Uluslararası Göç \ 1-1
Asiye Şimşek Ademi “Taliban kocamın sakalını ölçmüş ve kısa olduğu için kafasına vurmuş. Göz damarları yırtılmış, dedi doktor. Kulakları da sağır oldu. Çok korktuk. Yolda ölsek de gidelim buradan dedik. Tüm paramızı kaçakçılara verdik. Geldik İran'a” (Afganistan).
“Babam, abim, ailenin erkeklerinin hepsi bahçede otururken bir patlama olmuş. Herkes parçalanmış. Tam bir hafta boyunca ağaçlardan ailemin etlerini topladım. Bazılarının etleri, saçları ağaçların üstüne kadar gitmişti”. (Suriye).
“Cenazeyi getirtemedik, çok pahalıydı. Nereye gömmüşler bilmiyorum. Biz çok geç gönderdik, o yüzden iyileşmedi. Doktorlarla konuştuk. Birleşmiş Milletlere gittim hiçbir şey yapmadılar. Kaçakçılarla gönderdik” (Afganistan).
“Bir kadın terlik giymişti, Taliban askerleri ayağına ateş etti. Bence kadın hak etti. Terlik İslam'a uygun değil. Benim mesela nişanlım başımı kapattı. Çok şükür hep kapalı giyinirim o günden beri” (Afganistan).

Bu kitap; İran’da yaşayan Afganistan uyruklu kadınlarla, Türkiye’de yaşayan Suriye uyruklu kadınların göç hakkındaki izlenimlerinin araştırılması amacıyla yazılmıştır. İki ülkede gerçekleştirilen alan araştırmalarıyla, bu ülkelerdeki göçmen kadınların hayatına yakından şahit olunmuş ve göçle ilgili düşünceleri sorgulanmıştır. Bugüne kadar göçten en çok etkilenen kesim olmalarına rağmen hep göz ardı edilen, savaşın da göçün de nesnesi konumunda olan kadınlara direkt hitap eden, onların düşüncelerini sorgulayan bu çalışma, kadınları göçün nesnesi olarak değil öznesi olarak ele almaktadır.
Hasan Hüseyin Aygül - Erdal Eke Türkiye, insanlık tarihinin temel bir karakteristiği olan göç hadisesinin ayrıca küresel ve bölgesel krizlerin kalbinde yer alan bir ülkedir. Tarihine, kültürüne ve toplumsal dokusuna uygun olarak dünyanın en büyük göçmen/mülteci/sığınmacı nüfusuna ev sahipliği yapmaktadır. Ülke nüfusunun yaklaşık %5'ini oluşturan söz konusu göçmen gruplara yönelik gerçekleştirilen insani yardımlar ise Türkiye'yi en büyük donör ülkesi hâline getirmektedir.
Türkiye özelinde göç, sadece tanımlama ve sınıflama yapılması gereken bir mesele değil aynı zamanda anlama ilişkisi çerçevesinde ele alınması gereken çoklu ve disiplinlerarası bir olgudur. Bu eser, 6 üniversiteden toplam 16 akademisyen tarafından farklı alanlarda üretilmiş teorik ve uygulamalı çalışmaları (tarih, kamu yönetimi, hukuk, uluslararası ilişkiler, eğitim, ekonomi, sosyoloji, sağlık hizmetleri, coğrafya ve iletişim) bir araya getirerek Türkiye'deki göç olgusunun tarihsel ve güncel görünümlerini enine boyuna tartışmaktadır. 21. yüzyılın penceresinden, göç olgusunu çok boyutlu olarak irdeleyen bu kitap, bilimsel üretimdeki kolektif gücün vermiş olduğu dinamizm ile birlikte hem ilgili literatüre katkı sağlamakta hem de Türkiye'nin tarihsel misyonunu gözler önüne sermektedir.
Jülide Karakoç, H. Deniz Genç Kuruluşundan bugüne farklı göç ve sığınma hareketleriyle şekillenen Türkiye Cumhuriyeti'nin göç politikaları özellikle Suriye'de 2011'de başlayan iç savaş nedeniyle Türkiye'ye yönelen kitlesel göç hareketleri ile çok tartışılan bir baslık hâline gelmiştir. Bir yandan Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma iskân politikaları ve diğer yandan yeni bölgesel ve uluslararası koşullar, kurallar ve kurumlarda yaşanan gelişmeler etrafında kabul ettiği yeni uygulamalar dâhilinde değerlendirilmesi gereken Türkiye'nin göç politikalarını anlamak bu çerçevede önemli hâle gelmiştir.
Türkiye'nin göç politikalarını kuruluşundan bu yana 50 soru çerçevesinde ele alan bu çalışma, kapsamı ve içeriği ile bu alanda çalışmaya başlayan araştırmacılar, öğrenciler ve konuya ilgi duyan okuyucular için bir başucu kaynağı olma niteliği taşımaktadır. Alanında uzman araştırmacı ve akademisyenlerin değerli katkılarıyla hazırlanan bu kitap, Türkiye'nin göç politikalarını yerel, ulusal ve uluslararası bağlam içerisinde anlamaya çalışan okuyuculara geniş bir perspektif sunmaktadır.
Asiye Şimşek Ademi, Erkan Oktay, Ömer Alkan Mülteci meselesi, bugün küreselleşen dünyanın en önemli gündem maddelerinden biri hâline gelmiştir. Birleşmiş Milletler küresel eğilim raporlarına göre yaklaşık 300 milyon insan kendi ülkesi dışında yaşamaktadır. Bu oran, dünya nüfusunun yaklaşık %3,6'sına tekabül edip mülteci krizinin geldiği boyutu gözler önüne sermektedir. Gelinen noktada sorunun artık kaynak ülke veya ev sahibinin çabalarının çok ötesinde bir ilgiyi gerektirdiği aşikârdır. Bu amaçla devletler kaynak ülkelerdeki sorunların çözümü ev sahibi ülkelerin ise yükünün paylaşımı için çaba harcamaktadırlar. Bu çabaların anlamlı bir şekilde çözüme katkı sunması ise ancak ve ancak sorunun kökenlerinin tespiti ve ortaya konması ile mümkündür. Bununla birlikte mültecilerin sığındıkları ülkelerin şartlarına uyum sağlaması, yaşama şartlarının ve yaşam memnuniyetinin iyileştirilmesi her şeyden önce insani bir meseledir.
Bu çalışmanın bulgularına göre; Birleşmiş Milletler geçici sığınmacı statüsünde Türkiye'de barınan Afgan göçmenlerin %70,8'i Türkiye'de yaşamaktan yüksek düzeyde memnun iken %6,9'u orta düzeyde ve %22,3'ü düşük düzeyde memnun olduklarını belirtmişlerdir. Çalışmada Afgan göçmenlerin Türkiye'de yaşamaktan memnuniyeti üzerinde etkili olabilecek faktörler ve bu faktörlerin marjinal etkileri de araştırılmıştır.
Ayşe Gülce Uygun, Barış Sevinçli, Büşra Yılmaz, Cemre Pekcan, Cengiz Dinç, Cihan Günyel, Filiz Değer, Hakan Kıyıcı, Hatice Yazgan, Kamber Güler, Kyryll Sturmak, Mehmet Çağatay Abuşoğlu, Mehmet Emir, Merve Suna Özel Özcan, Murat Çemrek, Oğuzhan Mutluer, Samet Zenginoğlu Avrupa 2023 başlığını taşıyan bu kitapta, alanında uzman akademisyenler tarafından Avrupa Kıtası'na uluslararası ilişkiler disiplini bakış açısından mümkün olduğunca güncel ve bilimsel bir yaklaşım geliştirilmeye çalışılmıştır. Bölümlerde; iç gelişmelere, güncel siyasete, hukuk sistemlerine, göç konusuna, kıtanın küresel ve bölgesel stratejilerine, Rusya ile ilişkilere, Ukrayna Krizi'ne, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Kuzey Amerika, Çin, Türkiye, NATO ile ilişkilere ve terörizm konularına derinlemesine değinilmektedir.

Mehlika Özlem Ultan Yasa dışı göç konusu, Avrupa Birliği ve Türkiye gündeminde geniş bir yer kaplamaktadır. Yapılan göçlerin engellenmesi aşamasında izlenen politikalar da çeşitlilik göstermektedir. Bu çalışma, konuya Avrupa Birliği'nin bakış açısıyla bakarken; uygulamada İspanya, İtalya ve Yunanistan olmak üzere üç Akdeniz ülkesinin denizden gelen yasa dışı göçlerle nasıl mücadele ettiğini açıklamaya çalışmaktadır. Yasa dışı göçlere yönelik siyasi, ekonomik ve sosyokültürel boyutların değerlendirildiği bu çalışma; hem yasa dışı göçün önlenmesine yönelik hangi politikalar izlenmesi gerektiğini vurgulaması sebebiyle hem de yasa dışı göçün güvenlik konusuyla nasıl ilişkilendirildiğinin anlaşılması amacıyla önem teşkil etmektedir.
Eser, yasa dışı göç alanında mevcut bilgileri ortaya koyarak, konunun arka plana atılmış yönlerini ortaya çıkarmayı hedeflemektedir. Çalışmanın, Avrupa Birliği yasa dışı göç politikasını anlamak isteyenlerin yanı sıra, soruna yönelik geliştirilen çözüm önerilerini merak edenlerin de ilgisini çekeceği düşünülmektedir.
Sait Vesek Suriyeli göçü Türkiye'de siyasi, toplumsal ve akademik tartışmaların önemli bir parçası hâline gelmiştir. Bu konunun önümüzdeki yıllarda da önemini koruyacağı aşikârdır. Zira Türkiye, dünyada en fazla Suriyeli mülteciyi barındıran ve bu göç sürecinden en çok etkilenen ülkelerden biridir. Bu kitap, Suriyelilerin hem iç savaş sırasındaki hem de Türkiye'deki mültecilik deneyimlerine odaklanmaktadır. Bu doğrultuda kitap; Suriyelilerin iç savaş sırasında Türkiye'ye gelmeden önce yaşadıklarını, Türkiye'ye geliş süreçlerini, bu araştırmaya temel teşkil eden saha çalışmasının yapıldığı Gaziantep ve İzmir'i neden tercih ettiklerini, iş gücü piyasasında ne ölçüde ve ne şekilde yer edindiklerini ne tür fırsat ve zorluklarla karşılaştıklarını, zorunlu göç mağduru olarak kentlerin zorlu yaşam koşullarında tutunma sürecinde ne gibi stratejiler geliştirdiklerini ele almıştır. Bunun yanı sıra Türkiye'de kalmak, Batı ülkelerine gitmek veya Suriye'ye dönmek isteyenlerin bu eğilimlerinin ardında ne gibi faktörlerin olduğu bu kitabın üzerinde önemle durduğu başlıklardandır. Kitabın Türkiye'de göç konusundaki tartışmalara katkı sunması dileğiyle…
Behçet Kaldık, Fethi Nas, Habibe Temizsu, Hıdır Apak, Kamil Şahin, Mehmet Anık, Melih Sever, Oktay Tatlıcıoğlu, Rıdvan Şimşek, Rukiye Şimşek, Selda Adiloğlu Tarihsel olarak uzun bir geçmişe sahip olan göç olgusu, günümüzde farklı alanlarda etkisini daha çok hissettirmektedir. Son yıllarda gerek bölgesel gerekse de küresel ölçekte yaşanan birtakım sorun ve gelişmelerle birlikte uluslararası göçlerde niceliksel bir artış yaşanmıştır. Bu durum, küresel boyutta bir etki yaratarak yeni tartışmalara yol açmıştır. Elinizdeki kitap, farklı pencerelerden uluslararası göçü incelemekte, mevcut tartışmalara kavramsal ve kuramsal bağlamda katkı sağlamaktadır.
Genel olarak uluslararası göçler neticesinde toplumsal uyum, kimlik, ekonomi, istihdam ve eğitim gibi pek çok alanda çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Yaşanan bu sorunlar, aynı zamanda ev sahibi toplumu da farklı boyutlarda etkilemektedir. Devletler ise bu sorunların çözümü için birtakım sosyal politikalar üretmekte, bu kapsamda asimilasyon, entegrasyon ve çokkültürcülük gibi farklı uygulamalar söz konusu olabilmektedir. Ayrıca göçlerin insan hakları boyutu da önem taşımaktadır. Mevcut kitapta tüm bu konular ele alınarak tartışılmaktadır.
Kitapta; küresel çaptaki uluslararası göçlerin niteliği ve etkisi farklı boyutlarıyla tartışılmakta, bu tür göçlerin bölgesel etkileri bağlamında Türkiye örneği ayrıca ele alınmaktadır. Uluslararası göçler çerçevesinde Anadolu topraklarına yüzyıllarca çeşitli göçler yapılmıştır. Bilakis Türkiye, son zamanlarda bahse konu göçlerden önemli derecede etkilenmiştir. Bu durum ise Türkiye'nin göç politikalarını belirleyerek yeni tartışmaları beraberinde getirmiştir. Tüm bu tartışmaların incelendiği mevcut kitap, uluslararası göçlere yönelik geniş bir perspektif sunarak ufuk açıcı bir tartışma alanı sunmaktadır.


Hamza Yavuz Bazı istisnalarla birlikte tüm Yahudilerin İsrail'e koşulsuz destek sunduğu kanaati oldukça yaygındır. ABD ile İsrail arasındaki "özel ilişki", dolayısıyla Amerika'daki Yahudi diasporası söz konusu olduğunda bu kanaat daha da güçlenmektedir. 1967 Savaşı'ndan 1970'lerin sonlarına kadar Amerikan Yahudileri için İsrail'i tereddütsüz desteklemek gerçekten de iyi bir Yahudi olmanın gereğiydi. Fakat 1980'lerin başlarından bu tarafa İsrail'deki bilhassa sağ kanat hükûmetlerin, Filistin'e/Filistinlilere yönelik eylem ve politikaları, Amerikan Yahudi toplumunun giderek genişleyen bir bölümü tarafından yoğun bir biçimde eleştirilmektedir. Bu kitap, Amerikan Yahudilerinin İsrail'in Filistin politikasına yönelik eleştirilerini anlamlı bir bağlam içerisine yerleştirmeyi ve bu eleştirilerin muhtevasını detaylı bir biçimde açığa çıkarmayı amaçlamaktadır. Kitapta, eleştirilerin temelinde, Amerikan Yahudilerinin ev sahibi toplumlarıyla etkileşimleri vasıtasıyla deneyimledikleri kimlik dönüşümünün yattığı iddia edilmektedir. Kimliğin nasıl dönüştüğü tarif edilirken Hall, Gilroy ve Clifford'un diaspora kimliklerinin, farklılıkla yürütülen müzakereler yoluyla melezleştiğini ve nihayetsiz ve doğrusallık arz etmeyen bir biçimde yeniden ve yeniden inşa edildiğini savunan görüşlerinden yararlanılmaktadır. Kitapta, Amerikan Yahudilerinin deneyimledikleri kimlik dönüşümünün dinî ve siyasi boyutlarına odaklanılmaktadır. Zira muhtelif anket araştırmaları, Amerikan Yahudilerinin İsrail-Filistin çatışmasına yaklaşımlarıyla dinî ve siyasi kimlikleri arasında yakın bir ilişkinin mevcut olduğunu göstermektedir. Amerikan Yahudilerinin İsrail'in Filistin politikasının hangi yönlerini eleştirdikleri ve bu eleştiriler için hangi gerekçeleri öne sürdükleri ise Eylül 2017 ile Mart 2018 arasında çeşitli Amerikan Yahudi örgütlerinden temsilcilerle gerçekleştirilen mülakatlar ışığında açıklığa kavuşturulmaya çalışılmaktadır.
Orhan Battır Modern dönemde hızı ve görünürlüğü artan göç hareketleri; eylem düzeyinde sosyo-demografik bir olgu iken önce politik alana dâhil olmuş sonrasında ise güvenlikleştirilerek yüksek politika konusu hüviyetine bürünmüştür. İçinde bulunduğumuz yüzyılda ise göç, uluslararası sistemin işleyişine doğrudan etki eden ve sistem aktörleri arasındaki etkileşimi şekillendiren, bu yönüyle uluslararası toplumun öncelikli gündem maddeleri arasında ön sıralarda yer alan konulardan birisi hâline çoktan gelmiş durumdadır. Son yılarda sorun olan yönleriyle sıkça gündeme gelmesinin de etkisiyle göç konusuna olan akademik ilginin de giderek arttığı görülmektedir.
Bu eser, tarihsel süreçte insanların çok farklı gerekçelerle de olsa yaşadıkları yerleri terk ederek başka yerlere yerleşmelerini âdeta bir doğa durumu olarak ele almaktadır. Bu yüzden eserde; göç olgusunu mutlaka önlenmesi gereken bir “suç” olarak görmenin ve buna bağlı olarak da göçmenlere “suçlu” nazarıyla bakmanın temel bir yanılsamadan ibaret olduğu şeklinde değerlendirmelere yer verilmektedir. Tabii ki bunu yaparken göçe dayalı sorunların yok sayılması ya da görmezden gelinmesi gibi bir hataya düşmemeye de özen gösterilmektedir.
Caner Ünal, Harun Gümrükçü, İbrahim Hasanoğlu, İlkay Kutlar, İrem Pınarbaşı, Mustafa Yeğin, Muzaffer Bimay, Vedia Derda Taşar, Yasin İlkdoğdu, Zeynep Hiçdurmaz Batı literatüründe küreselleşme diskuru içerisinde öne çıkan temel tezlerden biri de "yabancılığın sonu"nun geldiği doğrultusundadır. Bu bakışa çok farklı boyutlarda itiraz edilmekte ve/veya karşı çıkılmaktadır. Karşı tez sadece bu kavramın anlamıyla sınırlı olmayıp aynı zamanda yabancılığın hiç de sona ermediği, onun yok edilemezliği tartışılarak gösterilmektedir. Bu kitapta, yabancılığın diskürsif bir konstrüksiyon olduğu noktasından hareket edilmektedir. Modernitenin küreselleşmesinin yabancılık olgusu üzerinde etkisi belirleyici olmaya devam edecek ve dolayısıyla yabancılık üzerine diskurlar daha da yaygınlaşacaktır.
Kitapta, teorik argümanların yanı sıra çok kapsamlı pratik ve politik sonuçların üzerinde de durulmaktadır. Bu çerçevede ne anlama geldiği tam açıklanamayan "eşitlik çağı" kavramı sorgulanmakta ve aşağıdaki varsayımlar üzerinde durulmaktadır:
• Çeşitli boyutlarıyla ortaya çıkan ve "dünyanın yoğunlaşması" görüşünü kendisine ortak payda olarak sergileyen küreselleşme herkese şans eşitliği sunmakta mıdır?
• Hiç kimsenin dışlanmadığı bir dünyada mı yaşanılmaktadır ki “yabancılığın sonu” savı bilimsel çevrelerce sunulmaktadır?
• Küreselleşen dünya, toplumlar içi ilişkileri polarize etmemekte, bölüp parçalamamakta ve onların taşıyıcı sütunlarına meydan okuyarak derin uçurumların oluşmasına yol açmamakta mıdır?
Ali Öztürk, Anna Mratschkowski, Ayşe Berna Sarı Arasıl, Ayşegül Ilgaz, Harun Gümrükçü, Hasan Basri Savaş, Malike Gümrükçü, Nilüfer Keskin Akcadag, Patricia Beck, Sebahat Gözüm, Seher Yurt, Sevim Şen Dijitalleşme ve enformasyon teknolojisindeki hızlı değişim sağlık elemanlarındaki küresel hareketliliği daha da güncelleştirmiştir. Onlara olan gereksinim nüfusun yaşlanması, kronik hastalıkların artması ve nesiller arası sosyal bağların farklı bir boyutta evrilmesi gibi nedenlerle hızlıca artmaktadır. Mevcut sayıları bu ihtiyaca cevap verecek düzeyde olmaması yanında ülkeler ve bölgeler arasındaki dağılımlarında da önemli farklılıklar mevcuttur.
Bu eserde sağlık profesyonellerinin küresel göçüne dönük temel bilgiler sunulmakta, bu sürecin alıcı ve gönderici ülkeler için nasıl başarılı bir hâle getirilebileceğine ilişkin stratejiler tartışılmaktadır. Küresel ve ulusal aktörlerin siyasi, ekonomik ve sosyal sorumluluğuna dikkat çekilmektedir. Sağlık profesyonellerinin göç alan ülkelerde iş koşulları irdelemekte, dilsel, kültürel ve diploma denkliği sorunları üzerinde çözüm yolları gösterilmektedir. Ayrıca hemşireliğin sosyal sistemdeki stratejik önemi bu eserde ele alınmakta, dört ülke kökenli uzmanların araştırmalarıyla mevcut zorluklara, eğilimlere ve tahminlere dönük genel bir bakış sunulmaktadır.


The rapid change in dıgıtalization and information technology has further updated the global mobility of healthcare professionals. The need for them is briskly increasing due to reasons such as the aging of the population, the increase in chronic diseases, and the evolution of intergenerational social ties to a different dimension. In addition to the fact that the current numbers are not sufficient to meet this need, there are also significant differences in their distribution among countries and regions.
In this work, basic information about their global migration is presented and strategies on how to make this process successful for recipient and sending countries are discussed. Attention is drawn to the political, economic, and social responsibility of global and national actors. Health professionals are examined in the migrant countries and solutions are shown on linguistic, cultural, and diploma equivalence problems. In addition, the strategic importance of nursing in the social system is discussed in the work, and an overview of experts from four countries.

Ali Asker Bal, Ali Öztürk, Ayşe Beyza Ercan, Didem Çakmaklı, Harun Gümrükçü, Hülya Küçük Bayraktar, Hüseyin Karabulut, İdris Söylemez, Necati Ağıralioğlu, Ömer Faruk Kırmıt, S. Buğrahan Karabulut, Saltuk Ağıralioğlu, Sami Şener Göç hareketleri, insanlığın varoluşuna kadar geri gitmekte ve dün olduğu gibi bugün de bizleri meşgul etmektedir. Bu bakışla hazırlanan yayın serimizle bu olgunun ne olduğu, ne tür süreçlerden geçtiği ve zamanın ruhuna uygun nasıl çözümler bulunacağı üzerinde durulmaktadır. Bu sürecin birçok bileşeni, boyutu ve formu olduğundan çeşitli yönleriyle ortaya çıkmaktadır. Kuşların mekân değişimlerini analizle başlayan göç çalışmaları, tarih boyunca insanlığın en önemli sosyal faaliyetlerinden biri olagelmiştir. Bu anlamda Anadolu, insanın en eski yerleşik hayata geçip tarımsal faaliyetlerde bulunduğu ve şehirler kurup uygarlıklar inşa ettiği en kadim yerleşim yerlerinden biridir. Bu stratejik konumu nedeniyle dinlerin, sanatın ve buğday gibi ürünlerin ilk kaynağı ve/veya en önemli geçiş güzergâhlarından biri olmuştur. Bu anlamda ilk kültürlerin oluşumu, uygarlıkların şekillenmesi, tarım devriminin gerçekleşmesi, şehirlerin kurulması, dillerin etkileşimi ve her alanda yeni sentezlerin doğması gibi gelişmeler birçok sürecin doğrudan oluşmasına kaynak olmuştur.
Arda Özkan, Arzu Kurşun, Bora Yenihan, Gülşah Taşçı, Harun Tanrıvermiş, İlbey Dölek, Mehmet Ali Kirman, Nagihan Taner, Pınar Türkmen Birlik, Ruşen Keleş, Sabriye Çelik Uğuz, Selen Ezme Yumak, Sema Buz, Serdar Gündoğan, Sevda Köse, Şebnem Köşer Akçapar, Şirin Dilli, Tolga Çıkrıkçı, Yeliz Yazan Koç, Yeşim Tanrıvermiş Bu kitap, “göç” kavramını disiplinlerarası bir perspektifle tartışmaktadır. Alanda göç üzerine yapılan araştırmaların çoğu tek bir disiplinle konuya odaklanırken elinizdeki bu kitap birçok disiplinin farklı boyutlarıyla göç olgusuna ışık tutmaktadır. Ayrıca kitap, göç çalışmalarının yanı sıra farklı disiplinlerde araştırma yapan öğrenciler ve akademisyenler için de değerli bir kaynak olacaktır.
Yusuf Adıgüzel Temel göç konularına giriş mahiyetindeki bu kitap, kısa sürede 5. basımını yaparak alandaki kaynak eserlerden biri olmuştur. Göç Sosyolojisi kitabı, göçün sosyolojik boyutlarına, ulusal ve uluslararası toplumsal etkilerine eğilmeyi amaçlamaktadır. Kitapta öncelikle göçe ilişkin kavram ve kuramlar açıklanmakta, göç hareketleri yerelden küresele bir izlekle ele alınmaktadır. Türkiye'de iç göç süreçleri, kentleşme, kentlileşme ve hemşerilik boyutlarıyla birlikte değerlendirilmektedir. Türkiye'den yurt dışına yapılan göçler ve yurt dışından Türkiye'ye yönelen düzenli ve düzensiz göçler incelenmektedir. Küresel göçler, göç politikaları, birlikte yaşam modelleri, diasporalar, geri dönüş göçleri, göçmen dayanışma ağları, göç alanında çalışan kamu kurumları ve STK'lar yine bu kitapta yer verilen konular arasındadır.
Göç Sosyolojisi; üniversitelerin sosyoloji, hukuk, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler disiplinleri başta olmak üzere tüm sosyal bilimler alanındaki öğrenci ve akademisyenler için önemli bir başvuru kaynağı olacaktır.
Özgür Bülent Erdoğan Bir yılı aşkın bir sürece yayılan bu etnografik araştırma, 1960'lardan beri göç alan Batı ülkelerinde uygulanan, ancak Türkiye'de 2011'den itibaren artan yeni göç dalgalarıyla birlikte önem kazanan toplum çevirmenliğinin Türkiye'deki saha yansımalarını inceleyerek güncel bir profilini sunmayı amaçlamaktadır. Araştırma, göçlerle şekillenen İstanbul'un Sultanbeyli ilçesinde mültecilere yardım konusunda uzmanlaşmış çeşitli kurumlarda çalışan ve yerleşik halk ile Suriyeli mülteciler arasında köprü işlevi gören toplum çevirmenlerinin kimliklerini, kişisel tarihlerini, dilsel yatkınlıklarını, göç ve Türk toplumuna uyum süreçlerini, çevirmen olarak üstlendikleri rolleri, profesyonellik seviyelerini ve çalıştıkları kurumlarda uzmanlar ve hizmet alan kişilerle etkileşimlerini ortaya koymayı hedeflemektedir. Çevirmenlerin anlatıları, arka planda süregelen göç olgusunun dinamiklerini aydınlatan önemli detaylar sunmaktadır. Ayrıca Türkiye'de yerleşik halk ile Suriyeliler arasında son yıllarda artmakta olan gerilimlerin genel bir tablosu çizildikten sonra bu gerilimlerin sahadaki tezahürleri, özellikle çevirmenlerin Türkiye'de yaşadıkları deneyimler üzerinden açıklanmaktadır.
Pierre Bourdieu'nün alan, habitus, sermaye, düşünümsellik, özdüşünümsellik, illusio ve doxa gibi temel kavramları; Zygmunt Bauman'ın akışkanlık ve Erving Goffman'ın sahneleme ve performans kavramları çerçevesinde İstanbul'un Sultanbeyli ilçesindeki toplum çevirmenliği pratikleri incelenmiştir. Göç ile çeviri arasındaki ilişkisellik, etnografik ve nitel analiz yöntemleriyle ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.
Aysel Ökten Taş, Ayşegül Gökalp Kutlu, Buket Özdemir Dal, Derya Demirdizen Çevik, Itır Aladağ Görentaş, Rauf Kesici, Senem Kurt Topuz, Seyran Gürsoy Çuhadar, Sidar Çınar
Haydar Efe, Nurcan Arıcı Büyük kısmı ülkelerine geri dönme niyetinde olmayan yaklaşık 4 milyon göçmenle “dünyada en yüksek mülteci nüfusuna ev sahipliği yapan” Türkiye'de göçmenler, sorunları ve topluma entegrasyonları ülke gündeminde üst sıralara yükselmiştir. Göçmen toplumların daha yakından tanınması, yaşadıkları sorunlara çözüm bulma çabalarının ilk adımını oluşturmaktadır. Son yıllarda, Türkiye'de yakalanan düzensiz göçmenler içerisinde birinci sırada yer alan ve sayıları üç yüz bini bulan Afgan göçmenlerin sayısının Taliban'ın Afganistan'da yönetimi ele geçirmesinin ardından daha da artması beklenmektedir. Türkiye'ye göç eden Afgan göçmenlerin yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi ve aile yapısı gibi demografik özelliklerinin belirlendiği bu çalışmada Afgan göçmenlerin ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda topluma entegrasyonu, barınma, sağlık, eğitim ve dil sorunu gibi yaşadıkları sorunlar ortaya konulmakta ve bu sorunların çözümüne yönelik çözüm önerilerinde bulunulmaktadır. Hem nitel hem de nicel veri toplama yöntemlerinden yararlanılan araştırmada 450 Afgan göçmenle yapılan anket ve 50 katılımcıyla yapılan yüz yüze görüşmeler sonucu elde edilen veriler, istatistiki yöntemlerle analiz edilmiş ve yorumlanmıştır. Çalışmada, ayrıca, Afgan göçmenlerin politik eğilimleri, laiklik, demokrasi ve Avrupa Birliği gibi kavramlara yönelik bakış açıları, geleceğe yönelik plan ve beklentileri de ortaya konulmaktadır.
Hasan Hüseyin Aygül, Erdal Eke Turkey is a country at the heart of global and regional crises as well as the migration incident, which is a fundamental characteristic of human history. In accordance with its history, culture, and social fabric, Turkey has been home to the world's largest immigrant/refugee/asylum-seeker population. Humanitarian aid provided to these migrant groups, which make up about 5% of the country's population, makes Turkey the largest donor country. In the particular case of Turkey, migration is not only a matter of identification and classification, but also a multidisciplinary phenomenon that needs to be addressed within the framework of understanding.
This work produced by scholars from 16 universities in six different areas in theoretical and applied studies (such as History, Public Administration, Law, International Relations, Education, Economics, Sociology, Health Services, Geography, and Communication) discusses at length the phenomenon of migration in Turkey by combining historical and current views.
This book, examining the phenomenon of migration in multidimensional terms from the window of the 21st century, contributes to the relevant literature together with the dynamism of the collective power in scientific production and reveals the historical mission of Turkey.
Atakan Büyükdağ, Burcu Taşkın, Can Uyar, Dila Algan Tezcan, Ferit Belder, Halim Gençoglu, Indira Phutkaradze, Nur Çeti̇noğlu Harunoğlu, Sezgi Durgun Özkan, Zeynep Bostan “Dünya üzerindeki en tekinsiz toprak, insanın zihni ve kalbidir”.
Bu söz Amerikalı coğrafyacı John Kirtland Wright (1891–1969) tarafından 1946 yılında Ohio'da Amerikan Coğrafya Derneğinin açılış toplantısında söylenmiştir. Bu sözün 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçişe tanıklık eden bir coğrafyacı tarafından söylenmiş olması manidardır, zira bu dönemde dünyada İmparatorluklar çözülürken, ulus devletler sınırlarını oluştururken, sanayileşmiş devletler sömürge topraklarda kolonyal siyasetlerini sürdürürken Amerika'dan Finlandiya'ya, Hindistan'dan Etiyopya'ya, Japonya'dan Ruanda'ya, tüm dünya şiddet ve katliamlarla sarsılmıştır.
20. yüzyılda yaşanan çatışmalarda çarpışan sadece insanlar ve silahlar değil imgeler ve anlatılardır. Kenyalı yazar Ngũgĩ wa Thiong'o, 1981 yılında yayımladığı “Zihni Dekolonize Etmek” adlı kitabında, emperyal güçlerin dayattığı kültürün bir silah olarak kullanıldığını, kültür emperyalizmi ile yerli halkların kendilerine nasıl yabancılaştırıldığını anlatır. Thiong'o'ya göre “Kültür bombası”, canlılara kendi adlarını, yuvalarını, dillerini, mirasını, birliğini, yeteneklerini ve son olarak da kendilerine olan inançlarını yok edecek kadar etkilidir.”. Bu nedenle 20. yüzyılın tarihini yazarken kolonyalite ve her türlü şiddet birlikte ele alınmalıdır.
Bu kitapta, kolonyal siyaset ve “kolonyalite”nin yeniden ürettiği politikaların sonucunda 20. yüzyılda yaşanan şiddet ve katliamlara dair alternatif anlatılar ve sorgulamalar bulacaksınız. Seçkin akademisyenlerin kaleminden çıkan bu yazıların gelecek yüzyılda barışa ve adalete ilham olması umuduyla…
Adil Calap, Arzu Demirci, Ayşe Asiltürk, Burcu Savaş Çelik, Cengiz Özgün, Erkut Ergenç, Ersan Bocutoğlu, Gökhan Kırbaç, Harun Yüksel, Hilal H. Erdoğan, Khaladdin İbrahimli, Murat Koç, Mustafa Üren, Özcan Erdoğan, Ümmü Bulut Keskin İnsanlık tarihi boyunca önemli olgulardan biri olan uluslararası göç, toplumları sosyal, kültürel, politik ve ekonomik açıdan etkileyebilmektedir. Bu kitap; uluslararası göçün teorik ve pratik boyutlarını inceleyerek göçle ilgili literatüre katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
Türkiye son yıllarda göçmenlerin hedef ülkesi hâline gelmiş bulunmaktadır. Akademisyenlerimiz, bu kitapta ortaya konulan değerli çalışmalarıyla Türkiye'de göçmenlik üzerine olan araştırmalara önemli bir fayda sağlamaktadırlar.
Günlük hayatımızı önemli oranda etkileyen göçmenliğin incelendiği bu eserde, aşağıda sıralanan konular ele alınmıştır:
-Göçmenlerin kamu yönetiminde değişime etkisi ve kurumsal göç yönetimi,
-Tersine göç olgusu ve tersine göç sürecinin değerlendirilmesi,
- Göçmen girişimciliği,
- Göç olgusunun mali ve ekonomik etkileri,
- Uluslararası göçün ülke ekonomilerine etkileri,
- Sağlık iş gücü göçünün, menşe ülkeler üzerindeki potansiyel etkileri,
- Göç ve lojistik kavramlarının birlikte değerlendirilmesi,
- Uluslararası göçmen havalelerinin finansal gelişme üzerine etkisi,
- Türkiye'de yabancıların ikamet izni işlemlerinde yetkilendirilmiş aracı kuruluşlar,
- Göçlerin diasporaya dönüşme sürecinde Azerbaycan örneğinin analizi,
- ABD'deki Ermeni ve Yahudi diasporalarının ana vatanlarıyla ekonomik ilişkilerinin analizi,
- Uluslararası göç bağlamında Filistinli mülteciler sorunu,
- Afganistanlıların Pakistan ve İran'dan Türkiye'ye göçü ve uyuşturucu trafiği.
Emre Erdemir, Esra Nihal Kandur, Harun Gümrükçü, Hüseyin Karabulut, Rabia Kalfaoğlu, Yasin ilkdoğdu 21. yüzyılda, önceki coğrafi keşiflerin ve sömürgeciliğin aksine kaynakları zengin ancak ıssız deniz ve okyanus bölgelerinde ve deniz rotaları üzerinde egemenlik kurmaya yönelik zeminde, çalışmanın odak noktası, okyanusların ve denizin içinde yer alan takımadalarının, adaların, adacıkların ve kayalıkların statüsü olmuştur.
Kitapta; mavi sularla çevrili ama yıllardır egemenlik ve mülkiyet konusunda tartışmalı olan takımadalarının, adaların, adacıkların ve kayalıkların statüsü ve kime ait oldukları sorusu yanında bu alanda varlığı bilinen ancak henüz keşfedil(e)meyen canlı ve cansız kaynaklar ile yeni perspektif olarak Kutup Çağı’ndan bahsedilmekte, geçmişin Doğu-Batı karşıtı söyleminin yerini “Yüksek Kuzey” ve “Yüksek Kuzey-Güney İlişkileri” savı oluşturmaktadır.
Araştırma sahaları olarak ise;
1- Kanada’yla Danimarka arasında Grönland’den dolayı düşük profilli çatışma alanı oluşturan ve Arktika Bölgesi içinde yer alan Hans Adası/Kayası,
2- Pasifik Okyanusu içinde yer alan ve 1980’li yıllarda üzerinde kıtalararası bir sıcak savaşın yaşandığı Antarktika Kıtası’na ulaşmada kilit üç adadan biri olan Falkland Takımadaları, Avrupa Kıtası’nın somut örneği olarak Ege Denizi’nde Kardak Kayalıkları,
3- Akdeniz için Kıbrıs Adası, Asya Kıtası’nın örnekleri olarak Senkaku/Diaoyu ve Spratly/Nansha Takımadaları ile Arktika Okyanusu’ndan Grönland Adası alınmaktadır.
Alexander Sergunin, Fatma Cande Yaşar Dinçer, Gözde Yirmibeşoğlu, Harun Gümrükçü, Kübra Akçan, Rip Bulkeley, Serpil Samur, Yaren Altun Kutup çalışmaları, 20. yüzyılın sonlarına doğru ilk etapta bölgede yaşayan yerel halkların kimlik arayışı ola­rak ortaya çıkmış olmasının yanında iklimsel değişimin en kesin kanıtlarının gözlemlendiği bir alandır. Soğuk Savaş'ın (1948-1989) sona ermesiyle başlayan bu dönemsel süreçte bir mekân felsefesine (jeopolitik) dönüşmüştür. İçinde barındırdığı siyasi çatışmaları, farklı inanç sistemlerinin birbirleriyle rekabeti, doğal kaynaklarıyla küresel ekonomiye etkisi, kendine özgü buzul dağları, büyüleyici coğrafyası ve en nihayetinde dünümüzün sırlarının gizeminin korunduğu ve geleceğimizi yönlendirecek olguları barındıran karmaşık bir alandır.
Günümüzde Batılı güçlerle Rusya Federasyonu'nun (RF) direkt olarak karşı karşıya geldiği en büyük stratejik bölgedir. Bu cepheleşmede ilk aşama, RF, Batılı güçlerin ve kapitalist bakışın bu coğrafyada kendi sistemini ve medeniyetini inşasına karşı koymaktır. Bir ileriki aşama, her iki tarafın birlikte Çin Halk Cumhuriyeti, Federal Almanya, Birleşik Krallık, Fransa ve Japonya'nın “Yüksek Kuzey”e doğru yayılmacılığını önlemeye yöneliktir. Bu bakış çerçevesinde yerel halkların dünü, bugünü ve yarını için kaygı verici gelişmeler yanında onların kendi organizasyonlarını kurmuş olmaları hem böylece tarihsel ezilmişliklerini topluca dillendirmeleri hem de güncel haklarını dünya kamuoyuna taşımış olmaları gelecek için ümitli olunmasının temel yapı taşlarını oluşturmaktadır.
Alexander Konstantinovich Portsel, Ceyhan Karasoy, Harun Gümrükçü, James K Wither, Leyla Yılmaz, Rabia Kalfaoğlu, Sabit Alabaş, Sümeyye Güneş, Y. Barbaros Büyüksağnak 1990’lı yılların başına kadar Arktika Bölgesi birçok araştırmacı tarafından çok uzakta olan bir buzul çölü olarak algılanıyordu. Bu çölün en stratejik coğrafyası Spitzbergen Takımadaları’dır. İnsandan çok kutup ayılarının hükümranlığındaki ve insan cesedinin çürümediği bu buzullar diyarı, bir zamanlar kutup kâşiflerinin son durağı, Avrupa medeniyetinin bittiği son noktaydı.
Takımadaların hukuki statüsü 1920 tarihli Spitzbergen Antlaşması’yla belirlenmiş olup söz konusu Antlaşma günümüze kadar 46 devlet tarafından imzalanmıştır. Antlaşma’ya göre Norveç’e bu toprakların yönetimi için kâhyalık görevi verilmiş ve diğer akit tarafların vatandaşları ve işverenlerine başka hiçbir antlaşmada öngörülmemiş nitelikte haklar tanınmıştır. Bu kendine has özellikleri içeren antlaşma;
Akit tarafların vatandaşları ve işverenleri arasında ayrımcılığı yasaklamakta;
Akif tarafların vatandaşlarına sınırsız oturma izni alma, ayrımcılığa uğramadan çalışma ve ekonomikfaaliyetlerde bulunma hakkını vermekte;
Tüm taraflara eşit davranma (muamele eşitliği) prensibinden hareket etmekte;
Spitzbergen’in sivilleştirilmesi ve alanın askeri amaçlar için kullanılması yasağını getirmekte;
Spitzbergen’de toplanan vergilerin burada harcanması zorunluluğunu koymakta;
»1920 tarihinden önce verilen hakların aynen devam etmesini garantilemektedir.
Genelde Arktika Bölgesi ve özelde Spitzbergen Takımadaları, 2000’li yılların başından itibaren bilim dünyasını en fazla meşgul eden konular arasına girmiş ve ülkemizde Küresel Bakışla Kutup Çağı altında yapılan çalışmalarla yerini bulmuştur. Küresel düzeyde artan çevre sorunlarına ve iklim değişikliğine olan ilginin artmasıyla algılamada çok uzakta olan bu coğrafyalar giderek daha ulaşılabilir hâle gelmişlerdir.
Soğuk Savaş yıllarında bu bölgelere atfedilen öğrenilmiş değersizlik zaman içinde değişmiş, özellikle Kuzey Kutbu Bölgesinde askerileşmenin yerini kaynakların ekonomik potansiyeli almaya başlamıştır. Bunun bir sonucu olarak doğal zenginliklere, daha düşük maliyetlerle, daha güvenli koşullar altında ve rekabetin daha kolay olduğu ortamlarda ulaşılmaktadır.
Abdullah Şengönül, Alper Tunga Şen, Asena Boztaş, Asuman Yaprak, Elif Çetin, Erol Turan, Esin Karacan Yücedağ, Gülsen Topaktaş, Gürkan Gündüz, İnci Aksu Kargın, Lütfullah Ün, Murat Yılmaz, Omca Altın, Savaş Çevik, Sevinç Öztürk, Sibel Akgün, Zeynep Hiçdurmaz Göç olgusu günümüzde artık küresel bir boyut kazanmıştır. Özellikle Orta Doğu ve Afrika bölgelerindeki mezhep çatışmaları, iktidar savaşları, silahlı çatışmalar, iç ve bölgesel karışıklıklar nedeniyle insanlar kitleler halinde göç etmektedirler.
İnsanlar hayatta kalmak veya daha rahat yaşayabilmek ümidiyle, her türlü fiziksel güçlüğe maruz kalmayı göze alarak kitleler hâlinde göç etmeye çalışmaktadırlar. Bu durum göç olgusunun artık küresel bir mesele hâline geldiğinin göstergesidir.
Bu kitap, göç olgusunu küresel bakış açısıyla ele almakta ve bu meseleyi politik, ekonomik ve sosyal boyutlarıyla analiz etmektedir.
Ayşegül Özkan, Gamze Kandemir, Harun Gümrükçü, Hüseyin Karabulut, Muammer Kazancı, Yasemin Yaşa, Zeynep Seda Soylu Mekân değişimi anlamına gelen Dünya göç hareketleri, insanın var olmasıyla ortaya çıkmıştır. Keşfedilen gen izlerine göre bu yer değiştirme hareketliliği nefes kesicidir. İnsan, içindeki “sınırsız merak”, yeni şeyleri öğrenme arzusu ve içinde var olan hükmetme dürtüsüyle “doğanın efendisi” olmaya odaklanmıştır.
Bilimsel verilere göre 70 bin yıl önce ortaya çıkan homo sapiens ile insan kültürü oluşmaya ve böylece onun tarihi de yazılmaya başlamıştır. Avcılık ve toplayıcılık döneminden sonra tarımsal üretim tarzını benimsemeleriyle de yerleşik düzene dolayısıyla kırsal yaşam tarzına dönük kültür yapılarına geçiyorlardı.
Son iki yüzyılda ise insanlık, modern sanayiye geçmenin ve doğanın gizemli anahtarını ele geçirmenin bir sonucu olarak doğayı değiştirme görevini devraldığı karmaşık bir sürece girmiştir.
Bu “büyük” değişimle birlikte dünya göç hareketleri de sanayileşmiş ülkeler tarafından kendi istihdam piyasalarının ihtiyaçlarına göre belirlenmekte ve ulusal gerekliliklere uygun olarak düzenlenmektedir. İş gücü piyasaları, ''kapalı konteynır'' gibi hareket ederken mallar, yatırımlar, para akışı ve bilgi paylaşımı ve taşımacılık için sınırsızlaşma sürmektedir. Ulusal sınırları aşan göçler AB'nin siyasi gündemini belirlemektedir. Türkiye örneğinde görüldüğü gibi A(E)T/AB Ortaklık Antlaşması'yla bağlayıcı olarak kararlaştırılan hukuki normlar çiğnenmektedir.
Bu kitapta, bu nedenler üzerinde durularak küresel söylemlerde ulusal ekonomilerin refah düzeyinin pazara giriş engellerinin yıkılmasıyla artacağı vurgulanırken neden insan gücü için bu savın savunulmaması gerektiği irdelenmektedir.
Ali Berke Canbolat, Betül Yılmaz, Mehmet Akkan,Melike Avşar Bu kitap, Ulusaşırı Hareketler dersi çerçevesinde hazırlanan bölümlerden oluşmaktadır.
İlk bölüm, Ali Berke Canbolat tarafından kaleme alınan, ABD seçimlerindeki göçmen söylemlerinin karşılaştırmalı analizini içerir. Trump ve Biden'ın göç politikalarının toplum üzerindeki etkileri mercek altına alınmaktadır.
İkinci bölümde, Betül Yılmaz'ın "İslamofobi Kapsamında Fransa'nın Orta Doğulu Göçmenlere Yaklaşımı" başlıklı çalışması, Fransa'daki mültecilere yönelik medya araştırması yaparak İslamofobi ve mülteci ilişkisini incelenmektedir. Yılmaz, bu konuya dair elde edilen verilerle literatüre katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
Mehmet Akkan'ın "Suriyeli Mültecilere Dair Algılar: Güvenlikleştirme Teorisi ve Türk Basınında Yansımaları" isimli çalışması ise Suriyeli mültecilerin Türk halkı tarafından nasıl algılandığını ve bu algının güvenlikleştirme teorisi bağlamında nasıl şekillendiğini ele almaktadır.
Son bölümde, Melike Avşar'ın "Brexit Sürecinde Göç ve Güvenlikleştirme" başlıklı çalışması, Brexit sonrası Birleşik Krallık'ta göçmen algısının medya ve analiz yoluyla nasıl değiştiğini irdelemektedir. Bu zengin içerikli kitap, göç ve mülteci konularında derinlemesine bir bakış sunarken bu alanlarda yeni araştırmalara ilham kaynağı olmayı hedeflemektedir.
Dilek Canyurt Security studies have an important position in the discipline of International Relations. Among them, the work of the Copenhagen School has contributed to the literature significantly. One of the most prominent theories of the Copenhagen School is the issue of securitization and societal security. Securitization is the process of seeing any issue that causes security concerns as a threat, through speech acts and it occurs at the end of the process. On the other hand, societal security is a security threat on the identity of the society. The key theme for societal security is the identity. If a society thinks that a subject poses a threat to its own identity, societal securitization occurs. One of the most suitable topics for societal securitization is the issue of immigrants. In this book, the issue of Syrian refugees in Turkey was analyzed by content analysis of the speeches of the parliamentarians in the Turkish Grand National Assembly, and the tweets that were posted on Twitter. While doing this, both these two research universes were compared and the development of the subject over the years was examined from the perspective of societal securitization. This book also addresses the various dilemmas and security dilemmas that contribute to this process.
Yücel Barakazi İnsanlık tarihi kadar eski olan göç olgusu, küreselleşmenin etkisiyle mal ve hizmetlerin, sermayenin; gelişen teknoloji aracılığıyla bilginin hareketliliğinin artması sayesinde ise insanların daha iyi bir yaşam sürdürebilecekleri bölgelere/ülkelere göçünü daha da mümkün hâle getiren bir sistem ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda göç olgusu, tek ve temel muharrik gücü ekonomik imkânlarla sınırlı olmaktan öte daha geniş bir bakış açısıyla yaşamın tüm alanlarını içine alan geniş ve kapsayıcı bir boyut kazanmıştır.
Bu noktadan bakıldığında göç; bireylerin iyi fırsatlar arayışının da ötesinde farklı sosyoekonomik ve jeopolitik süreçlerin bir tür bileşkesi olarak ortaya çıkmakta, somutlaşmaktadır. Ulus devletle birlikte göç ve göçmen konuları ön plana çıkmış; uluslararası çok boyutlu bir olguya dönüşmesi sonucu da üzerinde uzlaşının pek de sağlanamadığı ve bu nedenle de tek disiplin çerçevesinde ele alınamayacak bir boyuta varması, göç olgusunu interdisipliner bir araştırma alanı olarak öne çıkarmıştır.
Bu çerçeveden bakıldığında Suriye göçü; ahlaki, coğrafi, demografik, ekonomik, hukuki, kültürel, siyasi, sosyopsikolojik ve sosyolojik bir fenomen şeklinde somutlaşmaktadır.


Ömer Çona Vekâlet savaşı, siyasi/ekonomik çıkar amacıyla bölgesel ihtilaflara müdahil olan üçüncül devletlerin, çatışmaların seyrini perde arkasından piyonlar aracılığıyla belirlemesi olarak özetlenebilecek bir savaş konseptidir. Bu konseptte devletler, uluslararası hukukun etrafından dolaşarak çıkarlarını doğrudan askerî müdahaleler yerine yabancı savaşçılar, özel askeri şirketler, terör örgütleri gibi devlet dışı aktörleri kullanarak korumaya çalışmaktadır. Vekâlet savaşı, günümüzde bir yandan istikrarsızlık ve iç savaşlarla anılan, bir yandan da devletlerin çıkarlarının çatıştığı ekonomik ve jeopolitik değeri ile ön plâna çıkan bölgelerde uygulanmaktadır.
Bu kitapta; Arap Baharı sonrası bir iç savaşa sürüklenen Suriye’de, Orta Doğu’yu şekillendirmek isteyen bölgesel ve küresel güçlerin rekabeti, vekâlet savaşı konsepti özelinde izah edilmeye çalışılmıştır. Zira yerel, etnik, mezhebi ve siyasi nedenlerle parçalanan gruplarla, bunları kullanan devletler arasındaki ittifak ve bloklaşmalar, bölgesel ve küresel çatışma alanları arasında bir bağlantı oluşturmuştur. Böylece Suriye özelinde Orta Doğu’daki bölgesel çatışma, uluslararası alandaki çatışmayla iç içe geçmiştir. Bu bağlamda Suriye’deki iç savaş ortamının hem oluşumunda hem de uzamasında, rejim ve muhalefeti destekleyen ülkelerin payı bulunmaktadır. Zira Suriye jeopolitiğinin ekonomik, askerî ve kültürel değeri, büyük güçlerin bölgesel politikalarına temel teşkil etmektedir. Bu bağlamda vekâlet savaşı konsepti, söz konusu devletlerin sahada hamle yapmasında elini rahatlatan bir faktör olurken, aynı zamanda Suriye’deki iç savaşın derinleşmesine ve krizin sınır aşan bir fenomene dönüşmesine neden olmaktadır.
Selda Geyik Yıldırım Bu kitap; iki kadim geleneğin, iki farklı yerelin iki farklı kitlesel göçünü inceleme nesnesi yapmakta, aynı zamanda taşıdıkları benzerliklerden ve yaşanan deneyimlerden yola çıkarak bazı öngörülerde bulunmaktadır. Suriye kaynaklı kitlesel göçlerin Türk toplumunda bulduğu/bulacağı karşılığı ve ortaya çıkan/çıkma potansiyeli olan sorunsal alanları anlamak için İran'da Afganların 43 yıllık deneyimlerinden yola çıkarak Türkiye özelinde bazı sosyal ipuçları bulmayı çabalıyor.
Afganların İran'a yönelik ilk kitlesel göçü 1979 Sovyet İşgali ile başlamıştı. Bu ilk kitlesel hareketlilikte göç eden Afganlar “muhacir” olarak görülmüştü. Sovyet rejiminin zulmünden dolayı göç eden Afganlara İran açık kapı politikası uygulamıştı. İşgal sonrası İran'a göç eden Afgan mültecilerin çoğu, kırsal kesimdendi. İran'da tarım ve inşaat sektörlerindeki ucuz iş gücünün temel kaynağı olmuşlardı. İran'da doğan ikinci ve üçüncü kuşakların çoğunluğu ise Afganistan ile gönül bağı dışında bir bağ kuramamıştı. 1989 yılından itibaren İran'ın Afganlara yönelik politikaları değişmeye ve Afganlar, ekonomik ve sosyal sorunların kaynağı olarak görülmeye başlandı. Muhacir olarak karşılanan Afganlar sonraki süreçte “panahandegan” olarak görüldüler.
Suriyelilerin Türkiye'ye ilk kitlesel göçü 2011 yılında başladı. Bu ilk kitlesel hareketlilikte göç eden Suriyeliler “mazlum Müslüman halk/kardeşler” olarak görülmüştü. Beşar Esad'ın zulmünden dolayı göç eden Suriyelilere Türkiye de açık kapı politikası uygulamıştı. Suriyelilere ensar anlayışıyla yaklaşılmış, dinî temelli bu yaklaşıma Türkiye ve Suriye arasındaki tarihsel bağlar da eklenmişti. Sonraki yıllarda ise insani öncelikler ve dinî hassasiyetlere yurttaşlık hassasiyetleri ve ekonomik unsurlar da eklenmiş hatta bu iki unsurun ağırlığı bugün daha fazla hissedilmeye başlamıştır.
Hakan Ömer Tunca Göçlerin nedenleri, içinde bulunulan zamanın şartlarına uygun sürekli değişse de kabileler arası anlaşmazlıklar, iç savaşlar, ülke işgalleri, ulus devlet yapısının bozularak sınırların değişmesi, din ve millet ayırımları, siyasal sistemlerin değişimi, insan hakları ihlalleri, salgınlar, nüfusun artması, dünya coğrafyasındaki yer üstü ve yer altı kaynakların dengesiz dağılımı ile kışların sertliği ve kuraklığın artması yani iklim değişiklikleri, kıtlık, teknolojinin gelişimi gibi sebepler, hayatlarından endişe duyan insanların doğdukları ve büyüdükleri yerleri bırakarak farklı sosyokültürel özelliklere sahip başka coğrafyalara zorunlu olarak göç etmelerini sağlamıştır. Yakın tarih, bu hareketlerin şiddet olayları ve silahlı çatışmalar ile anılarak azalmaktan ziyade yaygınlaştığını, çeşitlendiğini ve artış gösterdiğini işaret etmektedir.
Suriye Arap Cumhuriyeti; yaşadığı iç savaş ile ülke içine ve dışına 2011'den itibaren vatandaşlarını göç etmek zorunda bırakmıştır. Türkiye Cumhuriyeti; sınır komşusu olması ve açık kapı politikası ile göçmenlerin durağı hâline gelmiştir. Göçlerle şekillenmiş Anadolu coğrafyasında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, bu kitlesel zorunlu göçe ve göçmenlere karşı değişik algılamalar içerisine girmiştir. Bu çalışmada, ülkemizde misafir olan geçici koruma altındaki Suriyelilerin Türk toplumunda yarattığı güvenlik algısı, geliştirilen bir anket ile ölçülmüştür. Elde edilen sonuçlar, Gaziantep ve Balıkesir'de yaşayan Türk vatandaşlarının anketin yapıldığı döneme ait algılarına dayanmaktadır. Çalışmanın iki toplumun birbirlerinin düşüncelerini anlayarak, barış ve huzur içerisinde güzel bir geleceğe yürümesine katkıda bulunması temennisiyle...
Bezen Balamir Çoşkun, Selin Yıldız Nielsen Bize göre bu kitap Suriyeli arkadaş, öğrenci ve meslektaşlarımıza karşı gönül borcumuzun bir yansımasıdır. Ayrıca, bunun sadece savaştan kaçan sayısız muhtaç insanla alakalı olmadığını, aksine hayatın ta kendisi olduğunu ve içinde kişisel hikayelerin, trajedinin ve umudun olduğunu göstermenin de bir yoludur. Hikayemiz, Suriyeli mültecileri topyekün bir kategoride değil bireysel olarak tanıma fırsatı vermek üzere tasarlanmıştır.
Kitabın ilk kısmı olan Arka Plan, tarihsel, hukuki ve sosyal içerikler sunmaktadır. İkinci kısım, okuyuculara hikayelerin ger-çekleştiği sahneyi, Suriyelilerin, Türklerin ve Kürtlerin asırlardır etkileşim içinde ol-duğu sınır kentlerinden olan Gaziantep’i tanıtmakta ve ‘Kesişen Hayatlar: Türkiye’de Suriyeliler’ başlığıyla sunduğumuz son kısım da ise Gaziantep’te yaşanan hikayeleri anlatmaktadır. Hikaye, 2009’dan başlaya-rak kısa bir huzur ve refah dönemini kap-sayacak ve savaş, göç ve Gaziantep’in kentsel yerleşimlerindeki mülteci ilişkileriyle tamamlanacaktır. Son kısım Gaziantep civarındaki mülteci kampları dışında Gaziantep kentinde yaşayan Suriyelilerin hikayelerini aktaracaktır. Birinci kısımdaki Arkaplan bölümleri haricinde kitap, yazarların Gaziantepteki Suriyelilerle yaptıkları diyalogların yanı sıra kişisel deneyimleri ve gözlemleri temelinde oluşturulmuştur. Kısmen etnografik, kısmen sözlü tarihe dayalı olan kitabımız Suriye krizinin farklı bir
Aslı Kavurmacı, Bahriye Eseler, Berfin Göksoy Sevinçli, Burcu Koyuncu, Eda Ot, Emir Kayacan, Erdem Ayçiçek, Fatma Nalbant, Gamze Toy, Hamza Bahadır Eser, Hatike Koçar Uzan, Hülya Küçük Bayraktar, İsmail Akbal, İsmail Safi, Mustafa Kartal, Songül Akyıldız, Talip Kurşuncu, Tuğba Aydın Halisoğlu, Veli Ercan Çetintürk İnsanlar, tarih içerisinde çeşitli nedenlerden dolayı yaşadıkları yerlerden ayrılmak zorunda kalmıştır. İnsanlık tarihinin bir parçası olan göç olgusu, hem nedenleri hem etkileri bakımından derinlemesine ele alınması gereken bir konudur. Bu kitap gerek Türkiye'de gerekse dünyada yaşanan göç ile ilgili kavramsal çerçeveyi, politikaları, kuramları ve ekonomik gelişmeleri anlamamıza katkı sunacak bilgileri içermektedir.
Ulusal ve uluslararası boyutlarıyla ele almaya çalıştığımız toplamda on dört bölümden meydana gelen bu çalışmanın araştırmacılara ve öğrencilerimize faydalı olmasını dileriz.
Adem Sağır, Ayfer Aydıner Boylu, Caner Kalaycı, Cengiz Kılıç, Ekrem Yaşar Akçay, Gökhan Telatar, Gülay Günay, Mehmet Arif Türkdogan, Mehmet Dalar, Mustafa Altunok, Sezai Özçelik, Umut Kedikli İnsanlık tarihi kadar eski bir olgu olan göç, son yıllarda uluslararası ilişkilerin gündemini oldukça meşgul eden bir konudur. Göç çoğunlukla ekonomi, demokratikleşme sorunları, otoriter yönetimler, iklim ve çevresel sorunlar ve salgın hastalıklar gibi içsel sebeplerden kaynaklansa da, aynı zamanda devletlerarası çatışmalardan veya diğer dışsal faktörlerden de kaynaklanabilmektedir. Dolayısıyla göç, sebepleri ve sonuçları itibariyle uluslararası boyutları bulunan bir mesele olup, artık uluslararası ilişkilerin en önemli gündem maddelerinden biri haline gelmiştir. Suriye iç savaşından kaynaklanan ve çok geniş bir coğrafyayı etkileyen göç hareketleri buna en güncel örnektir. Göçün arkasında yatan nedenler ve ortaya çıkardığı sonuçlar dikkate alındığında bir güvenlik meselesi olduğu görülmektedir. Soğuk Savaş döneminin devlet merkezli bakış açısı göçün devlet güvenliği açısından önemini ön plana çıkarırken, Soğuk Savaş sonrası dönemde devletleri ve toplumları tehdit eden sorunlar, hem daha görünür bir hal aldığından hem de çeşitlendiğinden göç olgusunun yeni güvenlik yaklaşımları bağlamında tartışılmasını da beraberinde getirmektedir.
İşte bu kitap çalışması göç meselesinin farklı boyutlarını güvenlik perspektifinden analiz etmektedir. Bu bağlamda göç meselesinin hukuki, ekonomi politik, toplumsal ve cinsiyet boyutlarını ele almaktadır. Ayrıca göç hareketlerinin yaygınlaşmasıyla bir ekonomik sektör haline gelen göçmen kaçakçılığı, göçün yönetimine ilişkin uluslararası işbirliği, yoğun Suriyeli göçüne maruz kalan Türkiye'nin göçün yönetimine ilişkin politikaları, Suriyeli göçmenlerin çoğunluğunun ulaşmak istedikleri Avrupa Birliği'nin göç politikaları da bu kitabın üzerinde durduğu konular arasındadır. Böylece kitap, göç olgusuna ilişkin güncel, kapsamlı ve multidisipliner bir analiz sunmayı amaçlamaktadır.

Kadir Sancak Uluslararası sistemin işleyişine dair temel açıklayıcı kavramlardan biri güçtür ancak uluslararası ilişkiler alanında Türkçe yazılan eserlere bakıldığında bu alanda büyük bir eksikliğin var olduğu görülmektedir. Eser güç kavramını her yönüyle ele alarak bu eksikliği bir nebze de olsa gidermeyi hedeflemektedir.
Diğer yandan bu eser, iki bin beş yüz yıl önce Sun Tzu'nin “Savaşırsan insan öldürmek şart olur. Ancak en iyisi savaşmadan kazanmaktır.” sözünün günümüz uluslararası ilişkilerinde neye karşılık geldiğini yumuşak güç kavramı bağlamında ele almaktadır.
Bu eserin, öncelikle siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanına ilgi duyan akademisyen ve öğrenciler için oldukça faydalı olacağı düşünülmektedir. Bununla birlikte eserin, devletler arasındaki mücadelenin dayandığı esasları anlamaya çalışan herkes için de öğretici olması beklenmektedir. Söz gelimi, sırf bir eğlence aracı olarak görülen televizyon programlarının ya da sportif faaliyetlerin uluslararası güç mücadelesinde nasıl araçsallaştırıldığı da bu eserde anlatılmaktadır.
Tuncay Öğün Bu eser I. Dünya Savaşı yıllarında Rus işgali ve Ermeni çetelerinin saldırıları nedeniyle Doğu Anadolu’ya ya da Anadolu içlerine göç ederek ülkenin her köşesine dağılan Müslüman halkın dramını anlatmaktadır. Sayıları 1,5 milyonu bulan bu insanlar neden göç ettiler? Hangi bölgelere sığındılar? Gittikleri yerlerde ne gibi sorunlarla karşılaştılar? Ne kadarı hayatta kalabildi? Hayatta kalabilenler yurtlarına nasıl ve hangi şartlarda dönebildiler? Bu soruların cevaplarını birinci elden kaynaklara dayalı olarak bu kitapta bulabilirsiniz.
Ali Çiçek, Bülent Güven, Cemal Kakışım, Erkan Arslan, Erol Bulut, Görkem Bilici, Gülay Demir, Hatun Korkmaz, Mehmet Koca, Nazife Vildan Güloğlu, Ozan Selçuk, Ömer Taylan, Sahra Şahin Günümüzde uluslararası göç olgusu; sadece tanımlama, sınıflama ve istatistik çalışmalarına konu olmanın çok ötesinde ve yine bölgesel bir mesele olarak ele alma ve çözüm önerileri geliştirmenin uzağında, küresel boyutta etkiler yaratan bir nüfus hareketine dönüşmüştür. Uluslararası göç; devletler, toplumlar ve bireyler için ekonomik, sosyal, kültürel ve güvenlik açılarından ele alınması gereken çok boyutlu ve disiplinler arası bir olgu olarak öne çıkmaktadır. Kitapta, uluslararası göç konusu; hukuk, siyaset, kamu yönetimi, dış politika açılarından kapsamlı bir biçimde ele alınmaktadır.
Kitap, on üç yazarın bilimsel çalışmalarından oluşmaktadır. Her bir çalışma, uzun bir takvim ve yoğun bir emeğin ürünüdür. Kitapta; uluslararası göç ana teması etrafında devlet egemenliği, birey, toplum, kültür, ekonomi, göçmen sağlığı, intihar, din, COVID-19 pandemisi gibi farklı alt temalarda uluslararası göç konusunun enine boyuna tartışıldığı zengin bir içerik bulacaksınız.
Ayşegül Gökalp Kutlu, Burak Yalım, Büşra Özyüksel, Ceyda Kap, Derya Demirdizen Çevik, Derya Özveri Bezdekovsky, Duygu Şenbel Eser, Günay Gönüllü, Itır Aladağ Görentaş, Melih Görgün, Pelin Sönmez, Selma Şekercioğlu Bozacıoğlu Yükselen Bir Politika Alanı Olarak Göç kitabı, 1950’ler sonrasında göç konusunun giderek artan popülaritesini, bu anlamda iç ve dış politikada göçün artan önemini ele almaktadır. Göç olgusu insanlık tarihi kadar eski olsa da uluslararası politikada göç konusunun öne çıkışı ve tartışılması II. Dünya Savaşı sonrasına karşılık gelir. Dolayısıyla “modern” zamanlarda akademik bir zeminde incelenmeye başlanan göç fenomeni, bu alanda bir literatürün oluşmasına ve zaman içinde giderek daha fazla yoğunlaşan tartışmalara yol açmıştır.
Kitap kapsamında özellikle uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, uluslararası hukuk, sosyoloji, görsel sanatlar ve insan hakları perspektiflerinin yardımıyla göçün popülerleşmesine kaynak teşkil eden olaylar, konular ve uluslararası topluluğun ilgili dönem bazında ortaya koyduğu tutum ele alınmıştır. Kitabın bölümlerinde farklı başlıklar üzerinden göçle birlikte ev sahibi topluluk ve göç eden kitle arasında oluşan gerilimler ve ilişkiler analiz edilmiştir.