Kriz ve Uluslararası Çatışmalar \ 1-2
Aytekin Cantekin, Cemil Doğaç İpek, Hülya Kaya, Levent Demirci, Mehmet Bora Sanyürek, Mehmet Kurum, Mehmet Şahin, Nurgül Bekar, Osman Şen, Ömer Faruk Kocatepe, Selim Kurt, Serhan Ünal, Serkan Yenal, Sertaç Canalp Korkmaz, Uğur Güngör, Yasemin Özüm Bozkurt Devletler, tarih boyunca farklı tehditlere maruz kalmış ve bunun neticesinde de dönemin şartlarına göre savunma stratejileri geliştirmiştir. Gelişen teknoloji, artan nüfus, yükselen güçler, toplumlar arası etkileşimler bir yandan tehditlerin boyutunu değiştirirken aynı zamanda devletlerin uygulayabilecekleri güvenlik politikalarının da çeşitlenmesine neden olmuştur.
21. yüzyıla gelindiğinde de tehdit algılamaları ve güvenlik politikaları önemli dönüşüme uğrayarak çok katmanlı hâle gelmiştir. Bir yandan geleneksel tehditler ve bunlara karşı geliştirilen güvenlik anlayışı devam ederken kimi tehditler ise ulus devletlerin tek başlarına mücadele edebileceği bir saha olmanın ötesine geçerek kolektif mücadele gerektiren olgular hâline gelmiştir. Dolayısıyla güvenlik artık karmaşık bir hâl almıştır.
Bu kitap, güvenliğin değişen yapısını, alanında uzman isimler tarafından ele almıştır. Yazar kadrosu sadece akademik tecrübesi değil aynı zamanda saha tecrübesi olan kalemlerden oluşmaktadır. Sistemden aktöre kadar inen analiz düzeylerinin her biri hem güvenlik bürokrasisinde hem de akademide tecrübe sahibi isimler tarafından değerlendirilmektedir. Bu hâliyle gerek akademisyenlerin gerekse de güvenlikle ilgilenen herkesin ilgisini çekmesi dileğiyle…
Tolga Otabatmaz Bu kitapta; devletlerin, tarihsel süreç içerisinde yaşadıkları olayların sonucu olarak birtakım algılar inşa ettikleri ve olumsuz algılara sahip olan devletlerin birbirlerini hızlı bir şekilde askeri tehdit olarak tanımlamaya yatkın oldukları öne sürülmektedir. Bu durumun çözümü olarak ise devletlerin, silahların kontrolü ile ilgili antlaşmalar vasıtasıyla birbirlerini askerî tehdit olmaktan çıkarıp olumsuz algılarını değiştirebilecekleri ifade edilmiştir. Avrupa'da bunu gerçekleştirmek için en uygun antlaşmaların Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması ve Viyana Belgesi-2011 olduğu öne sürülmüş fakat bu antlaşmaların günümüzün şartlarına göre güncellenmeleri gerektiği belirtilerek birtakım öneriler sunulmuştur.
Seyhan Sarıca Kelle “Dünya, uzun süredir hegemon devletlerin güdümünde dönüyor. Bugünün dünyasında hegemon devlet olan ABD, yüz yıla yakın süredir bu konumda bulunuyor. Seyhan Sarıca Kelle, bu çok önemli kitabında ABD'nin hegemonik konumunu yalnızca siyasal yönleriyle değil aynı zamanda ekonomik etkileriyle de inceliyor. Böylece günümüz dünyasının hegemonik gücü olan ABD'yi ve oradan hareketle uluslararası siyasal ilişkilerden uluslararası ekonomik ilişkilere kadar uzanan geniş bir alanı değerlendirmiş oluyor. Birçok konuya bakış açınızı değiştirecek olan bu önemli kitabı okumanızı öneriyorum.”
Dr. Mahfi Eğilmez
Adil Calap Kırım Savaşı (1853-1856) küçük çaplı bir dünya savaşıydı fakat I. ve II. Dünya savaşlarının gölgesinde kalarak hak ettiği laboratuvar değerini görememiştir. Kırım Savaşı'nın çıkış nedeni; İngiltere ve Fransa'nın, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması'yla birlikte Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğu üzerinde sahip olduğu siyasi nüfuzuna son vermek ve imparatorluğun kaderini kendi menfaatlerine göre belirlemekti.
Batılı rekabetçi büyük güçler, geleneksel Osmanlı-Rus düşmanlığını egemenlik alanlarını genişletmek için ustaca kullanmışlar ve Osmanlı Devleti'nin geleceğini de kendi kontrolleri altına almışlardı.
Bu kitapta, diplomatik faaliyetler ışığında çok kutuplu uluslararası bir sistemi kendi menfaatlerine göre yeniden düzenlemeye çalışan rekabetçi büyük güçlere ait yayılmacı stratejiler ile bu güçler arasında yaşanmış savaş ve barış süreçleri ortaya konulmuştur.
Kırım Savaşı'nda yaşananlar, yirmi birinci yüzyılın rekabetçi büyük güçleri arasında ortaya çıkabilecek muhtemel savaş ve barış süreçleri üzerine değerli dersler sunmaktadır. 24 Şubat 2022'de başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı'nda büyük güçlerin nasıl konumlanabileceğine ve onlara özgü jeopolitik menfaatlerle ilgili stratejilerinin nasıl anlaşılabileceğine ilişkin önemli ipuçları sunmaktadır.
Eğer Kırım Savaşı günümüz çok kutuplu sisteminde Rusya ile diğer büyük güçler arasındaki çatışmalara anlamlı dersler sunacak bir laboratuvar işlevi görmeseydi, tarihte yaşanmış önemli olayların uydurma, aldatma ve yalan olduğu söylenebilirdi.
Fulya Köksoy Telaffuz edilirken bir araya gelmeleri çok kolay olan iki kavram: ÇATIŞMA ve ÇÖZÜM. Realitede ise tam tersi bir durum söz konusudur. Çatışma çözümü, göründüğü kadar kolay olmayan, bu noktada başta sabırla beraber pek çok dinamiğin gerekli olduğu multi-disipliner bir alandır. İç silahlı çatışmaların çözümüne yönelik büyük resme odaklanan bu çalışma, aynı zamanda günlük hayatın doğal bir uzantısı olan çatışmaların çözümüne yönelik ipuçları da sunmaktadır.

”Yapmamız gereken hiç durmadan barış süreci için çalışmaktır.
Çünkü barış için çalışmayı durdurduğumuz gün en tehlikeli gündür. Eğer çatışmaların yeniden başlayacağını düşünüyorsanız, bu daha tehlikeli bir düşüncedir.”
İrlanda Eski Başbakanı Bertie Ahern

“Evet, yutmamız gereken büyük kurbağalar var ama barışa ancak böyle varılıyor."
Kolombiya Eski Devlet Başkanı Juan Manuel Sontos

“Bir şeyi çözmeye çalışıyorsanız, mevcut durumun tahammül edilemez olduğuna dair
geniş bir kabulün olması gereklidir.”
İrlanda Eski Başbakanı Bertie Ahern

“Barış, herkes için zafer.”
Kolombiya Eski Devlet Başkanı Juan Manuel Santos

“Günlük hayatın doğal bir parçası olan çatışmaların, farklı coğrafyaları
yangın yerine çeviren iç silahlı çatışmalara dönüştüğü günümüz dünyasında,
BARIŞ'a giden yol için ASLA VAZGEÇME!”
Ahmet Özkan Türkiye ve Rusya hem bölge açısından hem de küresel sistem içerisinde ön plana çıkan iki önemli devlettir. Bu iki devletin güvenlik politikaları zaman zaman değişime uğrasa da 2000'li yıllarda iktidara gelen güçlü ve kararlı liderleri sayesinde beslendikleri kaynak ve felsefe farklı olsa da istikrarlı bir görünüme sahip olmuştur. Zira imparatorluk vârisleri olan Türkiye ve Rusya, tarihsel misyonlarını ve yükümlülüklerini ön plana çıkaran bir anlayışla dış politikalarını ve güvenlik politikalarını şekillendirmektedir.
Erdoğan liderliğindeki Türkiye, terörle mücadelede ve sınır güvenliğinin tesisinde proaktif bir anlayış belirleyerek insani diplomasi odaklı stratejiyle ön plana çıkarken, Putin liderliğindeki Rusya ise dış politikadaki güvenlik yaklaşımlarını imparatorluk geçmişini referans alarak yayılmacı anlayışla güçlendirerek devam etmektedir. Bu sebeple farklı medeniyet algılarından hareketle Erdoğan Türkiye'sinde hayata geçirilen proaktif güvenlik anlayışı ve Putin Rusya'sında hayata geçirilen yayılmacı politikalar/hamleler bu çalışmanın nirengi noktasıdır. Zira Türkiye, terör örgütlerinin ülkesini bölmeye yönelik eylemleri ve saldırılarına karşı sınırlarının ötesinde proaktif bir konseptle güvenlik kuşağı oluşturmaya çalışırken; imparatorluk kaybı ile bir türlü yüzleşemeyen ve “normal bir ülke”ye dönüşemeyen Rusya ise eski ihtişamlı günlerine dönme iştiyakıyla toprak ilhakına varan düzeyde yayılmacı politikaları hayata geçirmektedir.
Hayata geçirilen bu politikalar Türkiye açısından Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtları ile Libya'da varlık göstermesi üzerinden analiz edilirken; Rusya açısından ise, Gürcistan Savaşı, Kırım'ın işgali ve ilhakı, Ukrayna ve Suriye Krizleri üzerinden analiz edilmiştir. Nitekim bu kitap bahsi geçen konulara ilgi duyan herkes için önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır.
Ali Balcı, Ali Yaman, Ayşe Aslıhan Çelenk, Britta Krause, Burhanettin Duran, Cüneyt Yenigün, Davut Dursun, Ebru Afat, Ertan Efegil, Fatih Şen, Fatih Yaşlı, Filiz Cicioğlu, Gökhan Telatar, Halil Can Emre , İbrahim Varlı , İsmail Numan Telci, Kamer Kasım, Kemal İnat, Kenan Dağcı, Kutbettin Kılıç, Leyla Melike Koçgündüz, M. Ali Akyurt, Mahmut A. Alpay, Mehmet Ali Bolat, Mehmet Dalar, Mehmet Özkan, Michael Schultze, Muhittin Ataman, Mustafa Dinçer, Mustafa Yetim, Nebi Miş, Sait Sönmez, Sibel Akgün, Şuayyip Çalış, Türkan Hançer Özkan, Ümit Hacıoğlu, Ümit Öztürk , Yaşar Sarı Dünya Çatışmaları, “Dünya Çatışma Bölgeleri” adını taşıyan ilk iki baskıdan çok daha farklı bir kitap olarak ve iki cilt halinde okurlarıyla buluşuyor. Yeni kitap çerçevesinde, Ortadoğu ve Kuzey Afrika, Kafkaslar ve Orta Asya, Avrupa, Amerika, Sahra Altı Afrika ile Doğu ve Güney Asya başlığı altındaki çatışma bölgelerine yeni makaleler eklenmek suretiyle, Çatışma Konuları başlığı altında yeni bir bölüm oluşturularak dahil edilen yazılarla toplam makale sayısı 80’e çıkmıştır. Hem yeni konuların eklenmesi hem de önceki baskılarda var olan konuların genişletilmesi, kitabın uluslararası ilişkiler literatürüne katkı konusundaki iddiasını güçlendirmiştir.
Ahmet Öztürk, Ali Balcı, Asena Boztaş, Bünyamin Bezci, Cihangir İşbilir, Cüneyt Yenigün , Çağdaş Üngör, Deniz Alca, Dietmar Fricke, Dilşad Türkmenoğlu Köse, Fatih Yaşlı, İbrahim Erdoğan, İsmail Numan Telci, Kemal İnat, Mehmet Dalar, Mehmet Öztürk, Nazire Özlem Pakhuy, Nebi Miş, Orhan Baraç, Ömer Yılmaz, Özkan Gökcan, Rasim Özgür Dönmez, Rıdvan Kalaycı, Sadık Ünay, Selman Duran, Senem Kurt Topuz, Şuayyip Çalış, Türkan Hançer Özkan, Wolfgang Gieler, Yaşar Sarı, Yıldırım Turan, Zafer Akbaş Dünya Çatışmaları kitabının elinizdeki ikinci cildinde Sahra Altı Afrika ile Doğu ve Güney Asya bölgelerindeki çatışmaların yanında terör, milliyetçi çatışmalar, fundamentalizm, yasadışı göç ve deniz haydutluğu gibi uluslararası sorunlar ile küresel ticaret ve enerji gibi alanlarda yaşanan problemlere dair çatışma konularını inceleyen makalelere yer verilmiştir. Afrika ve Asya bölgelerinde ele alınan çatışma bölgelerinin sayısı bu yeni kitapta oldukça artırılmış ve bu bölgelere ilişkin toplam 29 makale kitapta yerini almıştır. Uluslararası İlişkiler disiplininin önemli inceleme alanlarından birini oluşturan çatışma konusunda Türkiye’de yapılan en kapsamlı çalışmalardan biri olan Dünya Çatışmaları kitabı, alanındaki akademik eser eksikliğinin giderilmesine önemli katkıda bulunacaktır.
Ahmet Sinan Balyemez Son dönemde savunma ekonomisi, ekonomi biliminin bir alt dalı olarak devletlerin veya askerî iş birliği örgütlerinin ulusal, bölgesel ve küresel ölçekteki askerî faaliyetleri ile savunma sanayisi işletmelerinin ticari ve sınai faaliyetlerini, kamu ekonomisi ve ekonominin geneli üzerinde yarattığı etkiler açısından inceleyen yeni bir disiplin olarak dikkat çekmektedir. Ülkemizde de bu kapsamda yapılan bilimsel araştırma ve yayınlarda son yıllarda kayda değer bir artış yaşanmasına karşın yayımlanan kitap sayısı oldukça sınırlıdır. Bu kitap, esas itibarıyla Türkçe literatürdeki bu eksikliğin giderilmesine katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda kitapta, savunma ve güvenlik ekonomisinin geçmişten günümüze iktisadi doktrinlere göre nasıl bir gelişme gösterdiği ve günümüzde, küresel boyutta savunma ekonomisi dinamiklerinin neye göre şekillendiği akademik bir dille anlatılmaya çalışılmıştır.
Kadir Murat Altıntaş, Sebahattin Asal Dünyanın son yarım yüzyılda ekonomik, siyasi ve teknolojik anlamda son derece önemli dönüşümleri tecrübe etmesi, kamu istihbarat otoriteleri arasında âdeta görünmez bir güç savaşının yaşanması sonucunu doğurmuş ve benzer şekilde küresel birer ekonomik dev hâline dönüşen çok uluslu şirketler arasında da yoğun bir rekabetin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu anlamda, bilişim ve iletişim teknolojilerinde gözlenen baş döndürücü gelişmelerin tetiklediği teknolojinin ticarileşmesi süreci, aslında ticari tüzel kişiliklerin de yaşamsal fonksiyonlarını devam ettirebilmesinin yegâne yolunu işaret etmektedir. Ancak kapitalist endüstriyel toplumun ekonomik gelişim sorununa odaklanan Schumpeteryan düşünce sistematiğinin temel varsayımları doğrultusunda, özel teşebbüslerin sahip oldukları ticari ve teknolojik birikimlerin yanı sıra yüksek nitelikli veri, bilgi ve belgeler, günümüzde endüstriyel casusluk girişimleri yoluyla yasa dışı teknoloji transferi tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu tehlikenin boyutları sadece büyük ölçekli küresel şirketlerin sahip oldukları fikri mülkiyet hakları ile sınırlı olmayıp aynı zamanda büyüme potansiyeli olan yerel KOBİ'lerin ticari sırlarını dahi tehdit edebilecek noktalara ulaşmıştır. Dolayısıyla ulusal güvenlik açısından ekonomik önceliklerin göreceli olarak askeri gereksinimlerin ve beklentilerin önüne geçtiği bir ortamda, istihbarat ve espiyonaj gibi kavramların stratejik önemi, kamu ya da özel tüm taraflarca dikkate alınmak durumunda kalınmış ve mevcut sistemsel altyapıların yeniden tasarlanma zorunluluğu gündeme gelmiştir. Özel teşebbüslerin üst yönetimlerinin, küresel rekabet ortamında kayıtsız kalmaması gereken ilgili süreç, bir taraftan uzun vadeli şirket politikalarını derinden etkilerken diğer taraftan organizasyonel yapılanmaların yeniden güncellenmesi gerekliliğini de ortaya çıkarmıştır. Bu anlamda, ekonomik ve endüstriyel casusluk girişimlerinin yaratacağı küresel tehdidin, gelişmiş ya da gelişmekte olan tüm ülkeler açısından küresel pandemi sonrası normalleşme döneminin en önemli konu başlıkları arasında yer alacağı rahatlıkla ifade edilebilir.
Azime Telli İnsanlık tarihi, enerji bağımlılığı üzerinde yükselmiştir. Bahse konu bu dinamikte, enerji kaynakları tür olarak değişirken bağımlılık düzeyi günden güne daha derinleşmektedir.
Günümüzde olası enerji krizlerinin hayatın her alanını etkileyecek olması, enerji güvenliğini uluslararası sistemin en hassas noktalarından biri hâline getirmiştir. Bu nedenle, ulusal savunmadan sonra ikinci sırada yer alan enerji güvenliği, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin hayatta kalması ve refahı için birincil endişe kaynağıdır.
Enerji ve jeopolitik her zaman birbirine çok bağlı, iç içe geçmiş kavramlar olmuştur. Ancak, bu iki kavramın ayrılmaz ikili olarak tarih sahnesine çıkması için enerji kaynaklarının kontrolüne yönelik çatışmalarla geçecek 20. yüzyılı beklemek gerekmiştir.
Krizlerin şekillendirdiği enerji jeopolitiği açısından milat olarak kabul edilen 1973 Petrol Krizi'nin 50. yılının arifesinde, dünya yeni bir “büyük şok” ile yüzleşmeye hazırlanmaktadır. Rusya'nın, Ukrayna krizinde enerji silahını kullanmasına enerji yaptırımlarıyla cevap verilirken enerji diplomasisi tarihte hiç olmadığı kadar öne çıkmış durumdadır.
Dışa bağımlılık ve çeşitlendirme olgusunun enerji güvenliği krizlerinin derinliğini belirlediği bir kez daha görülürken çalışmanın amacı, jeopolitik krizlerin dinamiklerinin nasıl işlediğine arz, talep ve transfer ülkeleri cephelerinden kapsamlı bir bakış açısı sunmaktır.

Ali Berkul, Ali Fuat Birol, Ali Onur Tepeciklioğlu, Ceren Gürseler, Görkem Tanrıverdi Şeyşane, Hakan Karaaslan, İlhan Sağsen, İsmail Erkam Sula, Metin Yücekaya, Murat Demirel, Mustafa Serdar Palabıyık, Umut Yukaruç, Volkan Şeyşane Günümüzde uluslararası güvenlik sorunları bireyleri, toplumları, devletleri ve tüm küreyi tehdit etmektedir. Tüm bu güvenlik özneleri, varoluşsal açıdan kendilerini güvenlik içinde hissetme yani potansiyel tehditlerden uzak olma eğilimindedir. Uluslararası İlişkiler disiplininin en önemli alt çalışma alanlarından birisi olan uluslararası güvenlik çalışmaları odaklandığı aktörler ve konular bakımından sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisinde olmuştur. Bu kapsamda kitap, bir yandan uluslararası güvenliğin kuramsal boyutlarına odaklanırken diğer yandan da hem geleneksel uluslararası güvenlik sorunlarını hem de etkilerini ağırlıklı olarak Soğuk Savaş'ın bitimiyle birlikte hissettirmeye başlayan “yeni” uluslararası güvenlik tehditlerini ele almaktadır. Güncel gelişmeler, güvensizlikler ve belirsizliklerle dolu bir uluslararası güvenlik ortamında yaşadığımızı bizlere her an hatırlatmaktadır. Bahsedilen bu güvenlik tehditlerine her an yenilerinin eklenmesinin ne kadar mümkün olduğunu Covid-19 pandemisi ile tecrübe etmiş bulunmaktayız. Bu denli kırılgan ve kestirilemeyen bir güven(siz)lik ortamında bulunmamız, uluslararası güvenlik sorunlarını farklı perspektiflerden analiz eden çalışmaları anlamlı kılmaktadır. Bu çalışmanın temel gayesi de güncel uluslararası güvenlik sorunlarına dair farklı yaklaşımlardan özgün bir çerçeve ortaya koyabilmektir. Kitap; uluslararası güvenlik çalışmalarının kuramsal dönüşümü, jeopolitik söylem bağlamında güvenlik tartışmaları, devletler arası çatışmalar ve savaş, silahlanma sorunu, terörizm, başarısız devletler, ulusötesi organize suçlar, çevresel güvenlik, iklim temelli göç, enerji güvenliği, siber güvenlik, salgın hastalıklar ve güvenliğin biyolojik koşulları ve gıda güven(siz)liği konularını içermektedir.
Bülent Sarper Ağır “Bu kitap, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde önce öğrencim sonra meslektaşım olan Bülent Sarper Ağır'ın, akademik yaşamının en başından beri odaklandığı Eleştirel Güvenlik Çalışmaları alanında, uzun yıllardır sürdürdüğü araştırmalarını ve geniş birikimini aktardığı oldukça yetkin bir çalışmadır. Eleştirel Güvenlik, Türkiye'de Uluslararası İlişkiler alanında erken bir aşamada tanınmış ve ilgi görmüş olmasına rağmen kitap düzeyindeki çalışmaların görece az olduğu bir alandır. Bu kitap hem bu eksikliği büyük ölçüde gideren, titizlikle hazırlanmış bir ders kitabı hem de alana ilgi duyanların keyifle okuyabileceği bir kaynaktır.”
Doç. Dr. Özlem Kaygusuz
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
“Doç. Dr. Bülent Sarper Ağır'ın kitabı, Türkiye'deki Uluslararası İlişkiler literatürüne uzun zamandır beklenen önemli bir katkı sunmaktadır. Eleştirel güvenlik çalışmalarının gelişiminin yanı sıra insan güvenliği, feminist güvenlik ve post-yapısalcılık gibi güncel teorik tartışmaları da analiz etmesi açısından oldukça değerlidir. Uluslararası İlişkiler uzmanlarının ve konuyla yakından ilgilenen tüm okurların akademik olarak faydalanacağı ve de zevkle okuyacağı bir kaynak olması açısından, Ağır'ın kitabının tavsiye ettiğim kitaplar listesine eklemek benim açımdan da ayrıca gurur vericidir.”
Dr. Zerrin Ayşe Öztürk
Ege Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
“Günümüzde güvenlik konusu; küresel siyasetten insan güvenliğine, kimlikten göçe kadar çok geniş bir alanı, hayatın kendisini doğrudan etkiler hâle gelmiştir. Kitap, giderek önemi artan Güvenlik Çalışmaları alanında Türkçe literatürdeki en kapsamlı çalışmalardan biri olarak dikkat çekmektedir. Geleneksel güvenlik anlayışından Eleştirel Güvenliğe geçişte bütün tartışmaların tematik olarak ele alınmış olması, özellikle lisans öğrencileri ve güvenlik konusunu merak edenler için toparlayıcı ve öğretici olacaktır. Bu kitap güvenlik konusunu Uluslararası İlişkiler Kuramları bağlamına yerleştirerek akademik anlamda güvenlik alanına giriş açısından önemli bir katkı sağlamaktadır.”
Prof. Dr. İlhan Uzgel
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Ali Gök Bu kitap; “hibrit savaş” kavramı üzerinden savaşın doğasındaki ve karakterindeki değişim tartışmalarını, geleneksel ve yeni nesil savaş yaklaşımları açısından mukayese ederek incelemeyi amaçlamıştır. Bu amaç bağlamında Rusya'nın Afganistan (1979) ve Ukrayna (2014) askeri müdahaleleri ile İsrail-Lübnan Savaşları (1982, 2006) analiz edilmiştir. Hibrit savaş “yeni” bir savaş yaklaşımı mıdır? Eğer öyleyse günümüzdeki savaşları geçmişteki savaşlardan farklı kılan nedir? Başka bir deyişle, “Hibrit savaşlarda 'yeni' olan nedir?” sorularına cevap verilmiştir.
Sempozyum I. DÜNYA SAVAŞI’NIN 100. YILDÖNÜMÜ ULUSLARARASI SEMPOZYUMU - 100TH ANNIVERSARY OF I. WORLD WAR INTERNATIONAL SYMPOSIUM
Keith D. Dickson O en muhteşem nesle şekil vermiş savaşı keşfedin! II. Dünya Savaşı yirminci yüzyıldaki anlaşmazlıkların en yıkıcısıydı. Peki, bu savaş nasıl ve neden oldu? Büyüleyici anekdotlar, ilginç ek bilgi kutuları ve Efsane 10'lar listeleri ile dolu olan bu kaynak, savaşa neden olan meseleler hakkında sizi bilgilendirirken Pearl Harbor'dan Yahudi Soykırımı'na, D-Günü'nden Hiroşima'ya kadar her şey ve daha fazlası hakkında işin aslını anlatıyor.
• Bir liderin fikirlerinin bir ülkenin kaderini nasıl çizdiğini öğrenin! Hitler'in komutanları ile ilişkisi ve yanlışa sürüklenişi hakkında bilgi sahibi olun.
• Bir buluşun insanlık tarihine nasıl kara bir leke çaldığını görün! Atom bombasının keşfini ve bunun insanlık tarihi için nasıl kötüye kullanıldığını okuyun.
• Bir kıtanın sınırlarını yeniden çizin! Savaş süreci ve sonrasında Avrupa'da el değiştiren şehir ve bölgelerde gezinin.
• Toplumların savaş karşısındaki mücadelesini izleyin! Doğrudan savaşın içinde olmayan insanların savaştan nasıl etkilenip nereden nereye sürüklendiğini görün ve bunun günümüz toplumlarına yansımalarını takip edin.
• Üç kıtanın bir savaşın çevresinde bir araya gelmesine şahitlik edin! Savaşın büyük resmine bakarak sadece karada değil, denizde ve havada da gerçekleşen çatışmaları gözlemleyin.
Kitabı açın ve
• Savaşın kökenini ve amaçlarını,
• Diktatörlerin yükselişini,
• Mihver ve Müttefik Devletlerin kimler olduğunu ve ittifakların kuruluşunu,
• Faşizm ve Nazizm kavramlarını,
• Normandiya Çıkarması'nın detaylarını,
• Avrupa'daki güç dengelerinin değişimini öğrenin.
Özden Selcen Özmelek Bu kitap günümüzdeki iç savaşların uluslararasılaşmasına dair kapsamlı bir araştırmadır. Uluslararasılaşmış iç savaşlar özellikle de Soğuk Savaş'ın sona ermesi ile 21. yüzyılın en büyük fenomenlerinden biri haline gelmiştir. Bu zamana kadar müdahaleler ya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi sık sık çıkmaza girdiğinden yapılamamış ya da rakip Blokların Doğu-Batı dengesini korumak ve karşı tarafın etki alanını sarsmak için kullandığı bir araç olarak karşımıza çıkmıştır.
Ancak iki kutuplu dünyanın sona ermesi bir çok yeni neticeyi beraberinde getirmiştir. Örneğin dışarıdan desteklenen siyasi erk sahipleri ve silahlı gruplar maddi desteklerini kaybetmişler; farklı ülkelerin kendilerine özgü ve üzeri örtülü sorunları gün yüzüne çıkmış; ve uluslararası güvenlik gündemine kitle imha silahları, uluslararası terörizm ve etnik sorunlar gibi yeni tehditler girmiştir. Böylelikle, 20. yüzyılın sonunda hem uluslararasılaşmış iç savaşların savaşan tarafları hem de bu savaşların ilgili üçüncü tarafları amaçlarını, hedeflerini ve yöntemlerini yeniden tanımlamışlardır.
Bu kitabın temel amacı, günümüzün uluslararasılaşmış iç savaşlarının düzeneklerini ve muhtelif özelliklerini bahsi geçen şartlar altında açıklayabilmektir. Bunun için savaş literatürünün önde gelen nicel bulgular nitel bir şekilde bir araya getirilmiş ve İçe Doğru ve Dışa Doğru olmak üzere iki farklı uluslararasılaşma modeli oluşturulmuştur. Bu şablonların amacı müdahalelerin ve diğer müdahil olma yöntemlerinin farklılaşan yönelimlerini ortaya çıkarmaktadır. Bu iki kalıp arasındaki temel fark siyasi aktörlerin iç savaşa katılma süreçlerindeki katılım isteğine ya da mecburiyetine dayanmaktadır. Böylelikle uluslararasılaşma sürecinin denk geldiği kategoriye göre üçüncü tarafların motivasyonlarının, amaçlarının ve yöntemlerinin nasıl farklılaştığı gözler önüne serilecektir.
Dahası bu araştırma uluslararasılaşmış iç savaşların birçok boyutuyla ilgilenmektedir: Müdahaleleri uluslararasılaşmanın yegane unsuru olarak kabul etmenin yetersizliği; uluslararasılaşmış iç savaşların tek bir savaş süreci olarak kabul edilmesinden ziyade farklı aşamalara ayrılarak incelenmesinin gerekliliği; müdahalelerin ve diğer müdahil olma yöntemlerinin çatışmalar üzerindeki etkileri; bir çatışma tipinin bir kategoriden diğerine evrimleşmesi... Böylelikle kitapta iç savaşların aktörleri, nedenleri, amaçları ve uluslararasılaştırma metotları gibi farklı boyutlar kapsamlı şekilde ele alınmıştır.
Son olarak, kitapta Afganistan, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Irak'taki uluslararasılaşmış iç savaşlar tarihi ve sistematik bir bakış açısıyla ele alınmış ve kitabın teorik bulguları bu vakalara uygulanmıştır. Ele alınan örnek olay çalışmaları ile İçe Doğru ve Dışa Doğru Uluslararasılaşma Modellerinin uygulama alanları ortaya konulmuş ve oluşturulan şablonların geçerlilikleri test edilmiştir. Bu vaka incelemeleri ile iç savaşların uluslararasılaşma dinamiklerine dair karşılaştırmalar yapmak mümkün olmuştur.
Mesut Hakkı Caşın Hiçbir savaş; kendisini hazırlayan tarihsel, siyasal, etnik, dinsel, ekonomik, kültürel ve ticari çıkarların oluşturduğu çok katmanlı birikimden bağımsız anlaşılamaz.
Bu bağlamda İkinci Dünya Savaşı isimli bu eser; İkinci Dünya Savaşı'nın görünür olanın ötesinde yer alan iç içe geçmiş karmaşık nedenlerini gün ışığına çıkarmanın peşine düşerken ekonomik ve siyasal krizlerin totaliter rejimlerin güçlenmesine etkisinin arka planını da girift nedenleriyle birlikte mercek altına almaktadır.
Ayrıca yirminci yüzyılın en kanlı çarpışması olarak İkinci Dünya Savaşı'nın sebep ve sonuçlarını seksen yıl sonra yeniden gözden geçirirken aynı zamanda seksen yıl sonraki sorunlarla karmaşık bağına da ışık tutarak günümüz dünyasındaki güç ilişkilerinin sıcak ve soğuk savaş potansiyelini anlamamızı sağlamaktadır.
Kitapta yer verilen belge niteliğindeki binlerce fotoğraf ise hem savaşa dair araç ve mühimmatı hem de savaşın dehşetini ve yıkıcılığını bir belgesel film niteliğiyle hafızalara kazıyacaktır.
Mesut Hakkı Caşın Hiçbir savaş; kendisini hazırlayan tarihsel, siyasal, etnik, dinsel, ekonomik, kültürel ve ticari çıkarların oluşturduğu çok katmanlı birikimden bağımsız anlaşılamaz.
Bu bağlamda İkinci Dünya Savaşı isimli bu eser; İkinci Dünya Savaşı'nın görünür olanın ötesinde yer alan iç içe geçmiş karmaşık nedenlerini gün ışığına çıkarmanın peşine düşerken ekonomik ve siyasal krizlerin totaliter rejimlerin güçlenmesine etkisinin arka planını da girift nedenleriyle birlikte mercek altına almaktadır.
Ayrıca yirminci yüzyılın en kanlı çarpışması olarak İkinci Dünya Savaşı'nın sebep ve sonuçlarını seksen yıl sonra yeniden gözden geçirirken aynı zamanda seksen yıl sonraki sorunlarla karmaşık bağına da ışık tutarak günümüz dünyasındaki güç ilişkilerinin sıcak ve soğuk savaş potansiyelini anlamamızı sağlamaktadır.
Kitapta yer verilen belge niteliğindeki binlerce fotoğraf ise hem savaşa dair araç ve mühimmatı hem de savaşın dehşetini ve yıkıcılığını bir belgesel film niteliğiyle hafızalara kazıyacaktır.
Zafer Balpınar Yahudiler, Filistin coğrafyasında kendilerine ait bir devlet kurmak ve daha sonra da edinimini korumak için aynı toprağı kendine yurt kabul eden Filistinlilere karşı sıfır toplamlı bir mücadele içinde olmuşlardır. Mücadelenin sıfır toplamlı ve sürekli olması birçok alt bileşenle vücut bulan bir demir yumruk anlayışını ortaya çıkarmıştır. Bu çalışma, İsrail'in demir yumruk politikasını yani Filistinlileri baskı altına alma ve onların davranışlarında değişiklik oluşturmaya ilişkin anlayış, beklenti, tutum ve eylemlerini, şiddetin doruğa çıktığı ve barış arayışı için müzakerenin ilişkilere hâkim olduğu iki uç nokta bağlamında ele almaktadır. Gelecekte tekrar etmesi muhtemel dönemler olduğunu öngören bu ele alış yaklaşımıyla süreçler yeniden ortaya çıktığında olayları, gidişatı ve İsrail’in tutumunun ne olacağı, tutumunun arkasındaki nedenleri şimdiden anlamaya imkân tanımayı amaçlamaktadır. Çalışma; İsrail'in politikasını, anlayışını ve davranışını açığa çıkarmayı hedeflediğinden tarafsız değil bilakis taraflıdır. Taraflılık haklı bulmak manasında değildir. İstenilen İsrail'in durduğu yeri görünür kılmak ve netleştirmektir. Böylelikle İsrail'i anlamaya ve açıklamaya çalışanlara, İsrail'in durduğu yeri belirleyerek kendi duracağı noktayı tespit etmeye çalışanlara, İsrail ile ilgili bir politika, tutum ve davranış geliştirmek niyetinde olanlara veya en basitinden bu iki toplumun meselesi nedir, diye soranlara İsrail'in perspektifinden cevap vererek bir analiz açısı sunulmaktadır.
Ahmet Cülük, Ali Burak Darıcılı, Ali Gök, Cenker Korhan Demir, Çağla Mavruk, Engin Avcı, Erol Başaran Bural, Mahmut Seçkin Alışverişci, Mehmet Kurum, Serkan Yenal İstihbaratın, politika yapıcıların karar verme mekanizmalarına ve dış politikaya etkisi bilinen ve popüler tarihte tartışılan bir konu olmakla beraber akademik alanda karşılığının çok da eski olduğu söylenemez. Öte yandan uluslararası güvenlik boyutları ve aktörlerindeki çeşitlenmenin güvenlikle ilgili çalışmaları teşvik etmesinin etkisinin son dönemde istihbarat alanında yaşanan akademik zenginlikte etkisi olduğu görülmüştür. Uluslararası ortamda bu etkinin; araştırma merkezleri, lisans ve lisansüstü programlar gibi alanlarda ispatlarını bulmak mümkündür. Ülkemizde de uluslararası alandaki gelişmelere paralel gelişmelerin yaşandığı görülmektedir.
Bu eserle uluslararası akademik ortamda bir disiplin olma yönünde ilerleyen istihbarat çalışmalarına ele aldığı konular itibarıyla katkıda bulunmak amaçlanmıştır. Konunun tüm boyutlarının tek bir kitapta toplanmasının güçlüğünün farkında olarak temel konular ile tartışmalı ve gündemde olan alanlar içeriğe dâhil edilmeye çalışılmıştır.
İstihbarat çalışmalarına giriş niteliğinde görülebilecek bu kitapta, istihbarat ve ilgili kavramlar, istihbarata kuramsal yaklaşım, toplama ve analiz disiplinleri, istihbarata karşı koyma, örtülü faaliyetler, istihbaratta hesap verebilirlik, istihbaratın politikleşmesi ve dış politika yapımı, istihbaratın özelleşmesi, istihbarat örgütlerinde yapılanma ve reformasyon gibi konuları görmek mümkündür. Kitabın okuyucuya faydalı olması ve bundan sonra yapılacak akademik çalışmaları teşvik etmesi, yazarlarının ortak dileğidir.
Abdulkadir Bilen, Burak Levent, Cengiz Atlı, Çağatay Balcı, Didem Konya, Erkan Bostancı, Erkin Başaran, Ferit Malkara, Furkan Torlak, Hakan Erten, Hilal İfaket Akbaş, Hüseyin Sürücü, İsmail H. Demircioğlu, İzzet Koncagül, Kadir Murat Altıntaş, Mehmet Kahya, Mehmet Mert Çam, Mehmet Serdar Güzel, Muhammet Yasin Karakaş, Muharrem Tuncay Gençoğlu, Murteza Hasanoğlu, Nurullah Yazar, Orçun Küçükyılmaz, Özlem Özdemir, Salih Yılmaz, Semih Sevinç, Sultangül Özsoy, Tarık Ak, Tolga Tellan, Tufan Babur, Ümit Şevik, Yunus Karaağaç, Yusuf Can Ayaz, Zeynep Müjde Sakar Teknolojinin gelişimi ve değişimi, günümüzde güvenliğin boyutunu değiştirerek siber ortamlara taşımış ve tesisini iyice zorlaştırmıştır. Diğer taraftan küreselleşmeyle birlikte tehdidin nereden geleceğinin belirsizleşmesi, güvenliği sağlamada, devletlerin ve uluslararası örgütlerin iş birliğini zorunlu hâle getirmiştir. Ülkemizde, son dönemde istihbarata yönelik ilgi artmıştır ve istihbarat olmadan güvenliği sağlamanın zor olacağı sıklıkla dile getirilmeye başlanmıştır. İstihbarata yönelen bu ilgi, onun kapsamını ve boyutlarını değiştirdiği gibi istihbari bilgiye ihtiyaç duyan aktörlerin de çeşitlenmesine yol açmıştır. Bu nedenle istihbarat ve güvenlik alanındaki ilişkinin incelenerek yapılan güncel çalışmaların ortaya konulması ihtiyacı gün yüzüne çıkmıştır.
Bu ihtiyaç, bizi bu alandaki çalışmaları bir araya getirerek akademik çalışmalarda istifade edilebilecek bir kaynak ortaya koymaya ve alan yazına kazandırmaya yönlendirmiştir. Bu düşünceden hareketle her bir bölümü alanında uzman akademisyen ve çevreler tarafından hazırlanan, istihbarat ve güvenlik alanında yapılan çalışmaların bir araya getirilerek yedi ana tema altında bölümlere ayrılmasıyla ortaya çıkan bu kitabın, alan yazına katkı sağlaması ve okuyuculara faydalı olması dileğiyle…
Mustafa Canbey Günümüzde kamu diplomasisi, ülkeler arası ilişkilerde çağdaş dünyanın en önemli iletişim yöntemleri arasındadır. Bu yöntemi, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere, yeryüzündeki birçok ülke ilişkide bulunduğu diğer ülkelerdeki hedef kitlelerini etkilemek için kullanmaktadır. Türkiye de bu ülkeler arasında bulunarak son dönemde diplomasi araçlarını arttırmaya başlamıştır. Ancak tam anlamıyla rayına oturmuş, bütün unsurlarıyla dört dörtlük bir kamu diplomasisi çalışmasının nasıl yapılacağı karşımızda bir problem alanı olarak durmaktadır. Bu bakımdan Türkiye'nin diplomasi alanında attığı ve bundan sonraki süreçte atması gereken adımlar, elinizdeki bu kitapta ifade edilmeye çalışılmıştır.
Kamu diplomasisinin en önemli araçlarından birisi tartışmasız medyadır. Birleşik Krallık'ta BBC ve Reuters, Fransa'da AFP ABD'de AP ve VOA, Almanya'da ise Deutsche Welle haber diplomasisi anlamında önemli bir işlevleri yerine getirmektedir. Bu bağlamda Türkiye'de diplomasi faaliyetlerini yürüten kuruluşlara baktığımızda TRT ve AA'yı görmekteyiz. Bölgede yaşanan gelişmeleri tüm dünyaya duyurma noktasında önemli görevler üstlenerek adından söz ettiren TRT ve AA, bundan sonraki süreçte bölgedeki gücünü sürdürebilmek ve kamu diplomasi bağlamında bir merkez olabilmek için dönemin koşullarına uygun girişimlerle yeniliklere açılmalıdır.
Elinizdeki kitap, ülkemizdeki kamu diplomasisi faaliyetlerinin üst düzeye çıkması için atılması gereken adımları ele almıştır. İletişim çalışmalarına dayandırılan bu kitabın ilk bölümünde diplomasi kavramı, tarihsel gelişimi, kuramsal alt yapısı incelenerek güç kavramına değinilmiştir. Böylece kamu diplomasinde sıklıkla kullanılan "yumuşak güç" kavramı çeşitli örneklerle incelenmiştir. İkinci bölümde kamu diplomasisi ve medya ilişkisi ele alınırken hangi medya aracında nasıl bir diplomasi faaliyetinin uygulanabileceği tartışılmıştır. Üçüncü ve son bölümde kamu diplomasisinde medyanın rolü 15 Temmuz darbe girişimi örnek olayı üzerinden ele alınarak kamu diplomasisine yönelik kurumsal yapı önerisinde bulunulmuştur.
Tarık Demir Uluslararası ilişkiler literatüründe “çevreleyen ülkenin etine batmış kıymık” ya da “ayakkabıdaki taş” şeklinde tanımlanan anklav ve eksklavlar, dünya siyasi coğrafyasının norm dışı bir anomalisi ya da bir nevi ilkel bakiyesi olarak telakki edilmektedir. Coğrafi ve politik bir fenomen olarak anklav ve eksklavların hem kendisini çevreleyen ülke ya da ülkeler ile anavatan arasındaki ikili ilişkilerde hem de uluslararası ilişkilerde güvenlik politikaları bağlamında kendi toprak ve nüfuslarının boyutlarıyla gayri mütenasip bir şekilde etkili oldukları görülmektedir. Dünya yüzeyindeki anklav ve eksklavlar hem siyasi ve ekonomik yapıları hem de boyut, nüfus ve konumları itibariyle birtakım farklılıklara sahip olmakla birlikte, güvenlik sorunlarına sebebiyet vermeleri bakımından birtakım benzerlikler de taşımaktadırlar. Bir başka deyişle Cebelitarık, Dağlık Karabağ, Cabinda ya da Kaliningrad örneklerinde olduğu gibi uluslararası alanda “bağımsız bir mekân-politik nesne kategorisi” olarak anklav ve eksklavlar her an aktif birer volkan hâline gelebilmektedir. Dolayısıyla anklav ve eksklavların çoğu mikro sahaya ve birkaç bin nüfusa sahip olsalar da bu antitelerin jeopolitik açıdan son derece önem arz ettikleri görülmektedir. Bu kitapta, anklav ve eksklavlar tanıtılmakta ve güvenlik kavramı ile olan ilişkilerine açıklık getirilmektedir.
Aslıhan Başer Topkan, Cihan Daban, Hayati Aktaş, Mohammad Ekram Yawar, Muharrem Shtavica, Murat Cingöz, Mustafa Çakır, Nursena Yaşar, Özge Çetiner, Selin Erkul, Tarık Oğuzlu, Tuğçe Ak, Vildan Meydan İnsanlığın yegâne evi olarak dünya, gözlemlenebilir evren çerçevesinde canlı yaşamın bulunduğu tek gezegendir. Canlı yaşam grubunda sadece insanlar değil, bitkiler ve hayvanlar da yer almaktadır. Bu nedenle dünya denilen gezegen diğer tüm gezegenlerden bu yönüyle, hassaten farklılık göstermektedir. Kutuplarda basık, ekvatorda şişkin olması hasebiyle küresel bir şekle benzeyen dünya, içinde barındırdığı canlılar tarafından yaşama mücadelesinin merkez noktası olmuştur. Özellikle insanlar tarafından bir mücadele küresi hâline gelen dünya, bu mücadeleden dolayı işgaller, ilhaklar ve çatışmalarla etkisini gösteregelmiştir. İnsanlığın var oluşundan bu yana iktisadi menfaatler başta olmak üzere siyaset mücadelesi, sosyokültürel dayatmalar ve coğrafi paylaşım unsurları üzerine pek çok olaylar yaşanmış, yaşanıyor ve yaşanmaya devam etmektedir. Bu sayılan unsurlar yer-siyaseti veya siyasi coğrafya olarak adlandırılabilen “jeopolitik” olguyla bağlantılıdır. Bu nedenle kitap, "Küresel Dünyada Jeopolitik Sorunlar: İşgal, İlhak ve Çatışmalar" ismiyle kaleme alınmıştır.
Hüseyin Korkmaz Bu kitap, ABD-Çin ilişkileri kapsamında uluslararası güvenliği etkileyen faktörleri 11 Eylül 2001 sonrasında küresel hegemonya bağlamında incelemiştir. Dolayısıyla ABD-Çin ilişkilerinin hegemonik rekabete girdiği ve bu rekabetin uluslararası güvenliği etkileyebilecek bir boyuta ulaştığı savı, Neo-Gramşiyan bir teorik çerçeve içerisinde tartışılmıştır. Bu çalışma Neo-Gramşiyan yaklaşım çerçevesinde uluslararası sistemde oluşan parçalanmaya dönük eğilimleri tespit etmeye çalışmakta ve iki ülke arasındaki rekabetin çok kutuplu bir küresel düzen ihtimalini ortaya çıkaran sınırsız stratejik bir rekabete dönüştüğünü ileri sürmektedir.
İki ülkenin stratejik yaklaşım ve pratiklerine odaklanmış olan bu kitap, 11 Eylül 2001 sonrası görev yapan Başkanların dönemlerini kronolojik açıdan incelemiştir. Ortaya konulan bulguların analizi sonucunda ABD-Çin ilişkilerinin çok karmaşık bir rekabet modeli içerisinde hareket ettiği ve çatışma ihtimalini de barındıran gerilimli bir düzeyde seyrettiği ortaya çıkmıştır. Kitabın küresel hegemonya ve küresel düzenin yapısına yönelik çözümleme ve eleştirilerinin, bu ölçekte çalışan tüm araştırmacılara ışık tutması ve katkıda bulunması beklenmektedir.
Murat Ali Dulupçu Çalışmada; Küreselleşme, küreselleşmenin dönüştürücü etkileri, küresel rekabet gücü ve Türkiye ekonomisinin küresel rekabet gücü açısından değerlendirilmesi gibi konular ele alınmıştır.
Abdulkadir Baharçiçek, Alpcan Acar, Aydın Turhan, Bilal Kızıl, Canan Katılmış, Ender Akyol, Fatih Tekin, Fatma Nur Özdemir, Gökhan Tuncel, Hasan Ali Yılmaz, Mehmet Emin Güven, Murat Sezik, Necmettin Acar, Osman Ağır, Ömer Taylan, Pınar Kahya Aydın, Selahaddin Bakan, Süleyman Ekici, Şükrü İnan, Umut Turgut Yıldırım, Y. Furkan Şen, Yusuf Zakir Baskın, Zekeriyya Akdağ Küreselleşme süreci insanların; toplumların ve devletlerin birbirleriyle etkileşimini artırmıştır. Dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen bir hadise, kısa süre içerisinde küresel düzeyde etki yapabilmekte veya başka yerlerdeki gelişmelerden etkilenebilmektedir. Savaş, iç savaş, terör, siyasi istikrarsızlık, ekonomik kriz, doğal afet, salgın hastalık gibi sorunlar, geçmişten günümüze toplumsal ilişkileri büyük ölçüde etkilemiştir. Küreselleşme ile birlikte bu sorunların sosyal, ekonomik ve siyasal alanlardaki çarpan etkisi artmıştır.
Jeopolitik konumu ve tarihî misyonu nedeniyle Türkiye, küresel ve bölgesel gelişmelerden en fazla etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Bu kitap, dünyada öne çıkan sorunları, bu sorunların küresel ve bölgesel etkileri ile Türkiye'ye yansımalarını belirlemeyi amaçlamaktadır. “Sistemik konular”, “küresel sorunlar” ve “bölgesel sorunlar” olmak üzere üç kısımdan oluşmaktadır. Sistemik konular kısmında küreselleşme ve bölgeselleşme, uluslararası siyasal ve ekonomik sistem genel hatlarıyla ele alınmaktadır. Küresel ve bölgesel sorunlar kısmında ise uluslararası örgütlerin küresel sorunlar karşısındaki durumu, yoksulluk, terörizm, göç, çevre sorunları, salgın hastalıklar, insan hakları ihlalleri, İslamofobi, Arap Baharı, Suriye İç Savaşı, Azerbaycan-Ermenistan gerilimi, Doğu Türkistan, Doğu Akdeniz ve Kürt sorunları farklı yönleriyle derinlikli bir şekilde analiz edilmektedir.
Ahmet Çağrı Bartan, Ayselin Yıldız, Ayşen Üstübici, Dilaver Arıkan Açar, Elif Uzgören, İlkim Özdikmenli Çelikoğlu, Mete Ulaş Aksoy, Sevgi Çilingir Son on yılda yaşanılan ekonomik kriz ve siyasi istikrarsızlıkların yanında hakikat sonrası çağ terimiyle ifade edilen modernitenin krizinden sonra hangi bilgiye güveneceği konusunda yaşanılan belirsizlikler ile de uğraşan toplumlar, tarihin bu dönemine denk geldikleri için kendilerini şanssız hissettiklerini daha sık dillendirmeye başlamışlardır. Tarih sayfaları karıştırılarak İspanyol Gribi ve Büyük Buhran dönemlerine ve totaliter rejimlerin iktidar olduğu süreçlere bakılmıştır. İnsanlığın unuttuğu ama aslında hatırlamaya ihtiyaç duyduğu tarih dersleri bir kere daha çalışılmıştır. Özellikle 2007-2008 ekonomik krizinden sonra yaşanan gelişmeler küreselleşmenin açmazlarını gözler önüne sermiş ve küreselleşmeden geriye dönüş eğilimlerini tartışmaya açmıştır. Bu kitap, farklı konu başlıkları ve alanlarda küreselleşmenin krize girmesinin ardındaki nedenleri ve COVID-19 pandemisi sonrası olası politika süreçlerini tarihsel bir perspektiften analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu manada kitap küreselleşmenin krizi ile birlikte başlayan ve pandemi ile birlikte artarak sorgulanan uluslararası alandaki ekonomik, siyasi, toplumsal ve fikirsel dönüşümleri günümüz konjonktürünü referans alarak incelemeyi hedeflemektedir. Ayrıca küreselleşme sürecinde yanlış giden veya eksik kalan siyasal ve toplumsal süreçleri tartışarak önümüzdeki reform sürecine katkı yapmayı da amaçlamakta ve pandemi sürecinin ne gibi devamlılıkları ve değişimleri beraberinde getirdiğini tartışmaya açmaktadır. Türkçe yazında küreselleşme üzerine görece gelişmiş bir literatür olmasına rağmen küreselleşmenin açmazları ve krizi ile beraber pandemi sonrası uluslararası siyasetin farklı boyutlarına dair çalışmalar oldukça sınırlı kalmıştır. Bu çerçevede kitap; eşitsizlikler, küresel sağlık yönetişimi, küresel ısınma, göç, bağımlılık gibi farklı politika alanlarında ve siyaset felsefesi içindeki düşünsel tartışmalarda içinde bulunduğumuz belirsizlikleri anlamlandırma ve açıklamaya katkı sağladığı ölçüde yazarlarının, okuyucularının ve ilgilenenlerin gözünde amacına ulaşmış olacaktır.
Yusuf Turan Çetiner Hiçbir savaşın; toplumların ve ülkelerin birdenbire silaha sarılmaya karar vermelerinin sonucu olamayacağını anlamak güç olmasa gerek. Buna rağmen, geçmişin araştırılmasında siyasi ve askerî tarihe odaklanmaktan fazlasına ilgi gösterilmemesinin nedeni ne olabilir?
1914 yılına kadar Avrupa toplumsal ortamını şekillendiren sanat, bilim ve edebiyat içinde “değersizleştirilen bir şeyler” olduğu, ilginçtir ki hâlen fark edilmeyi bekler gibi. Avrupa imparatorlukları, toplumlarına karşı duygusal bağ taşımayan, hatta çoğu zaman aynı milletten dahi olmayan, evliliklerle akrabalık bağı kuran aristokratlar tarafından yönetiliyor; kilise, güç yarışından eksik olmuyor; seferberlik için düğmeye basıldığında her ülke yekdiğerinden geride ve eksik kalma korkusu ile milyonları bir çırpıda askere alıp cephelere sürebiliyordu. Öyleyse en başta değersizleştirilen “insan”dı.
Kültürel emperyalizm, hakikat tasasını önemsizleştirdiği kitleleri önce düşünmeyi sevmez sonra da düşünemez hâle getirirken kendini olduğundan farklı gösteriyor. Ana akımın kalemleri ise tarihi açıklamaktan çok örtük anlatımın rahatı içinde gözüküyor. Geçmiş, gerçekte sadece kalabalıklaştırılmış sayfalar içinde, âdeta insani olan ne varsa ondan arındırılmış, sonuçta çoğu kişinin “zaten olan olmuş” diyerek bir süre sonra bir benzeri içinde kendini bulduğu bir masala dönüştüğünde payımıza kanıksamalardan daha fazlası düşmeli. Mitler; putlar gibi…insanlığın ilerleyişi önünde, kırılmayı bekliyor.
Arman Sert, Ayça Yenilmez Koyuncu, Begüm Çardak, Mehmet Kurum, Şeyda Öcal Arslan Terör tehdidi, tarihsel olarak bütün toplumlarda çeşitli şekillerde var olmuş ve yarattığı korku ile insanların davranışlarını hem düşünsel hem de davranışsal olarak etkilemiştir. Modern anlamda terörizm, 19. yüzyılda Batı devletlerinde ilk terör dalgası olarak anarşist doktrin kapsamında gelişim göstermiştir. Aynı dönemde Osmanlı Devleti'nde anarşist terör dalgasına paralel olarak Balkanlar'da etnik milliyetçi ve ayrılıkçı amaçlar ile çeşitli ayaklanma ve tedhiş hareketleri ortaya çıkmıştır. Bu kitapta, Osmanlı'dan günümüze Osmanlı dönemi ile Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve sonrasında yaşanan terörizm ve terörizmle mücadele tecrübelerinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Günümüzde, terörizm ve terörizmle mücadele kapsamında her ne kadar yabancı literatür temel alınsa da tarihsel perspektifte neredeyse her çeşit motivasyona sahip terörizme maruz kalan Türkiye'nin bu konuya ilişkin tecrübelerinin oldukça fazla olduğu görülmektedir.
Ülkemizde terör tehdidi ve terörle mücadele çoğunlukla güvenlik boyutuyla ve Soğuk Savaş döneminden itibaren ele alınmıştır. Bu kitapta, siyasal tedhiş hareketleri kavramsal olarak geniş çerçevede ele alınarak hem tarihsel boyutta hem de teröristle mücadeleden ziyade geniş çerçevede güvenlik boyutunun ötesinde politik ve ekonomik boyutu ile incelenmiştir. Bu kapsamda ortaya çıkan bu kitap ile Türkiye'nin maruz kaldığı terörizm tehdidi ile terörizmle mücadelesinin bir taraftan tarihsel olarak ortaya konulması amaçlanırken diğer taraftan güvenlik boyutunun ötesinde farklı boyutlarına dikkat çekilmesi hedeflenmiştir.

Harun Aras Hibrit savaşın temel özellikleri nelerdir ve pratikte nasıl uygulanmaktadır? Rusya, hibrit savaşı nasıl yorumlamaktadır? Rusya'nın Suriye'deki faaliyetleri hibrit savaş uygulaması mıdır? Suriye İç Savaşı sırasında savaş olgusu nasıl bir dönüşüm geçirmiştir? Bu dönüşüm gelecekteki savaşlar hakkında bize hangi ipuçlarını vermektedir?
Yukarıdaki sorular çerçevesinde bu kitapta Rusya'nın “hibrit savaş” olarak adlandırılan stratejileri ve Suriye müdahalesinin arka planı incelenmiştir. Kitapta hibrit savaş olgusu, uluslararası ilişkiler teorilerinden biri olan ofansif realizm teorisi ölçüt alınarak örnek olay olarak seçilen Suriye Krizi perspektifinde analiz edilmiştir. Özel askerî birlikler, düzensiz savaşçılar, ileri teknoloji araçları, siber-elektronik saldırılar, enformasyon harbi, propaganda ve gizli operasyonlar gibi unsurların nasıl kullanıldığını anlatan kitap, okuyuculara hibrit savaş stratejilerinin nasıl işlediğini anlamaları için kapsamlı bir bakış sunuyor.
Alpaslan ÖZERDEM Eski savaşçıların silahsızlandırılması, terhisi ve topluma yeniden entegrasyonu (STyE) uluslararası barışinşası uygulamalarının temel prensiplerinden ve aşamalarındandır. Öyle ki barışinşasının başarısını veya başarısızlığını anlamak için ilk bakılan kriter söz konusu savaşçıların silahsızlandırılıp topluma entegre edilebilme dereceleridir. Savaştan etkilenmiş ülkelerde çatışmanın sonlandırılması ve düşmanlıkların dindirilmesi beraberinde, normal bir hayat sürdürmek için gerekli imkan ve yeterliliklerden yoksun eski savaşçı yığınları getirmektedir. Bu eski savaşçıların silahsızlandırılarak topluma kazandırılmaları konusunda gösterilen başarısızlıklar çatışmanın yeniden alevlenmesine kadar gidebilecek sonuçlar doğurabilmektedir. Bu noktada StyE tüm barışinşası çalışmalarında üzerinde çokça durulan bir aşama olmaktadır. Elinizdeki bu kitap da konuyu Afganistan, Kosova, El Salvador ve Sierra Leone örnek olayları çerçevesinde planlama, uygulama ve etkinlilik noktalarında karşılaştırmalı olarak incelemekte ve çıkarılabilecek dersleri ortaya koymaktadır. Konunun Türkiye açısından önemine binaen kitap İngilizce aslından Türkçeye çevrilmiştir.
Ali Gök, Bezen Balamir Coşkun, Çağla Mavruk, Fahriye Yıldız, Gizem Bilgin Aytaç, Göksel Türker, M. Cevat Yıldırım, Taner Akçacı, Uygar D. Yıldırım Savaş çalışmalarının erken dönemlerinden itibaren savaşla ilişkili olduğu ileri sürülen toplumsal yapılar, siyasi düzenler, ekonomik sistemler, teknolojik yetenekler, güvenlik paradigmaları büyük dönüşümler geçirdi ve geçiriyor. Diğer yandan savaşın mekânının algılanışı, medya, toplumsal cinsiyet ve hukuk kuralları gibi günlük yaşamın çeşitli yüzleriyle de ilişkisi olduğuna şüphe yok. Bununla birlikte bütün bu alanların ve bunları ele alan disiplinlerin hiçbiri savaşı anlamakta tek başına yetkin değil.
Savaş çok boyutlu bir olgu. Bu nedenle onu anlamaya yönelik yaklaşımlar da çok boyutlu olmalı. Bu noktadan hareketle savaşı kavramayı amaç edinen her çalışmanın olabildiğince kapsayıcı bir şekilde disiplinlerarası nitelikte olması gerektiğini düşünüyoruz. Tek boyutlu analizler yerine ancak siyaset, ekonomi, teknoloji, hukuk, medya, toplumsal cinsiyet, mekân ve güvenlik alanlarının tümünü birden kapsayan bütüncül bir yaklaşım, savaşı anlamakta faydalı olabilir. Bu derleme, savaş çalışmalarına böyle bir disiplinler arası yaklaşım getirmek amacıyla oluşturuldu. Savaşı anlamak için bu kitapta ortaya konulan çabanın yeterli olmayacağına hiç şüphe yok. Dolayısıyla bu derlemenin katkısı, savaşı anlamaya çalışan her bir disipline, komşu disiplinlerden yeni çerçeveler açmak, yeni bakış açıları kazandırmak olabilir ancak. Zira savaşa dair belki de en somut bilgimiz onu hâlâ yeterince anlayamadığımızdır.
Alper Ekmekcioğlu “Blackwater Başçavuş ise MPRI General’dir.” (Trifkovic)
“Ücretlerimizin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, hapishanede yaşamayı deneyin.” (Executive Outcomes)
“KBR şirketi ortaya çıktığında, birlikler sıcak duş alacaklarını, temiz tuvalet kullanacaklarını ve satranç oynayabileceklerini bilmektedir.” (Chatterjee)
“Eğer Executive Outcomes’u istiyorsanız, MPRI’i istemiyorsunuz demektir.” (Harry Ed. Soyster)
“Bir çek yaz ve savaşı bitir.” (Doug Brooks)
“Şirket savaş ya da barış durumuna kendi inisiyatifi ile karar verir; herkes için adaleti sağlar; …koloniler kurar, tahkimatlar oluşturur…” (Universal Dictionary’nin Hollanda Doğu Hindistan Şirketi Hakkında Yorumu)
“Para yoksa İsviçreli de yok” (Anonim)


Onur Ertunç Sari Türkiye Cumhuriyeti, İkinci Dünya Savaşı sonrası NATO ve Varşova Paktı’nın kurulmasıyla oluşan iki kutuplu dünya düzeninde yeni bir savunma ve güvenlik politikasına ihtiyaç duymuştur. Bu yeni politika; kuruluşu, ilkeleri ve inkılapları itibarıyla emperyalizme karşı duran ve sömürülmekte olan milletlerin istiklal davasına örnek ve umut olan Türkiye'nin savaş öncesi müstakil politikalarından uzaklaşmasına sebebiyet vermiştir.
Konusu bakımından İkinci Dünya Savaşı’nın fiilen sona erdiği 1945 yılını çıkış noktası alan bu kitap, 1975 yılına kadar uzanan tarihsel süreçte Türkiye'nin güvenlik meselesini antlaşmalar kapsamında irdelemektedir. Nitekim bu eser, Soğuk Savaş döneminde Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası siyasi, askerî ve iktisadi antlaşmaların iç ve dış politikada yarattığı dinamizmin yanı sıra siyasette ve kamuoyunda uyandırdığı tepkileri incelemek ve etki alanlarını tartışmak amacıyla kaleme alınmıştır. Ele alınan antlaşmaların maddelerine, yapılış süreçlerine, yükümlülüklerine ve orantılılığına da değinen bu çalışma, temel antlaşmalara dayanak gösterilerek yapılan tali antlaşmaların sonuçlarına da dikkat çekmektedir. Sonuç olarak bu kitap, üzerine çokça çalışılan tarihî ve siyasi konulara farklı bir pencereden bakıldığında hâlâ yeni görüşlerin var olabileceğini göstermektedir.
Ayşegül Aydıngün, İsmail Aydıngün Ukrayna, sadece Batılların değil, aynı zamanda Türklerin de Hakkında Az bilgi Sahibi olduğu, Rusya ve Avrupa arasında geçiş bölgesi özelliği taşıyan ve stratejik önemi gün geçtikçe artan bir ülkedir. Ukrayna günümüzde Sovyet ruhuna ve Rusya Federasyonu'nun müdahalelerine karşı ciddi bir mücadele vermekte, liberal demokrasinin kurumlarını oluşturmak ve güçlendirmek hedefiyle toplumsal ve siyasal sorunlarını çözmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda, bu kitap, Türk dilli okuyuculara Ukrayna hakkında kapsamlı bilgi sunmayı amaçlamaktadır. Şubat 2019-Haziran 2019 ve Ekim 2019’da, Kıyiv'de gerçekleştirilen saha araştırması verilerine dayanarak, sosyolojik bir perspektiften hareketle kaleme alınan bu çalışma, Sovyet sonrası dönemdeki toplumsal ve siyasal değişimi küresel dinamikler ışığında incelemektedir. Bu kitap. Ukrayna tarihinin dönüm noktalarını ve Sovyet dönemi baskılarını öne çıkarmanın yana sıra Sovyet sonrası dönemde din, kültür ve kimlik alanında yaşanan dönüşümleri, özellikle 2014'te Kırım'ın işgali ve yasa dışı ilhakı ile Donbas bölgesinde Rusya destekli ayrılıkçı grupların başlattığı ve hâlen devam eden savaşın Ukrayna toplumuna etkilerini kapsamlı bir şekilde irdelemiştir.
Prof. Dr. Ayşegül Aydıngün, Prof. Dr. İsmail Aydıngün
Kıymet YAVUZASLAN "Soğuk Savaş döneminde; küresel rakiplerine karşı son derece tutarlı bir strateji belirleyerek başarıya ulaşan ABD, 21. yüzyılın küresel güçleri karşısında aynı tutarlılığı sergilememiş ve her açıdan küresel bir güç olarak tamamladığı 20. yüzyılın ardından Amerikan hegemonyasının 21. yüzyıldaki mevcudiyeti konusunda son dönemde pek çok tartışma gündeme gelmiştir. Özellikle 2008 küresel ekonomik krizinden sonra güç dengelerinde yaşanan değişimlerin ve bunun sonuçlarının öngörülebilmesi gittikçe zorlaşırken, hegemonya kuramının, bu sorunsalı en iyi şekilde açıklayabilecek ve çözümleyebilecek kuramsal yaklaşımlardan biri olduğu savından hareket eden bu çalışma, Amerikan hegemonyasının, tarihsel arka planını, kaynaklarını, dayanaklarını ortaya koyarken 21. yüzyıldaki durumunu analitik bir bakış açısıyla değerlendirme düşüncesinden doğmuştur.
21. yüzyılda küreselleşme ve bilişim alanındaki gelişmelerin de etkisiyle önceden tahmin edilemeyen sonuçların ortaya çıkması, Amerikan hegemonyasının dünü ve bugününün analizinin tarihsel ve teorik bir bakış açısı ile yorumlanmasının yanı sıra, farklı bir perspektifin de geliştirilmesini gerektirmiştir. Etkili stratejiler oluşturmaya ve elde edilen sonuçları değerlendirerek kontrol etmeye yönelik kararlar almak için kullanılan bir stratejik yönetim analiz yöntemi olarak; SWOT (Strengths, Weaknesses, Opportunities, Threats) analizinin, Amerikan hegemonyasının geleceğinin analizi için kullanılması ile 21. yüzyıldaki durumuna ilişkin öngörülerin ötesine geçilmiştir. Elinizdeki bu kitapta Amerikan hegemonyasının akıbetinin ne olacağına dair yapılan diğer çalışmalardan farklı olarak stratejik yönetim penceresinden bakılmış ve 21. yüzyıl Amerikan hegemonyasının anlık fotoğrafı çekilmiştir."
Adem Özer, Ayşe Füsun Arsava, Fatma Taşdemir, Gökhan Albayrak, Hakan Taşdemir, Mehmet Ciğer, Mehmet Dalar, Nilgün Eliküçük, Saadat Rustemova Demirci, Umut Kedikli Suriye, Çatışma ve Uluslararası Hukuk isimli editöryal çalışma, 2011'de Suriye'de başlayan ve hâlâ devam eden bir çok devletin ve devlet dışı silahlı aktörün karıştığı Suriye iç savaşını uluslararası hukuk açısından teorik ve pratik yönleriyle analiz etmektedir.
2014 yılında hilafet ilan eden DEAŞ terör örgütü ile mücadele kazanılmış olmasına karşın Suriye'de barış ve istikrar henüz sağlanamamıştır. Esad rejiminin etkin kontrolünü arttırdığı Suriye, işlevsel olmayan, başarısız bir devlet olarak varlığını sürdürmektedir. Ancak komşu devletler açısından istikrarsızlık kaynağı olmaya devam etmektedir. Bu kitabın amacı; Türkiye'nin ulusal güvenliğini önemli ölçüde etkileyen Suriye İç Savaşı'nın ortaya çıkardığı problemleri uluslararası hukuk perspektifinden ele almaktır ve okuyucuya başka bir kaynaktan kolaylıkla edinemeyeceği bilgi ve analizleri kapsamlı bir şekilde sunmaktır.
Yakup KAYA, Görkem Ozan ÖZALP Suriye'deki iç karışıklıklardan sonra ülke gündemine yerleşen Süleyman Şah Türbesi’yle ilgili titiz bir çalışma sunuyoruz sizlere. Yakup Kaya ve Görkem Ozan Özalp'in uzun bir emeğin sonucu olarak hazırladıkları “Süleyman Şah Türbesi / Bir Vatan Toprağı” başlıklı kitap; Süleyman Şah'ın kimliğini, türbede gerçekte kimin yattığını, buradaki toprak parçasının gerçekten bir vatan toprağı olup olmadığını, uluslararası antlaşmalara göre bu toprağın günümüzdeki konumunu, türbenin Osmanlı'dan Cumhuriyet'e tarih boyunca aşamalarını, Cumhuriyet Dönemi’nde türbenin üç defa yer değiştirmesindeki temel sebepleri inceleyen bir çalışmadır. “Süleyman Şah Türbesi / Bir Vatan Toprağı” bu konudaki bütün soruları aydınlatıyor.

"Örtüsüz sanduka, kırık cam, yıkık kapı, kuş gübresi
ve badanasız
duvarlar içinde bu acıklı boş vermişliğe bakarken dedim ki: İnsan
dünya üzerinde mezarını belli
etmekten çekinmelidir; keşke
Süleyman Şah'ın cesedi, katili Fırat'ın elinde kalsa idi..."

Refik Halit
Fulya Köksoy Tarihin akışında iktisadi büyümenin ve kalkınmanın en önemli faktörlerinden biri, Enerji. Enerji konusu, uluslararası ilişkileri derinden etkileyen en güçlü başlıklardan birini teşkil etmeye hız kesmeden devam ediyor. Öyle ki söz konusu alanın gerek topyekûn dünya siyasetinde gerekse Avrupa Birliği (AB) ve Rusya Federasyonu (RF) ilişkilerinde geçmişten günümüze belirleyici bir rol oynadığına şahit olmaktayız. İşte bu noktada en dikkat çeken sorulardan biri şudur: İkili ilişkilere yön veren bu denli önemli bir konuda tıpkı bir satranç tahtasında olduğu gibi iki aktör arasındaki oyun, şah matla mı sonlanacak yoksa pat ile beraberlik sağlanıp oyunun kilitlenmesi noktasında oyuna yeni baştan mı başlanacak?
Arz ve talep güvenliği denkleminde enerji, AB ve RF ilişkilerinde etkin bir rol oynayan konu başlıklarından biridir. Bu çalışmada, temel odak noktasına enerji konularak iki aktör arasındaki ilişkiler analiz edilmeye çalışılmaktadır. AB-RF arasındaki enerji ilişkilerinin karşılıklı bağımlılığa dayanıp dayanmadığı, AB'nin ortak enerji politikası oluşturamamasının nedenlerinden birinin RF olup olmadığı gibi alt başlıkları sorunsallaştıran bu çalışma tüm okurlara; hem iki aktörün izlediği enerji politikalarının, geliştirilen ikili enerji ilişkilerine dair tarihsel bir okumanın yapılmasına sebebiyet vermekte hem de 24 Şubat 2022 tarihinde RF'nin Ukrayna'yı işgali sonrasında AB-RF arasında yaşanan son gelişmelerin enerji ilişkilerine yönelik yansımasının analizine olanak sunmaktadır.
Buket Önal Tarihsel süreçte hep var olmuş, günümüzün de önemli bir sorunu olmaya devam eden terörizm; günün şartlarına, fırsat veya engellemelere, ideolojik farklılıklara, teknolojinin gelişmesine bağlı olarak farklı biçimlerde ve adlarda ortaya çıkmıştır. Terörizmin küresel bir boyut kazanması, aşırılıkçı grupların küresel terör örgüt hâlini almasına da yardımcı olmuştur. Küreselleşmenin yarattığı iletişim fırsatları, terör örgütlerinin propagandası için önemli bir araç hâlini almış böylece dünyanın her yerinden sempatizan hatta militan kazanmalarının önünü açmıştır. Terör örgütlerinin kazandığı bu özellik, bu soruna karşı mücadeleyi de zorlaştıran bir durum yaratmıştır. Terörizmin tanımlanmasındaki farklılıklar da terörizme karşı alınacak ortak hukuksal ve siyasal tutumu ortadan kaldırmaktadır.
Terörizm konusundaki bu belirsizlik; doğal olarak terör, terörist, terör örgütü gibi tanımları da muğlaklaştırmaktadır. Bu muğlaklığı arttıran ve mücadeleyi zorlaştıran bir diğer gelişme de terör örgütleriyle organik bir bağlantısı olmayan bireylerin artan terör eylemleridir. Başta Batı’da olmak üzere, dünya üzerinde yeni olmasa da yeniden vücut bulan “Yalnız Kurt” terörizmi; tarihte “lidersiz direniş” olarak bilinen, on dokuzuncu yüzyıl stratejisi olarak başlayan ve değişik ideolojilerle beslenen terörizmin günümüzdeki şekillenmiş hâlidir. Bu çalışma; genel anlamda terörizm, terör, terörist, terör örgütleri ve terör eylemleri hakkında bilgi vermeyi ve Türkiye'deki terörizm çalışmalarına pek de yansımamış olan “Yalnız Kurt” terörizminin bilinmezliğine ışık tutmayı amaçlamaktadır.
Emrah Kaya İnsanların, toplumların ve devletlerin en büyük tehdit kaynaklarından biri olan terörizm, 2000 yılından itibaren küresel bir tehdide dönüşmüştür. Tarihsel süreçte terörizmle mücadele edebilmek için devletler, çeşitli araçlar geliştirmişlerdir. Terörizm yeni bir boyut kazandıkça terörizmle mücadele araçları da değişime uğramaktadır. 1990 sonrası dünyada liberal değerler önem kazanmıştır. Bu dönemde, terörizmle mücadelede siyasi araçların önemi artmıştır. Bu araçlar; demokratikleşme ve müzakere olarak ikiye ayrılabilir. Demokratikleşme, bir devletin aldığı kararlar neticesinde attığı adımlardır. Müzakere ise yapılan görüşmeler vesilesiyle varılan uzlaşı sayesinde terör örgütlerinin silah bırakmalarını sağlama amacı taşımaktadır.
Devletler ve terör örgütleri, çatışmalarla amaçlarına ulaşacaklarını düşünmektedirler. Lakin her iki tarafın da amaçlarına ulaşma oranları oldukça düşüktür. Böyle bir durumda çatışmalar, karşılıklı zarar vererek çıkmaza girerken çatışan aktörler, yeni yollar denemeyi düşünmektedir. Bu noktada çatışma olgunlaşmış demektir ve müzakere aşamasına geçilebilir. Bu kitapta; bir devletin müzakereyi terörizmle mücadelede bir araç olarak kullanıp kullanamayacağı, hangi şartlarda kullanabileceği, müzakereye başlayacağı zaman nasıl bir yöntem izlemesi gerektiği terörizm ve barış çalışmaları üzerinden incelenmekte ve ETA, FARC, LTTE ve PKK örnekleri ele alınmaktadır.
Kaan Kutlu Ataç Türkiye için 2. Dünya Savaşı sonrası dönem, genel olarak Sovyetler Birliği'nden kaynaklanan güvenlik tehdidine işaret eder. Türkiye açısından kuzey komşusunun yarattığı kuşatılmışlık endişesinden kurtulmanın çaresi ise ABD liderliğindeki Transatlantik Bloğu’na eklemlenme süreci oldu. Ancak bu süreç içerisinde Türkiye kuşatılmışlığın pasif etkisinden kurtularak bölgesel Soğuk Savaş'ı aktif olarak etkilemeye yönelik politikalar da uygulamaya çalıştı. Türkiye, Batılı müttefik olarak coğrafyasında artan oranda etkinliğe sahip oldu ve 1947 Truman Doktrini ile birlikte ABD'nin sağladığı açık desteği ekonomik, askerî ve siyasi alanda hissetti. Türkiye'nin 1952'de NATO'ya üyeliği, Transatlantik ile eklemlenmesi güvenlik ve askerî boyutuna işaret eder. Ancak Türkiye'nin ekonomik gelişmeye yönelik uyguladığı politikaların ekonomik ve finansal alanda yarattığı ciddi sorunlar Washington'da NATO’nun Güneydoğu Kanadının çıpası olan Türkiye'nin sadık müttefik olarak sorgulanmasına neden oldu. 1954 yılına gelindiğinde ABD'nin sadık müttefik olarak tanımladığı Türkiye'nin yapısal ekonomik ve finansal sorunları Amerika-Türkiye ilişkilerinin merkezine oturmuştu. Washington 1955'ten itibaren bu sadık müttefikliği sorgulamaya başladı ve nihayetinde Türkiye Eisenhower yönetimince millî güvenliğine ve çıkarlarına tehdit olabilecek bir ülke olarak değerlendirilmeye başlandı. Bu noktada Türk Soğuk Savaşı Sovyet güvenlik tehdidinden ziyade Ankara-Washington ekseninde şekillenmeye başladı. Türk Soğuk Savaşı: Sadık Müttefikten Milli Güvenlik Sorununa Eisenhower ve Türkiye 1953-1957 başlıklı çalışma Washington açısından Ankara'nın sadık müttefiklikten millî güvenlik tehdidine doğru evrilmesinin hikâyesidir.
Ali Demirel, Aydın Çakmak, Banu Berber Babalık, Bülent Atalay, Bülent Yıldırım, Cansu Güleç, Dilşen İnce Erdoğan, Emre Feyzi Çolakoğlu, Esra Çetin, Ferit Yücebaş, Ferudun Ata, Gürbüz Arslan, Kemal Çiçek, Muhabbet Doyran, Nurullah Nehir, Remzi Bulut, Selcan Alperay Eraslan, Sinem Çelik, Ü. Gülsüm Polat, Zelkif Polat, Zeynep İskefiyeli Yaklaşık bin yıllık bir geçmişe sahip olan, kimi zaman dostluk ve iş birliği kimi zaman da anlaşmazlık ve çatışmaların var olduğu Türk-Ermeni ilişkilerini doğru bir şekilde analiz etmek, yapısal değişimlerin ve dönüşümlerin söz konusu olduğu mevcut dünya düzeninde hem Kafkasya coğrafyasının hem de dünya siyasetinin geleceği açısından oldukça önemlidir.
Türk-Ermeni ilişkilerine odaklanan ve ilişkilerin geleceğine yönelik öngörü sunmayı amaç edinen bu çalışma, ikili münasebetleri teorik bir çerçevede ele alarak Osmanlı döneminden günümüze kadar gelen süreci, tarihsel olayları, ekonomik ilişkileri, askerî ve siyasi mücadelelerle güncel dinamikleri açıklamaya çalışmaktadır. Çalışmanın benzerlerinden en önemli farkı da buradadır: geçmiş ve gelecek arasında bağlantı kurabilmek. Sonuç olarak hem geniş bir tarihsel arka plan hem de bölgesel, sosyal, kültürel ve ekonomik yönler çerçevesinde kaleme alınan eserin, bu alanda çalışma yapan veya yapacak olan araştırmacılara yararlı olabileceği umut edilmektedir.
Çağrı Erhan İnişli çıkışlı seyri ile Türkiye-İsrail ilişkileri Türk dış politikasının her zaman en hassas konularından biri olagelmiştir. Zira Türkiye Filistin meselesine tarihsel ve sosyo-kültürel sebeplerle yoğun ilgi duymakta, Arap devletleriyle İsrail arasındaki ilişkilerin gidişatını da yakından gözlemektedir. Kurulduğu günden itibaren Türkiye-İsrail ikili ilişkilerinin birçok boyutu, Filistin meselesinden ve Arap-İsrail ilişkilerinden doğrudan veya dolaylı olarak etkilenmiştir. Diğer taraftan, İsrail’le ve Musevi lobisiyle ilişkiler, Türk-Amerikan ilişkilerinin de “gayriresmi” alt başlıklarından biridir.
Türkiye-İsrail Diplomatik İlişkilerinin Kuruluşu, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Orta Doğu’da meydana gelen en önemli gelişme sayılan İsrail devletinin kuruluş sürecinde Türk Hükümetlerinin izlediği ihtiyatlı siyasetin ayrıntılarını, Türkiye’nin yanı sıra İsrail, ABD ve İngiltere’ye ait arşiv belgelerine dayanarak okuyuculara sunmaktadır. Söz konusu belgelerden, Eylül ve Ekim 2022 tarihlerinde araştırmacılara açılan Dışişleri Bakanlığı Diplomatik Arşivi’ndeki Filistin ve İsrail ile ilgili diplomatik yazışmalar ilk defa bu kitapta kullanılmıştır. Bu niteliği nedeniyle Türk Dış Politikası literatürüne önemli bir katkı sunan ve Türkiye’deki siyasi tarih alanındaki çalışmalar bakımından da yeni bir standardı temsil eden bu eser hem Türkiye’nin özel olarak bölgeye ve Filistin’e yönelik politikasını ayrıntılarıyla gözler önüne sermekte hem de Soğuk Savaş’ın başlangıcında Türkiye’nin ittifak ilişkisi içinde bulunduğu İngiltere, ittifak ilişkisi kurmak istediği ABD ve ilişkilerini iyi tutmak istediği Arap ülkeleri ile ilgili siyasetini kendi ulusal çıkarları temelinde nasıl şekillendirdiğini incelikli biçimde ortaya koymaktadır.
Salih Gamsız, Ali Poyraz Gürson, Işılay Bilgiç Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa güvenliğini temelden sarsmış, fosil enerji kaynakları bakımından Rusya'ya bağımlı olan ülkeler, alternatif kaynaklar bulmak zorunda kalmıştır. Savaş, küresel ekonomiyi etkilediği gibi gıda krizine de neden olmuştur.
Fosil enerji kaynakları bakımından Rusya'ya bağımlı olan AB ülkeleri, beklenmedik şekilde enerji sorunu ile karşılaşmış, alternatif kaynaklar arayışı ve yenilenebilir enerji kaynakları yatırımlarının artırılması yoluna gitmişlerdir. Alternatif kaynak arayışında AB ülkeleri içindeki depolama ve yeniden dönüştürme tesislerinin yetersizliği, enerji krizinin artmasına neden olmuştur.
Rusya'nın Ukrayna Savaşı'nda başarısızlığı, ilk günlerden itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Batılı ülkelerin Ukrayna'ya yaptıkları askerî yardımlar karşısında eski askerî taktik ve stratejileri kullanan Rus ordusunun; silah, teçhizat, lojistik ve sevk idare yönünden fazla gelişim göstermediği, yenilikleri takip etmediği görülmüştür.
Ukrayna halkının ülke savunmasındaki direnişi ve örgütlenmesi, emsali az görülen ülke savunmasıdır.
Ukrayna Savaşı ve enerji krizinin beklenmedik etkilerinden biri de global kutuplaşmanın yeniden şekillenmesi ve yeni kutupların ortaya çıkmasıdır. Rusya'nın saldırganlığı karşısında NATO ve Avrupa Birliği'nin güvenlik endişeleri, İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği, Pasifik bölgesinde AUKUS oluşumu, Avustralya'nın deniz gücünü nükleer vasıtalarla donatmak için yaptığı yatırımlar, Hindistan'ın savunma harcamalarını artırması, Çin'in silahlanma çabaları ve en önemlisi Japonya'nın yeniden silahlanmaya başlaması, global düzeni yeniden şekillendirecektir.
Yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırımlar ve arayışlar devam ederken enerji kaynakları bakımından yetersiz sanayileşmiş ülkelerin, Orta Doğu ve Orta Asya enerji kaynaklarına bağımlılıkları sürecek, bu bölgeler ile erişim güzergâhları, gelecekte küresel güçlerin kontrol etmek istedikleri mücadele alanı olacaktır.
Ukrayna Savaşı'nın etkileri, enerji ile sınırlı kalmayacak, gelecek günlerde Rusya'da iktidar değişikliği de olmak üzere savaşın toplumsal yansımaları görülecek, savaş uzadıkça diğer ülkeler de etkilenmeye devam edecektir.
Eray Alım Bu kitapta, Rusya merkezli olarak Ukrayna Krizi’nin bir incelemesi gerçekleştirilmiştir. Rusya’nın kriz sürecinde izlediği politikayı açıklarken bölgesel düzlemde büyük güç siyasetinin özgül niteliklerine ilişkin kavramsal/kuramsal bir çerçevenin gerekli olduğu düşünülmüştür. Bölgesel güvenlik ya da yakın coğrafya hassasiyeti bağlamında büyük güçlerin nasıl bir davranış paternine sahip oldukları açıklanırken Saldırgan Realist teorinin temel varsayımlarından yararlanılmıştır. Süreç takibi yönteminden istifade edilerek Rusya’nın Ukrayna Krizi sırasındaki politikası iki bölümde incelenmiştir. İlk olarak Ukrayna Krizi, Ukrayna içinde yaşanan toplumsal ve siyasal gerginlikler bağlamında ele alınmıştır. Burada sunulan tartışmalarla krizin çıkış sürecinin açılanmasına çalışılmıştır. Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi ve Ukrayna’nın doğusunda ortaya çıkan silahlı ayrılıkçı hareketlenmeyi desteklemesi ise krizin ikinci evresinde ele alınan konular olmuştur.
Türkiye’de uluslararası ilişkiler alanında Ukrayna Krizi’ne yeterince ağırlık verilmediği bir gerçektir. 2013’te başlayan bu krize, yaşanan gelişmelerin sıcaklığıyla ilk anda ilgili gösterilmişse de ilerleyen zamanla birlikte bu ilgi giderek azalmıştır. Bunda, Ukrayna Krizi’nin donmuş bir sorun olma yolunda ilerlemesi önemli bir nedendir. Nitekim bunun farkındalığıyla bu kitapta, krizin 2014-2016 yılları arasındaki yoğun dönemi ön plandadır. Her şeye rağmen Ukrayna Krizi, Avrupa, Karadeniz ve Kafkasya gibi bölgeleri direkt ya da doğrudan etkileyen bir jeopolitik gerginlik olarak geri plana düşmemesi gereken bir hadisedir. Bu hadisenin öneminden hareketle bu kitap, aktüel-politik ve teorik bakış açılarını harmanlayarak Ukrayna Krizi’ne ilgi duyan okuyuculara kapsamlı bir perspektif sunmayı amaçlamaktadır.
Sezai Özçelik Barışa ulaşabilmek için ilk önce çatışma analizi daha sonra çatışma çözümü gerekir. Bu kitap, son yıllarda ülkemizde, bölgemizde ve dünyadaki güncel çatışmaları “çatışma haritalaması” yöntemi kullanarak analiz edilmesine ve çözümüne odaklanmaktadır. Uluslararası çatışma analizi ve çözümü ile barış bilimleri disiplinlerindeki teorik bağlam ve pratik uygulamalardan yola çıkılarak hazırlanan bu kitapta; Güney Osetya, Abhazya, Dağlık Karabağ, Bosna, Kırım, Kürt ve Latin Amerika çatışmaları örnek olaylar olarak ele alınmıştır. Türkiye’de çatışma analizi, çatışma çözümü ve barış bilimine katkı olması dileğiyle...
“Önyargıları kırmak atomu parçalamaktan daha zordur.”
Albert Einstein