Sosyoloji \ 7-15
Mustafa Tatar Erkeklerin oluşturduğu hâkim kültürün kadına bakış açısı oldukça problemlidir. Bu bakış açısına göre kadın; şehvet ateşiyle yanıp tutuşan, bu ateşi söndürmek için hiçbir ahlaki ölçütü dikkate almayan ve erkekleri baştan çıkarabilmek için sürekli kuyruk sallayan bir varlıktır. İpi gevşek bırakıldığında sapması kesin olan bu varlık, âdeta şeytanın yeryüzündeki temsilcisi hatta ta kendisidir. Zihni sadece fitne fücur işlere çalışan, neredeyse tüm kötülüklerin kaynağı olan kadının, yalnız bırakıldığında kendisine ve çevresine zarar verme ihtimali yüksek olan bir çocuk misali, bir an bile yalnız bırakılmaması, sürekli gözetim ve denetim altında tutulması ve en ufak bir hatasında gözünün yaşına bakılmadan her türlü şiddetin uygulanması gerekmektedir. Sırtından sopanın karnından sıpanın eksik edilmemesi gereken kadını yola getirmenin ve itaat ettirmenin biricik yolunun dayaktan geçtiğine inanan erkek aklı, gerçeklikle bağını kopardığından ve empati becerisini kaybettiğinden kadının da bir onurunun olduğunu, üstelik bu onurun en az kendisininki kadar değerli olduğunu, dayağın ise son derece aşağılayıcı ve onur kırıcı bir şey olduğunu düşünememektedir. Bu düşüncesizliğin birbirleriyle hiçbir coğrafi ve kültürel bağı olmayan pek çok toplumun atasözlerine yansıması, kadına dayak konusunda erkeklerin bakış açısının dünya genelinde hemen hemen aynı olduğunu göstermektedir. Kadının akıl fukarası olarak tanımlandığı bu atasözlerinde kadına dayak atılması yemek yemek, su içmek, uyumak gibi günlük yaşamın sıradan bir rutini olarak gösterilmekte, daha da ötesi, kadının kocasına derinden bağlanabilmesi için gerekli bir uygulama olarak savunulmakta hatta teşvik edilmektedir.
Kadına Yönelik Şiddetin Kültürel Temelleri isimli bu kitapta kültürün davranışlarımız üzerinde ne kadar büyük bir etkiye sahip olduğu vurgulandıktan sonra dünyanın değişik kültürlerinden toplanan atasözlerinden, fıkralardan ve mitlerden hareketle kültürün kadına yönelik şiddeti nasıl beslediği ve meşrulaştırdığı gösterilmeye çalışılmaktadır.
Özlem Güllü Burası Hollanda’daki bir kadın hapishanesi.
Küçücük hücrelerine büyük bir yaşam sığdıran kadınlar…
Yaklaşık beş senedir burada mahkûm olarak yaşamını sürdüren hapishanenin belki de en yaşlı teyzesinin tanımladığı gibi:
“ Burası bir üniversite, burada her gün yeni bir şey öğreniyorum...”
Feride 39 yaşında, dört çocuklu bir kadın. 12 yıl ceza aldığı günkü dirayeti unutulacak gibi değil. “Çok zor tabii ama hak ettim”, derken aslında kendine karşı ne kadar dürüst olduğunu dile getiriyor...
Mina’nın derdi ise çok büyüktü. Ne protez koluydu ona ızdırap veren ne de hapishanede olmasıydı...
Gizem’in şu sözleri ise ibret verici: “İyi ki gelmişim buraya.”
Gaye, İstanbul’da yaşayan, bir seyahat sırasında Hollanda’da tutuklanan genç bir mahkûm. Türkiye’de manken ve dizi oyuncusu olduğunu söylüyor ve yine birçok kişi gibi suçsuz olduğunu, haksız yere burada olduğunu vurguluyor.
Bu kitapta, mahkûmların gerçek yaşam hikâyelerini “hayat dersleri” tadında okuyacaksınız.
Abdullah Aydın, Ali Somel, Alican Kaptı, Aslı Yönten, Ayça Çekiç Akyol, Aziz Belli, Begüm İsbir, Belma Tokuroğlu, Bülent Akbaba, Cenk Temel, D. Alper Çamlıbel, Ecehan Somuncuoğlu, Elif Emmioğlu, Emine Erden Kaya, Ender Akyol, Eylem Şentürk Kara, F. Burak Yerlikaya, F. Zeynep Özkurt, Fahri Bakırcı, Fatih Demir , Fatih Sanoğlu, Fatih Tombul, Fatma Gül Gedikkaya, Gülçin Eroksal Ülger, H. Hüseyin Çevik, Hakan Olgun, Hamza Bahadır Eser, Hatice Altunok, Hikmet Kavruk, Hülya Ağcasulu, İlhan Aksoy, İrfan Neziroğlu, Jülide Gül Erdem, Kutay Karaca, Mehmet Barış Yılmaz, Mehmet Güneş, Merve Suna Özel, Muhammed T. Gedikkaya, Murat Duran, Mustafa Altunok, Mustafa Lamba, Nazlı Nalcı Arıbaş, Ömer Güler, Ömer Özkaya, Rahime Süleymanoğlu Kürüm, Sebahattin Gültekin, Sedat Karakaya, Selma Karatepe, Selman Kesgin, Sevcan Güleç Solak, Sezai Öztop, Süleyman Çelik, Süleyman Sıdal, Süleyman Tülüceoğlu, Şenol Durgun, Tuncay Durna, Turgut Göksu, Uysal Kerman, Veysel Eren, Yakup Altun, Yakup Bulut Kamu Politikaları Ansiklopedisi, kamusal meselelerin süreçler, aktörler ve siyasal sistem etkileşimi içeresinde ele alınmasında yardımcı bir kaynak niteliğini taşımaktadır. Ansiklopedinin kapsamında; kamu politikasına ilişkin temel kavramlar, çeşitli politika alan örnekleri, modeller ve teorisyenlerin alana katkıları incelenmiştir. Kamu politikası sürecine ilişkin kavramları, analiz modelleri, politika aktörleri (bürokrasi, siyasi partiler, yasama, yürütme, yargı..), politika oluşum süreçlerine etki eden düşünce kuruluşları, sivil toplum örgütleri, kamu-özel ortaklıkları, lobicilik faaliyetleri, medya bu bağlamda incelenmiştir. Siyaset bilimi, yönetim bilimi, hukuk, yerel yönetimler, kentleşme, maliye, spor, sosyal politika, iletişim, sosyoloji gibi farklı boyutlara yer verilerek kamu politikasının interdisipliner özelliği yansıtılmıştır. Eserde bulunan politika alanlarını; afet yönetim politikası, bölgesel kalkınma politikası, çevre politikası, dış politika, eğitim politikası, enerji politikası, göç politikası, güvenlik politikası, ilaç politikası, istihdam politikası, kentleşme politikası, konut politikası, koruyucu ve temel sağlık hizmetleri politikası, kriz yönetim politikası, kültür politikası, maliye politikası, orman politikası, personel politikası, sağlık politikası, sanayi politikası, savunma politikası, sosyal güvenlik politikası, spor politikası, su politikası, toplumsal cinsiyet politikası, vergi politikası ve yerel politika oluşturmaktadır.
Elvettin Akman Başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere dünyanın farklı ülkelerinde yakın zamanda hızla gelişerek büyük önem kazanan Kamu Politikası, ismini taşıyan fakülte ve bölümler ortaya çıkararak ayrı bir disiplin hâline gelmiştir.
Kamu Politikası, Türkiye’de de yakın zamanda önem kazanmaya başlamıştır. Farklı disiplinlerde bulunan akademisyenler bu alana ilgi duymaya başlamış ve zamanla başta kamu yönetimi programları olmak üzere çeşitli programlar bünyesinde dersler açılmaya başlanmıştır. Bunun yanı sıra Türkiye’de birkaç üniversitede Kamu Yönetimi bölümlerinin altında kamu politikası ana bilim dalı açılmış ve açılma girişimleri de devam etmektedir. Farklı üniversitelerde tezli ve tezsiz yüksek lisans programları da faaliyete girmiştir.
Bu kitap, Türkiye’de kısa zaman zarfında oldukça fazla mesafe kat eden kamu politikasına olan ilgiyi arttırmayı amaçlamaktadır. Kitapta; kamu politikasına ilişkin kavramsal çerçeve, kamu politikasının önemi, doğuşu ve gelişimi, nitelikleri, kamu politikasında rol oynayan aktörler, kamu politikası oluşturma süreci ve kamu politikası uygulama modelleri ele alınmıştır.
Kitabın; kamu politikasına ilgi duyan öğrencilere, akademisyenlere ve araştırmacılara faydalı olması umulmaktadır.
Ahmet Cemil Soylu, Elif Gürdal, Emre Cengiz, Hasan Mahmut Kalkışım, Kadir Caner Doğan, Metin Aksoy, Muhammet Cemal Şahinoğlu, Münevver Demir, Ömer Uğur Kamu yönetimi, bir akademik disiplin olarak oldukça farklı bir epistemoloji ve metodolojiye sahiptir. Bu kitapta, kamu yönetimini daha geniş manada bir disiplin hâline getiren farklı kavramlar ve konulara yer verilmiştir. Bunun neticesinde de kamu yönetimi denildiğinde ilk akla gelen konular derin bir biçimde açıklanmıştır. Bu sayede, bu kitap ile sosyal bilimlerin 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra maruz kaldığı interdisipliner karakter de karşılık bulmuş olmaktadır. Bu kitapta; devlet, bürokrasi, kamu politikası, e-devlet, kent bilimi, kamu personel yönetimi ve afet yönetimi gibi konular üzerinden kamu yönetimi ile ilgili kavramlar ifade edilmiştir. Kitabın başta lisans öğrencileri olmak üzere konuya ilgi duyan tüm ilgililer için başlangıç bir kaynak niteliği sunduğu düşünülmektedir.
Jay M. Shafritz, E. W. Russell, Christopher P. Borick Shafritz, Russell ve Borick’in kamu yönetimine giriş amacıyla yazılmış kitabı çeşitli açılardan ilgi çekici. Öncelikle ihtiva ettiği başlıklarla kamu yönetiminin nesne arayışına bir cevap. İkinci olarak kuramsal anlatımın yanında, uygulamayı ele alışı, örnek olayları, tartışma soruları, sözlüğü, takdim ettiği internet siteleri, tavsiye ettiği okumalarıyla zengin bir materyal. Eserin bir diğer dikkate şayan yanı, Amerikan kamu yönetimini anlatan bu eserin Anglo-sakson geleneği içerisinde yer almasına rağmen şaşırtıcı düzeyde yasama süreçlerine, hukuk kurallarına ve yüksek mahkeme kararlarına atıfta bulunmasıdır. Bir başka ilginç yanı ise birörnek olmayan çok katmanlı Amerikan idari yapısına etkinlik bakış açısıyla olduğu kadar, özgürlükler, insan hakları, etik kaideler, otoriteryenleşme temayülleri, denge ve denetleme mekanizmalarının aksaklıkları, siyasi popülizm, yolsuzluk ve yozlaşma pencerelerinden bilim adamında bulunması gereken ilkelilik ve entelektüel derinlikle yaklaşmasıdır. Her ne kadar Amerikan kamu yönetimini öncelikle Amerikalılar için anlatan bir eser olsa da akademik olarak istifade edilebilecek bir çalışma olduğuna şüphe yoktur.
Ahmet YATKIN Bu çalışmada, bilimsel ve işlevsel olarak Kamu Yönetimi ve Etik ile ilgili temel değerler analiz edilerek, daha hızlı hareket edebilen, doğru kararlar alıp doğru uygulamalar ortaya koyabilen, dinamik ve esnek bir yapıya sahip, ihtiyaç ve beklentileri karşılayabilen, etik merkezli bir yönetim anlayışı ortaya koymak hedeflenmiştir.
Kamu Yönetiminde ahlaklı ve dürüst davranışları egemen kılabilmek, her tür kişisel ve toplumsal ilişkilerde olduğu gibi temelde insana, onun haklarına, kutsallığına, onuruna ve tüm ana değerlerine yönelmekle ve bunları sürekli olarak geliştirmekle mümkündür. Bu düzenlemeler, görevlilerin niteliklerini ve görevlerini yerine getirme koşullarını geliştirmeyi, kamu hizmetlerinin demokratiklik ve etkinlik ilkelerine göre yürütülmesini ve halkın kamu yönetimine karşı duyduğu güven ve bağlılığı arttırmayı amaçlamaktadır.
Çalışmanın, araştırma yapan uzmanlara, her kademe yöneticilerimize ve bu alanda eğitim alan öğrencilerimize yardımcı ve kaynak olması temennilerimle...
Alev Erkilet, Ammar Kılıç, Ayşen Baylak Güngör, Büşra Bulut, Lütfi Sunar, Mahmut Hakkı Akın, Mehmet Erken, Necdet Subaşı, Vahdettin Işık 1960-1980 arası dönem Türkiye’de üzerinde çok konuşulmakla birlikte hakkında az bilgi sahibi olunan bir dönemdir. Bu çalışma; bu kritik dönemin hikâyesini görseller üzerinden anlatmaktadır. 1960’larda diğer fikir akımları gibi İslamcılık da daha görünür bir hâle gelmiş
ve iddialı bir dil kazanmıştır. Bu açıdan 1960Tar,Türk siyasal ve entelektüel hayatı için çeşitli başlangıçları bünyesinde barındırır ve sonrasını anlamak bakımından hayati önemdedir. Bu kitap, 1960'lardan itibaren Türkiye’de İslam’ın yeni kamusal tezahürlerinin ortaya çıkışını ele almaktadır. Bu amaç doğrultusunda kitap,dergilerden seçilmiş görseller etrafında örülmüştür. Kamusallaşan İslam adını koyduğumuz bu eser bize bastırılanın geri dönüşünü anlatıyor. Kitabın sayfaları açıldıkça İslam’ın kamusal hayatta yavaş yavaş belirginleşen bir görünürlük kazanmasına şahitlik ediliyor. Her bir sayfada farklı bir veçhenin tezahürü okuyucuyu bekliyor. Konuyu görseller üzerinden ele alan bu çalışma, Türkiye entelektüel tarihinin anlaşılmasında yeni bir ufuk sunuyor.
Göknur Bostancı Ege “Kelebek etkisi rastlantı değil, bir zorunluluktur.”
Jame Gleick

“Kaos doğanın kanunuydu, düzen ise insanın rüyası...”
Henry Adams

“Bir kelebeğin tek bir kanat çırpışı bir kasırgaya neden olabiliyorsa, bir kasırganın engellenmesine de aynı derecede yardımcı olabilir.”
Edward Lorenz

“Bilmemiz gereken ilk şey, rastlantı ile determinizm arasında mantıksal açıdan bir çelişki bulunmadığıdır.”
David Ruelle

“Gözümüzden kaçan çok küçük bir neden, görmemezlikten gelemeyeceğimiz önemli bir etkiye yol açar ve sonra bu etkinin tesadüf eseri olduğunu söyleriz.”
Henri Poincare

“Klasik bilim, salt pasif bir dünyanın efsanevi bilimi, geçmişe aittir; felsefi eleştiri ya da ampirik teslimiyet yoluyla değil bizzat bilimin içsel gelişimi tarafından öldürülmüştür.”
Ilya Prigogine

“Pozitivzm öldü... Çoktan gitti... Ve kokmaya başladı Rus deyimiyle, baştan başlayarak çürümeye başladı.”
David Byrne


Adem Levent Genel kanının aksine kapitalizmle ilgili çalışmalar sosyal bilimlerde iktisat disiplininde çok fazla yer almamaktadır. İktisat disiplininde yerleşik akımın dışında, heterodoks iktisat okulları ve heterodoks iktisatçılar, kapitalizmle ilgili çalışmalara yer vermektedirler. Bununla beraber sosyoloji disiplini, kapitalizme dair çalışmaların yapıldığı en yaygın sosyal bilim disiplinidir. Elinizdeki kitap hem iktisatçı ve sosyolog yönleri olan hem de 20. yüzyılın en önemli kamusal entelektüellerinden biri olan John Kenneth Galbraith’in düşünceleri üzerinedir. Galbraith’in düşüncelerinin araştırılması, hem iktisattaki ortodoks-heteredoks ayrımının anlaşılmasına hem de iktisadi düşüncenin gelişimine katkı yapmaktadır. Bu bağlamda Galbraith’in iktisadi düşünceleri üzerine yazılmış bu kitap, bir farkındalık yaratmayı amaçlamaktadır. Bu farkındalık kapitalizmin daha iyi anlaşılmasını sağlama iddiasındadır.
Hem sosyoloji hem iktisat hem de genel okur için bir kapitalizm çözümlemesi yapan Galbraith’in düşüncelerinin anlaşılması, Türkiye’de kapitalizm tartışmalarına katkı sunacaktır. Bu yönleriyle elinizdeki kitap, konunun uzmanlarının yanında kapitalizmle ilgili araştırma yapan okurlara da seslenmektedir. Ayrıca okuyucu bu kitapta Galbraith’in düşünceleriyle beraber 20. yüzyıl iktisadi düşünce tartışmaları ile ilgili de faydalı bilgiler de bulacaktır.
Ahmet Özalp, Arda Arıkan, Duygu Mete, Esra Ün, Fatma Kenevir, Gamze Gürbüz, Hasan Ali Yılmaz, Hasan Hüseyin Aygül, Hüsnü Ezber Bodur, Kerem Özbey, Orhan Ayaz, Özcan Güngör, Özge Zeybekoğlu Akbaş, Ziyaeddin Kırboğa Kovid-19 ile yaşanan “toplumu maskeleme” süreci, kaçınılmaz olarak dinî inanç ve pratikleri de etkilemektedir. Toplumsal zorunluluklar ve devletin yaptırım gücü, dinin bir araya gelme, toplu şekilde ibadet etme, senkronize bir şekilde kutsal sözleri tekrar etme, dokunma ve hissetme gibi tanıdık şeyleri, diğer bir deyişle dinin deneyimlenme biçimini derinden etkilemektedir. İbadetlerin fiziksel doğası çevrim içi ortamlara aktarılabilmekte, Türkiye’de olduğu gibi camilerin ibadete kapatılması, Suudi hükûmetince Hac ibadetinin askıya alınması ya da Sri Lanka’da hükûmetin zoruyla Kovid-19’dan ölen Müslümanların yakılması gibi beklenmedik ve radikal önlemler de alınabilmektedir. Benzer şekilde Yeni Çağ inanışları, söz konusu boşluktan yararlanarak bedensel sağlığı aşkın olanla ilişkilendirerek pazarını geliştirmeye ve yeni müritler toplamaya devam edebilmekte, Hindistan’da Müslümanlar, Kovid-19’un “süper yayıcıları” olarak etiketlenebilmekte ve birçok yerde dinî kimliklerinden dolayı kişiler, sosyal dışlanmaya maruz kalabilmektedir.
Kovid-19 salgını, anlama ilişkisi çerçevesinde ele alınması gereken çoklu ve disiplinler arası bir olgu olmakla birlikte bu sürecin dinî inanç ve pratiklere olan etkisinin belirlenmesi ve özellikle söz konusu sürecin ve sonuçlarının Türk akademisi tarafından da tartışılması gerekmektedir. On iki bölümden oluşan, sosyoloji, din sosyolojisi ve din felsefesi gibi alanlarda üretim yapmakta olan 14 yazarın katılımıyla hazırlanmış olan bu kitap projesinin, ilgili alanda çalışma yapan akademisyenlere ve öğrencilere, ayrıca bu alana ilgi duyan okuyucu ailesine katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Cihan Dizdaroğlu, Çiğdem Üstün, Dilaver Arıkan Açar, Esra Dilek, Haldun Yalçınkaya, Haluk Karadağ, Mustafa Aydın, Özgür Orhangazi 2020 yılının ilk aylarında aniden hayatımıza girip, günlük yaşantımızı alt üst eden COVID-19 pandemisi, sadece insan sağlığını etkilemedi, aynı zamanda küresel ve ulusal düzeyde yaygın ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel, çevresel ve sair etkileri oldu, oluyor.
Yaşananların farklı boyutlarını ve uzun dönemli etkilerini daha iyi anlayabilmek ve anlamlandırabilmek için hazırlanan bu çalışma, pandeminin öngörülen ve öngörülemeyen etkilerine odaklanıyor, geçmiş pandemilerden çıkartılan ve çıkartılamayan dersleri, bu sefer yaşadıklarımızdan öğrendiklerimizi ve bu çerçevede geleceğe yönelik neler yapılması gerektiğini kapsamlı şekilde ele alıyor.
Pandeminin en yoğun yaşandığı dönemde, 47 konuşmacı ve binlerce kişinin katılımıyla gerçekleştirilen ve bugüne kadar kayıtları 15.000’in üzerinde kişiye ulaşan çevrim içi seminerlere dayanan kitabın kapsayıcılığı, ele aldığı konuları ve disiplinler ötesi yaklaşımıyla ilginizi çekeceğini umut ediyor, pandemisiz günlerde okunmasını diliyoruz…
Saffet Karayaman Her insan, yaşam süreci boyunca özel ya da iş hayatında birtakım kararlar vermek durumundadır. Karar vericiler, karşılaştıkları bir sorunda ya da durumda birtakım zihinsel süreçler sonucunda bu kararları alırlar. İşte bu zihinsel süreçler aşamasında tecrübelerimiz, değerlerimiz, kültürel kodlarımız, önyargılarımız, inançlarımız devreye girer. Bu referans değerler, alınan kararda son derece etkilidir.
Bir sorunu karar vericiye sunarken onun önemsediği referans değerler de kullanılarak süreç manipüle edilebilir. Çerçeveleme etkisi olarak ifade edilen bu etki, problemin sunumu esnasında, istenen çözüm yolunun da gizli ya da açık olarak bu sunum içerisinde verilmesidir. Bir sorunun takdimindeki vurgular, karar vericinin çözümünün odağını oluşturur.
Toplumun yönlendirilmesinde ustaca kullanılan çerçeveleme, cehalet zemininde daha çok yer bulur. Çerçeveleme uzmanları, toplumun algısını yönetmek için etkin olan değerleri, simgeleri, örf ve âdetleri, inançları yoğun olarak kullanırlar.
Bu kitap, yalnızca kararlarımızı alırken değil karşılaştığımız veri sağanağını sağlıklı bir şekilde yorumlayıp doğru tutumlar geliştirmemize katkı sunabilir. En azından algı yönetimi tuzaklarına karşı bir farkındalık oluşturmamızı sağlayabilir. Keyifli okumalar dileğiyle...
A. Teyfur Erdoğdu, Ahmet Ayhan Çitil, Ali Utku, Mehmet Zahit Tiryaki, Ömer Türker, Sadık Türker, Tahsin Görgün Bir bilim dalının sürekliliğini sağlayan en önemli ve öncelikli unsurlardan birisi merkezi kavramlarının tespiti ve tabii sürekliliğinin sağlanmasıdır. Özellikle sosyal bilimler çerçevesinde yapılacak olan çalışmalar o bilimin kendi alanında bulunan makul anlamlara tekabül eden kavramların ve onların dil içerisinde bir anlama ad olmasını ifade eden ıstılah/terime yüklenmesi, ilgili bilim dalının bilimselleşme süreçlerine dair de ipuçları verir.
Günümüzde sosyal bilimlerde hakim olan kavram ve buna bağlı olarak terimselleşen ifadeler, Avrupamerkezci tanımların hakimiyeti ekseninde belirlenmekte ve bu kavram-tanım ilişkisi Avrupamerkezci yorumların süregelmesini sağlamaktadır. Bu şekilde toplumun öz değerlerine ve yapısına aykırı olarak üretilen kavramlarla yapılan tanımlamalar, sosyal bilimlerde sahih üretimlerin yapılmasına engel olmaktadır. İslam toplumunun yapısı ve kültürünün de göz önünde bulundurulduğu doğru bir sosyal bilimin gelişmesi ve buna bağlı olarak doğru bir bilimsel düşünce zeminin sağlanabilmesi öncelikle yerli ve kökenleri itibariyle süreci takip edilebilir kavramsal ve kuramsal çerçeveyi zorunlu kılmaktadır.
Elinizdeki kitap, bu gerekliliklerin işaret ettiği doğrultuda sosyal bilimlerde yeni kavramları geliştirmenin zeminini oluşturmak ve imkân alanlarını tespit etmek amacıyla hazırlanmıştır.
Süreyya Su, Arif Aytekin “… pürtüklü uzamlar, oluş'un yani organsızlaşmanın önüne devamlı sınırlar çeken yapılardır. Buna karşın kaygan-uzam ise, yaşamın saf oluş'lara açıklığını ifade eden sonsuz imkânlar düzlemidir”.
Efe Baştürk, İçkinlik Demokrasisi
Gilles Deleuze'ün düşüncesine giriş için bir kapı yoktur, birçok kapı vardır. Üstelik bu kapılar bir başlangıç yerine açılmazlar, onlar bir düşünce evrenine açılan geçitlerdir.
Kaygan Uzamda Hareketler, çağdaş Fransız düşüncesinin iki kült ismi olan Gilles Deleuze ve Félix Guattari'nin felsefesini çok yönlü irdeleyen bir metin.
Süreyya Su ve Arif Aytekin imzalı bu çalışma; günümüzde postmodern olarak adlandırılan çağdaş siyasal, toplumsal, kültürel ve sanatsal durumları açıklamak için Deleuze ve Guattari'nin ürettiği fikirlerin neden hayati derecede önemli olduğunu gözler önüne sermesiyle özellikle dikkat çekiyor.
Burada Deleuze’ün ve Guattari'nin; Hegel, Nietzsche, Heidegger, Leibniz ve Kafka'yla ilişkisi, olay felsefesi, oluş, virtüel, farklılık, çokluk, anti-ödipus, şizoanaliz, yersizyurtsuzlaşma, arzu ve organsız beden gibi temel kavramları inceleniyor. Deleuze'ün sinema felsefesinde Godard imgesinin kendine nasıl yer bulduğu tartışılıyor.
Kitapta ayrıca Guattari'nin arzu üzerine metinlerine de yer veriliyor. Düşünür, bu metinlerinde arzu kavramını cinsellikten sinemaya kadar farklı bağlamlarda ele alıyor.
Kaygan Uzamda Hareketler; Deleuze’ün ve Guattari'nin düşüncelerini anlamak ve anlatmak çabasının bir ürünü değil, onlarla çıkılan felsefi seyahatin bir anlatısıdır.
Seyit Gezer Bu eser, Kayseri Alevileri arasında önemli bir yere sahip olan Yedi Bucak Avşarları üzerine kaleme alınmıştır. Eserde, bu topluluğun bireyleri arasında derlenen sözlü kültür ürünlerinin zenginliği ortaya konulmuş ve bu ürünlerin kimlik, tarih, inanç gibi değerlerdeki belirleyiciliği izah edilmiştir.
Kitapta ele alınan konular, ilmî süzgeçten geçirilirken önümüzdeki dönemde Kayseri Alevilerini bütüncül anlamda inceleyecek çalışmalara model olma özelliği taşıyacak şekilde tasnif edilmiştir.
Elde edilen veriler müracaat eserlerine başvurularak tahlil edilmiş, bu işlem yapılırken Anadolu'nun ve Türk dünyasının farklı yerlerindeki benzer uygulamalarla mukayese edilmiştir. Karşılaştırmalar ve yorumlamalar sonucu sözlü kültür ürünlerinin kaynakları, bu kaynakların Yedi Bucak Avşarları için hangi işlevi üstlendiği açıklanmıştır.
Yedi Bucak Avşarları, kolektif kimlikleri ile okuyucuya tanıtılırken dar çerçevede Kayseri Alevileri, geniş çerçevede Türk kültür ekolojisi içindeki yerleri de gösterilmeye çalışılmıştır.
Aynur Erdoğan Coşkun, Ayşen Şatıroğlu, Betül Kızıltepe, Büşra Turan Tüylüoğlu, Elif Altundere, Mehmet Ali Akyurt, Melek Kırtıl, Merve Ayar Yılmaz, Murat Şentürk, Nursen Tekgöz, Salih Ünüvar, Şefika Aydın, Yusuf Adıgüzel "Antik kentler, orta çağ kentleri ve modern kentler, kapitalist ülkelerdeki kentler, sosyalist ülkelerdeki kentler ve Üçüncü Dünya ülkelerindeki kentler; işte bunların hepsi geniş entelektüel çerçevemizde yer alıyordu. Bunların sonucunda ortaya çıkan kentsel sosyoloji aklınıza gelen her şey olabilirdi; eğer bunun kentlerde meydana geldiğini görebildiyseniz, o zaman kentsel sosyoloji literatürünün herhangi bir yerinde tartışıldığını da görebilirdiniz." Saunders, R (2013). Sosyal teori: Kentsel sosyoloji (S. Doğru Getir, Çev.). ideal Kültür Yayıncılık.
Kentin inşası ve kentlerin neredeyse dünyanın her köşesine yayılması tüm zamanların en başarılı insan yaratımlarından biri olmuştur. Bugüne
kadar pek çok açıdan tartışılmış, farklı disiplinlerle ilişkilendirilmiş ve üzerine yazılmış zengin bir literatür bulunan kent ve kent çalışmaları hakkında bir sınıflandırma yapmak oldukça zor olsa da bu kitabın çerçevesi nüfus biliminden kentleşme olgusuna, kır pratiklerinden gecekondulaşma sürecine, toplumsal hareketlilikten göç çalışmalarına kadar geniş bir perspektifle ve aşamalı olarak geliştirildi.
Kent Çalışmalarına Giriş, bugün hâlâ önemini koruyan ve gündemden düşmeyen kent, kirve göç konularına adım adım yaklaşarak geçmişin ve
günümüzün dinamiklerini aydınlatmayı amaçlıyor. Hem kent çalışmalarına ilgi duyanların hem de uzmanların başvurabileceği bu eser, bir
başlangıç kitabı olması ve akademik bağlamda bütünlük oluşturması açısından önem arz ediyor.
Nilüfer Negiz, Songül Sallan Gül Kentler, bir yerleşim yeri ve yaşam alanı olarak sosyolojik açıdan derin farklılıkları, çelişkileri ve eşitsizlikleri barındırır. Mezopotamya’dan itibaren toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, ataerkil toplum ve devlet yapılarıyla birlikte kentlerin bir parçası olmuştur. Kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılıklar, toplumsal iş bölümü ve mekânsal ayrışmaların eril inşasıyla eşitsiz ve hiyerarşik farklılıklara dönüştürürken kenti devletle ve kamusallıkla özdeşleştirmiştir. Kadınlar ise kentte daha çok özel alanda yaşayan bir azınlık olarak görülmüşlerdir. Sanayi Devrimi’yle istihdamın artan kentsel niteliği modern toplum ve demokratik gelişmelere olanak sağlamışsa da kamusalın eril niteliği kentsel yaşamdan kadınları ya uzak tutmuş ya da katılımlarını sınırlamıştır. Kentin sorunları da ya cinsiyetten bağımsız (!) görülmüş ya da cinsiyet körü olarak ele alınmıştır. 21. yüzyılın en küçük kentten mega akıllı kentlere kentsel gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun kentlerde toplumsal cinsiyet eşit(siz)liği sorunu devam etmektedir. Sosyal devletin daha da gerilediği, neoliberal piyasa ekonomisi ve geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin (ev işleri, çocuk ve bakım sorumlulukları) kadınlara dayattıkları ve ihtiyaçlar göz ardı edilmektedir. Hatta kent mekânı düzenlemeleriyle kadınlara özgü ayrıştırılmış kamusal alanlar oluşturulmaktadır.
Oysa kadınlar ne ister? Yaşadıkları kente, kenttaş olarak tüm alan ve ilişkilerine katılım, temsil ve sorumluluk almak, eşit olmak. Bu kitap, sizleri bu sorgulama alanında bir saha araştırmasının bulguları eşliğinde kısa bir yolculuğu davet etmektedir.
Ali Eren Demir, Alper Bilgili, Asime Dilara Erdem, Duygu Kalkay, Elif Nagihan Türköz, Erdal Şahin, Fatih Altun, Fikri Keleşoğlu, İsmet Nezih Abanoz, Melih Coşkun, Muhammed Ferit Duman, Mustafa Kara, Nazife Gürhan, Nuray Karaman, Onur Bayrakcı, Rodi Haznedaroğlu, Selin Arıkın, Şükrü Türköz, Yalçın Kahya Çocukluğumda yönetmenliğini Roland Emmerich'in yaptığı Yıldız Geçidi (Stargate) filmini ilk izlediğimde neredeyse nefes bile almadan filme kilitlenmiştim. Böylesi bir deneyimi tecrübe etme tutkusunu bir türlü içimden atamıyordum. Fakat sonra bu tutkumu tatmin edemese de teskin edebilen akademik bir kapıyı keşfettim: Kentler.
Filimdeki solucan delikleri gibi göz alıcı efektleri bir yana bırakırsak esasında olan şey, modern bir kentten ilkel bir kente yolculuktu. Dolayısıyla kentler bir anlamda farklı gezegenler ve kentlere açılan kapılar da yıldız geçitleri gibidir. Avcı toplayıcı atalarımız yerleşik hayata geçmekle yani ilk kez “kent kapısı”ndan geçmekle dünya gezegenimizi başkalaştırdılar ve bu başkalaşım her yeni “kent kapısı”ndan geçildikçe devam etti. Bir tür olarak insan, geçtiği her kent kapısının ardından kendi toplumsal spektrumunun kültürel görünümlerini dünya sahnesine yansıttı. Bu kültürel görünümlerin kimisi toprak oldu kimisi ise toplumsal tortular olarak hâlâ varlıklarını korumaktalar.
Özellikle günümüzde insanın “kentli form”unun dünyaya egemen olduğu bir gerçek. Bu nedenle günümüz insanına ilişkin kenti ihmal eden her söylem ve analiz eksik kalacaktır. Bu bağlamda bu kitap; kentsel prizmadan dünya sahnesine yansıyan toplumsal spektrumun aktüel fenomenleri olan kentleşme, kadın, çocuk, yemek, göç, tüketim, engelliler, siyaset, güvenlik, ideoloji, yoksulluk, dijitalleşme, psikoloji ve ütopya konularını ele almaktadır.
Adem Kılıç, Aslıhan Aykara, Cemre Bolgün, Çiçek Nilsu Varlıklar Demirkazık, Ercem Erkul, Ferman Erim, Harun Aslan, M. Serkan Demirci, Müge Özmen, Nurullah Çalış, Sultan Ebru Bulgurcuoğlu, Şükran Kolay Çepni, Tahir Emre Gencer, Türken Çağlar Günümüzde dünya nüfusunun yarısından çoğu kentlerde yaşamaktadır. Çalışma ilişkileri, eğitim imkânları, deneyimlenen toplumsal sorunlar, sahip olunan destek ağları, kültürel örüntüler ve günlük yaşam pratikleri gibi insanı çevreleyen sosyal gerçeklik olgusu, büyük oranda kent yaşantısı içinde biçimlenmektedir. Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal İşler Dairesi'nin kent nüfusu projeksiyonları, günümüzde %55 olan kentli nüfusunun, önümüzdeki yıllarda artış göstereceğini ve 2100 yılında dünya nüfusunun %85'inin kentlerde yaşamaya başlayacağını işaret etmektedir. Bu durum kente dair çalışmaların öneminin gün geçtikçe artmasına neden olmaktadır.
Kentlerdeki nüfusun artışı, çeşitlenmesi ve heterojen bir hâl alması aynı zamanda sorun ve ihtiyaçların da yeni boyutlar kazanmasını beraberinde getirmektedir. Bu süreçle beraber derinleşen “kent” olgusu, sosyal bilimciler için önemli bir çalışma ve düşünme alanı yaratmıştır. Bu alanın içerdiği kentli hakkı, kent hizmetlerine katılım, kentsel adalet, sosyal içerme, kentlileşme ve kente uyum gibi kavramlar farklı disiplinler için ilgi odağı hâline gelmiş; yeni ve çok boyutlu çalışmaların ortaya konmasını gerektirmiştir.
Sosyal değişimi ve gelişimi, sosyal bütünleşmeyi, insanın güçlendirilmesi ve özgürleşmesini içeren küresel sosyal hizmet tanımı, okumakta olduğunuz bu kitabın kent ve kentliliği konu ediş biçimine ilham vermiştir. Sosyal hizmet mesleğinin çalışma alanları ve hizmet ürettiği nüfus grupları ele alınırken sosyal adalet, insan hakları, ortak sorumluluk ve farklılıklara saygı ilkeleri de bu kitabın odak noktasını oluşturmaktadır.
“Kentsel Sosyal Hizmet” kitabının, sosyal hizmet başta olmak üzere sosyal bilimler alanındaki tüm öğrencilere, akademisyenlere ve meslek elemanlarına faydalı olması; kentlerin, canlı dostu alanlar olarak gelişimine katkı sunması dileğiyle…
Hamza Kurtkapan 20. yüzyılın ortalarından itibaren gelişen yaşlılık sosyolojisi literatüründe, yaşlılık, sosyoekonomik değişkenler bağlamında çeşitli özelliklere göre çalışılmaktadır. Bunlar arasında kırsal ve kentsel alanlarda yaşlanmaya dair çalışmalar da yer almaktadır. Yaşlılık sosyolojisi literatür okumalarında özellikle kentsel ortamdaki yaşlılarla ilgili çalışmaların yetersizliği, kentli yaşlılar üzerine çalışmayı motive edici bir unsur olmuştur.
Kentleşme, başta aile olmak üzere bütün toplumsal kurumları derinden etkilemektedir. Bu süreçten en çok etkilenen bireylerin başında ise yaşlılar gelmektedir. Kentleşme ve yaşlılık ilişkisinin ele alındığı bu araştırmada, kentsel yaşamın ortaya çıkardığı yoğunluk, karmaşa ve hız faktörlerinin yaşlının hayatını nasıl şekillendirdiğine odaklanılmaktadır. Kentin sunduğu hayat şartlarının yaşlıların kendileri için öngördüğü hayat tarzı ile örtüşmediği rahatlıkla söylenebilir. Zira yaşlılar genel olarak kendileri için dingin ve sakin bir hayat isterlerken, kent, yaşlıların bu taleplerini karşılamaktan büyük ölçüde uzaktır. Bundan dolayı kentin yaşlılar için ne derece uygun olduğunun tartışılması, aslında kentsel yaşamın kendisini eleştiriye açması anlamına gelmektedir.
Nilay Gemlik, Ali Arslanoğlu Elinizdeki eserin yazılma amaçlarından biri; ülkemizdeki kamu otoritelerinin, toplumun, akademik çevrelerin, hazırlıksızlığımızdan dolayı yaklaşmakta olan tehlikeye dikkatlerini çekmektir. Konuyla ilgili multidisipliner araştırmalara, bilimsel çalışmalara acilen ihtiyaç vardır. Yaşlılığın; acizlik, kendine yetememek ve zor bir dönem algısından soyutlanarak kendine yetebilme, tatmin, mutluluk ve verimlilik algısı temelinde nasıl daha iyi hâle getirilebileceği onbir ülke uygulamaları ile birlikte ele alınmıştır. Bu yapılırken de “yaşlı” yerine “kıdemli” kavramı tercih edilerek aşağıdaki sorulara detaylı ve incelikli cevap bulunmaya çalışılmaktadır:
-Kıdemli nüfusunun iyilik hâli için neler yapılıyor?
-Kıdemli nüfusunun iyilik hâli için daha neler yapılmalı?
-Kıdemli nüfusunun iyilik hâli için hangi politikalar uygulanıyor?
-Kıdemli nüfusunun iyilik hâli için başka hangi politikalar uygulanmalı?
“Herkes bir gün kıdemli olacaktır.” çıkış noktasından kitabın herkese ulaşması dileğiyle…
Serdar Nerse Kırsal toplumun değişimi meselesi birçok yönden oldukça güncel ve kritik bir konudur. Türkiye'nin kırsal alan ve tarım politikaları yıllardır eleştirilmekte, bu politikaların doğruluğu sürekli sorgulanmakta ve yanlışlığı üzerine hiç değilse zımni bir ittifak olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. Kırsal politikaların tarımı teşvik etmekteki yetersizliğinden hareketle, süreç içerisinde kırsal alanda tasfiyenin meydana geleceği ve köylerin boşalacağı iddiaları sürekli artmıştır. Konunun uzmanları ağırlıklı olarak kırsalın tasfiyesinden bahsetmekte ve meseleye bu kabulü esas alarak yaklaşmaktadır. Fakat “Gerçekten durum bu mudur?” sorusunun peşine düşüldüğünde, durumun öyle olmadığı görülür. Köy ve kırsala yönelik ana akım düşüncenin eleştirisiyle yeni teorik bir yaklaşım geliştirilmiştir. Genel köylülük, kırsal yapı, demografik özellikler ile sınıfsal yapıyı şekillendiren üretim, bölüşüm ve dağıtım gibi kategorik ilişkilerdeki değişimin çok yönlü canlanma/iticileşme parametreleriyle köylerin tamamen tasfiye olacağı iddiaları boşa çıkmıştır. Kırsal alanda süreç boyunca değişen müdahale ve dinamiklerle iticileşme ile canlanma boyutlarının yerel/bölgesel düzeyde farklılaştığı görülecektir.
Ayten Bengisu Cansever, Emel Poyraz, Fatma Betül Çetin, Firuze Selen Çağlar, Huri Güven, Mücella Albayrak, Orhun Doğuş Yılmaz, Serhat Ulağlı Yeni medyayla birlikte ortaya çıkan enformasyon toplumu ve bu toplumun hakikate yönelik çıkarımlarının belirsizleşmesi, post-gerçekliğin egemen olduğu bir dünya meydana getirmiştir. Bu dünyada, yararlı-yararsız, iyi-kötü, önemli-önemsiz gibi kavramlar birbirine karışmıştır. Gerçekliğin sınırlarının sonsuz görünen bir geçişkenliğe sahip olduğu günümüz toplumunda birey ve onun kimliği de sürekli bir devinime ve etkileşime tabi olmuştur. Kültürü oluşturan gelenek-görenek, din, coğrafya gibi çeşitli etkilerin yanı sıra birey, kimlik inşa sürecinde algı, aidiyet, öteki, gibi sosyal-psikolojik unsulardan da hiç olmadığı kadar etkilenmiştir. Çalışma, bu etkileri; bireyin dış dünyadan almış olduğu uyarımları özümserken geçirdiği bilişsel ve davranışsal süreçler, toplum içerisindeki temel değerler dizisinin birey dünyasındaki meydana getirdiği değişikliler, temel alışkanlıklarımız ve toplumsal duyarlılıklarımız arasındaki ikilemin gündelik yaşantımızda nasıl karşıladığımız gibi birçok sorudan yola çıkarak ele almaktadır.
Kitap, bu olguları ve olguların kimlik inşa süreçlerine yansımalarını, Foucault, Althusser, Adorno, Erikson gibi teorisyenlerin ve Gestalt ve Frankfurt gibi ekollerin yardımıyla günümüz pratikleri çerçevesinde açımlamayı amaçlamaktadır.
Vefa Adıgüzel Siyasal katılım, siyasal sistemlerin önemli unsurlarından biri olup farklı düzeylerde ve şekillerde gerçekleşmektedir. Siyasete yönelik tepkiler, eylemler ve görüşler de siyasal katılımı içermektedir. Bu yüzden siyasal katılım sadece bir oy verme davranışı değildir. Bu kitapta, gençlerin siyasal katılımı tanımlanmaktadır.
Türkiye'de gençlik üzerine yapılan çalışmaların farklı ve kapsamlı olduğunu belirtmek gerekir. Gençlik ile ilgili konular siyasal ve sosyal değişimlerin etkisiyle farklılık göstermiştir. Gençlik olgusu farklı disiplinlerce ele alınmıştır. Ergenlik, yabancılaşma, eğitim, siyaset, kimlik, din, suç, şiddet ve teknoloji gibi konular üzerinde gençlikle ilgili birçok araştırma yapılmıştır. Öte yandan sosyal bilimlerde din-siyaset ilişkisi, seçmen davranışı, siyasal katılım ve siyasal kültür gibi alanlarda yapılan çalışmalar da mevcuttur. Fakat kimlik, gençlik ve siyaset ilişkisini ele alan çalışmaların son yıllarda yaygınlık kazandığı görülmüştür.
Bugün gelinen noktada gençliğin mevcut durumu değerlendirildiğinde, gençlerin siyasi görüşlerde ve siyasi kültürde daha fazla karar alması ve geniş tabanlı bir katılım için ciddi bir dönüşümün gerekliliğine her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Bu bakımdan, gençliğin siyasal katılımını ele alan bu çalışmanın bu yönde bir çaba olarak değerlendirilip alana katkı sağlayacağı düşünülmüştür.
Emel Baştürk Akca Bu kitap, kimlik ve medyada kimlik temsilleri üzerine yapılmış çalışmaları tam da postmodern çağın kimlikler üzerine tartışmaları popüler hale getirdiği bir ortamda bir araya getirmeyi hedeflemiştir. Kitapta, bireysel ve daha ağırlıklı olarak kolektif kimlik üzerine politik tartışmalara girilmiş olsa da aslında bu kitap iletişim akademisyenleri tarafından yazılmıştır. İletişim alanının disiplinler arası niteliği yazarları medyada kimlik temsillerini analiz ederken küresel çağda kimlikler, Türkiye ve hatta Avrupa tarihi üzerine tartışmalara girmeyi de zorunlu kılmıştır. Bu çerçevede kitabın amacı, çeşitli olaylara ilişkin medya metinlerinin analizlerini bir araya toplamak değil, modernist milliyetçilik, küresel çağda milliyetçiliğin aldığı yeni biçimler, Türkiye’de 1990’ların sonlarında karşımıza çıkan popüler milliyetçilik, “Avrupalılık“, “Avrupa kimliği“ ve bu kimlik tasavvurunda Türkiye’nin yerine ilişkin tartışmaları, medyadaki temsilleri üzerinden yeniden tartışmaktadır. div align“justify“İki kısımdan oluşan kitabın ilk kısmında Türk milliyetçiliği ve modernleşmesi çerçevesinde Türk ulusçu söyleminde ötekileştirme, milliyetçiliğin değişken ve farklı koşullara uyum sağlayabilen yapısı içinde ötekilik söylemlerinin de değişimine odaklanılmış, Türkiye’de popüler milliyetçi söylemler de tartışılmıştır. İkinci kısımda ise son yıllarda Avrupa ülkeleri içinde yoğun biçimde tartışılan “Avrupa kimliği“ kavramı ve bu kimlik tasavvuru içinde Türkiye’nin yerine ilişkin makaleler yer almıştır. Makalelerde, Avrupa basınında (özellikle Fransa ve İspanya örneğinde) Türkiye’nin nasıl temsil edildiği incelenmiştir. Çalışmanın sosyal bilimlerin bütün alanlarında eğitim veren akademisyen ve eğitim gören öğrencilerin yanı sıra medya ve kimlik konularına ilgi duyan herkese faydalı olacağı düşünülmektedir.
Demet Gürüz, Ayşen Temel Eğinli Kişilerarasındaki iletişim, iki kişinin birbirini fark etmesi ve birbirlerinin varlığını kabul etmesi ile başlar. Bu süreç içinde kişi; tutumları, kişiliği, davranışları, yaptıkları ve yapmadıkları, söyledikleri ve söylemedikleri ile mesajlar iletmektedir.
İletişim çağındayız… Hâlâ konuşuyor ama anlatamıyorsak, anlatıyor ama anlaşılmıyorsak, konuşuyor ama dinlemiyorsak, konuşuyor ama dinlenmiyorsak, konuşuyor ve dinliyor ancak yine de anlaşamıyorsak… sözlü ve sözsüz mesajlarımız, iletişimimizi etkileyen ve engelleyen faktörler iletişimimiz sona ermeden sorgulanmalı.
Anlatamadım galiba…
Beni yanlış anladın…
Keşke öyle söylemeseydim…
Ah şu önyargılarım…
Sesinin tonu kızgın gibi geldi…
Öyle bir vurgulama yaptı ki…
Gözlerin öyle söylemiyordu ama…
Parmaklarımı kırar gibi tokalaştı…
Nasıl bir duruştu o, çok şey anlattı…
Kişilerarası İletişim -Bilgiler-Etkiler-Engeller-, kişilerarası iletişim sürecinin çok çeşitli yönlerini örneklerle ele alarak değerlendirmektedir. Bu anlamda kitap, hem akademik çalışmalarını sürdüren araştırmacılara hem de etkili iletişim kurmak isteyen herkese ışık tutacaktır.
Uğur Zel Liderlik ve kişilik gibi iki bilinmeyeni kapsamlı bir şekilde birleştiren referans niteliğindeki bu kitap, sadece yöneticilere değil herkese hitap ediyor. Okuyuculara “kişilik” olgusunu anlamalarında yardımcı olacak ve bu bilgiler ışığında “Nasıl lider olunur?” sorusuna cevap bulmalarını kolaylaştıracaktır.
Prof. Dr. Halil Can
Hacettepe Üniversitesi İİBF

Yazar, zorlu serüvene liderlik kuramlarının aradığı yeni çıkış yollarını göz ardı etmeden kişilik kuramlarını irdeleyerek başlamış. İyi de yapmış çünkü son zamanlarda bu serüvende öne çıkan karizma benzeri olguları liderlik stilleriyle ilişkilendirebilmenin yolu kişilik ve kimlikleri öğrenmekten geçiyor.
Prof. Dr. Selami Sargut
Başkent Üniversitesi İİBF

Alanındaki teori ve araştırmaları geniş bir yelpaze içinde ele alan kapsamlı bir eser. Kişilik ve liderlik insan kaynağının yönetiminde iki önemli boyut. Bu nedenle, eserin hem akademisyenler hem de uygulayıcılar için vazgeçilmez bir başucu kitabı olacağına inanıyorum.
Prof. Dr. Öznur Yüksel
Çankaya Üniversitesi İİBF

Üzerinde çok çalışılan, ancak yapısı hâlen açıklığa kavuşmayan ve önemli bir konu. Bu eserin yapıyı anlayarak davranışları daha iyi değerlendirmemize çok katkı sağlayacağını değerlendiriyorum. Umarım, çok gereksinim duyduğumuz liderlik davranışları geliştirmede yol gösterici olur.
Prof. Dr. Kadir Varoğlu
Başkent Üniversitesi İİBF
Eyyüp Sanay Tarih boyunca düşünürler, yazarlar sosyal olaylar ve toplum üzerine hep yazmışlardır. Ancak sosyoloji, sosyal bilimler alanında çok geç ortaya çıkmış bilim dallarından biridir.
Adını pek açık olarak kullanmamakla birlikte sosyal olaylar ve toplumun bu günkü sosyolojik anlamda ele alınması İbni Haldun ile başlamıştır dersek, yanılmış olmayız.
ibni Haldun toplumsal olayları, sosyolojik manada ele almış, incelemiş, sadece sosyoloji adını kullanmamıştır. “Mukaddime” adlı eserinde sosyal olayları ve toplumu ele almış, gözlemleyerek anlatmış, olayları sebep-sonuç ilişkileri çerçevesinde incelemiştir. Bu durum çağdaş sosyoloji anlayışı ile özdeş olmasına rağmen, sosyoloji biliminin Augustus Comte tarafından kurulduğu genel kabul görmüştür.
Ayşe Betül Oruç Yeryüzündeki insan mevcudunun yarısını oluşturan; sosyal, siyasî, dinî hayatta, aile hayatında etken ve edilgen işleve sahip olan kadın, tarihî süreç içerisinde farklı zaman ve toplumlarda tartışılan önemli konulardan biridir. Eser, tefsir sahasında kaleme alınan çalışmaları kadın konusu özelinde incelemektedir. Kur'an'ın yorum serüveninde ortaya konan tespitler, farklılaşan ve benzeyen yönleriyle ele alınmaktadır. Bu şekilde metinde var olanla yorumlardaki algı arasında mukayese yapılmaktadır.
Christopher Hodapp, Alice Von Kannon Kimi gerçek, kimi de safsata.
Gizli cemiyetler ve komplo teorilerinin esrarengiz dünyasında kaybolmayın!
Dünya bildiğimiz, işittiğimiz gibi mi, yoksa her şeyin ardında görünmez eller mi var? Günümüzün en tartışmalı konuları olan gizli cemiyetler ve komplo teorileri siyasetten din, bilim ve kültüre her alanda sürekli gündemimize giriyor. Komplo Teorileri ve Gizli Cemiyetler for Dummies bu alandaki gerçeklere ve safsatalara somut bilgilerle ışık tutarak, onları birbirinden nasıl ayırt edeceğimizin yolunu gösteriyor.
• Parolayı unutmayın! Dünyanın en gizemli örgütleriyle onların esrar perdesi ardındaki ayin ve törenlerinde yapılan uygulamaları öğrenin
• Üçgenlere ve gözlere dikkat edin! Hakkında sayısız teori üretilen İlluminati'nin simgelerini ve ne ifade ettiğini inceleyin. Bunun yanında ne tür eylemlerin içinde bulunduğunu görün.
• gördüğünüz bir uçan daire olabilir mi? Dünya dışı varlıklar ya da uzaylılar olarak tanımlanan öznelerin yer aldığı teorilere göz atın. 51. Bölge'de aslında ne oluyor? Uzaylıların dost olup olmadığı bilgisini Mavi Kitap'tan edinin.
• Masonların arasına karışın! Topluluğun kökenlerini, tarihini, eylemlerini ve kimlerden oluştuğunu gözleyin.
• İtalyan kesimi takımınızı çekin! Farklı yerlerde, farklı kökenlerden gelen grupların nasıl çeteleştiğini ve tehlikeli boyutlara ulaştığını, hangi ailelerin etkili olduğunu ve yankılarını keşfedin.
• Görevimiz tehlike! Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılmış olan Kennedy suikastı ile diğer başkanların sonlarını ve tarihte yer edinmiş diğer tehlikeli grupları öğrenin.
Kitabı açın ve
• Geçmişten bugüne kadar var olmuş cemiyetleri ve kökenlerini,
• Bir komplo teorisinin doğruluğunu kendi başınıza test etmeyi,
• Sinsice aranıza sızmış bir gizli cemiyetin farkına varmayı,
• İnternetin komplo söylentileri üzerine körükleyici etkisini,
• Uzaylıların dünyayı ele geçirme planlarına karşı uyanık olmayı,
• 11 Eylül'e dair komplo teorilerini nasıl yorumlayacağınızı öğrenin.
M. Cengiz YILDIZ, Mustafa GÜNDÜZ Komşuluk, sosyal etkileşimin farklı boyutlarıyla yoğun bir şekilde yaşandığı toplumsal bir olgudur. Bu olgu, sosyal bilimlerin pek çoğunun inceleme alanına girmesine rağmen, daha çok sosyolojiyi ilgilendiren boyutlara sahiptir. Bu toplumsal gerçekliğe karşın, komşuluk Türkiye'de, sosyologlardan gerekli düzeyde ilgi görmemiştir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Türkiye'deki sosyoloji anlayışının, Batı'nın etkisinde olmasıdır. Geleneksel komşuluk ilişki biçimlerinin izleri, modern Batı toplumlarında büyük oranda kaybolmaya yüz tutmuş olmasından dolayı, komşuluk konusu, Batı sosyolojisinde göz ardı edilmiştir. Buna karşılık, geleneksel komşuluk ilişkilerinin, Türkiye'de hâlâ canlı bir şekilde varlığını sürdürdüğü gözlenmektedir.
Komşuluğun ele alındığı bu eser, sözü edilen alandaki boşluğu doldurmak amacına yönelik olarak hazırlanmıştır. Eser, TÜBİTAK tarafından desteklenen bir proje çalışmasının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bir yönüyle; akademisyenlerin, bağımsız araştırmacıların ve sosyal bilimlerin farklı alanlarında öğrenim gören öğrencilerin istifade edebilecekleri veriler içermektedir. Bunun yanında, bir “araştırma projesi örneği” olarak da araştırmacıların ilgisini çekebilecek özelliklere sahiptir.
Turhan Yörükân KONUT İHTİYAÇ TAHMİNİ KONUT TALEBİ VE KONUT PAZAR ANALİZİ - Kavramlar, Metotlar ve Yapılması Gereken Sosyal Araştırmalar
Ayşe Şallı Kovid-19 salgını ile insanlık, dünyanın -Marshall McLuhan'ın söylemiyle- “küresel bir köy” olduğuna yakından tanık olmuştur. Bu köyün sakinleri; ortak korkular, endişeler, ihtiyaçlar, sevinçler, ümitler, çözüm arayışları ve sığınaklarla, kitle iletişim araçlarıyla kurulan bağdan öte ortak deneyimlere sahip olmuşlardır. Ancak bu durum, her ulus devletin kendi yerel dinamiklerinden beslenen, özgün salgın süreci örüntülerinin ortaya çıkmasına engel olmamıştır. Türkiye'nin Kovid-19 salgın deneyimi de bu bağlamda özgün karakteriyle dikkat çekicidir. Salgının etkileri, toplumun farklı kesimlerinde farklı yansımalarla karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda salgın konulu hacimli bir literatür de oluşmuştur. Bu çalışmada, Türkiye'de salgının çalışan bireylerin çalışma, aile ve dinî hayatlarındaki yansımaları bütüncül ve derinlemesine bir perspektifle tasvir edilmektedir. Anne, baba, çalışan, eş, çocuk, akraba, Müslüman, komşu vb. rollerine sahip bireylerin salgın deneyimlerinden kesitler sunulmaktadır. Üç farklı yaşam alanına eş zamanlı olarak ışık tutması, bu alanların kendi aralarındaki bağımlı etkileşime odaklanması ve sürecin olumsuz etkileri kadar kazanımlarına da dikkat çekmesi çalışmayı ilgili literatürde özgün ve ayrıcalıklı kılmaktadır. Toplumsal hayata dair tespitler, karşılaşılan problemler ve çözüm önerilerinin geliştirilmesi sosyolojik çalışmaların temel hedeflerindendir. Bu bağlamda ortaya koyduğu çok boyutlu tasvirler, sürecin ortaya çıkardığı problem, kazanım ve beklentilere ilişkin tespitlerle çalışmanın hem gelecekteki bilimsel çalışmalar için ilham ve veri kaynağı hem de Türkiye'de çalışma, aile ve dinî hayata yönelik düzenlemelerde yön gösterici olması ümit edilmektedir.
Ahmet Eker, Arif Akgül, Ekrem Muş, Ercan Balcıoğlu, Ercan Sünger, Fatih Irmak, Fatih Tombul, Halil İbrahim Bahar, Hasan Büker, Hüseyin Akdoğan, İbrahim Meşe, İsmail Dinçer Güneş, Kazım Seyhan, Kübra Gültekin, M. Alper Sözer, M. Alper Sözer, M. Hakan Hekim, M. Salih Elmas, Mehmet Arıcan, Mehmet Kul, Murat Özkan, Mustafa Bülent Halıcıoğlu, Nadir Koçak, Nurullah Altun, Oğuzhan Ömer Demir, Sevgi Güney, Vedat Kargın, Yaşar Erjem 1962 yılında İngiltere’de çocuk suçluluğu üzerine doktora çalışmamı tamamlayıp dönmüştüm. O sıralar Sağlık Bakanlığı bünyesinde yeni kurulan dört yıllık yüksek eğitim veren Sosyal Hizmetler Akademisinde öğretim üyeliği yapmaya başladım. Söz konusu kurumda Türkiye’de öğrencilere ilk kez Ulucanlar Hapishanesi ve Keçiören Çocuk Islah Evine haftada iki gün uygulama eğitimi başlattım. O dönem Türkiye’de suç alanında akademik çalışma yok denecek kadar azdı. Şimdiyse, elinizdeki Kriminoloji kitabı gibi kapsamlı bir bilimsel içeriğe sahip eserleri görmek, Türkiye’de suç biliminin geleceği adına beni heyecanlandırmaktadır.
Prof. Dr. Birsen Gökçe
Sosyoloji Derneği Kurucu ve Onursal Başkanı

Doğa bilimleri doğanın işleyiş ve dönüşüm yasalarını; sosyal bilimler ise insan toplumlarının işleyiş, değişim ve dönüşüm yasalarını keşfetmek üzere örgütlenmiştir. Sosyal yaşamı düzenleyen kurallardan cezai sorumluluk ve yaptırımı olanlar, özellikle sosyal bilimlerin gelişimi ile birlikte, “kriminoloji” denen bir multi-disipliner bilim dalının ortaya çıkmasını sağlamıştır. İşte, elinizdeki kitabın editör ve yazarlarının, Türkiye’de önemli ölçüde eksikliği hissedilen kriminoloji disiplininin literatürünü zenginleştirmek ve ilgili konulara yeni ve farklı bakış açıları kazandırmak üzere çok değerli bir işi başarmış olduklarını söylemek gerekir.
Prof. Dr. Ali Çağlar
Hacettepe Üniversitesi

Disiplinler arası bir bilim dalı olan kriminolojiyi kapsamlı bir şekilde ele alan bu kitap, okuyucuya sunduğu çağdaş ve klasik kriminoloji teorilerini günlük hayatta karşılaşılan gerçek suç türlerine uyarlayarak nazari yaklaşımların pratik yansımalarını güncel veriler ışığında açıklamaktadır. Bu kitap, dolgun ve kapsamlı içeriğiyle, suç biliminin kapısını aralamak isteyen meraklıların ve öğrencilerin vazgeçilmezi olmaya adaydır.
Doç. Dr. Osman Dolu
Kriminolog
Richard PAUL, Linda ELDER Tüm yaşamımız, duygu ve düşüncelerimiz tarafından yönetilmektedir. Çoğumuz ağırlıkla gerçeğin farkına varmadan yaşadığımızdan düşünce becerilerimizi geliştirmeyi önemsemeyiz. Ancak düşünme; eğitim, psikoloji ve daha birçok alandaki bilim insanının üzerinde çalıştığı ve geliştirmeyi hedefledikleri becerilerden bir tanesidir. Eleştirel düşünme ise en temel ve önemli düşünme türleri arasındadır. Pek çok kişi tarafından bilinç dışı bir eylem olarak kabul edilen "düşünme"yi bilinç alanına çekip özel eğitim teknikleri ile geliştirmek mümkündür. Bu kitap; eleştirel düşünme becerileri kapsamında, kişinin tarafsız düşünür hâline gelme, düşünme seviyesinden haberdar olma, temel akıl becerileri, yetenekleri, içgörülerinin gelişmesine destek olma, sunulan düşüncenin zayıf ve güçlü manasını keşfetme vb. gibi becerilerini geliştirme, kendi düşünme standartlarını bilme, soru sorma ve düşünmedeki yerini anlama, düşünme içeriğini öğrenme, iyi düşünme becerilerini edinme, karar alma, problem çözme, mantık dışı düşünce ile başa çıkma, ulusal ve uluslararası propaganda yolları, zihinsel kandırmaca ve manipülasyonun farkına varma, etik akıl yürütme, stratejik düşünme becerileri ve ileri düşünür olma başlıklarında bilgi ve beceri kazandırmayı amaçlamaktadır. Buraya kadar sözü edilen bu becerileri kapsayan kitabın hem bilgi vermesi hem de Türkiye'deki akademisyen ve düşünürler tarafından bu konuda yeni eserlerin kaleme alınmasını, araştırma yapılmasını teşvik etmesi hedeflenirken matematik bilimlerinde ve sosyal bilimlerde eğitim gören öğrencilere, politikacılara, medya mensuplarına faydalı olacağı düşünülmektedir ve kişisel gelişimi bir yaşam biçimini hâline getirenlere geliştirici bir okuma serüveni olacağına inanılmaktadır. (Kim ile? Kim için?..)
21. yüzyıl becerileri arasında ilk sıralarda yer alan eleştirel düşünme becerisinin stratejik ve sistematik olarak nasıl geliştirilebileceğini anlatan bu kitap, okuyucular için hem günlük yaşamda hem de profesyonel hayatta kullanabilecekleri önemli reçeteler vermektedir. Bilgi çağının getirdiği bilgi bombardımanı içinde hangi bilgiye nerede, nasıl, niye, ne zaman ve kim ile kim için ulaşılır sorularının cevaplarını çok gelişmiş tablolar ve şekiller ile anlatarak görsel anlamda hatırlanır ve uygulanabilir kılmakta; sol beynin işlevi olan eleştirel düşünceyi çok daha ileriye götürerek bilginin yaratıcılığa dönüştürülmesinde önemli rol oynamaktadır. Basitliğin getirdiği mükemmellik ile değişen ve devrim niteliğinde yaşanan teknolojik gelişimlerde okuyucuların uygulamalı olarak karar verme becerilerini geliştirmekte ve okuyuculara bulundukları ortamda farkındalık oluşturarak fark yaratmalarını sağlayacak donanım vermektedir. Bu kitabın okuyucuları sadece eğitim dünyasındaki değişimi sağlamak isteyen kişiler değil profesyonel dünyada da dönüşümü sağlamak isteyen oyuncular ve liderler olmalıdır.
Alaattin Dolu, Asiye Şahin, Hüseyin Önal, İsmail Taşpınar, Lana Kudumovic, Ömür Yazıcı Özdemir, Ruba Kasmo, Sezen Karabulut, Yasemin Avcı Kudüs tarihte çok az şehre nasip olmuş bir şahitliği barındırır. Geçtiğimiz yüzyılda Kudüs'ün işgali ve İslam Dünyası'nın problemleri birbirine paralel bir şekilde ilerlemiştir. Bu durum sadece siyasi çözüm arayışı bekleyen bir mesele olmanın ötesinde fikrî, coğrafi, sosyo-kültürel ve iktisadi bileşenleri ile birlikte çok boyutlu bir değerlendirmeyi gerekli kılar.
Kudüs araştırmaları, günden güne zenginleşmektedir. Kadim şehrin top¬lumsal ve mekânsal bakiyesini ortaya çıkarmak, Kudüs'ün ulus ideolojisine indirgenmiş müdahalelerle tahribine karşı, ilmi arşivini üretmek bu araştır¬maların vazgeçilmez bir ön şartı olarak görülmektedir.
Elinizdeki kitap, Türkiye'de genişleyen Kudüs Kütüphanesi'ne katkı sunma gayesiyle hazırlandı. Kitapta Kudüs'ü tarih, kültür, şehir ve mimari boyutları açısından değerlendiren ve Kudüs sorununu uluslararası hukuk cihetiyle ele alan özgün çalışmalar üzerinden çok yönlü bir Kudüs perspektifi sunulmaktadır.
Adil Calap, Arzu Demirci, Ayşe Asiltürk, Burcu Savaş Çelik, Cengiz Özgün, Erkut Ergenç, Ersan Bocutoğlu, Gökhan Kırbaç, Harun Yüksel, Hilal H. Erdoğan, Khaladdin İbrahimli, Murat Koç, Mustafa Üren, Özcan Erdoğan, Ümmü Bulut Keskin İnsanlık tarihi boyunca önemli olgulardan biri olan uluslararası göç, toplumları sosyal, kültürel, politik ve ekonomik açıdan etkileyebilmektedir. Bu kitap; uluslararası göçün teorik ve pratik boyutlarını inceleyerek göçle ilgili literatüre katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
Türkiye son yıllarda göçmenlerin hedef ülkesi hâline gelmiş bulunmaktadır. Akademisyenlerimiz, bu kitapta ortaya konulan değerli çalışmalarıyla Türkiye'de göçmenlik üzerine olan araştırmalara önemli bir fayda sağlamaktadırlar.
Günlük hayatımızı önemli oranda etkileyen göçmenliğin incelendiği bu eserde, aşağıda sıralanan konular ele alınmıştır:
-Göçmenlerin kamu yönetiminde değişime etkisi ve kurumsal göç yönetimi,
-Tersine göç olgusu ve tersine göç sürecinin değerlendirilmesi,
- Göçmen girişimciliği,
- Göç olgusunun mali ve ekonomik etkileri,
- Uluslararası göçün ülke ekonomilerine etkileri,
- Sağlık iş gücü göçünün, menşe ülkeler üzerindeki potansiyel etkileri,
- Göç ve lojistik kavramlarının birlikte değerlendirilmesi,
- Uluslararası göçmen havalelerinin finansal gelişme üzerine etkisi,
- Türkiye'de yabancıların ikamet izni işlemlerinde yetkilendirilmiş aracı kuruluşlar,
- Göçlerin diasporaya dönüşme sürecinde Azerbaycan örneğinin analizi,
- ABD'deki Ermeni ve Yahudi diasporalarının ana vatanlarıyla ekonomik ilişkilerinin analizi,
- Uluslararası göç bağlamında Filistinli mülteciler sorunu,
- Afganistanlıların Pakistan ve İran'dan Türkiye'ye göçü ve uyuşturucu trafiği.
Mehmet Devrim Topses Kurumlar sosyolojisi alanındaki ders kitaplarında doldurulması gereken boşluk, toplumsal kurumların ekonomik ve sınıfsal gerçeklikle ilişkisi içinde açıklanmasıdır. Toplumsal yapının, onu oluşturan bütün parçaların karşılıklı etkileşimini barındırdığı açık bir gerçektir. Daha açık olan bir gerçek ise kurumsal ilişkilerin genel çizgileriyle ekonomik ve sınıfsal ilişkilerin görüntüleri olduğudur. Hukuk, siyaset, din, sanat vb. gibi bütün kurumsal ilişkiler söz konusu toplumsal gerçekliğin değişimine bağlı olarak ortaya çıkar, yeni yorumlar kazanır ve değişir. Bu nedenle kurumsal ilişkiler, toplumsal-sınıfsal ve tarihsel gerçeklik içinde çözümlenebilirse gerçek bir kurumlar sosyolojisine ulaşılabilir. Örneğin bir sosyoloji öğrencisi için önemli olan konu, din ya da siyaset kurumunun hangi toplumsal işlevleri gördüğünü ezberlemesi değil, din ya da siyaset kurumunu ortaya çıkaran ve süreç içinde onda yapısal değişikliklere neden olan tarihsel ve toplumsal koşulları araştırabilmesi ve görmesidir.
Gerçekte toplumsal olay ve olguların her birinin ekonomik ve sınıfsal gerçeklikle bağlantısı içinde incelenmesi çok geniş kapsamlı incelemeleri gerektirir. Kitabımızın özelliği, toplumsal yapı kavramını ve kurumsal ilişkileri ekonomik ve sınıfsal temellerinden ayırmadan çözümleme yolunu benimsemiş olması ve bu kapsamda bir ders kitabının boyutlarını aşmayacak çok genel ve basit örnekler sunmasıdır. Ders kitapları, bilimsel disiplin alanlarına bir giriş niteliği taşır ve sonrasını öğrencilerine bırakır. Toplumu bilimsel olarak açıklama ve çözümleme savında olan her sosyoloji öğrencisine iyi okumalar ve başarılar dileriz.
İbrahim Arslanoğlu Sosyolojinin dallarından hangisinde uzmanlaşmak istenirse istensin sosyoloji teorilerini bilmek gerekir. Her bilimde olduğu gibi sosyolojide de alan çalışmaları ancak doğru bir teorik çerçevenin kurulması ile gerçekleştirilebilir. Bunun için sosyoloji teorileri dersinden öğrenilecek bilgiler son derece önemlidir.
Türkiye'de yazılan kitaplarda iki şey dikkati çeker. Birincisi, yazan kişinin söylediklerinin anlaşılmamasıdır. Diğeri ise sözü çok uzatarak okurları bıktırmalarıdır. Bu nedenle kitaptaki konular öz olarak anlatıldığı için görece küçük hacimli bir kitap ortaya çıkmıştır. Ayrıca kitabın dili son derece sade ve anlaşılır olduğu için okurları sıkmayacağı gibi zevkle okuyacaklardır.
Kitap, başta lisans öğrencileri olmak üzere lisansüstü öğrenciler ile araştırmacılara ve meraklı okurlara son derece faydalı olacaktır.
M. Zeki Duman Günümüzde çağdaş ve geleneksel toplumların karşılaştığı en önemli sorunlardan birisi de din ve hukukla beraber tarihin en kadim kurumları arasında gösterilen ailenin geçirmekte olduğu değişim evresidir. Özellikle 19. yüzyılda Batı dünyasında sanayileşmeyle beraber meydana gelen büyük çaplı sosyal ve ekonomik değişimler, sadece ailenin geleneksel ve hiyerarşik yapısını dönüştürmekle kalmamış, aynı zamanda kadının, hem bir özne olarak kamusal alana çıkmasını ve dolayısıyla sosyal hayata katılmasını hem de işgücüne katılarak da aile bütçesine katkı sunmasını sağlamıştır. Böylece modernleşmenin ve kapitalist sistemin yarattığı sosyal düzende geleneksel toplumun aile kurumuna ve özellikle de kadına yüklediği rol ve sorumluluklar da değişmeye başlamıştır.
Tarım toplumunun geleneksel üretim ve tüketim ilişkisinden koparak kapitalizmin pazar ekonomisine eklemlenen aile kurumu, hem yapısal hem de kurumsal açıdan hızlı bir değişime maruz kalmış ve bu süreç en başta aileyi kuşatan cinsiyetçi rollerin ve inançların ama daha da önemlisi toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hüküm sürdüğü ve erkek egemen kültürün yeniden üretildiği aile kurumunun sorgulanmasına yol açmıştır. Nasıl sorgulanmasın ki! Aile, bireyin dış dünyanın acımasız koşullarından kaçıp sığınabildiği tek alan olmasına karşın, özellikle kadına yönelik şiddetin, baskının, sömürünün ve istismarın da en çok yaşandığı ve görüldüğü bir yer olmaktan da çıkamamıştır. Patriarkal ideolojinin kuşattığı günümüz ailesinde hâlen hem eril kültür hem de toplumsal baskı had safhadadır.
Günümüzde aile kurumu içinde yaşanmakta olan bir diğer sorun da genellikle günlük yaşam pratiklerinde, anne babalar ve çocuklar arasında meydana gelen kuşak çatışmasıdır. Gençlerle yetişkinler arasında yaşanan duygu, düşünce, tutum ve değer farklılıkları, en çok aile içi ilişkilerde ortaya çıkmaktadır. Geleneksel ve dinsel değerlerin gölgesinde büyümüş olan eski kuşaklar, toplumsal düşünüş ve davranış normlarına, yerleşmiş ve kemikleşmiş değer yargılarına sımsıkı sarılarak tutucu bir kimlik ortaya koyarlarken, kitle iletişim endüstrisinin ürettiği popüler kültürün etkisiyle yetişmiş olan yeni kuşaklar ise otoriter ve baskıcı olduğunu düşündükleri aile kurallarına, ebeveynlerinin muhafazakâr dünya görüşlerine karşı çıkmakta ve teknolojiyle sosyalleşerek tüketimci, hedonist ve bireyselleşmiş bir kimlik ortaya koymaktadırlar.
Kuşak çatışmasının birçok farklı değişkeni bulunmaktadır. Bu değişkenler arasında en çok öne çıkan ve aynı zamanda bu çalışmanın da temel tezini oluşturan görüş şudur: Farklı dönemlerde ve farklı kültürel değerlerle sosyalleşmiş olan bireyler, gerek duygusal ve düşünsel gerekse de normatif değerlerde ayrışmakta ve farklılaşmaktadırlar. Eski kuşakla yeni kuşağın yaşamdaki temel referans kaynakları farklı olduğu için de doğal olarak olay ve olgulara yaklaşımları da ayrışmakta ve bu ayrışma, günlük pratik yaşamda özellikle aile içinde yetişkinlerle genç kuşaklar arasında somutlaşmaktadır. Kuşak çatışması, kimi zaman aile üyeleri arasında kalp kırıklığı, güvensizlik ve duygusal taşkınlık gibi sonradan telafisi mümkün olmayan sonuçlara da yol açabilmektedir.
Ali Bayrakdaroğlu, Aysel Gündoğdu, Burcu Kümbül Güler, Burçak Boz Yaman, Çağatay Mirgen, Çağlar Özbek, Ekim Akkuş, Funda Bayrakdaroğlu, Hatice Hicret Özkoç, Hilmi Etci, Levent Karadağ, Meryem Tekin Epik, Müge Adnan, Onur Doğan, Özge Korkmaz, Özlem Güzel, Serap Özen, Taner Dalgın, Ümit Deniz İlhan, Yusuf Tepeli, Zeki Atıl Bulut “Yeni nesil turistlere yönelik ne tür hizmetler sunmak gerekir?”
“İnternetten alışveriş hiç bana göre değil!”
“Ben öyle sanal paraya filan yatırım yapamam.”
“Bu işten çok sıkılırsam hemen istifa ederim.”
“Gelecek beni o kadar çok korkutuyor ki…”
“Bizim zamanımızda hiç böyle dersler yoktu!”

Birbirini anlayabilmek! İşte bütün mesele bu. Ancak o kadar kolay olmuyor çünkü dünya değişiyor ve bu değişim her kuşaktan insanı kökten etkiliyor. Genç kuşaklar yaşlıları eleştiriyor, yaşlı kuşaklar gençleri… İlk kitabımızda kuşaklar arası farklılıkları anlayabilmek ve çeşitli “çatışmaları” tatlıya bağlayabilmek üzere yola çıkmıştık. Ortaya çok farklı disiplinlerden güzel bir çalışma çıkmıştı.
İlk kitabımızın devamı niteliğindeki bu kitapta yeni konulara değinmeye çalıştık. Umarız siz okuyucular için verimli ve değerli bir çalışma olmuştur. Biliyoruz ki; kuşakları anlamak için bu kitapta ele alınan bakış açılarından başka perspektifler de incelenmeye değerdir.
Hatice Hicret Özkoç, Funda Bayrakdaroğlu “Gençlerle tatile çıkmayı kafam kaldırmıyor benim…”
“İş yerinde benden daha büyük kimselerle bir türlü aynı dili konuşamıyorum…”
“Bu yeni nesil de hiçbir şeyden mutlu olmuyor ki…”
“Anne ya, bırak bu eski tedavi yöntemlerini…”
“Seçmenlere yaklaşımımız nasıl olmalı acaba? Gencine yaşlısına aynı dili mi kullanarak ulaşmalıyız?”
“Eskiler hâlâ faturalarını bankaya giderek ödemeye devam ediyorlar… “
“Emekli olduktan sonra sosyal medyadan çıkmaz oldu… “

Sanıyoruz ki pek çoğunuza bu ifadeler oldukça tanıdık gelmiştir. Farklı yaş gruplarında olan bireylerin bu farklılıklarını günlük yaşantıda aldıkları kararlardan tutun da yemek alışkanlıklarına ve sigorta tercihlerine kadar oldukça geniş bir yelpazede yaşamlarının her alanına yansıttıkları görülmektedir. Bu farklılıkların nedenlerinin ve temellerinin açıklanması çabası ise özellikle son yıllarda ilgi çeken konulardan biri haline gelmiştir. Bu aşamada hareket noktası olarak kuşak kavramının ele alınması ve bu farklılıkların kuşaklar üzerinden irdelenmesi ise oldukça başvurulan bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu kitapta, kuşak kavramı yaşamın içinde olan pek çok yön ile ele alınmaya çalışılmış ve her bir alanın uzmanları tarafından kaleme alınmıştır. Elbette ki, dokuz farklı disiplin açısından konuyu ele almak yeterli değildir. Ancak bir başlangıç çalışması olarak hem okurlara yol gösterici olması arzulanmakta hem de farklı alanlarda benzer bir devam çalışmasının yapılabilmesi için ışık tutması amaçlanmaktadır.
Harun Ceylan Sosyolojik boyutlarıyla ele alındığında kuşak kavramı kronolojik olarak yakın zaman dilimlerinde dünyaya gelen ve içinde yaşadıkları toplumun/dönemin benzer ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal ve teknolojik şartlarına ve gelişmelerine maruz kalarak yetişmiş ve bu anlamda duygu, düşünce ve davranışlarında temel düzeyde benzerliklerin gözlenebildiği insan gruplarını ifade etmek için kullanılmaktadır. Özellikle ilk çocukluk ve gençlik yıllarında benzer deneyimlerle karakterleri şekillenmiş insanların aynı kuşak insanları olarak nitelendirilmeleri onların bireysel ya da toplumsal tutum ve davranışlarının da birbirine yakın olduğunu ima etmektedir. İnsanların, grupların ve toplumların benzeşen ve farklılaşan yönlerini kuşaklar arası ilişkiler bağlamında ele almayı amaçlayan bu çalışmada Kayıp Kuşak, Sessiz Kuşak, Bebek Patlaması Kuşağı, X Kuşağı, Y Kuşağı,
Z Kuşağı ve Alfa Kuşağı ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel boyutlarıyla değerlendirilmiştir.
Lisa Gezon, Conrad Kottak, McGraw-Hill KÜLTÜR, insanlık tarihinden, günümüzde küreselleşmenin ve iklim değişikliğinin toplum üzerindeki etkilerine; kimliklerimizin oluşum ve ifade ediliş şekillerine; ritüel ve törenlerin anlamlarına; iktidar ve güç ilişkilerine; geçim kaynaklarımızdan yaşam biçimlerimize kadar insan yaşamının toplumsal dinamiklerini bütüncül bir yaklaşım ve geniş bir yelpaze içinde analiz ediyor. Günümüzde antropoloji bilim dalının bakış açısını örnekleriyle sunuyor. Aynı zamanda, ele aldığı konularla iş dünyasının, güvenlik sektörünün, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkilerin, tıp ve sağlık dünyasının; edebiyat, tarih, ekonomi ve coğrafya meraklılarının, kısaca kendisini ve dünyayı merak eden düşünürlerin ilgi duyacağı, heyecan verici bir kaynak. Kültür, balığın içinde yaşadığı su gibidir: bizi sarmalar, içinde yaşarız ve çoğu zaman farkında olmayız. KÜLTÜR çevrenizdeki dünyayı fark ettirecek.
Abdürrahim Özmen, Aylin Eraslan, Berivan Vargün, Burak Şahin, Çağdaş Demren, Hüseyin Türk, Kutay Üstün, Mustafa Çapar, Sibel Cengiz Şüphesiz insanı inceleyen tek bilim dalı antropoloji değildir. İnsanı ve onun yaşamını konu edinen sosyoloji, psikoloji, tarih, ekonomi vb. gibi sosyal ve beşerî bilimler de bulunmaktadır. Ama antropoloji, insanı, bunlardan farklı olarak genelde iki yaklaşımla ele almaktadır. Bunlardan biri biyolojik diğeri de kültürel yaklaşımdır. Antropoloji, biyolojik ve sosyal bilimlerin yaklaşımlarını birleştiren tek bilimdir. Onun temel uğraş alanları, bir yandan canlılar âleminin bir üyesi olarak insanın biyolojisinin araştırılması diğer yandan toplumun bir üyesi olarak insanın kültürünün ve davranışlarının araştırılmasıdır. İnsanla ilgili her şeyi inceleyen antropoloji; insanın biyolojik ve kültürel gerçekliğini bir arada incelediğinden dolayı bütüncüldür ve biyokültürel yaklaşımı benimser. Antropolojinin güzelliği, biricikliği ve güçlüğü de onun bu bütüncül yaklaşımından kaynaklanmaktadır. Öyle ise bütüncül ve yeterli bir insan ve kültür kuramı bu üç varlık alanını temsil eden, insanın biyolojik yapısı, kültürü, onun doğal çevresine ve bu üçünün birbiriyle karşılıklı ilişkisine yer vermelidir. Antropolojik bakış açısının bütüncül ve biyokültürel olması gerekliliği ortadayken ne yazık ki Türkiye antropolojisinin bu konuda oldukça yetersiz ve eksik olduğu bilinmektedir. Bu kitabın yazılmasının gerekliliği ve zorunluluğu da işte tam da bu biyokültürel bakış açısının eksik ve yetersizliğinden doğmuştur. Bu kitabın yazılması ve basımının, sosyal ve kültürel antropolojideki eksik ve yetersiz olan bütüncül ve biyokültürel bakış açısının yerleşmesine katkı sağlayacağı düşünülmüştür. Ayrıca antropolojinin kültürle ilgili olan kısmındaki isimlendirme sorununun bir son bulacağı ön savıyla, hâlâ kullanılan Etnoloji, Kültürel Antropoloji, Sosyal Antropoloji isimlendirmelerinin yerine “Sosyal ve Kültürel Antropoloji” isminin kullanılarak ve yaygınlaştırılarak bu kavram kargaşasının son bulacağı düşünülmektedir.
Geert Hofstede, Gert Jan Hofstede, Michael Minkov Yetmişten fazla ülkede kırk yıldan uzun süredir yürütülen çalışmalara dayanarak kaleme alınan Kültür ve Örgüt kitabı, iş birliği yapmak herkesin çıkarına
olduğunda dahi insanların neden birbirinden uzaklaştığını incelemektedir. Michael Minkov'un Dünya Değerler Araştırması'ndan elde edilen verilerden
çıkardığı analizlerin yanı sıra Gert Jan Hofstede'nin kültürlerin evrimine ilişkin açıklamalarına dayanan bu çalışma:
• Ulusal toplumların inşa edildiği "ahlaki daireleri" ve insanların düşünme, hissetme ve hareket etmelerini sağlayan incelenmemiş kuralları ortaya koyar.
• Ulusal kültürlerin eşitsizlik, girişkenliğe karşı alçak gönüllülük ve belirsizliğe tolerans durumlarında nasıl farklılaştığını araştırır.
• Örgüt kültürlerinin ulusal kültürlerden nasıl ayrıştığını ve bunun nasıl yönetilebileceğini açıklar.
• Kalıp yargıları, dildeki farklılaşmayı, 2009 ekonomik krizinin kültürel kökenlerini ve diğer kültürler arası dinamikleri analiz eder.
Milay KÖKTÜRK Cassirer, kültür dünyasını sembolik formlarla açıklamakla, kültürün düşünsel boyutunu açığa çıkarmıştır. Hem kültürün kaynağı, hem de onu bilecek olan bilinç, böylece yeniden konumlanmıştır. Kültür; ne salt maddî bir şey, ne de mutlak metafiziksel bir üretimdir. Kültürde özne ve nesnenin konumu doğal dünya tablosundaki gibi değildir. Orada özne nesneyi zihinsel olarak şekillendirip, sembolik formlar hâline getirir ve böylece kendi dünyasını kurar. Bu dünyayı bilen özne de verili ve tamamlanmış şey dünyasının nesnelerini değil, kendinden dışlaşmış sembolleri, yani düşünsellik taşıyan, başka bir içeriği temsil eden duyusal fenomenleri bilir.
Bu yaklaşımla Cassirer'in kültürü düşünsel temele dayandırması, kültür hakkında yapılan ve içi doldurulamadığı için belirsizlik taşıyan çok genel tanımlara da açıklık getirir.
Merve Çetin Kılıç Düğün törenleri; örf, âdet, gelenek ve görenek gibi kültürün pek çok unsurunu içinde barındırmaktadır. Bunun yanında düğün sürecinin toplumsal yapıya ait kültürel ögeleri içerdiği; bireylerin duygu, düşünce, davranış ve tutumlarının belirleyici özelliğinin bulunduğu ve bireylerin hayatla­rıyla ilgili karar alma süreçlerinde de etkin bir role sahip olduğu kabul edilmektedir. Kırıkkale örneklemi ile ele alınan bu çalışma; şehre ait düğün zamanı, düğün hazırlığı, düğün sektörü ve düğün grubu müşterisi gibi düğün ile ilişkili pek çok kavramın var olduğunu ve bunların önemli görüldüğünü ortaya çıkarmıştır. Kırıkkale'de düğün sürecinin genellikle örf, âdet ve inançlara göre şekillenen birtakım hazırlıklarla sürdürülerek geleneksel kültüre bağlı olunmasının yanında gerek merasimlerin uygulanması gerekse evli kişiler ve onların ailelerinin düğün sürecindeki rolünün yeniden yorumlandığı görülmüştür.
Gıyasettin Yıldız Erkeklik, çokça tartışılan ancak çok az sorunsallaştırılan bir kimlik konusudur. Bu konunun en çok tartışılan yönü ise ataerkil yapı düzeni içerisinde gücü elinde bulunduran erkek cinsiyetine ait bir kimlik biçimi olması ve ona kazandırdığı avantajlardır. Bu nedenle de erkeklik kimliğine ilişkin sorunsallaştırmalar çoğunlukla yalnızca görünürdeki uygulamaları ele almakta ve her yerde aynı biçimde geçerli olan bir ideal erkeklik tipinin var olduğu kabulü ile hareket etmektedir. Hâlbuki kimlik söz konusu olduğunda evrensel bir kimlik biçiminin geçerli olmadığı gibi ülkelere, bölgelere ve hatta farklı ırk ve etnik kökene dayalı yerel kültürlerin kendine özgü kimlik biçimlerinin olduğu birçok etnografik çalışmada ortaya konulmuştur. Elbette teknolojik gelişmeler sonrası yaygınlaşan kitle iletişim araçları, iletişim alanında devrimsel değişimlere neden olduğu gibi etkileşim alanında devrimsel nitelikte değişimlere neden olduğundan farklı coğrafyalarda yer alan kültürlerin ve kültüre ait kodların birbirinden etkilenmesinin de zeminini hazırlamıştır. Kültürel alanda oluşan bu zemin moda gibi güçlü bir olguyla başka bir boyuta geçmiş ve küresel ölçekte kültürel bir değişimin gerçekleşmesine neden olmuştur. Dolasıyla kültürel kodlarda medyana gelen değişim, aynı zamanda kimlikleri oluşturan kodların değişimi anlamına geldiğinden kimliklerin gündelik hayat alanında sergilenme biçimlerinde, iletişim ve etkileşimlerinde değişimlere neden olarak yeni pratiklerin ve uygulamaların ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Bu kitap da kimliklerin yapısında ortaya çıkan bu yeni durumun nasıl yapılandığını anlamak için Şanlıurfa ili özelinde erkeklik kimliğinin izini sürerek geçmiş ve şimdiki zaman arasında değişen kültürel kodları ve bunlar arasındaki bağlantıları “gündelik hayat” kuramları perspektifinde ortaya çıkarmayı amaç edinmektedir. Böylelikle bu kitap ile günümüzde var olan farklı erkeklik kimliklerine bir ışık tutulacağı gibi gelecekte de inşa edilecek olan erkeklik kimliklerine ilişkin bir öngörü oluşturacağı düşünülmektedir.