Avrupa Birliği ve Avrupa Çalışmaları \ 2-2
Ahmet Toprak Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından 1991 yılında bağımsızlığını ilan eden Rusya Federasyonu'nun dış politikadaki önceliği, başta Avrupa'da olmak üzere tüm dünyadaki konumunu güçlendirmek olmuştur. Kurulduğu ilk dönemde Batı Avrupa ülkeleriyle olumlu ilişkiler içerisinde bulunan Rusya, beklediği desteği bulamamış; NATO ve Avrupa Birliği'nin (AB) genişleme politikalarından rahatsızlık duyarak Batı’dan bağımsız bir politika izlemeye yönelmiştir.
Soğuk Savaş sonrası dönemde AB ise, dış politikasını insan hakları, demokrasi, iyi yönetişim ve sürdürülebilir kalkınma gibi ilkelere dayanan, normatif değerler çerçevesinde oluşturmuştur. Genişleme politikası aracılığıyla bu normların üye/aday üye devletlere transferini hedeflemiştir. 2004 genişlemesi sonrası dönemde etkinliğini yitiren genişleme politikasının yerine Avrupa komşuluk politikasını geliştiren AB, tam üyelik perspektifi sunmayan yeni sistem çerçevesinde normatif dış politikasından gitgide uzaklaşmıştır.
Bu çalışmada, AB ve Rusya Federasyonu arasındaki ilişkilerin Soğuk Savaş sonrası dönemdeki gelişimi incelenmiş ve başlıca dönüşüm noktaları, nedenleri ile birlikte analiz edilmiştir. AB'nin, Soğuk Savaş sonrası dönemde normatif yaklaşımının -Rusya özelinde- jeopolitik değerlere doğru dönüşümü ortaya koyulmuştur. Taraflar arasındaki ekonomik ilişkilerin önemli bir parçasını oluşturan enerji konusu çerçevesinde Ukrayna Krizi’nin AB-Rusya ilişkilerine ve AB'nin dış politika yaklaşımına etkisi analiz edilmiştir.
Fulya Köksoy Tarihin akışında iktisadi büyümenin ve kalkınmanın en önemli faktörlerinden biri, Enerji. Enerji konusu, uluslararası ilişkileri derinden etkileyen en güçlü başlıklardan birini teşkil etmeye hız kesmeden devam ediyor. Öyle ki söz konusu alanın gerek topyekûn dünya siyasetinde gerekse Avrupa Birliği (AB) ve Rusya Federasyonu (RF) ilişkilerinde geçmişten günümüze belirleyici bir rol oynadığına şahit olmaktayız. İşte bu noktada en dikkat çeken sorulardan biri şudur: İkili ilişkilere yön veren bu denli önemli bir konuda tıpkı bir satranç tahtasında olduğu gibi iki aktör arasındaki oyun, şah matla mı sonlanacak yoksa pat ile beraberlik sağlanıp oyunun kilitlenmesi noktasında oyuna yeni baştan mı başlanacak?
Arz ve talep güvenliği denkleminde enerji, AB ve RF ilişkilerinde etkin bir rol oynayan konu başlıklarından biridir. Bu çalışmada, temel odak noktasına enerji konularak iki aktör arasındaki ilişkiler analiz edilmeye çalışılmaktadır. AB-RF arasındaki enerji ilişkilerinin karşılıklı bağımlılığa dayanıp dayanmadığı, AB'nin ortak enerji politikası oluşturamamasının nedenlerinden birinin RF olup olmadığı gibi alt başlıkları sorunsallaştıran bu çalışma tüm okurlara; hem iki aktörün izlediği enerji politikalarının, geliştirilen ikili enerji ilişkilerine dair tarihsel bir okumanın yapılmasına sebebiyet vermekte hem de 24 Şubat 2022 tarihinde RF'nin Ukrayna'yı işgali sonrasında AB-RF arasında yaşanan son gelişmelerin enerji ilişkilerine yönelik yansımasının analizine olanak sunmaktadır.
Adviye Damla Ünlü Avrupa Birliği’nin önemli politika alanlarından biri olan genişleme politikasını tarihsel ve kuramsal boyutlarıyla ele alan bu kitap, 2004 yılında gerçekleşen Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri genişlemesinin kuramsal analizi ile kapsamlı bir değerlendirmesini sunmaktadır.
“Tarihsel ve Kuramsal Boyutlarıyla Avrupa Birliği Genişlemesi”; Avrupa bütünleşmesi, Avrupa Birliği genişlemesi, Avrupa siyaseti, uluslararası ilişkiler alanlarındaki çalışmalar için temel bir referans kaynağıdır.
Şuay Nilhan Açıkalın İçinde yaşadığımız yüzyılın ve uluslararası sistemin, buna dayalı olarak diplomasinin değişen doğasını anlamak ve anlamlandırmak konusunda henüz adı konulmamış birçok yeniliğin mevcut olduğunu düşünüyorum. Bu kitabın, Türk-Alman ilişkileri özelinde dünya siyasetini, farklı ve yeni bir bakış açısı ve yaklaşım olan “lider diplomasisi” ile yeniden değerlendirmek ve düşünmek için ipuçları sağlayacağına inanıyorum.
Selahattin Bekmez Piyasa ekonomisinin gelişmesi ile birlikte daha da önemli hale gelen rekabet gücü kavramları üzerinde yazarlar tarafından tanımsal bir birliktelik oluşturulamamasına rağmen, bu kavramların önemi tartışılmaz bir durum almıştır. Bu gerçekten yola çıkarak, hem genel hem de sektör bazında, analizler yapmanın Türkiye gerçeğini daha iyi yansıtacağı düşünülmüştür. Bu bağlamda, elimizdeki kitapta alanlarında uzman olan araştırmacılar tarafından yapılan sektörel analizlere ve Avrupa Birliği ülkeleri ile Türkiye arasındaki rekabet edebilirliğin ölçüldüğü çalışmalara ağırlık verilmiştir. Kitap, 25 farklı bölümün yer aldığı üç temel kısımdan oluşmaktadır. Öncelikle, rekabet kavramının farklı tanımlamalarının, fonksiyonlarının ve Türkiye'nin genel olarak değerlendirildiği birinci kısım, spesifik olarak tek başına sektör ayrımı yapmaksızın genel analizleri ve tanımlamaları içermektedir. Sonraki iki kısımda ise sektör analizleri ve Türkiye'nin ilgili sektördeki rekabet gücü tartışmaları ayrıntılarıyla açıklanmıştır. Hem ikinci kısım hem de üçüncü kısım sektörel analizler içermekle birlikte, ikinci kısım imalat sektörlerinin analizini; üçüncü kısım ise imalat dışı sektörlerin analizlerini içermektedir.
M. Hakan Keskin Türkiye’nin AB üyelik sürecini anlatan bu kitap diğerlerinden farklı. Konular hem İngilizce hem de Türkçe olarak iki dilde kaleme alındı. İngilizce bölümleri kolay anlaşılması için oldukça yalın biçimde tercüme edildi. İçeriği desteklemek için çok sayıda renkli grafik, tablo ve fotoğraf kullanıldı. Bu kitap Türkiye’nin Ankara Anlaşması ile başlayan Ortaklık İlişkisi ile birlikte1987 başvurusu ile başlayan Üyelik sürecini siyasi sosyal ve hukuki tüm boyutlarının yakın geçmişini, güncel dinamikleri ile ele alıyor. Ayrıca Türkiye AB İlişkileri dersi verenlere dersin hazırlanmasına ve işlenmesine katkı sağlamak için kitabın sonuna Bologna sürecine uygun hazırlanmış ders izlencesi, araştırma soruları ve tartışma konuları eklendi.
Remzi Koçöz Bu kitap; Avrupa Birliği üyelik sürecinde Türkiye-Avrupa ilişkilerinin Batılılaşma, Batıcılık, modernleşme açılarından ele alınarak bu süreçte yapılan katılımların, antlaşmaların, zirvelerin, krizlerin, ayrışmaların kronolojik bir çerçevede ve sistematik bir bağlamda okuyucuyla buluşturulması amacını taşımaktadır.
Türkiye'nin, -Modernleşme ve Batılılaşma hareketleri çerçevesinde- Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası, 100 yıl öncesinde, Cumhuriyet ile birlikte gerçekleştirilen reform ve devrimlerle daha da hız ve yeni bir ivme kazandığı, tüm bu gelişmelerin çıkış noktasının da Kurucu Önderinin “çağdaş uygarlık” hedefi olduğu görülmektedir.
Türkiye; İkinci Dünya Savaşı sonrası kendini “Batı İttifakı” içerisinde konumlandırıp 1950'li yıllar sonrası ortaya çıkan Avrupa birlikteliğine de kayıtsız kalmayarak uzun bir maraton sonrası -müzakerelere başlanılmış olsa bile- tünelin ucu hâlâ açık olarak üyelik başvurusu ardından imzalanan Ankara Anlaşmasının 60. yılını ve Cumhuriyet'in 100. yılını, gerçekleşmeyen AB hayaliyle tamamlamaktadır.
Şaban Halis Çalış Leyla ile Mecnun arasındaki ilişki, platonik bir aşk hikâyesi olarak nitelendirilir. Hikâyede aşkı platonik yapan Leyla olarak bilinir ama Mecnun'dur aslında Leyla'yı yaratan, içinde besleyen ve büyüten. Leyla en sonunda "Tamam" deyince de hikâye orada biter zaten. Mecnun'un aradığı "Leyla", bu Leyla değildir artık. Kırk yılı aşan Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde de benzer bir durumun yaşandığı söylenirse bu hiç de yanlış olmaz. Orta Asya'nın bozkırlarından kalkıp "Hep Batı, hep Batı'ya." diyerek atını mahmuzlayan ve Viyana önlerinde görülen Doğu'nun "barbar" çocukları, en sonunda Yunan mitolojisinin güzel kızı Avrupa'ya vurulurlar.
Kitapta ele alınan, başlangıcından günümüze Türkiye-AB İlişkileri de bu "vurgun"un bir uzantısı. Ancak burada konu uluslararası ilişkiler disiplinini verileri ve kavramsal çerçevesi ile merkeze Türkiye yerleştirilerek incelenmeye çalışılıyor. Araştırmanın ağırlık noktalarını ise kimlik arayışı, politik aktörler ve değişim kavramları oluşturuyor. Sistemin dış politika alanında işleyiş biçimi, üretimi ve sürekliliğini nasıl sağladığı irdeleniyor.
AB ile bütünleşmeyi bir zamanlar çağdaşlığın olmazsa olmaz unsuru olarak görenlerle ona şiddetle karşı çıkanların şimdi ortaya koydukları çelişkili tavırları analiz ediliyor. Değişmeyenler yanında değişenlerin, dönüşenlerin ve tarihe direnenlerin öyküsü anlatılıyor.
Ali Rıza Savaş, Aykut Karahan, Ayşegül Güler, Bedri Şahin, Burak Çıtır, Eren Alper Yılmaz, Fatih Özgüven, Fuat Bozyel, Kahraman Gürbüz, Muhabbet Doyran, Murat Demirel, Mustafa Nail Alkan Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılını kutladığımız bugünlerde hazırlanan “Türkiye-Almanya İlişkileri: Dünü, Bugünü ve Yarını” başlıklı bu editoryal çalışma, Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkileri farklı boyutlarda değerlendirerek kapsamlı bir eser ortaya çıkarmak üzere kaleme alınmıştır. Bu amaçtan hareketle iki devlet arasındaki ilişkiler farklı boyutlarda analiz edilmiş, arka planda kalmış konulara ışık tutulmuş ve literatüre oldukça değerli bir katkı sağlanmıştır.
Tarihsel süreçte Türkiye'nin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda güçlü ilişkileri olan devletlerden biri Almanya olmuştur. Türkiye ve Almanya arasındaki güçlü ilişkilerin temellerini, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine kadar dayandırmak mümkündür. Bu süreçte yaşanan savaşlar, barışlar, krizler ve ortaklıklar iki devlet arasındaki ilişkilerin seyrini zaman zaman değiştirmiş olsa da bu gelişmeler iki devlet arasında inşa edilen bağların daha da güçlenerek günümüze kadar gelmesine katkı sağlamıştır. Bu kitapta, Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkiler kronolojik olarak farklı politika alanlarında incelenmiştir. Böylece iki devlet arasındaki ilişkilerin geçmişi ve bugünü değerlendirilmiş, geleceğe yönelik tavsiye ve öngörülerde bulunulmuştur.
Salih Gamsız, Ali Poyraz Gürson, Işılay Bilgiç Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa güvenliğini temelden sarsmış, fosil enerji kaynakları bakımından Rusya'ya bağımlı olan ülkeler, alternatif kaynaklar bulmak zorunda kalmıştır. Savaş, küresel ekonomiyi etkilediği gibi gıda krizine de neden olmuştur.
Fosil enerji kaynakları bakımından Rusya'ya bağımlı olan AB ülkeleri, beklenmedik şekilde enerji sorunu ile karşılaşmış, alternatif kaynaklar arayışı ve yenilenebilir enerji kaynakları yatırımlarının artırılması yoluna gitmişlerdir. Alternatif kaynak arayışında AB ülkeleri içindeki depolama ve yeniden dönüştürme tesislerinin yetersizliği, enerji krizinin artmasına neden olmuştur.
Rusya'nın Ukrayna Savaşı'nda başarısızlığı, ilk günlerden itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Batılı ülkelerin Ukrayna'ya yaptıkları askerî yardımlar karşısında eski askerî taktik ve stratejileri kullanan Rus ordusunun; silah, teçhizat, lojistik ve sevk idare yönünden fazla gelişim göstermediği, yenilikleri takip etmediği görülmüştür.
Ukrayna halkının ülke savunmasındaki direnişi ve örgütlenmesi, emsali az görülen ülke savunmasıdır.
Ukrayna Savaşı ve enerji krizinin beklenmedik etkilerinden biri de global kutuplaşmanın yeniden şekillenmesi ve yeni kutupların ortaya çıkmasıdır. Rusya'nın saldırganlığı karşısında NATO ve Avrupa Birliği'nin güvenlik endişeleri, İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği, Pasifik bölgesinde AUKUS oluşumu, Avustralya'nın deniz gücünü nükleer vasıtalarla donatmak için yaptığı yatırımlar, Hindistan'ın savunma harcamalarını artırması, Çin'in silahlanma çabaları ve en önemlisi Japonya'nın yeniden silahlanmaya başlaması, global düzeni yeniden şekillendirecektir.
Yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırımlar ve arayışlar devam ederken enerji kaynakları bakımından yetersiz sanayileşmiş ülkelerin, Orta Doğu ve Orta Asya enerji kaynaklarına bağımlılıkları sürecek, bu bölgeler ile erişim güzergâhları, gelecekte küresel güçlerin kontrol etmek istedikleri mücadele alanı olacaktır.
Ukrayna Savaşı'nın etkileri, enerji ile sınırlı kalmayacak, gelecek günlerde Rusya'da iktidar değişikliği de olmak üzere savaşın toplumsal yansımaları görülecek, savaş uzadıkça diğer ülkeler de etkilenmeye devam edecektir.
Nuran Talu Gelinen noktada, AB'nin çevre politikalarına ülke çapında uyumun uzun ve külfetli bir yol olduğu görülmüştür. Ankara'dan yazılan çevre yasalarının ve AB tarafından dikte edilen yönlendirmelerin yerel çevre yönetimi işleyişinde sorgulanmadan kabul edilmesi, yerel yönetimleri daha şimdiden sancılı bir sürece sokmuştur. Yönetsel, teknik ve finansal açılardan olduğu kadar demokratik açılımlar yönünden de zayıf olan taşranın, AB'nin çevre alanındaki fon fırsatlarını kullanmada inisiyatif sahibi olduğu da söylenemez. Tamamı merkezden yönlendirilen bu kaynakların kentsel altyapı projelerine odaklanmış olması da, sürdürülebilir kalkınma politikalarının; çevresel, ekonomik ve sosyal faktörlerin birarada ve dengeli bir şekilde ele alınması gerekliliğinin, merkez de olduğu gibi, yerel düzeyde de gözardı edildiği endişesini haklı çıkarmaktadır. Terazinin kefelerini çevre lehine hassas dengede tutmak için harcanan çabaların yetersiz olduğu görülmekte, üstelik uygulamadaki olumsuz sonuçlar da bu alandaki siyasi kararlılığın ölçüsünü yeterince yansıtmaktadır. Esasen, yerel düzeyde çevre alanında karşılaşılan uygulama zorlukları ile başedebilmek için, kapasiteleri doğru değerlendirmek ve ülke koşullarını dikkate alan bağımsız politikalar üreterek, köklü bir çevre yönetimi ve planlama hiyerarşisini işler hale getirmek lazımdır.