Yakınçağ Tarihi \ 1-1
Hatice Çiğdem Zağra Öz Son zamanlarda küresel ölçekteki felaketler, insanların korkularını, savunma ve barınma güdülerini tetiklemektedir. Yapısal anlamda çözümlerden biri, tarihî süreçteki yapı malzeme ve yöntemlerine günümüz teknolojisini de dâhil ederek uzun zaman güvenle yaşanabilecek yapılara dönüştürmek olabilir.
Bugün şehrin dışında kaderine terk edilmiş ve günden güne yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan tabyalar, aylarca süren savaşlarda direnişin en önemli mekânsal kahramanları olmuş, askerlerin güvenliğinde kritik bir rol oynamıştır. Mimarlık tarihi açısından özel olarak değerlendirilmesi gereken, toprak altında oluşturulmuş, strüktürleri ve formları açısından farklılık gösteren bu yapıların belgelendirilip gelecek nesillere aktarılması, bir dönemin teknolojisinin yansıması olarak büyük önem taşımaktadır.
Bu kitapta, Rönesans sonrası silah teknolojisini ve buna paralel gelişen tahkim sistemlerini, 19. yüzyıl savaşlarının yönünü belirleyen tahkim yapılarının mimari gelişimini ve Edirne kenti özelindeki 19. yüzyıl savunma yapılarının detaylı analizlerini bulacaksınız.
Büşra Karataşer 1914-1923 Arası İstanbul'un İaşesi ve İhtikâr Sorunu isimli çalışma,1914-1923 dönemi İstanbul'un iaşesi ve ihtikâr sorununun arşiv kaynaklarına dayalı bir incelemesidir. İaşe sorunu insanlık için her zaman önemli bir konu olmuştur. Özellikle savaş dönemlerinde iaşe sorununu çözmek en önemli konulardan birini teşkil etmiştir.
Bu çalışmada; iaşe sorunu, ihtikâr meselesi ve geçim sıkıntısının Birinci Dünya Savaşı’nda ve Mütareke Dönemi'nde ülke halkını nasıl etkilediği ve bu sorunlara karşı alınan önlemleri üç bölüm hâlinde incelenirken Başbakanlık Osmanlı Arşivi kaynaklarından ve dönem gazetelerinden derinlikli olarak faydalanılmıştır.
Abdürreşit Celil Karluk, Ahmet Bülbül, Ahmet Gedik, Ahmet Sapmaz, Alimcan İnayet, Altay Atlı, Arzu Al, Aslıhan Genç, Aybüke Serttaş, Bayram Öztürk, Burulkan Abdibaitova Pala, Can Donduran, Can Kalkavan, Ebru İlter Akarçay, Efe Can Gürcan, Emre Kartal, Ensar Küçükaltan, Erdal Ayık, Erhan Büyükakıncı, Esra Bayhantopçu, Esra Hatipoğlu, Fahri Erenel, Ferdi Güçyetmez, Gamze Helvacıköylü, Giray Saynur Derman, Gonca Oğuz Gök, Gökhan Koçer, Gülnora Saidakhmedova, Gürsel Tokmakoğlu, Hanefi Yazıcı, Hasan Hakses, Haydar Çakmak, Hayri Kaya, Iraz Haspolat Kaya, İrfan Kaya Ülger, İsmail Ermağan, M. Cem Oğultürk, Mehmet Fatih Argın, Melik Ertuğrul, Meral Balcı, Mesut Hakkı Caşın, Meysune Yaşar, Murat Yorulmaz, Mustafa Ateş, Mustafa Çakır, Müge Yüce, Nur Çetin, Nurşin Ateşoğlu Güney, Oktay Küçükdeğirmenci, Onur Gönülal, Onur Limon, Ozan Örmeci, Öner Akgül, Övgü Kalkan Küçüksolak, S. Gülden Ayman, Salih Yılmaz, Sami Ullah, Savaş Biçer, Serdar Yılmaz, Sezai Özçelik, Sezin Ünal Miçooğulları, Sina Kısacık, Suat Eren Özyiğit, Taner Yıldız, Tolga Bilener, Tolga Sakman, Türkan Melis Parlak, Vişne Korkmaz, Yaşar Onay, Yılmaz Yurtseven, Yunus Ertuğrul Bal, Yusuf Yıldırım Çin; hem kendine özgü medeniyeti, dünya algısıyla hem sahip olduğu askerî, ticari, ekonomik, demografik gücüyle dünya siyasetine yön veren aktörler arasında yer alabilecek bir profil çizerek tüm dünyanın dikkatini üzerine çekmektedir.
Tarihî İpek Yolu ile dünya ticaret ve ekonomisinde yüzyıllar boyunca etkisini gösteren Çin'in, günümüzde de bu güzergâhı Tek Kuşak Tek Yol Girişimi ile canlandırıp küresel sermaye üzerinde alternatif pazarlar oluşturmak istemesi kimi siyasi aktörler üzerinde tedirginlik kimileri içinse memnuniyet yaratmaktadır. Dünyanın ikinci büyük ekonomisine sahip Çin'in gerçekleştirdiği kültürel devrim ve ekonomik girişimlerle dünya siyaset ve ekonomisinde adından sıkça söz ettireceği, potansiyelini daha da artıracağı tahmin edilmektedir.
21. Yüzyılda Bütün Boyutlarıyla Çin Halk Cumhuriyeti isimli bu kitap; Çin'in potansiyelini tarih, eğitim, kültür, ticaret, askeriye ve birçok alanda farklı bakış açılarıyla incelemektedir. Bu nitelikleriyle kitabın uluslararası siyaset alanında köşe taşı hatta mihenk taşı olacağı umulmaktadır.
Murat Özden Uluç 48. Alay, yeniden yapılanan Makedonya Vardar Ordusu bünyesinde kurulduğu 1912 yılından Hatay’ın ana vatana katılışına kadar kahramanca savaşmış bir Türk Birliği’dir. Özellikle 1912-1921 yılları arasında katıldığı savaşlarda âdeta Türk tarihinin akışını değiştiren başarılara imza atmıştır. Makedonya Cephesi’nde kazanılan son savaş olan Soroviç Zaferi’nde, Çanakkale’de Anafartalar, Conk Bayırı ve Kanlısırt cephelerinde Anzak birliklerinin püskürtülmesinde, Filistin Cephesi I. ve II. Gazze Muharebelerinde Büyük Britanya Ordusu’na karşı kazanılan başarılarda büyük rol oynamıştır.
III. Gazze Muharebesi’nde askerlerinin büyük bir bölümünün İngiliz Ordusu’na esir düşmesinden sonra lağvedilen 48. Alay, Millî Mücadele döneminde TBMM Merkez Ordusu’na bağlı olarak yeniden kurulmuştur. Sakarya Meydan Muharebesi’nde cepheye gelişleri Başkumandan Mustafa Kemal Paşa tarafından sevinç ve teşekkür telgrafıyla kutlanan birliklerimizdendir. Bu kahraman alayımız Sakarya Meydan Muharebesi’nin en kritik noktalarından biri olan Beylikköprü-Beştepeler savunma hattında, Alayın neredeyse tamamen yok olması pahasına gösterdikleri direnişle savaşın kaderini değiştirmiştir. 48. Alay aynı zamanda Hatay’ın ana vatana katılışında yıllar sonra Hatay’a giren ilk Türk Birliği olma şerefine erişen kahraman askerlerin alayıdır ve kazandığı tüm bu zaferler sonucunda sancağına takılan madalyalarla Türk tarihinde millî cesaretin ve direnişin de sembolü hâline gelmiştir.
Nuri Yavuz Anadolu beyliklerinin, beylik ettikleri bölgelerde nasıl ortaya çıkmış olduklarını ve ne gibi faaliyetlerde bulunduklarını bu eserde görebileceksiniz.
Selçukluların Anadolu'yu fethettikleri sırada ve daha sonra Sultan Melikşah zamanında ve Cengiz Han'ın istilasını müteakip Anadolu'ya çeşitli tarihlerde yerleşen Oğuz yani Türkmen boylarının bir kısmı görülen lüzum üzerine Bizans ve Çukurova sınırlarına yerleştirilmişlerdir. Bu boylar uçlarda muhafız olarak Anadolu Selçuklularının batı ve Çukurova sınırlarını emniyet altına almışlardır. Anadolu Selçuklu Devleti'nin 1243 Kösedağ mağlubiyetinden sonra, Anadolu Selçuklu Devleti ani bir zaafa uğramış ve İlhanlılara vergi vermeye mecbur kalmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti'nin bağımsızlığını kaybetmesi, uçta bulunan ve özellikle sınırlara yerleştirilmiş olan bazı Türkmen beyleri Anadolu idaresinin gerçekte Moğolların Anadolu valilerine geçtiğini ve Selçuklu sultanlarının gözden düştüklerini görmeleri üzerine yavaş yavaş devletleriyle münasebetlerini kesmeye başladılar.
Bu beylikler Germiyanoğulları, Eşrefoğulları, Hamidoğulları ve Menteşeoğulları beylikleridir. Çukurova'daki (Kilikya) küçük Ermeni Krallığı sınırına iskân edilen Karamanoğulları da buraları Ermenilere karşı savunmuştur. Kuzey Anadolu'da isimleri beyliklerine alem olan Süleyman Pervane ve Şemseddin Yaman Candar'ın beylikleri hizmetlerine karşılık Selçuklular ve İlhanlılar tarafından malikane tarzında kendilerine verilen yerlerde yani Sinop ve Kastamonu çevresinde kurulmuş ve faaliyet göstermişlerdir.
İlk zamanlarda Germiyan Beyliği'ne bağlı iken sonradan bağımsız olan ve Bizanslılardan Batı Anadolu'yu alarak beylik kuran Aydınoğulları, Saruhanoğulları ve Karesioğulları küçük fakat mevki ve durumları siyasetteki rolleri itibariyle önemli olan beyliklerdir.
Orta Anadolu'daki Eretna Beyliği ise İlhanlıların Anadolu'daki valiliğinin İlhanlılardan sonra bir devlet şeklinde ortaya çıkmasıdır. Doğu Anadolu'da XIV. yüzyıl sonlarında varlıklarını hissettiren Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleri de Timurluların istilasını müteakip, İran, Horasan, Irak-ı Arap, Irak-ı Acem ile Azerbaycan ve Anadolu'da birbiri ardına muazzam iki imparatorluk kuran Oğuz boylarıdır. Güneydoğu Anadolu'da XIV. yüzyıl ortalarında meydana çıkan Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları beylik kurmak suretiyle Kuzey Suriye'ye hâkim olan ve faaliyet gösteren iki Türk beyliğidir.
Roger Casement “Roger Casement’ın yazıları Türk okuyucusu için iki açıdan ilgi çekicidir. Britanya Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey'in meslektaşı ve Birinci Dünya Savaşı öncesinde Dışişleri Bakanlığının mensubu olarak Casement, Britanya Devleti içinde neler olduğunu ilk elden görmüştür. İkinci olarak, Edward Grey idaresi altında, Britanya dış politikasında gerçekleştirilen, Osmanlı İmparatorluğu için sonuçları ağır olacak büyük değişimi açıklamıştır.
Casement, Avrupa'ya Karşı İşlenmiş Suç'ta yer alan makalelerde Britanya dış politikasının 1914'te çıkan savaştan doğrudan sorumlu olduğu görüşünü işlemektedir. O, Britanya Dışişleri Bakanlığının yaptıklarının kaçınılmaz sonucu olacağını gördüğü Birinci Dünya Savaşı'nda İrlanda'nın tarafsızlığını savunmuştur. Ancak bunun olanaksız olacağının anlaşılması üzerine savaşa, daha ilerici bir güç ve yeni saldırganlık politikasının kurbanı olarak gördüğü Almanya tarafında katılınmasını desteklemiş ve bu doğrultuda hareket etmiştir.
Casement, Balkan Savaşları’nın Avrupa'daki Osmanlı topraklarını nasıl parçaladığına ve bu suretle Osmanlı Devleti'nin ekonomisini canlandırmaya yardımcı olacak, Güneydoğu Avrupa'ya doğru Alman ticari genişlemesi önünde bir engel oluşturduğuna işaret etmiştir. Grey idaresindeki Britanya Dışişleri Bakanlığı bu dönemde merak uyandıracak şekilde hareketsiz kalmış, daha önceki Dışişleri Bakanlarının bunu ısrarla sürdürmüş olmasına karşın uluslararası hukuku ve Avrupa Kamu Hukuku'nu oluşturan antlaşmaları savunmayı bırakmıştır. Casement, Britanya'nın İmparatorluğunu Arabistan boyunca genişletmek ve Filistin ve -bir Britanya tanımlaması olarak- Mezopotamya'yı almak istediğini görmüştür.
Dr. Çetiner'in Casement'ın öngörülerini Türkçeye kazandırması, tarihçilerin Türk devlet adamlarının izledikleri hareket tarzlarını neden benimsediklerine dair değerlendirmelerinde muhakkak ki göz önüne almaları gerekli olan, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1914'de yüz yüze geldiği Birinci Dünya Savaşı'nın kapsamını açıklamak açısından önemlidir.” Dr. Pat Walsh
Seyithan Altaş Öğrenim çağımızın her döneminde genel bir tarih dersi olarak gördüğünüz “Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi” dersi Türk devrimini hazırlayan gelişmelerden oluşmaktadır. Ancak bu genel bir tarih anlayışı dışında daha da geniş bir mana ifade etmektedir. Çünkü Türk devrimi, emperyalizme ve onun içerideki işbirlikçilerine karşı verilmiş bir mücadele olduğu kadar bir çağdaşlaşma hareketidir. Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen bu hareket Doğu halkları arasında olduğu kadar Batıda da en geniş yankıları ve övgüleri almıştır. Bağımsızlık savaşının kazanılmasıyla Türk devrimini tamamlayan çağdaşlaşma hareketleri ile de bir toplumun kaderi feodal bir yapıdan ileri, çağdaş bir yapıya doğru geliştirilmiştir.
“Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi” dersinin amacı, geleceğimizin güvencesi olan gençlerimizin her bakımdan gelişmelerini sağlamak, Türk çağdaşlaşma devriminin çeşitli aşamalarını dün, bugün ve yarın anlayışı içinde kavramak, daha da ileriye götürmelerini sağlamak olacaktır. Geçmişte yaşananların geleceğe sağlam bir temel olacağı bilincine bu dersle ulaşacağız. Umarım bu kitabın bu bilince ve sağlam bir düşünce yapısına sahip olmak bakımından Türk gençlerine katkısı olur.
Seyithan Altaş Öğrenim çağımızın her döneminde genel bir tarih dersi olarak gördüğünüz “Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi” dersi Türk devrimini hazırlayan gelişmelerden oluşmaktadır. Ancak bu genel bir tarih anlayışı dışında daha da geniş bir mana ifade etmektedir. Çünkü Türk devrimi, emperyalizme ve onun içerideki işbirlikçilerine karşı verilmiş bir mücadele olduğu kadar bir çağdaşlaşma hareketidir. Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen bu hareket Doğu halkları arasında olduğu kadar Batıda da en geniş yankıları ve övgüleri almıştır. Bağımsızlık savaşının kazanılmasıyla Türk devrimini tamamlayan çağdaşlaşma hareketleri ile de bir toplumun kaderi feodal bir yapıdan ileri, çağdaş bir yapıya doğru geliştirilmiştir.
“Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi” dersinin amacı, geleceğimizin güvencesi olan gençlerimizin her bakımdan gelişmelerini sağlamak, Türk çağdaşlaşma devriminin çeşitli aşamalarını dün, bugün ve yarın anlayışı içinde kavramak, daha da ileriye götürmelerini sağlamak olacaktır. Geçmişte yaşananların geleceğe sağlam bir temel olacağı bilincine bu dersle ulaşacağız. Umarım bu kitabın bu bilince ve sağlam bir düşünce yapısına sahip olmak bakımından Türk gençlerine katkısı olur.
Murat Karataş

25 Nisan 1915 tarihinde İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’ye çıkarma yaptıkları yerlerden biri olan Anadolu Yarımadası’ndaki Kumkale, bugün Çanakkale Savaşları’nın unutulmuş bir alanıdır; oysa burası, Türk ve Alman rütbelilerinin riski yüksek olarak değerlendirdikleri bir bölgedir. Hatta burada, Gelibolu Yarımadası’na nispeten daha fazla kuvvet bulundurularak olası çıkarmaya karşı savunma düzeni alınmıştır. Fransız birlikleri Kumkale’ye çıkıp gerilerde kümelenmiş Osmanlı birlikleri ile karşılaştıklarından, Kumkale’nin kolayca elden çıkmayacağını anlamışlardır. İki gün boyunca süren çetin çarpışmalar neticesinde, Fransızlar burada tutunamamış, apar topar tahliye edilerek Seddülbahir bölgesine alınmışlardır. Fakat akıllarda halen şu soru vardır:


Acaba, Kumkale çıkarması sadece bir gösteri harekatı mıydı?



Çanakkale Savaları’nın ilginç bir yönünü teşkil eden Kumkale Savaşı, bir bütünün parçası olarak görülse de içerisinde barındırdığı çelişkiler, yaşanan olaylar ve sonuçları bakımından İtilaf Devletleri’nin Çanakkale serüveninin özeti niteliğindedir.


Eski harfli basma eserler dizimizin ilk kitabı olan çalışma, I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’nin bilinmeyen yönlerini ortaya koyması sebebiyle önemlidir. Kitap, kafalarda Çanakkale Savaşı’na dair var olan soru işaretlerinin birçoğunu ve belki de en önemlilerini kaldıracaktır.
Mesut Hakkı Caşın Hiçbir savaş; kendisini hazırlayan tarihsel, siyasal, etnik, dinsel, ekonomik, kültürel ve ticari çıkarların oluşturduğu çok katmanlı birikimden bağımsız anlaşılamaz.
Bu bağlamda İkinci Dünya Savaşı isimli bu eser; İkinci Dünya Savaşı'nın görünür olanın ötesinde yer alan iç içe geçmiş karmaşık nedenlerini gün ışığına çıkarmanın peşine düşerken ekonomik ve siyasal krizlerin totaliter rejimlerin güçlenmesine etkisinin arka planını da girift nedenleriyle birlikte mercek altına almaktadır.
Ayrıca yirminci yüzyılın en kanlı çarpışması olarak İkinci Dünya Savaşı'nın sebep ve sonuçlarını seksen yıl sonra yeniden gözden geçirirken aynı zamanda seksen yıl sonraki sorunlarla karmaşık bağına da ışık tutarak günümüz dünyasındaki güç ilişkilerinin sıcak ve soğuk savaş potansiyelini anlamamızı sağlamaktadır.
Kitapta yer verilen belge niteliğindeki binlerce fotoğraf ise hem savaşa dair araç ve mühimmatı hem de savaşın dehşetini ve yıkıcılığını bir belgesel film niteliğiyle hafızalara kazıyacaktır.
Kader Akdağ Sarı İmparatorluklara yüzyıllarca başkentlik eden İstanbul, önce saltanatın kaldırılması, ardından cumhuriyetin ilanı ve son olarak halifeliğin kaldırılmasıyla idari vasfını tümüyle kaybetti. Türkiye Cumhuriyeti'nin Ankara'yı başkentlikle "onurlandırması" ise stratejik kaygılardan öte tümüyle genç devletin hedeflediği modern ulus devlet amacıyla ilişkiliydi. Oysa İstanbul'un temsil ettiği değerler, sahip olduğu tarihî geçmiş ve barındırdığı unsurlar, iktidar açısından ulaşılmak istenen modernleşme hedeflerine birer engeldi.
Yeni iktidara göre fazlasıyla "İslâmî" ve "kozmopolit" bulunan, aynı zamanda kontrol edilmesi güç unsurlarıyla güven telkin etmeyen İstanbul, yoksul kalmış Anadolu'nun müsebbibiydi. Kalkınma hamlelerinde Anadolu'nun önceliğine önem verilirken "çürümüş geçmiş" olarak tanımlanan
Osmanlı'yla hesaplaşılması yeni ideoloji açısından tutarlı bir girişimdi. Bu idealler çevresinde Cumhuriyetin ilk yıllarıyla birlikte alman siyasi ve iktisadi kararlar; nüfusu gerilemiş, idari fonksiyonlarını yitirmiş, bir zamanların ticaret merkezi olan İstanbul'u, ihmallerin ve kayıtsızlığın hüküm sürdüğü bir evreye sürükledi. İmkânsızlıklarla mücadelenin simgesi durumundaki örnek ve fedakâr kent Ankara'nın modernleşme sürecindeki gelişimi, yeni Türkiye'nin vitrini olurken İstanbul, ötekileştirilip edilgen hâle getirildi. Ulusal kalkınma hedeflerinde birikiminden yararlanılmayan İstanbul, başta ticari olmak üzere birçok alanda ekonomik üstünlüğünü kaybetti. Elinizdeki kitap, bahsi geçen iddiaları iki bölümde toplamaktadır. İlk bölüm, modern ulus devlet bağlamında Ankara'nın önemine dikkat çekerken ikinci bölüm, başkentlik sonrası İstanbul'un hükümet politikaları karşısındaki durağanlaşma ve gerilemesine yoğunlaşmıştır.
Ahmed Refîk Kafkas Yollarında
AHMET REFİK
Erzurum kadınları, hattâ mini mini kızlar, tesettüre son derece ri’âyet ediyorlar. Ekseriyâ caddelerde, mahalle aralarında, kırmızı çizgili, ba’zan ipekli, ince hilâlî çarşaflar içinde alaca esvablar, yeşil ve kırmızı gül(l)ü şalvarlar giymiş hanımların misafirliğe gitdikleri görülüyor. Erzurum ahâlîsi gayet zekî ve mültefit. Sözleri düzgün. Esnafı bile ‘irfan sahibi. Onların, size iltifat içün bir: -Beğim, gözün üstüne gele, deyişleri var ki, bu basit cümlelerdeki teslîmiyetkârâne ve samîmâne edâlarına karşı Anadolu’nun bu serhad halkına kalben bir hürmet beslememek gayr-i kabil. Rus istîlâsı altında silâhsız yaşayan, Ermeni mezalimine çocuklarını, erlerini, hattâ kadınlarını kurban veren, işte bu halk...
Ramin Sadıgov 1917'de Rusya'da iki devrim meydana geldi. İlkinde, üç yüz yıllık Romanov hanedanı devrilerek Çar Nikola tahttan indirildi. İkincisinde, iktidara geçen Geçici Hükûmet, Bolşevikler tarafından silahlı isyanla uzaklaştırıldı.
Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmeleri, Rus toplumunu devrimci sol ideoloji yandaşları ve eski rejim taraftarları diye ikiye böldü. Dahası Bolşeviklerin dayatmacı, baskıcı, tek parti diktatörlüğüne dayalı siyasetleri toplumdaki ayrışmayı daha da derinleştirdi. Sonuçta, ülke 1917-1920 yılları arasında İç Savaş'a sahne oldu.
İç Savaş, Rusya'nın başkente yakın merkez şehirleri dışında hemen hemen bütün bölgelerinde yaşandı. Çatışmalar ülkeyi ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal bir çöküntüye uğrattı. Savaşın kazananı Bolşevikler, kaybedeni ise Rus halkı oldu. Zira halk dünya savaşından sonra iç mücadele yıllarında daha da yıprandı ve Sovyet yönetimi altında yaşamak istemeyen milyonlar ülkeden ayrıldı. Savaştan zaferle ayrılan Bolşevikler ise geride kalanlarla yeni bir toplum ve kendi ideolojilerine dayalı bir ülke tesis ettiler.
Gökalp Selışık Erkılıç Kurtuluş Savaşı gazisi Fahri Erkılıç’ın (1902-1972) 1968'de kaleme aldığı anı defteri, önce süvari sonra gümrük memuru olarak görev yaptığı hayatını anlatıyor. 1. Dünya Savaşı ve 1920-25 yılları arasında Kurtuluş Savaşı, Doğu Cephesi’nde tanık olduğu olaylar, Narman’a bağlı Kornes'ten (bugünkü adıyla Güvenlik köyü) Kars’a kadar yayılan coğrafyaya birinci elden ışık tutuyor. Torunu Gökalp Selışık Erkılıç’ın derlemesi ile bir araya gelen haritalar ve belgeler ile bölgenin tarihsel coğrafyasına dair detaylı bir incelemeye ve aile nesillerine uzanan bir anlatıma kavuşuyor.
Bayram Akça, Behçet Kemal Yeşilbursa, Ercan Haytoğlu, Hakan Uzun, Haluk Selvi, İhsan Erdem Sofracı, İhsan Güneş, Seher Akça, Sezen Karabulut, Umut Karabulut, Üyesi Birgül Bozkurt 1920, Türk bağımsızlık mücadelesinin örgütlü ve kurumsal bir yapıya kavuştuğu, yeni Türk Devleti'nin temellerinin atıldığı yıl olarak tarihe geçmiştir. Bu nedenle yalnız Türkiye'nin değil çevre coğrafyaların da şekillendiği tarihi bir sürecin başlangıcına işaret eder. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı Devleti'nin yıkılması sonucu kurulmuş ve Osmanlı'dan Cumhuriyet'e uzanan tarihsel bir boyut ortaya çıkmıştır. 1920 yılı birçok açıdan bu geçişin yaşandığı köprü görevini görmektedir. Bir yandan Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi yeni devletin temellerinin atıldığı kurumlar ortaya çıkmış, diğer yandan ise varlığı devam eden Osmanlı Devleti kurumları nedeniyle ikili bir yapı ortaya çıkmıştır.
Millî Mücadele ‘1920’ başlıklı çalışmamız, Millî Mücadele hareketine dair olayların yanı sıra İstanbul'daki Osmanlı kurumlarının tarihlerine de ışık tutmaktadır. Ayrıca Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası olaylara da yer vermekte ve Millî Mücadele dönemi Türkiye'sini birçok boyutuyla ele alan tarihsel bir panorama sunmaktadır.
Ali Sarıkoyuncu, Dilşen İnce Erdoğan, Ercan Çelebi, Esra Sarıkoyuncu Değerli, Fevzi Çakmak, Günver Güneş, Hakkı Uyar, Hüsnü Özlü, İbrahim Bozkurt, Müslime Güneş, Nilgün Nurhan Kara, Şaduman Halıcı, Umut Karabulut Millî Mücadele'ye tümüyle bakıldığında Türk tarihi açısından eşsiz bir dönemi ifade ettiği tartışılmaz bir gerçektir. Millî Mücadele yalnız I. Dünya Savaşı sürecinde ve sonrasında Mondros Mütarekesi ile vatan topraklarının işgalden kurtuluş savaşımı değildir, aynı zamanda modern Türkiye Cumhuriyeti'nin de kuruluşunu ifade eden tarihsel bir dönüm noktasıdır. Hiç kuşkusuz böylesine önemli bir tarihsel olgunun, tarihçilik açısından yeniden ve yüzüncü yıl dönümünde yeni bakış açılarıyla araştırılması değerlidir. Bu bağlamda askerî, toplumsal, kültürel ve diplomatik açılardan çok kritik gelişmelerin yaşandığı 1921 yılının 100. yıl dönümünde, Millî Mücadele 1921 kitabı, içerdiği farklı konu başlıklarıyla kültürel, tarihsel ortamın düşünsel yetkinliğine katkı sunmaktadır.
Buğra Terzi, Çiğdem Kılıçoğlu Cihangir, F. Rezzan Ünalp, Filiz Çolak, Funda Selçuk Şirin, İbrahim Halil Aytar, Murat Karataş, Seçil Karal Akgün, Sezen Karabulut, Ulvi Keser, Umut Karabulut, Yasemin Doğaner Millî Mücadele'ye tüm yönleriyle bakıldığında Türk tarihi açısından eşsiz bir dönemi ifade ettiği tartışılmaz bir gerçektir. Millî Mücadele, yalnız I. Dünya Savaşı sonrasında Mondros Mütarekesi ile vatan topraklarının işgalden kurtuluş savaşımı değildir; aynı zamanda modern Türkiye Cumhuriyeti'nin de kuruluşunu ifade eden tarihsel bir dönüm noktasıdır. Hiç kuşkusuz böylesine önemli bir tarihsel olgunun, tarihçilik açısından yeniden ve 100. yıl dönümünde yeni bakış açılarıyla araştırılması değerlidir. Bu bağlamda askerî, sosyoekonomik, toplumsal ve diplomatik açılardan çok kritik gelişmelerin yaşandığı 1922 yılının 100. yıl dönümünde, Millî Mücadele 1922 kitabı, içerdiği farklı konu başlıklarıyla kültürel, tarihsel ortamın düşünsel yetkinliğine katkı sunmaktadır.
Birgül Bozkurt, Birten Çelik, Ercan Haytoğlu, Fevzi Demir, Hasan Yürek, İbrahim Bozkurt, Kemal Arı, Olcay Özkaya Dumanlı, Sezen Karabulut, Temuçin Faik Ertan, Umut Karabulut, Volkan Payaslı Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri olan İtilaf Devletleri ile, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi sonrası Anadolu’da başlayan işgaller, hukuksuzluklar ve haksızlıklar, bir milleti var olma çabasıyla örgütlenmeye yöneltmiştir. Bu bağlamda Milli Mücadele, çeşitli zorluk ve yetersizliklere rağmen ülkenin işgaline ve parçalanmasına sessiz kalınmadığını gösteren, Anadolu’da verilen topyekûn bir direnişin adı olmuştur. İşgallere karşı yerel düzeydeki direniş, adım adım Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ve daha sonra Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde birleşerek ulusal düzeyde verilen mücadeleye dönüşmüştür.
Bu kitap, Millî Mücadele dediğimiz tarihsel sürecin 1919'daki gelişmelerine odaklanarak hazırlanmıştır. 1919’u birbirinden farklı konu ve bakış açılarıyla değerlendiren on üç çalışmanın yazarlarının ortak amacı, Millî Mücadele’nin 100. Yıldönümünde mesleğimizdeki tarihsel dönüm noktalarına özgü bir geleneği devam ettirmek ve ulusal ortak hafızamıza akademik bir yayınla katkıda bulunmaktır.
Abdurrahman İlhan, Arzu Erman, Bilal Karabulut, Doğacan Başaran, Elif Günal, Emre Ozan, H. Mustafa Eravcı, Kadir Ertaç Çelik, Mehmet Seyfettin Erol, Mücahide Nihal Engel, Naime Yüksel Kayaçağlayan, Nuri Salık, Sayim Türkman, Serpil Güdül Orta Doğu, tarih boyunca stratejik konumu ve küresel güçlerin siyasi ve iktisadi beklentileri sebebiyle, cazibesini hiçbir zaman kaybetmemiştir. Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti (1517-1917) döneminde istikrarlı bir dönem yaşayan Ortadoğu, Birinci Dünya Harbi’nin sonunda Osmanlı Devleti’nin parçalanmasıyla birlikte önce İngiltere ve Fransa’nın kontrolüne girmiş ve ardından da “Soğuk Savaş” Dönemi’nde SSCB ve Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasi ve askerî alanlarda çekişme sahası olmuştur.
Daha önce “Orta Doğu’ya Bakış I” kitabının devamı olarak hazırlanan bu ikinci kitap, yine tarihsel süreç içerisinde Orta Doğu ülkelerinin yaşadığı siyasi, askerî ve iktisadi olayları çok sayıda akademisyenin katkıları ile geniş bir dönemi kapsayacak şekilde Orta Doğu tarihine ışık tutmaktadır.
Arman Sert, Ayça Yenilmez Koyuncu, Begüm Çardak, Mehmet Kurum, Şeyda Öcal Arslan Terör tehdidi, tarihsel olarak bütün toplumlarda çeşitli şekillerde var olmuş ve yarattığı korku ile insanların davranışlarını hem düşünsel hem de davranışsal olarak etkilemiştir. Modern anlamda terörizm, 19. yüzyılda Batı devletlerinde ilk terör dalgası olarak anarşist doktrin kapsamında gelişim göstermiştir. Aynı dönemde Osmanlı Devleti'nde anarşist terör dalgasına paralel olarak Balkanlar'da etnik milliyetçi ve ayrılıkçı amaçlar ile çeşitli ayaklanma ve tedhiş hareketleri ortaya çıkmıştır. Bu kitapta, Osmanlı'dan günümüze Osmanlı dönemi ile Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve sonrasında yaşanan terörizm ve terörizmle mücadele tecrübelerinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Günümüzde, terörizm ve terörizmle mücadele kapsamında her ne kadar yabancı literatür temel alınsa da tarihsel perspektifte neredeyse her çeşit motivasyona sahip terörizme maruz kalan Türkiye'nin bu konuya ilişkin tecrübelerinin oldukça fazla olduğu görülmektedir.
Ülkemizde terör tehdidi ve terörle mücadele çoğunlukla güvenlik boyutuyla ve Soğuk Savaş döneminden itibaren ele alınmıştır. Bu kitapta, siyasal tedhiş hareketleri kavramsal olarak geniş çerçevede ele alınarak hem tarihsel boyutta hem de teröristle mücadeleden ziyade geniş çerçevede güvenlik boyutunun ötesinde politik ve ekonomik boyutu ile incelenmiştir. Bu kapsamda ortaya çıkan bu kitap ile Türkiye'nin maruz kaldığı terörizm tehdidi ile terörizmle mücadelesinin bir taraftan tarihsel olarak ortaya konulması amaçlanırken diğer taraftan güvenlik boyutunun ötesinde farklı boyutlarına dikkat çekilmesi hedeflenmiştir.

Fatma Uygur İstanbul'da Fransız büyükelçiler ve sefaret görevlileri, Osmanlı’nın maruz kaldığı kaotik ortamlarda icra ettikleri diplomatik faaliyetlerle öne çıkmışlardır. İstanbul'da bir sadrazam kadar icrâ-yı nüfuz eden Napolyon'un casusu General Horace Sébastiani, Cezayir'de Napolyon'un Lawrence'ı Vincent-Yves Boutin veya Yanya Paşası Tepedelenli Ali'nin çıkardığı isyana destek veren Pouqueville gibileri sadece bir konsolosluk veya büyükelçilik görevini yerine getirmek için değil iç karışıklıklar çıkartmak için de faaliyet göstermişlerdir.
Fransız İhtilali’nin rüzgârıyla önce bir savrulan, sonra yeniden toparlanarak denge siyaseti gütmeye başlayan Osmanlı ise diplomasi sanatında henüz pek mahir değildir. Seyyid Ali Efendi'nin diplomat Talleyrand tarafından aldatılması bu duruma örnek bir vakadır. Yetenekli ve becerikli Fransız diplomatlar, kurdukları casusluk ağıyla her türlü bilgiye kolayca ulaşabilmişlerdir. Nitekim Sultan Mahmud'un ölümünü Paris'te bulunan Reşid Paşa'ya saraydakilerden önce Fransızlar haber vermişlerdir.
Bu çalışmaya, Fransız Diplomat Kont Émile Desages'ın kaleme aldığı Osmanlı-Fransız Diplomatik Münasebetleri (1800-1840) konu edilmiştir. Yunan ayaklanmasının getirdiği kaotik dönemden Cezayir'i işgal ederek zafer kazanan bir Fransa tablosu ve Mısır paşasının isyanlarını her daim destekleyen bir Fransız dış politikası, Osmanlı paşaları nezdinde ele alınmıştır.
Fatih Mehmet Eşki Birinci Dünya Savaşı Dönemi'nde Çarlık Rusya'nın birçok şehrinde faaliyet gösteren Rusça basın, 1914-1917 yılları arasında önemli görevler üstlenmiştir. Rusça basın, yoğun bir şekilde uygulanan askerî sansüre rağmen gazete ekleri ve ivedi sayılar vasıtasıyla propaganda faaliyetleri yürüterek savaş ortamını daha geniş bakış açısıyla gündemde tutmuştur. Kafkas Cephesi'nde yaşanan askerî hareketlilik ile asker ve subay mektupları, siyasi yorum ve değerlendirmeler, stratejik gelişmeler, esir askerler ve işgal edilen şehirlerin tanıtımı gibi birçok konu Rus kamuoyuna aktarılmıştır. Ayrıca en yetkili makam olan Rus Kafkas Ordusu Karargâh Merkezi tarafından son askerî gelişmeler günü gününe duyurulmuştur.
1914-1917 yıllarına ait günlük yayımlanan Rusça gazeteler; dönemin askerî, siyasi, idari, dinî, kültürel, ekonomik ve sosyal konuları gibi birçok yönünü yansıtması bakımından önemlidir. Bu kitapta, Kafkas Cephesi araştırmalarında daha önce yapılan çalışmalardan farklı olarak Rusça gazeteler ile Çarlık Rusya askerî arşiv belgeleri kullanılmıştır. Ayrıca bu alandaki Türkçe ve Rusça kaynaklar değerlendirilerek karşılaştırmalı bir yöntemle Kafkas Cephesi'ne daha geniş ve farklı bir bakış açısı ortaya konulmaya çalışılmıştır. İşgal edilen Anadolu şehirlerinin tamamı müstakil olarak ele alınmıştır. Kitap, bu yönü ile Türkiye'de ilgili alanda yapılan ilk çalışmadır.
Kafkas Cephesi hakkında diğer arşiv kaynakları ve dönemin Türkçe gazetelerinde çeşitli sebeplerle yer almayan olaylar, kişiler ve 3. Ordu askerlerine ait kahramanlık öykülerinin izi bu kitapta sürülebilmektedir. Araştırma, Kafkas Cephesi ve coğrafyasının az bilinen birçok yönünü ortaya çıkarmaktadır.
Hüseyin Nesîmî Seyâhat, Abidin Nesimi'nin babası Hüseyin Nesîmî’nin 25 yaşında bir Osmanlı delikanlısı olarak 1893 yazında İtalya, İsviçre, Fransa, İngiltere, Belçika, Almanya, Avusturya-Macaristan, Sırbistan ve Bulgaristan topraklarına yaptığı gezi sırasında gördüklerini ve izlenimlerini anlattığı bir kitap. Siyasal ve toplumsal hareketlerin de içinde yer alan ve 1915 yılında Lice kaymakamlığı sırasında Diyarbakır Valisi Reşit Bey’in emriyle pusuya düşürülerek şehit edilen Hüseyin Nesîmî, bu gezi notlarına Osmanlı devletinin sorunlarına ilişkin tespitlerini ve çözüm önerilerini içeren bir bölüm de eklemiş. Yirminci yüzyılın başlarında Girit-Hanya’da basılmış olduğu için gözden kaçmış olan Seyâhat, gezi edebiyatımızı, modernleşme tarihimizi zenginleştirecek bir eser.
Beşir Mustafayev Ermeni (Hay) isyanlarının ortaya çıkışında Taşnak, Hınçak, Bolşevik vb. terör örgütleri, önemli görevler üstlenmişlerdir. Bu örgütlerin tüm faaliyetlerine Rus yönetimi başta olmak üzere çıkar peşindeki dış güçlerin destek olduğunu gösteren çok sayıda arşiv belgesi bulunmaktadır. Okuyuculara takdim olunan “Tarihte Rus ve Ermeni Tedhişi” kitabı, bu belgelere dayanan gerçek bilgileri, Rus ve Ermeni terörünün Osmanlı'dan sonra Kafkaslar ve bilhassa Kuzey Azerbaycan'daki Müslümanlara yapılan katliamlardan Anadolu insanının haberdar olmaları için kaleme alınmıştır. Bugüne dek ele alınan kitapların -birkaç istisna dışında- hemen hepsi Ruslar başta olmak üzere emperyalist güçlerin tuzağına düşmüş ve sözde soykırım tezini çürütmek üzere yazılmıştır.
Konunun incelenmesinin çok büyük tarihî ve ilmî ehemmiyeti vardır. Böylece günümüzde de devam eden Rus ve Ermeni devlet terörünün gerçek yüzünün dünya kamuoyuna siyasiler ve dini (Hıristiyanlığı) kullanan kitleler değil tarihçiler tarafından aktarılmasının yerinde olacağı kanaatindeyiz. Çalışma; geniş okuyucu kitlesi, tarihçiler, gazeteciler, öğrenciler ve diplomatların ilgisine sebep olacağı belge ve bilgilere dayalı arşiv toplusu ve olayların kronolojisidir.
Tarihî olgu ve olaylar tarihçilere bırakılacak kadar elzemdir. Bu tarihî görevimizi eserimizde yerine getirmeye çalıştık. Elinizdeki bu kitap, işbu konuyla ilgili yıllardır araştırdığımız ve bir kısmını kaleme aldığımız çalışmamızdır. Kitaptaki belge, bilgi, zaman zaman görüş ve analizlerim hem meslektaşlarımın hem de okurlarımın katkı sağlayacak fikir ve eleştirisine açıktır.
Beşir Mustafayev Ruslar, Ermenileri kendi amaçları doğrultusunda kullanırken hiçbir zaman Ermeni dostu olmamışlardır. Ermeniler de bunun farkında oldukları hâlde güç de olsa kendi hayallerine ancak Ruslar aracılığıyla ulaşacaklarına inanmışlardır. Çünkü Ermeniler, bir Ermeni coğrafyasının oluşmasında Ruslara her zaman minnet duymaktadırlar ki bunda da haksız sayılmazlar.
Eski Türk yurdu olan şimdiki Ermenistan arazisinde, ta eskiden beri Türk izleri mevcuttur. Türk toponimleri, MÖ VIII. yüzyıldan başlayarak XII-XIV. yüzyıla kadar yaşamış ve oradaki ulu Türk ecdatlarının etnografisi olmuştur. Türk yer adlarını değiştirme siyaseti, Taşnak Ermeni terörü ve Bolşevik Rus Devrimi'nden sonra yeni boyut kazanmıştır. Türkçe olan yüzlerce köy isimleri, kasıtlı olarak çıkarılan kararnamelerle Ermenice adlarla değiştirilmiştir. Ad değiştirme operasyonu, Stalin döneminde hız kazanmış, Azerbaycan Türklerinin planlı şekilde kovulması uygulamaya konulmuştur. Ermeniler, yapılan bu göç siyaseti ile artık Ermenistan denen coğrafyada, olası bir Müslüman Türk problemine karşı kendilerini garantiye almış, rahat bir şekilde politikalarına devam etmişlerdir. Böylece yoğun bir şekilde Karabağ ve Nahçıvan üzerinde toprak iddiasında bulunmaya başlamışlardır.
Bir zamanlar Türklerin yaşadığı ve egemen olduğu şimdiki Ermenistan (Revan, Zengezur, Göyçe) arazilerinde, özellikle son yıllarda Azerbaycan'da yayınlanan eserlerle ilgili Türkiye'deki araştırmacılara yol gösterecek ve okuyucuların faydalanabileceği çalışmalar hemen hemen yok denecek kadar azdır. Bu kitap, başta üniversitelerin ve kamuoyunun bilgilenmesi açısından kayda değerdir.
Cafer Güler, Çağla Demirdüzen, Hamiyet Sezer Feyzioğlu, Lemi Atalay, Melis Çeliktaş, Merve Cemile Sönmez, Selda Kılıç, Yasemin Zahide Erol, Zeynep Gül Erel Çalan Yakın Çağ Dünya Tarihi adlı bu eser zaman zaman daha önceye de gitmekle beraber, esas olarak 1789 tarihinden I. Dünya Savaşı'nın çıkışına kadarki süreci kapsamaktadır. Bilindiği gibi bu zaman aralığı, üzerinde yaşadığımız dünyanın tarihinde günümüzü de etkileyen önemli olayların olduğu bir dönemdir. Bu çerçevede; Sanayi Devrimi ile başlayan Avrupa’daki gelişmeler, Amerika, Afrika, Asya ve Uzak Doğu’daki değişim, incelemeye alınan konular arasındadır.
18. yüzyılda başlayan Sanayi Devrimi bu dönemde gelişerek etkilerini artıracaktır. Yine siyasi olaylar açısından, Fransız Devrimi, 1830-1848 İhtilalleri, devletlere yön veren dönemin olaylarıdır. Keşiflerle başlamış olan sömürgecilik faaliyetleri 19. yüzyılda değişiklik gösterip büyüdüğünde, dünya karalarının çoğunluğu ve buralarda yaşayan insanlar, başta İngiltere olmak üzere Fransa, Almanya, İtalya gibi devletlerin nüfuzu altına girecektir. Bu yüzyılda, Almanya ve İtalya, birliklerini tamamlayarak dünya siyaset sahnesine çıkacak, aynı zaman içerisinde Rusya, Japonya, İran, Güney Amerika ve Çin’de de gelişmeler yaşanacaktır. ABD güçlü bir devlet olarak büyük devletler arasında söz sahibi olmaya başlayacaktır. Hindistan, dünya siyaseti açısından İngiltere’nin politikalarına yön veren önemli bir konumdadır. Yüzyılın bitişi sonrasında yani 20. yüzyıl başlarında da dünya tarihinin dönüm noktası olaylarından Birinci Dünya Savaşı patlak verecektir.