Sosyoloji \ 1-15
Asiye Şimşek Ademi “Taliban kocamın sakalını ölçmüş ve kısa olduğu için kafasına vurmuş. Göz damarları yırtılmış, dedi doktor. Kulakları da sağır oldu. Çok korktuk. Yolda ölsek de gidelim buradan dedik. Tüm paramızı kaçakçılara verdik. Geldik İran'a” (Afganistan).
“Babam, abim, ailenin erkeklerinin hepsi bahçede otururken bir patlama olmuş. Herkes parçalanmış. Tam bir hafta boyunca ağaçlardan ailemin etlerini topladım. Bazılarının etleri, saçları ağaçların üstüne kadar gitmişti”. (Suriye).
“Cenazeyi getirtemedik, çok pahalıydı. Nereye gömmüşler bilmiyorum. Biz çok geç gönderdik, o yüzden iyileşmedi. Doktorlarla konuştuk. Birleşmiş Milletlere gittim hiçbir şey yapmadılar. Kaçakçılarla gönderdik” (Afganistan).
“Bir kadın terlik giymişti, Taliban askerleri ayağına ateş etti. Bence kadın hak etti. Terlik İslam'a uygun değil. Benim mesela nişanlım başımı kapattı. Çok şükür hep kapalı giyinirim o günden beri” (Afganistan).

Bu kitap; İran’da yaşayan Afganistan uyruklu kadınlarla, Türkiye’de yaşayan Suriye uyruklu kadınların göç hakkındaki izlenimlerinin araştırılması amacıyla yazılmıştır. İki ülkede gerçekleştirilen alan araştırmalarıyla, bu ülkelerdeki göçmen kadınların hayatına yakından şahit olunmuş ve göçle ilgili düşünceleri sorgulanmıştır. Bugüne kadar göçten en çok etkilenen kesim olmalarına rağmen hep göz ardı edilen, savaşın da göçün de nesnesi konumunda olan kadınlara direkt hitap eden, onların düşüncelerini sorgulayan bu çalışma, kadınları göçün nesnesi olarak değil öznesi olarak ele almaktadır.
Mustafa Akgün Tarih boyunca bu aziz millete kimler saldırmadı ki?
Moğollar, her türlü vahşeti yaşattılar.
Haçlı Seferleriyle nice gayri insanî saldırılara şahit olduk.
Dedelerimiz Avrupa'ya adalet ve saadet iksiri götürürken, Sırplar, Almanlar, Avusturyalılar sürüler halinde mani olmaya çalıştılar.
Fransızlar sömürüden ve katliamdan vazgeçmediler.
Ruslar bütün sinsilikleriyle pusuda bekleyip hücum ettiler.
İngilizler, o muazzam devletimizi yıkmak için her türlü entrikaya başvurdu.
ABD dost görünümlü düşmanlığından asla vazgeçmedi.
Batının şımarık çocuğu İsrail, Abdülhamid tokadını sanki bir daha yemeyecekmiş gibi, hukuksuzluğa, zulme, öldürmeye devam etti.
Onlar, ihanetle, saldırmaya devam edecekler.
Lâkin, İstiklâli ve İstikbâli için, yeryüzünde HAKKIN hâkimiyetine soyunmuş,
Asil Milletimiz ŞEHÂDETE şerbetlidir.
Dün başaramadılar. Bugün de, yarın da başaramayacaklar.
Şehitlerimizin ruhu şad olsun.
Raheb Mohammadi Ghanbarlou Bu kitapta, 1794'ten 1925'e kadar İran'da yönetimde olan Kaçar hanedanının modernleşme süreci ve aynı dönemde Osmanlı İmparatorluğu'nun modernleşme süreciyle benzerlikleri, farklılıkları ve aynı zamanda kültürel, siyasal, sosyal ve ekonomik modernliğin etkisinin az gelişmiş çevre ülkeler üzerindeki etkileri incelenmiştir. Bu araştırma, modernleşme olgusu çerçevesinde Osmanlı (Türkiye) ve Kaçar'ın (İran) yönetim dönemlerinde yaşamış oldukları kültürel, siyasal, toplumsal ve ekonomik dönüşümler ile bu dönüşünüm temelinde yer alan iç ve dış dinamiklerin etkilerinin karşılaştırmalı olarak irdelenme ve incelenmesine yönelik bir çalışma niteliğindedir. Bu kapsamda Kaçar döneminde yaşanan modernleşme süreci ve bu sürece karşı toplumda oluşan tepkiler incelenirken aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşanan benzer gelişmeler konu edilmektedir. Modernleşme süreçlerinin seçilmiş olma nedeni ise tarihî süreç, coğrafi yakınlık, aynı medeniyet dairesine ait olma gibi ortak paydalara rağmen her iki devlet ve toplumun bu gelişim serüveninin çok az çalışılmış hatta ihmal edilmiş olarak değerlendirilmesidir. Bu sebeple çalışmanın büyük bir önem taşıdığına inanılmaktadır. Ayrıca Türkiye literatüründe Kaçar Devleti'nin tarihi hakkında yayınlanmış ciddi çalışmalara rastlanmamaktadır. Bu çalışma, alanla ilgili bilgi vermek ve literatüre zenginlik kazandırmak açısından önemli görülmektedir.

Ahmet Karakaya, Ahmet Köroğlu, Alev Erkilet, Alperen Gem Ennçosmanoğlu, Asım Öz, Ayşen Baylak, Ertuğrul Zengin, Fatih Kucur, İbrahies Aksu, İlhan Sadıkoğlu, Kâmil Yeşil, Mahmut Hakkı Akın, Mehmet Erken, Mustafa Aydın, Mustafa Oğuzhan Çolak,Necdet Subaşı, Nurettin Ürün, Serkan Yorgancılar, Şerife Nihal Zeybek, Tuba Aydın, Vahdettin Işık, Yunus Emre Özsaray, Yunus Emre Tapan Ulus devlet serüveninin çeperinde şekillenen içe kapanma dönemi¬nin düşünce dünyasında da ciddi bir sınır oluşturduğunu her ge¬çen gün daha iyi anlıyoruz. Gündemler, kavramlar ve meseleleri ele alıştaki öncelikler takip edildiğinde bu durum açıkça gözlemlene¬bilir. Bu sınırlılığı aşma işaretlerinin en somut şekilde görüldüğü dönemin, çok partili hayatın nispeten süreklileştiği 1960-1980 ara¬sı yıllar olduğunu söylemek mümkündür. Bir ölçüde, halkın farklı katmanlarının doğrudan sürece dâhil olduğu bu dönem, gerek Tür¬kiye’nin yakın tarihindeki özgül ağırlığı, gerekse de İslamcı düşünce ve yayıncılık tarihindeki yeni arayışlar, mecra tutuşlar, kurumlaş¬malar, çeşitlenmeler ve söylem farklılaşmaları bakımından günü¬müzde de canlı bir şekilde etkisini devam ettirmektedir.
Ayrıca dönemin faaliyetlerinde etkin rol üstlenmiş şahısların önemli bir kısmının hâlen hayatta bulunması bugünden yapılacak bir okumanın sınanmış bir gözle de murakabesine imkân vermek¬tedir. Bugünün Türkiyesini siyasette, bürokraside, sivil kurumlarda ve entelektüel alanda taşıyan kadroların çok önemli bir kısmının 1960-1980 döneminde yetişen kuşaklar olduğu dikkate alındığın¬da, o yılların önemi daha iyi anlaşılacaktır. Sonuç olarak, günümüzü daha iyi anlamak için, adeta bugünün ana rahmi olan 1960-80 yıl¬larını yakından incelemenin gerekliliği oldukça açıktır. Dolayısıyla gerek tanık olduğumuz sürecin anlaşılmasına katkıda bulunması gerek yaşayan bu tarihî tanıklarla yeni kuşaklar arasında bir köprü oluşturma imkânı vermesi bu çalışmanın hem niyetini hem de kıy¬metini ortaya koymaktadır.
Adem Doğan, Ali Duran, Cengiz Şavkılı, Erhan Alpaslan, Fahri Kılıç, Fatih Özdemir, Kıymet Değirmenci Toraman, Mahmut Akpınar, Mustafa Kılınç, Orhan Doğan, Ömer Faruk Aslantürk, Tülay Aydın Tarihe "Maraş Olayları" olarak geçen 1978'te Kahramanmaraş toplumsal olaylarının öncesi, sırası ve sonrası ile ele alındığı bu eserde, hem olaylara dair eksikliklerin kısmen de olsa aydınlatılması hem de alan yazına katkı sunulması amaçlanmış; olayların belgesel ve basına yansıyan yönlerinin yanı sıra ülkenin iktisadi, siyasi, idari, eğitim, sanat, bilim ve turizm boyutlarıyla da ele alınması ve konuya dair ilgili bölümlerin önemli noktalarından yol çıkılarak öz düşüncelerin ortaya çıkarılması sağlanmıştır.
Kahramanmaraş'ta meydana gelen olayların aslının bir yanılsama/yanılgı olduğu ve arka tarafında mevcut olan asıl kısımların ise nasıl teşekkül ettiği bugün dahi gizemini korumaktadır. Zincirleme hâlde şehirde patlak vererek karışıklıklara yol açan bu olayların, meclisin tutanaklarına, şehre ve ülkeye konu olan kısımlarına da değinilerek eleştirel söyleme dair ilgili analizlere de yer verilmek istenmiştir. Ayrıca olayların Kahramanmaraş ve ülke genelindeki etkilerine yönelik tespitlerde ve ardından bu etki faktörlerinin argümanlara nasıl yansıdığı üzerinde değerlendirmelerde bulunulmuştur. 1978 Kahramanmaraş Toplumsal Olayları’nın, bilimsel araştırma hassasiyeti çerçevesinde ele alınarak oluşturulan kitabın, ilgili literatüre katkıda bulunması dileğiyle...
Alper Tütünsatar, Bekir Çelik, Bora Süslü, Deniz Şahin Duran, Dilek Bulut, Duygu Duman, Elife Akiş, Filiz Daşkıran, Gonca Akgün Güngör, Gözde Müşerref Gezgüç Kaya, Hilmi Etci, Ilgın Barut, Mehmet Akyol, Mehmet Avcı, Merve Çelik Gönültaş, Namık Kemal Öztürk, Nur Çelik İlal, Nursen Vatansever Deviren, Özgür Balmumcu, Özlem Kırlı, Ramazan Ekinci, Selen Işık Maden, Semanur Soyyiğit, Semih Çağan, Serap Durukan Köse, Yusuf Tepeli, Zafer Koca İçinde bulunduğumuz 21. yüzyıl, her alanda hızlı değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Ekonomik ve siyasal alanlarda yaşanan bu hızlı değişim ve dönüşüm, içinde anlaşılması önemli konuları barındırmaktadır. Bu noktadan hareketle kitabımız, 2000 sonrası Türkiye'de yaşanan ekonomik ve politik dönüşümleri çeşitli başlıklar altında ele almıştır. Kitabımızın hem literatüre katkı sağlaması hem de ilgilenen araştırmacılar için faydalı bir kaynak olması umuduyla...
William G. Castellano “Yeni Normal” olarak adlandırılan içinde bulunduğumuz yeni dönem, çalışma hayatını kökten değiştiren yapısal dönüşümlere neden olmuştur. Küreselleşme, teknolojideki hızlı gelişmeler ve değişen işgücü yapısı, geleneksel insan kaynakları uygulamalarını yetersiz kılmaktadır. İş dünyasında başarı ve sürdürebilirlik ancak yeni yöntemleri araştırmak, uygulamak ve işgücü adanmışlığını sağlamak ile mümkün olacaktır. Bu kitapta, 21. yüzyılda sürdürülebilir bir rekabet üstünlüğü yakalamak isteyen ve bunun için sahip oldukları işgücü adanmışlığı ve yetenek yönetimini önemseyen örgütler için birçok uygulamaya yer verilmiştir.
İnsan Kaynakları Yönetimi alanında çalışmalarına devam eden pek çok değerli öğretim üyesisinin katkılarıyla Türkçeye kazandırılan bu eserin, akademisyenler, öğrenciler ve uygulamacılar için önemli bir referans olacağına inanıyoruz.
Stjepan G. Mestrovic İlk olarak 1991 yılında yayınlanan bu kitap, Durkheim sosyolojisinin modernite ve postmodernizm tartışmaları ile ne derece ilişkili olduğunu gösterme gayretindedir. Bunu, Durkheim’ın fikirlerinin mevcut sosyal bilimlere nasıl uygulanabileceğini sorgulamak ve uygulamak yoluyla yapar. Yazara göre Durkheim’ın kitaplarını yayınlamaya başladığı 1890'ların toplumsal bağlamı ile bugün arasında oldukça çarpıcı benzerlikler vardır.
Bu kitap sosyoloji ile felsefenin, psikoloji ile kültürel çalışmaların ve tarih ile sosyolojinin bağlantılı alanlarında çalışma yapan okuyucular için önemli bir kaynaktır. Kitap, aynı zamanda, insanlık milenyum çağının problemleri ile yüzleşmekteyken ortaya çıkan soru ve sorunları anlamak kaygısı güden tüm okuyucular için iyi bir yol göstericidir.
Ahmet Güven, Ertuğrul Han 28 ŞUBAT BİR DARBEDEN ÇOK FAZLASI (Türkiye Siyasetinde Muhafazakarlığın Dönüşümü ve AK Parti) adlı eser, Türk demokrasi tarihinin önemli kırılma noktalarından biri olan ve etkileri 1000 yıl sürer denilen, 28 Şubat darbesinden hareketle, 15 Temmuz Darbe Girişimi sürecine uzanan vesayetçi zihniyetle olan mücadeleyi konu almaktadır. Özellikle 28 Şubat postmodern darbesine giden yolda vesayetçi zihniyetin ortaya çıkardığı uygulamalar karşısında iktidarın cılız çabaları ve neticesinde ortaya çıkan bu olumsuzluklarla mücadelede temelleri atılan ve ilerleyen süreçte halkın desteğini de alacak olan yeni arayışlar ve gelişmelerin ortaya çıkışı, "Her şerde bir hayır vardır." anlayışını ispatlar nitelikte olmuştur.
Bu süreçte Ak Partinin özelde Recep Tayyip Erdoğan'ın vesayetçi anlayışla olan mücadelesi, halkın bu konuda desteğiyle 20 yılı aşkın iktidarı boyunca adım adım uyguladığı politikaları, parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş süreci, 2023 hedef ve vizyonu çerçevesinde Ak Partinin yeni dönem siyaseti bu eserde ele alınarak derinlemesine değerlendirilmektedir.
Şükran Şıpka 50 Soruda Aile Hukukunda Kadının Yasal Hakları kitabı, haklarını bilmeyen birçok kadına ışık tutacak niteliktedir. Gerek ülkemizde bir türlü yerleşemeyen kadın-erkek eşitliği gerek kadına karşı şiddet gerekse de kadının diğer yasal hakları ve çocuk ile olan ilişkisi ülkemizin uzun yıllardır kanayan bir yarasıdır. Bu sebeple öncelikle vatandaşlarımızın eğitilmesi gerekse de buna ulaşana kadar bizzat kadınların kendi haklarını bilmesi önemlidir.
50 Soruda Aile Hukukunda Kadının Yasal Hakları kitabını okuyan bir kadın, başına gelen bir olayda ne yapması gerektiğini görebilecek ve yasal haklarını arayabilecektir.
Hayri KOZANOĞLU Teknolojik gelişmeler baş döndürücü bir hızla gündelik yaşamımızı değiştiriyor. “Akıllı telefonların” bulunmadığı bir dünyayı düşleyemiyoruz bile. Hemen her gün önümüze “yapay zeka”, “Endüstri 4.0”, “blockchain”, “paylaşım ekonomisi” gibi yeni kavramlar çıkıyor. Bazen bunları anlamakta, anlamlandırmakta zorlanıyoruz. Çoğu zaman da göz açıp kapatana kadar teknoloji ile ilgili bilgilerimizin ve becerilerimizin günün gerisinde kaldığını şaşkınlıkla fark ediyoruz. “Teknolojik Gelişmeler ve Hayatımız” çalışması, teknolojinin gerek işleyişini gerekse de ekonomik ve toplumsal sonuçlarını 50 soruda yanıtlamaya çalışıyor. Böylelikle meraklı okuyucuya insanlığın geldiği teknolojik aşamayı güncel ve canlı örneklerle aktarmayı amaçlıyor.
Cüneyt Gök, Deniz Oğuzcan, Janet Barış, Sabri Özaydın, Umut Şilan Oğurlu Türk Sineması’nın kendi içerisindeki dönüşümü ve gelişimi Osmanlı Dönemi’nden Cumhuriyet Dönemi ve sonrasına kadar çeşitli biçimlerde olmuştur. Başta tiyatrocular dönemi, sonrasında ise sinema dilini geliştirip güçlendiren yönetmenlerle kendi yolunu bulmuş ve özgün bir Türk Sineması oluşmuştur.
Zaman zaman dönemin siyasi etkenlerine göre şekillenen Türk Sineması, kendi başına toplumu anlamak için sosyolojik bir boyut da taşımaktadır.
50 Soruda Türk Sineması kitabı yönelttiği sorularla hem Türk Sineması tarihine hem kendi döneminde öne çıkan yönetmenlere hem de Türkiye’de sinema eğitimine yönelttiği sorularla çok boyutlu bir biçimde Türk Sineması’nı anlamaya yönelmiştir.
Gerek teorik bağlamda gerekse de teknik açıdan incelenen filmler ile yönetmenlere dair sorular cevaplanmış, böylelikle hem akademik alanda çalışma yapan akademisyenler hem de Türk Sineması’nı merak eden okuyucular için çok yönlü bir kaynak olarak hazırlanmıştır. Kronolojik olarak başlangıcından günümüze doğru ilerleyen bir yapı oluşturulmuş ve bu da okuyucunun en baştan itibaren Türk Sineması’nın nasıl gelişip modernleştiğine dair fikir üretmesini sağlayacak bir alan açmıştır.
Jülide Karakoç, H. Deniz Genç Kuruluşundan bugüne farklı göç ve sığınma hareketleriyle şekillenen Türkiye Cumhuriyeti'nin göç politikaları özellikle Suriye'de 2011'de başlayan iç savaş nedeniyle Türkiye'ye yönelen kitlesel göç hareketleri ile çok tartışılan bir baslık hâline gelmiştir. Bir yandan Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma iskân politikaları ve diğer yandan yeni bölgesel ve uluslararası koşullar, kurallar ve kurumlarda yaşanan gelişmeler etrafında kabul ettiği yeni uygulamalar dâhilinde değerlendirilmesi gereken Türkiye'nin göç politikalarını anlamak bu çerçevede önemli hâle gelmiştir.
Türkiye'nin göç politikalarını kuruluşundan bu yana 50 soru çerçevesinde ele alan bu çalışma, kapsamı ve içeriği ile bu alanda çalışmaya başlayan araştırmacılar, öğrenciler ve konuya ilgi duyan okuyucular için bir başucu kaynağı olma niteliği taşımaktadır. Alanında uzman araştırmacı ve akademisyenlerin değerli katkılarıyla hazırlanan bu kitap, Türkiye'nin göç politikalarını yerel, ulusal ve uluslararası bağlam içerisinde anlamaya çalışan okuyuculara geniş bir perspektif sunmaktadır.
Nazlı Kazanoğlu Dünya çapında 100 milyon kişiye istihdam imkânı sağladığı tahmin edilen kooperatifler işsizliğin önlenmesinde ve yoksulluğun azaltılmasında da etkin bir araçtır. Bu bağlamda ev işleri, çocuk ve yaşlı bakımı gibi hane içi işlerden sorumlu görülen bu yüzden de iş hayatına girişi ve iş hayatındaki hareketliliği oldukça kısıtlı olan kadınların hem ekonomik hem de sosyal hayatta daha aktif olabilmelerini sağlayacak yöntemlerin en başında kadın kooperatifleri gelmektedir. Özellikle kadınların istihdama katılımlarının yüzde otuz dört olduğu ülkemizde kadın kooperatifleri kadınların istihdama katılmasında, mesleki ve sosyal alanlarda farklı yetkinlikler kazanmasında ve ekonomik kazanç sağlamasında çok önemli bir yer tutmaktadır. Bu bağlamda 2010 yılından itibaren ülkemizde kurucuları kadın olan ve kadın istihdamı sağlayan kooperatiflerin kurulmasına yönelik çalışmalar başlamıştır ve 2011 yılında sayıları üç yüz beş olan kadın kooperatiflerinin sayısı bugün tasfiye halindekilerle birlikte dokuz yüz kırk dörde çıkmıştır. Ülkemizde özellikle karar verme süreçlerine katılmada, iş piyasasına girmede ve iş piyasasında yükselmede en dezavantajlı grupların başında gelen kadınların güçlendirilmesinde aktif bir rol oynamakta olan kadın kooperatiflerine yönelik ilgi giderek artıyor olmasına rağmen kadın kooperatifleri üzerine yapılan araştırmalar oldukça kısıtlıdır. Özellikle ulusal literatürde kadın kooperatiflerinin güncel durumları ve yaşadıkları sıkıntılar, kadınların ekonomik ve sosyal güçlenmesinde kooperatiflerin oynadıkları rol ve kadın kooperatiflerinin kadınların sosyo-ekonomik güçlenmelerine katkısını ve kadınların hayatında yarattıkları değişim ve/veya dönüşümler göz ardı edilmiştir. Bu bağlamda bu kitap bir yandan literatürdeki bu boşluğu doldurmayı diğer yandan da kadın kooperatiflerinin kapasite gelişimine katkıda bulunmak amacı ile öneriler sunmayı hedeflemektedir.
Hasan Alptekin Toprak Siyah milliyetçiliği henüz ABD kurulmadan önce medeni ve insan hakları ihlalleri ile mücadele etmek amacıyla siyahlar tarafından takip edilen önemli bir olgudur. Bu çalışma 1865-1965 yılları arasında ABD'de siyah milliyetçiliğini İslami hareketler ve insan hakları bağlamında incelemektedir. 1865 yılında Bağımsızlık Bildirgesi'nin ilan edilmesinin ardından siyahlar birtakım temel hakları kazanmışlardır. Siyahların hukuki statülerini iyileştirmek için 1865'ten itibaren bazı yasal düzenlemeler yapılmış olsa da siyahlar için Amerikan toplumunda beyazlarla aynı statüye kavuşmak gerçekten zor olmuştur. Yorucu ve uzun bir mücadelenin ardından siyahlar nihayet 1965 yılına gelindiğinde bazı temel medeni hakları ve insan haklarını kazanmışlardır. Siyahların 1865-1965 yılları arası insan hakları mücadelesi ve İslami hareketlerin siyah milliyetçiliğine olan etkisi bu çalışmada incelenmiştir. Böylece siyah milliyetçiliği ve İslami hareketler arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla birincil ve ikincil kaynaklar kullanılmıştır. Bu çerçevede çevrim içi arşivler -siyahlar tarafından yayımlanan gazeteler ve FBI raporları göz önünde bulundurularak- dönemi aydınlatmak için kullanılmıştır. Bu çalışmanın sonunda siyah milliyetçiliğinin bazı boyutlarıyla siyahların Amerikan toplumunda temel haklardan mahrum bırakılmış olmalarından kaynaklanan tepkisel bir hareket olduğu ve 1865-1965 arası dönemde bazı siyah milliyetçisi gruplarca beyazlara ait hâkim değer sistemini reddetmek ve münhasır bir özbilinç kazanmak amacıyla İslami değerlerin benimsendiği sonucuna ulaşılmıştır.
Süheyla Kaya Onur Süheyla Kaya Onur'un bu çalışması, dünyada ve Türkiye'de açık hava müzelerinin kurulması, gelişmesi ve yaptıkları eğitim programları ile ilgilidir. Açık hava müzesi kavramı, 19. yüzyılda İskandinavya ülkelerinde ortaya çıkmış ve hızla yayılmıştır. İlk açık hava müzeleri İsveç'te (1891), Norveç'te (1894), Danimarka'da (1897) kurulmuştur; bunlar daha çok etnografik açık hava müzeleridir. Türkiye ise arkeolojik açık hava müzeleri açısından zengindir. Her tür müzede olduğu gibi açık hava müzelerinde de eğitim yapmak önemlidir. Türkiye son yıllarda bu alanda önemli adımlar atmıştır.
Müze eğitimi uzmanı Süheyle Kaya Onur'un bu kitabı; arkeoloji, antropoloji, müze bilimi, müze eğitimi öğrencilerine, müze sevenlere ve ana babalara yararlı bir kaynaktır.
Zafar Iqbal Bu kitap adaletle; denge, uyum ve barışın yeniden tesis edilmesine yönelik bir toplumsal düzenin taslak planıyla ilgilidir. Tarihsel olarak bu soruyu aydınlatan iki düşünce okulu, dinî okul ve seküler okul, kitaptaki tartışmanın zeminini oluşturmaktadır. Kitapta, dinî okulun ana çerçevesi İslam tarafından çizilirken seküler okul, bu konudaki entelektüel tartışmanın yönünü belirlemede en etkili
olduğu düşünülen adaletle ilgili eski ve çağdaş seçilmiş görüşlerle temsil edilmektedir.
Yazar, Batılı ve İslâmî perspektifleri türetmek için kullanılan sezgisel yöntemleri atlayıp meselenin temeline yani bu gibi düşünce akışlarındaki siyasi, iktisadi ve sosyal organizasyon için ileri sürülen ilkelere odaklanmıştır. Bu çeşitli ilkeler eleştirel bir biçimde incelendikten sonra dinî ve seküler görüşler arasındaki bir karşılaştırma, İslâmî konumun objektif bir değerlendirmesi için zemin hazırlar. Bu değerlendirme ile yazar, adalet konusundaki rakip perspektiflerin artıları ve eksileri üzerine derinlemesine, nüfuz edici ve zaman zaman nefes kesen argümanlarının zirvesini teşkil eder.
Mehmet Görgülü Adli Antropoloji ,son yıllarda önemi gittikçe artan ve gelişen bir bilim dalıdır. Başta Adli Bilimler, Hukuk ve Arkeoloji bilimleri olmak üzere çeşitli bilim dallarına önemli katkılar sağlamaktadır. Ağırlıklı olarak arkeolojik alanlarda insan, hayvan ve bitkilere ait biyolojik materyallerin, adli bilimlerde ise ceset ve iskelet kimliklendirmesinde vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Arkeolojide elde edilen biyolojik materyallerden Antik DNA, adli ve hukuk bilimlerinde ceset ve iskeletlerden genetik çalışmaları da son yıllarda oldukça gelişmiş ve Adli Antropolojinin çalışma alanları arasına girmiştir.
M. Burak Gönültaş Adli Sosyal Bilimler, ceza adalet sistemi içerisinde, ceza adaletine konu olan bireylerin (suçlu, mağdur, suça sürüklenen çocuk gibi) haklarını korumak, eşit, insancıl ve ayrımcılığa uğramayacak şekilde muamele görmelerini temin etmek; bireylerin ceza adaleti süreçlerine aktif katılımlarını sağlamak adına güçlendirmek ve desteklemek, ceza adaleti unsurlarının alacakları kararlarda ve yapacakları uygulamalarda (tedavi, rehabilitasyon, ıslah, topluma kazandırma vb.) yardımcı olmak (uygulamak, takip etmek, raporlamak) ve suçluluğun/mağduriyetin önlenmesini sağlamak adına psikososyal değerlendirmeler ve uygulamaları içeren yaklaşımlar olarak tanımlanmıştır.
“Adli sosyal bilimler” basitçe “adli bilimler ve sosyal bilimler birlikteliği” olarak görülmemelidir. Tabi ki adli sosyal bilimler, adli bilimler ve sosyal bilimler ilişkisi üzerinedir ancak adli alan içerisindeki sosyal bilim uygulamaları bu birliktelikten daha geniş bir anlamı, yaklaşımı ve uygulamayı ifade etmektedir. İşte bu çalışmanın ortaya çıkış noktalarından biri budur.
Bu çalışma, adli sosyal bilimlerin, ceza adalet sistemi içerisindeki yerini belirleme ihtiyacı bağlamında ilgili konuları ele almış ve bir konsept oluşturmayı hedeflemiştir. Böylece adli sosyal bilimlerin hem teorik hem de pratik anlamda gelişmesi için bir adım olabileceği düşünülerek elinizdeki kitaba Adli Sosyal Bilimler Serisinin birinci kitabı hüviyeti verilmiştir.
Bu kitabın, başta hukuk ve kolluk eğitimlerinin yanı sıra ceza adalet sisteminin işleyişine katkıda bulunabilecek sosyal hizmet, psikoloji, çocuk gelişimi, adli bilimler ve psikolojik danışmanlık ve rehberlik gibi disiplinlerin formasyonlarına ve ilgili kurumların hizmet içi eğitimlerine katkı sunması beklenmektedir.
A. Murat Köseoğlu Afetler dünyada her yıl binlerce insan hayatının sonlanmasına, ciddi şekilde yaralanmalarına ve önemli oranlarda ekonomik hasarlara yol açmaktadır. İnsanoğlu elindeki teknolojik gelişmelere rağmen afetler konusunda hala çaresiz ve zor durumlarda kalabilmektedir. Bu nedenle afetler önemli oranda fiziki ve psikolojik zararlara yol açmaya devam etmektedir. Afetlerin kayıpsız veya en az seviyede kayıpla atlatılması için afete hazırlık, afet yönetimi ve afete müdahale çok büyük önem taşımaktadır. Afetler ister doğal isterse insan kaynaklı olsun, ulusal veya uluslararası yardım faaliyetlerinin hedefi felaketler yüzünden oluşan acıları dindirmek, kayıpları azaltmak ve her felaketzedeye insani değerlere uygun bir yaşam düzeyi sağlamaktır.
Bu kitabın öncelikle afet yönetimi ve insani yardıma ilgi duyan her kesimden okuyucunun, kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarında çalışan planlamacı, uygulayıcı ve yöneticilerin, bu alanlarda topluma yardımcı olmak isteyen gönüllülerin ve söz konusu alanlara ilgi duyan araştırmacı ile öğrencilerin başvuru kaynağı olarak ilgisini çekeceği değerlendirilmektedir. Ayrıca jeolojik yapısı, topografyası ve iklim özellikleri nedeniyle doğal afetlerle, siyasi coğrafyası nedeniyle de uluslararası siyasi krizlerle sık sık karşılaşan ülkemizin afet yönetimi ve insani yardım faaliyetleri gelişimine katkıda bulunacağını düşünülmektedir.
Tolga Şahin Bugün etrafımız riskler ve tehlikelerle çepeçevre sarılmış durumda. Bu risk ve tehlikeler kimi zaman soyut kimi zaman somut olarak varlık göstermekte. Soyut risklerin, somut belirtiler vermesi dışında farkında bile olmuyoruz. Attığımız her adım, aldığımız her nefesin anlık veya gelecekte oluşturabileceği risk ve tehlikelere karşı olduğumuz gibi risklerin içinden yeni risklerin her an doğma potansiyeline karşı da savunmasızız.
Örneğin Türkiye'nin bugüne kadar yaşadığı en büyük afetlerden biri olan ve başta Kahramanmaraş olmak üzere on bir ili etkileyen depremler sonrası Hatay'da arama kurtarma faaliyetleri devam ederken “Yarseli Barajı'nın patladığı” yönündeki söylentiler sonrası oluşan izdiham, arama kurtarma ekiplerine üç buçuk saat kaybettirirken bu sürede kurtarılabilecek enkaz altındaki vatandaşlar da kurtarılamamıştır.
Bir diğer örnekte salgın sürecinde uzmanlıkları veterinerlik, estetik cerrahi ve pediatri olan isimlere medyada sadece “uzman” ünvanıyla koronanın bulaşma yolları ve alınması gereken tedbirlere yönelik açıklamalar yaptırıldığına şahit olduk. D vitamini kullanımının önemine yönelik o kadar çok haber medyada yer aldı ki pandeminin sonunda bu sefer aynı medyada “D vitamini zehirlenmeleri arttı” başlıkları atıldı.
Afet iletişim ve yönetişim sürecinin önemli aktörlerinin başında gelen medya, afet anlarında ve sonrasındaki süreçte normalde olduğundan daha fazla topluma güvenilir bilgiyi sunmakla mükelleftir. Ancak bunun yerine medya, okurun korku ve merak duygularına hitap eden haber manşetleriyle okur ilgisini çekmeye çalışmaktadır.
İşte bu kitapla, medyadaki yanlışlıkların önüne geçilmesi için afet haberciliğinin nasıl yapılması gerektiğine haber örnekleri üzerinden cevap aranmış, afetlerin azaltılmasında en önemli etken olan afetlere hazırlıklı bir toplumun yaratılmasına katkı sunmak amaç edinilmiştir.
Aliye Beyza Bayyar, Aslı Gözde Akış, Azime Korkmaz, Buğçe Kamer Baybaş, Dilek Doruk Kondakcı, Eyyüp Yildiz, Gülay Taşdemir Yiğitoğlu, Gülhan Şen, Hatice Polat, Makbule Berfin Büker, Mehtap Pekesen, Mustafa Karataş, Nurgül Kocakoç, Pınar Sevda Bozkurt, Serap Daşbaş, Sevda Demiröz Yıldırım, Sultan Güçlü, Taner Akarsu Afet, büyük yıkımlara ve ölümlere neden olan olayları tanımlamaktadır. Son yıllarda afetlerin sayısı ve etkisi hızla artmaktadır. Afetlerin en büyük etkisi genellikle yaş, engellilik, gelir veya dil nedeniyle bu tür olaylara hazırlanmak ve afet sonrasında toparlanmakta zorluk çeken insanlar üzerinde görülür. Afetlerin meydana getirdiği hasarlar yaşlının engelliliğine, ölümüne ya da diğer yaşam değişiklerine yol açmaktadır. Afet süreçlerinde yaşlıya yaklaşım özel bir durum oluşturmaktadır. Bu nedenle yaşlı bireylerin afete hazırlığı konusunda afet bilinci oluşturulması afet esnasında izlenmesi gereken doğru uygulamaların gerçekleştirilmesini ve sağkalım oranlarının artmasını sağlayacaktır. Afet sonrası tahliye süreçlerinin güvenli şekilde gerçekleştirilmesi için tatbikatlar büyük önem taşımaktadır. Afet sonrasında ise sosyal yaşamın devamına hızlı adaptasyon yaşlının yaşayabileceği depresyon ve ölüm kaygısının azalmasına yardımcı olacaktır. Bireysel gereksinimlerin karşılanması bu sürece olumlu katkı sağlayacaktır.
Afet gerontolojisi özelinde kaleme aldığımız bu kitabımızda, savunmasız yaşlı grubun özellikleri, bu dönemlerde yaşlı bireylerle iletişimin önemi, yaşlının afete hazırlık eğitimleri, afetlerde engelli yaşlıların durumları, afetlerde özellikle daha fazla maruz kalınan ihmal ve istismar, yaşlının afet sonrası yaşlandığı yerden göçü, yaşlının bu süreçlerdeki hakları, yaşlı dostu afet planlarının önemi, afetlerin ve afet dönemlerinde lojistiğin yaşlılar açısından yönetimi, afet sonrası geçici barınma alanlarının yaşlıya özgü tasarımı, yaşlı dostu yeniden yapılanan şehirler ve yaşlılara sunulan sosyal hizmetler yer almaktadır.
Güncel bilgiler ışığında hazırladığımız bu kitabın, yaşlılık ve yaşlanma ile ilgili tüm alanlara önemli bir kaynak olacağına inanıyoruz.
Abdullahi Mohamed Dhiblawe, Ali Tekke, Begüm Gün, Berkay Necati Tanrısever, Enver Arpa, Gökhan Kavak, Kamile Ünlüsoy, Mustafa Yasir Kurt, Mürsel Bayram, Osman Kağan Yücel, Selman Yurteri, Şule Yılmaz, Yusuf Yavuzkan Toplumsal yapıların anlaşılmasında dinî ve siyasi durum analizi önem arz etmektedir. Dinî inanışların kazandırdığı motivasyon, toplumsal etkileşimlerde önemli bir rol üstlenmektedir. Afrika kıtasının modern tarihi incelendiğinde Afrikalı toplumların etnik ve kabilevi nedenlerle sürüklendiği çatışma ortamının aksine dinî anlamda dikkat çekici bir hoşgörü anlayışına sahip oldukları anlaşılmaktadır. Kolonyal Dönem’le birlikte bu anlayış nispeten bozulmuş olsa da bu durumun son yıllara kadar devam ettiği söylenebilir. Ancak son yıllarda çeşitli dinî kimlikler altında ortaya çıkan siyasi grupların siyasal hedeflerini gerçekleştirmek için başvurdukları şiddet ve terör olayları, Kıta'nın güvenliğine büyük bir tehdit oluşturmaya başlamıştır. Kuzey Afrika ülkeleri; Mali, Nijerya Somali, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Uganda gibi ülkeler bu türden hareketlerin yarattığı istikrarsızlıktan aşırı şekilde etkilenmektedir.
Bu çalışmada Kıta'nın istikrarına tehdit oluşturmaya başlayan dinî-siyasi hareketler incelenmiştir. “Dinî-siyasi hareket” kavramıyla “toplumu, kendi dinî yorumları çerçevesinde dönüştürmeyi, iktidarı kendi anlayışları doğrultusunda şekillendirmeyi hedefleyen hareketler” kastedilmiştir. Geleneksel dinî yapılar, cemaatler, tasavvufi hareketler bu kapsamın dışında tutulmuştur. Bu çerçevede yapılan değerlendirmede Kıta'da faaliyette bulunan ve bu özelliklere sahip olan hareketlerin; İhvan-ı Müslimin, Selefi, Şiî ve Hristiyan eksenli hareketler olmak üzere dört ana eksen etrafında odaklandığı görülmüştür. Dolayısıyla incelenen hareketler, bu yönde yapılan bir tasnifle ele alınmıştır. İncelemede ele alınan hareketlerin ortaya çıkış sebepleri, liderleri, örgütsel yapılanmaları, başlıca referansları, mücadele yöntemleri vb. hususlar objektif bir yaklaşımla ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Ahmet Doğan, Ahmet Gökbel, Fazıl Yozgat, Hüseyin Kurt, Hüseyin Öztürk, Rıfat İlhan Çelik Özü ve esası ahlak ve fazilet olan Ahilik, bu dünyada insanı “yaratılmışların en şereflisi” olarak görmek istemekte ve onun eğitiminde de bunu esas almaktadır. Sanat, gündüz iş yerlerinde usta-çırak ilişkisi ve kardeşlik ruhuna dayalı olarak ele alınmakta; ahlak eğitimi de akşamları Ahi zaviyelerinde verilmektedir. Ahilerin uyması gereken kuralları belirleyen eserlere Fütüvvetname denir. Arapça “fetâ” kelimesinden türetilen bir sıfat olan fütüvvet; yiğitlik, delikanlılık, cömertlik, fedakârlık ve diğerkâmlık (altruizm) gibi anlamlar taşıyan İslami bir kavramdır. Bu özelliklere sahip; Ahilik teşkilatı mensupları aklın ve bilimin ışığında dürüst, misafirperver, iyiliksever ve alçak gönüllü olmalıdırlar. Bugün insanlığın aradığı ve özlediği insan tipi de bu değil midir?
Ahmet Ayhan Çitil, Burhanettin Tatar, Kasim Küçükalp, Özkan Gözel, Selami Varlık, Lütfi Sunar, Ömer Türker, Cafer Sadık Yaran Bu kitap başkalığın dışlanmış ötekiliğe dönüşme biçimlerini ele almak ve bunu ahlâk düşüncesi içinde tartışmak üzere hazırlanmıştır. Zira başkasının varlığı ile ahlâki bir ilişki kurulmazsa ötekinin yabancılığı ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde kürenin her tarafında başkalıklardan kaynaklanan sorunlar gün-demi meşgul ediyor. Yabancı düşmanlığı, etnosantirzm, ırkçılık, dini fanatizm, İslamofobi ve milliyetçilik çağımızın yükselen tehditleri arasında ilk sıralarda yer alıyor. Ulus devletler bir taraftan içine düştükleri meşruiyet krizlerini aşmak üze-re abartılmış güvenlik söylemleri ile kimlik pekiştirici siyasetlere başvururken
öte yandan yüzleşilen sosyo-kültürel krizler de kitleleri ötekileştirici dile doğru itiyor. Artan küresel çatışmalar ve neticesinde ortaya çıkan göç dalgaları başkası ile travmatik karşılaşmaları gündeme getiriyor. Bu bağlamda ahlâk ve başkasına yeni bir bakışa ihtiyaç duyuluyor. Eğer insani yaşamın temeline, özünde bir ahlâk fikri barındıran başkasının varlığı alınırsa, ötekileştirmeksizin bir tanıma gerçek-leşebilir ve bu tanıma bir ahlâki yükümlülüğü meydana çıkarabilir.
Kitapta bu perspektif çerçevesinde konuyu modern felsefede ve İslam düşünce-sinde başkası/öteki ile ilgili kavram ve tartışmaları ele alan yazılar yer almakta-
dır. Böylece genel ve karşılaştırmalı bir perspektifin yanı sıra, yeni bir yaklaşımın oluşturulması da hedeflenmektedir.
Katkıda Bulunanlar
Ahmet Ayhan Çitil • Burhanettin Tatar • Cafer Sadık Yaran • Kasım Küçükalp Lütfi Sunar • Ömer Türker • Özkan Gözel • Selami Varlık
Mustafa Şengün İnsanlar, ahlaki düşünce ve yargıları toplumsallaşma süreci içinde kazanırlar. Bilim ve teknolojideki gelişmelerin yanı sıra, kitle iletişiminin daha etkin ve yaygın hâle gelmesi hem insanları ve toplumları değiştiriyor hem de çözülmesi gereken yeni ahlaki sorunlar ortaya çıkarıyor. Bu nedenle, zaman içinde insanların ahlaki düşünce ve yargıları da değişiyor. Değişimi takip edebilmek, ortaya çıkan yeni sorunları çözebilmek ve yeni toplumsal şartlara uyum sağlayabilmek, ahlak alanındaki araştırmaların devamlılığını gerektirmektedir. Dolayısıyla bu kitapta, ahlaki düşünce ve yargı gelişim süreci ve bu süreci etkileyen faktörler incelenmiştir. “Ahlaki Düşünce ve Yargı” adlı eser, içeriğinde yer alan etik, ahlak eğitimi ve değerler eğitimi konuları itibariyle ortaöğretim ve üniversite öğrencilerine, araştırmacılara, akademisyenlere, öğretmenlere ve ahlak eğitimi ile ilgilenen herkese hitap etmektedir.
Ahmet Kılıç Milletlerin medeniyet tasavvurları kendi yaşam biçimine, kendi ruh dünyasına özgü kavramlardan oluşan sözlükle mümkündür. Çünkü “medeniyet”in temeli, milletlere özgü kavramlarla atılır. Bir milletin “medeniyet”i temsilinde ise o milletin aydınları önemli rol oynamaktadır. Bu çalışmaya konu edinilen Nurettin Topçu ve Erol Güngör isimleri de bu aydınlardan bazılarıdır. Onların nevi şahsına münhasır üslûpları ve kavramlara yükledikleri özgün manalar sözlük çalışmasına vesile olan nedenlerdendir. Türkçe sözlük çalışmalarında yer alan kavramların genel bir izahından ziyade Topçu ve Güngör'ün alışılmışın dışında kavramları ifade biçimleri ele alınmıştır. Söz konusu yazarların eserlerinde geçen tanım ifadeleri bir araya getirilerek sözlük çalışması meydana gelmiştir. Böylece okurlar tarafından hem bu şahısların düşünce dünyası daha iyi tanınmış olacak hem de başka aydınların sözlük çalışmasına örnek teşkil edecektir.
Ahmet Kılıç Her insan yaratılış gereği sevdiği kişiye benzemek ister lakin sevme duygusu her zaman iyiye, güzele ve faydalı olana meyletmeyebilir. Bazen bireyler kişilerin olumsuz davranışlarından, yıkıcı fikirlerinden ya da dış görünüşünden etkilenip onlar gibi olmayı arzu edebilir bazen de tam tersi durumlar meydana gelebilir. Bu durumların meydana gelmesinde bireyin liderlik özelliği önemlidir. Herhangi bir topluluk üzerinde etkisi olmayan bir kişinin liderliğinden söz edilmesi mümkün değildir. Liderlerin sosyal hayatta etkili oldukları farklı alanlar vardır. Bu alanlardan biri de çalışma konumuz olan eğitim alanındaki liderliktir.
Eğitimde lider olarak konumlandırılan kişiler öğretmenlerdir. Gerek devletin gerek toplumun öğretmenlik mesleğine yüklemiş olduğu sorumluluk duygusu diğer mesleklere göre daha fazladır. Çünkü öğretmenlik bir milletin geleceği olan çocuklar ve gençler üzerindeki en etkili mesleklerden biridir. Öğretmenlerin öğrencilere rol model olması bir milletin geleceğinin şekillenmesi açısından önemlidir. Aynı zamanda öğretmenlerin kendilerine uygun rol model olabilecek liderleri örnek alması da onların önemini arttırmıştır. Öğretmen ve öğrencilere rol model olabilecek eğitimci Nurettin Topçu ve Erol Güngör isimleri bundan dolayı çalışmada ahlâki lider olarak ele alınmıştır. Hem onların yaşayışlarından hem de eserlerinden hareketle ahlâki liderlik özelliği taşıyan öğretmen nitelikleri tespit edilip eserde incelenmiştir.
Mustafa Şengün Günümüz küresel dünyasının bilim ve teknoloji alanlarında yaşanan hızlı gelişmeler, internet ve kitle iletişim araçlarının yaygın hâle gelmesi beraberinde ahlaki değerleri ve bireylerin sahip olduğu ahlaki nitelikleri de değiştirmektedir. Ayrıca, bilimsel ve teknolojik ilerlemelerin beraberinde getirdiği nükleer silah, ekolojik bozulma, genetik kopyalama, internet suçları, küresel savaş tehdidi gibi riskler, toplumların barış, huzur ve güvenliğini tehdit etmektedir. Ahlak ise, toplumdaki bireylerin barış, güven, huzur ve mutluluk içinde yaşamalarına yardımcı olmaktadır. Bu durum, ahlak konusunda araştırmalar yapmayı önemli ve bu alanda yapılan araştırmaların sürekliliğini gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla elinizdeki bu kitapta, ahlaki olgunluk konusu teorik ve uygulamalı olarak incelenmiştir. “Ahlaki Olgunluk” adlı eser, içeriğinde yer alan etik, ahlak eğitimi ve değerler eğitimi konuları itibariyle ortaöğretim ve üniversite öğrencilerine, araştırmacılara, akademisyenlere, öğretmenlere ve ahlak eğitimi ile ilgilenen herkese hitap etmektedir.
2017 yılında, yurt dışında Lap Lambert Academic Publishing tarafından “Ahlaki Olgunluk” ismiyle yayınlanan bu kitap, ders kitabı formatında düzenlenerek elinizdeki hâliyle yurt içinde Nobel Akademik Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
Syed Nawab Haider Naqvi Ahlâkın temellerine hem seküler hem dinsel açıdan odaklanan Naqvi, kendi içsel mantık ve toplumsal zorunluluk parametreleri dâhilinde tüm ahlâki sistemlerin, diğerlerinin insan refahını maksimize etmek adına salık verdikleri şeyden kazanç sağlamaya çalıştığını göstermektir. Bu kapsamda çalışmada, laikliğin ahlâki manzaralarını ve üç büyük dinî geleneği; Yahudiliği, Hristiyanlığı ve İslam'ı incelemektedir. Tüm insani problemler gibi ekonomik sorunların da yalnızca varlığı arzulanan ahlâki vasıflar münasebetiyle adilane bir şekilde çözülebileceğini belirten Naqvi, dinî geleneğin özellikle İslâmî olanın hem bireysel ahlâk hem de kamu düzeni için uygun bir çerçeve sağladığını güçlü bir şekilde göstermektedir. İslam'ın ahlâki ideallerinin seferber edilip adil ve dinamik bir kamu politikası hâline getirilmesi durumunda özellikle adaletin sağlanması ve fakirliğin azaltılması konusunda bir iddia ortaya koyabilecektir. Bu bağlamda ise kitap, genel olarak din, ahlâk ve ekonomi arasındaki aktif bir etkileşime ve özellikle (idealize edilmiş) bir İslam iktisadına olan ihtiyacı vurgulamaktadır.
Oğuzhan Pehlivan Aile, geçmişten günümüze hem yapısal hem de işlevsel bir değişim geçirdiği gibi gelecekte de farklılaşacak ve evrilecektir. Ailenin normatif anlamdaki dönüşümü hepimizin en çok gözlemlediği, şikâyet ettiği ama çözüm noktasında en az çaba sarf ettiği gri bir alana işaret etmektedir. Aile, bir değerler manzumesi olarak günden güne kan kaybetmektedir. Mutluluk algımız, maneviyattan maddiyata doğru yön değiştirmektedir. Kadına ve çocuğa şiddet normalleştirilmekte, evlilikler kısa süreli birlikteliklere dönüşmektedir. Yasal bir hak olan boşanma artık bir cinayet sebebi olarak görülmektedir.
Elinizde tuttuğunuz bu kitabın ailenin tüm sorunlarına değinmesi ya da çözmesi mümkün değildir. Fakat en azından son yıllarda yaşadığımız aile ve aile ilişkilerine ilişkin toplumda görülen hususların toplandığı bir kaynağa ulaştığınız aşikârdır.
Aile sofralarından ziyaretlerine, çalışma hayatından yaşlılığa, aile içi şiddetten bilgisayar oyunlarının aile üzerindeki etkilerine, aile dizilerinden sabah programlarına geniş bir alandaki aile değişiminin incelendiği bu çalışma, ailenin gelecek projeksiyonu ve evrimine ilişkin görüşler ile sona ermektedir. Nihayetinde bir aile seferberliği ilan ederek toplumumuzun sağlıklı geleceği için aileyi ve onu yücelten değerleri korumamız gerekmektedir. O zaman şimdi, kapsamlı ve kolektif bir aile bilinci oluşturmak için hareket etme zamanı...
Ayda Yörükân Aile ve Konut Konusunda Fransız Mimarlarının Bugünkü Eğilimleri
Esra Cizmeci Ümit Hemen her toplumda bireyin sosyal ve psikolojik yaşamı üzerinde en büyük etkiye sahip olan kurum, ailedir. Aile kurumu geçmişten bugüne, gerek dünyada gerekse de Türkiye'de oluşan dönemsel koşullara paralel değişimler geçirmiştir ve geçirmeye de devam etmektedir. Bireyin neredeyse tüm serbest zamanını kuşatan medya teknolojileri, aile serbest zamanlarında da kendine önemli bir yer edinerek hem evleri hem de aile bireylerinin birbirleriyle olan iletişimlerini önemli ölçüde biçimlendirmektedir. Bugünün oturma odası, aile üyelerinin hep birlikte oturduğu ancak kiminin televizyondaki diziler içerisinde kaybolduğu, kiminin akıllı telefonu ile dış dünyaya bağlandığı, kiminin ise bilgisayarı aracılığı ile yapılması gereken işlerini yerine getirdiği bir ortama sahne olmaktadır.

Gerek eşler arasındaki gerekse de ebeveynler ile çocukları arasındaki ilişkiler de bu durumdan doğal olarak etkilenmekte; sonuç olarak modernleşmeden itibaren sosyal ve psikolojik anlamda ayakta kalma mücadelesi veren her bireyin, bu konuda en büyük desteği alabileceği aile kurumu zarar görmektedir. Günümüzde neredeyse tüm dünyada görülen bu sorun ile ilgili geniş kapsamlı bir eleştirel literatüre yer verilen bu kitapta, aynı zamanda ev içi aile serbest zamanlarında medya kullanımı ile ilgili Türkiye’den ailelerle yapılan ve konu ile ilgili birçok çarpıcı detaya dikkat çeken görüşmeler yer almaktadır.
Güney Nair Genel olarak failleri ve mağdurları gençler olan şiddet eylemleri; hem olayların içinde yer alan gençleri hem de onların ailelerini, akrabalarını, öğretmenlerini, akranlarını kapsayan geniş bir kitleyi doğrudan etkilemekte, travmalara neden olmakta, toplumlarda ağır sosyo-ekonomik maliyetler yaratmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization)'ne göre gençlik şiddeti, en çok göze çarpan şiddet türlerinden birisidir.
Gençlerin aile, okul ve sosyal çevre üçgeninde oluşturdukları ilişkiler ve bu ilişkilerin seyri, ortaya çıkacak davranış kalıplarının da habercisidir. Gençlik döneminin en az sorunla atlatılması, sağlıklı yetişkinliğe olanak sağlayacaktır.
Elinizdeki çalışma, toplumların en önemli sosyal sorunları arasında yer alan gençlik şiddeti konusuna ışık tutarken, gençlere, anne-babalarına, öğretmenlerine, kendilerini ve sosyal ilişkilerini akademik boyutta anlama ve yorumlama olanağı sunmayı amaçlamaktadır.
Çağlar Özbek, Ferhat Değer, Gülçin Karadeniz, Güncel Önkal, H. Nermin Çelen, Halime Ünal Reşitoğlu, Mehmet Bozok, Nesteren Gazioğlu, Nihan Bozok, Nurgün Oktik, Nurşen Adak, Özgür Sarı, Petek Akman Özdemir, Serap Özen, Uğur Can Köşk, Zeynep Ekşi Aile, sevgi, saygı, şefkat, nezaket gibi olumlu; gerilim ve çatışma üretmesi, baskıcı yapısı, nefret ve şiddeti barındırabilmesi nedeniyle de olumsuz tüm özelliklerimizi içinde barındırır. Aile, hem birey hem de toplum bakımından vazgeçilmez öneme sahip evrensel bir olgudur. Bir toplumun yakından tanınmasında aile ilişkilerinin bilinmesi özel bir önem taşımaktadır. Bu kitap,sosyolojik, felsefi ve psikolojik olarak aileyi anlamaya yönelik çabayı bulacaksınız. Türkiye’de aile yapısı ve sorunları ne boyuttadır? Aile toplumsal cinsiyet eşitsizliğin yaratıldığı bir yer midir yoksa kadın ve erkekler uyum içinde mi bu birlikteliği sürdürmektedir? Düğün iki bireyin birlikteliğinin sembolü ve kutsanması iken nasıl olur da büyük bir tüketim endüstrisine dönüşebilir? Aşk için evlenenler niçin boşanır? Sosyal medyanın yaygınlaşması ile aldatan insanların artık aynı mekânı paylaşmalarına gerek kalmaz iken bu yeni aldatma biçimleri aile yapısını ve ilişkilerini nasıl etkilemektedir? Ebeveynler için çocuğun anlam ve değeri nedir? İş yaşamında aile üyelerinin yaşadığı sorunlar aile yaşantısını nasıl etkilemektedir? Aile üyelerinin yaşadığı evdeki sorunlar iş gücü pazarına nasıl yansımaktadır? Aile yapısı, üyelerinin sağlığını nasıl etkiler? Kamusal politikalar yetersiz kaldığında aile, sağlık sorunlarını çözmek için ne gibi stratejiler geliştirir? Koruyucu aile gibi biyolojik bağın dışındaki bağlarla oluşan aileler, aile yapısındaki dönüşümünün bir göstergesi midir? Heteroseksüel aile yapısı dışında bir hayat var mıdır? Eşcinsel birliktelikler, evlenmeden beraber yaşama, tek ebeveynli aileler baskın aile yapısının zayıfladığının bir göstergesi midir yoksa çoğulculuğa doğru dönüşüme mi işaret etmektedir?
Ailenin varlığını sorgulamak yerine ailenin birey için ve toplum için önemine yoğunlaşmak düşüncesinden yola çıkan bu kitap çalışması, disiplinler arası ortak bir çaba ve çok yönlü bakış açısının zorunluluğunun sonucudur. Bu kitabın içeriğinin ülkemizdeki aile yapısı ve sorunlarını anlayabilmek açısından yararlı olacağını ümit ediyoruz.
Çiğdem Gürsoy, Efe Can Gürcan, Esra Bayhantopçu, Fahri Erenel, Işık Ateş Kıral, İlayda Fidan, Okan Yaşar, Orhan Sezgin, Osama Dawoud, Pınar Gökçin Özuyar, Pınar Yurdakul Mesutoğlu, Rana Öztürk, Selen Yanmaz Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılında, ülkenin sürdürülebilir ilerleme ve kalkınmasında yapılan araştırma faaliyetlerinde önderlik etmek görevinin yanında, gençliği çağdaş bir anlayışla donatmak ülküsünü de yüklenen üniversitelerin tüm akademik disiplinlerinde sürdürülebilirliğin öneminin vurgulanması amacı ile yola çıktık.

Bu eser, farklı disiplinleri temsil eden akademisyenlerin konuyu kendi disiplinleri kapsamında üniversitelerin üç ana sorumluluğu olan eğitim-öğretim, araştırma ve topluma katkı faaliyetleri açısından değerlendirmeleri yolu ile üniversitelerin ilgili dönüşümüne katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Bu hedef doğrultusunda üniversitelerin itibar ve sorumlulukları anlamında hak ettikleri yere gelmelerini dileyerek, alanlarında değerli akademisyenlerimizin katkılarıyla hazırladığımız kitabımızın bu alan için referans olmasını umut ediyor, gerek küresel gerekse Türkiye'nin sürdürülebilirlik amaçlarına ulaşabilmesi için bu toplu katkıyı, bir ilk çalışma olarak akademik dünyaya sunuyoruz.
İbrahim Efe - Müzeyyen Pandır - Alaaddin F. Paksoy Suriyeli sığınmacı kimdir? Sığınmacı denilince aklımızda ne gibi anlamlar ve nasıl bir imge beliriyor? Bu imgenin ne kadarı medyada gördüklerimizden, okuduklarımızdan oluşuyor? Medyanın oluşturduğu "Suriyeli sığınmacı" kimliği bu insanları nasıl temsil ediyor? Onlar hakkında ne gibi anlamlar üretiyor? Suriyeli sığınmacı kimliği etrafında üretilen bu anlamlar toplumsal tartışmaları nasıl besliyor ve temsil edilen insanlar için ne gibi sonuçlar doğuruyor? Bu kitap, Suriyeli sığınmacıların Türkiye basınındaki temsillerini inceleyerek bu sorulara cevap vermeyi amaçlamaktadır.
Kitap; haber metinlerini ve fotoğraflarını, derlem analizi, eleştirel söylem analizi ve görsel semiyotik analiz gibi farklı yöntem ve yaklaşımlarla inceleyerek, metinsel ve görsel temsillerin farklı yaklaşımlarla araştırılmasına örnekler sunmaktadır. Kimlik ve anlam üretimini haberler ve fotoğraflar üzerinden irdeleyen kitap, medya ve iletişim çalışmaları ve kültürel çalışmalar alanlarında ve kimlik, farklılık ve temsil konularında çalışanlar için kaynak niteliğindedir.
Necla Mora Yabancı düşmanlığı, kendinden olmayan, dili, dini, kültürü ve bazen de görüntüsü ile farklı olana gösterilen düşmanlıktır. Yabancı düşmanı, ait olduğu grubun daha iyi, daha üstün olduğunu göstermek için diğer grubu aşağılayarak, dışlayarak, biz ve onlar ayrımını yapar. Bu durum, özellikle biz grubunun kendini zayıf hissettiği dönemlerde artar.
Alman kültüründe düşman imgesi dönemsel olarak farklılık göstermiştir. I. Dünya Şavaşı sonrası yaşanan ekonomik bunalımla Yahudileri hedef almış ve II. Dünya Şavaşı sonuna kadar altı milyon Yahudi Naziler tarafından yok edilmişlerdir. 1970'li yıllarda başlayan ekonomik bunalım Federal Almanya'da yeniden yabancı düşmanlığının ortaya çıkmasına neden olmuş ve bu düşmanlık 1980'li yıllardan itibaren özellikle Türk düşmanlığına dönüşmüştür.
Yabancı düşmanlığının başlamasında, yayılmasında; medyanın etkisi büyük kitlelere ulaşması açısından çok önemlidir.
“Kültürel Kimlik”, “Kolektif Bellek”, “Düşman İmgesi” kavramlarını içeren bu kitap; üniversitelerde, Türkiye AB İlişkileri ve Medya, Uluslararası İletişim, Kültürlerarası İletişim dersleri için ders kitabı olarak hazırlanmıştır.
Uğur Baran Hanağası Almanlar kimdir? Dünya tarihinde nasıl bir rol oynamışlardır? Bugün Almanya hangi meseleleri tartışmaktadır?
Almanlar, Roma İmparatorluğu’ndan bugüne, tarihin birçok önemli anında sahne almış kadim bir millettir. Orta Çağ’ın irili ufaklı Alman prenslikleri ve krallıklarının kimi zaman bir imparatorluk ve nihayetinde bir ulus devlet olarak birleşebilmelerinin hikâyesi uzun, ilginç ve öğreticidir. Hiç şüphesiz Almanya, ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan günümüz dünyasının en önemli aktörlerinden biridir. Din savaşları, işgaller, trajedi ve zaferler Alman tarihinin renkleridir ve bu renklerin manasını anlayabilmek dünya tarihini analiz edebilmek için önemlidir. Uzun bir araştırmanın neticesinde kaleme alınmış Alman Milliyetçiliğinin Dünü ve Bugünü adlı bu eser, Alman milletinin ortaya çıktığı zamandan bugüne kadar olan sürece ışık tutabilmeyi ve günümüz Almanyasının yüzleştiği aşırı sağ, popülizm gibi olguları bilimsel açıdan anlayabilmeyi amaç edinmektedir.
Sadettin Kılıç Bir toplum düşünün!
Dilini, dinini, kültürünü bilmediği, kimliğine yabancı, etnik yapısı farklı bir ülkeye, ekonomik motivasyonlu, en fazla 2-3 yıl kalma koşuluyla, ailesini bile yanına almadan “misafir işçi” olarak bir valizle gidiyorlar. Kendi ülkesinde şehir kültürü yaşamadığı hâlde, eğitim ve meslek tecrübesi sınırlı olmasına rağmen, sanayi alanında dünyanın en gelişmiş ülkelerinden birinin teknolojisine katkı sağlamak için metropol şehirlerde çalışmaya başlıyorlar ve kısa zamanda sistem entegrasyonunu gerçekleştirerek, uyum ve iş adaptasyonuyla geniş çevrelerin takdirini görerek, şehir hayatına geçiyorlar.
Günümüzde “Göçmen Türk” olarak adlandırılan ve işçi olarak Almanya'ya giden Türkler, artık işveren ve eğitimli bir Türk-Alman toplumunu oluşturmaya başlamıştır. Bu araştırma, bunların başarısını analiz etmek için hazırlanmıştır. Çokkültürlü Almanya'da en büyük göçmen yoğunluğunu oluşturan Türkler ile ev sahibi toplum arasındaki sosyokültürel temaslar, entegrasyonun gerçekleşmesi esnasında ve sonrasında olumlu ya da olumsuz ana ve destekleyici nedenler incelenmiştir.
İnsanlar öyküleriyle göç ederler!
Almanya'da geçici işçilikten kalıcı vatandaşlığa geçiş sürecinde Türk göçmenler, bir tarafta geldikleri ülke ile olan bağlarını koparmamak ve kimliklerini korumak; diğer taraftan bulundukları ülkenin kültürünü benimsemek ve birlikte uyum içerisinde yaşamanın ideal yöntemi olarak entegre olmaya yönlendirilmişlerdir. Bu kitapta Almanya'daki Türklerin göç sürecinde yaşadıkları olaylar ve günümüz Almanya'sına uyum sürecinde çokkültürlülük, örnekleriyle ele alınmıştır.
İyi okumalar dileriz.
Sezen Ceceli Köse Eski göçmenlerin yeni göçmenlere bakışını etkileyen faktörler nelerdir? Bu kitap, geniş bir yazın içinde ihmal edilmiş bu soruya yanıt aramaktadır. 2015 yılında Avrupa'da Suriyelilere kapılarını açan Federal Almanya bu çalışmanın odağıdır. Almanya'da 60 yıldan fazla birbirinden farklı göç deneyimine sahip Türkiye kökenlilerin yeni göçmenlere bakış açılarında farklılıklar ve benzerlikler irdelenmektedir. Grup kimlikleri ve aidiyetleri, maddi rekabet alanlarına göre rasyonel tercihleri, görece yoksunluklara bağlı siyasi hoşnutsuzlukları gibi farklı kuramsal yaklaşımlar Suriyelilere yönelik bakışı açıklamaya yardımcı olmaktadır. Elinizdeki kitap, nitel bir araştırmaya dayalı mukayeseli bir açıklama çerçevesi ortaya koymaktadır. Bu hâliyle Almanya'daki Türkiye kökenlilerin yeni göç hareketine ve göçmenlere dair seslerini duyurmak, onların muhakemelerine yer vermek bağlamında bilgi üretiminde bir değişim, dönüşüm ve eklemleme çabasını bünyesinde barındırmaktadır.
Alpay Özalan Kristof Kolomb, bir kâşif miydi yoksa gözünü altın ve hazine hırsı bürümüş bir korsan mıydı?
Bartolomé de Las Casas; Kolomb'un seyir defterlerine yazmadığı, sakladığı hangi sırları açıklamıştı?
Kızılderililer, 1492 yılından önce nasıl bir hayat yaşıyorlardı? Gerçekten “vahşi” miydiler?
Aztek İmparatoru II. Montezuma, İnka İmparatoru Atahualpa ve diğer başka bazı Kızılderili liderler neden hep aynı davranışları sergilemişti? Bu bir tesadüf mü yoksa tarih kitaplarında bir yanıltma mı var?
“Codex Mendoza”nın üstünde hiç durulmayan gerçek neydi?
“Medeni” kolonyalizm niçin gerekliydi?
Kurucu atalar arasında yer alan Amerikan başkanları, Kızılderililer hakkında ne düşünüyorlardı? Hangi başkanlar katliam emri vermişti?
Kızılderilileri kimler nasıl katlettiler? Nasıl soykırımlar yaptılar? Topraklarını nasıl istila ettiler? Kendilerine nasıl köle yaptılar? Onları bize nasıl tanıttılar? Günümüzde, Kızılderililerin çileleri bitti mi?
Ahmet Vatan, Alper Kurnaz, Altan Çelik, Ayşen Acun Köksalanlar, Canan Tanrısever, Caner Ünal, Esra Çam, Ezgi Kırıcı Tekeli, Funda Ön, Gökçe Emeç, Gökhan Köksal, Gözde Oğuzbalaban, Gül Nihan Güven Yeşildağ, Hande Akyurt Kurnaz, Hüseyin Aksoy, Kaplan Uğurlu, Lale Yılmaz, Medet Yolal, Mustafa Duman, Nagihan Baysal, Nermin Ayaz, Nilgün Demirel, Nuray Tetik Dinç, Özge Güdü Demirbulat, Özlem Güzel, Seda Yetimoğlu, Sevgül Çilingir Cesur, Sinan Gökdemir, Sinan Kurt, Sonay Kaygalak Çelebi, Tolga Fahri Çakmak, Yağmur Alkır, Zeynep Çokal Anadolu toprakları, jeopolitik konumu gereği birçok medeniyete ev sahipliği yaparken mit, efsane, kutlama, gelenek görenek, örf ve âdetlerin bir araya geldiği kültürel zenginliğe sahip bir coğrafya hâline gelmiştir. Nesilden nesile aktarılan bu ögeler, halk kültürünü oluştururken aynı coğrafyada yaşayan toplumları da bir araya getiren bir güç olmuştur. Geçmişten geleceğe aktarılan bir özelliği olması bağlamında kültür, uluslararası platformda ayrıştırıcı ve farklılaştırıcı bir unsur olarak tanımlanırken ülkelerin sahip olduğu inanışlar ve ritüeller, halk kültürünün örüntülerini oluşturmuş ve somut olmayan kültürel miras alanları olarak tanımlanmıştır. UNESCO tarafından Somut Olmayan Kültürel Miras (SOKÜM) kapsamında ele alınan alanlarda “toplumsal uygulamalar” kapsamında ele alınan inanışlar ve ritüellerin bir araya getirilmesini amaçlayan “Anadolu Halk Kültüründe İnanış ve Ritüeller: Teoriden Pratiğe Kökenleri ve Yansımaları” isimli bu kitap ile geçmişten geleceğe köprü gibi uzanacak olan Anadolu halk kültürü mirasına bir iz bırakılmak istenmiştir. Nereden geldiğini ve neden yaptığımızı bilmediğimiz bazı ritüellerin ve kökeninde yatan inanışların toplandığı bu kitap, Anadolu’nun halk kültüründe yatan inanışları ve ritüellerini kültür meraklılarına sunuyor.
Hep var ol Anadolu…
Aysel Günindi Ersöz, Ayşe Canatan, Erdal Aksoy, Hayati Beşirli, İsmail Sarı, M. Naci Bostancı, Murat Madenüs, Serdar Sağlam, Serra Sevde Hatipoğlu, Tevfik Erdem, Yusuf Yalanız
Rauf Arıkan Anketler, sosyal konularda bilgi toplamak için yapılır. Konu ne olursa olsun bilginin kaynağı ve anketin muhatabı bireylerdir. Bilgi toplamanın anketler dışında da başka yolları mevcuttur: Deney, gözlem, kütüphane çalışması, örnek olay incelemesi vb. Ancak kısa zamanda güncel, az masraflı ve amaca uygun veriler toplayabilmek için çoğu zaman anket yöntemine başvurmaktan başka çare olmayabilir. Geleneksel anketlerde çok sayıda denek adı verilen bireyle görüşülür ve sınırlı sayıda soru sorulur. Derinlemesine anketlerde denek az sayıda olur fakat daha çok zaman alan ayrıntılı sorular sorulur ve görüşler alınır. Sorulan sorular bazen tamamen test şeklinde olur. Bazen de hem test hem de yorum soruları bir arada sorulur.
Anket yoluyla elde edilen bilgiler, fen bilimlerindeki ölçmeler gibi doğru olmaz, az veya çok hata içerir. Çünkü, algıları, tutumları, davranışları veya becerileri tam olarak ölçecek araçlarımız yoktur. Sayılan bu hususlar, bireylere, zamana ve mekâna göre değişkendir. Öğrencinin başarı ve yeteneğini, fertlerin beğeni ve tepkilerini, beklentilerini, toplumun hoşgörü düzeyini veya nefretini, insan haklarının düzeyini, adil rekabeti, piyasanın şeffaflığını, fakirliğin derecesini, hastadaki ağrının şiddetini, depremin derecesini ölçmek terazide domates tartmak gibi değildir.
Anket yoluyla hatası az olan veriler elde etmek için geçerli ve güvenilir bilgiler toplamak gerekir. Bunun için de iyi ölçme araçları geliştirmek ve çok sayıda denekle anket yapmak ve en yüz yüze görüşme, posta yoluyla bilgi isteme, telefonla bilgi alma, internet ortamından yararlanma gibi anket tekniklerinden birini seçmek gerekir. Bulguları genelleyebilmek için de işe olasılık (probabilite) dâhil edilmelidir. Yani, denekleri olasılıklı olarak örnekleme yoluyla seçmelidir. Araştırılan topluluğa tam sayım yapılabilecekse, örneklemeye gerek kalmaz.
Günümüzde kamu kurumları, üniversiteler, firmalar, bankalar, siyasi partiler, elçilikler, dernekler, ulusal ve uluslararası araştırma şirketleri çeşitli amaçlarla tekrar tekrar anket yapmaktadırlar. Hatası en az ve başarılı bir anket gerçekleştirebilmenin belki de ilk şartı, en uygun anket formu düzenleyebilmektir: Anket formunun tasarımı, soru sayısı, soru sırası ve soru tipi uygun anket formunun temel göstergeleridir. Bu kitapçığın amacı da bu göstergeleri inşa etmektir. Toplanan verileri, tablolar, grafikler, betimsel veya nedensel istatistiklerle analiz ederek anket çalışmamızı başarılı bir rapora, makaleye veya teze dönüştürerek amacımıza ulaşmış oluruz.
Dolunay Şenol, Günce Demir Bazı duyguları anlatabilmek, anlatılsa dahi benzer duyguları hissedebilmek, karşılıklı olarak duygu geçişlerini aynı derecede sağlayabilmek ve yaşatabilmek her zaman mümkün olamayabiliyor. Anneliği hem kavram düzeyinde hem de duygu düzeyinde anlatmak zor olduğu için olsa gerek bu konuda sosyolojik çalışmaların sayısı son derece sınırlı kalmaktadır. Anne olan her bir kadının anneliği aynı derecede yaşadığını, aynı derecede annelik duygularını yaşayabildiğini ve dahi yaşatabildiğini, anneliğin işlevlerini hakkıyla yerine getirebildiğini söyleyebilmek de mümkün değildir. Günümüzde anneliğin sadece bir çocuğu içinde büyütmek, kanı ile beslenmesini sağlamaktan çok daha fazlası olduğunu, sahada karşılaşılan bir kadının şu manidar ifadeleri ortaya koymaktadır: “Doğmadan kanını emer, doğar canını emer, ölürsün malını emer ama ben çocuğum için hiçbir şey yapamadım ki dersin. İşte annelik budur. Anlatabildiysem tabii…”.
Bunun gibi gündelik hayatın içinde duyulan ancak olağan kabul edilen pek çok kadın ifadesinin böyle bir kitap çalışmasında toplanması sonrasında aslında o ifadelerin derinliğinin son derece fazla olduğu fark edilmiştir. Bu çalışma kapsamında görüşülen kadınların kendi ifadeleri ile duygu, düşünce ve tecrübelerinin dile getirilmesi, bilip de üzerinde düşünülmemiş olan ifadelerin çok şey anlatıyor olduğunu göstermiş; dolayısı ile çevremize ve olağan kabul ettiklerimize farklı bir göz ile bakılmasını sağlamıştır. Ayrıca duygularla işin içine girip duygularla anlamaya çalışmanın önemini ortaya koyması açısından bu kitabın değerli bir çalışma olduğu düşünülmektedir.
İsmail Tufan İnsan, antik çağ'dan beri yaşlanmasına ve yaşlılığına ilgi duymuştur. İlgisini tutumlarına, düşüncelerine ve davranışlarına yansıtmış, atasözlerinde, felsefelerinde, edebiyatında yaşlanma ve yaşlılıkla ilgili duygu ve düşüncelerini dile getirmiştir. Değişik kültürlerin yaşlanma ve yaşlılık hakkında eskiden olduğu gibi bugün de duygu, düşünce ve davranışları arasında farklılıklar vardır. Fakat modern toplumun insanı bunların farkında olmayıp, yaşlanma ve yaşlılık hakkında kendi düşüncelerinin en geçerli ve en doğru olduğuna inanmaktadır. Ancak yaşam süresinin uzaması yaşlanma ve yaşlılığı daha iyi tanıma ihtiyacını beraberinde getirmiştir. Prof. Dr. İsmail tufan, bu kitabında geçmişten, güncel ve değişik farklı kültürlerden verdiği örneklerle yaşlanma ve yaşlılığın değişik simalarını tanıtmaktadır.
Christopher W. Moore Güncelleştirilmiş, Arabuluculuk Yazın Klasiği
Neredeyse 30 yıldan bu yana anlaşmazlık çözümü uygulayıcıları, üniversite öğretim elemanları ve öğrenciler alandaki en kapsamlı rehber olarak Arabuluculuk Süreci'ne başvurmaktadır. Arabuluculuk üzerine yazılmış en kapsamlı kitap olarak bu metin, anlaşmazlık çözümünün herhangi bir alanında—aile, toplum, istihdam, iş dünyası, çevre, kamu politikaları, çok-kültürlü veya uluslararası—çalışan yeni ve deneyimli anlaşmazlık çözüm uygulayıcıları için biçilmiş kaftandır. Bu kitap, uzmanlar için bir rehberdir ve dördüncü basım, alandaki gelişmelere ayak uyduracak şekilde genişletilmiş ve yenilenmiştir. Bu basım, arabuluculukta mükemmelliği sağlayacak ve anlaşmazlık yaşayanların kalıcı anlaşmalara varmalarına ve ilişkilerini sürdürmelerine yardımcı olacak yeni kaynaklar içermektedir.
• Arabuluculuk hizmeti sunma konusunda daha fazla bilgi ve en güncel yaklaşımlar
• Hem yaygın hem de özgün sorunlar için doğru stratejiyi seçme konusunda kapsamlı rehberlik
• Her türlü anlaşmazlıkla ilgili güncellenmiş yeni vakalar
• Gelişmekte olan kültürler arası ve uluslararası arabuluculuk alanı ve uygulamaları hakkında daha fazla bilgi
Hande Ortay Bu araştırmada Tunus'un “Arap Baharı” öncesinde ve sırasında kadınların halk hareketine etkilerinin ne yönde ve nasıl olduğu, “Arap Baharı” sonrasında kadınların kazanımlarının neler olduğunun incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmada betimsel tarama ve betimsel analiz yöntemi kullanılmıştır. Araştırmanın çalışma grubunu, erişilen ve katılmayı kabul eden 73'ü kadın 40'ı erkek, 113 Tunuslu oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama araçları olarak kişisel bilgi formu ve anket kullanılmış, verilen cevapların frekans ve yüzdeleri analiz edilmiştir. Araştırmanın sonuçlarına göre katılımcıların; Arap Baharının ortaya çıkmasında Tunuslu kadınların rollerinin olduğunu düşündükleri, Tunuslu kadınların Arap Baharından önceki sosyal, politik ve ekonomik durumunu kötü olarak değerlendirdikleri, Arap Baharı sırasında Tunuslu kadınların önemli rollerinin olduğunu belirttikleri, Arap Baharı sonrasında Tunuslu kadınların sosyal ve politik kazanımlarının olduğunu, bugün Tunus'taki kadınların durumunu katılımcıların çoğunluğunun iyi olarak değerlendirdikleri, kadınların bugün Tunus iç ve dış politikalarını etkilemede geldikleri aşamayı Arap Baharı öncesine göre iyi, ancak daha da gelişmesi lazım şeklinde değerlendirdikleri bulgulanmıştır.
Wayne C. Booth - Gregory G. Colomb - Joseph M. Williams “…yanlış fikirler hatta tehlikeli olanlar yayılıyor çünkü çok fazla insan; çok fazla fikri, çok az kanıtla kabul ediyor.”
Nitelik göreceli bir kavram olmasına rağmen nitelikli bilimsel araştırmayı, kısaca yaşamın herhangi bir bölümünde toplum yararına kullanılacak öneme sahip bir bilgiyi üretmek şeklinde tanımlayabiliriz. Nitelikli toplumların, sayıca az olsalar bile, büyük kalabalıklardan çok daha büyük işler başardıklarını tarihten biliyoruz. Bu, aynı zamanda çokluğu yani niceliği, niteliğin önüne yerleştiren toplumların da her zaman geri kalmaya mahkûm olduğu anlamına gelmektedir.
Nitelikli araştırmanın temel felsefesinin anlatıldığı bu kitapta, başkalarının araştırmalarını nasıl değerlendireceğimiz, kendi araştırmamızı nasıl nitelikli hâle getireceğimiz ve kaliteli bir raporu/makaleyi nasıl hazırlayacağımız konularında bize yol gösterilmektedir. Bazen akademik unvanlara sahip kişilerin bile ulusal televizyon kanallarında oldukça rahat bir şekilde son derece zayıf iddialarda bulunabildiğini gördüğümüzde sağlam bir argümanın sahip olması gereken beş bileşen konusunda bu kitapta verilen tavsiyenin ne kadar gerekli olduğu fark edilmektedir:
“…okurlarınız adına kendi kendinize sormanız gereken sorular:
1. İddiam nedir?
2. Hangi nedenler iddiamı desteklemektedir?
3. Hangi kanıtlar nedenlerimi desteklemektedir?
4. Alternatifleri/yan etkileri/itirazları kabul ediyor muyum ve nasıl cevaplıyorum?
5. Nedenlerimin iddiamla ilgisini hangi prensip oluşturmaktadır?”