Edebiyat Eleştiri \ 1-1
İbrahim Demirci Ahmet Hâşim’in Nesirleri
İBRAHİM DEMİRCİ

Türk Şiirinin büyük şairlerinden Ahmet Hâşim hakkında en kapsamlı kitaplardan birini sunuyoruz: Ahmet Hâşim'in Nesirleri. O Belde'nin, Merdiven'in, Karanfil'in, Piyale'nin, Bülbül'ün, Bahçe'nin, Süvari'nin güçlü, ince ve yabanıl şairi Ahmet Hâşim, nesirleriyle de dilimizi ve edebiyatımızı zenginleştirmiştir. Çeşitli gazete ve dergilerde yayımladığı ve ancak üçte birini kitaplaştırdığı fıkra, söyleşi ve gezi yazılarının hemen hepsine “deneme” derinliği ve lezzeti katmış olan Ahmet Hâşim, kişiliğini ve mizacını edebi akımların ve siyasi ideolojilerin oyuncağı olmaktan sakınmış; dünyaya özgür, meraklı, zaman zaman çocuksu ve muzip gözlerle bakabilmiş; bütün insanlığın kültür birikiminden olabildiğince yararlanmış; estetiği gözeten bir yaklaşımla derinlikli metinler üretmiştir. İbrahim Demirci bir kuyumcu titizliğiyle bu çalışmada onun kitaplaşan ve kitaplaşmamış bütün nesirlerini ele almış; hem içerik, hem biçim bakımından değerlendirmiştir. Hâşim'in nesirleri bağlamında temel kaynak niteliğindeki bu çalışma, böylesi çalışmaları çoktan haketmiş Hâşim'e bir övgü değil, bir ödevdir.
“Fakat doğru düşünmüş olmak için neden filân veya falan gibi düşünmek elzem olmalı?” “Beni anlamanız için bir ruhunuz olmalıydı ve o ruh, hemşehrimiz Loti'nin ruhu gibi şifâ bulmayacak tarzda zehirlenmiş olmalıydı.” “Cami ve insan, cübbe ve sarık, mangal ve nargile şark denilen şey değildir; şark bunları görüp duymakta ve görürken benimsemektedir. / Edebiyat, hayatın havasında ve sinirlerin ağlarındadır. Ressamlarımız atölyelerinin terebentin kokan havasından çıkmağa râzı oldukları gün bunu bileceklerdir.” “Bütün mabetler içinde güneşten ilk ziya alan camidir. Bakır oklu minareler, güneşi en evvel görmek için havalarda yükselir.” “Hiçbir çehre hayâlde göründüğü kadar hakikatte güzel değildir.” “İstanbul'da hayatında ancak bir iki defa, o da haberi olmaksızın, kolunu siyasî bir mevzuun elektrik tellerine çarpmış bir şaire mukabil, Ankara'da bal çanağına düşen arılar gibi kanatlarını artık kullanmaktan âciz, ayaklarıyla tıpış tıpış yürüyen nice şair var.” “Hiçbir san'atkâr eserini yaratmadan evvel, ondan başkalarına bahsetmek istemez. Zira sırrı fâş olmuş bir eser, doğmadan ölmeğe mahkûmdur.” “Her devirde başka türlü tarif edilen sanatın son tariflerinden biri de şudur: 'Hakiki hayatın bizden esirgediği tahassüsatı telâfi etmek vasıtası.'” “Almanya pembe ve büyük bir elmadır. Fakat içi kurtludur.” “Seviliyor muyum, sevilmiyor muyum, diye mütemâdiyen endişe içinde olan bir millet beğenilmekten ümidini kesmiş olan bir millettir.”
Osman ÖZBAHÇE Türk şiirinde yenilik fikri kurucu bir karakter taşır. Modernleşme sürecindeki şiirimizde yapılan yenilikler günümüze birbiri üstüne katlanarak gelir. Zincir yenilikle çekilir, gelenek yenilikle kurulur. Şair, devraldığı yeniliğe yenilik katarak kendi şiirini kurar. Şiirimizin önemli değişim noktalarının temel özelliği budur. Osman Özbahçe, modern şiirimizin temellenişi, yaşadığı değişim ve dönüşümler ışığında süreçleri işleyen yazılarını Analiz başlığı altında bir araya getirdi. Ebabil Eleştirinin 12. kitabı olarak çıkan Analiz’de neredeyse her yazının konusu yenilik fikri üzerinde yoğunlaşan yazılar manifestolardan akım yaratma çabalarına, şiirde millet bağından tabulara, edebiyat ortamımıza, teknolojinin şiirle ilişkisine varıncaya değin geniş bir yelpaze sunuyor. Analiz her yaklaşımıyla modern şiirimizi canlı tutan bir kitap.
Enis Akın Reklamcılığın, tüccarlığın alıp başını gittiği, iletişimin her şeyi kusursuzlaştırmaya yeltendiği bir dünyada kekemelik bir erdemdir. Dil sürçmeleri insanın en kişisel imzalarıdır. Hata yapan insanın durumu mükemmeliyetçiliğin gözlerinin içine fırlatılan sırıtkan bir bakış olarak beşeridir. Dil sürçmeleri, yanlış yerde kullanılan kelimeler, konuşurken yapılan hatalar susturmaya çalıştığımız bir benliğin sesi olarak üzerinde ilgiyle durmaya değer. Kusursuzlaştırma kompleksinin yok saydığı iç benliklerimizin tek dilidir o küçük yanlışlıklar.
Kekeme şiir yazarları deneycidirler. İstekleri salt biçim olarak yeni bir şeyler yapmış olmak için deney yapmak değil, şiiri salt tekniğin ötesinde, hayatın ifade edilmemiş alanlarına yaymak ve hayatı önerdikleri yeni dilin olanaklarıyla bir daha göstermektir. Türk şiirinde bunun örnekleri çoktur.
Mehmet Emin Erişirgil Mehmet Emen Erişirgil’in Bir Fikir Adamının Romanı: Ziya Gökalp isimli eseri, objektif ilmî değerlendirmelerin yanı sıra Erişirgil’in kişisel gözlemlerini de yansıtan önemli kitaplarından biridir. Prof. Dr. Aykut Kazancıgil ve Prof. Dr. Cem Alpar’ın yayına hazırladığı bu eser Ziya Gökalp’e ilişkin ön önemli kitaplardan biridir: “Dilde yeni cereyan açmak kâfi değildi. Her alanda “yeni bir hayat” lazımdı. Sultan Hamit zamanında ve meşrutiyetin ilk yıllarında (yeni hayat) sözünün sihirli bir manası vardı. Aydınların gözünde bu söz, başlı başına bir ufuk açardı. Sultan Hamit devrinin bilgili geçinen gençlerine göre Yeni Hayat, Türkiye dışında yaşamaktan ibarettir. Çünkü Türkiye’de yeni bir hayat doğamazdı; ve bunu ümit etmek de boşunaydı. Fakat onların beklemedikleri ve ummadıkları bir zamanda Meşrutiyet ilan edilince bu defa Yeni Hayat’ın doğduğunu sandılar. Fakat bu ümit çok sürmedi. Yıllarca susturulan basın, serbest oluverince eli kalem tutanlar çıldırmışa döndüler, Meşrutiyet ilan edildiği zaman, “Cemiyet-i Mukaddese “ye nasıl minnet ve şükranlarını arz edeceklerini bilemeyen İstanbul basını, daha iki ay geçmeden İttihat ve Terakki’nin “rical-i gaybma” sövüp saymaya başladılar. Müslüman olmayan azınlıklar da ortalığın karışıklığından faydalanarak milli emellerinin gerçekleşmesi için çalıştıkları her hareketlerinden belliydi. İşin garibi şuydu ki, Sultan Hamit’in şu veya bu sebeple sürdüğü insanların bir kısmı umdukları işlere geçirilemeyince “Mağdurin-i Siyasiye” (yani, Siyasal Haksızlığa Uğrayanlar) diye bir cemiyet kurdular. Kendilerini sürgünden kurtaran Cemiyetin ileri gelenlerine atıp tutmakta elebaşlığı yapmakla övünüyorlardı.”
Gürsel Aytaç Alman dilinde eser veren edebiyatların; Federal Alman, Demokratik Alman, Avusturya ve İsviçre edebiyatlarının önemli temsilcileri ve eserleriyle ele alındığı çalışmada, pluralist edebiyat tarihi metoduyla akımları, yazarları ve eserleri, tarihi, felsefi, sosyolojik, kültürel etmenlerin bileşkesi halinde yorumlanarak tanıtılmaya çalışılmıştır. Üniversitelerimizin Alman dili ve edebiyatı öğrencilerinden başka edebiyat meraklılarına da faydalı olacaktır.
Osman Özbahçe Çevrimdışı, Edebiyatsız Edebiyatın eleştirisidir. Sistemden çıkma önerisidir. Bu öneri, edebiyatı, vitrin üstünlüğüyle konuşan plâstik eleştirmenlere, klişe ürünü yüzeysel değerlendirmelere bırakma değildir. Günümüz edebiyatını kaplayan Edebiyatsız Edebiyat, gerçek edebiyatı iptal davasıdır. Edebiyat dergilerinde sağlam şiirin önemi gittikçe azalmaktadır. Standardı bozan şiir çevrimdışı yapılmaktadır. Çevrimdışı çirkin ördek sendromu değildir. Edebiyatın ortamı edebiyattır. Ortam sağlam şairdir. Sistemi kuran da, yıkan da şairdir. Şiire başkasının gücü yetmez. Sorun: ortadaki sistemin edebiyatın içini boşaltmasıdır. Standardı aşanın cezalandırılmasıdır. Çevrimdışı, Osman Özbahçe'nin Hüseyin Cöntürk, İsmet Özel, D. Mehmet Doğan, Nuri Pakdil, Hüseyin Su ve Necip Tosun üzerine yazdığı yazılardan oluşmaktadır. Dijital Topluluklar başlıklı yazı yeni okul önerilerini eleştirmektedir. Hüseyin Su ve Necip Tosun yazıları, kıymetli hikâyecilerimizin hikâye kronolojileriyle bütünlenmektedir. Çevrimdışı, gerçek edebiyata çağrıdır. Çevrimdışı Edebiyat işin özünü, sağlamını, gerçeğini aramak ve savunmaktır.
Mehmet Doğan Birbirinden kıymetli eserlere imza atan D. Mehmet Doğan, Türkçeye verdiği emeği son kitabı Devlet Sözlük Yazar Mı ile sürdürüyor. Ebabil Yayınları’ndan çıkan kitap dilimizin envai çeşit sorunlarından birini, devletin dili tayin yetki ve gücünü tartışıyor. Dönem dönem, o dönemin temayüllerine göre, devletin çıkardığı sözlüklerde kelimelerin anlamlarının değiştiğini ileri süren Doğan, başta bu durum olmak üzere, dilimize keyfî müdahalelere, piyasadaki sözlüklere, Türkiye’nin istikametine varıncaya kadar Türkçeye bir kez daha dikkat çekiyor.
Ahmet Özkan Bu kitapta, bir edebî tür olarak kara roman incelenmiş; Didier Daeninckx'in Meurtres pour mémoire, Cannibale, Camarades de classe, Le Bourreau et son double ve La Mort n'oublie personne adlı kara romanları, Fransa'nın İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında geçirdiği çalkantılı dönemlerin hafızaları bağlamında ele alınmıştır. Çağdaş Fransız edebiyatının en üretken yazarları arasında yer alan Daeninckx, söz konusu romanlarda Fransa'nın geçirdiği sorunlu tarihsel dönemlerin resmî anlatılarda, kolektif ve bireysel hafızalarda farklı şekillerde yer aldığını ortaya koymuştur. Daeninckx'e göre hafızalar arasındaki bağlar, bu durumun temel nedenidir. Söz konusu sorunlu geçmişlerin bireylerin ve grupların “şimdi”si üzerindeki travmatik etkileri, anlatıların ana eksenini oluşturmaktadır. Yazar, sıradan bireylerin hikâyelerinden Büyük Tarih'in anlatılarına ulaşarak, bireysel ve kolektif belleklerde yer edinmeyen ya da hatalı olarak yerleşmiş tarihsel olayları açımlamıştır. Romanlarında “hafıza ödevi” prensibiyle ve bir aydın bilinciyle hareket eden Daeninckx, tarihin unutuşa mahkûm ettiği kişilere ve olaylara yeni bir ses ve nefes olmuştur.
Murat Üstübal Şiir, tekil söylemlerin elitleştirici yanını ortaya koyan bir üst-dile değil, bir başka- dil yaratımına tekabül eder. Hatta dilin yalnızca bir karşı çıkış olmadığı, anarşist söylemsel yanının yeniden yapma ve zenginleştirme adına varolduğu söylenirken şiirin karşı-dil olarak tariflenmesine de belli ölçülerde karşı çıkılır. Yani bir diyalektik karşı çıkış, varolan bir göstergenin karşısına verili başka bir göstergeyi çıkarmayı vaat ettiği için varlığın heterojen evrelerini ihmal etme riskini taşır. Her tekil söylem heterojen ve iç içe geçmiş kozmopolit yapıların o an içindeki görüntüsüdür. Dolayısıyla tekil söylemler karşı çıkışları olsa bile onu mutlaklaştıramayacak kadar farklı tipte süreçleri ortaya döken yaratıcı söylemlerdir. Bir anlamda, Foucaultcu heterotopya, Deleuzecü yersizyurtsuzlaşma ile köksap (rhizom) ve Derridacı yapısöküm sadece felsefi aşkınlaştırıcı yapılar olmaktan çıkıp tekil olanın tekilliğinin içeriğini sorgulayan, o tekilliğin ötekiyle ilişkisini ve bağlamını ortaya çıkarmaya soyunan, çoğulluğun da tekilliğin keşfiyle mümkün olduğunu düşünen içkin-aşkın arasındaki varlıksal anlara bir gönderme niteliği taşır. Diyalektiğin ikili yapıları yerine çoğul yapıların çoğul bir düzenek içinde çoğul bir ilişkilenme, gerilim ve bağıntıya girdiği polilektik yeni bir yapı oluşur böylece. Şiirin belirli yapılara hapsedilmesini diriliğinin önündeki en büyük engel olarak gören Murat Üstübal'ın dizge dışı poetika arayışını yansıtan Dirim Kurgu günümüz Türk şiirindeki arayışların önemli bir boyutunu oluşturmaktadır.
Yakup ALTIYAPRAK Yakup Altıyaprak ilk eleştiri kitabı, İkinci Yeni ve Türk Şiirinde Modernizm'den sonra ikinci eleştiri kitabı Dünyaya Karşı Şiir'le eleştiri yolunda ilerlemeye devam ediyor. Yazılarında içerik çözümlemesini esas alan Altıyaprak Türk şiirinin duruşunu belirginleştirmeye çalışıyor. Sezai Karakoç, Hüsrev Hatemi, Cahit Koytak, Hüseyin Atlansoy, Haydar Ergülen, Tuğrul Tanyol, Osman Konuk, Arif Ay, Cevdet Karal, Mevlana İdris, İbrahim Tenekeci, Selçuk Küpçük, Orhan Tepebaş ve İlhami Çiçek'ten seçtiği bir şiirin çözümlemesini yapıyor. Şiir okumalarına bir katkı niteliği taşıyan Dünyaya Karşı Şiir, bir eleştirmenin kararlı adımlarının belgesi niteliğinde.
Arzu Çevirgen, Burcu Şimşek, Kübra Kangüleç Coşkun, Kübra Vural Özbey, Özden Dere, Özlem Özmen Akdoğan, Ulaş Özgün, Zeynep Z. Atayurt Fenge Edebiyat ve Kültürde Korkunun 8 Hâli başlıklı bu kitap, "Korku nedir?", "Korku insan yaşantısını nasıl etkiler?" gibi sorulara cevap bulmak amacıyla edebî ve kültürel metin incelemesi yapan bir çalışmadır. Farklı yüzyıllardan seçilmiş örneklere ışık tutan yazılar, korku izleği çerçevesinde okuru aydınlatıcı ve düşündürücü niteliktedir. Geniş bir yelpazede ele alınan metin incelemeleri, korkunun değişmekte olan hâllerini okura sunarken okur ve metin yazarı arasında köprü kurulmasına da aracılık eder. Her biri nitelikli akademik değer taşıyan yazılar, bir duygulanım türü olan korkunun bazı bireysel ve toplumsal durumlarda kaçınılmaz olduğunu ve çoğunlukla üzerinde düşünülmesi gereken durumlara yol açtığını gözler önüne serer.
Osman Özbahçe Günümüz edebiyatında sorun Edebiyatsız Edebiyattır. Edebiyatsız Edebiyatın en önemli nedeni de klişe. Şiir yazmak da, hikâye yazmak da günümüzde kolaylaştı. Çok az sanatçı bu kolaylığı kırmanın yollarını arıyor. Genel yaklaşım düz anlatım temelinde metin üretiyor. Şiir de, hikâye de yaratıcılıktan uzak, derinlikten yoksun. Klişe egemen söylem. Günümüz sanatçısı egemen söylemden kopmak yerine bütünleşme çabasında. Oysa bütün klişeler gerçek hayat ve gerçek insan bağını koparır. Edebiyat hayattan koptukça klişeleşir. Klişe, edebiyatın durma noktası, donuklaşma göstergesidir. Klişenin karşısında sanat ve sanatçı yaratıcılık ve zekâ temelinde yükselir. Sanat, şiirde sanat göstergesi değildir. Fakat sanatsız şiir de şiir değildir. Bu paradoksu çözen Edebiyatsız Edebiyatın yoluna girer. Edebiyat sanatsal göstergedir. Günümüz edebiyatı sanatsız. Edebiyatsız Edebiyat süslü dile, sanat akrobasisine, yapay dünya tasavvurlarına karşı çıkmaktır. Aynı ölçüde sanat vurgusudur. Ne yazık ki Edebiyatsız Edebiyat ortamında sanatsal üretime koşut eleştiri de edebiyatı edebiyat olarak yorumlayamamaktadır. Edebiyatı edebiyat olarak yorumlamak. Eleştirinin amacı da, işlevi de budur. Edebiyatsız Edebiyat, edebiyatı esas alan, edebiyat olarak yorumlamaya çalışan yazılardan oluşmaktadır.
Osman Özbahçe Günümüz şiiri karşıtını kaybetti. Karşıtlık, şiirde, değişim süreçlerini tetikleyen temel dinamiktir. Literatür önemli ölçüde bu karşıtlıklar etrafında üretilmiştir. Divan, karşıtı Tanzimat; aruz, karşıtı hece; hece içinde (Beş Hececiler) hecenin karşıtı Necip Fazıl; hecenin karşıtı Orhan Veli; karşıtı İkinci Yeni; karşıtı sosyalist ve İslâmcı toplumcu şiir; toplumculuğun karşıtı 80'li yıllar şiiri; 80'nin karşıtı, yok! 80, karşıtıyla ayakta kalmaya alışık şiirimizin yere düşmesine sebep oldu. Bizim kuşak Cahit Zarifoğlu ve İsmet Özel üzerinden İkinci Yeniye giderken kimseye çarpmadı. Bir engele takılmadı.
Atakan Yavuz Turgut Uyar isabetli bir tespitle Cenap Şehabettin'in “Sarışınlık getirir gözlerin akşamlarıma” dizesinin İkinci Yeniye ipucu verdiğini söylemişti. Bugün Garip şiirinin veya İkinci Yeninin edebiyata taşıdığı yeni bireyi ve başka renkleri ya da 80 kuşağını daha kolay anlayabilsek de Cenap Şehabettin'in şiirimize getirdiği imkânları ancak konunun uzmanları kavrayabilmektedir. Yazıları, şiirleri ve polemikleriyle bir dönem adından sıkça söz ettiren; Türkçeye yeni bir tat, eda ve söyleyiş getiren Cenap Şehabettin'in şiiri ve nesri modern Türk edebiyatının önemli kaynaklarından birini teşkil etmektedir. Bu kitap, sadece edebiyat tarihimizin değil, siyasi ve kültürel tarihimizin de ciddi kırılmalar yaşadığı bir döneme şahitlik etmiş bir şair ve fikir adamından, “görülmeyen modern” Cenap Şehabettin'den haberdar olmadan günümüz üzerine kurulan cümlelerin eksik kalacağı inancıyla yazıldı. Geçmişe dönüp bakmadan yeni bir şey söylenilemeyeceğinin bilinciyle...
Osman Özbahçe İkinci Yeni, Türk şiirinin en anlamlı bölgelerinden biridir. Modern şiirimizin kültürü, şiir bilgisidir. Türk şiiri İkinci Yeniyle yeni bir alfabeye geçmiştir. Şiire yeni bir mantık, yeni bir kavrayış ve ifade biçimi gelmiştir. Garip'ten söz edildiğinde akımın şairleri bellidir. Fakat İkinci Yeniden söz edildiğinde akımın şairleri belirsizleşmektedir. İkinci Yeni değerlendirmelerinde her yazara göre değişen bir liste ortaya çıkmaktadır. İkinci Yeniyi oluşturan öncü ve kurucu şairler Sezai Karakoç, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever, Ece Ayhan'dır. Bu şairlerin her biri güçlü bir akım kadar kıymetlidir. Şiirimize bugüne değin böylesine yetenekli ikinci bir kuşak gelmemiştir. İkinci Yeninin Doğuşu, akımın doğuş yıllarını aydınlatmayı amaçlamaktadır. “İkinci Yeninin Doğuşu” başlıklı yazıda süreç ve akım İkinci Yeni şairlerinin bakış açılarıyla ele alınmıştır. İkinci Yeniden gerçekte kimin sorumlu olduğunu, doğuş yılları itibariyle akıma saldıranları ve akımı savunanları ortaya çıkarmayı amaçlayan “İkinci Yeniden Sorumlu” başlıklı yazı iki bölümden oluşmaktadır: Birinci bölümde İkinci Yeniye ilişkin kitap ve dosyalar değerlendirilmiş, ikinci bölümde 1950'li yıllarda gerçekleşen büyük bir tartışma, akımın gerçek sorumlularını göstermek amacıyla okuyucunun dikkatine sunulmuştur. Şiir tarihi genellikle akımlar üzerinden yazılır. İkinci Yeni şiir tarihimizin en etkin akımıdır. Bu akım, aynı zamanda akım olgusunu yıkan bir akımdır. Bugün İkinci Yeninin gücü, öncü ve kurucu şairlerinin büyük şairliğinde yatmaktadır. Daha yaşarken modern şiirimizin klâsiklerine dönüşen bu şairler, kurdukları şiirle de / akımla da, büyük yapılar şeklinde inşa ettikleri şiirleriyle de edebiyatımızın en seçkin ustaları arasındadır.
Mehmet Emin Erişirgil Mehmet Emen Erişirgil'in İslâmcı Bir Şairin Romanı: Mehmet Âkif isimli eseri, Âkif hakkında bugüne değin yazılmış en iyi kitaplardan birisidir. Âkif'le şahsi dostluğu ve iş arkadaşlığı da bulunan yazar bu incelemesinde Âkif'e ilişkin şahsi gözlem ve kanaatlerini objektif verilerle birleştirmiş, kitap ilk defa Türkiye'de yeni bir dönemin başladığı yıllarda (1956) yayımlanmıştır. Prof. Dr. Aykut Kazancıgil ve Prof. Dr. Cem Alpar tarafından yayına hazırlanan bu eser Âkif hakkında birinci el gözlemleri yansıtan eşsiz bir kaynaktır: “Ders vermek için gece kaldığı yerlerden biri meşhur Ratip Paşa'nın köşkü idi. Bu köşktedir ki ilk defa Cenap Şahabeddin ile tanıştılar. Cenap, Âkif'i görünce onun Servet-i Fünûn'da çıkan Bedayi-ül Acem başlıklı tercümelerini hatırladı; belki samimi olarak belki laf olsun diye, o tercümeler ne güzel, şeklinde Âkif'i methetti; o sözü bitirince yanındaki kardeşi Nusret başladı Âkif'i övmeye. Âkif'in yüzüne karşı Âkif'i övmek yok mu, onun en sevmediği bu idi. (…) Bir gece o köşkte yatarken Mehmet Ali, Âkif'e Quo Vadis'in Fransızcasını veriyor. (…) Âkif, o gece, kitabı bitirmek için çok az uyumuştur. Fakat eseri bitirememiş. Sabahleyin kalktığı zaman, salonun bir köşesine oturmuş, bunu bitirmeye çalışıyormuş. O sırada Cenap gelmiş, Âkif'in elindeki kitabın ne olduğunu sormuştu. Öğrenince yumruğu ile burnunu kapatarak: -Quo Vadis'i okuyorsunuz, siz… Fransızcasını!... diye tuhaf tuhaf Âkif'in yüzüne bakakalmıştı. O bunu hiç unutamamıştır. (…) Yıllar ve yıllardan sonra ilk defa Ratip Paşa Konağı'nda tanıdığı Cenap Şahabeddin, Âkif için şunları yazacaktır: 'Tevazua bürünmüş bir kalender besaleti ile Babıâli Yokuşu'nda onu görenler, kim bilir hangi mekteb-i iptidainin Kavaid yahut Dürriyekta hocasıdır, derler. Kimse tahmin etmez ki o, bizim yalnız asrımızın değil, hatta tarihimizin en büyük destan şairi olsun. (…) Âkif Bey'in sanatı, sehl-i mümteniye tecevvüh etmekle o, selamet-i zevke en muvafık yolu bulmuş oluyordu ve hayret edilecek nokta şudur ki sanatın bu en çetin ve dar yolunda şair hiç şaşmadı. Safahat silsilesi emin bir başarı silsilesidir. O silsilenin altıncısını -ki müellifi Asım unvanını vermiş- edebiyatımızda benzeri olmayan bir abide tanımakta tereddüt etmiyorum.' Cenap bir başka yazısında da şunu diyecekti: ‘Şiir-i millî namiyle ırkımızın rüsum ve an'anatına ait neşideler kasdediyorsak peşinde boyun eğeceğimiz bir dâhi şair görüyorum: Mehmet Âkif. Hiç kimse o kadar sâf ve şeffaf bir beyan içinde millî manzaraları teşhir etmemiştir. Türk ve İslâm ruhu Safahat'ın ilhamının beşiği oldu. Edebiyat tarihi şimdilik büyük Âkif'ten daha büyük bir İslâm ve Türk şairi tanımaz.”
Hakan Şarkdemir

Epik şiirin tarihi içinde zamanla topluluk ruhunun belirleyiciliğini yitirdiğini, lirik ben ile epik kahraman arasındaki mesafenin kaybolmaya başladığını, türe ait farklılıkların bulanıklaştığını görürüz. Dante ile birlikte epik kahraman şairin kişisel tarihi içinde yeniden yorumlanır. İlahi Komedya'daki şiirsel evrenin kurgusunun merkezine lirik beni oturtan bu kişisel tarih anlayışı, modern şaire yeni bir imkan sağlamıştır. Kabaca söylemek gerekirse, bu imkan, Lirik benin, epik kahramanın iktidarını sona erdirmesinden başkaca bir anlam taşımaz.


Birliktelik teminin (epik kahraman ile topluluk ruhunun ortak bir ülküyü temsil edişinin )kırılgan kabuğu çatlamış ve lirik ben, kendi mücerretliğinden sıyrılarak merkezi figür olmuştur, Ama bunun, lirik benin doğasıyla bütünüyle çelişen bir eylem olduğunu söyleyemeyiz. Zira o, kendi hareketinin kestirilemezliği içinde kendine bir yer açmaya, kendini açmaya, açıklamaya ya da kendi varoluşuna sahici bir anlam kazandırmaya büyük bir açlık hisseder. Lirik ben, Dante'nin epik dünyasının genişliği içinde çokluğun alegorisinden başka ir şey gibi görünmez gözümüze.O da topluluk içinde konuşur ama epik kahraman gibi topluluk adına değil daha çok kendi adına konuşur. Ama şair, kendi konuşmasına estetik bir derinlik kazandırmanın ötesinde, bir işlerlik, bir haklılık sağlamak uğruna çokluğu lirik benin etrafında konuşkan bir dünya olarak kurgular. Çokluğu şiirde kendi (lirik ben) lehine konuşturan temel etken, yalnızca bir benlik ya da kendilik bilinci değil, aynı zamanda şairin şiire taşıdığı kişisel tarih yorumudur. bu kişisel tarih yorumu, topluluğun egemen söylemine rağmen gelişmiştir. Ki, bu şiirin konvansiyonel bir dille (Latince değil de halkın konuştuğu dille yazılmış olmsı (italyanca) da bunun bir göstergesi olarak anlaşılabilir. Böylece lirik ben, tekliğin çokluk içindeki temsili olarak, şiirsel ethosun anlamını topluluk ruhundan "etkinlik halindeki" karaktere doğru çeker.

Hayrettin Orhanoğlu Hayrettin Orhanoğlu, Kalbi Teyelleyen Şair'de 1990'lı yıllar şiirini inceledi. Şiirleriyle olduğu kadar eleştiri ve teoriye ilgileriyle de öne çıkan bu kuşağı, 1990'lı yıllarda şiir yazan, ilk kitaplarını çıkaran şairleri bir arada görebileceğiniz bu çalışmada dönemin dikkat çeken poetik tavırları da gündeme getirilmekte. Orhanoğlu incelediği her şairin temel imge evrenini, şiire bakışını, üslubunu ortaya koyan yazılarıyla dönemin ruhunu yakalamaya çalıştı.
Kalbi Teyelleyen Şair'de Mehmet Can Doğan, Şeref Bilsel, İbrahim Tenekeci, Ahmet Murat, Hüseyin Akın, Birhan Keskin, Ali Emre, Mehmet Aycı, Suavi Kemal Yazgıç, Orhan Tepebaş, Didem Madak, Bülent Ata, Süleyman Çobanoğlu, Bejan Matur, Cevdet Karal, A. Ali Ural, Ali Ayçil, Ömer Erdem, Mustafa Atiker, Fatma Şengil Süzer, Mehmet Akıncı, Baki Ayhan T., Hakan Arslanbenzer, Hakan Şarkdemir, Hayriye Ünal, Celal Fedai, Mustafa Muharrem, Osman Özbahçe, Ali K. Metin, Murat Üstübal'ın şiirleri incelendi.
Duygu Özakın Sırasıyla tarihsel bir damga, bir sanat akımı, bir alt kültür ve akademik bir araştırma alanı olarak Gotik, tarihten çıktığı yola mimari ile devam etmiş, oradan edebiyata nüfuz ettikten sonra topluma yönelik dikkatlerin merceğinden geçerek edebî ürünleri sosyolojik bir perspektiften ele alan çağdaş araştırmaların gündemine girmiştir. Adını, Got kabilelerinin MS 410 yılında Antik Roma'ya düzenlediği istila ve yağmalardan alan bu terim, ilk kez 1550 yılında İtalyan sanat tarihçisi Giorgio Vasari tarafından “barbar” kavramının ikamesi olarak bir mimari tarzı betimlemek üzere kullanılmış ve o günden bu yana uygar olmayanı imlemiştir.
Bu kitap; yeniden doğuşunu 18. yüzyıl sonlarında bir grup edebiyatçı tarafından sahiplenilmesine borçlu olan Gotik geleneğin, Orest Somov'dan Nikolay Polevoy'a, Vsevolod Garşin'den Fyodor Dostoyevski'ye Rus edebiyatındaki uyarlamalarını çağdaş Gotik kuramları doğrultusunda mercek altına alıyor. Bu amaçla Got kavimlerinin, Roma'ya düzenledikleri akınların ardından önce tarih yazımına, daha sonra sanat tarihi terminolojisine sirayet eden “barbar” kimliklerinin izini delilik, intihar gibi Gotik izlekler ve Kent Gotiği, tekinsiz gibi çağdaş sınıflandırmalar yörüngesinde, sosyolojik eleştiri yöntemiyle sürüyor.
Osman Özbahçe Osman Özbahçe, eleştirel denemelerini Kural Dışı adı altında bir araya getirdi. “Teker Teker Yenildik / Teker Teker Kazanacağız”, “Göklerin Nuru”, “Genç Şair, Geber!”, “İsmet Özel, Daima!”, “Kayıp Yıllar 2005” başlıklı beş bölümden oluşan kitapta 56 yazı bulunuyor. Ebabil Yayınları eleştiri dizisinden çıkan Kural Dışı, Türk şiirini mesele edinenlerin kaçınamayacağı bir kitap.
Süleyman Hayri Bolay Bu eserimizde Mehmed Âkif Ersoy merhumu derinliği olan bir düşünür, bir mütefekkir olarak ele aldık. Bu çerçevede onun kâinata bakışını, ondaki iş ve çalışma felsefesini, yabancılaşmaya bakışını, ateizme cephe alışını, modernlik anlayışını, ona modernist denilip denilemiyeceğini, insan anlayışını, bu çerçevede çocuğa, gence, gençliğe, aydına, ahlaka, eğitime bakışını; vatan anlayışını, özellikle din ve İslâm anlayışını ve onun benzer cephelerini ele aldık; bunları felsefî bir temele oturtmayı hedefledik. Takdir muhterem okuyucularımızın ve özellikle Âkif muhibblerinindir.
Yakup Öztürk 19. asrın sonunda doğan, geçtiğimiz asrın son çeyreğini göremeden vefat eden Faruk Nafiz Çamlıbel, idrakine kavuştuğunda altı asırlık bir dağın, yok olurken bıraktığı son gürlemeye tanıklık ediyordu. Osmanlı'nın çöküşü, Osmanlı'dan bağımsız olmayan Cumhuriyet'in doğuşu, büyük toprak kayıpları, Cumhuriyet politikalarının bir ideoloji hâline gelip tabulaştırılması, çok partili hayat ve darbelerin başlangıcı hep o yaşarken oldu. Faruk Nafiz Çamlıbel de 75 yıllık ömründe edebiyat ve siyaset arasında yeni bir millet halitasının kimi zaman uzaktan, kimi zaman içeriden bir mimarı idi. Çamlıbel, hayatını öğretmenlikten ve milletvekilliğinden kazanan bir şairdi. Onun hayatına yaklaşırken şiiri öncelikli mesele kılmak, bir taraftan da hayatının iki taşıyıcısı öğretmenliği ve milletvekilliğini ihmal etmemek gerekir. Çamlıbel'deki öğretmenliği bir maişet hâdisesi olarak değerlendirmek nakısa doğurur. Bugün, Faruk Nafiz'in Türk edebiyatındaki yeri, öğretmenlik vazifesini yerine getirmek için çıktığı Kayseri yolculuğu kadar önemlidir. Zira bu yolculuk bize memleket edebiyatının giriş manzumelerinden birini, “Han Duvarları”nı armağan etmiştir. Şairin, 1946'da Demokrat Parti ile başlayan 27 Mayıs 1960 askerî darbesi ile son bulan siyasi hayatı da iki taşıyıcıdan birini ortaya koyar. Elinizdeki çalışma, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin önemli isimlerinden biri olan Çamlıbel'in hayatına, eserine ve sanatına toplu bir biçimde bakmayı hedefleyen bir kitaptır.
Osman Özbahçe Modern Şiirimizin Kökleri, Türk şiirinin yenileşme aşamalarında, dönüşüm noktalarında öne çıkan şairleri yeni bir bakış açısıyla değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Tanzimat'tan İkinci Yeniye kadar geçen dönemi birinci aşama, İkinci Yeniyi ikinci aşama, İkinci Yeni sonrası ve günümüz şiirini üçüncü aşama kabul ederek yazdıkları şiirle Türk şiirinin ana damarını oluşturan şairleri incelemeyi önceleyen bir çalışmanın ilk adımıdır. Bu çerçevede Modern Şiirimizin Kökleri'nde Necip Fazıl, Nâzım Hikmet, Behçet Necatigil, Orhan Veli, Turgut Uyar ve İsmet Özel'in şiirleri incelenmektedir.
Türk şiirinin temel sorunu eleştiridir. Ayrıntılı değerlendirmelerdir. Edebiyat eleştirisi ne yazık ki tanıtım yazılarının sınırlarını aşamamaktadır. Biz bir yönüyle derleyip toparlayıcı bir yaklaşımı benimsemeliyiz. Gerçek durumu bütün açıklığıyla ortaya koymayı amaçlamalıyız. Fakat bunu yaparken literatürü birebir tekrarlayan ezberci bir anlayışın dışına çıkmalıyız. Söz konusu şaire / şiire ilişkin yorumları, o güne değin verilmiş kararları test edebilme, doğruluğunu ölçebilme kararlılığından vazgeçmemeliyiz. Şiirin tazeliğini koruyabilme şartı budur. Gelenek içinde ileri bir aşama diyebileceğimiz adımları atmanın da yıkıp yeniden kurmanın şartı da geçmişi bugünün ölçüleriyle değerlendirmektir. Bu bağlantıyı kuran şiir her zaman içinde bulunduğu zamanın şiiridir. Modern Şiirimizin Kökleri yenilik perspektifiyle Türk şiirini yorumlayan bir kitap. Eleştirel bir gözle geçmişi ve günümüzü yeniden değerlendirmeyi öneren bir yaklaşım.
Hugo Friedrich 1956 yılında yayımlanan Modern Şiirin Yapısı, Avrupa şiir sanatı araştırmalarında önemli bir yere sahiptir. Friedrich, ilk olarak Baudelaire, Rimbaud ve Mallarmé üzerinde durmakta ve “hâkim hayal gücü”, “duyarsızlaşma”, “çirkinin estetiği” gibi 1850-1950 arasındaki Avrupa Modernizminin şiir yapısını ele almaktadır. Bununla birlikte Guillén, García Lorca, T. S. Eliot, R. Alberti, Ungaretti veya Montale gibi şairleri modernitenin büyük hareketi olarak nitelendirmektedir. Ancak kitabın sonsözünü kaleme alan Jürgen v. Stackelberg, Friedrich’in “modern şiir sanatı” ve “modernite” kriterlerini ve klâsiklerini eleştirmekte ve ele almadığı “modern” şiirin diğer şairlerini de kapsayacak şekilde incelemenin genişletilmesi gerektiğini söylemektedir. Modern şiirin belirtilerini ele alan Hugo Friedrich çalışmasında kendi eleştirel bilincini, entelektüel imgelemini ve analitik dil gücünü, yapılan her türlü stil incelemesi ve yorumlanması için örnek teşkil edecek şekilde kullanmaktadır. Friedrich’in dikkati, içerik kadar şiirin şekli ve yapısına da odaklanmaktadır. Modern Şiirin Yapısı büyük bir başarıya imza atmıştır (Kitap, 15’in üzerinde baskı yapmış ve çok sayıda dile çevrilmiştir). Modern şiirin başlangıç noktalarını, teorisini, doğasını açımlayan bu kaynak kitap Mustafa Özdemir’in titiz çevirisiyle Türkçede.
Arzu Toğuşlu Bu kitapta Shakespare’in ‘Onikinci Gece’ adlı oyununun sahnelenmesinde kodlanan göstergelerin anlamlandırılması izleyicinin imgeleminimi sorgulayan göstergebilimsel yöntem temel alınarak incelenmiştir. Oyun metninin, oyuncuların yorumunun, müziğin, sahne, ışık, efekt ve kostüm tasarımının kodlandığı göstergeler de açımlanarak kültürel kodların varlığının oyunu anlamlandırmadaki yararı konusunda iz sürülmüştür. Dünyaca ünlü bir oyun yazarını daha geniş kitlelere ulaştırabilmek ve sanatı evrensel boyuta taşıyabilmek, dildeki kültürlerarası geçişi sağlayarak izleyicide bir imgelem uyandırabilmekle olasıdır.
Oğuzhan Sevim, Yusuf Söylemez, Esengül Hatun, Yasemin Kurtlu, Hatice Çelik, Bayram Arıcı, Zülal Şenol Ebren, Canan Nimet Mert, Esra Metin, Esra İnan, Alper Tok Edebiyat, estetik var oluşu öne çıkaran kurmaca bir yapıdır. İnsanlar edebî dil vasıtasıyla sanatsal bir doyuma ulaşmak isterler. Bu kurmaca yapıdaki en temel özellik ise estetik var oluştur. Bu ihtiyacı karşılamak için estetik ürünler ortaya koyan milletler kendilerini unutulmazlar arasına sokabilme imkânını elde edebilmiştir.
Farklı diller oluşturarak birbirinden ayrılan milletler dünya edebiyatı olgusunun doğmasına zemin hazırlamıştır. Dünya edebiyatı, farklı toplumlar tarafından sanatsal doyumu sağlamak amacıyla dilin estetik unsurları üzerinde durularak ortaya konulan edebî birikim olarak tanımlanabilir. İnsanlık, bu sayede derin ve zengin bir edebî kültür birikimine sahip olabilmiştir. Farklı toplumlara ait bu edebî zenginlikten azami derecede yararlanmak, estetik bir haz algısı oluşturacağı gibi toplumların birbirlerini daha yakından tanımaları, birbirlerine karşı saygı, sevgi ve güven duymalarına vesile olacaktır.
Türk ve dünya edebiyatlarının geçmişten günümüze kadar geçirmiş oldukları tarihî dönüşüm ve gelişimini, ilgili toplumun önemli yazar ve eserleri bağlamında ele alan bu kitap, okuyucuları dünya edebiyatı örnekleriyle tanıştırmayı ve onlara dünya edebiyatı hakkında genel hatlarıyla bilgi vermeyi amaçlamaktadır.
Bu kitapta Türk ve dünya edebiyatlarının tarihî dönem içerisindeki önemli gelişmeleri dikkate alınarak bu gelişmelere yön veren edebî şahsiyetler üzerinde durulmuş ve onların eserlerinden bazı örnekler dikkatlere sunulmuştur. Kitap, bu yönüyle kendi alanında kapsamlı bir çalışma olma özelliğine haizdir. Eserin son bölümünde yine bu çalışmaya özgü olarak geçmişten günümüze kadar Nobel Ödülü alan edebiyatçılar hakkında bilgi verilmiş, bu edebiyatçılardan bazılarının eserleri tahlil edilmiş, böylece dünya edebiyatının Nobel Ödüllü edebiyatçıları siz değerli okuyucularımıza tanıtılmaya çalışılmıştır.
Özverili bir çalışmanın ürünü olan bu kitabın Türk edebiyatı ile ilgili bilim dallarının Batı edebiyatı derslerinde; Türkçe eğitimi anabilim dallarının dünya edebiyatı derslerinde öğrencilere ve öğretim elemanlarına yardımcı olacağı ayrıca konuya ilgi duyanlar için vazgeçilmez bir kaynak teşkil edeceği düşüncesindeyiz.
İdris EKİNCİ Şiirde sağlam adım atmanın şartı eleştiridir. Şiirle eleştiriyi birlikte yürüten şair bu süreçte hem yazacağı şiire, hem şiirindeki teknik yeterliğe daha kolay ulaşır. Eğer çıktığı yolda şiir tarihi kadar çağdaş şiire de dikkat kesilirse ne yaptığına ilişkin açık bir bilince kavuşur. Bir şairin eleştiriye verdiği değer şiire atfettiği önemin de göstergesidir. Poetik Fiiller, İdris Ekinci'nin günümüz şiiri, şiir tarihimiz ve eleştiri kuramları bağlamındaki yazılarını bir araya getirmektedir. İdris Ekinci'nin eleştiri uğraşı şiire verdiği önemi gösterdiği kadar şiir bahsinde sağlam durma kararlılığını da göstermektedir. Günümüz şiir verimleri kadar, eleştiri alanındaki çalışmaları da incelemeye tâbi tutması ondaki şiir bilgisini kurma çabasını göstermektedir.
Hakan Şarkdemir Sanat bizi hakikate ulaştıran şey değilse de sanatın içinde bir hakikat vaadi saklıdır. Şiirde vaat edilen bu hakikate şiir yoluyla ulaşamasak da şiirin kendisini bir hakikat uğrağı olarak okuyabiliriz. Bu uğrak, hakikati ancak, bir an için ve asla bütünüyle ele geçirilemez bir şekilde, varlık - yokluk, ben - öteki, geçmiş - gelecek arasında ağırlar. Ama bu hakikat ancak şiire özgü, bir an için şiirle / şiirde kendini bize açan bir hakikat olarak kalır. Buna poetik hakikat diyoruz. Poetik hakikat, şiirde hep kavranamaz bir şey olarak konaklar. Kendini bize asla bütünüyle açmaz. Bu yüzden poetik hakikat, olup bitmekte olan, hâlihazırda, şimdinin gelip geçiciliği içinde varolan edimselliğin, yani aktüel gerçeğin iğreti tanıklığına ihtiyaç duyar. Aktüel gerçekse, şiirde şiirsel entrikanın kurbanı olmaktan öte bir şey değildir. Varolanı neden ve nasıllığıyla bilmek üzere masaya yatırdığımız aktüel gerçek, poetik hakikatin ışığı altında görünür. Aktüel gerçek, şiirde yalnızca varsayımsal bir dünyanın nesnesi olarak bize kendini gösterir.
Ahmet DEMİR Roman ve Stereotip: Türk Romanından Örneklerle adlı çalışma, romanın kurmaca dünyasında 'stereotip' kavramını, kuramsal açıdan değerlendirme yolunda bir girişimdir. 'Stereotip' kavramı, roman türü üzerinden tartışılmaktadır; ancak masal, öykü, tiyatro gibi diğer yazın türleri için de geçerli bir içerik sunulmaktadır.
Kitabın başlıca amacı 'karakter'-'tip' ayrımını irdelemek; bilindik, yerleşik tanımlamaların ötesine geçip her iki kavramın gölgesinde kalan, ihmal edilen 'stereotip'i olanca ağırlığıyla 'karakter' ile 'tip'in yanına -en az onlar kadar işlevsel bir yapıya büründürerek- yerleştirmek; hatta 'stereotip'i, roman kişisi ile ilgili değerlendirmeler için yeni bir değerler dizisi (paradigma) oluştururken asıl belirleyici olarak konumlandırmaktır.
Kitabın temel tezi; roman kişisinin var oluş tarzı, yaratımı noktasında bir tasnif yapılacaksa ve bir ölçütler dizisi kullanılacaksa asıl belirleyici olarak 'karakter'-'tip' şeklindeki ikili ayrım odaklı değerlendirmeler yerine roman kişisinin 'stereotip' olup olmadığı yönündeki tartışmaları da içeren üçlü bir tasnifin ikame edilmesi gerektiğidir. Bu bağlamda çalışma, başta 'stereotip' olmak üzere, 'karakter', 'tip' ve 'stereotip'in karşılaştırmalı bir biçimde tanımlandığı; sanatsal yaratıcılık, roman kişisinin insani gerçekliğe uygunluğu, sahihliği çerçevesinde yapılacak tartışmaların, tasnif denemelerinin ve değer-biçici nitelendirmelerin esas belirleyicisi olarak 'stereotip'in kabul edildiği ve bu nedenle odağa alındığı kuramsal bir kitaptır. Başta 'stereotip' olmak üzere 'karakter', 'tip' ve 'stereotip' kavramları; kuramsal boyutu en tipik bir biçimde örneklendirici Türk romanından örneklerle karşılaştırmalı bir biçimde izah edilmeye çalışılmaktadır.
Osman Özbahçe Osman Özbahçe 2000'li yılların başlarında “Dergilerde Şiir” ve “Yıl Değerlendirme” başlıkları altında günümüz şiirini eleştirel bir bakış açısıyla değerlendiren yazılarını Sağlam Şiir'de bir araya getirdi. Edebiyat dergilerinde yayınlanan şiirleri düzenli bir biçimde ay ay yakın okumaya tâbi tutan yazılar yıl değerlendirme yazılarıyla bütünlendi. Günümüz şiirini sağlam şiir perspektifiyle değerlendiren yazılarda esas alınan ölçütler “Bağlam” başlıklı bölümde okuyucuya sunuldu. Şiirimizin, edebiyat ortamının, edebiyat dergilerinin temel sorunlarına yoğunlaşan yazılar “Günümüz Şiirine İlişkin Yazılar” başlığı altında bir araya getirildi. Şiir eleştirisinin görevi sağlam şiirin yolunu açmaktır. Sağlam şiiri gölgeleyen ortamlar bazen onun gün ışığına çıkmasını zorlaştırır. Eleştiri hem böyle ortamlara karşı durur hem de şiire özgüven aşılar. Sağlam Şiir bu yolda atılmış bir adımdır.
Hakan Şarkdemir Parodinin soy kütüğünü araştırma çabası, bizi ister istemez sanatın kökenine dair temel bir tartışmaya doğru çeker. Orada bütün sanatların özünün, insan doğasında temellenen taklit içtepisine dayandığını fark ederiz. Kökenini "kendilik"te, "kendini ikiye çoğaltmak"ta bulan sanatın ülkesinde düşünce, özgürce kanat çırpar. Orada sanat olan ile olmayanın birlikteliğine şahit oluruz. Her ikisi, özgür oyunda yurt tutar. Eser, birbiri üzerinde tahakküm kurmaya çalışan bu iki karşıt unsurun birlikteliğinden doğar. Madde ile biçim arasındaki dengeden türeyen eser, taklit edilenden öte bir şeyi düşünülür/duyulur kılar; başka olanı ifşa eder.
Hipponaks, Hegemon, Aristofanes gibi şairlerden bugüne dek geleneği temellük ederek çağın ethosuna yerleşen, taklit ettiği şeyi dönüştürürken başka olanı açığa çıkaran parodi, yalnızca edebi eserin değil bütünüyle estetik üretimin yakıtı hâline gelir. Baudelaire'in flâneur'ü gibi parodist de, çağdaş sanatın bütün pasajlarında gezinir. Kültürün habitus'una açılan bütün mecralar, parodistin stüdyosu (studium) olup çıkar. Şiirde, müzikte, sinemada, görsel sanatlarda, mimaride, hatta felsefede kurucu ve yıkıcı bir güç olarak iş gören parodik imgelem, en entelektüel verimlerden kitle kültürüne kadar uzanan geniş bir sahaya nüfuz eder.
Abdullah Bağdemir, Ayşe Kılıç Cengiz, Başak Bitik, Bernt Brendemoen, Birsel Karakoç, Cennet Altundaş, Deniz Abik, Emine Yılmaz, Fatma Sabiha Kutlar, Fazile Eren Kaya, Ferruh Ağca, Furkan Öztürk, Gisela Procházka Eisl, Hasan Güzel, Hasan Hayırsever, İ. Ahmet Aydemir, İ. Hakkı Aksoyak, Işıl Aydın Özkan, Klaus Kreiser, Koray Üstün, M. Sabri Koz, Marcel Erdal, Mevlüt Erdem, Mikail Cengiz, Nesrin Bayraktar Erten, Nuran Tezcan, Nurettin Demir, Nurtaç Ergün Atbaşı, Peter Zieme, Robabeh Taghizadehzonuz, Rysbek Alimov, Şaban Doğan, Sema Aslan Demir, Serdar Erkan, Şule Pfeiffer Taş, Uğur Altundaş, Zafer Önler 2017 yılında aramızdan ayrılan Prof. Dr. Semih Tezcan’ın anısına hazırlanan bu kitapta, yolu bir biçimde onunla kesişmiş meslektaşlarının ve öğrencilerinin Tezcan’a armağan olarak hazırladıkları yazılar bir araya getirilmiştir.
Kitapta; Semih Tezcan’ın yaşam öyküsü, çalışma alanları ve yayın listesinden sonra toplam 37 yazı, ölümünün ardından yazılanlardan seçmeler ve fotoğraflar yer almaktadır.
Prof. Dr. Semih Tezcan’ın çalışmaları arasında doktora tez alanı olan Eski Uygurcanın, keşfinde önemli katkılarının bulunduğu Halaççanın, yoğun mesai harcadığı Eski Anadolu Türkçesi yazmalarının filolojik incelenmesinin ayrı bir yeri vardır. Tezcan; Eski Uygurca Yazmalar, Kutadgu Bilig, Dede Korkut Kitabı, Süheyl ü Nevbahâr, Kelile ve Dimne, Evliya Çelebi Seyahatnamesi gibi Türk dili, Türk edebiyatı ve kültürünün kilometre taşı durumundaki tarihî metinlere yoğun zaman ve emek harcamıştır. Ayrıca ilgi duyduğu dönemlere ait metin yayınları hakkında da ayrıntılı değerlendirmeler yazmıştır. Kitapta yer alan yayın listesinde de görüleceği üzere köken bilgisi ve Azerbaycan Türkçesiyle de yakından ilgilenmiştir.
Araştırma yazılarının Prof. Dr. Semih Tezcan’ın çalışma alanları veya doğrudan Semih Tezcan’la ilişkili olması arzu edilmiştir. Ancak bu tür bir kitapta bekleneceği üzere anısı yaşatılmaya çalışılan bir bilim insanına sunulan her yazı değerli bulunmuş ve kitaba alınmıştır.
Kitabı, Türkoloji dünyasına ve Prof. Dr. Semih Tezcan’ın değerli anısına saygıyla sunuyoruz.
Sefa Yüce Türkiye'de sosyokültürel değişim 1960'lı yıllardan itibaren büyük bir ivme kazanır. Toplum yapısını derinden etkileyen bu değişim dünyadaki gelişmelere paralel olarak Türk edebiyatına da yansır. Değişimin en belirgin özellikleri kentleşme olgusu ve bireyin sorunlarıdır.
Sevgi Soysal'la birlikte 1970 sonrası Türk romanına kent yaşamı girer. Kentler, özellikle başkent Ankara değişimin öncüsü sayılır. Fakat bu değişim sancılı gerçekleşir. Yakup Kadri'den sonra eserlerinde en çok Ankara'ya yer veren yazarlardan biri de Soysal'dır. O, bu yönüyle Türk romanına yeni bir renk getirir. “Köy edebiyatı” geleneğini kırmaya çalışır. Hikâye ve romana genişlik kazandırır. Onunla Cumhuriyet sonrası sosyokültürel hayat romana taşınır.
Her yazarın ortaya koyduğu sanat eserinin, kendine özgü bir yapısal bütünlüğü bulunmaktadır. Sevgi Soysal, “Tutkulu Perçem”le başladığı yazarlık serüvenini “Hoş geldin Ölüm”le noktalar. Onun eserlerinde “görgü, gözlem, bilgi, izlenim ve duygu”nun bütün etkilerini görmek mümkündür. Ona göre, sağlıklı ve eğitimli bir toplumun geleceği kadınlara bağlıdır. Okuyan ve kendini yenileyen Soysal, sadece bir yazar değil aynı zamanda bir Türk entelektüelidir.
Mikâil Söylemez Düz Deformasyon, teknolojik veriyi yanlış okumuş, teknoloji ve birey arasında anlamsal ve işlevsel bir ilişki kurmaktansa teknolojinin fonksiyon ve becerilerini kopya ederek yeniliği dış kabukta aramış, bu da mevcut şiirin çabucak tükenmesine sebep olmuştur. Ancak sanatsal yaratıcılık şeylerin kopyasındansa onu yaratma becerisiyle eşdeğerdir. Bugün için şiir, ancak dışarıdan içeriye (iç deney) hareket ederek arayışı sürdürebilir. Bu noktada ise Düz Deformasyon bize yardım edemez. Şey ve durum arasındaki ilişkiyi dengede tutacak, ikisi arasındaki gerilimi koordine edecek yeni bir algısal alana ihtiyacımız var.
Ali K. Metin Kitapta yer alan yazılar, modern Türk şiirini anlama doğrultusundaki çabaların bir mahsulü olduğu kadar, günümüz şiiri açısından besleyici önemi haiz şiir damarlarının belirginleştirilmesine matuf bir kaygıdan doğmuştur. Gerek anlamaya, gerekse konumlandırmaya yönelik bir eleştirelliği kalkış noktası edinen bu yazılarda, belli dönemsel yapıları temsil etme niteliğine sahip bazı şahsiyetler üzerinden modern Türk şiirindeki önemli işaret taşlarına dikkat çekilmeye çalışılmıştır.
Kayhan Şahan Türk şiiri; sözlü dönemlerden, bilinen yazılı kaynaklarına ve çağdaş şiire gelene dek dünya edebiyatları ile boy ölçüşebilecek, hatta üstünlüğünü ortaya koyabilecek felsefi ve estetik donanıma sahiptir. Bu düşüncenin kanıtlarından biri Şiirde Derin Yapı Metafor / Modern Türk Şiiri Üzerine Bir İnceleme kitabında dile getirilen husustur. Şiir, bir dünya kurar. Yeni dünyaların mayası kavramlardır. Şair kelimeleri yalnızca ait olduğu dilden değil dünyadaki tüm dillerden toplar. Kelimelere kendi şiir evreninde bir kavram alanı oluşturur. İşte metafor; yaratılan yeni şiir evrenindeki bu kavramların yaratım haritalarını ortaya çıkarır. Dolayısıyla bir şairin hayatı, şiirin şekil özellikleri gibi yüzeysel verilerden bizi kurtarıp âdeta şiirin genlerini okumamızı sağlar. Yüzyıllar ve şairler arasında değişen tek şey kavramların alanlarıdır. Bu değişim önceki ve sonraki ile mesafeleri belirler. Kavram alanlarının ve haritaların değişen, dönüşen yönlerinin tespiti; dönemlerin, akımların birbirinden ayrılma noktalarıdır. Kavram, kavram alanı, bu alanların haritalanması -metafor üzerine yapılacak çalışmalar; kısa vadede tek tek şairler üzerine, uzun vadede tüm şiir tarihimize bambaşka bir bakış açısı kazandıracaktır. Şiirde Derin Yapı Metafor kitabı modern Türk şiirinin kavramsal haritalarını ortaya koymakta ve kavram kümelerinin nasıl oluştuğunun izlerini sürmektedir. Şiirlerin arka plânında yatan kişisel, felsefi, ontolojik, ideolojik yapılar ile toplumsal, ilkel, deneyimsel ortak hafızanın gözler önüne serilmesi görevini metaforlar aracılığıyla üstlenmektedir. Şiirin kapılarını açacak anahtarlardan biri olan metafor, sizi şiirin dünyasında yeni bir bakış açısına taşıyacak.
Eray Sarıçam Nâzım Hikmet, Kemal Tahir'e cezaevinden yazdığı bir mektupta, Ant dergisi şairlerinden övgüyle söz etmiş, “aşk olsun delikanlılara” demiştir. Nâzım Hikmet'in “aşk olsun” dediği şairlerin başında ise Arif Damar gelmektedir. Elinizdeki çalışma, işte bu “delikanlı” şair hakkında yazılmış ilk kitap. Eserde, kuşak arkadaşlarından hem poetik hem de politik anlamda farklı bir yerde duran Damar'ın ilk gençlik yıllarından ölümüne değin yazdığı tüm şiir kitapları incelenmiştir. Şiirleri, edebiyat ve siyaset yazıları ile uzun bir süre adından sıkça söz ettiren; Toplumcu-Gerçekçi şiire yeni olanaklar açan Arif Damar, edebiyat tarihimiz için, o artık klasikleşmiş tabirle “keşfedilmemiş bir ada”dır.
Bu çalışma sadece Arif Damar'ı tanımak açısından değil, 1940'lı yıllardan 2000'li yıllara, Türk edebiyatının (ve siyasetinin de) geçtiği aşamaları gözler önüne sermesi bakımından da önemlidir. Öyle ki şaire sıkça atıf yapan eski kuşak okurların bile, belki ilk defa karşılaşacağı anılar, şiirler ve anekdotlar içeren bu kitap Arif Damar'la tanışmak için iyi bir fırsat.
Dergilerdeki ilk şiiri, “Harika Çocuk” notuyla 15 yaşında yayımlanan Damar, 2008'de 83 yaşında son şiir kitabını yayımlamış ve o tarihten bugüne şiirimizin “en genç” şairlerinden biri olarak anılmıştır…
Mehmet Aycı

Mehmet Aycı’nın ilk eleştiri kitabı Şirazlı Bir Türk Dilber, Ebabil Yayınları eleştiri dizisinden çıktı. Şiir kitaplarından antolojilere, kaybolan değerlerimizden hakkı teslim edilmemiş değerlerimize, polemik yazılarından, edebiyat dergilerinin genel durumundan sinemaya varıncaya kadar geniş bir yelpaze çizen Şirazlı Bir Türk Dilber’i Ebabil eleştiri dizisinin 10. kitabı.

Mustafa Uluçay Edebiyat tarihimizde manzumeleri, nesirleri ve fikirleriyle önemli bir yere sahip olan Mehmet Âkif, aynı zamanda dil ve üslûp yönüyle de dikkat çeken bir şair ve nâsirdir. Servetifünun edebiyatının doğurduğu sunî ve çetrefil bir dilden yeni edebiyatımızın gerçek ve yaşayan Türkçesine geçiş süreci içinde önemli bir yeri bulunan Âkif, eserleriyle en temiz ve en tabii Türkçenin güzel örneklerini vermiştir
Âkif “Ne tasannu bilirim, çünkü ne sanatkârım” der. Bu hem bir hakikatin, hem de tevazunun ifadesidir. Hakikatin ifadesidir, çünkü Âkif'in şiirlerinde tasannu yoktur; şiirlerini sanat yapmak için de söylememiştir. Tevazunun ifadesidir, çünkü sehl-i mümteni örneği olan öyle mısraları vardır ki onları söyleyebilmek için gerçek bir sanatkâr olmak gerektir.
Bu kitap, Mehmet Âkif'in eserlerindeki dil ve üslûp özelliklerini kapsamlı bir şekilde ortaya koymak amacıyla hazırlanmıştır. Bu gayeyle, Âkif'in Safahat'ı başta olmak üzere, Sıratımüstakim ve Sebilürreşat dergilerindeki makaleleri, tefsir yazıları, hitabeleri, tercümeleri ve bir kısmı neşredilen Kuran Meali, yani manzum ve mensur bütün eserleri gözden geçirilmiş; onun dil ve üslûp özelliklerini en iyi yansıtan metinler tespit ve tahlil edilmiştir.
Denilebilir ki Âkif; zevk inceliği, gönül hassasiyeti, fikir derinliği ve hayal yüksekliği bakımından Türk edebiyatında harikulade denecek derecede edebî bir kudreti haizdir. Lisanı sade, ifadesi selis, üslûbu canlı bir şair ve nâsirdir.
Serkan Işın

Türk şairi herhangi bir teknolojik aygıt ile yazı adına deneye girişmiş midir? Kendi başına yekpare bir teknolojik aygıt haline gelen modern şehirde şair figürü, dönüştürülebilir simgesel alanlar peşinde koşmaktan yorulmamış mıdır? Maruz kaldığı saldırının faili ve kurbanı olarak şair, en uç noktada “görsel şiir”e doğru koşmaktadır. Cevap verme isteği saldırının tüm katmanlarına karşı büyük bir zenginliğe dönüşebilir. Kime, neye saldırdığının farkında olmak için arada bir geriye bakmak gerekiyor. Arada bir geriye bakmak hem teorik düzeyi, hem de muğlak ve aynalı ceplerei ile şiir tarihi tarafından “okunmamış hatalı sektörleri” de gözden geçirmek demek. Modern şehir hiç değişmeyenlerle, sürekli değişenler arasında şairi, edebiyatın malzemelerini sorgulamaya itmektedir. Böylece şiir, dil olarak hem görsel, hem işitsel, hem de metinsel olarak gündelik hayat içinde şaire yepyeni cepheler açacaktır.

Nurullah Çetin Türk hikâyesi oldukça zengin bir birikime ve değere sahiptir. Bu kitapta hem hikâye türü ile ilgili kuramsal bilgi verilmiş hem de seçilen 32 Türk hikâyesi yeni bir yöntemle tahlil edilmiştir.
Mahfuz Zariç “-Edebiyatta da, sanatta da temel izlek insanın serüvenidir; insanî serüvendir. Bütün sorunlar bu temel izlek içinde yerli yerinde ve yeterince, insanın çevresinde, insanın doğal eylemleri olarak yer alır. Böyle olmadığında, insanî düzlemde verilemeyen, ele alınamayan her sorun, her tema yapay olarak kalır, sanat eserinin dokusuna gerçek bir insanî eylem olarak sinmez. İnandırıcı bulmadığımız budur işte, gerçekte hayatımızda olup olmadığı değil. Ben bunu yalnızca öykü ya da kısa öykü kuramı açısından değil, bütünüyle sanat kuramı açısından değerlendirebilir bir durum olarak görüyorum. Öyküden romana, şiirden tiyatroya, resimden müziğe, fotoğraftan sinemaya… bu bağın doğru kurulup kurulamadığına bakılmalı. Roman; hikaye, öykü, kısa öykü, kısa kısa öykü; klasik öykü, modern öykü, postmodern öykü… gibi tanımlamalar arasındaki ayrımlar neler olursa olsun, hepsi de temel dokusu, anlatı ögesi tahkiye olan edebiyat metinleridir.”
Osman Özbahçe İns, hakikatin ve hayatın kavranışında dünya edebiyatının seçkin örnekleriyle kıyaslanabilecek bir kitaptır. İnsanın anlamını, hakikatine yabancılaşmasını sorunsallaştırmaktadır. Hikâye değeri Türk edebiyatına ışık tutacak niteliktedir. Zarifoğlu İns'teki Yabancı bu yolda atılmış küçük bir adımdır. Zarifoğlu'nun hikâyeleri insanın varoluş perspektifine yığılan, insanı ve hayatı mümkün kılan hakikatin kavranışı doğrultusunda hikâyelerdir. İns, dünya edebiyatının seçkin örnekleriyle metinler arası ilişkiler kuran parodik bir eserdir. Türk destanları, Camus ve yabancı fikri, André Gide Vatikan'ın Zindanları, Franz Kafka Değişim, Hermann Hesse Sidharta, İbn Tufeyl Hay b. Yakzân, Ferîdüddîn Attâr Mantıku't-Tayr ve Bertolt Brecht hikâyeler boyunca yorumlanan başlıca yazar ve eserlerdir. Özellikle Yabancı ve Mantıku't-Tayr, Zarifoğlu'nun derinlemesine etkileşime girdiği kitaplardır. Zarifoğlu İns'teki Yabancı, hikâyeleri bu etkileşimler merkezinde yorumlamaktadır. “İns”te Camus'nün Yabancı'sı doğrudan, Kafka'nın Değişim'i tersyüz edilmiş bir biçimde yeniden yorumlanmaktadır. “İns”te ve “Zal Tepesi”nde işlenen hakikat süreci Hesse'nin Sidharta'sı, Attâr'ın Mantıku't-Tayr'ı doğrultusunda insanın anlam arayışıdır. Kendini bulan insan hakikat temelinde insanlıkla buluşacak, varlığı anlam kazanacaktır. “Zal Tepesi” insanın kendine, iç dünyasına, “İns” iç dünyadan hareketle insanlığa yolculuğudur.