakkale duyarlığı günümüze dönük olarak tahlil edilmiştir.
Başak Turna, Erdem Kaftan, Haydar Efe, Kadriye Okudan Dernek, Nursel Durmaz Bodur, Perihan Polat, Pınar Uz Hançarlı, Umut Bekcan, Utku Aybudak 1945-1960 arası dönem, Türkiye Cumhuriyeti’nin Batılı anlamda parlamenter demokrasiye geçişi deneyimlediği yıllardır. Çok partili hayata geçiş kararı Türkiye için sadece rejim üzerinde bir değişikliği değil aynı zamanda ekonomik, kültürel ve demografik alanlarda hızlı bir değişim sürecini de ifade eder. Bu amaçla, ülkenin geçirdiği hızlı değişim sürecini, siyaset ve uluslararası disiplinleri içinden gelen çalışmalarla açıklamaya çalışan "Çok Partili Hayatın Erken Döneminde Türkiye’de Siyasal Hayat (1946-1960)" isimli bu kitap, bahsi geçen dönemin çeşitli iç ve dış siyaset ile ilgili gelişmelerini çok boyutlu ortaya koymaya çalışmıştır. Çok partili hayatın erken dönemini siyasal hayat açısından kapsamlı bir değerlendirmeye tabi tutan bu kitabın, siyasal hayatın en dikkat çeken dönemini aydınlatmada okurlara keyifli bir okuma imkânı sunacağını düşünmekteyiz.
Mustafa Beyazıt, Şuayip Çelemoğlu, Alper Atıcı XII. yüzyıldan itibaren Denizli bölgesine yerleşen Türk boylarının izlerini, bugünlere bıraktıkları eserlerle takip etmek mümkündür. Bu izlerin önemli bir ögesi olan mezar taşları, bulundukları topraklar üzerinde yaşayan toplulukların geçmişleriyle bağlantı kurmalarını sağlayan birer tarihî vesikalardır. Mezar taşları, toplumların yaşadıkları ekonomik ve siyasi olayların getirdiği kültürel değişimin izlerini belli bir dönem sonra birebir yansıtmaktadırlar. Mezar taşlarının kaybolması endişesiyle 2015 yılında başladığımız Kale Yukarı Mezarlık çalışmaları neticesinde ortaya çıkan ve yakın zamandan geriye doğru giden kitap dizisinin ilki olan Denizli Kale Yukarı Mezarlık'ta OsmanlI Geleneğini Devam Ettiren Cumhuriyet Dönemi Mezar Taşları adlı bu kitapta, söz konusu kültürel değişimin izlerini mezar taşlarının şekil ve yazılarında bulmak mümkündür. Bu yönüyle kitap, öncü niteliğinde olup sonraki çalışmalara kaynaklık edecektir. Aynı zamanda Kale halkının derin köklerine yönelik köprüler kurması ve Kalelilerin yakın geçmişi ile bağlarını daha da güçlendirmesi temennisiyle...
Ayfer Özçelik, Bahadır Duman, Celal Şimşek, Çağdaş Yüksel, Engin Aslan, Ercan Haytoğlu, Erhan Ateş, Erim Konakçı, Etem Dönmez, Fadime Sözaldı Dağ, Fulya Dedeoğlu, Gülseren Mutlu, Güney Çeğin, H. Tolga Candur, İbrahim Balık, Kamuran Şimşek, M. Ayşem Sezgin, Mehmet Ali Ünal, Muhammed Dağ, Murat Türk, Mustafa Beyazıt, Nezahat Belen, Ömer Faruk Özkul, Ömür Yazıcı Özdemir, Pınar Savaş Yavuzçehre, Saim Cirtil, Seda Yolaç Nennioğlu, Selda Özgün Cirtil, Serhat Özbey, Sevil Gözübüyük, Umut Karabulut, Yasemin Avcı 20. yüzyıl başlarına kadar uzanan Denizli yereline dair çalışmaların günümüze değin oluşturduğu ciddi bir birikim söz konusudur. Bu kitapla hedeflenen, 2021 yılından geriye bakarak Denizli’ye dair yapılmış çalışmaların oluşturduğu birikimi tespit etmek ve değerlendirmektir. Şüphesiz Denizli sosyal bilim çalışmalarının sınırı bu kitabın içeriğini fersah fersah aşmaktadır. Kitapta tarih bilimi merkeze alınarak tarihin en çok ilişki kurduğu ve yardımlaştığı arkeoloji, sanat tarihi ve sosyoloji gibi alanlar incelemeye dâhil edilmiştir.
Kitapta; tarih öncesinden günümüze değin Denizli tarihini ele alan çalışmalar tespit edilmiş, değerlendirilmiş ve irdelenmiştir. Beş bölüme dağılmış otuz makaleden oluşan kitapta, makaleler başlıca iki grup hâlinde planlanmıştır. Birinci grup yazılarda, ilgili döneme ilişkin literatür tespit edilerek kaynakça oluşturulmuş ve oluşturulan bu kaynakça; yazarlar, yayım tarihleri, yayın türleri gibi hususlar çerçevesinde nicel olarak değerlendirilmiştir. Böylelikle farklı devirlere ait eserleri derli toplu görme imkânı doğduğu gibi dönemleri kendi arasında mukayese etme fırsatı da yakalanmıştır. Literatür değerlendirme yazıları, kitabın ikinci grup makalelerini oluşturmaktadır. Değerlendirme yazıları yazarların uzmanlık alanlarına göre kaleme alınmış, bu yazılarda ilgili döneme ilişkin genel ya da tematik başlıklar seçilmiştir. Yazarlar ilgili konudaki literatürü değerlendirerek alandaki eksiklikleri, boşlukları tespit etmeye çalışmışlardır. Denizli’ye dair bilgi birikimimizin tespiti, tahlili ve kritiği şüphesiz yeni yapılacak çalışmalar için hayati bir öneme sahip olup yol gösterici ve rehberlik edici bir özellik taşır.
Seyithan Altaş Öğrenim çağımızın her döneminde genel bir tarih dersi olarak gördüğünüz “Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi” dersi Türk devrimini hazırlayan gelişmelerden oluşmaktadır. Ancak bu genel bir tarih anlayışı dışında daha da geniş bir mana ifade etmektedir. Çünkü Türk devrimi, emperyalizme ve onun içerideki işbirlikçilerine karşı verilmiş bir mücadele olduğu kadar bir çağdaşlaşma hareketidir. Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen bu hareket Doğu halkları arasında olduğu kadar Batıda da en geniş yankıları ve övgüleri almıştır. Bağımsızlık savaşının kazanılmasıyla Türk devrimini tamamlayan çağdaşlaşma hareketleri ile de bir toplumun kaderi feodal bir yapıdan ileri, çağdaş bir yapıya doğru geliştirilmiştir.
“Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi” dersinin amacı, geleceğimizin güvencesi olan gençlerimizin her bakımdan gelişmelerini sağlamak, Türk çağdaşlaşma devriminin çeşitli aşamalarını dün, bugün ve yarın anlayışı içinde kavramak, daha da ileriye götürmelerini sağlamak olacaktır. Geçmişte yaşananların geleceğe sağlam bir temel olacağı bilincine bu dersle ulaşacağız. Umarım bu kitabın bu bilince ve sağlam bir düşünce yapısına sahip olmak bakımından Türk gençlerine katkısı olur.