Güvenlik ve Savunma Yönetimi \ 2-2
Ahmet Gedik, Aybike Serttaş, Efe Can Gürcan, Erol Demir, Fahri Erenel, Fikret Akfırat, Gökhan Ak, Güngör Şahin, Kazim Murat Özkan, Nuriye Niğdelioğlu Happani, Özenç Kayalı, Rabia Güngörsen, Sidar Sönmez, Simge Pelit, Suat Eren Özyiğit, Şükran Pakkan, Tolga Sakman Terörizm ile mücadele "aklın akılla mücadelesi"dir ve bu mücadele öngörüye dayanır. Umutsuzluk ve yılgınlığa asla yer yoktur bu mücadelede. Kazanabilmek için bir adım önde olmanız gerekir. İstihbarat, teknoloji ve ideoloji üçgeninin tam oluşturulması, sonuca ulaşmada önemli bir adım anlamını taşıyabilir.
Terör sadece terör örgütlerinin gerçekleştirdiği bir eylem türü değildir. Devletler tarafından da kullanılan bir vasıta hâline gelmiştir. Devlet terörü denilen bu yaklaşımı kullanan devletler karşısında uluslararası hukuk yetersiz ve çaresiz kalmaktadır. Katledilen, sivil halk olmaktadır.
Terör örgütlerinin hedeflerini bir adım daha ileriye taşıyarak IŞİD örneğinde olduğu gibi devletimsi yapılar hâline geldiklerini de gördük. Ayrıca bugüne kadar kendi bünyeleri dışında dışarıya genel olarak kapalı olan terör örgütlerinin dünyanın birçok ülkesinden insanların katılması ile eleman temin sorunlarını da çözdüklerini gözlemledik.
Günümüzde terör örgütleri kadar tehdit yaratabilecek organize suç örgütlerine de ayrı bir yer açmak gerekir. Terörle mücadeleyi öğrenme konusunda belirli bir mesafe katetmişken bu yeni tip örgütleriyle mücadele de en az terör örgütleri ile mücadele kadar dikkate alınmalıdır.
Bu kitapta, terörü bir vasıta olarak kullanan devletlere ve örgütlere karşı yeni yaklaşımlar, farklı disiplinlerin bakış açısı ile ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Emrah Kaya İnsanların, toplumların ve devletlerin en büyük tehdit kaynaklarından biri olan terörizm, 2000 yılından itibaren küresel bir tehdide dönüşmüştür. Tarihsel süreçte terörizmle mücadele edebilmek için devletler, çeşitli araçlar geliştirmişlerdir. Terörizm yeni bir boyut kazandıkça terörizmle mücadele araçları da değişime uğramaktadır. 1990 sonrası dünyada liberal değerler önem kazanmıştır. Bu dönemde, terörizmle mücadelede siyasi araçların önemi artmıştır. Bu araçlar; demokratikleşme ve müzakere olarak ikiye ayrılabilir. Demokratikleşme, bir devletin aldığı kararlar neticesinde attığı adımlardır. Müzakere ise yapılan görüşmeler vesilesiyle varılan uzlaşı sayesinde terör örgütlerinin silah bırakmalarını sağlama amacı taşımaktadır.
Devletler ve terör örgütleri, çatışmalarla amaçlarına ulaşacaklarını düşünmektedirler. Lakin her iki tarafın da amaçlarına ulaşma oranları oldukça düşüktür. Böyle bir durumda çatışmalar, karşılıklı zarar vererek çıkmaza girerken çatışan aktörler, yeni yollar denemeyi düşünmektedir. Bu noktada çatışma olgunlaşmış demektir ve müzakere aşamasına geçilebilir. Bu kitapta; bir devletin müzakereyi terörizmle mücadelede bir araç olarak kullanıp kullanamayacağı, hangi şartlarda kullanabileceği, müzakereye başlayacağı zaman nasıl bir yöntem izlemesi gerektiği terörizm ve barış çalışmaları üzerinden incelenmekte ve ETA, FARC, LTTE ve PKK örnekleri ele alınmaktadır.
Nur Özkan Erbay Throughout the history, the concept of “messianism” has not only been used to influence members of religion but was also used as an effective instrument to gain political power. Aside from it, it was a leverage to legitimize terror through instigators. As studies have shown, there are examples to exert relations between messianism and terror.
As the very first Jewish Messianic Terror example in history, Zealots had used Messianism as the legitimization tool for their terror. While Assassins represent a prominent example of Messianic Terror in the 13th century of the East, the Crusaders have marked the world history of the Middle Ages with Christianity motivated terror. We have seen the same motives during the French Revolution in the 18th century. In almost all centuries, the concept of messianism had been used either to legitimize violent actions or attract more supporters, dedicated members or most recently, devoted suicide bombers.
Recently, terrorism studies concerned with “New Religious Cults, Sects or New Religious Movements”, are mostly, associated with religious messianic and apocalyptic cults. In order to justify their illegitimate activities, these groups attribute their actions to divine motivations, mission of prophecy and messianic entity. As they take advantage of the spiritual needs and goodwill of individuals they can transform into terrorist groups and these groups; “messianic cults” can pose the same amount of threat or higher to public and state security.
The Fetullah Gülen Terrorist Organization (FETÖ) is a hierarchically organized international network and its leader Fetullah Gülen has absolute command and direct control over the entire structure. His followers act as a secretive and clandestine network loyal to his instructions as an unquestionable and divine authority. With these aspects, the organization contains strong messianic notions. For half a century Gülenists infiltrated the Turkish bureaucracy, including military judiciary and security establishments, while conducting business and education activities related to Turkey around the world. Especially from 2013 on, FETÖ openly and directly carried out unconventional, unresting and asymmetric attacks against the state and regime security of Turkey, which are not to be confined as acts of an ordinary religious network, as disclosing its real objectives. Finally, a pro-FETÖ junta in the army attempted a coup attempt on 15 July 2016, resulting in several hundred deaths and leaving many wounded. These experiences show the need to better define and categorize FETÖ and its engagement with terrorism.
This book conceptualizes FETÖ as a messianic cult that evolved into a terrorist organization.
Levent Kalyon Türkiye'nin jeo-stratejik konumu, ulusal ve uluslararası platformda siyaset üretmeye konu olacak değerdedir. Bu nedenle Türkiye'nin topraklarını kullanmak isteyecek sınır ötesi güçlerin olması ve Türkiye'nin tehdit algılamaları doğaldır. Ancak bugün, Cumhuriyet tarihi boyunca yükseliş eğiliminde olan savunma harcamalarının gerekliliğini sadece bu coğrafyaya ve bu coğrafyanın yarattığı tehditlere dayandırmak, Türkiye'nin jeo-stratejik konumu ile ilişkilendirmek tatmin edici ve gerçekçi değildir. Savunma politikalarımızın özgün olmadığı, Türkiye'nin gerçekleri temeline oturmadığı ve kurgulanan senaryolardan kaynaklanan tehditleri merkeze aldığı düşünülmektedir. Türkiye'nin de içerisinde bulunduğu coğrafyada yaratılan askeri-politik ortamın kendiliğinden oluşmadığı ve Türkiye'nin savunma refleksini ve buna bağlı savunma harcamalarını sürekli canlı tutmaya teşvik edecek zeminin hegemon güçlerce hazırlandığına inanılmaktadır.
Dünya genelinde her yıl bir trilyon doların oldukça üzerinde savunma harcaması içeren bir savunma ve silah sektörü yaratılmıştır. Öyle ki milyonlarca insan bu sektörde istihdam edilmekte, yüzlerce dev şirket bu sektörden beslenmektedir. Dünyadaki gelişmeler ne olursa veya nasıl olursa olsun, bu dev şirketlerin ülkesinde ekonomik bir kriz yaşanmaması için bu sektörün aksatılmadan çalışması, silahların üretilmesi ve kullanılması, mühimmatın tüketilmesi gerekmektedir, gerisi detay veya senaryodur. Ancak, uluslararası kapitalizmin başat oyuncuları tarafından planlanan ve sergilenen bu detay veya senaryolar, azgelişmiş ülkeler için yaşanan gerçekler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu çalışmanın temel amacı, Türkiye’nin savunma politikalarının oluşumunda rol oynayan yapı, yönetsel tercihler, ulusal/küresel çevre ve dinamikleri inceleyerek ulusal savunma politikalarımızı analiz etmektir. Türkiye’nin Cumhuriyet dönemi savunma politikalarını tarihsel yaklaşımla analiz eden; savunma yapısı, karar mekanizmaları, politika belgeleri, politika aktörleri olarak politika oluşum sürecinin bileşenlerini bir bütün şeklinde inceleyen ilk çalışma özelliği taşıdığı değerlendirilmektedir. Savunma politikaları oluşum süreci incelenirken, dönemin özelliklerini yansıtan siyasi, askeri ve ekonomik çevre ile birlikte iç ve dış dünyanın savunma politikalarını etkileyen aktörlere de yer verilmiş, bu çerçevede sistem ve temel yaklaşımları merkeze alan değerlendirme ve öz eleştiriler yapılmıştır.
Abdullah Köktürk Türkiye’de devlet, ordu veya askerî müdahaleler üzerine yapılan çalışmaların bir bölümü, “güçlü devlet-zayıf toplum” ve “bürokrasi-burjuvazi” karşıtlığını öne çıkaran, birikim rejimlerini göz ardı eden, militarizmi ve pretoryanizmi vurgulayan yaklaşımlar getirmektedir. Birikim rejimlerini göz önüne alan çalışmalarda ise yapısalcı ve işlevselci bir açıklama ile askerî müdahaleler, sermaye birikim krizlerini çözen ve yeni bir birikim modeline geçişi sağlayan müdahaleler olarak ele alınmaktadır. Bu analizlerde, sadece ekonomik düzlemde kalındığı için ordu ve sermaye arasındaki ilişkilerinin nasıl kurulduğu göz ardı edilmektedir. Bu çalışmada, Türkiye’de ordunun kendi çıkarlarının sınıfsal güç ilişkilerinden kopuk bir şekilde oluşmadığı göz önünde tutularak, militarizm ve büyük sermaye arasındaki ilişkileri açığa çıkaracak şekilde bu ilişkilerin nasıl kurulduğunun incelenmesi amaçlanmıştır.
Kitabın ekinde bulunan şirket yönetim kurullarında görev almış beş yüzden fazla emekli general listesi bile kitabın Türkiye’de ilk defa bu kapsamda yapılmış bir çalışma olduğunu göstermektedir.
Güray Alpar Geçmişteki benzer durumları esas alarak gelecekteki muhtemel olayları tahayyül etmek mümkündür. Strateji de geçmişteki olaylar arasında bağlantı kurup bu olaylardan gelecek için yararlanma sanatıdır. Türkiye’nin Güvenliğini Anlamak kitabı; çevremizdeki olayları stratejik açıdan anlamamızı sağlamakta; strateji, tarih ve uluslararası ilişkiler konularını bir arada ve uygulamalı olarak akıcı bir şekilde sunmaktadır.
Türkiye ve çevresinin stratejik açıdan ele alındığı kitapta; tarihî, kültürel, politik ve ekonomik olarak yapılan değerlendirmeler çoğunlukla “güvenlik” alanı ekseninde ve alışılmışın dışında farklı bir bakış açısı ile verilmektedir.
Olaylar hakkında doğru değerlendirmeler yapmak için sağlam bilgiye ulaşmak isteyenlere rehber olması dileğiyle…
Zafer Saygılı Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana geçen yüz yıl içinde ülkenin savunma politikaları ve stratejileri defalarca değiştirilmiş, savunma sanayisi büyük ölçüde geliştirilmiş ve savunma harcamaları önemli ölçüde artırılmıştır. Bu eser, 1923'ten 2023'e uzanan bir asırlık süreçte Türkiye'nin savunma sanayisi ve harcamalarının evrimini derinlemesine ele almaktadır.
Eserin amacı, Türkiye'nin bu kritik alanlardaki tarihsel gelişimini ayrıntılı bir şekilde analiz etmektir. Bu analiz, Türkiye'nin ulusal güvenliği ve savunma kapasitesinin sağlam temeller üzerine inşa edilmesine katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Ayrıca Türkiye'nin savunma sanayisi ve harcamalarıyla ilgilenen okuyuculara kapsamlı bir kaynak sunmaktır.
Bu eser; öğrencilerden araştırmacılara, politika yapıcılardan savunma sektörü profesyonellerine kadar geniş bir okuyucu kitlesine bilgi ve perspektif sağlayacaktır. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonu, savunma sanayisi projeleri, teknoloji transferi, inovasyon, askerî ittifaklar ve daha fazlası eserde detaylı bir şekilde incelenmektedir. Öte yandan okuyucuların bu önemli konulara olan ilgileri artırarak yakından tanıma fırsatı sunmayı ve bu alanda yeni çalışmalar yapılmasını teşvik etmeyi amaçlamaktadır.
Arif Bağbaşlıoğlu, Aslı Topsoy, Ayşe Ataş, Ayşe Gülce Uygun, Bengü Çelenk, Burak Güneş, Burak Tangör, Cemre Pekcan, Ceren Kaya, Çağrı Emin Demirbaş, Çiğdem Pekar, Elnur Paşa, Erman Akıllı, Filiz Çoban Oran, Giray Sadık, Halit Hamzaoğlu, Haluk Karadağ, Levent Ersin Orallı, Mesut Kaçanoğlu, Moussa Hissein Moussa, Mürsel Bayram , Öner Akgül, Serhat Erkmen, Yücel Baştan Uluslararası konjonktürdeki değişimlerin uluslararası ilişkilerdeki etkilerinin en somut biçimde gözlemlendiği alanların başında şüphesiz güvenlik yer almaktadır. Uluslararası bağlamda tehdit algılamalarında gerçekleşen farklılaşmalar, tehdide ilişkin tanımlamaların ve uluslararası aktörlerin davranış biçimlerinin de dramatik şekilde değişmesine yol açmaktadır. Bu değişimin en açık örnekleri uluslararası örgütlerdir, zira uluslararası konjonktürde büyük değişimlerin olduğu dönemlerde uluslararası örgütlerin görev tanımlarını yenileyerek bazı görev alanlarını değiştirdikleri birçok örnek mevcuttur. Bu çerçevede Birleşmiş Milletler'in (BM) insan güvenliği ve koruma sorumluluğu kavramı çerçevesinde attığı adımlar; NATO'nun, varlığını devam ettirmek için bir dönüşüm sürecine girmesi; Avrupa Birliği'nin (AB) ortak güvenlik ve savunma politikası bağlamındaki faaliyetleri; uluslararası konjonktürdeki değişimlere duyarlı uluslararası güvenlik anlayışı ile uluslararası örgütler arasındaki güçlü bağlantıyı gösteren örneklerdir.
Bu eserde, uluslararası güvenlik ile uluslararası örgütlenme arasındaki bağlantının doğasına, uluslararası güvenliğin sağlanması hususunda uluslararası örgütlerin rollerine ve bu rollerin niteliğine odaklanılmıştır. Değişim olgusunun hız ve boyutunun insanlık tarihinde eşi görülmemiş bir ivmeye ulaştığı günümüz dünyasında salgın hastalıklar, ekonomik krizler, terörizm, iklim değişikliği gibi birçok tehdit, uluslararası güvenlik algısının çok daha hızlı biçimde değişmesine yol açmaktadır. Bu kapsamda bu eserde; güvenlik yönetişimi, güvenlikleştirme, savaş, istihbarat, küreselleşme, iklim güvenliği, göç, insani müdahale gibi yeni ve eski kavramlar ve süreçler ile bunların birçoğunun oluşumunda rolü olan BM, Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı, NATO, Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü, Şangay İş Birliği Örgütü, Afrika Birliği gibi örgütler incelenmiştir. Uluslararası güvenliği ve uluslararası örgütleri bütüncül bir yaklaşım benimseyerek birlikte ele alan bu eserin; uluslararası ilişkiler eğitimi alan lisans ve lisansüstü öğrencilere, uluslararası güvenlik, uluslararası örgütler konusunda çalışan akademisyenlere ve bu konulara ilgi duyan tüm okuyuculara katkı sağlayacağını ümit ediyoruz.
Anıl Cumali Çokbildik, Büşra Sel, Doğan Arar, Emre Arslantaş, Ertuğrul Gazi Aksoy, Faruk Ömer Dağlı, Gizem Dede, Hakan Ulu, İbrahim Kurnaz, Mehmet Türkalp, Merve Kanmaz, Metin Aksoy, Muhlis Mert Zeybek, Mustafa Berdan, Münire Gül Gündüz, Neslihan Topcu, Özgür Demirayak, Rukiye Saygılı, Sabri Bayrak, Sercan Semih Akutay, Tuğçe Geçili, Wahb Hamood, Yasin Avcı Güvenlik ve jeopolitik, Uluslararası İlişkiler disiplininde çokça tartışılan temel kavramlardan ikisidir. Her kavram gibi disiplinin terminolojisinde yerleşikleşmiş bu iki kavramın da pratik gelişmeler temelinde değişime uğramaları, söz konusu tartışmaların sebeplerinden bir tanesini oluşturmaktadır. Nitekim siyasi tarihte epistemik kırılmalar yaratan II. Dünya Savaşı, Soğuk Savaş, 9/11 Saldırısı, 21. yüzyıla damgasını vuran küresel göç gibi gelişmeler, güvenlik ve jeopolitik kavramlarının re-formüle edilmesi çabalarını beraberinde getirmiştir. Bu durum bir taraftan kavramsal içeriğin çeşitliliğini sağlamış ve söz konusu kavramların farklı veçhelerden ele alınmasını beraberinde getirerek olumlu bir etki yaratmış olsa da diğer taraftan kavramların içerikleri üzerindeki disiplinel oydaşmayı sarstığı için Uluslararası İlişkiler nezdinde terminolojik bir soruna da sebebiyet vermiştir. Güvenlik ve jeopolitik kavramlarının popülerleşmesi de kavramlara dair çalışmaların artması anlamında biri olumlu, diğeri kavramların “her şeyi” karşılamak için kullanılmaya başlanması ancak bu sebeple “hiçbir şeyi” karşılayamama tehlikesiyle karşı karşıya kalması olmak üzere olumsuz iki sonucu ortaya çıkarmıştır. Tüm bu noktalardan hareketle elinizdeki çalışma, sıralanan bu olumlu ve olumsuz etkilerin ayırdında olarak güvenlik ve jeopolitik kavramlarının hem teorik hem de pratik temelde irdelenmesine odaklanmıştır.
Ömer Lütfi Taşcıoğlu Osmanlı Devleti’ni parçalayarak Türkleri tarih sahnesinden silmek isteyen ülkeler, tarihin her döneminde bu parçalanmadan pay almayı hayal eden etnik grupları bağımsızlık vaadiyle isyana teşvik ederek, Osmanlı Devleti’nden alacakları paylar üzerinde bağımsız devletler kurmalarını desteklemişlerdir.
Osmanlı Devleti’nin zayıflamasına paralel olarak yabancı devletler tarafından kışkırtılan Sırplar, Bulgarlar, Yunanlılar kısa vadede otonomi, uzun vadede
de bağımsızlıklarını kazanmış ve I. Dünya Savaşı öncesinde sıra Filistin ve Anadolu topraklarının bölüşülmesine gelmiştir.
I. Dünya Savaşı öncesinde baş gösteren tehlikeyi sezen Osmanlı Yönetimi, parçalanmayı öteleyebilmek için önce İtilaf Devletlerine başvurmuş, ancak Osmanlı Devleti’ni parçalamayı kafasına koyan İtilaf Devletlerinin Osmanlı Devleti ile ittifak yapmayı reddetmesi sonucunda Osmanlı Devleti Almanya ile ittifak yapmak zorunda kalmıştır.
Osmanlı Devleti’nin sözde müttefiki olan Almanlar ise I. Dünya Harbi sonlarında Kafkaslar’da Türklerle Ermeniler arasında cereyan eden savaşta müttefiki olduğu Osmanlı Devleti yerine Ermenilere destek vermiştir.
Bu kitapta; yabancı devletlerin 16. Asırdan başlayarak Ermenileri Osmanlı Devleti’ne karşı nasıl örgütledikleri ve kışkırttıkları belgeleriyle ortaya konulmuş, Ermenilerin soykırım iddiasında bulunduğu yıllarda yaşanan olaylar ile Anadolu’dan topraklarını bırakarak göç etmek zorunda bırakılan Türklerin dramı mukayeseli olarak incelenmiş ve özellikle son yıllarda yabancı parlamentoların aldıkları soykırım kararlarının tarihe, gerçeklere ve uluslararası hukuka aykırılığı kanıtlarıyla sunulmuştur.
Bu kitabın yeni yetişen Türk neslinin ileride başına dert açacak bir konuda gerçekleri ortaya koyabilmeleri için ihtiyaç duydukları bilgiyi fazlasıyla sağlayacağına inanıyorum.
Hasan Acar Tarihsel bağlam, yalnızca bireysel deneyimi okuyucularla paylaşmaktan ziyade geçmiş olayları günümüzde yorumlamamızı sağlar. Türkiye-Suriye ilişkileri, 1998 yılında Adana Mutabakatı'nın imzalanması ve sonrasında belirli bir süre gerginlikten uzak devam etmiştir. Beşar Esad'ın 2000 yılında Suriye'de iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye-Suriye ilişkileri, geçici bir süre de olsa normalleşme sürecine girmiştir. İki ülke arasında yakalanan olumlu hava, Suriye Krizi'nin başlangıcına kadar devam etmiştir. Suriye Krizi'nin başlamasıyla birlikte bölgede artan güvenlik sorunları, Türkiye'yi bölgesel güvenliğin sağlanması noktasında birtakım adımlar atmaya zorlamıştır. Bu kapsamda bölgede Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtları gerçekleştirilmiştir. Bu kitabın amacı, söz konusu harekâtlar kapsamında, Türkiye-Suriye ilişkilerini neorealist kuram bağlamında analiz ederek uluslararası politik ilişkilerde daha gerçekçi sonuçlara ulaşmaktır.
Uluslararası politika analizini kuramsal yaklaşımlarla ifade etmek, her zaman daha bilimsel sonuçlara ve daha gerçekçi verilere ulaşmamızı sağlayacaktır. Bu çalışmada, uluslararası politik ilişkileri yorumlamayı sağlayan bir kılavuz olarak neorealist kuramdan istifade edilmiştir. Bunun sebebi Suriye Krizi'yle ortaya çıkan sorunlara bölgesel ve uluslararası güç odaklarının müdahil olmasıdır. Neorealist kuram, uluslararası politikayı devletlerin birbirleriyle olan güç ilişkisinden ziyade uluslararası sistemin yapısıyla açıklamaya çalışmaktadır. Arap Baharı'nın etkisiyle 2011 yılında başlayan Suriye Krizi, Türkiye'nin bölgesel güvenliğini tehdit eder bir niteliğe kavuşmuştur. Krize Rusya, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası güç odaklarının müdahil olmasıyla krizin çözümü zorlaşmıştır. Gelinen noktada Suriye Krizi'nin nasıl sonuçlanacağı belirsizliğini korumaktadır. Bölgede yer alan ve farklı menfaatlere sahip güç odaklarının varlığı, krizin olumlu bir şekilde sonuçlanmasını her geçen gün güçleştirmektedir. Bu kitap, çocukların ölmediği, daha barışçıl daha yaşanabilir bir dünya ümidiyle bilim dünyasına ve krizin çözümüne bir nebze de olsa katkı sunma amacındadır.