Kamu Yönetimi ve Uluslararası İlişkiler \ 7-21
Murat Bülbül, Şahap Altunhan Eğitimle ilgili mevzuatın oldukça geniş kapsamlı ve dağınık bir hâlde bulunduğu söylenebilir. Bu nedenle Türkiye'de ilk olma niteliğindeki bu mevzuat derlemesi oluşturulurken eğitim sisteminde yer alan tüm paydaşların ve hukukçuların en çok müracaat edecekleri mevzuat içeriğine yer verilmiştir. Sonrasında da okuyucunun mevzuat sistematiğini daha iyi anlayabilmesi için mevzuat 4 ana başlık altında toplanmıştır. Son olarak da eğitim hukukundaki kavramlar belirlenerek ilgili mevzuatla eşleştirilmiş ve okuyucunun karmaşık bir hâlde bulunan eğitim mevzuatını daha iyi kavraması amaçlanmıştır.
Eğitim Hukuku Mevzuat Derlemesi hazırlanırken yöneticilik, müfettişlik ve aday öğretmenlikle ilgili sınavlara hazırlananlar kadar eğitim yöneticileri, öğretmenler, veliler ve öğrencilere de yararlı olması amaçlanmıştır. Eğitimle ilgili davalarda yer alan hâkim, savcı, avukat ve bilirkişiler açısından da önemli yararlar sağlanması beklenmektedir.
Murat Bülbül Eğitim Hukuku Pratik Çalışmaları kitabı, başlığı ve içeriği itibarı ile Türkiye'de ilk olma niteliğindedir. Kitap hem hukukçulara hem de eğitimcilere yönelik ve de okuyucu dostu olarak nitelendirilebilecek bir üslup ve içerikle hazırlanmıştır.
Kitapta ilk olarak tamamı çözümlü ve özgün 10 pratik çalışmaya yer verilmiştir. Eğitim hukukunun içeriğinin belirlenmesinde mahkeme kararlarının yadsınamaz önemi dikkate alınarak ikinci bölümde de seçilmiş yüksek mahkeme kararlarına yer verilmiştir. Dersi alan öğrencilerin sınavlarına daha iyi hazırlık yapabilmesi için kitabın üçüncü bölümünde geçmiş yıllara ait çoktan seçmeli ve klasik sınav örnekleri yer almaktadır. Kitabın dördüncü bölümünde ise örnek dava ve idari başvuru dilekçeleriyle sözleşme örnekleri bulunmaktadır.
Kadir Murat Altıntaş, Sebahattin Asal Dünyanın son yarım yüzyılda ekonomik, siyasi ve teknolojik anlamda son derece önemli dönüşümleri tecrübe etmesi, kamu istihbarat otoriteleri arasında âdeta görünmez bir güç savaşının yaşanması sonucunu doğurmuş ve benzer şekilde küresel birer ekonomik dev hâline dönüşen çok uluslu şirketler arasında da yoğun bir rekabetin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu anlamda, bilişim ve iletişim teknolojilerinde gözlenen baş döndürücü gelişmelerin tetiklediği teknolojinin ticarileşmesi süreci, aslında ticari tüzel kişiliklerin de yaşamsal fonksiyonlarını devam ettirebilmesinin yegâne yolunu işaret etmektedir. Ancak kapitalist endüstriyel toplumun ekonomik gelişim sorununa odaklanan Schumpeteryan düşünce sistematiğinin temel varsayımları doğrultusunda, özel teşebbüslerin sahip oldukları ticari ve teknolojik birikimlerin yanı sıra yüksek nitelikli veri, bilgi ve belgeler, günümüzde endüstriyel casusluk girişimleri yoluyla yasa dışı teknoloji transferi tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu tehlikenin boyutları sadece büyük ölçekli küresel şirketlerin sahip oldukları fikri mülkiyet hakları ile sınırlı olmayıp aynı zamanda büyüme potansiyeli olan yerel KOBİ'lerin ticari sırlarını dahi tehdit edebilecek noktalara ulaşmıştır. Dolayısıyla ulusal güvenlik açısından ekonomik önceliklerin göreceli olarak askeri gereksinimlerin ve beklentilerin önüne geçtiği bir ortamda, istihbarat ve espiyonaj gibi kavramların stratejik önemi, kamu ya da özel tüm taraflarca dikkate alınmak durumunda kalınmış ve mevcut sistemsel altyapıların yeniden tasarlanma zorunluluğu gündeme gelmiştir. Özel teşebbüslerin üst yönetimlerinin, küresel rekabet ortamında kayıtsız kalmaması gereken ilgili süreç, bir taraftan uzun vadeli şirket politikalarını derinden etkilerken diğer taraftan organizasyonel yapılanmaların yeniden güncellenmesi gerekliliğini de ortaya çıkarmıştır. Bu anlamda, ekonomik ve endüstriyel casusluk girişimlerinin yaratacağı küresel tehdidin, gelişmiş ya da gelişmekte olan tüm ülkeler açısından küresel pandemi sonrası normalleşme döneminin en önemli konu başlıkları arasında yer alacağı rahatlıkla ifade edilebilir.
Muzaffer Bimay, Şahin Şimşek Günümüzde; sıklaşan ve ağırlaşan ekonomik ve toplumsal bunalımlar, artan yoksullaşma, derinleşen gelir adaletsizliği, iklim değişikliği, çevresel sorunlar, ülke içinde ve ülkeler arasındaki savaş ve iç çatışmalar iç ve dış göçlerde dramatik yükselişe neden olmuştur. Milyonlarca insan, yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kalmış, göçmen ya da sığınmacı konumuna gelmiştir. Sonuç itibarıyla insanlık, sosyoekonomik krizlerin göç krizleriyle entegre olarak yeni göçlerin doğmasına neden olabilecek bir tablo ile karşı karşıyadır. Sadece Suriye'deki çatışmalar ve Rusya-Ukrayna savaşının tetiklediği göç dalgaları, çok geniş bir coğrafyayı etkilemeye devam etmektedir.
Diğer yandan, jeopolitik konumu, Türkiye'nin göçmenler için bir transit ve aynı zamanda bir hedef ülke olmasını sağlamıştır. Suriye'deki çatışmalardan kaçan milyonlarca sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye, yığınsal ve sürekli göçün doğurduğu yeni ve üstesinden gelinmesi çok güç sorunlarla karşılaşmıştır. Dolayısıyla yürütülen göç politika ve stratejilerinin halka yansıyan ve günlük hayatı etkileyen boyutları düşünüldüğünde, göç konusuna dair akademik ve teorik çalışmalar, etkin ve sonuç doğurucu eleştiri ve katkıların önemi açıktır. Bu kitapta, göç konusu tüm boyutlarıyla ele alınarak tartışılmış ve çözüm önerileri sunulmuştur. Umarız; İngilizce, Arapça ve Türkçe dillerinde sunulan makaleleri içeren bu çalışma politika yapıcılar, akademisyenler ve konuya ilgi duyanlara katkı sağlar, yeni çalışmaları teşvik eder.

Doç. Dr. Muzaffer Bimay
Ahmet Özkan Medya; yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü bir sacayağı olarak nitelenmiş ve devlet idaresini yönlendirmede etkin bir rol oynamıştır. Medya, kamuoyu oluşturma gücünü oldukça iyi kullanmış ve yargı başta olmak üzere pek çok organı yönlendirmeyi başarmıştır. Bu bağlamda 2002 yılında AK Parti'yi iktidara taşıyan en önemli güçlerden birisi, eleştirel tutum sergileyen medya olmuştur. Medya bunu isteyerek değil eleştirel ve seçkinci bir bakış açısıyla manipüle ederek sağlamıştır. Keza Recep Tayyip Erdoğan'ın muhtar bile olamayacağını dile getiren alaysı ve eleştirel manşetler, Türkiye'deki medya-siyaset ilişkilerini gözler önüne seren en belirgin siyasal olgulardan birisi olmuştur. Atılan bu ve buna benzer pek çok manşet, çevrede bulunan dışlanmış toplumu kenetlemiş ve 3 Kasım 2002 yılında yapılan seçimlerle AK Parti'nin tek başına iktidara gelmesinde önemli bir rol oynamıştır. 2002 yılında başlayan ve on yıllardır çevrede kalan ve kendisini muhafazakâr demokrat olarak nitelendiren, AK Parti kimliğinde vücut bulmuş kesimlerin iktidarı, aynı zamanda “muhafazakâr demokratlık”tan “muhafazakâr burjuvazi”ye giden yolun da önünün açılmasına sebebiyet vermiştir. Türkiye'de muhafazakâr kesimin ve burjuvazinin yaklaşık son yirmi yıllık dönemde yaşadığı toplumsal değişim ve dönüşüm, medya boyutuyla tarihe not düşecek şekilde kendisini göstermiştir.
Nitekim bu kitap, bahsi geçen konulara ilgi duyan herkes için önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır.
Ömer Çona 11 Eylül 2001 terör saldırıları sonrasında ortaya atılan ve şu ana kadar tarihteki en kapsamlı “terörle mücadele” kampanyası olan “Teröre Karşı Savaş” kampanyası, Irak ve Afganistan işgallerinden DEAŞ'a karşı uluslararası koalisyona, küresel ölçekte gerçekleştirilen hedefli suikastlardan özel kuvvetler ve istihbarat örgütlerinin örtülü operasyonlarına, terörizmle mücadele adına çıkarılan yasa ve oluşturulan güvenlik kurumlarından uluslararası hukuka yönelik düzenlemelere kadar tüm dünyaya yayılan geniş ölçekli bir dizi terörizmle mücadele uygulamaları bütünüdür.
Amerikan dış politikasını son yirmi yılda önemli ölçüde yönlendiren Teröre Karşı Savaş'a eleştirel bir yaklaşım getirilmeye çalışılan bu kitapta, yerli literatürde çok fazla tanınmayan, dolayısıyla da yaklaşımları ve yöntemleri nadiren kullanılan bir araştırma gündemi olan "Eleştirel Terörizm Çalışmaları"nın perspektifi temel alınmıştır.
Teröre Karşı Savaş'ın söylemsel bağlamının kimlik ve dış politika ilişkisi çerçevesinde incelenmesinin yanı sıra, Amerikan terörizmle mücadele uygulamalarının biyopolitika/yönetimsellik kavramıyla yorumlanması ve 11 Eylül sonrası terörizm ve terörizmle mücadelenin popüler kültürdeki meşrulaştırma biçimlerini sorunsallaştıran bu çalışmanın Eleştirel Güvenlik ve Terörizm çalışmaları literatürüne katkı sağlayacağı umut edilmektedir.
Teröre Karşı Savaş'ın yarattığı insan hakları ihlallerini, ulusal kimliğe dayalı politik dilin terörizmle mücadelede nasıl araçsallaştırıldığını, popüler kültürün askerî işgallere, işkenceye ve istisna rejimlerine nasıl meşruiyet sağladığını "Eleştirel Terörizm Çalışmaları"nın sunduğu imkânlar ile ortaya koymak, ana akım teorilerin görmezden geldiği hususlara dikkat çekmek için elverişlidir.
Gökhan Murat Üstündağ Even though there is large literature on mass political culture, indeed, there is so limited number of works on elite political culture. To my knowledge, there is no scholarly work examining Turkish elite political culture after the 1990s. In this regard, main purpose of this research is to fill this gap by shedding a new light on basic aspects of elite political culture in Turkey. In order to explore the basic aspects of elite political culture in Turkey, the ideology of conservatism which is argued to be “dominant” ideology in Turkey was used in this study. In this regard; the Justice and Development Party elite was taken as case study and the records of Grand National Assembly between 2002 and 2016 were analyzed by applying critical discourse analysis based on interpretivist epistemology. As such in this study, the basic aspects of elite political culture, and concomitantly basic principles of Turkish conservatism were examined in a systematic way.
Nihat Aytürk Emniyet teşkilatında her müdür, amir ve memurun kamusal ve sosyal yaşamı protokol ve sosyal davranış (saygı ve nezaket) kuralları içinde geçmektedir. Protokol ve sosyal davranış kurallarını bilmek ve bu kurallara uymak kurumsal ve ulusal temsil ve itibar açısından zorunludur.
Bu kitabın amacı; Polis Akademisinde, Polis Amirleri Eğitim Merkezinde, Polis Meslek Eğitim Merkezlerinde, Polis Meslek Yüksekokullarında ve Enstitülerde okuyan öğrencilere; Emniyet Teşkilatında her kademede görev yapan yöneticilere ve memurlara; VIP, Misyon Koruma ve Uluslararası kuruluşlarda çalışanlara; bu alanda sınavlara hazırlananlara protokol ve davranış kuralları konusunda katkıda bulunmak, ulusal ve uluslararası düzeyde kurumun ve mesleğin saygınlığını artırmaktır.
Sempozyum EMPERYALİZM VE ERMENİ MESELESİ ULUSLARARASI SEMPOZYUMU
IMPERIALISM AND THE ARMENIANISSUE INTERNATIONAL SYMPOSIUM
18-19 Nisan/April 2015

Zehra Aksu İnsan yaşamının sürdürülebilirliği ve ekonomik faaliyetlerinin devam ettirilebilmesi açısından olmazsa olmaz bir meta olan enerji, kaynağı arz ve talep eden ülkelerin farklı coğrafyalarda bulunuyor olmaları nedeniyle günümüzde uluslararası politikanın en önemli tartışma konuları arasında yer almaktadır. Coğrafi olarak aynı bölgede yer alan devletlerin çeşitli amaçlarla bölgesel iş birliklerine gitmeleri olarak adlandırılan bölgeselleşme fikri oldukça eskiye dayanmakla birlikte bölgesel enerji sorunlarının çözümünü amaçlayan enerji bölgeselciliği eklektik bir model ve yeni bir çalışma alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Enerji güvenliğinin ortak hedef olarak belirlendiği enerji bölgeselciliğinde, bölgesel iş birliğine giren devletler arasında üretici, tüketici ve transit ülkeler bulunabilmektedir. Enerji güvenliği ile enerji bölgeselciliği arasındaki ilişki ortaya konularak bölgeselleşme ve bölgeselleşmenin türlerinin ele alındığı bu kitapta, literatürde ortak bir tanımı bulunmayan “enerji bölgeselciliği” hakkında açıklamalarda bulunulmakta ve bir enerji bölgesi olarak Avrasya incelenmektir.
Soğuk Savaş sonrası dönemde bir enerji bölgesi üzerinde kurulmuş olan ŞİÖ ve AEB'nin enerji bölgeselciliği bağlamında analizini içeren kitap, Soğuk Savaş sonrası Avrasya bölgesinde kurulmuş olan uluslararası örgütleri farklı bir perspektiften analiz etmekte, bölgede yaşanan enerji kaynaklı sorunlara değinerek bölgedeki enerji kaynaklarına yönelik iki uluslararası örgütün “enerji bölgeselciliği” bağlamında analizini içermektedir.
Alper Aykut Ekinci, Arzum Yiğit, Ayça Doğaner, Cemal Kakışım, Eftal Coşkun, Engin Koç, F. Begüm Yıldızeli, Gökçe Kurucu, Hüseyin Demirhan, Işıl Demirtaş, İbrahim Çetin, Leman Erdal, Mevlüt Akçapa, Seçkin Baykal, Sıla Turaç Baykara, Şeref Çetinkaya, Yahya Bayrak, Yusuf Yıldırım Kaynakların sınırlılığı ve özellikle fosil yakıtlar noktasında insanların edilgenliği, ülkeler açısından varolan kaynakların paylaşımı noktasında realist perspektifte agresif politikalara yöneltmekte, uluslararası düzeyde politik ve hukuki argümanlar bu çerçevede geliştirmesine neden olmaktadır. Özellikle enerji tüketimi yoğun olan ülkeler ve enerjide ithalata mahkûm olan ülkeler, enerji arz güvenliklerini tesis etme amacıyla orta ve uzun vadeli stratejiler ortaya koymakta ve buna yönelik eylemler gerçekleştirmektedirler.
Bu kitapta, enerji politikalarına, enerji üretim ve nakil kabiliyetlerine gerek küresel bağlamda gerekse ülkesel değerlendirmeler ekseninde yaklaşılarak, devletlerin sadece kendi ülkesel yetki alanlarında değil; diğer devletlere ilişkin politik bazlı belirleyici olabilmek adına coğrafyaları dışında da nasıl enerji stratejileri belirledikleri ortaya konulmuştur.
Küresel enerji politikaları, Doğu Akdeniz Bölgesi'nin enerji kaynakları açısından pozisyonu, enerji arz güvenliği, Çin'in üretim kabiliyeti ve enerjiye duyduğu ihtiyaç, Türkiye'nin enerji dönüşüm süreci, Amerikan ve Rus dış politikalarında enerji perspektifli stratejiler, İran'ın enerji politikaları, iklim değişikliği ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelim, Avrupa Birliği'nin yeşil mutabakat tezi, iklim-enerji dengesi, Rusya-Ukrayna savaşı ve enerji politikalarına yansıması kitabımızın temel konularını oluşturmaktadır.
Ahmet Bakır Bu eser, Türkiye'nin mavi vatanındaki hak ve çıkarlarını koruma mücadelesini, enerji rekabetinin yoğun olduğu bir dönemde ele almaktadır. “Mavi Vatan” kavramının ortaya çıkışından başlayarak günümüzdeki stratejik önemine kadar geniş bir perspektifte kavramsal ve stratejik bir analizi yapılmaktadır. Türkiye'nin deniz yetki alanlarındaki doğal kaynaklar üzerindeki hak iddialarını, uluslararası hukuk çerçevesinde ve bölgesel güç dengeleri bağlamında incelenmektedir.
Okuyucular, bu çalışmayla birlikte Doğu Akdeniz'deki enerji kaynakları etrafında şekillenen siyasi ve askerî dinamikleri, Türkiye'nin jeopolitik stratejileriyle birlikte değerlendirme fırsatı bulacaklardır. Doğu Akdeniz'de yaşanan son gelişmeler ışığında ülkemizin enerji diplomasisinde izlediği stratejiler ve bu stratejilerin bölgesel barış ve istikrar üzerindeki potansiyel etkileri ele alınarak, Mavi Vatan'daki hak ve çıkarlarımızın korunması konusundaki kararlılığı ve bu süreçte ustalıkla yapılan jeopolitik manevralar analiz edilmektedir. Kitapta ayrıca Türkiye'nin deniz yetki alanlarında bulunması muhtemel hidrokarbon kaynaklarının bölgesel ve küresel enerji denklemleri üzerinde göstereceği etkiler detaylı bir şekilde tartışılmaktadır. Enerji güvenliği ve ekonomik kalkınma açısından bu kaynakların önemi, Türkiye'nin dış politikasında ve uluslararası ilişkilerinde nasıl bir rol oynadığı ile bunun stratejik yansımaları derinlemesine incelenerek okuyucuya sunulmaktadır.


Azime Telli İnsanlık tarihi, enerji bağımlılığı üzerinde yükselmiştir. Bahse konu bu dinamikte, enerji kaynakları tür olarak değişirken bağımlılık düzeyi günden güne daha derinleşmektedir.
Günümüzde olası enerji krizlerinin hayatın her alanını etkileyecek olması, enerji güvenliğini uluslararası sistemin en hassas noktalarından biri hâline getirmiştir. Bu nedenle, ulusal savunmadan sonra ikinci sırada yer alan enerji güvenliği, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin hayatta kalması ve refahı için birincil endişe kaynağıdır.
Enerji ve jeopolitik her zaman birbirine çok bağlı, iç içe geçmiş kavramlar olmuştur. Ancak, bu iki kavramın ayrılmaz ikili olarak tarih sahnesine çıkması için enerji kaynaklarının kontrolüne yönelik çatışmalarla geçecek 20. yüzyılı beklemek gerekmiştir.
Krizlerin şekillendirdiği enerji jeopolitiği açısından milat olarak kabul edilen 1973 Petrol Krizi'nin 50. yılının arifesinde, dünya yeni bir “büyük şok” ile yüzleşmeye hazırlanmaktadır. Rusya'nın, Ukrayna krizinde enerji silahını kullanmasına enerji yaptırımlarıyla cevap verilirken enerji diplomasisi tarihte hiç olmadığı kadar öne çıkmış durumdadır.
Dışa bağımlılık ve çeşitlendirme olgusunun enerji güvenliği krizlerinin derinliğini belirlediği bir kez daha görülürken çalışmanın amacı, jeopolitik krizlerin dinamiklerinin nasıl işlediğine arz, talep ve transfer ülkeleri cephelerinden kapsamlı bir bakış açısı sunmaktır.

Ali Özkan Soğuk Savaş Dönemi'nde Arnavutluk'un lideri olan Enver Hoca yalnız Balkanlar'da değil tüm dünyada farklı yönleriyle gündeme gelmiştir. İktidara geldikten sonra 40 yıl süreyle aralıksız olarak Arnavutluk'ta diktatörlük konumunu korumuştur.
Yapılan incelemede Arnavut halkının bir kısmı, onu hâlâ Arnavutların ulusal lideri İskender Bey'den sonra büyük bir kişi olarak görmekte iken diğer bir kısmı ise onu bir vatan haini ve Arnavutluk'un modernleşme yolunda en büyük engeli olduğuna inandığı görülmüştür. Ayrıca onun Arnavutluk'u bir “kapalı kutu” hâline nasıl getirdiği de bu incelemede ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.
Enver Hoca, Sovyet lideri Josef Stalin'i bir ilah ve Marksist-Leninist İdeolojisini de bir yaşam tarzı olarak görmüş ve uygulamalarında Stalin'den daha fazla Stalinci olmuştur. Türkiye'de “Enverciler” diye isimlendirilen komünist grup, aynı ideoloji ve yaşam tarzını örnek almıştır.
Çalışmamızın ilk iki bölümünde, Enver Hoca'nın İkinci Dünya Savaşı'nda ülkesine bağımsızlığı nasıl kazandırdığı, kısa zamanda iktidara gelişi ve Arnavutluk İşçi Partisi’nin oluşturulması konuları göz önüne alınmıştır. Daha sonraki iki bölümde ise Enver Hoca'nın iktidarda kalmak için muhaliflere karşı uyguladığı etkisizleştirme siyaseti ve diktatörlük yönleri ile Komünist ülkeleri, Batılı ülkeler ve Türkiye ile olan ilişkileri farklı yönleri ile detaylı olarak ele alınmıştır.
Türkiye-Arnavutluk ilişkileri, Enver Hoca Dönemi’nde genel olarak alt seviyede sürdürülmüştür. Bunda Türkiye'nin takip ettiği parlamenter demokratik yönetim şekli ile Arnavutluk'un takip ettiği Marksist-Leninist yönetim şekli etken olmuştur. Bugün Arnavutluk'u yönetenler ya Enver Hoca Dönemi’ni yaşayanlar ya da onların çocuklarıdır. Dolayısıyla günümüzde Türkiye'nin Balkan politikasını belirlerken Arnavutluk'un bu döneminin bilinmesi, iki ülke arasında geliştirilecek ilişkiler için vazgeçilmez ihtiyaçtır.
Tarihî, kültürel ve akrabalık bağlarıyla birbirine bağlı olan bu iki dost ulus, Balkan barışı için vazgeçilmez iki devlettir ve öyle de kalmalıdır.
Necmettin Aydın Merhum Erbakan;
“Dinle, Sana dizel motoru nasıl çalışır anlatayım. İlk yanmanın olacağı bölüme önce yakıt doldurulur ve sonra akım verilir. Akımın etkisi ile yakıt moleküllere ayrışarak yoğunlaşır, sıkışır, yanar ve patlar.
Bu ilk yanma çok kısa sürer ve kendinden sonraki tüm yanmaları yapar, yani motor çalışır.
İşte sen, öyle bir ilk yanma-patlama (öyle bir iş) yapmalısın ki, kendinden sonraki bütün yanmaları-patlamaları yapsın.
Bu dünya hayatı da çok kısadır. İlk yanma yeridir. Eğer bu dünyada yanmayı başarırsan öbür alem de de ebedi aydınlığa mutluluğa kavuşursun.’’
Erbakan etkisi-devrimi dediğimiz bu örnekte bizzat kendi anlattığıdır. Yaptığı her şey hep ilk yanmadır.
Bülent Karaatlı, Esma Özdaşlı, Hatem Cabbarlı, İlkin Mikayilov, İsa Burak Gonca, Mehmet Bora, Sanyürek, Merve Yavuz, Rövşen İbrahimov, Selim Kanat, Timuçin Kodaman Devletlerin dış politikalarının şekillenmesinde birtakım unsurlar vardır. Bunlar; coğrafi konum, iktisadi yapı, askerî kapasite, nüfus gibi ülke içi faktörler ile uluslararası sistemin yapısı ve dünya kamuoyunun bakış açısı gibi ülke dışı faktörlerdir. Bu durum elbette Ermenistan dış politikası için de geçerlidir. Ermenistan dış politikasını bu unsurlar çerçevesinde değerlendirdiğimizde Güney Kafkasya'da dar bir bölgede sıkışan, denize çıkışı olmamanın neden olduğu jeopolitik zorluklar yaşayan bir ülke ile karşılaşırız. Bununla birlikte Ermenistan, Dağlık Karabağ ve diğer Azerbaycan topraklarının işgali ve İran hariç diğer tüm komşularına yönelik asılsız toprak iddiaları nedeniyle bölgesel tecritle karşı karşıya kalan bir ülke profili çizmektedir.
Erivan yönetiminin izlediği mütecaviz politika ile gücü arasında orantısız bir ilişki vardır ve bu politikayı sahip olduğu imkân ve kabiliyetlerle sürdürmesi mümkün değildir. Bu durum ülkeyi daha fazla Rusya'ya bağımlı hâle getirmekte ve Rusya, Ermenistan Dış Politikası'nı şekillendiren en önemli unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte özellikle de 1990'ların ortalarından itibaren ekonomik destek alabilmek ve Rusya'nın ülkede artan gücünü bir dereceye kadar dengelemek için Batılı ülkelerle de yakın ilişki kurulmaya çalışılmış ve Batı, Ermenistan dış poltikasında önemli bir unsur hâline gelmiştir. Diaspora da Ermenistan dış politikasında etkilidir ve bazı durumlarda ikinci dışişleri bakanlığı rolünü dahi oynamaya çalışmaktadır.
Alper Yalçın, Sevda Yalçın Sovyetler Birliği'nin 1980'lerin sonunda dağılmasıyla birlikte; Baltık Coğrafyası, Kafkasya Bölgesi ve Orta Asya'da on beşe yakın ülke, 1990'ların başında bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Güney Kafkasya Bölgesi'nin Azerbaycan ve Gürcistan ile beraber üç ülkesinden biri olan Ermenistan'da, 1991 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir. Ermenistan bağımsızlığının ardından -tarihten gelen “Büyük Ermenistan” ideallerinin de etkisiyle- sınır komşusu olan devletlerin çoğunluğuyla toprak sorunları yaşamaya başlamış ve bu sorunlar ülkenin ekonomisi başta olmak üzere askeri ve siyasi politikalarına yön vermiştir. Başta Karabağ'ın işgali ile birlikte yaşadığı toprak sorunları ülkenin bölge ülkeleriyle işbirliğine ve entegrasyona gitmesini önleyerek yaşadığı coğrafyadan tecrit edilmesine neden olmuştur. Ülkenin geleceğini geçmişinde araması -gelecek için geçmişi tek taraflı ve yanlı referans alması- umutlarını tüketen, yarınlarını karartan politikalar olarak gündeme gelmektedir.
Ermenistan'ı geçmişten günümüze çok farklı açılardan ele alan kitap; başta Ermenistan ekonomisi olmak üzere, Ermenistan'a, Türk-Ermeni ilişkilerine, Ermeni meselesine ilgi duyan akademisyenler ve öğrenciler olmak üzere, ilgili devlet ve sivil toplum kuruluşlarına yönelik hazırlanmıştır. Araştırmadan elde edilen sonuçlar okuyucuya yalın bir dille sunulmuştur.
Ali Şahin, Erhan Örselli, Yasin Taşpınar Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kamu yönetimlerinde görülebilen etik sorunlar ve etik dışı davranışlar, vatandaşların devlete ve kamu kurumlarına duydukları güvenini olumsuz etkilemektedir. Ayrıca yozlaşmış uygulamalar, kamu yönetimlerinin ciddi itibar ve saygınlık zafiyeti yaşamalarına neden olmaktadır. Vatandaşlar nezdinde kamu yönetimlerinin güvenirliliği ve imajı, artık etik davranıp davranmamalarıyla ilişkili olarak algılanmaktadır.Kamu yönetiminde yaşanan etik dışı davranışlar ve etik ikilemler, bürokrasinin işleyişinden kaynaklanan güven bunalımına neden olmaktadır. Kamu çalışanlarının ve yöneticilerinin etik dışı uygulamaları, kamu yönetimine yönelik güveni azaltan faktörler içerisinde yer almaktadır.
Ömer Lütfi Taşcıoğlu La Première Guerre mondiale était une compétition pour diviser le pillage des terres ottomanes entre les grandes puissances de l'époque. Les attaques impérialistes sont venues des deux côtés. La défense de l’État (ottoman) sur le front oriental, n’a rien de différent de sa défense sur la péninsule de Gallipoli à l’ouest, en termes de sécurité de tous les peuples du pays.
Ensuite, le gouvernement n'a pas eu d'autre choix que de mettre en pratique la pratique de la déportation pour éviter la rébellion, à savoir: la trahison arménienne, qui est aujourd'hui généralement symbolisé par la date du 24 avril 1915, qui devient également une veille du "débarquement britannique à Gallipoli".
Le décret de réinstallation émis par le gouvernement ottoman visait à empêcher les résidents locaux de soutenir, de renforcer et d'inciter les mouvements arméniens agressifs, qui se battaient volontiers pour l'armée adversaire (russe) contre leur propre pays, étant eux-mêmes et aux citoyens de l'Empire ottoman. En plus de cela, sous la forme de gangs armés organisés, ils assassinaient des innocents turcs et / ou musulmans de la région.
Cette décision de réinstallation temporaire a également résolu d'autres problèmes au sein des lignes de communication logistique de l'armée et des autres lignes d'approvisionnement, qui ont été empêchés par ces gangs.
Des gangs arméniens poignardaient l'armée ottomane dans le dos, et des mutinés arméniens causaient encore d'autres maux tels que torturer et massacrer honteusement des femmes, des personnes âgées et des enfants dans les maisons turco-musulmanes laissées par les jeunes de la maison, ceux qui étaient alors occupés à mener des batailles féroces sur les lignes de front d'une guerre féroce, ce que ces gangs faisaient était exactement un "nettoyage ethnique", que dans ces circonstances, la décision de l'État était une précaution obligatoire de la situation de guerre stratégique.
Ömer Lütfi Taşcıoğlu La Primera Guerra Mundial fue una competición de repartimiento el saqueo de tierras otomanas entre las grandes potencias de la época. Los asaltos imperialistas venían por ambos lados. La defensa del Estado (Otomano) en el 'frente oriental' no era nada diferente de su defensa en la Península de Gallipoli en el occidente, en términos de la seguridad de todos los pueblos del país.
Entonces el gobierno no tenía más remedio que poner en vigor la práctica de deportación para evitar la rebelión, i.e: la traición, armenia, la que hoy suele ser simbolizada por la fecha del 24 de abril de 1915, el que también pasa a ser un día antes del 'desembarco británico en Gallipoli'.
El decreto de reubicación emitido por el Gobierno Otomano tenía la intención de impedir a los residentes locales apoyar, reforzar e instigar a los agresivos movimientos armenios, quienes voluntariamente estaban luchando por el ejército adversario (ruso) en contra a su propio país, siendo ellos mismos ya los ciudadanos del Imperio Otomano. Además de esto, en forma de unas bandas armadas que organizaban, estaban asesinando a las inocentes gentes turcas y/o musulmanas de la zona.
Esta decisión de recolocación temporaria resolvió también unos otros problemas dentro de las líneas de comunicación logísticas del ejército y las otras líneas de suministro, las que se impedían por éstas bandas.
Las pandillas armenias estaban apuñalando al ejército otomano por la espalda y los mutinos armenios causaban aun otros males como que torturaban y masacraban vergonzosamente a las mujeres, a los ancianos y a los niños en las casas turcas/musulmanes dejadas atras por los jóvenes de la casa, quienes entonces estaban ocupados luchando feroces batallas en las líneas del frente de una feroz guerra, lo que hacian aquellas bandas era exactamente una “limpieza étnica”, que en estas circunstancias, la decisión del estado era una precaución obligatoria del la situación estratégica bélica.

Şenol Korkut Bu kitap İkinci Muallim Fârâbî'nin siyaset felsefesini kökenleri ve özgünlüğü bakımından incelemektedir.
İslâm düşüncesinde siyaset ilmi ve felsefesini bir ilim olarak inşa eden Fârâbî aynı zamanda Atina odaklı Grek felsefesinin siyasal düşüncesine de bir nevi alternatif siyaset kuramlar dizisinin peşinde koşmuştur. İslâm'ın vahiy öğretisinin getirdiği siyasal unsurlarla antik Grek siyaset felsefesi arasında kendine özgü bir siyaset felse­fesi inşa eden Fârâbî bir yandan siyaset felsefesine yeni problem alanları kazandırırken öbür yandan İslâm düşüncesine erdemli ve erdemsiz şehirler öğretisi ile yeni bir ufuk kazandırmıştır. Filozofun felsefe, mille ve medîne zemininde geliştirdiği erdemli ve erdemsiz bakış açılarını siyaset felsefesine dair irdelediği bütün problem öbeklerinde görebilmek mümkündür. Bu kitapta bir yandan erdemli felsefe, erdemli din ve erdemli şehrin idealize edilmiş felsefî serüveni irdelenirken öbür yandan bozuk felsefe, bozuk dinler ve erdemsiz şehirlerin İkinci Muallim'in felsefî süzgecinde zemmedilmiş hikâyesi ele alınmıştır.
Ahmet Ali Artun, Ali Kuru, Bilge Kağan Şakacı, Cenay Babaoğlu, Erkan Çakır, Esra Banu Sipahi, Hasan Alpay Karasoy, Hayriye Şengün, İhsan Korhan Başer, Levent Memiş, Mohamadan Abdulkasan, Murat Küçükşen, Murat Yaman, Nesrin Açıkgöz, Oğuzhan Erdoğan, Onur Kulaç, Ozan Yetkin, Özgür Vural, Recep Fedai, Tekin Avaner, Türken Çağlar, Yunus Düger, Zeliha Erol Bu kitabın kaleme alındığı günlerde ülkemizin dört bir yanında meydana gelen doğal felaketler, Türkiye’nin coğrafi açıdan taşımış olduğu afet risklerini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Elazığ merkezli 6,8 büyüklüğündeki depremde ve Van’ın Bahçesaray ilçesinde yaşanan çığ felaketinde toplam 82 vatandaşımızın hayatını kaybetmesi, kamu politikaları açısından afet ve acil durum yönetiminin yanı sıra afetlere dirençli bir toplum oluşturabilmek için vatandaşlara verilmesi gereken afet eğitimlerinin önemine dair de kamuoyundaki farkındalığı arttırmıştır. Bu amaçla gerçekleştirilmesi elzem olan faaliyetlerden bir tanesi de bu çalışmanın odak noktasını oluşturan, afetlere bütüncül ve interdisipliner bir bakış açısıyla yaklaşılmasıdır. Bu kapsamda, özellikle afet ve acil durum yönetimi ile ilgili çeşitli disiplinlerin ortak yönleri çalışma içerisinde derinlemesine ele alınmıştır.
“Bizler, bilim insanları olarak afetlerde hiçbir vatandaşımızın zarar görmemesi için akademik katkı bağlamında kazanımlarımızı paylaşarak sunmaya çalışmaktayız. Kitabımızı, Elazığ depreminde ve Van’ın Bahçesaray ilçesindeki çığ felaketinde hayatını kaybeden vatandaşlarımızın aziz anılarına armağan ediyoruz. Milletimizin başı sağ olsun.”
Ahmet Nohutçu, Ali Ziyrek, Bayram Coşkun, Cenay Babaoğlu, Çiğdem Akman, Çiğdem Pank Yıldırım, Elvettin Akman, Fahri Bakırcı, Furkan Saitoğlu, Gökhan Dökmen, Haluk Alkan, Hamza Ateş, Hicran Hamza Çelikyay, Mahmut Doğan, Menaf Turan, Murat Okcu, Musa Eken, Oğuzhan Erdoğan, Onur Kulaç, Önder Kutlu, Özcan Sezer, Recep Fedai, Sefa Usta, Soner Ünal, Tekin Avaner, Veysel Eren, Yusuf Şahin Türkiye'de uygulanmakta olan parlamenter hükümet sisteminin mevcut hâliyle ülkenin sosyoekonomik kalkınmasında, siyasal sürecin sağlıklı işlemesinde yeterli olmadığı ve hantal bir bürokratik yapının oluşmasına sebep olduğu, farklı siyasetçiler tarafından uzunca bir süredir tartışılmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de uzun yıllardır yapılan bu tartışmaların bir sonucudur. Yeni yönetim sistemi, bu tartışmaları sona erdirmemiş, yeni tartışma konularının da ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Bu kitap da hem yeni sistem tartışmalarına cevap bulmak hem de kamu yönetimi sistemimizde yaşanan köklü değişimlere ışık tutmak amacıyla ortaya çıkmıştır. Her bir bölümü kendi alanında uzman kişiler tarafından ele alınan bu kitapta; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne Geçiş Süreci, Yürütme, Yasama, Yargı, Bakanlıklar, Politika Kurulları, Ofisler, Yerel Yönetimler, Üst Düzey Yönetici Atamaları, Mali Yapının Yapısal ve Kurumsal Dönüşümü, Kamu Personel Sistemi, Kamu Politikası ve Kapatılan Kurumlar ile Siyaset Yapma Süreci konuları ele alınmıştır.
Süleyman Hayri Bolay “Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü’nün 12. baskısı yapılıyor. Bu sözlüğün bu kadar rağbet görmesinin sebebi diğer felsefe sözlüklerinden çok farklı olmasıdır. Bu farklılığı ortaya koyan amillerin başında taşıdığı bir kısım özelliklerin diğer sözlüklerde bulunmamasıdır. Bu farkları okuyucular zaten bilmektedirler ve bunun için bu eseri daha çok tercih etmektedir. 11. baskıya talep üzerine hâdis, hudus delili, hukuk felsefesi, eğitim felsefesi, kimlik, ölüm ve ölüm ötesi, spor felsefesi, tasarım felsefesi, terör gibi maddeler ilave edilmişti. Ayrıca Allah maddesine meşhur fizikçi ve astronom Newton’un kitabından bazı sözleri eklenmişti. Bu ilavelerin kabul ve rağbet gördüğünü gelen ifadelerden anlıyoruz. Biz belki bu hususlarda küçük çapta bir öncülük yapmış olabiliriz. 12. baskıya da çalışma / iş felsefesi, müzik felsefesi, tehafüt, şuur gibi maddeleri yine talep üzerine ilave ettik. Ayrıca bilgi felsefesi ile ilgili kısma bazı eklemeleri zaruri gördük. Diğer taraftan bizim bildiğimiz kadarıyla iş felsefesi ve müzik felsefesi gibi mevzularda ülkemizde ciddi surette çalışmalar yapılmamaktadır. Yaşayan bir filozofumuz ve 20. asrın 20 büyük fizikçisi arasında yer alan Yalçın Koç’un Nazarî Musikînin Esasları adlı eserini bu konuda istisna tutmak isabetli olur. Eserin yeni baskılarını gerçekleştiren Nobel Akademik Yayıncılık kuruluşunun muhterem başkanına, diğer yetkililerine ve çalışanlarına çok teşekkür ederim.”
Ahmet Cevizci Felsefeye Giriş, bir disiplin ve entelektüel faaliyet olarak felsefeye bir giriş yapmayı amaçlayan kimseler için kaleme alınmıştır. Eser, bu girişi felsefenin kendisini, temel kavram, akım ve konularını, felsefeye özgü düşünme ve akıl yürütme biçimlerini tanıtmak suretiyle yapmayı amaçlamaktadır. Sekiz bölümden oluşan eserde, felsefeyle bir tanışıklık tesis etmeyi amaçlayan bir ilk bölümün ardından, epistemolojiyle, bilim felsefesi, varlık felsefesi, etik, siyaset felsefesi, din felsefesi ve sanat felsefesiyle ilgili konulara yer verilmektedir.
Felsefeye Giriş felsefeyle tanışmak isteyen, “büyük sorular üzerine argümantatif ve sorgulayıcı bir tarzda düşünme” olarak tanımlayabileceğimiz felsefeyi hayatlarına bir şekilde dâhil etmek isteyen herkese hitap etmekle birlikte, esas orta öğretim kurumlarında belli bir felsefe kültürü aldıktan sonra bu kültürü biraz daha zenginleştirmek isteyen eğitim fakültesi öğrencileri, geleceğin öğretmen adayları için kaleme alınmıştır. Eserin en önemli özelliği, felsefenin konularını yapılandırmacı bir yaklaşımla ele almasıdır; yani, Felsefeye Giriş kitabı, felsefenin konu ve problemleriyle ilgili olarak hazır bilgi aktarmak yerine, öğrencinin felsefi sorular ve problemler üzerine düşünmesini ve gerekli sorgulamaları yapmasını temin edecek tarzda, şemalar ve görsel malzemeden yararlanılarak oluşturulmuştur.
Sinem Yüksel Çendek Uluslararası ilişkilerin en önemli konularından biri olarak kabul edilen güvenlik, pek çok kuram ve yaklaşım tarafından ele alınmıştır. Bunlar arasında güvenlik konusuna eleştirel yaklaşan feminist uluslararası ilişkiler, son yıllarda ön plana çıkmış ve toplumsal cinsiyet rollerinin önemini vurgulayarak genelde uluslararası ilişkilerde, özelde de güvenlik alanında kadınların varlığını ve tecrübelerini sorgulamıştır.
Bu eserde; uluslararası ilişkilerin tartışmalı alanlarından biri olan Avrupa Birliği'nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP), feminist uluslararası ilişkiler çerçevesinde ele alınmış; ODGP'nin nasıl feminize edildiğine, kadınların dış politikada karar alma ve temsildeki konumları ile kendilerine araçsal bakış açısına; paradoksal açıdan kadınların güçlendirilmesi konularına değinilmiştir. Eser pek çok farklı açıdan ele alınan ODGP'yi kadınların dış ve güvenlik politikalarındaki mevcudiyeti açısından ve feminist uluslararası ilişkiler yaklaşımı çerçevesinde ele alarak literatüre katkıda bulunmuştur.
Cemil Doğaç İpek Bu çalışmanın amacı, benzer temelden (aynı dili konuşmak: Fransızca/ Türk Dili) yola çıkan iki uluslararası örgütün; Frankofoni ile Türk Konseyi'nin bağlamını analiz ve mukayese etmektir. Nevi şahsına münhasır bu iki tecrübenin, anlamı bir taraftan tarihi süreç boyunca aranırken diğer taraftan da bugünün perspektifi ile yorumlanmaya çalışılmıştır. Frankofoni'nin kuruluşu Avrupa'nın kolonilerini yitirerek dünya siyasetinin merkezi olma vasfını kaybettiği dönemi işaret ederken; Türk Konseyi'nin kuruluşu ise Soğuk Savaş döneminin ideolojik rekabet ortamının ve iki kutupluluğun sona erdiği dönemin sonrasını işaret etmektedir.
Konuyla alakalı olarak literatür incelendiğinde uluslararası örgütler alanına odaklanan akademik çalışmalar uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde önemli bir hacme ulaşmış bulunmaktadır. Frankofoni ile Türk Konseyi'nin bağlamının anlamlandırılması ve mukayese edilmesi amacı etrafında kaleme alınan bu çalışma, söz konusu külliyatın bir bölümü ile paylaşılan sorulara uluslararası ilişkiler ve sosyal bilimlerin ilgili alanlarından teorik perspektiflerle güncel zeminde bir cevap arayışının ürünüdür.
Müzehher Yamaç Bu kitap; Osmanlı Orta Doğu’sunun paylaşım planlarında yer alan bir kısım olaylara, arşiv belgelerine de yer verilerek, ışık tutmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında kendilerine vaat edilen “Büyük Ermenistan” hayallerini gerçekleştiremeyen Ermeniler, savaşın ardından oluşturulan Ermeni-Kürt ittifakı ile bu hayallerini gerçekleştirmeye çalışmışlar, amaçlarına ulaşamayınca da “Büyük Savaş’ta kendileri için savaştıklarını” her fırsatta ifade ederek Fransızlardan yardım isteklerini tekrarlamışlardır. Fransızların bir borç ödeme hissiyatı içinde, Ermenilerin Türk topraklarından ayrılarak göç ve yerleşimlerini organize ettikleri anlaşılmaktadır. 1930-1940 yıllarını kapsayan ve Ermeniler açısından uzun bir durgunluk olarak anılan bu dönem, esasında bir “Ermeni Sorunu”
nun yaratıldığı dönemdir. Savaş sırasında Osmanlı topraklarından kovulduğunu iddia eden Ermeniler, savaş sonrasında “katliam” (massacres) ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise soykırım (génocide) sözcüğünü öne çıkardıkları bir varlık ideolojisi yaratarak, tarihi olayların ötesinde uluslararası politikanın önemli bir gündemini oluşturmaya devam etmektedirler.
Zeynel Levent İlk örnekleri ilkel insan topluluklarına kadar götürülebilecek olan gayrinizami harp, geçmişte yalnızca zayıfın güçlüye karşı başvurduğu bir yöntem iken bugün güçlünün güçlüye hatta güçlünün zayıfa karşı uyguladığı bir harp türüne evrilmiştir. Bir başka ifadeyle, tarihî süreçte gayrinizami harp sürekli olarak form değiştirmiş, ivme kazanmış ve uygulama alanı yıllara sâri olarak genişlemiştir.
Bu harp türünün Türk tarihindeki ilk somut örnekleri Avrupa ve Amerika'daki uygulamalara nazaran oldukça erken bir tarih olarak kabul edilebilecek olan M.Ö. VI. yüzyılda görülmüştür. Osmanlı Devleti döneminde ise gayrinizami harbin en bilindik temsilcileri hafif süvari kuvveti hüviyetindeki “Akıncılar” ile istihbarat teşkilatı ve özel kuvvetleri aynı çatı altında toplayan kompakt bir yapı ve erken dönem bir gayrinizami harp örgütü olarak tanımlanabilecek olan “Teşkilât-ı Mahsusa”dır. Millî Mücadele döneminde ise “Kuva-yı Milliye”, İtilaf Devletleri konvansiyonel birliklerine karşı gerilla harbi, yıkıcı faaliyetlerde bulunan azınlıklar ile ayrılıkçı gruplara karşı kontrgerilla harbi vermiş ve gerek gerilla gerek kontrgerilla harbi hükûmet çapında yürütülen psikolojik harp faaliyetleriyle desteklenmiştir.
Kadim Türk tarihi gayrinizami harp açısından bu derece zengin bir altyapıya sahip olmasına rağmen Türk gayrinizami harp geleneğinin tüm boyutlarıyla günyüzüne çıkarılamadığı, yüzlerce yıllık tecrübenin doktrinize edilemediği ve bu alanda yeterince akademik çalışma yapılmadığı, yorumdan öte tespittir. Literatürdeki bu büyük boşluğun, gayrinizami harbe duyulan ilginin arttığı bir dönemde birbiri ardınca yayımlanan ve gerçekte var olan ile var olması istenilenin birbirine karıştırıldığı tevatür cinsinden, tekdüze eserlerle doldurulması mümkün değildir.
Çıkış noktası bu paradoks olan kitap; Geç Osmanlı ve Millî Mücadele dönemlerine ait Türk ve İngiliz arşiv belgelerinin incelenmesi, gayrinizami harbin sahadaki uygulayıcıları ve bu alanda akademik anlamda çalışan kişilerle yapılan mülakatlar, ulusal/uluslararası arenada modern gayrinizami harp teorisinin oluşumuna katkıda bulunmuş kişilerin öğretileri ve İngiliz-Amerikan ordu talimnamelerinin bir arada değerlendirilip yorumlanmasıyla oluşturulan ve “Türkiye'de gayrinizami harp alanında hazırlanan ilk doktora tezi” olma özelliği taşıyan akademik bir çalışmanın gözden geçirilmiş hâlidir.
Sabri Orman İnsan davranışlarında ve onların ahlâki olarak değerlendirilmesinde sosyal olana öncelik verilmesi veya sosyalin öncelenmesi gerekliliğini esas alan çalışma, Gazâlî düşüncesinin daha önce hiç gündeme gelmemiş bir yönüne ayna tutuyor. Bu durum, ahlâki değerler sisteminde geçişsiz olanlara kıyasla geçişli faziletlerin daha makbul; geçişli reziletlerin ise yine geçişsiz olanlara kıyasla daha menfur görülmesi şeklinde ifade edilebilir. Çalışmada ayrıca Orman, Gazâlî’nin hukuk ve ahlâka dair son derece dikkate değer iki ayrı yaklaşımını sosyal adalet perspektifine veya sosyal adalet meselesini bu iki yaklaşım perspektifine yerleştirmeye çalışıyor. Bunlardan birisi, farz-ı kifâye yaklaşımı, diğeri de mesâlih ve makâsidu’ş-şerîa yaklaşım veya teorileridir. Risale, bu iki yaklaşımın birer sosyal veya kolektif sorumluluk/ yükümlülük referansı olarak kullanılabileceğinin gösterilmiş olması açısından önemlidir.
Uğurcan Ayik Kentsel dönüşüm, projeleri 1999 Marmara Depremi'nden sonra gündemimizdeki yoğunluğunu artırmıştır. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerimizdeki yapılar son yıllarda kentsel dönüşüm projelerine konu olmaktadır. Bu kitapta, bölgesi için önemli bir kent olan Gaziantep'in dönüşüm projelerine odaklanılmaktadır. Kitap kapsamında son üç yıldaki saha çalışmaları ile edinilen verilerin çıktıları okuyucuyla paylaşılarak tartışmaya açılmıştır. Ayrıca kitapta sadece dönüşüm uygulamaları ele alınmamakta aynı zamanda kentsel dönüşüm projelerinin bağlamlarından koparılmadan Türkiye'nin kentleşme sürecine etkilerine de ışık tutulmaktadır.
06 Şubat 2023 depremlerinden sonra kentsel dönüşüm projelerinin gündemimizde daha fazla yer edineceği aşikârdır. Böyle bir süreçte bu kitap geçmişten dersler almamız gerektiğini temel önerme olarak sunmaktadır. Bu açıdan kentsel dönüşüm projeleri, gelecek nesillere daha yaşanabilir kentler bırakılması görevini sürdürmektedir. Kitap, depremden en fazla etkilenen kentlerden olan Gaziantep'teki uygulamaların bundan sonra nasıl olması gerektiğine dair kıymetli okuyuculara, kent yöneticilerine önemli hatırlatmalar da yapmaktadır.
İsa Yayla Türkiye ekonomisinin lokomotif sektörlerinden biri olan turizmin gelişimi ve düzenlenmesi konusunda hukuki düzenlemeler büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda Cumhuriyet tarihi boyunca temelde turizm faaliyetlerinin sağlıklı bir zeminde ve planlı bir şekilde yürütülmesini amaçlayan farklı seviyelerde pek çok hukuki düzenleme yapılmıştır. Turizm mevzuatını bütüncül bir yaklaşımla ele alan bu kitapta, 1930'lu yıllardan itibaren turizm mevzuatına yönelik T.C. Anayasası, turizm sektörünü doğrudan ve dolaylı olarak şekillendiren kanunlar, Bakanlar Kurulu kararları, Cumhurbaşkanı kararnameleri ve yönetmelikler gibi çeşitli düzenlemelere yer verilmiştir. Bu kapsamda mevzuat türleri ilk yayımlandığı hâllerine ve yapılan değişikliklere göre turizm sektörü özelinde ele alınmıştır. Zamanla gerçekleşen değişiklikler kronolojik olarak verilen mevzuat bileşenlerindeki gelişimin daha net gözlenmesi amacıyla karşılaştırmalı bir yöntemle yorumlanmıştır.
Kitapta, hem güncel turizm mevzuatı ve değişiklikleri hem de yürürlükten kaldırılmış olan turizme yönelik mevzuat işlenmiştir. Dolayısıyla meri ve mülga olmak üzere 18 kanun, 3 kanun hükmünde kararname, 2 Cumhurbaşkanlığı kararı/kararnamesi ve 93 yönetmelik mevzuat silsilesine göre verilmiştir. Sayıca fazla oluşu nedeniyle yönetmelikler, okuyucuya kolaylık sağlamak amacıyla yayımlandığı dönemdeki turizmden sorumlu bakanlık başlığı altında toplanmıştır.
Mevzuattaki boşluklar ve yeniden düzenlenmesinde ihtiyaç görülen alanlar tespit edilerek kamu otoritelerine çeşitli tavsiyelerde bulunulmuştur. Bu bağlamda çalışma, bürokrasi ve sektör temsilcileri ile akademisyenler ve araştırmacılar başta olmak üzere tüm turizm paydaşlarının yararlanabileceği kapsamlı bir kaynak niteliği taşımaktadır.
Ahmet Sapmaz, Ali Eravcı, Ali Tokmak, Aslı Yiğit, Aytaç Durmaz, Burcu Özdemir, Duygu Dersan Orhan, Emel Kahraman, Emirhan Kaya, Erdem Eren, Ferdi Güçyetmez, Gamze Helvacıköylü, Gökhan Cin, Halit Hamzaoğlu, Hasan Hüseyin Tekin, Hayrettin Güler, İdil Tunçer Kılavuz, İskender Karakaya, Kemal Kantarcı, Kezban Acar, Levent Aydın, Mehmet Tunahan Çelik, Melih Demirtaş, Metin Kıratlı, Moldyr Komekova, Murat Yorulmaz, Onur Limon, Salih Yılmaz, Serdar Yılmaz, Sezai Özçelik, Sibel Mehter Aykın, Sina Kısacık, Tibet Abak, Tuğçe Dündar, Victoria Bilge Yılmaz, Yeşim Güçlü Geniş bir tarihî arka plana sahip olan Türk-Rus ilişkilerinin gelişmesi adına Rusya'nın her yönüyle bilinmesi büyük önem taşımaktadır. Günümüzde Türk-Rus ilişkileri bir taraftan tarihten beri görülmedik derecede gelişme dönemleri yaşar­ken diğer taraftan stratejik ve bölgesel politikalar karşısında sergiledikleri farklı yaklaşımlar nedeniyle birtakım meydan okumalar ve sınamalarla da karşı karşıya kalmaktadır. Fakat hem Rusya hem Türkiye, dış politikadaki görüş farklılıklarının ülkelerin birbirine yönelik tehditkâr politikalara dönüştürülmemesi gerektiği gö­rüşüne uyum sağlamıştır. Barışın tesisi ve istikrarın korunması açısından tarihî, etnik ve kültürel bağlar ile coğrafi konumlarından dolayı Türkiye ile Rusya arasın­daki ilişkiler sadece kendileri açısından değil, bölgede geniş çaplı ilişki içerisinde oldukları diğer ülkeler için de çok önemli hâle gelmiştir.
Rusya ve Türkiye, Suriye, Irak, Libya gibi bölgelerde her ne kadar farklı stra­tejilere sahip olsalar da zamanla iş birliğinin faydalarını görmüşler ve sürdürüle­bilir ilişki modelini benimsemişlerdir. Ukrayna konusunda Türkiye her ne kadar Rusya'nın politikalarını desteklemediğini açıklamışsa da diğer Batı ülkeleri gibi yaptırımlara katılmamıştır. Rusya'ya yaptırım uygulamayan ender ülkelerden bi­risi olarak Türkiye, dünyada Rusya-Ukrayna barışına giden yolda ara bulucu rolü üstlenebilecek tek ülke konumuna gelmiştir.
Rusya'nın tarihî, kültürel, siyasi, ekonomik, askerî, hukuki ve diğer alanlardaki politikalarını anlamak adına bu kitabın faydalı olacağını düşünüyoruz. Alanında uzman isimlerin yazmış olduğu makalelerden oluşan “Geçmişten Günümüze Rus­lar ve Rusya” eserinin bu sahada çalışanlar, ilgililer ve bütün okuyucu­larımız için faydalı olmasını dileğiyle.
Celalettin Yavuz, Cemalettin Taşkıran, Esma Özdaşlı, Fahri Türk, Mehmet Yüce, Muzaffer Ercan Yılmaz, Süleyman Kızıltoprak, Yelda Ongun Bu kitap Türkiye – Orta Asya ilişkilerinin gelişmesine bir köprü olma amacı taşımaktadır.
Bu kitab Türkiyə - Azərbaycan münasibətlərinin inkişafı üçün bir körpü məqsədi daşımaqdadır.
Бұл кітап Түркия - Орта Азия қатынастарының дамуына көпір болды.
Bu kitap Türkiýe - Merkezi Aziýa gatnaşyklaryň ösüşiniň köprüsi bolmagyny dowam etdirýär.
Бу китоп Туркия - Орто Осиё иштрокчиларинин рвожланиш коприги болди.
Ин китоб Туркия - Пуле барои Рушди Миуносибатхои Кишвархои Осиеи Маркази мебошад.
Бул китеп Туркия - Орто Азиянын мамилелерин онуктуруу максатын ташыйт.
წინამდებარე წიგნის მიზანია წვლილი შეიტანოს თურქეთსა და შუა აზიის ქვეყნებს შორის ურთიერთობების გამყარებაში.

Bu kitap, her geçen gün gelişmekte olan Türkiye – Orta Asya ilişkilerine dikkat çekmek ve bu ilişkilerin olumlu bir şekilde gelişmesine katkı sunmak amacıyla hazırlanmıştır.
Son günlerde Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan gelişmeler, Türk dünyasının birlik ve beraberliğe olan ihtiyacını bir kez daha göstermiştir. Aynı coğrafyanın, aynı kaderin ve aynı mukaddesatın fertleri olarak ortaya koyulan birliktelik, binlerce yıldır hür yaşamış Türk milletinin asla esir edilemeyeceğinin bir göstergesi niteliğindedir.
Bu alandaki önemli bir eksikliği giderecek olan kitabın Orta Asya araştırmacılarına, akademisyenlere ve Türk dünyasına gönül verenlere kaynak teşkil etmesi planlanmıştır. Kitapta Türkiye – Azerbaycan, Türkiye – Kazakistan, Türkiye – Türkmenistan, Türkiye – Özbekistan, Türkiye – Tacikistan, Türkiye – Kırgızistan ve Türkiye – Gürcistan ilişkileri, ikili analizler şeklinde yer almaktadır. Kitap bu alandaki en güncel kitap olma özelliğiyle, Türk dünyasının geçmişten bugüne olan ilişkilerine ışık tutmaktadır.
Aslı Yiğit, Emete Gözügüzelli, Eren Yiğitoğlu, Hayrettin Güler, İdil Tunçer Kılavuz, Melih Demirtaş, Metin Kıratlı, Osman Karatay, Selinay Ergenç, Selinay Ergenç, Serkan Acar, Tolga Otabatmaz, Valeriy Morkva, Valeriy Morkva, Zhuldyz Kanapiyanova Geniş bir tarihî arka plana sahip olan Türk-Ukrayin ilişkilerinin gelişmesi adına Ukrayna'nın her yönüyle bilinmesi büyük önem taşımaktadır. Günümüzde Türk-Ukrayin ilişkileri Rusya-Ukrayna Savaşı çerçevesinde de şekillenmektedir.
Ukrayna ve Türkiye, dış politikada ülkelerin birbirine yönelik politikalarına karşı aynı anlayışa sahiptir. Barışın tesisi ve istikrarın korunması açısından tarihî, etnik ve kültürel bağlar ile coğrafi konumlarından dolayı Türkiye ile Ukrayna arasın­daki ilişkiler sadece kendileri açısından değil bölgede geniş çaplı ilişki içerisinde oldukları diğer ülkeler için de çok önemlidir.
Ukrayna ve Türkiye, özellikle silah sanayisinde ve ticarette önemli iş birliklerine sahiptir. Ukrayna toprakları tarihte Türk topluluklarının göç ve yerleşim sahası içerisinde yer aldığından kültürel ve dil açısından da etkileşim yaşanmıştır. Türkler ve Ukrayinler, Osmanlı Devleti döneminde Karadeniz'de iş birliği yaparak tarihî-kültürel etkileşimlerini devam ettirmişlerdir. Ayrıca Ukrayna Devleti'nin oluşumunda da Osmanlı Devleti'nin katkıları olmuştur.
Türkiye'de Ukrayna konusundaki çalışmalar oldukça kısıtlıdır ve yeni başlamış görünmektedir. Alanında uzman isimler tarafından yazılan Geçmişten Günümüze Ukrayinler ve Ukrayna adlı bu eserin, Ukrayna'nın tarihî, kültürel, siyasi, ekonomik, askeri, hukuki vd. alanlardaki politikalarını anlamak adına okuyuculara faydalı olmasını dileriz.
Ali Ekşi, Asena Altın Gülova, Asmin Kavas Bilgiç, Ayça İzmirlioğlu, Barış Öztuna, Bekir Parlak, Celal Tolgay, Dilek Eser, Güliz Müge Akpınar, Gülşen Sarı Gerşil, Işıl Kellevezir, İnan Eryılmaz, Kamil Orhan, Özlem Çakır, Sevgi Tokgöz Güneş, Sinem Utanır Altay, Yakup Özkaya, Zerrin Toprak Karaman Gelecek Ne Getirecek? Tüm Yönleriyle Toplum 5.0, başlıklı bu yeni kitabımız, son yıllarda önem kazanan ancak anlamsal içeriğinin henüz tam anlaşılmadığı "Toplum 5.0" kavramına çok yönlü açıklık getirmeyi hedeflemektedir. İçerik olarak disiplinler arası hazırlanmış olup uzmanlarımızca özellikle merak edilen ve gelecekte daha da önem kazanacak konular işlenmiştir. Toplum 5.0 ekseninde “Gelecek Ne Getirecek?” sorusu ile merak uyandırarak, bazı seçilmiş konuların günümüz ve gelecekte alabileceği yönü sorgulayarak, okuyucuyu bu konularda düşünmeye davet etmektedir. Akıllı Toplum sürecine geçiş olarak da yorumlanan, "dijital toplum" faaliyetlerinin esasen bilgi üretme ile de yakın ilgisini görmek gerekir. Bu bağlamda uzmanlarımız toplumda robotlaşma sürecinin yarattığı korku etkisiyle, akıllı teknoloji kullanma faaliyetlerini, bir tehdit değil ancak bir fırsat ve üzerinde çalışıldığı takdirde toplumsal güçlü yan olarak görmektedir. Akademik bir emek ürünü olan kitabımızın bilgi üretme yönünde okuyucularımızı teşvik ederek örgütsel bilgelik yolunda yeni bir bakış açısı geliştirmesi, toplumsal yaşamın ilgili alanlarında yol göstericilikte faydalı olmasını dileriz.
Ergün Köksoy Bu kitap, ülkelerin uluslararası ilişkilerinin ve iletişimlerinin aldığı yeni formu tanımlayan kamu diplomasisini ve kamu diplomasisi için de bir değişim ve dönüşüm unsuru olan dijitalleşmeyi ve bağlantılı konuları incelemeyi amaçlamaktadır. Kitapta, birbiriyle ilişkili ve kamu diplomasisini merkeze alacak şekilde; uluslararası ilişkiler, diplomasi, kamu diplomasisi, dijitalleşme, dijital diplomasi ve dijital kamu diplomasisi kavramları ve olguları ele alınmıştır. Çalışma kapsamında; Türkiye kamu diplomasisinin; güncel yaklaşımına, gelişimine, aktörlerine ve uygulamalarına değinilmiş, Türkiye kamu diplomasisi üzerine genel değerlendirmeler yapılmış ve söz konusu diplomasinin gelişmeye açık alanları konusunda önerilerde bulunulmuştur. Kitap, bu hâliyle kamu diplomasisini güncel bir perspektifle ele almayı, geleneksel kamu diplomasisi ile dijital kamu diplomasisi arasında bir köprü görevi üstlenmeyi amaçlamaktadır.
Şerif Öner Yerel yönetimler, yerel ihtiyaçların karşılanması ve demokratik süreçlerin devamlılığı amacına yönelik olarak kurulmuşlardır. Özellikle yerel ihtiyaçların karşılanması açısından Osmanlı'dan itibaren yerel yönetimler, Türk modernleşmesinin önemli göstergelerinden biri olmuştur. Osmanlı'da kadı, lonca ve vakıflar aracılığıyla gerçekleştirilen yerel yönetim fonksiyonları, ilerleyen süreçlerde İhtisap Nezareti, İstanbul Şehremaneti, Altıncı Daire-i Belediye gibi yeni kurumsal yapılara devredilmiştir. Cumhuriyet Dönemi'nde, köy ve belediye kanunları ile modernize edilen yerel yönetimler, “Cumhuriyet ideallerinin topluma yansıtılmasının aracı” olarak da düşünülmüştür. 1961 Anayasası ile ilk kez ayrıntılı düzenlenen yerel yönetimler, mevcut anayasamızda varlığını güçlü şekilde sürdürmektedir. Artan nüfus ve kentleşme, küreselleşme, teknolojik gelişmeler vb. pek çok unsur, yerel yönetimlerin kurumsal ve mevzuat açısından değişimler geçirmesini gerektirmeye devam etmektedir. Bu çerçevede; 1984, 2004, 2005 ve 2012 yılları, yerel yönetimler açısından kırılma noktası oluşturmuştur. Örneğin, 1984'te uygulanmaya başlanan büyük şehir modeli, 2004'te 5216 sayılı Kanun'la değişime uğrarken 2012'de 6360 sayılı Kanun'la on dört yeni büyükşehir daha kurulmuştur. Bugün, sayısı otuz olan büyükşehir modeline, 2021 yılında “kırsal mahalle” statüsü eklenmiştir. İklim değişikliği, hava kirliliği, akıllı kent, yapay zekâ vb. gelişmelerin, kent yönetimleri başta olmak üzere yerel yönetimler üzerinde kurumsal ve mevzuat bazlı değişim baskısı oluşturmaya devam etmesi kaçınılmazdır.
Ne dersiniz? Gelenekselden moderne yerel yönetimlerde gerçekleşen ve devamı kaçınılmaz olan değişim ve dönüşümler; “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” diyen Herakleitos ve “Dün dünde kaldı cancağazım artık yeni şeyler söylemek lazım.” diye seslenen Mevlana'yı haklı çıkarmaya devam edecek mi?


Nihat Seyrek “Mülkiye'den de öğrencim olan Dr. Nihat Seyrek, elinizdeki kitapta, Gezi Parkı Olayları'nı günlük tartışmalardan uzak bir şekilde değerlendiriyor, farklı yönleriyle analiz ediyor.”
Prof. Dr. İlber Ortaylı
“Evvela bir doktora tezi olan ve benim de savunma jürisinde bulunduğum bu çalışma, sosyal bilimlerin tamamının içinde barındırdığı bir özellik olarak olay ya da olguları, bir savcı iddianamesi gibi titiz, mesnetlendirilmiş ve kesin bir kanaat ile sonuçlanan mahiyette bir anlatı ile sunma amacını haiz olsa da çalışmanın asıl katkısı; yine sosyal bilimlerin bir savcı iddianamesinden farklılaşan özelliği olarak kesin doğru-yanlış tespitlerini aşan bir tartışma zemini sağlaması ve bu zemini geniş bir bağlam, literatür ve kavram setleri ile okuyucuya aktararak ve yakın tarihsel bir vakaya bakışta, çağımızın en önemli hastalığı olan tarafgirliği aşarak keskinlik arayışı yerine soğukkanlı bir sorgulama için imkân yaratması olsa gerektir.”
Prof. Dr. Taşansu Türker
“Küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi sorunların yaşandığı ve dünyanın geleceği ile ilgili endişelerin arttığı bir dönemde, çevre sorunlarını, toplumların gündemine taşımak, bu alanda, sorunun çözümüne yönelik girişimlerde bulunmak, büyük önem kazanmıştır. Çevresel değerlerin korunmasında, çoğu zaman kamu yönetimi ile çevresel grupların karşı karşıya gelmesi, çevresel gruplar için toplumsal desteğin sağlanmasının ve kamu yönetimi için de kriz yönetiminin ne kadar önemli olduğunu bizlere göstermiştir. Dr. Nihat Seyrek, Türkiye'de Gezi Parkı Olayları'nı, yeni sosyal hareketler bağlamında irdeleyen bir çalışma ortaya koymuştur. Bu eser; kriz yönetimi, yeni sosyal hareketler ve çevrenin korunması konularına ilgi duyanlar için değerli bir çalışmadır.”
Prof. Dr. Selim Kılıç
Arda Özkan, Arzu Kurşun, Bora Yenihan, Gülşah Taşçı, Harun Tanrıvermiş, İlbey Dölek, Mehmet Ali Kirman, Nagihan Taner, Pınar Türkmen Birlik, Ruşen Keleş, Sabriye Çelik Uğuz, Selen Ezme Yumak, Sema Buz, Serdar Gündoğan, Sevda Köse, Şebnem Köşer Akçapar, Şirin Dilli, Tolga Çıkrıkçı, Yeliz Yazan Koç, Yeşim Tanrıvermiş Bu kitap, “göç” kavramını disiplinlerarası bir perspektifle tartışmaktadır. Alanda göç üzerine yapılan araştırmaların çoğu tek bir disiplinle konuya odaklanırken elinizdeki bu kitap birçok disiplinin farklı boyutlarıyla göç olgusuna ışık tutmaktadır. Ayrıca kitap, göç çalışmalarının yanı sıra farklı disiplinlerde araştırma yapan öğrenciler ve akademisyenler için de değerli bir kaynak olacaktır.
Ahmet Küçük, Ayşe Mahinur Tezcan, Ayşegül Balta Özgen, Ayşegül Bostan, Aytaç Duran, Berrak Çağla Bulduk Aydın, Besim Can Zırh, Cahit Aslan, Canan Çetin, Cengiz Ekiz, Ceren Avcil, Çağlar Özbek, Elif Çetin, Emrah Firidin, Erkan Arslan, Fethi Nas, Filiz Göktuna Yaylacı, Gamze Koçak Erat, Hakan Sezgin Erkan, Handan Akyiğit, Hasan Biçim, Hülya Sağlam Yıldız, Hürol Çankaya, Hüseyin Sevinç, İbrahim Berkan Karataş, İpek Agcadağ Çelik, İsmail Öz, Kıvanç Demirci, Kubilay Düzenli, Kübra Yüksel, Levent Memiş, M.Mustafa İyi, Mehdi Pekedis, Mehmet Koca, Merve Burcu, Merve Çetin, Merve İzci, Muhittin Işık, Murat Dinç, Mustafa Tayfun Üstün, Nigâr Değirmenci, Niyazi İpek, Nur Seda Temur, Olgu Karan, Özkan Gökcan, Özlem Ayık, Pelin Kılınç, Pınar Çağlayan, Recep Baydemir, Selim Bozdoğan, Sibel Dinç, Songül Sallan Gül, Sultan Kavili Arap, Tekin Avaner, Tuba Nergiz, Tuna Batuhan, Tülin Demirci, Veysel Erat, Yakup Özkaya, Yasemin Oğuzlar Tekin, Yavuz Acungil, Yıldız Atmaca, Zahide Erdoğan, Zeynep Hiçdurmaz
Yusuf Adıgüzel Temel göç konularına giriş mahiyetindeki bu kitap, kısa sürede 5. basımını yaparak alandaki kaynak eserlerden biri olmuştur. Göç Sosyolojisi kitabı, göçün sosyolojik boyutlarına, ulusal ve uluslararası toplumsal etkilerine eğilmeyi amaçlamaktadır. Kitapta öncelikle göçe ilişkin kavram ve kuramlar açıklanmakta, göç hareketleri yerelden küresele bir izlekle ele alınmaktadır. Türkiye'de iç göç süreçleri, kentleşme, kentlileşme ve hemşerilik boyutlarıyla birlikte değerlendirilmektedir. Türkiye'den yurt dışına yapılan göçler ve yurt dışından Türkiye'ye yönelen düzenli ve düzensiz göçler incelenmektedir. Küresel göçler, göç politikaları, birlikte yaşam modelleri, diasporalar, geri dönüş göçleri, göçmen dayanışma ağları, göç alanında çalışan kamu kurumları ve STK'lar yine bu kitapta yer verilen konular arasındadır.
Göç Sosyolojisi; üniversitelerin sosyoloji, hukuk, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler disiplinleri başta olmak üzere tüm sosyal bilimler alanındaki öğrenci ve akademisyenler için önemli bir başvuru kaynağı olacaktır.
Abdullah Sarman, Ali Asker Bal, Ali Yılmaz, Ayşe Eren Kanbir, Demet Akarçay Ulutaş, Emre Han Alpay, Emrullah Türk, Erdal Çetin, Ersin Erkan, Fevzi Kaçer, Güleycan Akgöz Aktaş, İlyas Kara, Mert Erekmekçi, Orhan Göktepe, Özgür Kanbir Göçler, hemen her dönemde üzerinde konuşulan bir konu olmakla beraber özellikle son çeyrek yüzyılda göçün farklı türleri ve özellikle iç savaş ve karışıklarla daha fazla öne çıkan kitlesel göçler hem sosyopsikoliji hem de fiziki mekânlar açısından önemli değişmelere neden olmuştur. Bu değişim, özellikle toplumun çekirdeği olan aile kurumunda etkin bir şekilde kendini göstermektedir. Toplumsal ve kültürel yapıların aile ile şekillendiği dikkate alındığında göçün çocuk, kadın ve diğer yetişkinlerde meydana getirdiği etkiler, ailenin diğer dinamiklerine de sirayet etmektedir. Ancak göçün dramatik etkisi, kırılgan gruplar olarak kavramlaştırılan çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan aileler için göçün niteliği ve kaynak-hedef ülkenin özelliklerine göre çok daha farklı olabilmektedir. Dolayısıyla göç sürecinde yürütülen politika ve stratejilerin, göç eden aile bireylerine yansıyan ve günlük hayatlarını etkileyen boyutları düşünüldüğünde göç ve aile konusuna dair akademik çalışmaların sonuç doğurucu eleştiri ve katkılarının önemi açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
“Göç ve Aile” ilişkisine odaklanan bu kitapta; göç sürecinde aile olmanın hangi sonuçları doğurabileceği irdelenmektedir. Türkiye'nin farklı üniversitelerinden birçok akademisyenin katkı sunduğu bu eser, göçün aile üzerindeki etkilerinin farklı şekillerde ortaya çıktığını ortaya koymaktadır. Bu kitap; başta çocuk, kadın, aile içi ilişkiler olmak üzere sağlık, ekonomik durum, eğitim, hukuk ve kültürel özellikler çerçevesinde aile olgusunu farklı disiplinlerin perspektifi ile yorumlayarak göç ve aile meselesine farklı açılardan ışık tutmaktadır. Bu kapsamda göç sürecinde aile bireylerinin dağılması, aile bireylerinin kamu hizmetlerine erişimi, iş piyasasındaki durumları insan hakları bağlamında okuyucuya sunulmaktadır.


Özgür Bülent Erdoğan Bir yılı aşkın bir sürece yayılan bu etnografik araştırma, 1960'lardan beri göç alan Batı ülkelerinde uygulanan, ancak Türkiye'de 2011'den itibaren artan yeni göç dalgalarıyla birlikte önem kazanan toplum çevirmenliğinin Türkiye'deki saha yansımalarını inceleyerek güncel bir profilini sunmayı amaçlamaktadır. Araştırma, göçlerle şekillenen İstanbul'un Sultanbeyli ilçesinde mültecilere yardım konusunda uzmanlaşmış çeşitli kurumlarda çalışan ve yerleşik halk ile Suriyeli mülteciler arasında köprü işlevi gören toplum çevirmenlerinin kimliklerini, kişisel tarihlerini, dilsel yatkınlıklarını, göç ve Türk toplumuna uyum süreçlerini, çevirmen olarak üstlendikleri rolleri, profesyonellik seviyelerini ve çalıştıkları kurumlarda uzmanlar ve hizmet alan kişilerle etkileşimlerini ortaya koymayı hedeflemektedir. Çevirmenlerin anlatıları, arka planda süregelen göç olgusunun dinamiklerini aydınlatan önemli detaylar sunmaktadır. Ayrıca Türkiye'de yerleşik halk ile Suriyeliler arasında son yıllarda artmakta olan gerilimlerin genel bir tablosu çizildikten sonra bu gerilimlerin sahadaki tezahürleri, özellikle çevirmenlerin Türkiye'de yaşadıkları deneyimler üzerinden açıklanmaktadır.
Pierre Bourdieu'nün alan, habitus, sermaye, düşünümsellik, özdüşünümsellik, illusio ve doxa gibi temel kavramları; Zygmunt Bauman'ın akışkanlık ve Erving Goffman'ın sahneleme ve performans kavramları çerçevesinde İstanbul'un Sultanbeyli ilçesindeki toplum çevirmenliği pratikleri incelenmiştir. Göç ile çeviri arasındaki ilişkisellik, etnografik ve nitel analiz yöntemleriyle ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.
Ahmet Güven, Ammar Sevgili, Bekir Gündoğmuş, Celalettin Yanık, Emre Yıldırım, Faruk Temel, Gökhan Duman, Gökhan Tuncel, Hakan Gülerce , Haluk Yaman, Hatice Dönmez Aydın, İbrahim Halil Sugözü, Mehmet Köse, Muhammed Şahin, Murat Arslan, Onur Önürmen, Resul Duran, Sami Kalaycı, Sema Yaşar, Uğur Atalar, Yunus Macit, Yusuf Adıgüzel İlki 1961 yılında imzalanan ve sonrasında birçok ülke ile akdedilen iş gücü anlaşmaları, Türkiye’nin göç tarihinde yeni tecrübeleri ortaya çıkaran bir milat olma özelliğine sahiptir. Avrupa’ya iş gücü göçü; muadilleri gibi mağduriyetlerin, acıların, sevinçlerin, gerilimlerin ve etkileşimlerin sergilendiği bir sahne konumundadır. Geçici olması planlandığından günübirlik politikalar ile şekillenen ve bu nedenle yarını ıskalanan göç; peşinde milyonların sürüklendiği, fırsat ve tehditlerin iç içe geçtiği meşakkatli bir yolculuğa dönüşmüştür. Süregelen bu yolculuk, her ne kadar başlangıcı doğru yapılmasa da büsbütün bir karamsarlık da içermemektedir. Aksine kazanımları da ziyadesiyle yoğun bir süreç yaşanmaktadır.
Yaklaşık bir yıllık bir zaman diliminde alanında uzman isimlerin kaleme aldığı on beş ayrı yazının bir araya getirilmesiyle oluşturulan bu eser, iş gücü göçünün 60. yılında Avrupa’da yaşayan Türk toplumunun kimlik, uyum ve katılım süreçlerini ele almayı ve alana mütevazı bir katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
“Elinizdeki bu kitap, Gündoğmuş'un Avrupa’daki Türk toplumunu bütün yönleriyle anlama ve araştırma çabasının bir ürünü olarak ortaya çıktı. Gündoğmuş’un hem yazar hem de editör olarak bir yılı aşkın süredir üzerinde çalışarak ortaya koyduğu bu eser, “çok uzaktan fetva ile bilinmeyen” Avrupa’daki Türk toplumunu daha iyi anlamamıza önemli katkılar sağlayacak.”
Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel
Aysel Ökten Taş, Ayşegül Gökalp Kutlu, Buket Özdemir Dal, Derya Demirdizen Çevik, Itır Aladağ Görentaş, Rauf Kesici, Senem Kurt Topuz, Seyran Gürsoy Çuhadar, Sidar Çınar
Ahmet Şafak Eşmeler, Alperen Kır, Aslı Kavurmacı, Ayşe Nur Çırak, Dilek Topcu Mumlu, Erdem Ayçiçek, Hamza Bahadır Eser, Hatike Koçar Uzan, Hülya Küçük Bayraktar, İlker Şahinoğlu, Mehmet Aslan, Mehmet Recai Uygur, Mustafa Kartal, Neslihan Arslan, Neslişah İskender, Sevim Budak, Seyfettin Caner Kuzucu, Simuzar Sultan Mammadova, Talip Kurşuncu, Teoman İskender, Tuğba Aydın Halisoğlu, Uğur Uzun, Veli Ercan Çetintürk, Yeter Avşar, Zafer Adalı Günümüzde iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden gelişmiş ya da gelişmekte olan bütün ülkeler etkilenmekte ve iklim değişikliği, kentler için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu kitapta, birçok ülkenin yaşadığı ve çözüm aradığı iklim değişikliği sorunu, kent ölçeğinden küresel ölçeğe doğru, güncel araştırmalar çerçevesinde kurumsal, çevresel, sosyal ve ekonomik boyutları ile değerlendirilmektedir.
Kitapta iki kısımda ele alınan iklim değişikliği sorunu ilk kısımda; Türkiye bağlamında iklim değişikliği ile ilgili merkezî yönetim ve yerel yönetimler tarafından yapılan faaliyetler ve düzenlemeler, iklim değişikliğinin su yönetimi ve tarım politikalarına etkisi, son olarak çevre kirliliğine etkisi istatistiksel yöntemle incelenmiştir. İkinci kısımda; dünyada ortaya çıkan sorunlara dair teorik çerçevede değerlendirmelerde bulunulmuştur. İklim değişikliğinin kent hakkı, yoksulluk, göç, iklim güvenliği, istihdam, tüketim kültürü, çevre hareketleri ile ilişkisi, kentleşme ve ekolojik ayak izi arasındaki nedensel bağ istatistiksel yöntemle değerlendirilmiştir. İklim değişikliğini çeşitli düzey ve farklı bakış açıları ile ele alan ve toplamda on dokuz bölümden oluşan kitabın akademiye katkı sunmasını dileriz.

Akın Akyıl, Ali Davut Alkan, Ayşe Akkaya, Burçin Demirbilek, Emre Ekinci, Esra Çelebi Zengin, H. Tuğba Eroğlu, Hacı Şükrü Taştan, Hakan Alptürker, Hayriye Sağır, Hilmi Sözen, Mehmet Göküş, Seyida Erkek, Şükrü Türköz, Yeliz Polat Tarihin farklı dönemlerinde sahne oldukları siyasal ve toplumsal pek çok gelişmenin merkezi hâline gelen kentler, günümüzde kentleşme hızının artması ve ekonomik araçların değişmesi gibi nedenlerle hem merkezi yönetim hem de yerel yönetimler için odak noktası haline gelmiştir. Özellikle küreselleşme sürecinin beraberinde getirdiği sosyoekonomik, teknolojik ve siyasal alanlardaki yeni oluşumların ve kavramların hayat bulduğu kentler, toplumsal hayatta her geçen gün daha da fazla ön plana çıkmaktadırlar. Kentlerin artan önemlerine istinaden kentsel alanların temel idari birimi olan yerel yönetimler de yapısal ve işlevsel yönleriyle daha etkili yerel, ulusal hatta küresel bir aktör olarak konumlanmaktadırlar.
Yaşanan gelişmeler ve değişen roller bağlamında kentler ve kent yönetimleri, bir taraftan değişime ayak uydururken bir taraftan da karşı karşıya kaldıkları pek çok sorunu çözmeye ve yurttaşların yeni talep ve ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmaktadırlar. Bu durum ise yerel ve kentsel siyasetin sürekli olarak değişen bir dinamizme sahip olmasını gerekli kılmaktadır. Söz konusu bu gerçeklik esas alınarak hazırlanan bu kitapta, yerel ve kentsel alanlarda yaşanan sorunlara çözümler aranırken aynı zamanda yerel yönetimlerin sorunların çözümü ve kentlerin daha yaşanabilir mekânlar hâline gelmelerindeki rolleri incelenmektedir. Değerli yazarların katkılarıyla yerel ve kentsel siyasetteki güncel gelişmeleri güvenlik, yönetişim, etik, afet yönetimi, iklim değişikliği, teknoloji, yaşam kalitesi ve hayvan hakları gibi konuları da içerecek biçimde geniş bir yelpazede ele alarak tartışan bu kitap ile ilgililere ve literatüre katkı sağlamak amaçlanmaktadır.
Ali Berkul, Ali Fuat Birol, Ali Onur Tepeciklioğlu, Ceren Gürseler, Görkem Tanrıverdi Şeyşane, Hakan Karaaslan, İlhan Sağsen, İsmail Erkam Sula, Metin Yücekaya, Murat Demirel, Mustafa Serdar Palabıyık, Umut Yukaruç, Volkan Şeyşane Günümüzde uluslararası güvenlik sorunları bireyleri, toplumları, devletleri ve tüm küreyi tehdit etmektedir. Tüm bu güvenlik özneleri, varoluşsal açıdan kendilerini güvenlik içinde hissetme yani potansiyel tehditlerden uzak olma eğilimindedir. Uluslararası İlişkiler disiplininin en önemli alt çalışma alanlarından birisi olan uluslararası güvenlik çalışmaları odaklandığı aktörler ve konular bakımından sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisinde olmuştur. Bu kapsamda kitap, bir yandan uluslararası güvenliğin kuramsal boyutlarına odaklanırken diğer yandan da hem geleneksel uluslararası güvenlik sorunlarını hem de etkilerini ağırlıklı olarak Soğuk Savaş'ın bitimiyle birlikte hissettirmeye başlayan “yeni” uluslararası güvenlik tehditlerini ele almaktadır. Güncel gelişmeler, güvensizlikler ve belirsizliklerle dolu bir uluslararası güvenlik ortamında yaşadığımızı bizlere her an hatırlatmaktadır. Bahsedilen bu güvenlik tehditlerine her an yenilerinin eklenmesinin ne kadar mümkün olduğunu Covid-19 pandemisi ile tecrübe etmiş bulunmaktayız. Bu denli kırılgan ve kestirilemeyen bir güven(siz)lik ortamında bulunmamız, uluslararası güvenlik sorunlarını farklı perspektiflerden analiz eden çalışmaları anlamlı kılmaktadır. Bu çalışmanın temel gayesi de güncel uluslararası güvenlik sorunlarına dair farklı yaklaşımlardan özgün bir çerçeve ortaya koyabilmektir. Kitap; uluslararası güvenlik çalışmalarının kuramsal dönüşümü, jeopolitik söylem bağlamında güvenlik tartışmaları, devletler arası çatışmalar ve savaş, silahlanma sorunu, terörizm, başarısız devletler, ulusötesi organize suçlar, çevresel güvenlik, iklim temelli göç, enerji güvenliği, siber güvenlik, salgın hastalıklar ve güvenliğin biyolojik koşulları ve gıda güven(siz)liği konularını içermektedir.