Kamu Yönetimi ve Uluslararası İlişkiler \ 5-20
Saadettin Yağmur Gömeç, Salih Yılmaz, Victoria Bilge Yılmaz 21. yüzyıla girmeden kısa bir süre önce aniden Türk Dünyasının ufku açıldı. Herkesin bildiği üzere Türkistan'daki Türkler birer birer bağımsızlıklarına kavuştular. Bugün aralarında dil ve kültürce pek ayrılık olmayan 300 milyona yakın bir Türk topluluğu, Asya'dan Avrupa'ya kadar dünya nüfusunun önemli bir kısmını meydana getirir hâle geldi.
Türk Dünyası, her bakımdan milletlerarası stratejilerde etkili bir güç olmaya başladı. Buna bağlı olarak Türkiye, başta Türk Cumhuriyetleri olmak üzere bölgede güvenebileceği devlet ve topluluklarla siyasi münasebetlerini kuvvetlendirmeye başladı. Türkiye, tüm Türk Dünyası için her açıdan müttefik olunan veya yardım beklenen ülke konumuna geldi.
Kafkasya, Balkanlar ve Orta Doğu'nun kesişme noktasında bulunan Türkiye'nin çıkarları, Türk Dünyası ile yakından bağlantılı hâle gelmiştir. Dünyada yeni iş birliklerinde Rusya ve Çin gibi ülkeler önemli mesafeler kat etmişlerdir. Yani Türkiye'nin yönünü sadece Batı'ya çevirdiği dönem sona ermiş aynı zamanda Doğu politikası da aktif hâle gelmiştir.
Bu kitabımız; çağdaş Türk Dünyasındaki devletleri, toplulukları, uluslararası kuruluşları ve kurumları detaylı olarak anlatmaktadır. Üniversitelerde ders kitabı olarak da okutulmaktadır. Akademik hakem incelemesinden geçmiş ve onaylanmıştır.
Ayrıca Devlet Personel Başkanlığı, Bakanlıklar, MEB ve YÖK'ün yaptığı sınav programları doğrultusunda (KPSS, ALES, DGS, Polis MYO, Askeri Okullar, Milli Savunma Üniversitesi Askeri Öğrenci Aday Belirleme Sınavı, JANA: Jandarma Astsubay Temel Kursu Giriş Sınavı, Kaymakamlık: İçişleri Bakanlığı Kaymakam Adaylığı Giriş Sınavı, MEB-EKYS: Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumlarına Yönetici Seçme Sınavı, İhtisas Sınavları, Yurtdışı Görevlendirme, T.C. Dışişleri Bakanlığı Aday Meslek Memurluğu, Aday Konsolosluk ve İhtisas Memurluğu) en son güncellemeler yapılmış iyi bir bilgi kaynağıdır.
Duygu Çağla Bayram Coğrafya tarih boyunca önemli olmuştur. Jeopolitik açıdan bakıldığında politik güçlerin çıkarları doğrultusunda coğrafya algısına yön verdiği görülür. Hint-Pasifik kavramsallaştırması tam olarak böyle bir yaklaşımın ürünüdür. 19. yüzyılda büyük bir güç ve bölgesel bir hegemon olarak ortaya çıkan ABD'nin uluslararası sistemdeki gücü sorgulanmaktadır. Çin’in hızla yükselişi nedeniyle Asya’ya yüzünü yeniden çeviren ABD, kurduğu düzeni korumaya çalışmaktadır. Burada bir diğer yükselen güç olarak Hindistan önem kazanır. Çin’e yönelik benzer kaygılar taşıyan ve Çin’'in hegemon oyuncu olduğu bir düzeni istemeyen ABD ile onun bölgesel müttefikleri ve diğer bölge devletleri ile Hindistan ortak paydada buluşmaktadır. Bu sayede vücut bulan Hint-Pasifik kurgusu 20. yüzyılda Asya-Pasifik fikriyle kurulan bölgesel düzenin 21. yüzyıldaki uyarlamasıdır. Hint-Pasifik kavramının jeopolitik eksende akademik literatüre kazandırılması 14 yıllık bir zaman dilimine denk gelse de kavram son 10 yıldır bölge devletlerinin (ve son 3 yıldır Avrupa devletlerinin) dış politika sözlüğünde yer almaya başlamıştır.
Bu kitap, Hint-Pasifik anlatısına yön veren temel dinamikler olarak ABD ve geleneksel müttefikleri Japonya ve Avustralya ile stratejik ortağı Hindistan’ı Hint-Pasifik ölçeğinde ve Çin faktörü ekseninde (jeo)politikalarını tartışmakla beraber Hindistan'ın anılan üç ülkeyle ve Çin’le ilişkilerini mercek altına alarak Hint-Pasifik’te konumlanan dış politika davranışına ışık tutmaktadır. Bu doğrultuda Hindistan’ın geleneksel ittifak karşıtlığına verdiği önem ile geliştirdiği hiyerarşik stratejik ortaklıklar sayesinde yürüttüğü proaktif dış politika yapısından hareketle ülke içindeki politik ve akademik tartışmaları dikkate alan yeni bir bakış açısı sunulmakta ve Hindistan dış politikası üzerine “konjonktürel bağlantısızlık” ve “bağlantısız dengeleme” kavramsallaştırmaları ortaya konmaktadır. Söylem ve belge analizi yöntemleriyle kavramsal ve süreç odaklı tartışmalar yürüten ve konuya ilişkin önemli isimlerle sağlanan kişisel görüşmelerle vücuda gelen bu kitap, uluslararası ilişkiler teorisi olarak Realist ve onun yol arkadaşı Jeopolitik ve ayrıca Konstrüktivist prizmadan uygulamalı yaklaşımlar geliştirmiştir. Dolayısıyla kitabın amacı, bugün uluslararası ilişkilerde yer edinmeye başlayan Hint-Pasifik anlatısı ile Hindistan dış politikası üzerine kavramsal, söylemsel, teorik ve uygulama ekseninde özgün, kapsamlı, sistematik, akıcı ve yenilikçi bir tartışma yürüterek literatürde bir ilke imza atmaktır.
Fulya Köksoy Telaffuz edilirken bir araya gelmeleri çok kolay olan iki kavram: ÇATIŞMA ve ÇÖZÜM. Realitede ise tam tersi bir durum söz konusudur. Çatışma çözümü, göründüğü kadar kolay olmayan, bu noktada başta sabırla beraber pek çok dinamiğin gerekli olduğu multi-disipliner bir alandır. İç silahlı çatışmaların çözümüne yönelik büyük resme odaklanan bu çalışma, aynı zamanda günlük hayatın doğal bir uzantısı olan çatışmaların çözümüne yönelik ipuçları da sunmaktadır.

”Yapmamız gereken hiç durmadan barış süreci için çalışmaktır.
Çünkü barış için çalışmayı durdurduğumuz gün en tehlikeli gündür. Eğer çatışmaların yeniden başlayacağını düşünüyorsanız, bu daha tehlikeli bir düşüncedir.”
İrlanda Eski Başbakanı Bertie Ahern

“Evet, yutmamız gereken büyük kurbağalar var ama barışa ancak böyle varılıyor."
Kolombiya Eski Devlet Başkanı Juan Manuel Sontos

“Bir şeyi çözmeye çalışıyorsanız, mevcut durumun tahammül edilemez olduğuna dair
geniş bir kabulün olması gereklidir.”
İrlanda Eski Başbakanı Bertie Ahern

“Barış, herkes için zafer.”
Kolombiya Eski Devlet Başkanı Juan Manuel Santos

“Günlük hayatın doğal bir parçası olan çatışmaların, farklı coğrafyaları
yangın yerine çeviren iç silahlı çatışmalara dönüştüğü günümüz dünyasında,
BARIŞ'a giden yol için ASLA VAZGEÇME!”
Nasuh Uslu Çeyrek asrı aşan bir çabanın ürünü olan bu kitap, yaklaşık yetmiş yıldır Türk dış politikasının en önemli boyutunu oluşturan Türk-Amerikan ilişkilerini bütün yönleriyle ve tarihsel gelişimi bağlamında masaya yatırmaktadır. Genel olarak Türk dış politikasıyla, özel olarak da Türk-Amerikan ilişkileriyle ilgilenenler açısından başucu niteliğinde bir eserdir. Uluslararası ilişkiler alanında eğitim alan lisans ve lisansüstü öğrenciler eserde derslerinde ve araştırmalarında faydalanacakları çok şey bulacaktır. Türk dış politikası ve dış politika analizi uzmanları açısından da eser, her zaman ihtiyaç duyabilecekleri faydalı bir referans niteliğindedir.
Kitapta Türk-Amerikan ilişkileri teorik bir tabana oturtularak analiz edilmiş ve sonuçları da teorik çerçevede değerlendirilmiştir. İlişkiler tematik ve kronolojik olarak ele alınırken şu konulara yer verilmiştir: ittifak ilişkisinin başlangıcını oluşturan Truman Doktrini, 1950'lerde Orta Doğu'da Bağdat Paktı ve diğer gelişmeler çerçevesinde yoğun iş birliği, Türkiye'nin ABD'yle ittifak ilişkisinden dolayı dâhil olduğu Küba Krizi ve bu durumun ilişkilere yansıması, 1960-1980 döneminde askerî ilişkilerde yaşanan sorunlar, 1960'ların sonunda ve 1970'lerde ilişkileri gereksiz yere sıkıntıya sokan haşhaş sorunu, Kıbrıs sorunu bağlamında yaşanan askerî ambargo sarsıntısı, Özal Dönemi'nde ilişkilerde sıkıntılı canlanma, 1990'larda Irak sorunu ve Çekiç Güç çerçevesinde zemini gevşeyen ilişkiler, Soğuk Savaş sonrasında ilişkilerin yeni ortamı ve sorunları, Ak Parti Dönemi'nde Orta Doğu'da dibe doğru çekilen ilişkiler, yine bu dönemde ilişkileri etkileyen faktörler ve ilişkilerin genel gidişatı.
İsmail Ermağan Türkiye için dünyada en özel ülkelerin başında geliyor Almanya.
3 milyon insanı orada yaşıyor.
Almanya Cumhurbaşkanı Sayın Frank-Walter Steinmeier 2024 yılındaki Türkiye gezisinde yanında döner getirdi, sağ olsunlar! Buna ilaveten Alman(ya) Türkleri sinemadan sağlığa, mühendislikten pedagojiye çok alanda değerler kattı bu ülkeye, unutmasınlar.
Her türlü ilintili sebepten ötürü stratejiktir bu ülkeyi bilmek.
Tarihini, kültürünü, Berlin'ini, Münich'ini, Max Weber'i, Martin Luther'i, çalışkanlıklarını, disiplinlerini, prangalarını, toplumunun aşırıcı kesimlerini vb. bilmek, araştırmak icap ediyor.
Fakat!
Küresel açıdan bakılınca bu denli kalkınmış-sanayileşmiş-teknolojikleşmiş, AB üssü konumundaki Almanya hakkında Türkiye kamuoyunda, kanımızca, yeteri kadar bilinç yok.
Türklere “zor arkadaş” deseler de Türkler, Almanlar için son derece önemli.
Bu kitap, bu hedef doğrultusunda hazırlandı.
Konular çerçevesinde, gerek Almanya'dan gerekse Türkiye'den şu bilirkişilerin görüşleri alındı: Siyaset bilimci Bülent Güven, Prof. Dr. Burak Gümüş, Dr. Michael März, Faruk Kurtulmuş, Dr. Christian Johannes Henrich, Prof. Dr. Giray Saynur Derman, Dr. Ahmet Bülbül, Prof. Dr. İsmail Şahin, Doç. Dr. Çiğdem Nas, Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger, Prof. Dr. Murat Önsoy, Yasin Baş, Dr. Latif Çevik, Dr. Caner Aver, Dr. Yaşar Aydın, Doç. Dr. Yusuf Yıldız, Dr. Mustafa Acar, Dr. Atanur Kara, Dr. Ahmet Tarık Ergüven ve Dr. Elif Ermağan.
Özellikle yakın dönem analizleri ile bu kitabın; dışişleri yetkilileri, siyasi danışmanlar, iş dünyası, medya ve öğrenciler için oldukça ilgi uyandırması bekleniyor.
Özer Çınar Gelişen teknoloji, endüstrileşme ve nüfus artışı ile birlikte bu denge sürekli bozularak çevre kirliliğinin önemli boyutlarda artmasına neden olmaktadır. Çevre kirliliğinin en büyük nedenlerinden bazıları ülkelerin gelişmelerine dayalı kalkınmanın temel unsurlarını oluşturan tarım, sanayi, ulaşım, turizm ve enerji sektörleridir. Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de çevre kirliliği sorunları, toplumun yeterli duyarlılık göstermemesi nedeniyle her geçen gün artmaktadır. Çevre kirliliğinden kaynaklanan sorunların çözümü yine dengeyi bozmada başrol oynayan insanların alacağı önlemler ile mümkün olacaktır. Bu sorunların tanımlanması ve sorunların kontrolü konusundaki çalışmalara mütevazı bir katkı sağlamak üzere hazırlanan bu eser 5 ana bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler; su kirliliği, toprak kirliliği, katı ve tehlikeli atıklar, hava kirliliği ve küresel ısınma ve iklim değişikliği olarak sıralanmıştır. Her bölümde, sorunlar hakkında detaylı bilgi verildikten sonra bu sorunların çözümüne yönelik metotlar tartışılmıştır.
P. Aarne VESILIND, Susan M. MORGAN, Lauren G. HEINE, Cengage Çevre kirlenmesi veya çevresel olaylar, halk sağlığını doğrudan veya dolaylı etkilemekte olup, etkisi çoğu zaman hemen görülmeyip uzun sürede akut veya kronik rahatsızlıklar şeklinde kendini göstermektedir. Kitap, halk sağlığını etkileyen farklı boyutlarda çok sayıda olay içermekte olup, bu olaylar, çevre mühendisliğinin hangi boyutlarda ve hangi konularda çalıştığını veya çalışması gerektiğini göstermektedir. Kitap, sadece çevre mühendislerinin çalışma sahalarını göstermekle kalmamakta, aynı zamanda sözü edilen olaylara yol açan tesisleri işleten farklı meslek mensupları ve kamu idaresinde karar verici konumda olanlar için de yol gösterici nitelikte önemli bilgiler içermektedir. Üretim teknolojileri ve ürünlerin, çevre dostu teknolojiler veya ürünlere dönüştürülmesinin daha iyi ifade edilebilir gerekçesi de bu kitapta çok açık bir şekilde yer almaktadır. Kitap, sadece çevre mühendislerini değil, hayatın her alanında faaliyet gösteren bütün bireyleri yakından ilgilendiren konuları yaşanmış örneklerle vermektedir.
Kitap, çevre problemlerini belirleme ve çözümleme konusunda karmaşık örnekler sunarak başlamakta, mühendislerin teknoloji, fayda/maliyet, risk ve etikle ilgili kararları verirken kullandıkları araçlar, etik üzerine irdeleme, boyutlar ve birimlere giriş, kütle dengesine giriş, reaksiyonların açıklanması, ideal reaktör teorisi, kütle dengesi yaklaşımının enerji akışına uygulanması, ekosistemlerde meydana gelen ilginç reaksiyonlar, kütle dengesi yaklaşımı ve reaksiyon kinetiği kullanılarak ekosistemlerin açıklanması, temiz su arayışı, su kalitesi özellikleri, su temini ve arıtımı, atık su arıtımına giriş, hava kirleticiler ve hava kirlenmesi kontrolü, evsel katı atıklar, tehlikeli atıkların yönetimi, gürültü kirliliğine giriş ve çevre dostu (yeşil) mühendislik etiği kapsamında faaliyetlerin sürdürülebilmesi için yapılabilecekler hakkında bir değerlendirme ile sonlanmaktadır.
Linda Steg, Agens E. Van Den Berg, Judith I. M. De Groot Yirmi birinci yüzyılın başında kirlilik, ormanların yok edilmesi ve iklim değişikliği gibi çevresel problemlerin dünya ekosistemlerini giderek daha fazla etkilediği aşikârdır. İnsan davranışının, bu problemlerin ana sorumlularından biri olduğu görüşü artık benimsenmektedir. Çevre psikolojisi bireylerle onların yapılı ve doğal çevreleri arasındaki ilişkiyi inceleyen bir disiplindir.
Çevre psikologları, bir yandan çevrenin insan deneyim, davranış ve sağlığına etkisini, diğer yandan da insanın çevreye etkisini (çevresel davranışı) etkileyen faktörleri incelerken çevreci davranışı artırmanın yollarını da araştırır. Çevre psikolojisinin süregelen ve giderek artan kaygısı ise, bir yandan insanların iyilik-hâlini ve yaşam kalitesini korurken, diğer yandan da çevresel problemleri geriye döndürecek şekilde insan davranışlarını değiştirmenin yollarını bulmaktır.
Kitabımızda bu konularla ilgili teori ve araştırmalar sunulmaktadır. Kitap ayrıca çevre psikolojisi alanının özellikleriyle ilgili tartışmaları ve araştırmalarda kullanılan başlıca metotları, çevresel ve çevreci davranışı etkileyen faktörleri, çevresel sürdürülebilirliği, disiplinler arası çevresel yaklaşımları, çevre politikalarının oluşturulmasını ve halkın çevre politikalarına karşı tutumlarını farklı yaklaşım açılarından irdelemektedir.
Kemal GÖRMEZ Bir bilgenin “Tabiatın insanoğlundan intikamı” diye tanımladığı ekolojik sorunlar, bugün insanoğlunun karşılaştığı temel sorunlar arasındadır.
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren insanlığı tehdit eden sorunlardan biri hâline gelen çevre sorunları, kökü çok eskilere uzanmasına rağmen, genelde Sanayi Devrimi’nin sonucunda hissedilir hâle gelmiştir. O zamandan bu yana da sürekli artarak büyük boyutlara ulaşmıştır. Son yıllarda geliştirilen tedbirlere rağmen henüz pek çok insan gelecekten ümitli değildir. Önceleri sadece kirlenme olarak algılanan ve gün geçtikçe toplumsal hayatın bütün alanlarını kapsayan bu sorun üzerinde tartışma ve araştırmalar gittikçe yoğunlaşmaktadır.
Bu kitap, esas olarak öğrencilerin ekoloji ve çevre sorunları ile ilgili kaynak ihtiyacını karşılamak amacıyla yazılmıştır.
Abdulgazi Yıkıcı, Aslı Bek, Berivan Özay Acar, Enes Yalçın, Fergül Özgün, Hande Saraçoğlu, İbrahim Aytekin, İbrahim Eseroğlu, İhsan Oluç, Kader Aksoy, Kenan Koç, Öznur Doğan, Perihan Dutlu Erten, Selçuk Efe Küçükkambak, Selvi Vural, Volkan Turan Yaşanabilir çevre, bütün dünyayı ilgilendiren küresel bir konudur. Ülkelerin kalkınma arzusu, sanayileşme ve kentleşmenin durdurulamaz bir hızla ilerlemesi, nüfusun giderek artışı, çeşitli çevre sorunlarını beraberinde getirmiştir. Ekonomik gelişmişlik ve ilerleme için gerçekleştirilen faaliyetler, çevre sorunlarına neden olurken bu durum aynı zamanda ekonomik bir külfet olarak geri dönmektedir. Dolayısıyla çevre konusu son derece karmaşık bileşenleri bünyesinde barındırmaktadır. Bu nedenledir ki çevre ve ekonomisine yönelik etki ve sonuçlar, ulusüstü kuruluşların, devletlerin ve yerel yönetimlerin etkin ve yerinde politikalar geliştirip uygulamasını zorunlu kılmaktadır.
Söz konusu politikaların geliştirilmesine akademik bir bakış açısıyla rasyonel tespitlerde bulunmak, bilimsel metot ve öneriler geliştirmek oldukça önemlidir. Bu kitap, çevre ve ekonomisine yönelik politika, yönetim ve uygulamaların yanı sıra konuya ilişkin sorunlara yönelik çözüm önerilerini de içermektedir.
Seçil Mine Türk Çevresel güvenlik kavramı, Soğuk Savaş sonrası dönemde önemi giderek artan insan güvenliği, ortak güvenlik ve kaynak çatışması yaklaşımlarını da içine alan çok geniş bir kavramdır. Geleneksel güvenlik anlayışı dar bir bakış açısına sahiptir ve güvenlik politikaları geleneksel anlayışın yanısıra çevre ile ilgili politik yaklaşımları da içine alacak şekilde genişlemelidir. Bu doğrultuda, çevre konusu ve çevre ile ilgili temel sorunlar yüksek politika alanı olarak kabul edilmelidir. Çevre sorunları askeri yöntemlerle çözülememekte, devletler bu sorunların çözümünde yetersiz kalmaktadırlar. Çevresel güvenlik yaklaşımı bu sorunlar karşısında bir araç olarak görülmektedir.
Yeni güvenlik anlayışı çerçevesinde Marmara Denizi'nde gerek fiziki gerekse hukuki açılardan birçok çevresel güvenlik riski vardır. Bu riskler, deniz ekosistemini ve bölgede yaşayanları tehdit etmektedir. Marmara Denizi ve Bölgesi hem Türkiye'nin ulusal hakları hem de buradaki ortak değerler bağlamında korunması gereken bir alan olarak kabul edilmektedir.
Bu çalışma esas olarak çevresel güvenlik yaklaşımları ekseninde Marmara Denizi'nin çevresel güvenlik sorunsalını irdelemek ve bu bölgede ortaya çıkan çevre sorunlarının çözümü için bir çerçeve oluşturmak üzere yazılmıştır.
Mücahit Navruz, Ali Şahin Terörizmle mücadele yalnızca askeri ve istihbari metodlara indirgenemeyecek kadar kapsamlı bir konudur. Kentsel terör gibi mekan, aktör, hedef ve mücadele yöntemlerinin bulanıklaştığı bir alanda ise çevresel tasarım, askeri ve istihbari metodları tamamlayan/kolaylaştıran bir araç halini almaktadır. Yakın geçmişte Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı en önemli kentsel terör dalgasını teşkil eden ‘hendek çatışmaları’ sürecini, Diyarbakır Suriçi örneğindeki yansımalarından hareketle ele alınan bu çalışma, kentsel terörle mücadelede çevresel tasarımın önemini vurgulaması açısından özgün bir niteliktedir.
Ensar Küçükaltan Çin-Afrika ilişkileri, 2000 yılından sonra daha belirgin olmaya başladı. Bağımsızlık süreçlerinde önemli destekler verdiği kıta ile tekrar yakınlaşmaya başlayan Çin, devasa ekonomik gücü ile pek çok bölgede büyük projelere imza attı. Peki, kazan-kazan stratejisi kapsamındaki ikili ilişkilerde, kim, ne kadar kazandı?
Bu çalışma, "üçüncü dünyanın lideri" olarak görülen ve aynı zamanda küresel bir güç olan Çin'in, Doğu Afrika'da bulunma sebeplerini, yumuşak güç stratejisi kapsamında ele almaktadır. Eğitim, kültür, medya, insani yardım gibi yumuşak güç etkenlerinin bölgedeki etkileri incelenirken yatırım, ulaşım, altyapı, tarım gibi hususların da aynı kapsamda, ne derece etkili yumuşak güç etkenleri hâline dönüşebildiği tahlil edilmektedir.
Bu bağlamda, Doğu Afrika'nın üç önemli ülkesi; Kenya, Tanzanya ve Uganda'nın, Çin ile ilişkilerinin tarihi incelenmiş, ilişkilerin bugününe dair gözlemler aktarılmış ve geleceğe dair çıkarımlara yer verilmiştir. Güç literatürünün de tartışıldığı çalışma, yumuşak güç kavramının günümüzdeki farklı yorumlarına odaklanmış ve Çin-Afrika ilişkileri özelinde, yeni bir çerçeve çizmeye çalışmıştır. “Müttefik Çin” ve “Tehdit Çin” algılarının değerlendirildiği çalışmanın, iki görüşün, çok boyutlu tartışılmasına katkı sağlaması umulmaktadır.
Abdürreşit Celil Karluk Fei Xiaotong'a göre, Çinlilik aslında bir kar topu gibidir. Çevresindeki yabancıları kendine yapıştırmak suretiyle büyüyen, çekirdeğinde Huaxialığın bulunduğu, politik sınırları içindeki Çinli olmayan yabancıların sosyal ve kültürel olarak asimile edilmesi sürecidir. Çinliliği yaşatan Çinliler, kendilerini daima ötekilerden ayrı ve üstün tutmuşlardır.
Çin, sosyolojik açıdan genel olarak kültürel Çin ve politik Çin diye ikiye ayrılabilmektedir. Kültürel Çin, Çinliliği oluşturan bütün unsurların tamamen hâkim olduğu, farklılığın esasen bulunmadığı homojen bir gerçekliktir. Politik Çin ise, Çin'in hegemonyasına daha sonra dâhil edilen, Çin'e bağımlı veya dolaylı olarak yönetilen Çinli olmayan halkların yaşadığı bölgelerdir. Çin tarihinde kültürel Çin daima politik Çin'i yutmak ister, bunun için de strateji geliştirir, ısrarla uygular. Politik Çin, kültürel Çin'e dönüştüğünde ise yeniden bir politik Çin inşa edilir. Politik Çin çoğu zaman Çin'e hâkim olan yabancılarca inşa edilmiştir.
Bu çalışma; Çinliliği ve Çinliliğin hâkim olduğu düzendeki ötekiler ile onların yönetilmesi sürecinde uygulanan stratejileri, Çinlilik içinde Çinli olmayan halkların sosyal ve kültürel olarak bütünleştirilme süreçlerini sosyolojik açıdan ele almıştır. İşlenen ilgili konular; ÇKP iktidarının Doğu Türkistan, Tibet ve Hong Kong'daki gayri insani uygulamaları ile dinlerin Çinlileştirilmesi, eğitim kurumlarında yabancı kaynakların yasaklanması ve borç diplomasisi, kredi tuzağı gibi Çin'e özgü durumların anlaşılmasında yardımcı olacaktır.
Anıl Çağlar Erkan Uzun yıllar boyunca titizlikle yürütülen bir araştırmanın ürünü olan bu kitap, son yirmi yıldır uluslararası ilişkilerin en önemli unsurlarından birisi hâline gelen enerji politikalarını kavramsal, kuramsal ve pratik açıdan çok boyutlu olarak incelemektedir.
Dr. Erkan, hem yazın hem de pratikte oldukça karmaşık bir hâl alan küresel enerji ilişkilerini sade ve yetkin bir dille anlatmakla kalmayıp siyasal, askerî ve ekonomik önemi günden güne artan iki küresel aktör Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti'ni inceleyerek merkezine Batılı ülkeleri koyan yazına meydan okumaktadır.
Tüm dünyayı ve bölgemizi yakından ilgilendiren Kutup İpek Yolu ve Kuşak-Yol Projesi gibi uluslararası projeleri de ihtiva eden bu kitap, hem enerji alanındaki araştırmacılar hem de siyasi karar alıcılar ve uygulayıcılar için bir başucu kitabı niteliğindedir.
Dr. Ahmet Ateş
Adnan Abdulvahitoğlu Küreselleşmenin, nüfus artışının ve teknolojideki hızlı değişimin getirdiği dinamik ortam; ülkelerin iç ve dış güvenlik algılarının belirsizleşmesine ve güvenlik paradigmalarının değişmesine neden olmaktadır. Bu nedenle kamu düzeni ile ulusal güvenliğe yönelik tehditler de hızla farklılaşmakta; terörizm, ayrılıkçı ve bölücü hareketler, etnik ve dini çatışmalar, göçmen kaçakçılığı, uluslararası organize suçlar vb. asimetrik tehditler, yeni değişkenler olarak ortaya çıkmaktadır. Bu husus güvenlik algılarının da büyük ölçüde değişmesine neden olmaktadır. Bununla birlikte hızla artan dünya nüfusunun ihtiyaç duyduğu kaynaklar da hızla tükenmekte, insanların ihtiyaçlarının karşılanamaması nedeniyle ortaya çıkan toplumsal kargaşa ve ekonomik sorunlar kamu düzeninin bozulmasına neden olmakta, teknolojik gelişmelere paralel olarak artan suç ve suç çeşitleri, ülkelerin en önemli güvenlik sorunu hâline gelmektedir.
Ayrıca, hâlen dünya genelinde etkili olan Covid-19 salgını ve meydana gelen deprem, sel vb. doğal afetler birtakım olağanüstü tedbirlerin alınmasını gerekli kılmaktadır. Türkiye'de iç güvenlik ve kamu düzeni polis, jandarma ve sahil güvenlik birimlerince, sorumluluk bölgelerinde karakollar vasıtasıyla sağlanmaktadır. Bu çalışmada, jandarma karakollarının kuruluş yerleri, Çok Kriterli Karar Verme (ÇKKV) yöntemleri tabanlı Karma Tam Sayılı Programlama ile belirlenerek, sezgiler ve duygulardan uzak en uygun karar verilmeye çalışılmıştır. Daha sonra tespit edilen kuruluş yeri, Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS) kullanılarak analiz edilip, son zamanlarda önemi hızla artan afetsellik konusu da ele alınarak optimum yerleşim yeri seçimi ile jandarma karakollarının 7/24 kesintisiz, en etkili ve en hızlı hizmeti vermesi amaçlanmıştır.
Hacı Can, Ekin Tuna, Nehir Tuna Çocukların saf, masum ve duyarlı oldukları kadar bağımlı ve güçsüz olmaları nedeniyle toplumda en çok korunmaya muhtaç kesim olduğu kuşkusuzdur. Tarihsel süreç içinde birçok kötü muameleye maruz kalan çocukların maalesef günümüzde de gerektiği gibi korunduğu söylenemez. Bu gerçeklik karşısında çocukların hukuki korunmasının daha da etkin hâle getirilmesi gerektiği aşikardır. Bunun yanında çocukların ruhsal ve psikolojik yönden kişilik gelişimlerinin sağlanması gerektiğine de dikkat çekilmelidir. Gerçekten de çocukların kendi haklarını bilmeleri ve yeri geldiğinde bunları kullanabilmeleri ve ayrıca iyi bir şekilde eğitim almaları sağlıklı gelişim ve ruhsal durumları için son derece önemlidir. Bu gereklilikten hareketle hazırlanan elinizdeki bu çalışma, çocuk hukukunun temel yönlerini ele alarak çocukların hukuki statüsüne açıklık getirmektedir.
Ancak çocuklarına değer veren ve sağlıklı gelişme ve büyüme olanakları sağlayan toplumların geleceklerini sağlam nesiller temelinde inşa edebileceği bilinci ve tüm çocukların sağlıklı, huzurlu, barış ve sevgi dolu bir ortamda yetişmesi temennisi ve ümidiyle...
A. Zeynep Kılıç, Aslıhan Aykara, Aslıhan Burcu Öztürk, Ercüment Erbay, Filiz Bilge, Gökhan Topçu, Hakan Acar, Işık Tüzün, Kasım Karataş, Nilüfer Koçtürk, Sedat Yağcıoğlu, Umut Yanardağ, Yasemin Çakırer Özservet Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. maddesinde taraf devletlerin, “görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını; bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle” tanıyacağı ifade edilmektedir.
Doç. Dr. Ercüment Erbay’ın editörlüğünde gerçekleştirilen bu kitap, çocuk hakları bağlamında önemli bir alt boyut olan “çocuk katılımı” konusunu farklı boyutlarıyla ele almıştır. Sadece çocuk hakları ve çocuk katılımı literatürüne değil, aynı anda çocuk katılımı özelinde derslere, uygulayıcılara ve politikalara etki etme potansiyeline sahiptir.
Çocuk katılımını konu alan kitap, farklı yazarların bölümlerinden oluşmuştur. Kitaba katkı veren yazarlar, çocuk katılımının farklı boyutlarını bütüncül bir yaklaşımla ele almışlardır.
Bu kitap, çocuk hakları ve çocuk katılımı alanında çalışan araştırmacı ve uygulamacılara önemli katkılar sağlayacaktır.
Clemens Bartollas, Frank Schmalleger Yaşı yasal limitlerin altındaki bireylerin suçlu davranışları olarak en geniş şekilde tanımlanabilecek “çocuk suçluluğu fenomeni”, ülkemiz açısından oldukça dikkate değer bir noktaya gelmektedir. Suça karışan çocuklardaki artış kadar, hakkında yasal takibata başlanan ve mahkeme süreçlerine geçiş yapan çocukların oranları ise önümüzdeki yıllara bağlı olarak korkutucu boyutlara doğru ilerlemektedir. Bu durum çocuk suçluluğunu çok boyutlu olarak ele almayı gerektirmektedir ve bu sorunu yaklaşım, müdahale ve en önemlisi de önleme açılarından en rasyonel şekilde ele almayı kaçınılmaz kılmaktadır.
Ülkemizin geleceği olan çocukları her türlü suçlu ortamlardan uzak tutmak ve suçluluğa adım atmalarına neden olan faktörleri tespit ederek müdahale etmek başta devlet mekanizması olmak üzere her kesimin temel görevlerinden biridir. Ülkemizdeki çocuk suçluluğuna bakış konusunda belli bir duyarlılığın olduğu söylenebilir; ancak çocuk suçluluğu literatürü ve çalışmaları ne yazık ki istenen boyutlarda değildir. Bu anlamda elinizdeki bu kitabın, özellikle çocuk suçluluğu literatürü açısından önemli bir boşluğu dolduracağı düşünülmektedir. Bu kitabın diğer önemli bir katkısı ise çocuk suçluluğunu pek çok alandan ele alan çalışma ve araştırmalara ek olarak bu fenomeni kriminolojik boyutu ile de değerlendirme fırsatını sağlayacak olmasıdır. Kriminolojik teori ve yaklaşımları kapsamlı bir şekilde ele alan bu kitabın, çocuğun suçlu davranışının daha iyi anlaşılmasında katkılar sunacağı aşikârdır. Bunun yanı sıra sadece çocuk suçluluğunun anlaşılmasını değil aynı zamanda çocuk adalet sürecini, ıslah, rehabilitasyon ve topluma kazandırma gibi çok önemli konuları da ele almaktadır. Ayrıca, suç ve sapma ile ilgili literatürde oldukça eksikliğini gördüğümüz ampirik çalışmalara da teorik bir alt yapı oluşturacaktır. Böylece kendi toplumumuz ve sosyal dinamiklerimizi içeren teorik çalışmalara ihtiyacımız olduğu gerçeğine de bir başlangıç noktası olarak hizmet edeceği düşünülmektedir.
Yayınlandığı ülkede 9. Baskıya ulaşmış olan ve alanında uzman akademisyenler tarafından dilimize çevrilerek “Çocuk Suçluluğu” adı verilen bu kitabın, çocuk suçluluğu alanına hem akademik hem de pratik boyutta katkı sunacağı kanaatindeyiz. Ayrıca bu kitap; hukuk, adli bilimler, sosyal hizmet, psikoloji, sosyoloji, eğitim bilimleri, çocuk gelişimi, psikolojik danışmanlık ve rehberlik gibi alanların lisans ve lisans üstü eğitimlerinde kullanılabilecek ve çocuk suçluluğu ile ilgili çalışan her kesim için bir başucu kitabı olacaktır.
Başak Turna, Erdem Kaftan, Haydar Efe, Kadriye Okudan Dernek, Nursel Durmaz Bodur, Perihan Polat, Pınar Uz Hançarlı, Umut Bekcan, Utku Aybudak 1945-1960 arası dönem, Türkiye Cumhuriyeti’nin Batılı anlamda parlamenter demokrasiye geçişi deneyimlediği yıllardır. Çok partili hayata geçiş kararı Türkiye için sadece rejim üzerinde bir değişikliği değil aynı zamanda ekonomik, kültürel ve demografik alanlarda hızlı bir değişim sürecini de ifade eder. Bu amaçla, ülkenin geçirdiği hızlı değişim sürecini, siyaset ve uluslararası disiplinleri içinden gelen çalışmalarla açıklamaya çalışan "Çok Partili Hayatın Erken Döneminde Türkiye’de Siyasal Hayat (1946-1960)" isimli bu kitap, bahsi geçen dönemin çeşitli iç ve dış siyaset ile ilgili gelişmelerini çok boyutlu ortaya koymaya çalışmıştır. Çok partili hayatın erken dönemini siyasal hayat açısından kapsamlı bir değerlendirmeye tabi tutan bu kitabın, siyasal hayatın en dikkat çeken dönemini aydınlatmada okurlara keyifli bir okuma imkânı sunacağını düşünmekteyiz.
Pelin DÜNDAR Kaliteli, zamanında ve uygun maliyetli sonuçlar elde edebilmenin yolu bütünün onu oluşturan parçalardan daha fazla anlam yüklü ve bir o kadar da değerli olduğunu idrak etmekten geçmektedir.
Bütünü temsil eden sinerji; nefes aldığımız her nokta da keza doğanın her kesitinde mevcuttur. Dikkatli yapılan gözlemlemeler, bileşenlerin, parçaların, unsurların hatta ve hatta canlıların birbirlerinden aldıkları güçle çok daha büyük oluşumlara zemin hazırlayabildikleri gerçeğini göstermektedir.
Çözümlerin Ortak Şifresi: Sinerji ismini verdiğim bu kitap; altı çizilen rasyonel gerçekliğe dikkatleri çekmek ve pek çok soruna çözüm getirme noktasında da sinerji olgusunun adeta ortak bir şifre vazifesi gördüğü gerçeğini, seçilen farklı konulara bağlı kavramlar ve örnekler paralelinde irdelemek gerekçesiyle yazılmıştır.
Belirlenen konuya ilişkin sinerji hususunda hassasiyet gösterilmesi gereken bazı noktalar da değişmekte hiç şüphesiz. Ancak bunları öğrenmek veya anımsamak için sayfaları çevirmek gerekmekte…
Ayhan Selçuk - Mustafa Şeker Hemen her basın yayın organı, kendilerinin “bağımsız”, “tarafsız”, “demokratik”, “herkese/her siyasi görüşe eşit mesafede duran” vs. bir yayın politikası izlediklerini ifade etseler de, idealize edilmiş bir yayıncılık anlayışına tekabül eden bu sözlerin pratikte karşılık bulduğunu söylemek oldukça güçtür. Son yıllarda, “Yandaş Medya”, “Yoldaş Medya” ya da “Laik/çi Medya”, “Dinci Medya” nitelemelerinin dolaşıma girdiği bir medya düzenine evrilen Türkiye koşullarında bunu söyleyebilmek daha da güçleşmiştir.
17 Mayıs 2006'da yaşanan Danıştay saldırısı, Türk medyası açısından bu anlamda önemli bir kırılma noktası oluşturmuş, deyim yerindeyse Türk toplumu, “birinin ak dediğine, diğerinin kara dediği” bir medya gerçekliğiyle karşı karşıya kalmıştır.
Bu kitapta, Türkiye'de bazı olaylar üzerinden yapılan rejim tartışmalarının Danıştay saldırısı haberleri üzerinden ne tür söylemlerle tekrar dolaşıma sokulduğu, egemen güçler arasındaki mücadelenin bir terör olayının haberleştirilmesinde ne kadar görünür hâle geldiği, başka bir deyişle ideolojik farklılıkların haber sunumlarında ne denli etkili olduğu gibi hususlar tartışılmaya çalışılmıştır.


Murat Ercan Geçmişten günümüze Türk dış politikası, gerçekleşen küresel önemdeki olaylara ve hızla değişen koşullara paralel olarak, sahip olduğu yeni anlayış çerçevesinde sürekli olarak tartışıla gelmektedir. Özellikle Soğuk Savaş sonrası döneme kadar, Türk dış politikası içe kapalı bir seyir izlemiştir. Bu süreçte Türk karar vericileri; terör, Kürt, Kıbrıs ve Ermeni sorunları gibi temel çatışmaları çözüme kavuşturmak için uğraşmışlardır. 2000’li yıllarda Türkiye, coğrafî, siyasî, ekonomik ve kültürel anlamda çok boyutlu jeopolitik konumu sebebiyle; bölge-merkezli çok yönlü bir dış politika izleyecek güçlü bir ülke olma imkânı yakalamıştır. Çünkü Türkiye Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Asya stratejik koridoru vasıtasıyla Asya-Pasifik Bölgesi’ne siyasî ve ekonomik olarak uzanabilecek büyük bir hinterlanda sahiptir. “Değişen Dünyada Türk Dış Politikası” başlığını taşıyan bu kapsamlı çalışma, Türkiye’nin alanlarında uzman akademisyenlerini bir araya getirmiştir. Türk dış politikasını farklı açılardan yorumlayan on altı özgün makalenin yer aldığı bu eser, Türkiye’de konu ile ilgilenen tüm çevrelerin takdirini alacaktır.
Abdulkadir Aksöz, Ali İhsan Kahraman, Çağla Vural, Derya Ayten, Gizem Bolat, Hasan Aydın, Hatice Çelik, Hatice Nursena Yücel, Helin Sarı Ertem, İsmail Ermağan, Meryem Özgür, Meysune Yaşar, Nesibe Aydın, Nilay Tavlı, Numan Hazar, Oktay Küçükdeğirmenci, Ömer Kul, Sedat Aybar, Yahya Alameşe, Yusuf Avcı 21. yüzyılda Türkiye, ne Doğu’ya ne de Batı’ya yaklaşıyor bilakis kendi özgün yolunda ilerleyerek ulusal çıkarlarını olabildiğince maksimize etmeye çalışıyor. Zira en akılcı yaklaşım bunu gerektirmekte. Son dönemde pek çok sorun alanının merkezinde yer alan, bununla birlikte geleneksel dış politika kodlarına uygun şekilde, itidalli ve soğukkanlı bir duruşla öne çıkan Türkiye; orta ölçekli, bölgesel bir güç olarak insani diplomasi, barışı koruma, arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık gibi “niş diplomasi” alanları yaratmada başarı elde ediyor. Türkiye gibi yükselmekte olan sarkaç devletlerin (swing states) 21. yüzyıl dünya jeopolitiğini şekillendirme şansı beklenenden çok daha yüksek görünüyor. 2019’da başlatılan “Yeniden Asya Girişimi”, Türkiye’nin 21. yüzyıl hedef ve stratejileri için tam da bu noktada hayati bir katkı sunmuş durumda. Elinizdeki bu eser, literatürde ilklerden biri olarak bölge ülkeleri ile Türkiye’nin ilişkilerini irdelemekte, ilgili alana kayda değer bir katkı sunmaktadır. Bu sebeple siyasetten akademiyaya, iş dünyasından STK’ya geniş bir kesimin ilgiyle okuyacağı düşünülmektedir.

Osman Nacak Geçmişten günümüze devletler, pek çok alanda birçok kamu politikası oluşturmaktadır. Geçmişte, geleneksel kamu yönetimi anlayışının egemen olduğu dönemde, devlet içi aktörlerin politika yapım sürecinde çok daha etkin olduğu görülmektedir. Fakat yönetim anlayışında yaşanan değişimle birlikte politika yapım sürecinde de bir değişimin yaşandığını ve devlet içi aktörlerin yanında birçok yeni aktörün de politika yapım sürecinde rol almaya başladığını söylemek mümkündür.
Bu kitap, bir taraftan yönetim anlayışında yaşanan paradigma değişimini irdelerken diğer taraftan da kamu politikası kavramını, özelliklerini, tarihsel gelişimini, politika yapım sürecini ve politika aktörlerini ayrıntılı bir biçimde incelemektedir. Kitapta özellikle politika yapım sürecinde yer alan geleneksel aktörler ile yönetim anlayışındaki değişimle birlikte politika yapım sürecine dâhil olmaya başlayan yeni aktörlerin her biri ayrı bir başlık altında derinlemesine analiz edilmektedir. Ayrıca kitapta, politika yapım sürecinin çok aktörlü bir sürece dönüşmesini sağlayan faktörlere de yer verilmektedir.
Kamu politikası, siyaset bilimi ile kamu yönetimi alanındaki araştırmacıların ortak inceleme alanıdır. Bununla birlikte son dönemde farklı disiplinlerde yer alan araştırmacıların da bu alana ilgi duymaya başladığı görülmektedir. Değişen Yönetim Anlayışında Kamu Politikası ve Aktörleri kitabının, dünyada ve ülkemizde önemi hızla artmakta olan kamu politikası alanında çalışan bütün araştırmacılara katkı sağlayacağı ümit edilmektedir.
Mehmet Gök Demokratik toplumların en etkin sivil toplum kuruluşlarından olan sendikalar; içtimaî siyasetle ilgili hemen her konu ile ilgilenen, bir başka ifade ile üyelerinin ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için ilgili bütün konularda çalışma ve mücadele veren kuruluşlardır. Sosyoekonomik hayatın her alanında var olmaları, çalışanlar ve yakınları ile birlikte toplumun önemli bir çoğunluğunu oluşturmaları nedeniyle de hemen hemen her dönemde siyasetin ve gündemin önemli aktörlerinden olmuşlardır. Bu etkinlik ve güçleri nedeniyle faaliyetleri ve statüleri gerek ulusal ve gerekse de uluslararası mevzuatta düzenlenerek bir takım güvence ve sınırlamalara tabi tutulmuştur.
Türkiye'de Batı tipi bir sendikal süreç yaşanmamasına, bir başka ifade ile hızla gelişen sanayileşmeyle birlikte sanayi kuruluşlarının çevresinde gelişen gayriinsani yaşam koşulları ve kapitalizmin acımasız yüzüyle mücadele şeklinde ortaya çıkmamasına rağmen, sendikal kurum ve geleneğin Batı tipi sendikacılıkla benzeştiğini söyleyebiliriz.
Sendikalar, toplumdaki etkinlikleri nedeniyle her dönemde siyasi partilerin oy deposu olarak gördükleri, gerek seçim öncesi ve seçim sürecinde desteklerini almaya çalıştıkları en önemli kesimlerden olmuşlardır. Bu nedenle hemen hemen her seçim döneminde sendika ve konfederasyonların liderlerinin bazılarının siyasete ve farklı partilerin listelerinde başarılı olarak TBMM'ye girdiklerini görüyoruz. Bunlar arasında Yasin Hatiboğlu, Necati Çelik, Bayram Meral, Salim Uslu, Rıdvan Budak, Hüseyin Tanrıverdi ve Ağah Kafkas'ı örnek olarak verebiliriz.
Bu kitapta, demokratik bir devlet olan ülkemizde sendika siyaset ilişkisi; kavramsal, tarihsel, siyasal ve hükümet programları ekseninde işçi sendikacılığı ile sınırlı olarak incelenmeye çalışılmıştır.
Sinem Eray A person who is responsible for choosing certain things at every stage of his life cannot always be rational in his choices. This situation does not change in every election about life, so it cannot be expected to show a different approach in party elections. In representative democracies, the people elect their rulers. Indeed, the key mechanism of reconciliation in a competitive society is elections. Although the history of voting dates back to ancient times, the same cannot be said for parliamentary democracy. Countries adopt different electoral systems according to their own government systems and administration styles. There are functional differences in their systems in countries that adopt the same electoral system. In this process, the consistency of the representation rate of the citizens of the country has a great impact on the country's democracies.
In the study, the concepts of democracy, political participation, government systems, political parties and representation are explained. The electoral systems are detailed with examples and the parliamentary elections of the last thirty years of the countries that are called democratic for each electoral system are analyzed.
Mehmet Çelik The influence of development aid on the foreign policy implementation of middle power countries has not been widely studied in the existing academic literature. In addition, states' perceived prestige, as an added indicator to measure a country's middle power status, has not been explored in the literature.
As such, this study attempts to academically contribute to the existing literature by investigating how development aid affects the foreign policy of a middle power country in its relationship with the aid receiving country. Through both primary and secondary empirical data collected, the theoretical framework was studied by applying Türkiye's development and cooperation agency, TİKA's, influence on Turkish foreign policy on Somalia and Bosnia and Herzegovina between 2002 and 2018 as a case study. This case study was precisely selected as Türkiye has been a rising middle power state since the early 2000s and the use of development aid as foreign policy instrument has been considered one of the key successes in establishing a prestigious presence worldwide.
Ultimately, this book attempts to answer the following theoretical questions: a) What is a middle power country? b) How does prestige contribute to the middle power status of a country? And, c) Do state development agencies positively or negatively affect middle power countries' foreign policies?
Emre Aydilek Devlet; özel, önemli ve karmaşık bir terminolojik alandır. İçinde yaşadığımız kara parçası üzerindeki politik örgütlenmeden çok daha ötesidir. İnsan üzerindeki belirleyiciliği, konuyu her daim dinamik bir alan olarak tutmaktadır. Binyıllardır hayatımızı, hayallerimizi, planlarımızı ve davranışlarımızı doğrudan şekillendirdiği gibi sosyal bilimlerin neredeyse tüm spesifik alanlarına da dolaylı olarak dokunmuştur. Bu beşerî örgütlenme hakkında çok sayıda eser yazılıp çizilmiş; belgeseller, diziler ve filmler çekilmiş; görsel, işitsel ve sosyal medyadaki tartışmalara konu olmuştur. İnsan var olduğu sürece, adı ve biçimi ne olursa olsun sistemli örgütlenmeler de varlığını sürdüreceğinden, binlerce yıldır süren devlet tartışmalarının gelecekte de süreceğinden şüphe edilmemektedir.
Bu eserde devlet terminolojisi, genel ve öz bir biçimde açıklanmaya çalışılmıştır. Devlete ilişkin temel tanımlamalar sunulmuş, devletin tarihsel gelişimi ortaya konmuştur. Kavrama yönelik felsefi ve ideolojik bakış açılarına yer verilmiştir. Devletin kökeni, rolü/işlevleri, organları, kurumları ve yapılanması, analitik ve kategorik bir yöntemle sunulmuştur. Devlete ilişkin temel belli başlı kavram, kuram ve yaklaşımlar derlenerek kavramın makro düzeyde daha anlaşılabilir kılınmasını sağlamak amaçlanmıştır.
Politika, sosyoloji, felsefe, ekonomi ve tarih alanlarına temas eden bu kitap, ilgilenenlere genel bir terminolojik perspektif sunma potansiyeline sahiptir.
Fazıl Yozgat Günümüzdeki modern ulus devlet modellerinin ve sayılarının 19. yüzyıldan sonra arttığı, 18. yüzyıl başlarında imparatorlukların sayısının sınırlı olduğu, dünyanın değişik yerlerinde farklı isim, unvan ve şekilde devletlerin olduğu muhakkaktır.
Bu kitapta; dört halife döneminden son halifeye kadar İslam ülkelerinde devlet yapılanmalarının tarihi seyri ile ilgili bilgiler verilmiştir. Selçuklu, Beylikler, Osmanlı, Tanzimat, 1. Meşrutiyet, 2. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerindeki devlet teşkilatı ve bu dönemlerde önemli rol oynayan aktörlere yer verilmiştir.
Ayrıca, komşu ülkelerle ilişkilerde özellikle Osmanlı-Rus savaşları süresi ve neden sonuç ilişkisi bağlamında karşılaştırılmıştır. Devletleri ve aktörleri incelerken birden çok kaynaktan yararlanmanın yanı sıra yine birden çok metot ile konuya yaklaşılmıştır. Balkanların idari ve siyasi serencamı, Endülüs Devletinin kuruluşu ve yıkılış öyküsü, Ortadoğu'nun karşılaştırmalı tarihine de yer verilmiştir. Osmanlı merkez çevre ilişkisi analiz edilmiştir.
Dünyanın değişik yerlerindeki devlet oluşumları ve ilgili aktörler özetlenmiş, Avrupa'daki devletler ve hanedanlar aktörleriyle birlikte incelenmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyetinden başlayarak günümüze kadar ülkemizdeki kurumsal aktör olan siyasi partiler sıralı olarak verilmiştir. Özlü ve anlamlı sözler diye yorumladığımız bercesteler kısmında bazı aktörlerin özgün sözleri okuyucuyla paylaşılmıştır. Ütopya ve distopyaya girmeden karşılaştırmalı analiz, tarihsel ve kısmen içerik analizi metodu kullanılmıştır.

Fazıl Yozgat “Bir fâilin meâsiridir cümle hâdisât,
Ne iktizâ-yı çerh ü ne hükm-i zamanedir.”

“Olan her şey bir yapıcının eseridir.
Ne talihin gereği ne de devrin hükmüdür bu.”
Ziya Paşa

Bu kitapta; başbakan olduktan sonra orgeneral olanların öyküsünü, savaş süresince ikinci görev üstlenenlerin asli görevlerinden uzak kalmaları sebebiyle kamu yönetimine getirdiği handikapları; Selçuklu, Osmanlı, Cumhuriyet dönemlerinde içeride ve komşu ülkelerdeki siyasal aktörlerin rollerini göreceksiniz. 240 yıl önce “İstanbul'da nüfus artıyor, beraberinde sosyal sorunlar olacak önlem alalım.” diyen özgün layihaları bulacaksınız.
Nüfusla ilgili verileri, siyasal hayata ilişkin bercesteleri okuyacaksınız. Ayrıca Osmanlı devlet arşivlerinden alınan 20 orijinal sadeleştirme ve bunların günümüzle karşılaştırmasını yapma imkânı bulacaksınız. Büyük Orta Doğu'nun küçük devletlerini, itikat, siyaset, saltanat ilişkisini bulacaksınız.
Selçuklu'dan başlayarak Osmanlı'da neşvü nema bulan ahilik ve esnaf teşkilatıyla ilgili sosyoekonomik kalkınmanın itici gücü ahilikle ilgili yorumları okuyabilecekseniz.
Yine bu kitapta II. Abdülhamit'e suikast düzenleyenin neden, nasıl, hangi şartlarda affedildiğini, İttihatçıların yine padişah tarafından neden, nasıl, niçin affedildiğini bulacaksınız. Görevi yeni komutana devretmeyen askerî yetkili yüzünden Basra'nın nasıl elden çıktığını; Küba'dan ve Sovyetlerden yirmi bin askerin Somali'ye gelip farklı ideolojilere hizmetini bulacaksınız.
Metin Çelik BM Şartı md. 2/1'de “Örgüt, tüm üyelerin egemen eşitliği ilkesi üzerine kurulmuştur” denilmektedir. Bu ifade 1945 sonrası kurulan yeni uluslararası sistemin anayasası hüviyetindeki BM Şartı'nda örgütün ve dolayısıyla uluslararası sistemin devletlerin egemen eşitliği ilkesi üzerine kurulduğunu belirtmekte, böylece egemen eşitlik ilkesi sistemin kurucu unsuru hâline gelmektedir. Ancak egemen eşitlik ilkesinin BM Şartı, uluslararası antlaşmalar ve uluslararası hukuk kararlarından müteşekkil teorik muhtevasına karşılık uluslararası pratikler aksini göstermektedir, yani ilkenin teorisi ile pratiği örtüşmemektedir. Bu teori-pratik uyuşmazlığı akla şu soruları getirmektedir:
Egemen eşitlik bir aksiyom olarak kabul edilebilir mi? Egemen eşitlik bir aksiyom ise, bu aksiyom realite tarafından kabul edilmekte midir? Yoksa egemen eşitlik aksiyomu kâğıt üzerinde kalan bir ilke olup, realitede farklı mı işliyor? Eğer ilkenin teorisi ile pratiği örtüşmüyorsa, bu ilke neden var? Neden temel uluslararası antlaşmalarda, hukuki metinlerde ve hukuk doktrininde bu ilkeden ısrarla bahsediliyor? Bir şey hem var hem de yok olamayacağına göre, o hâlde egemen eşitlik ilkesinin mahiyeti nedir?
Kitapta bu sorulara cevap aranmaktadır.
Ahmet Özkan Türkiye ve Rusya hem bölge açısından hem de küresel sistem içerisinde ön plana çıkan iki önemli devlettir. Bu iki devletin güvenlik politikaları zaman zaman değişime uğrasa da 2000'li yıllarda iktidara gelen güçlü ve kararlı liderleri sayesinde beslendikleri kaynak ve felsefe farklı olsa da istikrarlı bir görünüme sahip olmuştur. Zira imparatorluk vârisleri olan Türkiye ve Rusya, tarihsel misyonlarını ve yükümlülüklerini ön plana çıkaran bir anlayışla dış politikalarını ve güvenlik politikalarını şekillendirmektedir.
Erdoğan liderliğindeki Türkiye, terörle mücadelede ve sınır güvenliğinin tesisinde proaktif bir anlayış belirleyerek insani diplomasi odaklı stratejiyle ön plana çıkarken, Putin liderliğindeki Rusya ise dış politikadaki güvenlik yaklaşımlarını imparatorluk geçmişini referans alarak yayılmacı anlayışla güçlendirerek devam etmektedir. Bu sebeple farklı medeniyet algılarından hareketle Erdoğan Türkiye'sinde hayata geçirilen proaktif güvenlik anlayışı ve Putin Rusya'sında hayata geçirilen yayılmacı politikalar/hamleler bu çalışmanın nirengi noktasıdır. Zira Türkiye, terör örgütlerinin ülkesini bölmeye yönelik eylemleri ve saldırılarına karşı sınırlarının ötesinde proaktif bir konseptle güvenlik kuşağı oluşturmaya çalışırken; imparatorluk kaybı ile bir türlü yüzleşemeyen ve “normal bir ülke”ye dönüşemeyen Rusya ise eski ihtişamlı günlerine dönme iştiyakıyla toprak ilhakına varan düzeyde yayılmacı politikaları hayata geçirmektedir.
Hayata geçirilen bu politikalar Türkiye açısından Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtları ile Libya'da varlık göstermesi üzerinden analiz edilirken; Rusya açısından ise, Gürcistan Savaşı, Kırım'ın işgali ve ilhakı, Ukrayna ve Suriye Krizleri üzerinden analiz edilmiştir. Nitekim bu kitap bahsi geçen konulara ilgi duyan herkes için önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır.
Emrah Utku Gökçe Bu kitapta, iki entelektüel siyaset adamı İsmail Cem ve Ahmet Davutoğlu, konstrüktivist/sosyal inşacı kuram bağlamında ele alınmıştır. Uluslararası sistemin durumu göz ardı edilmeden, dış politikada yapan/fail konumunda olan bireye kitap boyunca öncelik verilmiştir. Bu hâliyle kitap birey seviyesinden Türk dış politikasını anlamayı hedeflemektedir. Kitapta Cem’in ve Davutoğlu'nun hayatları, politik kimlikleri ve dış politika tasavvurları ortaya konulurken; Dışişleri Bakanı oldukları zamanlarda Türk dış politikasını kendi dış politika tasavvurlarına göre nasıl şekillendirmeye çalıştıkları değerlendirilmiştir. Kendilerine özgü dünya görüşleri, entelektüel birikimleri ve dış politika tasavvurlarıyla Kemalist elitlerin inşa ettiği geleneksel dış politikaya eleştiri getirmişlerdir. Kimlik, tarih, kültür, medeniyet gibi kavramları dış politikada kullanarak yeni tanımlar, tasarımlar ve eylemler ortaya koymuşlar, böylece Soğuk Savaş sonrası Türk dış politikasını etkileyen failler hâline gelmişlerdir.
İlhan Sağsen, Nuh Uçgan Dış Politika Analizi (DPA) uluslararası sistemdeki bir aktörün bir başka aktöre ve genel olarak uluslararası ortama karşı izlediği ilişki tipini ve politikalarını inceler. Graham Allison'ın 1971 yılında yayınladığı “The Essence of Decision: Explaining the Cuban Missile Crisis” adlı eserinde ortaya attığı rasyonel aktör, bürokratik ve örgütsel modellerine ilaveten günümüzde yapılan DPA çalışmaları kamuoyunun rolü, grup dinamikleri, bilişsel dinamikler gibi etkenlere de odaklanmaktadır. Bu çalışmalar temel olarak Uluslararası İlişkiler disiplinindeki tüm çalışma alanları gibi öncelikle uygun bir analiz seviyesi seçilerek gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla birey, devlet ve sistem olarak tanımlanabilecek analiz seviyeleri analizin oturtulacağı temel çerçeve açısından önemli bir yere sahiptir. Bu minvalde karar alma modellerinin belli başlı dış politika kararlarına uygulanmasını içeren bu kitabın alanında uzman akademisyenlerin değerli çalışmaları ve yöntemindeki özgünlükle literatüre katkı sağlaması amaçlanmaktadır.
Ertan Tosun Dış yardım kavramı, devlet kavramı kadar eski bir kavramdır. Ancak bugüne kadar dış yardımlar ile abat olmuş ne bir toplum ne de bir devlet bulunmaktadır. Bu durum, günümüzde istisna olarak ifade edebileceğimiz birkaç küçük örneğin dışında geçerliliğini korumaktadır. Gerek kamu gerekse STK'lar eliyle ülkemizin yaptığı dış yardımlar için de bu durum geçerlidir.
Küresel açıdan baktığımızda, sömürgeci yaklaşımı bir kenara bırakırsak, dış yardım alanında; aklın yerini duygusallığın aldığı, stratejinin yerini sığlığa bıraktığı ve bürokrasinin de kısa vadenin ötesine geçemediği bir iklim bulunmaktadır. Bu kitap, mevcut iklimi eleştirerek dış yardımların etkinlik iklimini araştırmaktadır.
Kitapta, etkinlik iklimine bir önerme geliştirdikten sonra her türlü kalkınma yardımı için geçerli olacak bir Etkinlik İklimi Modeli oluşturulmaya çalışılmış ve bu Model açısından KKTC'ye yapılan yardımların bir analizi yapılmıştır.
İnanıyoruz ki saha çok geniş ve derin olduğundan araştırmamız bir temel mahiyetinde kalmaktadır. Kitabın, bölgesel ve küresel güç olan Türkiye'nin uluslararası kalkınma alanında atacağı adımlara zerre miskal katkısının olması bizim bahtiyar olmamıza yetecek, araştırmacılara veya ilgililere küçük bir katkı sağlaması emeğimize değecektir.
Hamza Yavuz Bazı istisnalarla birlikte tüm Yahudilerin İsrail'e koşulsuz destek sunduğu kanaati oldukça yaygındır. ABD ile İsrail arasındaki "özel ilişki", dolayısıyla Amerika'daki Yahudi diasporası söz konusu olduğunda bu kanaat daha da güçlenmektedir. 1967 Savaşı'ndan 1970'lerin sonlarına kadar Amerikan Yahudileri için İsrail'i tereddütsüz desteklemek gerçekten de iyi bir Yahudi olmanın gereğiydi. Fakat 1980'lerin başlarından bu tarafa İsrail'deki bilhassa sağ kanat hükûmetlerin, Filistin'e/Filistinlilere yönelik eylem ve politikaları, Amerikan Yahudi toplumunun giderek genişleyen bir bölümü tarafından yoğun bir biçimde eleştirilmektedir. Bu kitap, Amerikan Yahudilerinin İsrail'in Filistin politikasına yönelik eleştirilerini anlamlı bir bağlam içerisine yerleştirmeyi ve bu eleştirilerin muhtevasını detaylı bir biçimde açığa çıkarmayı amaçlamaktadır. Kitapta, eleştirilerin temelinde, Amerikan Yahudilerinin ev sahibi toplumlarıyla etkileşimleri vasıtasıyla deneyimledikleri kimlik dönüşümünün yattığı iddia edilmektedir. Kimliğin nasıl dönüştüğü tarif edilirken Hall, Gilroy ve Clifford'un diaspora kimliklerinin, farklılıkla yürütülen müzakereler yoluyla melezleştiğini ve nihayetsiz ve doğrusallık arz etmeyen bir biçimde yeniden ve yeniden inşa edildiğini savunan görüşlerinden yararlanılmaktadır. Kitapta, Amerikan Yahudilerinin deneyimledikleri kimlik dönüşümünün dinî ve siyasi boyutlarına odaklanılmaktadır. Zira muhtelif anket araştırmaları, Amerikan Yahudilerinin İsrail-Filistin çatışmasına yaklaşımlarıyla dinî ve siyasi kimlikleri arasında yakın bir ilişkinin mevcut olduğunu göstermektedir. Amerikan Yahudilerinin İsrail'in Filistin politikasının hangi yönlerini eleştirdikleri ve bu eleştiriler için hangi gerekçeleri öne sürdükleri ise Eylül 2017 ile Mart 2018 arasında çeşitli Amerikan Yahudi örgütlerinden temsilcilerle gerçekleştirilen mülakatlar ışığında açıklığa kavuşturulmaya çalışılmaktadır.
Senem Demirkıran Yaşamın her alanını nefes kesici bir hızla değiştiren dijital çağ, kamu yönetiminde pek çok fırsat sunmakta ve kamu yönetimi değişmektedir. Kamu hizmetlerinin dijital dönüşümü ve dijitalleşme, vatandaş odaklı dijital yönetişimi ortaya çıkarmaktadır. Dijital çağın kamu yönetimine yansıması olarak kamu hizmetlerinin sunumunda öne çıkan dijital yönetişim ile dijital dönüşüm, dijitalleşme, nesnelerin interneti, büyük veri, yapay zekâ gibi unsurlar kamu yönetimi çalışmalarına dâhil olmaktadır. Dijital çağın kamu yönetimine etkilerinin anlatıldığı bu kitapta; dijital çağ ile birlikte meydana gelen değişimler sunulmakta, dijital çağ ile dönüşen kamu yönetimi ve dijital yönetişim anlatılmakta, Türkiye'de kamu yönetimine dijital çağın etkileri incelenmekte ve dijital yönetişim analizi yapılarak yeni bir model önerisi sunulmaktadır.
Elif Gürdal Limon Diplomasi, iletişim ve teknoloji üçgeninde oluşan dijital diplomasi uluslararası ilişkilerde nasıl bir güç dayanağı hâline gelebilir? Bu kitap, hegemonik bir dünya düzeninde devletler arası ilişkileri yorumlarken bunu teknoloji ile bağdaştırmış ve bu soruya yanıt aramıştır. Dünya kamuoyunun fikri, devletlerin kararlarını ve geleceklerini etkilemektedir. Kamu diplomasisi de bu farkındalığın bir sonucu olarak devletlerin yabancı halkların fikirlerine ve kanaatlerine sırt çeviremeyeceklerini göstermektedir. Kamu diplomasisi, gelişen iletişim teknolojileri sayesinde kendine münhasır bir hâl alan dijital diplomasiye kapı açmış ve devletler arası ilişkiler, dijital iletişim teknolojilerinden etkilenir olmuştur. Hegemonya analizi yapılırken de bunu dijital iletişim teknolojileri ile bağdaştırmak bu özgün kitabı ortaya çıkarmıştır. Uluslararası ilişkilerde en çok tartışılan konular, güç ve düzen anlayışı etrafında gezmektedir. Hegemon aktörün bu düzenin sağlayıcısı ve sürdürücüsü olarak sorumlulukları ve ayrıcalıkları vardır. Bunun için de gücünü meşrulaştırması gerekmektedir. Dijital diplomasi dünyanın birbirine bağlantılılığındaki bu muazzam seviyede uluslararası ilişkilere etki edebilecek her aktör için gücün meşrulaştırılmasında en uygun araçlardandır. Hegemonya, kamu diplomasisi ve dijital diplomasiyi tüm boyutları ile ele alan bu kitaptan istifade etmeniz ve keyif almanız dileğiyle...
Adnan Söylemez, Alper Güneş, Bilal Özel , Esra Nur Tuğan, Faruk Temel, Hakan Alptürker, Hayati Ünlü, Hikmet Salahaddin Gezici , Kemaleddin Eryeşil, Metin Özkaral, Muhammed Kasım Kavak, Osman Özdemir, Ömer Faruk Tekin , Seyida Erkek, Yasin Taşpınar Dijital alan, kısa bir zaman dilimi içerisinde toplumsal ve kamusal alanın büyük bölümüne yoğun şekilde nüfuz etmiş bulunmaktadır. Bu işleyişi bu denli hızlı kılan en temel nedenlerden biri hiç şüphesiz dijital uygulamaların geleneksel muadillerine göre çok daha kullanışlı ve ekonomik alternatif araçlar sunuyor olmasıdır. Elbette günümüzün kendine özgü koşulları da dijitalleşme lehine bir tablo oluşturmuştur. Dijitalleşmenin hızı ve kapasitesi, bahsedilen alanlarda ortaya çıkardığı değişimleri yönlendirmek bir yana takip etmeyi bile zorlaştırmaktadır. Bugünün dünyasından edinilen izlenim; avcı- toplayıcı, tarım, sanayi ve bilgi toplumlarından sonrasının muhtemelen ağ toplumu olacağını düşündürmektedir. Nitekim bağlantılılık sayesinde oluşan ağdan edinilenlerin sağlayacağı güç ve ortaya çıkaracağı sinerji, hayalleri bile zorlayacak bir potansiyele sahiptir. Sanayi devriminden sonra bilgi ve iletişim devriminin de tarihselleşmeye başladığı bu günlerde kimi sorgulamaların zamanının geldiği düşünülmektedir.
Bu noktada birkaç soru akla gelmektedir. Örneğin; "Sosyal medya sayesinde birbirleriyle iletişim kabiliyetini geliştiren toplum, alanın kontrolünü ele geçirebilmiş midir?", "Elektronikleşen devlet ve bürokrasi, eski konumlarından vazgeçmiş ve alanı vatandaşa mı teslim etmiştir?", "Elektronik ticaret olanakları tekelleşmeyi ortadan kaldırarak tüketici lehine bir durum mu ortaya çıkarmıştır?" ya da "İnsanoğlu yapay zekâ gibi bir alana bu kadar yoğun ilgi göstererek kendi sonunu mu hazırlamaktadır?" Dijitalleşme ile ilgili daha pek çok sorgulama yapmak mümkündür. Bu çalışma için yola çıkılmasına neden olan ana hedeflerden biri, başlangıç düzeyinde de olsa bahse konu sorgulamaların yapılması veya en azından bu yönde bir işaret fişeği yakılmasıdır. Bu çalışmada dijitalleşme multidisipliner ve çok boyutlu bir bakış açısıyla ele alınmakta, çeşitli alanların bir anlamda fotoğrafının çekilmesi ve bu bağlamda tarihe not düşülmesi hedeflenmektedir. Bilim dünyasının siyaset, yönetim, ekonomi, hukuk ve iletişim gibi farklı alanlarından akademisyenlerin değerli çalışmaları sayesinde bu eser ortaya çıkarılmıştır. Bu yönüyle kitabın söz konusu alanlardaki bilimsel birikime bir katkıda bulunması, konuyla ilgilenen her alandan kişilerin istifadesi ümit edilmektedir.
Hüsmen Akdeniz Türk-Amerikan ilişkilerinin çeyrek milenyuma yaklaşan bir geçmişi vardır. İkili ilişkilerin tarihi, çökmekte olan bir büyük güç ile yükselmekte olan bir büyük gücün bir başka deyişle “Anka Kuşu’nun inişe geçtiği”, Amerikan kartalının ise Roma İmparatorluğu'nun yerini almak üzere havalandığı bir dönemden günümüze kadar uzanan bir süreci kapsamaktadır. Bu nedenle ilişkilerin en önemli niteliğini, güçteki eşitsizlik olgusu oluşturmaktadır.
Bu kitap, bir taraftan farklı güç kategorisindeki ilişkilerde uygulanacak strateji ve politikalara yönelik istatistiksel analiz destekli bir yöntem önermekte ve Uluslararası İlişkiler çalışanlarına ve öğrencilerine bir model sunmaktadır. Böylece eşit olmayan güçlerin birbirlerine karşı uygulayabilecekleri strateji ve politikalara ışık tutmaktır.
Diğer taraftan kitap, ilk diplomatik ilişki kuruluşundan günümüze Türk-Amerikan ilişkilerindeki olaylar, olgular, krizler, uygulanan strateji ve politikaların kısa tarihçesini de hatırlamaya ve giderek bir satranç oyununa dönüşen ikili ilişkilerin çözümlemesine ilişkin ipuçları vermek suretiyle tüm okuyuculara da yararlı olmayı umut etmektedir.
Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel'in ifadesiyle kitap, yalnızca Türk-Amerikan ilişkilerini “güç ve çıkar” temelinde değerlendirmekle kalmayıp ''küresel bir başat güç” ile “orta güçte bir ülke” arasındaki ilişki modeline kuramsal bir çözümleme de sunmayı amaçlamaktadır.
Erkan Kurnaz, Ersin Karademir, Esra Çömezoğlu, Fatma Deniz Sayıner, Feyza Beki, Gizem Yıldız, Mustafa İslamoğlu, Salih Altun, Sebahattin Kılınç, Serdar Yener Etkili bir afet yönetimi, birçok disiplinin birlikte çalışması ile gerçekleştirilir. Bu disiplinler arasında mühendislik, coğrafya, psikoloji, sosyoloji, hukuk, tıp ve iletişim gibi alanlar yer almaktadır. Afet yönetimi, afetlerin önceden tahmin edilmesinden hazırlık planlarının oluşturulmasına, kurtarma çalışmalarının yürütülmesinden hasarın tespit edilmesi ve onarım çalışmalarının yapılmasına kadar birçok süreci içermektedir.
Çağla Melisa Kaya, Eda Selimoğlu, Emine Cicioğlu Sütcü, Habib Akyazı, Halil İbrahim Çiçekdağı, Leyla Derin Cengiz, Meryem Esra Varol, Nehir Varol, Nevra Pelin Cesur, Önder Bozkurt, Remzi Aytin, Serpil Gökdemir, Sevgi Güney, Tarık Ziyad Gülcü, Timur Gültekin, Yakup Artik Afet Risk Yönetimi; afetlere neden olabilecek riskleri tanımlamayı, bu riskleri ortadan kaldırmayı veya meydana geldiğinde en az zararla karşılayabilmeyi kapsayan bir süreci ifade etmektedir. Afetlere karşı toplum dirençliliği ancak afetlerin öncesi, sırası ve sonrasında yapılacak çok disiplinli afet risk yönetimi çalışmaları ile mümkün olabilecektir. Bu yaklaşımdan hareketle kaleme alınmış bu kitap, alanında uzman akademisyenlerin değerli ve özverili emekleri ile birbirinden kıymetli on üç makaleden oluşmaktadır. Farklı disiplinlerin afet risk yönetimindeki öneminin irdelendiği aynı zamanda afet türleri hakkında detaylı çalışmaların yer aldığı bu çalışma, literatüre önemli katkı sağlayacak ve afet risk yönetimi konusunda çalışan tüm araştırmacılara bütüncül bir perspektif sunacaktır.
Abdulkadir Tezcan, Bülent Özmen, Çiğdem Tetik Biçer, Çiğdem Tuğaç, Ebru Önal, Eda Selimoğlu, Esma Buluş Kırıkkaya, Feray Şenderin, Hulusi Aydemir, Levent Bütün, Moynul Ahsan, Nehir Varol, Nilgün Okay, Önder Koçyiğit, Serpil Gerdan, Sıdıka Tekeli Yeşil, Şenay Yıldırım, Umut Akıncıoğlu, Yeşim Doğan Afet risk yönetimi; afetlere neden olabilecek riskleri tanımlamayı, bu riskleri, ortadan kaldırmayı veya meydana geldiğinde en az zararla karşılayabilmeyi kapsayan bir süreci ifade etmektedir. Afet dirençliliğini sağlamak, ancak afetlerin öncesi, sırası ve sonrasında yapılacak çok disiplinli afet risk yönetimi çalışmaları ile mümkün olabilecektir. Bu yaklaşımdan hareketle kaleme alınmış bu kitap, alanında uzman akademisyenlerin değerli ve özverili emekleri ile birbirinden kıymetli çalışmalardan oluşmaktadır. Farklı disiplinlerin afet risk yönetimindeki öneminin irdelendiği aynı zamanda afetler hakkında detaylı çalışmaların yer aldığı bu çalışma, literatüre önemli katkı sağlayacak ve afet risk yönetimi konusunda çalışan tüm araştırmacılara bir perspektif sunacaktır.
Pan American Health Organization İnsanlar için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplara yol açan afetler; doğal, teknolojik veya insan yapısı kökenli olaylardır. Çağlar boyunca toplumların en önemli problemlerinden birisi olarak normal yaşamı ve insan faaliyetlerini durdurarak veya kesintiye uğratarak toplulukları etkilemiştir.
Ülkemizin jeolojik, topografik yapısı ve iklim özellikleri doğal afetlerin çok sık yaşanmasına neden olmaktadır. Özellikle, önemli bir deprem kuşağı üzerinde bulunmamız, gelişen bilim ve teknolojiye rağmen birçok tahribat ve zarara yol açmaktadır.
Afetler önemli bir halk sağlığı sorunudur çünkü sadece yiyecek, su, ilaç yokluğuna değil; sıcak, soğuk, kanserojen kimyasal maddelere, ruhsal etkilere maruz kalmaya neden olabildikleri için insan sağlığını olumsuz olarak etkilemektedir.
Bu kitabın afet konusunda çalışanlara yararlı bir kaynak kitap olması dileği ile herkese afetsiz bir yaşam diliyorum.
M. Hakan Keskin

Türkiye, yarım asırdır AB kapısında üyelik için bekliyor. 2008 Mayısında 50. yaş gününü kutlayan AB, bugün vatandaşlarına siyasi istikrar ve ekonomik refah getiren 27 üyeli önemli bir aktör haline geldi. Devlet politikası olarak benimsenen ve bugünlerde modasını yitiren bu macera inişli çıkışlı bir seyir izliyor. Bu kitapta; TÜRKİYE AB ÜYESİ OLACAK MI? AB, BİZ ÜYE OLUNCAYA KADAR DAĞILACAK MI? TÜRKİYE'NİN AB'NDEN BAŞKA ALTERNATİFİ YOK MU? gibi sıkça sorulan sorulara tarafların olası kazanç ve kayıpları ile okuyucunun kendi cevaplarını vermesine imkan sağlayacak farklı bir yöntem deneniyor. AB; BİZİ ALMAZ, ÜNİTER YAPIMIZI BOZMAYA BİZİ BÖLMEYE ÇALIŞIYOR, AB HRİSTİYAN KULÜBÜ, BİZ MÜSLÜMANIZ gibi sloganlaşmış yaklaşımların ne derecede doğru olduğunu, Türkiye AB üyesi olacaksa, buna katkısı olacak unsurların, olamayacaksa engellerin neler olabileceğinin tespiti için gerekli teknik karar destek argümanları, okuyucuya, diğer AB ile ilgili kaynaklarda bulamayacakları şekilde tarafsız ve önyargısız şekilde veriliyor. ŞİMDİ N'OLACAK? BUNDAN SONRA BİZ NE YAPMALIYIZ? gibi sorulara da yanıt veren elinizdeki bu kitap, AB karşıtı kitapların enflasyonunun yaşandığı günümüzde, modasını yitirmiş gibi görünen Türkiye'nin AB üyeliği üzerine doğru sanılan yanlışlardan arınmış tespitler yapan diğerlerinden tamamen farklı bir çalışma.

Uğur Özgöker, A. Zübeyr Mirzabey Doğu Akdeniz'de keşfedilen enerji kaynaklarının çeşitli güzergâhlar üzerinden taşınmasında, sahip olduğu boru hatları ve coğrafi konumu sebebiyle Türkiye'nin en uygun rota olduğu gözlemlenmiştir. Buna karşılık bölge ülkeleri arasındaki siyasi ve askeri çekişmeler sebebiyle farklı ajandaların oluşturulduğu bilinmektedir. Bu kapsamda Doğu Akdeniz'deki enerji denkleminin çözülmesinin önünde bazı önemli engeller bulunmaktadır. Kitapta bu engeller ve getirilen çözüm önerileri detaylı bir şekilde ele alınmaktadır.
Elinizde bulunan kitabın matbaaya verilmesinin hemen öncesinde çıkan Rusya-Ukrayna Krizi ve Savaşı dolayısıyla Rusya-Batı arasında tehlikeli bir hızla artan gerilim ve kriz; kitapta ortaya koyduğumuz öngörünün ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir. Krizin ardından Almanya'nın Kuzey Akım 2 Doğal Gaz Boru Hattı Projesi'ni durdurması AB'nin enerji arz güvenliğini tehlikeye sokmuştur. Bu gelişme, söz konusu krizin enerji boyutunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Zaten var olan etkenler dışında son Ukrayna Krizi süreci ve muhtemeldir ki sonrası, hem dünyanın hem de Türkiye'nin enerji gündemine farklı dokunuşlar yapacaktır.
Kumakura Jun Prof. Dr. Kumakura Jun tarafından kaleme alınan bu kitap, Doğu Türkistan'ın işgalinden günümüze uzanan Türk tarihinin kapsamlı bir anlatımını sunmaktadır.
Doğu Türkistan'ın kökenini, bölgede dağılım gösteren halkın İslam ile tanışmasını, Çin ile olan ilişkilerini irdeleyerek başlayan kitap, ilerleyen kısımlarda; Çin-Sovyet çatışmalarını, bölgede yaşanan “Kültür Devrimi”ni, Uygur Türklerinin öz yurdu olan Doğu Türkistan'da yaşanan siyasi çalkantıları, terör eylemlerini, baskı ve gözaltı politikalarını ve Çin anakarasında Han Çinlilerinin Doğu Türkistan topraklarına göç etmelerinin teşvik edilerek Çinli nüfusun Uygur Türkleri üzerine baskı kurması yönündeki politikalarını ayrıntılı olarak ele almaktadır.
İlk olarak Haziran 2022'de Japonya'da yayınlanan bu kitap, aynı yıl yine Japonya'da ödül almış, daha sonra Japoncadan Çinceye çevrilerek Taiwan'da okuyucuyla buluşmuştur.
Doğu Türkistan sorununun doğru anlaşılmasına katkı sağlaması dileğiyle…
Gerard Delanty Elinizdeki bu eser Doğu ve Batı’nın değişen paradigmaları bağlamında Avrupa’nın temel soru ve sorunlarına eğilmektedir. Kitabın içindeki makalelerin sosyologlar, antropologlar, felsefeciler ve tarihçilerden oluşan yazarları; Avrupa’nın Batı ile eş tutulması geleneğinin artık sorgulanması gerektiğini farklı bakış açılarından ele almaktadırlar. Bu kitap, dört tematik bölümden oluşmaktadır ve ilgilendiği temel konular Batı sonrası bir dünya, Avrupa’daki Doğu algıları ve tarihteki karşılaşmalar, Avrupa ve Asya arasında bir dünya ve Batı ve Doğu’da ötekiliktir.
Bu kitap, Avrupalılık kavramının yeni ifade ediliş biçimlerini son dönemin ‘medeniyetler çatışması’ ideolojik kavramlarına meydan okur bir biçimde inceleyerek, analizlerini Avrupa ve Asya’nın hem tarihte hem de çağdaş perspektiflerde birbirlerine nasıl karşılıklı bir şekilde bağlı olduklarına dikkat çeken en son ilmi çalışmalar üzerinden yapmaktadır. Kitapta son gelişmelerin ve değişen jeopolitik bağlamın bir sonucu olarak hem Avrupa hem de Asya’nın birçok ortak noktası olduğuna ve çatışmalardan değil, kozmopolit bağlantılardan bahsetmenin artık daha mümkün olduğuna dikkat çekilmektedir.
Bu kitap sosyoloji, Avrupa siyaseti, tarihi ve kültürel teorisi alanında çalışan öğrenciler ve araştırmacılar için çok değerli bir kaynaktır.
Mehmet Altınöz Belge yönetimi geleneksel anlamda mekanik yöntemlerle yapılırken, günümüz otomasyon sistemlerinin gelişimi ve örgütlerin “sanallaşması” çağdaş örgütlerde evrak yönetiminin de sanal ortamlarda yürütülebilmesine olanak sağlamıştır. Sanal dosyalama ve arşivleme yöntemleri, bazı yasal yükümlülüklerin belge yönetiminin formel ve somut biçimde yürütülmesini zorunlu kılmasının dışında, çağdaş arşiv yönetimi anlamında yaygın olarak kullanılabilmektedir. Elinizdeki eser sanal veya somut olmak üzere, evrakın ortaya çıkmasından, dosyalama biçim ve arşivleme sistem seçimine kadar geçen aşamaları detaylıca ortaya koymaktadır.