Felsefe \ 1-6
Remzi Demir, İnan Kalaycıoğulları Bugüne değin bilim tarihçileri, Cumhuriyet Dönemi'ndeki bilimsel etkinliklerin aydınlatılması sorunu ile fazla ilgilenmediler. Bunun çeşitli nedenleri olabilir ancak herhâlde en önemli nedeni, yakın tarihle alakalı olması münasebetiyle günlük siyasi tartışmaların içine düşmekten kaçınmış olmalarıdır. Oysaki Atatürk'ün açmış olduğu çağdaş uygarlık yolunun getirilerinin doğru bir şekilde kavranabilmesi ve genç kuşaklara anlatılabilmesi, temelde bu girişimin nesnel bir şekilde gerçekleştirilmesine bağlıdır.
Üç cilt olarak tasarlanan 100 Yılda Bilim (1923-2023), işte bu eksikliği bir nebze olsun gidermek maksadıyla yazıldı. Kitabın 1923-1950 yılları arasındaki gelişmeleri kapsayan Birinci Cilt'te; bilimsel olaylar, eğitim ve araştırma kurumları, doğa ve toplum bilimlerinin gelişimine katkıda bulunmuş bilginler ana çizgileriyle tanıtılarak genel bir manzara oluşturuldu.
Remzi Demir Türkiye Cumhuriyeti, 2023 yılında 100 yaşına girdi. Bir insan hayatı için uzun ama bir devlet hayatı için kısa bir süre... Bir asırlık bu süre içinde siyasi, iktisadi, hukuki, sosyal ve kültürel sahalarda ne kadar mesafe aldık?
Bu sorunun yanıtı, günümüzü anlamak ve geleceğimizi tasarlamak bakımından çok önemli.
100 Yılda Felsefe, Bilim ve Teknoloji başlığını taşıyacak bu dizide yayımlayacağımız 100 Yılda Felsefe, 100 Yılda Bilim ve 100 Yılda Teknoloji adlı tarihsel denemelerle bu dönemin maddi ve manevi kültür dünyasına bir nebze de olsa ışık tutmak istiyoruz.
Dizinin ilk eseri olan 100 Yılda Felsefe, objektifini düşünce hayatımızı yönlendiren temel gelişmelere ve bu gelişmeleri gerçekleştiren düşünürlerin önemli katkılarına yönlendiriyor ve ısrarla “Biz kimiz?” sorusunun peşine düşüyor.
Ahmet AKYÜREK Darwincilik, yüz elli seneden beri dünyanın gündemleri arasından düşürülmedi. Çünkü Darwincilerin öne sürdüğü fikirler; ateistlerin, natüralistlerin, maddecilerin, evrimcilerin en büyük dayanağı oldu. Daha önce bu gruplar çeşitli fikirlerini temellendirmekte güçlük çekiyorlardı. Sadece onlar değil. Darwin'in “Hayatta sadece güçlüler yaşama hakkına sahiptir.” tezi; İngiltere ve diğer sömürgeci devletler bu tezi kendi sömürgeciliklerini haklılaştırma, meşrulaştırma aracı olarak kullanırken, “Biz güçlü olduğumuz için tabiat kanununun gereğini yerine getiriyoruz.” mesajını veriyordu. Bunun yanında K. Marx, bu hayat mücadelesi fikrini, sınıf mücadelesine dönüştürmüş dünyayı patron-işçi mücadelesinden ibaret gibi gösteriyordu. “Sosyal Darwincilik” denilen akım ise toplumların hayatını aynı esasa göre düzenleme iddiasındaydı. Diğer yandan Darwin'in iddialarına uymayan yeni bilimsel araştırmalar ve buluşlar, bu çıkar grupları tarafından çeşitli manipülasyonlarla derhal etkisiz hâle getiriliyordu. Benzer oyunlar ülkemizde de yüzyılı aşkın süredir devam etmektedir. İnançlar, bu teori olmaktan ileri gidemeyen Darwinci düşüncelerle sarsılıyor, onun tezleri, okullarda “değişmez ve en son bilimsel gelişme”, “karşı konulamaz gerçek” gibi sloganlarla zihinlere yerleştiriliyordu. Bütün bu baskıcı tutumlara rağmen, gerçek bilimsel araştırmalar da durmadı. Prof. Dr. Ahmet Akyürek’in işte bunlardan en yenisini ve bilimsel olarak Darwin'in fikirlerinin tutarsız taraflarını çürüten bu kitabı yazmakla bilimsel düşünceye büyük hizmet ettiğine inanmaktayım.
Prof. Dr. Süleyman Hayri BOLAY

Charles Darwin'in bir buçuk asır önceki varsayımlarıyla yakın zamana kadar oyalanmış olan bilim dünyası, CERN’de yapılan partikül fiziği çalışmalarıyla Higgs boson'u (God particle-Tanrı parçacığı) ile Stephen Hawking'i de düşündürecek duruma getirmiştir. Prof. Dr. Ahmet Akyürek'in bu değerli eseri, varsayımlarla oyalananlara güçlü bir yanıt oluşturacaktır.
Prof. Dr. Ender YURDAKULOL

Darwin'in evrim konusunda söylediklerini ikiye ayırmak gerekir: Birincisi, kendinden önceki bilim adamlarının bulgu ve yorumları ki çoğu doğrudur; ikincisi, kendi teorisi ve yorumları ki çoğu diyemeyeceğim, tamamı yanlıştır.
Prof. Dr. Ahmet AKYÜREK
Zafar Iqbal Bu kitap adaletle; denge, uyum ve barışın yeniden tesis edilmesine yönelik bir toplumsal düzenin taslak planıyla ilgilidir. Tarihsel olarak bu soruyu aydınlatan iki düşünce okulu, dinî okul ve seküler okul, kitaptaki tartışmanın zeminini oluşturmaktadır. Kitapta, dinî okulun ana çerçevesi İslam tarafından çizilirken seküler okul, bu konudaki entelektüel tartışmanın yönünü belirlemede en etkili
olduğu düşünülen adaletle ilgili eski ve çağdaş seçilmiş görüşlerle temsil edilmektedir.
Yazar, Batılı ve İslâmî perspektifleri türetmek için kullanılan sezgisel yöntemleri atlayıp meselenin temeline yani bu gibi düşünce akışlarındaki siyasi, iktisadi ve sosyal organizasyon için ileri sürülen ilkelere odaklanmıştır. Bu çeşitli ilkeler eleştirel bir biçimde incelendikten sonra dinî ve seküler görüşler arasındaki bir karşılaştırma, İslâmî konumun objektif bir değerlendirmesi için zemin hazırlar. Bu değerlendirme ile yazar, adalet konusundaki rakip perspektiflerin artıları ve eksileri üzerine derinlemesine, nüfuz edici ve zaman zaman nefes kesen argümanlarının zirvesini teşkil eder.
Recep Kılıç Ahlak ve felsefeye ilgi duyan okuyucuyu ahlak felsefesi (etik) ile tanıştırmayı amaçlayan bu kitapta, standart etik konular üzerinde durulmuş; konuların açıklanmasında geleneksel ve çağdaş görüşler bir arada değerlendirilmeye özen gösterilmiştir. Amaç, etik sorunları ve bu sorunlar karşısındaki felsefi tutumları genel olarak tanıtmak olmakla birlikte, temel sorunlarla ilgili kendi değerlendirmelerimize de yer verilmiştir. Bununla birlikte kitabın amacı, etik doğruların nihai açıklamasını sunmak değil; birbiriyle çatışan düşünce, teori ve argümanlar karşısında okuyucunun kendi görüşünü oluşturmasına katkıda bulunmaktır.
Altı ana bölüm hâlinde kurgulanmış olan kitabın ilk bölümü, bir felsefe disiplini olarak ahlak felsefesinin anahtar kavramlarına, etik yapma biçimlerine ve tarihsel serüvenine ayrılmış; ikinci ve üçüncü bölümlerde normatif etik ile metaetiğin öne çıkan teorileri üzerinde durulmuştur. Dördüncü ve beşinci bölümler, ahlaki yükümlülük, sorumluluk, yaptırım gibi bazı kavramlar ile ahlaki görecilik ve ahlaki gerçekçilik vb temel problemlere ayrılmıştır. Uygulamalı etiğe ayrılmış olan altıncı bölümde sosyal hayatta karşılaşılmakta olan çeşitli güncel konular ele alınmıştır. Bu bölümde, kürtaj, taşıyıcı annelik, intihar, ötenazi, beyin ölümü gibi biyoetik sorunlar diğerlerine göre daha etraflı tartışılmış; sonra iş etiği, meslek etiği, sosyal etik ve hayvan etiği üzerinde durulmuştur.
Bu kitapta, ahlak felsefesinin temel soru ve sorunları, ağırlıklı olarak Batı felsefesinin klasik ve güncel eserlerinden hareketle ele alınmıştır. Müslüman filozofların ahlak alanında üretmiş oldukları zengin birikimin, günümüzde İslam ahlak felsefesi başlığı altında değerlendirilmesi konusunda genel bir uzlaşı var gibidir. Bu nedenle bu eserin, İslam ahlak felsefesi konularının daha iyi anlaşılmasına da katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Recep Batu Günör Günümüzde toplumsal yaşama baktığımızda, özgeciliğin hep arzulanan ancak buna rağmen göz ardı edilen bir düşünce olduğu görülmektedir. Bireysel ilgi ve çıkarın olabildiğince yaygınlaşmasına karşın çoğu kişinin bunu itiraftan kaçınması, hatta reddetmesi ilginç bir olaydır. Neredeyse herkes, günümüzde insanların sadece kendilerini düşündüklerini söylemekte, bundan şikâyet etmektedir. Oysa kimse bunu düzeltmek için harekete geçmemekte, egoizmin âdeta insanlığın "kaderi" olduğu iddia edilmektedir. Başka bir deyişle, egoizmden şikâyet edilmesine karşın egoizmden kurtulmanın imkânsızlığı ifade edilmektedir. Özgecilik, ideal bir düşünce olarak dile getirilmektedir. Recep Batu Günör'ün yazdığı Ahlak Felsefesinde Özgecilik kitabı egoizmden kurtulmanın imkânsızlığına karşı çıkıyor.
Hümeyra Özturan Ahlak felsefesine dair kaleme alınmış eserleri yedi temel mesele üzerinden okuma girişimi olan bu çalışma, ahlak felsefesini problematik olarak gözler önüne sermeyi amaçlamaktadır. Problemleri ana hatlarıyla anlaşılır biçimde ortaya koymayı amaçlayan giriş yazılarının peşinden, konuya ilişkin farklı filozofların can alıcı pasajları seçilmiş ve tercüme edilmiştir. Çalışmada, Antik Yunan filozoflarından Batılı Orta Çağ düşünürlerine, İslam filozoflarından
çağdaş filozoflara kadar çok farklı düşünürlerin eserlerinden seçme metinler yer aldığı için; Aristoles’in, David Hume’un, İbn Miskeveyh’in ve hatta İbn Arabi’nin aynı probleme dair yazdıklarını beraberce okuyabilme imkânı sunulmuş olmaktadır. Dönemleri değil ahlak felsefesi problemlerini esas alan ve felsefe tarihini bir bütün olarak bu problemler ışığında süzen bu kaynak, okuyucuları sadece bilgilendirmeyi değil, aynı zamanda ahlak felsefesi problemleri üzerinde düşündürmeyi hedeflemektedir.
Ahmet Ayhan Çitil, Burhanettin Tatar, Kasim Küçükalp, Özkan Gözel, Selami Varlık, Lütfi Sunar, Ömer Türker, Cafer Sadık Yaran Bu kitap başkalığın dışlanmış ötekiliğe dönüşme biçimlerini ele almak ve bunu ahlâk düşüncesi içinde tartışmak üzere hazırlanmıştır. Zira başkasının varlığı ile ahlâki bir ilişki kurulmazsa ötekinin yabancılığı ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde kürenin her tarafında başkalıklardan kaynaklanan sorunlar gün-demi meşgul ediyor. Yabancı düşmanlığı, etnosantirzm, ırkçılık, dini fanatizm, İslamofobi ve milliyetçilik çağımızın yükselen tehditleri arasında ilk sıralarda yer alıyor. Ulus devletler bir taraftan içine düştükleri meşruiyet krizlerini aşmak üze-re abartılmış güvenlik söylemleri ile kimlik pekiştirici siyasetlere başvururken
öte yandan yüzleşilen sosyo-kültürel krizler de kitleleri ötekileştirici dile doğru itiyor. Artan küresel çatışmalar ve neticesinde ortaya çıkan göç dalgaları başkası ile travmatik karşılaşmaları gündeme getiriyor. Bu bağlamda ahlâk ve başkasına yeni bir bakışa ihtiyaç duyuluyor. Eğer insani yaşamın temeline, özünde bir ahlâk fikri barındıran başkasının varlığı alınırsa, ötekileştirmeksizin bir tanıma gerçek-leşebilir ve bu tanıma bir ahlâki yükümlülüğü meydana çıkarabilir.
Kitapta bu perspektif çerçevesinde konuyu modern felsefede ve İslam düşünce-sinde başkası/öteki ile ilgili kavram ve tartışmaları ele alan yazılar yer almakta-
dır. Böylece genel ve karşılaştırmalı bir perspektifin yanı sıra, yeni bir yaklaşımın oluşturulması da hedeflenmektedir.
Katkıda Bulunanlar
Ahmet Ayhan Çitil • Burhanettin Tatar • Cafer Sadık Yaran • Kasım Küçükalp Lütfi Sunar • Ömer Türker • Özkan Gözel • Selami Varlık
Ömer Demir İslam iktisadının temel kurum ve meselelerinin ele alındığı kitaplardan oluşan Cep Kitapları dizisinin ikinci kitabı olan bu eserde, ahlâk konusu teorik bir derinlikten ziyade her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir içerikte anlatılmaya çalışılmıştır. Ahlâk tüm insan topluluklarında var olan en temel konulardan biridir. Bütün ekonomik, sosyal ve kültürel sistemler bu temelin üzerine kurulur. Çünkü ahlâk, bireyin içgüdüsel isteklerini Uygun ve meşru sosyal kanallara sevk eden, toplum ile bir arada, karşılıklı dayanışma ve güven içinde yaşamayı mümkün kilon temel değer ve kurallar kümesidir. Elinizdeki eser, çok boyutlu ve çok yönlü biçimde ele alınabilecek olan ahlâkın insan hayatındaki yeri ve rolü, günümüz dünyasında insanı kuşatan en önemli ilişki ağlarının başında gelen ekonomi bağlamında ele almaktadır. Bu bakımdan eserin ilk bölümünde ahlâkın birlikte yaşam tecrübesindeki rolü, hukuk ve dinle ilişkisi, iş hayatına dair konularda ortaya çıkan farklılaşmaların gerekçeleri ele alınmakta, ikinci bölümde ise ekonomik hayatın yürütülmesinde ahlâkın rolü tartışılmakla, son olarak üçüncü bölümde de ekonominin piyasalaşması ve küreselleşmesinin ahlâk üzerindeki etkilerine değinilmektedir.
Ömer Türker Klasik dünyada üretilmiş insan tasavvurlarının modern dönemdeki dönüşümünün en önemli sonuçlarından biri, insanın kendisine ilişkin beklenti ve umutlarını değiştirmesidir. Bu durum pek çok alanda olduğu gibi ahlâk alanında hem soru hiyerarşisini etkilemiş hem de yeni bir takım soruların sorulmasını gerektirmiştir. Bu bağlamda bilhassa son yarım yüzyılda insanın ahlâklı olmasının gerekçesi sorgulanır hâle gelmiş ve bir kısım akımlar, ahlâkı tamamen vicdanî bir durum olarak değerlendirmeye başlamıştır.
Ahlâk tamamıyla bireyin vicdanıyla alakalı bir olgu olarak anlaşıldığı sürece bireyler arasındaki ilişki veya ahlâkın dışa bakan yönü, ahlâktan ziyade siyasetin bir sorunu olarak ele alınmak durumundadır. Bu takdirde ahlâksızlık kapsamında değerlendirilecek durumlar, hukukun alanına girdiği sürece bir müeyyideden bahsedilebilir. Fakat bu sonuç, esas itibariyle belirli bir insan ve toplum tasavvurunun uzantısı veya kaçınılmaz neticesi olduğundan farklı insan ve toplum tasavvurları açısından ele alınmayı gerektirir. Elinizdeki kitapta ahlâk ve müeyyide ilişkisini sorgulamak amacıyla 2015 yılı içerisinde İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi içerisinde gerçekleştirilen “Ahlâkî Müeyyide Üzerine Konuşmalar” serisinde yapılan konferansların metinlerini bulacaksınız.
Tahsin Görgün, İhsan Fazlıoğlu, Hakan Poyraz, Cafer Sadık Yaran, Zeynep Direk, Hümeyra Özturan, Ömer Türker, Ahmet Ayhan Çitil Günlük hayattaki birçok eylemimizde ahlaki karar verme anlarıyla karşı karşıya kalırız. Böyle durumlar ahlakı insan açısından kolaylıkla anlaşılır ve konuşulabilir hale getirir. Bunun daha ötesinde yapılacak olan şey, ahlaki eylemin altında yatan anlamın ve ilkenin araştırılmasıdır. Söz konusu eylem ise ancak ahlakı, felsefi olarak soruşturan bir çabanın sonucunda ortaya çıkabilir. Ahlaki tercihlerin kaynağını oluşturan ilkeleri, iyinin doğasını, değerlerin anlamını sorgulamak ise ahlakın temeline dair yapılacak bir felsefi soruşturmayı zorunlu kılar. İLEM (İlmi Etüdler Derneği) ve İLKE İlim Kültür Eğitim Derneği bünyesindeki "İslam Ahlak Düşüncesi Projesi" içerisinde gerçekleştirilen "Ahlakın Temeli Üzerine Konuşmalar" dizisi de böyle bir amaca yönelik olarak ortaya çıktı. Bu kitapta "Ahlakın temeli nedir?" sorusuna cevap aramaya
çalışılmıştır.

Mustafa Şengün İnsanlar, ahlaki düşünce ve yargıları toplumsallaşma süreci içinde kazanırlar. Bilim ve teknolojideki gelişmelerin yanı sıra, kitle iletişiminin daha etkin ve yaygın hâle gelmesi hem insanları ve toplumları değiştiriyor hem de çözülmesi gereken yeni ahlaki sorunlar ortaya çıkarıyor. Bu nedenle, zaman içinde insanların ahlaki düşünce ve yargıları da değişiyor. Değişimi takip edebilmek, ortaya çıkan yeni sorunları çözebilmek ve yeni toplumsal şartlara uyum sağlayabilmek, ahlak alanındaki araştırmaların devamlılığını gerektirmektedir. Dolayısıyla bu kitapta, ahlaki düşünce ve yargı gelişim süreci ve bu süreci etkileyen faktörler incelenmiştir. “Ahlaki Düşünce ve Yargı” adlı eser, içeriğinde yer alan etik, ahlak eğitimi ve değerler eğitimi konuları itibariyle ortaöğretim ve üniversite öğrencilerine, araştırmacılara, akademisyenlere, öğretmenlere ve ahlak eğitimi ile ilgilenen herkese hitap etmektedir.
Syed Nawab Haider Naqvi Ahlâkın temellerine hem seküler hem dinsel açıdan odaklanan Naqvi, kendi içsel mantık ve toplumsal zorunluluk parametreleri dâhilinde tüm ahlâki sistemlerin, diğerlerinin insan refahını maksimize etmek adına salık verdikleri şeyden kazanç sağlamaya çalıştığını göstermektir. Bu kapsamda çalışmada, laikliğin ahlâki manzaralarını ve üç büyük dinî geleneği; Yahudiliği, Hristiyanlığı ve İslam'ı incelemektedir. Tüm insani problemler gibi ekonomik sorunların da yalnızca varlığı arzulanan ahlâki vasıflar münasebetiyle adilane bir şekilde çözülebileceğini belirten Naqvi, dinî geleneğin özellikle İslâmî olanın hem bireysel ahlâk hem de kamu düzeni için uygun bir çerçeve sağladığını güçlü bir şekilde göstermektedir. İslam'ın ahlâki ideallerinin seferber edilip adil ve dinamik bir kamu politikası hâline getirilmesi durumunda özellikle adaletin sağlanması ve fakirliğin azaltılması konusunda bir iddia ortaya koyabilecektir. Bu bağlamda ise kitap, genel olarak din, ahlâk ve ekonomi arasındaki aktif bir etkileşime ve özellikle (idealize edilmiş) bir İslam iktisadına olan ihtiyacı vurgulamaktadır.
Özcan TAŞCI 18. ve 19. yüzyılda oryantalizm konusunda en fazla etkin olan ülkenin Almanya olduğu tespit edilmiştir. Ancak son dönemlerde Alman oryantalizm geleneğinin, özellikle de inanç ve düşünce (Kelam-İslam Felsefesi) bağlamında bilinmesinin zorunluluğu konusu daha da önemli hâle gelmiştir. Zira bu alanda detaylı çalışmalar mevcut değildir. Bunun için çalışmamız bu hususta bir ilk olma özelliği taşımaktadır. Almanya’nın kendi Müslüman din dersi öğretmenlerini ve din görevlilerini yetiştirmek üzere açmaya başladığı İslam İlahiyat Merkezlerinin (Zentrum für Islamische Theologie) varlığı, konunun önemini açıkça gözler önüne sermektedir. Şöyle ki, bilindiği üzere, büyük çoğunluğunu Almanya’da yaşayan Türklerin oluşturduğu Müslümanlara, şu anda Türkiye’den giden din dersi öğretmenleri ve din görevlileri hizmet vermektedirler. Ancak yakın gelecekte zikrettiğimiz İslam İlahiyat Merkezlerinden mezun olan ve Almanya’da doğup büyüyen, dolayısıyla da Türkiye’yle bağları çok sıkı olmayan Müslüman-Türk öğretmen ve din görevlileri Türklere hizmet vermeye başlayacaktır. Bu durum bu merkezlerde verilen eğitim-öğretimin niteliğine bağlı olarak gerek Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkileri olumlu ya da olumsuz etkilemesinin yanı sıra Almanya’da yaşayan Türklerin ana vatanlarıyla olan bağlarını özellikle dini gelenek alanında oldukça etkileyecektir. Bu merkezlerde yetiştirilecek Din dersi öğretmenleri ve din görevlilerine verilecek ilahiyat eğitim-öğretiminde Kelam ve İslam Felsefesi oldukça belirleyici anahtar konumundadırlar. Zira bu iki alan, özellikle de Kelam, İslam'ın inanç ilkeleri ve düşüncesiyle, yani usul ile ilgilenmektedirler. Bundan dolayı da sunduğumuz araştırmanın amacı ve kapsamı, Alman müsteşriklerin Kelam ilmi ve İslam felsefesi konusunda tarihsel süreç içerisinde yaptıkları araştırmalar ve bu ilimlerin Alman üniversitelerinde geçirdiği evreler hakkında birtakım veriler elde etmektir.
Süleyman Hayri Bolay Bu kitapta, Sultan Alparslan Devri’nden Osmanlı’ya kısa yolculuklar, daha doğrusu gezintiler yapılmaktadır. Gezinti olduğu için bütün düşünürlerimiz tek tek ziyaret edilememekte, duruma ve şartlara göre bazen kısa bazen de uzun sayılabilecek ziyaretlerde bulunulmaktadır.
Bu kitap; fikir mirasımız hakkında muhtelif zamanlarda ve muhtelif yerlerde sunulan tebliğlerden, araştırma makalelerinden ve bazı kongrelerde, panellerde yapılan konuşma ve müzakere metinlerinden teşekkül eden yazıların dergi sayfalarında kalmasını önleyip taliplilerine derli toplu olarak sunulabilmek amacıyla oluşturuldu. Ayrıca bu yazılar, Türk düşüncesinin başlangıçtan günümüze ve bütün Türk dünyası ile birlikte bir bütün teşkil ettiğini, bu bütünün ve parçalarının iyi kavranması için gözlüklerin ve zihinlerin değiştirilmesi gerektiğini ifade edebilmek gayesiyle bir araya getirildi. Bu maksatlar temin edilebilirse hem bu zengin muhtevalı fikir tarihimizden günümüze ve yarınımıza mühim yansımalar olacak, önümüz aydınlanacak hem de yeni nesillerin eziklikten ve birtakım menfi duygulardan kurtulmalarına katkıda bulunulmuş ve gelecekteki düşünce hayatımızın şekillenmesinde; yeni, özgün düşüncelerinin üretilmesinde yönlendirici bir rol üstlenilmesine katkı sağlanmış olacaktır.
Süleyman Hayri Bolay Türk düşüncesi yüz seneden beri Batı’dan alınan aktarma akıl, bilim, bilgi ve düşünceyi aşmaya çalışmaktadır. Farklı, yeni ve “muasır” toplum yaratarak milletin bekasını temin etmek hususundaki gayretler, Tanzimat Dönemi’nde başlamış, Meşrutiyet Dönemi’nde devam etmiş, Cumhuriyet Dönemi’nde ise mutlaklaşmıştır. Bu bakımdan Türk tefekkürü, bilhassa yöntem ve ilkeler üzerinde düşünerek daha sistemli bir düşünce hayatı yaratma gayretleri içine girmiş ve bu bakımdan belli bir mesafe de katetmiş sayılabilir. Düşünce dünyamızı anlayabilmek ve gelişim seyrini takip edebilmek için Cumhuriyet Dönemi fikir hayatımızın, bilhassa Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemi Osmanlı düşünce ve kültür hayatının bir çeşit uzantısı ve devamı olduğu gerçeğini gözden kaçırmamak gerekmektedir. Bugünkü Türk düşüncesini tanımak ve anlamak için onun tarihî gelişimini, geçirdiği çeşitli değişim ve dönüşümleri, zihniyet ve devirlerin değişmesini meydana getiren şartları da göz önünde bulundurarak yakından ve derinden incelemek lazımdır. Zaman zaman zihinleri meşgul eden, “Bir Türk düşüncesi var mıdır?” sorusuna, “Türk düşüncesinin bütünlüğünü” ve “zengin muhtevalı fikir tarihimizin” bir krokisini sunarak cevap arayan bu kitap, Türk düşüncesinin gelişimi için reçeteler sunar: yerli bakış açısına dönmek; tefekkürü, zihni ve kalemi serbest bırakmak.
Harun Rızatepe Anglo-Sakson bilgi felsefesinin serüveni, önce Decartes’tan sonra da ondokuzuncu yüzyıl düşüncesinden, Boole ve Mili’den hareketle kusursuzca anlatılıyor. Bu haliyle kitap; Reichenbach, Hempel, Carnap, Popper ve Kuhn aracılığıyla çağdaş bilim felsefesinin özünü ve temel problemlerini, Brentano, Meinong, Russell ve Wittgenstein yoluyla günümüz dil felsefesini, Frege, Quine, Geach ve Zolta dolayımıyla çağdaş mantık ve zihin felsefesinin belli başlı sorunlarını, Peirce’tan hareketle de pragmatizmini öğrenmek isteyenler için açılmış büyük bir kapıdır.
Cevdet Kılıç, Ceyhun Akın Cengiz, Emrullah Kılıç, Halime Mücella Demirhan Çavuşoğlu, M. Naci Bostancı, Nurgül Akdoğan, Nurten Gökalp, Recep Batu Günör, Şafak Ural, Yıldız Karagöz Yeke
Enes Dağ Elinizdeki kitap; “çağdaş erdem etiği”nin gerisindeki hikâyeyi anlattığı kadar “eylem felsefesi”, “niyet–eylem teorisi”, “psikoloji felsefesi” ve “zihin felsefesi” için de bir başvuru kaynağı niteliğindedir. Bu çeşitliliğin sebebi, G.E.M. Anscombe'un geniş yelpazede eserler vermesinin yanı sıra her bir eserin birden fazla alan için referans teşkil etmesine ya da farklı disiplinler tarafından dikkate alınmasına dayanır. Anscombe, normatif etiğin iki önemli teorisi olan “deontolojik etik” ve “sonuççu etik” üzerinden modern ahlak felsefesine eleştirilerini yöneltir. Bu eleştirilerden doğan boşlukta yeni bir etiğin kendisine dayanacağı bir psikoloji felsefesi inşa eder. Onun bu girişimi Intention (Niyet) eserinde karşımıza “niyet–eylem teorisi” olarak çıkar.
Bu kitap, Anscombe'un modern ahlak felsefesine yönelik fikirlerini “eleştiri” olarak tanıtmaktadır. Bu eleştiriyi farklı perspektiflerden mercek altına alan yorumcular tarafından oluşturulan literatürü ise “eleştirinin eleştirisi” olarak ortaya koymaktadır. Son tahlilde “niyet–eylem teorisi”ni de anılan “eleştiriye karşı alternatif” olarak teklif etmektedir. Kitabın sonuç kısmında, bu sistematik kurgunun metinsel delillerle gerekçeleri öne sürülmektedir. Kısacası bu kitap, 20. yüzyılda eski etiğin eleştirisini ve yeni etiğin olanağı için kurulan zemini Anscombe'cu bir perspektiften sunmakta ve sorgulamaktadır.
H. Haluk Erdem Antik Anadolu'nun evrensel düzeyde dünya felsefe mirasına katkısı, Milet Okulu filozoflarının düşünceleriyle başlar. Olayları mitlerle açıklama çabası, yerini felsefe ve bilime bırakmıştır. Düşüncede meydana gelen bu devrimsel dönüşümün etkileri bugün bile görülebilir. Klasik Yunan felsefesinden önce Anadolu, felsefi bilgi birikiminin doğuşuna ve gelişimine tanıklık etmektedir. Demokrasiden bilimsel gelişmeye, eleştirel düşünceden doğru yaşamanın kılavuzluğuna kadar pek çok noktada bu birikimden öğreneceklerimiz var. Anadolu kültür coğrafyasına etkilerini bildiğimiz Hoca Ahmed Yesevi ve Yusuf Has Hacib, Orta Asya Türk düşüncesinin en önemli felsefe mirasını temsil etmektedir. Kitapta; Cumhuriyet Dönemi düşünürlerinden Ziya Gökalp, Hasan-Âli Yücel, Hilmi Ziya Ülken, Takiyettin Mengüşoğlu, Uluğ Nutku, Vehbi Hacıkadiroğlu'nun görüşleri yer almakta, Türk düşüncesinde hümanizm konusuna değinilmektedir.
Ayşen Sina, Didem Demiralp, Dilnur Karabulut, Fatih Özeş, Kemal Çinçin, Mustafa Köseoğlu, Suat Soner Erenözlü, Şahin Filiz Batının kökleri olarak kabul edebileceğimiz Antik Yunan medeniyeti, gerek sanat gerekse felsefe üzerine yürüttüğü tartışmalarla günümüzde de akademik ve bilimsel araştırmaların ilgi odağıdır. Dolayısıyla “modern dünya” Antik Yunanların büyük mirasıdır ve Batı medeniyeti bu birikimini geliştirerek kendi ilkelerini belirlemiştir. Bu kitap da Antik Yunan'ı Batı medeniyetinin beşiği olarak görmekte ve bu kültürel birikimi genel hatlarıyla araştırmaya tabi tutmaktadır. Kitap, Antik Yunan'ın bu bilimsel, felsefi ve sanatsal birikiminin ilk olarak nasıl doğduğunu, ardından o zamanın tarihsel ve kültürel şartlarında nasıl bir görünüme sahip olduğunu okuyucuya açma amacındadır. Aynı zamanda genel okuyucuya ulaşmayı amaçlayan bu kitapta, özellikle herkesin anlayacağı bir üslup kullanılmaya özen gösterilmiş, ağır ve ağdalı akademik dilin kullanılmasından kaçınılmıştır.
Arslan Topakkaya Bu eser hermeneutik tarihini ana hatlarıyla betimlemeye çalışmaktadır. Ülkemizde hermeneutik çalışmak isteyenler için hermeneutiğe tarihsel gelişim süreci bağlamında sistematik bir bakış açısı kazandıracak eserlerin eksikliği söz konusudur. Söz konusu eksikliği bir nebze olsun gidermek bu kitabın ortaya çıkmasına vesile olmuştur.
Okuyucuyu detayda boğmak yerine tarihsel gelişim bağlamında olmazsa olmaz noktalar üzerinde durulmuştur. Bununla birlikte hermeneutiğin anlaşılması bakımından önemli olan hususlara da temas edilmiştir. Konu hakkında detaylı tartışmalara girmeden hermeneutik tarihini bir bütünlük içinde -Antik Yunan'dan günümüze kadar- verilmeye çalışılmıştır. Günümüzde özellikle Felsefi hermeneutik araştırma alanı olarak ilgi görmektedir. Bu alanda yol alabilmek için ilk olarak hermeneutik tarihini bilmek gerekir. Hermeneutik sadece felsefeciler tarafından çalışılan bir alan değildir. Bu açıdan elinizdeki eser konuyla ilgilenen bütün araştırmacılara bütünlükçü bir bakış açısı kazandırmayı amaçlamaktadır. Hermeneutik tarihini bütün detaylarıyla bir kitapta toplamak oldukça zor bir iştir. Bu bağlamda bu eser, muhtasar -ama bütüncül- bir tarihsel gelişim kitabı olarak düşünülmüştür.
Süleyman Hayri Bolay Yedinci basımına ulaşan bu eser, Türkiye’de bazı bakımlardan ilkleri gerçekleştirmiştir. Çünkü ülkemizde bu esere kadar, Doğu/İslâm ile Batı düşüncesinin büyük ve temel isimlerine ait felsefî görüşlerinin bu çapta derinlikli mukayesesi yapılmamıştır. Binaenaleyh bu çalışma, Aristo’nun ve Gazzalî’nin metafizik kavramlarının ve bu kavramların ihtiva ettiği ana fikirlerin karşılaştırmasını yaparak hem bir örnek teşkil etmiş hem de Gazzalî gibi bir büyük düşünürün Aristo’dan neler aldığını, neler almayıp, nerelerde onun görüşlerine karşı çıktığını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bunu yaparken Gazzalî’nin İslâm aleminde düşünceyi durdurduğu iddiasının temelsiz olduğunu açığa çıkardığı gibi onun ele aldığı problemleri nasıl sistematik bir biçimde tek tek çözdüğünü de ortaya koymuştur.
Türkiye’de felsefe ve düşünce dünyasının iki büyük zirvesinin karşılaştırılması, konuya ilgi duyan herkese ilginç gelmektedir. Böyle ağır konulu bir kitabın altıncı baskıya ulaşması, ona gösterilen alakanın bir göstergesidir. Çeyrek asra varmadan klasikleşen bu eser, umarız, bundan sonra da aynı alakaya mazhar olur. Nobel Akademik Yayıncılık böyle bir eseri tekrar basmakla düşünce tarihimize büyük bir katkıda bulunmaktadır.
Süleyman Taşkın Bu çalışmada; ahlak felsefesinin kurucusu sayılan ve sadece Antikçağ'ın değil tüm zamanların en büyük filozoflarından birisi olarak kabul edilen Aristoteles ile kendisinden yaklaşık iki bin yıl sonra yaşamış, Osmanlı'nın yetiştirdiği önemli ilim adamı ve filozoflardan Kınalızâde Ali Çelebi'nin ahlak anlayışları, farklı din ve kültürlerden de olsa insanların ortak değerler etrafında erdemli bir hayat yaşayabilmelerinin imkânı bağlamında ele alınmaktadır.
Hem teorik hem de pratik yönüyle söz konusu popülaritesini bugün de koruyan ahlak, yaşadığı bunalımdan kurtulma yolunda günümüz insanının eksikliğini hissettiği en temel değerlerin başında gelmektedir. Bu bağlamda insanların birbirlerinden uzaklaştığı, yalnızlaştığı bu zaman diliminde onlara, insanın sosyal bir varlık olduğu, ancak ötekisiyle var ve mutlu olabileceği ve mutluluğun ancak paylaştıkça artacağının hatırlatılması gerektiğine inanıyorum. Yine birbirini acımasızca katleden, birbirine zulmeden acımasız ruhlara, bu davranışların hayvani nefsin etkileri olduğu, insana yakışanınsa aklıselime göre hareket etmeyi sağlayan insani nefse göre eylemde bulunmak olduğu, haksızlık edene adaletin, cimrilik edene cömertliğin ve her işte ölçülü olmanın asıl erdemler olduğu, hayatın dost ve insanlarla güzel, varsa kötü huy ve davranışların değişebilir olduğu hatırlatılmalıdır. Bu çalışma, ahlakın teorik yönüne dair bir takım değerlendirmeler içermesi, pratik yönüyle de insanın bireysel ve toplumsal manada ihtiyaç duyduğu temel değerlere vurgusu bağlamında önem kazanmaktadır.
Yıldız Karagöz Yeke

Bugün modern siyaset içerisinde kolektif çıkarılan bireysel çıkarlar ile nasıl uzlaştırılacağına ilişkin soru önemli bir yer tutmaktadır. “Halkın egemen olduğu” düşünülen demokrasinin kamusal iyiyi sağlayacağı konusundaki iddialar da tümüyle gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü bu rejimin, en son aşamada, kamu yararını tahrip edecek şekilde bireysel çıkarları toplumun çıkarlarının önüne geçirme ihtimali vardır. Hem günümüzde hem de demokrasinin olanaklarını ve yetersizliklerini kendi döneminde gerek problematik gerek tarihsel olarak çok iyi analiz ederek açıkça ortaya koyan Aristoteles için demokrasi rejimi en çok erdemli olması beklenen bir rejimdir. Aristoteles için demokrasi rejimi en çok erdemli olması beklenen bir rejimdir. Aristoteles’e göre, sitenin ortak iyiliği sözkonusu olduğunda hem yurttaşların hem de yöneticilerin bu erdemleri özümsemesi için eğitilmesi gerekir. Ancak yoksul, cahil ve dezavantajlıların yönetimi olan, görevleri toplumun bütününün ihtiyaçlarını karşılamak için hizmet etmek olan gerçek halk önderleri yerine halk avcıları demogogların ortaya çıkmasına zemin hazırlayan demokrasi; kamusal iyiyi, ortak iyiliği sağlamaktan uzaktır. Bencil çıkarların toplum çıkarlarının önüne geçtiği, yurttaşların çıkar peşine düştüğü ve halkı etkilemek için her şeyi yapan halk avcılarının bulunduğu bir rejimde kamusal iyiden söz edilemez. O halde ideal bir yönetimde toplumun tümünün iyilği ve mutluluğu için yurttaşlar yasalara uymalı, devlet yönetimi de eğitimli insanlara bırakılmalıdır. İşte o zaman Platon’un deyişiyle, “Hükümdarlar filozof, filozoflar hükümdar olsaydı, kentlerin yüzü ışırdı.”

Salih Zeki - Remzi Demir - Yavuz Unat Türk bilim tarihi ve bilim felsefesi araştırmalarının kurucusu olan Salih Zeki, 1913 yılımda yayımlamaya başladığı Asar-ı Bakiye adlı bu yapıtında Ortaçağ İslam Dünyası’nda yapılan matematik ve astronomi çalışmalarını bütün boyutlarıyla sergilemiş ve batılı oryantalistlerin bilerek veya bilmeyerek tarihi hakikatleri çarpıtmalarını engellemeye çalışmıştır. Salih Zeki Bey Asar-ı Bakiye adlı mükemmel yapıtını dört cilt olarak tasarlamış ve Birinci cildinde Trigonometri tarihini, İkinci cildinde hesap ve cebir tarihini, Üçüncü cildinde Astronomi Tarihini ve Dördüncü cildinde de geometri tarihini konu edinmiştir. Aradan geçen doksan yıldan sonra Asar-ı Bakiye’nin günümüz Türkçesine dönüştürülerek yeniden basılmıştır.
Salih Zeki - Remzi Demir - Yavuz Unat

Türk bilim tarihi ve bilim felsefesi araştırmalarının kurucusu olan Salih Zeki, 1913 yılımda yayımlamaya başladığı Asar-ı Bakiye adlı bu yapıtında Ortaçağ İslam Dünyası’nda yapılan matematik ve astronomi çalışmalarını bütün boyutlarıyla sergilemiş ve batılı oryantalistlerin bilerek veya bilmeyerek tarihi hakikatleri çarpıtmalarını engellemeye çalışmıştır. Salih Zeki Bey Asar-ı Bakiye adlı mükemmel yapıtını dört cilt olarak tasarlamış ve Birinci cildinde Trigonometri tarihini, İkinci cildinde hesap ve cebir tarihini, Üçüncü cildinde Astronomi Tarihini ve Dördüncü cildinde de geometri tarihini konu edinmiştir. Aradan geçen doksan yıldan sonra Asar-ı Bakiye’nin günümüz Türkçe’sine dönüştürülerek yeniden basılmıştır.

Remzi Demir, Safiye Yılmaz Erten Büyük bilim tarihçimiz ve felsefecimiz Salih Zeki, Resimli Gazete'de yayımladığı Âsâr-ı Eslâf (Seleflerin Eserleri) adlı dizi-makalesinde matematik tarihimiz açısından çok kıymetli matematik eserlerini tanıtmış ve bilim tarihi yazıcılığımızın temellerini atmıştı.
Bu çalışma ile ilk defa günümüz Türkçesine aktarılan bu makaleler, alanda yeni araştırmalara ve yorumlara yol açacak ve Salih Zeki'nin klasik metinlere dayalı çalışma yönteminin genç bilginler arasında tanınmasına katkıda bulunacaktır.
Fulya Bayraktar Batının, muhtelif pozitivizm tarzları, materyalizm ve analitik felsefenin etkisi altında olduğu bir dönemde Marcel; aşk, sadâkat, îman ve umutla varlık sırrı’na ulaştıran yolu hatırlattı. İnsanın bireysellikten ziyade birliktelikte hür olduğunu vurguladı. “Varolmak bağlanmaktır” derken, bizi bir Aşk Etiğine davet etti.
Marcel’de bağlanma; “ben”in, “sen” ile olan aracısız, dolaysız, içten ve sırlı ilişkisidir. “Mutlak Sen” konumundaki Tanrı’ya yükselişin başlangıç yeridir. Bir taraftan kişi için, oluş anlamı taşır; diğer taraftan ise, etik anlamda güven, umut ve bir “biz” oluşturma süreci, ancak onun açısından bir mânâ kazanır. Dinin varoluşsal olarak algılanıp yaşanabileceği temel tecrübe, bu bağlanma ediminde gizlidir. Îman kavramı ancak onunla anlaşılabilir. Aile, kardeşlik, toplum ve insaniyetin, sırlı bütünlüğüdür bağlanma. Bağlanmanın ifade ettiği varoluşsal vaad edişlerin artık yaşanamıyor olması ise, modern dünyanın bunalımını izah ederken karşılaştığımız başlıca etkendir.
Bahattin Gümgüm “Akın var! Güneşe akın!..” nidaları yükseliyordu, MS 500'lerde. Gundêşapûr olmuştu güneş, ırk, dil, din ayrımı yapmayan büyük cazibe merkezi… Bizans imparatorları, bilge ve filozofları kovdukça artıyordu Gundêşapûr'da yaşam standardı. Aristo ve Platon'un başta olmak üzere Atina'nın ünlü kitapları Süryanice ve Pehleviceye çevrilmişti. Hele Justinyen'in 529 kararları, ihya etmişti Gundêşapûr'u ve orayı dünyadaki ilk bilim kenti yapmıştı, Gundêşapûr Akademisi'ni de ilk üniversitesi… Akademide doktorlar, öğretmenler ve değişik dallarda uzmanlar yetişiyordu. 550'de yapılan dünyadaki ilk Uluslararası Tıp Kongresi'ne Sasani İmparatoru bizzat katılmıştı.
Her renkten çalışanlarıyla bilim evi Beyt'ül-Hikme ve kâğıt fabrikası, yeni kurulmuş olan Bağdat'ın ününe ün katıyordu 800'lerde. Bu çalışma ve çeviriler ile birçok kelime de Arapçaya geçmiş ve oldukça zenginleşmişti Arap dili de halkı gibi.
Dünya bilim tarihinin kurucusu George Sarton, 750-1100 yılları arasını 50 yıllık periyodlarla Dicle Havzası ve hinterlandındaki ünlü bilim insanlarının adları ile anmıştır: Cabir, Harizmi, Razi, Mesudi, Wafa, Biruni ve Hayyam.
Bir inceleme/review niteliğindeki bu kitap, Dicle Havzası-Mezopotamya-Orta Doğu tarihi ve bilim tarihi ile ilgili birçok bilinmeyenin keyifle öğrenilmesini kolaylaştırmaktadır.

Binlerce güneş parladı kalbimde
Ama bir tek atomun yapısını aydınlatamadı yine de
İbn Sînâ (Avicenna)
Fahrettin Olguner Platon'un kozmoloji ve teoloji konusundaki fikirlerinin ele alındığı Timaios diyaloğu, evrenin ve insanın kökeni, Tanrı'nın mahiyeti gibi problemlerin yanı sıra etik değerlerin de irdelendiği bir metindir. Bugüne kadar üzerinde büyük tartışmaların kaleme alındığı ve metne dayalı pek çok yorumun yazıldığı, son dönem diyaloglardan biri olan Timaios'da Platon'un düşünce sisteminin ana hatlarını görmek, bunun astronomi, matematik, fizik, biyoloji gibi bilimlere yansımalarını takip etmek ve ayrıca Platon metafiziğini ve etiğini iç içe okumak mümkündür. İnsan, doğa ve evrenin kökeni ve yapısının ele alındığı metinde değişim, oluş ile idealar kuramı arasındaki ilişki de irdelenir.
Elinizdeki bu kitap; Platon'un Timaios diyaloğunun, farklı zamanlarda ortaya çıkmış ve fakat ilişki oluşturmuş iki farklı medeniyette; Batı ve İslâm dünyasında, iki farklı manzarasını yansıtan bir eserdir. Timaios'un Arapça ve Fransızca tercümelerinin de karşılaştırmalı olarak yer aldığı eser, felsefe tarihi için kıymetli ve orijinal bir kaynak olmanın yanı sıra, okuyucuyu derin bir problematik yolculuğa da davet eder.
Bryan S. Turner Beden ve Toplum şimdi her zamankinden daha iyi... Turner, felsefi ve teolojik özlemleriyle organik ve kültürel köprüler kuruyor: sonuç, bedenlerle –erotikten açlık çeken bedenlere, çalışandan arzulayan bedenlere– harmanlanan bir toplumun etkili bir analizi.
Anthony Elliott, Flinders University
Bryan Turner, kendimiz ve bedenlerimiz hakkında düşünme şeklimizde devrim yarattı. Bu baskı... daha fazla entelektüel büyüme ve gelişme göstermektedir; yenilikçi fikirler zaten klasik bir anlayışı haber vermektedir. İnsan bedeni hayatımızın en bariz materyalidir; bu kitap, yirmi birinci yüzyılda bedenin anlamları hakkındaki bilgimizi derinleştirmemize olanak sağlamakta ve kendimiz için sunduğumuz ve kendimiz için inşa ettiğimiz olasılıkların (hem olumsuz hem de olumlu) eksiksiz ve özgürleştirici bir açıklamasını sunmaktadır.
Mary Evans, London School of Economics
Bu, beden sosyolojisini meşru bir araştırma alanı olarak yeniden açtığını iddia edebilecek bir kitabın tamamen revize edilmiş bir sürümüdür. Her bölümü revize edilmiş ve güncellenmiş olan, konunun tüm yönleri için eşsiz bir rehberlik sağlayan bu kitapta, alandaki son değişiklikleri ve Turner’ın kırılganlığın merkeziliği üzerindeki gelişimini yansıtan yeni materyaller bulacaksınız.
Kendinden emin ve yenilikçi olan bu kitap, alanın önde gelen yazarlarından birinin beden sosyolojisi üzerine en yetkili çalışma bildirisini sunmaktadır.
İkinci basım için övgü:
“Bu kitap, bedenin ve bedensel deneyimin sağladığı açıklamaların yeniden değerlendirilmesine ve eleştirel olarak karşılaştırılmasına yardımcı olacak şekilde yazılmış sosyal ve sosyolojik düşünceyi teşvik edici bir genel bakış sunuyor... Bu da değerli ve düşündürücü bir kitap olmasını sağlıyor.” –Medical Sociology News
“Analizi zorlayıcı olmaya devam ediyor... Kitap ilginç, iyi yazılmış ve güncel” –Health
A. Teyfur Erdoğdu, İrvin Cemil Schick, Kadir Canatan, Murat Beyazyüz, Murat Dinçer Çekin, Mustafa Tekin, Nazife Şişman, Süheyb Öğüt İLEM Toplum Çalışmaları Grubunun günümüzde algılanan beden üzerindeki tartışmaların farklı disiplinler penceresinden sonuçlarını tahlil etmek üzere tertip ettiği Bedenin Anlamı ve Sınırları başlıklı seminer dizisinin tebliğleri Senanur Avcı ve Nuriye Kayarın editörlüğünde yayına hazırlandı. Çalışma, sosyolojinin yeni ve müstakil bir alanını oluşturmasıyla bilimlerin nesnesi haline dönüş en bedenin, Irvin Cemil Schick, Kadir Canatan, Mustafa Tekin, Murat Çekin, Murat Beyazyüz, Nazife Şişman, Süheyb Öğüt, Teyfur Erdoğdu gibi önemli ilim adamlarının gözüyle ilahi anlayıştan uzaklaşarak seküler bir "beden”e doğru sürükleniş hikâyesinden kesitler sunuyor. Eser, sadece bireyin varoluş ve mahremiyet alanı olmaktan çıkmış "beden'in değişen anlamı ve sınırları üzerine düşünmeye davet ediyor.
Levent Bayraktar Henri Bergson, 20. Asırda Felsefe Tarihini kökten etkilemiş büyük bir filozoftur. Felsefeye yeni kavramlar, problemler ve problematikler kazandırmıştır. Elinizdeki bu kitap, bir yandan Bergson felsefesi ile yeni tanışan okuyucular için bir giriş ve başlangıç işlevi görmekte, bir yandan da ileri okumalara ve temel problematiklere doğru yönlendirmektedir. Filozofu ilkin, hayatı eserleri ve felsefesi bağlamında irdeleyen eser, daha sonra onu hem kendi çağı, hem de felsefe tarihi içerisindeki yeri itibariyle de kavramak isteyen okuyuculara rehberlik etmektedir. Bu yönüyle telif ve tercüme olmak üzere Türkçe literatürde sınırlı sayıda olan Bergson incelemeleri arasındaki yerini almaktadır.
Bergson isimli bu kitap, yazarının konu ile ilgili, yirmi yılı aşkın çalışmalarının bir neticesidir. Daha önce “Bergson'da Ruh-Beden İlişkisi”, “Bergson'dan Mustafa Şekib'e Gülme” eserlerinden tanıdığımız yazar; Türkçe'de Bergson hakkında kaleme alınmış ilk kitap olan Suphi Ethem'in “Bergson ve Felsefesi” adlı eserini de neşretmiş bulunmaktadır. Ayrıca Türkçe Felsefe Ansiklopedileri ve kolektif bazı Filozoflar Antolojilerinde de Bergson maddelerini kaleme almıştır.
Levent Bayraktar Bergson, Nobel Edebiyat Ödülü’ne lâyık görülmüş filozoflardan biridir. Yaşadığı çağda dersleri ve konferansları büyük bir hayran kitlesi tarafından merakla takip edilmiştir. Bunda, geniş bir kültüre ve kuvvetli bir hitabete sahip olmasının payı büyüktür. Bilimlere müracaat eden fakat bilimci ve pozitivist olmayan Bergson, düşünceyi fenomenlerle sınırlandırmadan, insan zihninin merak ettiği ve sorguladığı en yüksek meselelere kadar yönelir. Eserlerinde; sağlam bir muhakeme, tahlil ve tenkit neticesinde verili olanı aşan bir teklif sunar. Matematik, fizik, biyoloji, psikoloji, sosyoloji ve hatta teoloji alanları üzerine oturttuğu felsefesi; bilimlerle bütünleşebilen bir metafiziğin mümkün ve meşru olabileceğinin örneği gibidir. Bu bakımdan Bergson’u okumak ve incelemek felsefeyi, felsefenin sınırlarını genişleten bir filozoftan öğrenmek anlamına da gelir.
Bu kitapta, ruh ile beden ilişkisinden hareketle Bergson felsefesinin, felsefe tarihindeki yeri ve konumu irdelenmektedir. Böylece eser bir yandan Bergson metafiziğiyle, bir yandan ruh-beden ilişkisiyle ve diğer yandan da pek çok felsefi ekolle karşılaşma imkânı sunmaktadır. Bu bağlamda materyalizm, pozitivizm, natüralizm, entelektüalizm, kritisizm, paralelizm, finalizm, mekanizm, evolüsyonizm gibi akımlar gündeme gelmekte ve incelenmektedir.
Levent Bayraktar - Zeynep Tek Elinizdeki kitap, Mustafa Şekip Tunç'un 1921'de Henri Bergson'dan adapte etmek suretiyle tercüme ettiği Gülmek Nedir? Kime Gülüyoruz? adlı eseri merkeze alarak, bir dönem tahlili niteliğinde hazırlanmıştır. Eserin Latinize edilmiş hâli de bu çalışma ile yaklaşık yüz yıl aradan sonra ilk defa okuyucu ile buluşmaktadır. Mustafa Şekip'in konuyla ilgili olarak yazmış olduğu makaleler dizisinin de yer aldığı bu çalışmada; Mehmet Emin Erişirgil ve Abdülhak Şinasi Hisar'ın eser tanıtımları da bulunmaktadır. Ayrıca; Bergson felsefesini, Bergson'un felsefe tarihindeki yerini, Türk düşüncesine etkisini, Türkiye'deki Bergsoncu denebilecek düşünürleri ve genel hatlarıyla Cumhuriyet Dönemi Türk düşüncesini, Gülme adlı eserin Bergson felsefesi içindeki yerini irdeleyen bir mülakat ile Mustafa Şekip Tunç'un düşüncesini tanıtan bir bölüm de yer almaktadır.
***
Filozof ve ruhiyatçılar arasında gülme vadisinde bilhassa komik şeylerden gelen gülme meselesini aydınlatmak alanında Bergson'un aldığı vaziyet, onun orijinal olan dünya görüşünden bir parça, bu görüşle hemahenk olan bir nazariyedir.
Mustafa Şekip Tunç
***
Hande ve komikliğin bu güzel izah ve tefsiri, doğrudan doğruya mihanikiyette, cümle-i hayatiyenin, hayatın ve zekânın tersini ve aksini gören Bergson felsefesinin tatbikatından neşet ediyor ve bu nazariyenin psikolojik ve edebî neticelerinin harikulade müsmir olduğunda şüphe yoktur.
Abdülhak Şinasi Hisar
***
Böyle kıymetli bir esere elbette muhtaç idik. Şekip Beyefendi'nin meşkûr mesaisi bu ihtiyacımızı tatmin ediyor. Muharrir,Bergson'un eserini sadece telhis etmekle iktifa eylemiyor; “gülme” hakkında muhtelif fikirleri de nakletmek suretiyle bir “medhal” vücuda getiriyor. Eser, kim güler, kim gülünç olur, ne şartlarla gülebiliyoruz bu cihetleri tetkik eyliyor. Bu bahislerde yalnız gülmenin değil, umumiyetle ihtisaslarımızın mühim kanunlarına da temas ediyor. En nihayet Bergson'un sanat hakkındaki nazariyesine muttali oluyoruz.
Mehmet Emin Erişirgil
Tahir b. Hüseyin Mâverâünnehir'de Tâhirîler Devleti'nin (821-873) kurucusu Tahir b. Hüseyin'in (776-822) kaleme aldığı kadim siyasi bilgeliğin ölümsüz eseri (İlk Baskı: 821)
------------------------------------------------------------------------
Bunu kaleme alan Tahir, din ve dünya işlerine, siyaset, yönetim, devlet başkanı ve halkın yararı, iktidarın korunması, halifeye itaat edilmesi hususlarıyla ilgili, değinmedik hiçbir konu bırakmamış; hepsine dair öğütlerde bulunmuştur. Abbâsî Halifesi Me'mûn (786-833)
İnsanlar bu kitapçığı güzel bulmuş ve onu elden ele dolaştırmışlardır. Ünlü tarihçi İbn Kesîr (1301-1373)
Tahir b. Hüseyin'in, Halife Me'mûn tarafından vali olarak atanan oğluna yönelik kaleme aldığı bu tavsiyeler, bir yöneticinin dikkat etmesi gereken ilkeler konusunda yazılmış en iyi örneklerden biridir. O, bu meşhur kitapçıkta, oğluna, yeni görevlerinin ifasında ihtiyaç duyacağı bütün dinî ve ahlaki konular, dinî hukuka dayalı siyasi ilkeler ve iktidarın doğasına ilişkin kurallar hakkında tavsiyelerde bulunmakta, onu hiçbir devlet adamının ve hatta sıradan bir insanın ilgisiz kalması düşünülemeyecek ifadelerle erdem ve iyilikleri gerçekleştirmeye teşvik etmektedir. Hukukçu siyasi düşünür İbn Haldûn (1332-1406).
Eser; devlet başkanları, bakanlar, komutanlar ve hâkimler için gerekli tavsiye ve ödevleri içermektedir. Şeyhülislam Damadzâde Ahmed Efendi ( 1665-1741)
Tahir b. Hüseyin, kitapçığında, yönetim etiğinin ve ideal yöneticinin teorik çerçevesini sunmaktadır. İngilizsever tarihçi ve oryantalist Clifford Edmund Boswort (1928-2015)
Vural Başaran, Remzi Demir Bilim felsefesinin Türkiye'deki öyküsü, Alman filozofu Hans Reichenbach'ı (1891-1953) merkeze alan bakışın yardımıyla üç aşamada incelenebilir: Reichenbach Öncesi, Reichenbach Dönemi (1933-1938), Reichenbach Sonrası.
Bilim Felsefesi Bir Disiplinin Türkiye'ye Girişi (1860-1933) adlı bu denemenin maksadı, Reichenbach öncesi dönemdeki bilim felsefesi literatürünü incelemek ve kurucu metinlerdeki temel düşünceleri sergilemektir.
Karel Lambert - Gordon G. Brıttan Bilim felsefesinde yer alan günümüz gelişmeleri, 19. Yüzyıl sonlarına doğru ve 20. Yüzyıl başında meydana gelen bilim ve matematikteki bir dizi devrimsel gelişme tarafından hızlandırılmış ve yönlendirilmiştir. Bunların içinde en çok dikkati çekenler, Newton'un fizik kuramının (Einstein'ın Görelik Kuramı ve Kuantum Kuramı ile farklı biçimlerde ve farklı boyutlarda) çöküşü ve yer değiştirmesi, matematik için yeni temellerin ileri sürülmesi, matematiksel mantığın doğal bir sonuç olarak ortaya çıkması, mekanik biyolojinin doğuşu ve davranış bilimleri ile sosyal bilimlerin ortaya çıkışıdır. İngiliz şair John Donne'un “her şey paramparça, tüm ahenk gitmiş, tek kalan araç-gereç ve ilişki” dediği 16. ve 17. Yüzyıllardaki devrimsel gelişmelerin hızlandırdığı entelektüel kriz kadar yıkıcı olmasa da, bu gelişmeler, dönemin kültürel yapısı üzerinde derin bir etki yaratmış ve filozofları bilimsel bilginin kuruluşunu, bilimsel açıklamanın doğasını ve dünyanın bilimsel tasvirinin yeterliliğini yeniden incelemeye zorlamışlardır.
Karel Lambert ve Gordon Brittan'ın hazırladığı Bilim Felsefesine Giriş başlıklı bu kitapta yukarıda sıralanan gelişmeler ışığında, bilim felsefesinin açıklama, kuram, indirgeme vb. kavramları irdelenmekte ve bilim felsefesinin çağın temel sorunlarıyla ne denli yakından ilişki olduğu tezini özlü bir biçimde okuyucuya aktarmaktadır.
Remzi Demir Bilim kültürü, yeni kurulan bir akademik disiplindir ve maksadı, şahıslara güçlü bir “bilim anlayışı ve duyuşu” kazandırmaktır. Başka kültürler de vardır ve bunlar arasında en önemli olanları, “din kültürü", "felsefe kültürü", "ideoloji kültürü" ve "sanat kültürü"dür.
Bilim kültürü elbette diğer kültürlerin yerini dolduramaz; böyle bir girişim, insan düşüncesinde ve yaşamında muazzam bir boşluk yaratacaktır ancak dünyevi sorunların çözümünde bilimin iki büyük avantajının olması, hiç kuşku yoktur ki bilim kültürünü diğerlerinden çok daha tercih edilir kılar. Bu avantajlardan birincisi, bilimin dünya üzerine diğer bilgi sistemlerinden çok daha güvenilir bilgi üretmesidir. İkincisi ise maddi kültürü yaratan teknoloji ile bir “simbiyotik (ortak yaşam) ilişki” kurabilmesidir. Böylece bu iki özellik yüzünden bilim, toplumlara büyük bir güç sağlamakta ve kalkınmanın temel motoru hâline gelmektedir.
Remzi Demir, İnan Kalaycıoğulları Bilim Ne İmiş? Devrimler Çağında Bilim Antolojisi adlı bu seçkide, 1908-1938 yılları arasındaki Devrimler Çağı'nda Türk Matbuatı'nın saygın akademik ve popüler dergilerinde yayımlanmış olan ve dönemin bilim algısının kavranmasını sağlayan makaleleri topladık.
Yazarlar arasında kimler yok ki!
Ziya Gökalp, Sâtı Bey, Salih Zeki, Mustafa Şekip Tunç, Mehmed Halid, Mehmed Emin Erişirgil, Halil Nimetullah, Ali Rıza, Galip Ata Ataç, Mehmed Celal, Mustafa Nermi, Hâtemî Senîh, Mehmed İzzet, Köprülüzade Mehmed Fuad, Sabiha Zekeriya Sertel, Necmettin Sâdık Sadak, Kazım Şinasi Dersan...
Seçkiye giren makaleler bir bütün hâlinde incelendiğinde, Devrimler Çağı'nda (1908-1938) teşekkül eden “Yeni Bilim Anlayışı”nın kabataslak da olsa temel unsurlarının anlaşılması mümkün olmaktadır.
Bu seçki, ülkemizdeki bilim tarihi, bilim felsefesi ve bilim sosyolojisi çalışmalarına yeni bir soluk getirecektir.

Soner Aksoy Bilim politikasında önemli bir strateji de zaman kazanmaktır. Zaman kazanabilirsek maliyeti sıfır olan büyük bir servetimiz var demektir. Tasarrufun önceliği zaman üzerine olmalıdır. Sarfiyattan söz edilen yerde savurganlığın terk edilmesi ve bilinçlenme öne çıkmalıdır. Tasarruf gündemde ise israf da gündemdedir. İsrafın karşısında olanların, tasarrufun yanında olmaları tabiidir. Tasarruf, sadece insanın değil tüm canlıların ve hayatın vazgeçilmez bir eylemidir. Toplumlar geleceklerini, tasarrufların üzerine bina ederler. Fertler de kaynaklarını tasarruf ederek akıllıca ve yüksek verimle kullanarak hayatlarını sürdürmeye çalışırlar.
İnsanlara maliki olmadığı, limitlerini bilemediği, faydalandığı fakat kumanda edemediği bazı muazzam değerler de verilmiştir: Mesela insanın canı gibi. Can insanın en aziz varlığıdır. Korunması gerekir ancak korur muyuz, koruduğumuzu mu sanırız, burası meçhuldür. Can, bizde olmasına rağmen anladığımız manada bizim olmayan, doğumda da ölümde de kumanda edemediğimiz, dünya zamanı ile kaynaşmalı, Allah ile antlaşmalı bir cevherdir.
Bu nasıl bir bilmecedir ki sınırlı ve çok kısa bir zaman dilimi içerisinde, sınırsız bir hayatın varlığını öğrenmek ve kazanmak imkânı verilmektedir. Elbette bu zor ve ciddi bir iştir. Bence bu işi başaranlara “zamana egemen” olanlar denilebilir. Belki egemenlik iddialı bir ifade, yerine onunla savaşmayı bilenler denilebilir. Hangi mekânda ve zaman diliminde yaşarlarsa yaşasınlar, gerçekten onların kazancı en büyüktür. Zamana egemen olabilmek, bize ait olmayan bir akışı lehimize çevirebilmek demektir. Bu da ancak her geçen anın içerisinde var olan değerleri yakalayabilmekle olabilir. Yakalanan değerler, kaçırılan değerlerden fazla olmalıdır. Verimin gerçek anlamı buradadır. Kaçırılanlar israflarımız, yakaladıklarımız kazançlarımız ve tasarruflarımızdır. Zaman, ancak akarken yakalanan kazançlarla tasarruf edilebilen bir cevherdir. Zamanın en büyük kazancı öğrenmektir, bilgidir ve bilimdir. Gençlik yılları ve tahsil hayatı bu yönüyle çok önemlidir. Onun için ilk emir “Oku, Anla ve Bilinçlen”dir.
Sevim Tekeli, Esin Kâhya, Melek Dosay, Remzi Demir, Hüseyin Topdemir, Yavuz Unat, Ayten Koç Aydın Bilim tarihi, bilimsel bilginin gelişim sürecini inceleyen bir araştırma etkinliğidir ve tarihî bilgilerden yararlanarak bilimsel kuramların çeşitli dönemlerde doğuşu ve yayılışını, bilginlerin düşünce biçimlerini ve toplumsal kurumların gelişim sürecine etkilerini, felsefe, din ve sanat gibi diğer düşünsel etkinliklerle karşılıklı ilişkilerini, teknik bilginin oluşumundaki yerini, bireylerin günlük yaşamlarındaki değerini ve önemini sorgulayarak bilimsel etkinliği bütün yönleriyle tanımaya ve tanıtmaya çalışır.
Zeki Tez Bu kitapta, Orta Çağ İslam dünyasında bilim ve tekniğin durumu, her bir bilimsel ve teknik uğraş alanı ayrı ayrı ele alınarak sergilenmeye, bu konularda bütünsel bir bakış açısı oluşturulmaya çalışılmıştır. Kitaptaki konular genelde İslamiyetin doğuşundan 16. yüzyılın başlarına dek ele alınmakla birlikte, yer yer daha önceki ve sonraki dönemlerle de bağlantılar kurulmuştur. Bu döneme kısmen girebilecek olan Osmanlı bilim ve tekniğine ise yer verilmemiştir. Daha çok fen bilimleri ve teknik konular ele alınmıştır. Kitabın yazılmasında yerli ve yabancı çeşitli kaynaklardan yararlanılmış, çeşitli bilim insanlarının adları Arapça ya da Batı dillerindeki yazımından ziyade Türkçeye uygun olarak ifade edilmiş ve kitapta mümkün olduğunca anlaşılır bir yazım dili kullanılmaya çalışılmıştır. İlk basımı 2001 yılında yapılan kitabın genişletilmiş ve yenilenmiş ikinci baskısının alana ve tüm okurlara katkı sağlaması dileğiyle…
Zeki Tez Bu kitap, ülkemizde “Kimya Tarihi” konusunda ilk ve en kapsamlı tek kitaptır. Türkçede bu konuda, özet kitaplar dışında kapsamlı başka bir kitap yayımlanmamıştır. Kitapta tarih boyunca simya ve kimya ile modern çağda kimya sanayiinin biçimlenme koşulları ve gelişimi ele alınmıştır.
“Tarih” denince bizde, “Uydur uydur, yaz.” kabilinden genelde “hikâye” anlaşılır. Bu yanlış görüşün ipuçları, belki İngilizcedeki “history” (tarih) ve “story” (hikâye) sözcüklerinin benzeşiminde de görülebilir. Bu yanlış görüş, ilköğretimde çeşitli tarihsel olayların büyük oranda yalnızca dış görünümleriyle verilmesinden kaynaklanır. Konular belli belirsiz çeşitli nedenlere bağlanarak sayı kalabalığına boğulur, destansı anlatımlarla süslenerek izleyiciler etkilenmeye çalışılır. Oysa tarihsel olayları, çağının gerçekleri ışığında çeşitli toplumsal etmenlerin karşılıklı etkileşimi altında irdeleyip yorumlamak gerekir.
Fakülte ve yüksek okullarımızda genel bilim tarihi ve çeşitli bilim dallarının özel tarihleri, eskiden seçimlik ders olarak bile verilmemekteydi. Sevindirici bir gelişmeyle birkaç yıldan beri üniversitelerde bilim tarihi dersleri zorunlu ders olarak müfredatlarda yer almaya başlamıştır. Her şeyden önce belirli bir mesleğe yönelen bir kişiye, öğretimin hemen başlarında genel bilimin ve o mesleğin tarihini de öğretmek, ona mesleği ile ilgili daha geniş bir bakış açısı kazandırmayı, bilimsel buluşların değerini tarih içinde daha iyi bir yere oturtmayı, bilimin ve tekniğin hangi ilkel koşullardan günümüzdeki gelişmiş durumuna evrildiğini görmeyi ve o uğraşla ilgili bilim ve tekniğin geçmişini ve geleceğe uzandırımını daha iyi kestirebilmeyi sağlar.
“Maddenin bilimi” olarak kimya, toplumsal yaşamda güçlü değişimleri etkilemiş ender bir bilimdir. Diğer bilimlerle de bağlantılı olarak zengin düşünsel, felsefî, ruhsal, pratik ve sanatsal içeriği ve cepheleri vardır. Kimya; maddenin, dünyanın ve giderek evrenin anlaşılmasında vazgeçilmez bir bilimdir. Bilimler içinde kimya kadar toplumsal yaşamda güçlü değişimleri derinden etkilemiş başka bir bilim ve sanayiye rastlamak zordur. Toplumsal yaşamımızda yararlandığımız malzeme ve gereçler, ekonomik yaşamımızın güçlüğü ya da baş edilmez çevresel sorunlarımız, hepsi büyük oranda kimya ile bağlantılıdır. Bu bağlamda kimya olmadan, kimyaya değer vermeden, gelecek olmaz!
Bu kitapta, ilginç resimler eşliğinde eski çağlardan günümüze dek, dönem dönem kimya bilimi ve kimya sanayinin gelişimi, kimi açılardan ayrıntılara dek inen bilgiler eşliğinde, elverdiğince kolay anlaşılabilir bir dille sergilenmeye çalışılmıştır. Yine de kimyacı olmayan ya da en azından doğa bilimleri bilgisi yeterli olmayan okuyucuların kimi kimyasal kavram ve olguları yeterince anlaması, doğal olarak ek bir çabayı gerektirecektir. Kitabın son bölümünde, Türkiye’de kimya eğitiminin gelişimi ve Cumhuriyet döneminde kimya sanayinin gelişimine kısa bir bakış verilmiştir.
Kitabın sonunda konuyla bütünlük sağlamak üzere ek olarak element adlarının tarihsel kökenleri, kitapta geçen kimyasal ad ve terimler sözlüğü, kimya tarihinin önde gelen kaynak eserleri ve kişi adları dizini de verilmiştir.
“Madem geldik dünyaya / Çalışalım kimyaya.”
Kitabın öğrencilere ve genel okurlara yararlı olmasını dileriz.
Yüksel ÖZDEMİR Fikir, düşünce ve merak; teknolojinin gelişebilmesi için insanoğlunun olmazsa olmazlarındandır. Bilimsel çalışmanın sonucu olarak ortaya çıkan teknoloji ve sanayi, hayatımızın her alanında hayatı daha kolay hâle getirmiştir. Bilim, teknoloji ve sanayi arasında önemli döngüsel bir ilişki vardır. Bilimsel çalışmalar uygulamaya elverişli bilgi üreterek teknolojik gelişmelerin önünü açarken teknolojik gelişmeler de sanayi ve bilimsel araştırmaların daha uygun şartlarda yapılmasını sağlamaktadır.
İnsanoğlu fikir ve düşüncelerle doludur. Fikirler insanoğluna bir anda gelebilir fakat bu fikirlerin teknolojiye ve sanayiye adaptasyonu zaman alır. Bilim insanlarını keşiflere yönelten en büyük etkenin merak olduğunu unutmamak gerekir. Merak, bizleri bir yola sokabilir ve bir sonraki dönemeçte neler olduğunu araştırmaya yöneltebilir. Fakat bazen problemlerle karşılaşılabilir ve bu problemlere meydan okunabilir. Bazen de merak ettiğimiz konunun dışında başka konularla tesadüfen karşılaşılabilir. Dünyada her tür buluş; yetenek, merak ve cesaretin ürünüdür.
Öğrencilerime, dersin konusu içerisinde ismi geçen bilim insanlarının hayatlarını ve yaptıkları çalışmaları anlattığımda konuya son derece ilgi duyduklarını fark ettim. Bu durum beni, bilim insanlarının hayat hikâyeleri ve bilim dünyasında yaptıkları çalışmaları kaleme almam konusunda büyük ölçüde teşvik etmiştir. Bu kitap, genellikle pozitif bilimlerle alakalı çalışmaları içermektedir. Bunları ifade ederken kitabımızın bütün kesimler tarafından okunmasını sağlamak adına bilim insanlarının hayat hikâyelerini de anlatmayı seçmek benim için kolay bir tercihti ancak onların eserlerini ve yaptıkları çalışmaları kelimelerle ifade edebilmek çok da kolay olmadı.
Bu kitabın pozitif bilimlere merakı olan çocuklarımıza ve gençlerimize faydalı olacağını ve onlara ilham vereceğini düşünmekteyim. Bu kitabı oluştururken bilim insanlarının hayatları ve çalışmaları hakkındaki bilgileri hep aynı kalitede tutmaya çalışsam da bazı eksikliklerin olacağı kesindir. Bu kitapta takdim edilmiş olan bilim insanları sayesinde bilimsel çalışmalara hevesle yönelecek olan yetenekli gençlerimizin bilimin temelinin ne şekilde oluşturulacağını anlamalarına bir nebze de olsa yardımcı olmak temel hedefimdir.
Süleyman Hayri Bolay Uylaşımcılığın hareket noktası bilimde daha yüksek uylaşımların mümkün olacağı düşüncesidir. Bu anlayışa göre, bilimsel bilgiye, özneler arası bir uylaşımı sağlamadan ulaşmak mümkün değildir. Uylaşımcı anlayış, genellikle, bilimsel kuramların kurulmuş birer inşa (construction) oldukları iddiasındadır. Bu anlayış, kuramların olgulara dayandığını iddia eden tecrübeci görüşten faklı olarak deneysel alanın birden fazla kuramla açıklandığı görüşüne sahiptir.Ülkemizin yetiştirdiği önemli felsefecilerden birisi olan Süleyman Hayri Bolay'ın bu eserinde Emile Boutroux'dan konuya açıklık getirecek iki tercümeyle, kuantum fiziğinin kurucusu Max Planck'ın Modern Fizikte Âlem Tasavvuru'nda dile getirdiği başlıca fikirlerden Bilimin (Oto)kritiği (Auto Critique de la Science) adlı esere uzanan bir bağlamda meselenin tartışılmasıyla, Korkut Tuna'nın yazdığı ve Batılı bilginin ülkemizde tek eleştirisi olan Batılı Bilginin Eleştirisi Üzerine adlı kitap gözetilerek, ve kendi bütünlüğü içinde bilimin sonu iddialarına karşı çıkan Deniz Belen'in konuya dair bir yazısıyla geniş ve kuşatıcı bir bütünlük kurulmaktadır. Büyük devletler adına dünyayı sömüren ekonomik tetikçilerin bilim adına; ama bilimi yaymak kılıfı altında nasıl cinayetler işlediklerinin, milletleri nasıl sömürdüklerinin anlatıldığı Bilimin Değeri hem uylaşımcı akımı yakından tanıtmak, hem de bu vesile ile “Bilimin Değeri Meselesi” etrafında ülkemizde bilim adamları ve felsefeciler arasında yeni tartışmaların açılmasına katkıda bulunmak amacındadır.
Seda Özsoy Somuncuoğlu Modern dönemin başlangıcından itibaren bilimlerde görülen olağanüstü başarılar, bilim felsefesinin gelişmesini olumlu yönde etkilemiş ve bilimin ne olduğunu, bilimsel düşüncenin yapısını, bilimsel yöntemlerin işleyişini inceleyen bu disiplinin daha etkin bir konuma gelmesini sağlamıştır. Bu doğrultuda bilim tarihiyle koşutluk içerisinde araştırmalarına yön veren bilim felsefesi, bilimsel yöntem sorununa ilişkin önemli çalışmaların yapıldığı bir alan olmuştur. Tarihî gelişim seyri içinde bilim felsefesinin geçirdiği evreleri bilimsel yöntem tartışmalarına bağlı olarak ele almak, bu disiplinin kendi özgüllüğünü kavramak açısından önemlidir ancak bu kadar geniş bir alanı her yönüyle serimlemek bazı zorlukları barındırır. Bu nedenle burada kısa bir tarihsel sunuşun ardından bahsi geçen tartışmalara katılan düşünürlerin görüşlerinin anlatılması uygun bir yol olarak tercih edilmiştir. Bu tür bir bakış açısı, benzer çalışmaların eksikliklerini gidermek amacını taşımakla birlikte yenileri için bir çıkış noktası olabilecek niteliktedir.
Ece Saraçoğlu Bilinç ile zamanın birbiriyle olan ilişkisi, felsefe ve bilim tarihinin dikkat çeken, incelenmesi zor ama bir o kadar da keyifli olan tartışma konularından biridir. Aralarında bulunan yakın ilişkinin anlamı günümüzde hâlâ tam olarak aydınlatılabilmiş olmasa da her iki konu da insanın düşünce ufkunu birbirinden farklı sorgulama alanlarına açması bakımından son derece önemli bir yere sahiptir. 19. yüzyılın ikinci ve 20. yüzyılın ilk yarısına uzanan hayatını, söz konusu meseledeki ilişkiyi irdelemeye adayan, dönemin en önemli filozoflarından biri olan Henri Bergson (1859-1941), yaşam ve canlı bilimi merkezli bir felsefi düşünce yapısı kurmaktadır. Biyoloji, psikoloji, fizik, metafizik alanlarının bütününü dikkate alarak felsefeyle harmanlayan Bergson, çok yönlü bir yaşam ve yaşama bilimi ortaya koymaya çalışmakta olup buradan yola çıkarak da bilinç ve zaman soruşturmasına yeni bir boyut kazandırmaktadır. Bu kaynak kitap incelemeye ilk olarak Bergson'un düşünce yapısının arka planını kavramaya çalışarak başlamakta; sonrasında ise düşünürün ontoloji, epistemoloji ve etik görüşlerinin genel atmosferi ışığında bilinç ve zaman konularını tartışmaya açmaktadır.

“Canlı yaşamı, ona hareket ve hür olmayı sunan üst-bilincin yaratıcı hamlesiyle gelişen, kendisini tamamlayan ve yönünü kendi isteğine göre belirleyen bir hayattır. Bu hayat, bilinç ve zamanın birbiriyle olan ilişkisiyle örülüdür.”
Henri Bergson
Maurice Nédoncelle Kişi ve kişilik kavramları, metafiziksel ya da fiziksel dünyada sadece Tanrı ve insan için kullanılmaktadır. Çünkü kişiliğin özünde bulunan bilinç, ilişki, aşk, karşılıklılık, özgürlük ve irade gibi içsel yetilerin kendilerine atfedilebileceği varlıklar yalnızca Tanrı ve insandır. İnsan söz konusu yetilerin sonlu biçimlerine sahip iken Tanrı, onların sonsuz biçimlerine sahiptir. İnsanın kişiliğinin kaynağında Tanrı'nın kişiliğinin bulunması gerektiği düşüncesi tüm teist personalist filozoflar tarafından öne sürülür. Tanrı, varlıklar içerisinde sadece insanı kendi suretinde yaratmıştır. Tanrı'nın kendisi eğer gerçekten kişi ise insanı kendi suretinde yaratırken kişilik özelliklerinin bir kısmını ona geçirmesi, insanın kişi olarak varlık kazanmasının kaçınılmaz bir koşuludur. Bu bakımdan kişilik, Tanrı ile insan arasında ortak bir yön olarak karşımıza çıkar. Aşkın olan Tanrı ile içkin olan insan arasında eğer böyle ortak bir yan bulunmasaydı, o zaman, ikisi arasında birbirinin varlığının bilincinde olmayı gerektiren karşılıklı bir ilişkinin varlığından söz etmek de olanaksız olurdu.