Söyleşi \ 1-1
Hüseyin Akın Yazdığım anların tespitini yapabilmem için yazmadığım süreçleri hatırlamam gerekiyor. İlkokul, ortaokul, lise ve fakülte yıllarımdan hafızamda kalan şeyler yaşadıklarımdan çok okuyup yazdıklarım oldu. Hep içerden dışarıya doğru süzülen bir hayattı benimkisi. Arsızlık yapıp hayattan bir şeyler isteyecek cesarete sahip olmadığımdan sürekli hayata bir şeyler vermeye çalıştım. Kitaplarda göz ucuyla süzdüğüm dünya ile kâğıt üzerine kurgulayıp düşlediğim dünyanın dışında hayatla çok sıkı bir ilişkim olmadı. Yaşadıklarımla yazdıklarımı örmedim, yazdıklarımla bir yaşam dokudum kendime. Şiire ve hikâyeye aynı anda başladım. Ama büyük sözü dinleyip daha sonra hikâyeyi kendine yeni hayatlar edinsin diye uzak diyarlara gönderdim. Hikâyeye konu olacak müstesna yaşamlara belli mesafeden imrenerek baktım. Onları şiirime çağırdığımda bazen geldiler, bazen gelmediler.
Hasan Kazak Prof. Dr. Osman OKKA; üniversiteye, öğrencilerine, ülkesine, insanlığa ve inanca adanmış bir ömür... Dava adamı olmak mücadele azmi ve gayreti ister. Yolu dikenlerle ve çilelerle doludur. Dava adamı olmak yürek ister, her kişinin değil er kişinin harcıdır. Davası uğruna birçok şeyden vazgeçer. Mutluluğu ve dinlenmeyi öbür aleme bırakır. Bir büyük alimin dediği gibi “Evladım öldüğümüz zaman kabirde çok uyuyacağız burası uyuma değil çalışma yeridir”. İşte bu düsturla hiç durmayan bir çalışma hikâyesi Prof. Dr. Osman OKKA’nın hayatı. Bazen eşi Hafize teyzenin “Evladım, Osman'ın kabrini üniversitenin bahçesine yapınız. O talebelerinden ayrı kalamaz. Hatta bilgisayarıyla, kitaplarıyla birlikte gömün, Osman onlarsız da yapamaz.” diye tatlı bir serzenişte bulunduğu bazen eşinizin bile tatlı sitayişleriyle karşı karşıya kaldığınız bir adanmışlıktır bu. Hayatı boyunca öğrencilerinin büyük adam olması Türkiye’yi daha ileriye taşımaları için yapılmış bir mücadele. Hedefi her zaman ülkesini gelişmiş ülkeler seviyesine taşımak ve bunu yapacak olan nesilleri en vasıflı şekilde yetiştirmek olmuştur. Bunu yaparken mücadeleci ruhu bazen öğrencileri açısından çok zor hoca olarak anılmasına da sebep olmuştur. Fakat öğrencilerinin zaman geçip iş hayatına atılınca gerçeği anlamaları çok uzun sürmemiş her zaman koşup hocalarının ellerine hürmetle sarılmışlardır. Artık anlamışlardır: Osman hocalarının onların eline verdiği hünerler, onları iş hayatında hızlıca mesafe almalarına imkân sağlamaktadır. Bu çalışma azmi onu yormuş mudur? Hiç sanmam. Rahmetli Neşat Ertaş’ın babası Muharrem Ertaş’ın dediği gibi “Aşkınan çalışan yorulmaz”. Osman hocamız seksenine merdiven dayamış olmasına rağmen çalışma azmiyle bizlere hâlen örnek olmaya devam etmektedir. Evet sağlık problemleri eski yoğunluğuyla çalışmasına izin vermemektedir -aslında yakınları bıraksa devam edecek de- fakat yine de o mücadeleden geri durmamakta, KTO Karatay Üniversitesinde akademik hayatına devam etmektedir. Bu eser, okuyucunun onun hayatını bir nebze anlaması ve gelecek nesillere ilham vermesi için kaleme alınmıştır. Tüm okurlarına faydalı olması dilek ve temennilerimle.
Dr. Hasan Kazak
Bilal Dursun Yılmaz Küreselleşme ulusal temelleri çürütmekte ve tek tip insan oluşturulmasına sebebiyet vermektedir. Bu kaçınılmaz bir süreç. Küreselleşmeyi durdurmak imkânsızdır. Ama tam da bu durumda çok daha büyük zorunluluk, ulusal değerleri korumak için üzerimize düşen büyük sorumluluğumuzdur. Her ulusal kültürün kendi benzersizliğini koruması gerekmektedir. Küreselleşme vahşi bir canavar ve biz hele küçük ulus devletler bu canavar için çok lezzetli bir yiyeceğiz. O sebepten bu vahşi canavara karşı ayakta kalabilmek için mücadele etmeliyiz.
Osman Özbahçe Günümüz şiiri karşıtını kaybetti. Karşıtlık, şiirde, değişim süreçlerini tetikleyen temel dinamiktir. Literatür önemli ölçüde bu karşıtlıklar etrafında üretilmiştir. Divan, karşıtı Tanzimat; aruz, karşıtı hece; hece içinde (Beş Hececiler) hecenin karşıtı Necip Fazıl; hecenin karşıtı Orhan Veli; karşıtı İkinci Yeni; karşıtı sosyalist ve İslâmcı toplumcu şiir; toplumculuğun karşıtı 80'li yıllar şiiri; 80'nin karşıtı, yok! 80, karşıtıyla ayakta kalmaya alışık şiirimizin yere düşmesine sebep oldu. Bizim kuşak Cahit Zarifoğlu ve İsmet Özel üzerinden İkinci Yeniye giderken kimseye çarpmadı. Bir engele takılmadı.
Hayriye Ünal Her şair bir poetikadır. Kendine özgü bir üslûp geliştirmeyi başarmış, belirli bir şiir anlayışını savunan her şair, şiire dair bir inşadır. Hayriye Ünal'ın ifadesiyle tahlil, tahrip ve inşadır. Şiiriyle, eleştirisiyle, teorisiyle özel bir dünyadır. Hayriye Ünal her kitabıyla bu dünyayı geliştiren bir şair.
Sanat eseri bilinçli bir yapıdır. Amaca dönüktür. Sanatçı belirli bir amacı gerçekleştirmeye çalışır eseriyle uğraşırken. Eser gerçekleştikçe ortaya çıkan dünya çoğu zaman sanatçıdan daha çok bizim dünyamızdır. Hayriye Ünal her eseriyle bizim dünyamızı biraz daha genişleten bir şair. İlk kitabından itibaren kuşağıyla eşit şartlarda masaya oturdu, yazdığı her kitapla ortamdan farklılaşıp Türk şiirinde kendine bir yer açtı. Ortama, klişeye, günü kurtaran işlere tenezzül etmedi. Her zaman daha yeninin peşinden koştu.
Hep Tabu, modern şiir kavrayışımızı etkileyecek bir kitap. Şairlerin söyleşileri edebiyat eleştirisinin, teorisinin vazgeçilmez kaynakları arasındadır. Ebabil Yayınları günümüz şiirinin en sağlam kaynaklarından biriyle söyleşi dizisini başlatıyor.
İbrahim Demirci İbrahim Demirci'yle bugüne değin yapılmış söyleşiler Ebabil Yayınları söyleşi dizisinde Kırk Yıldan Kıvılcımlar başlığı altında bir araya getirildi. Şiir, deneme, eleştiri, inceleme, çeviri ve çevrimyazı çalışmalarıyla yaklaşık yarım asırdır Türk diline ve edebiyatına hizmet etmeye çalışan İbrahim Demirci ile yapılmış söyleşilerin derlendiği bu kitap, onun kişisel inanış, yöneliş ve eğilimlerinin yanı sıra insanlığın ve ülkemizin çeşitli sorunlarına ilişkin gözlem, tespit, yorum, uyarı ve değerlendirmeleriyle de dikkat çekmektedir. 1983-2023 aralığında yapılmış bu söyleşilerde hem değişen ve dönüşen gerçekliklere ilişkin ipuçları bulacaksınız hem de kalıcı özlere ve olgulara dair közler ve kıvılcımlar…
D. Mehmet Doğan İdeoloji seviyesinde söyleneni değil; gerçek ve tabiî kimliği kavramak, böylece kendimiz olmak, yerlilikten millîliğe ve evrenselliğe doğru yürümek. Belki bazen bunun tersini yapmak; yani evrenselliğin, yerli ve millî olunmadan imkânsızlığını derk etmek. Bir geçiş döneminde zihnimizin sabitelerini keşfederek istikamet belirlemek... Dilin dehasına nüfuz etmeden, edebiyat birikiminin eserler yığını olmaktan öte anlam ifade etmeyeceğini kavramadan, bu dünyada doğru bir yer tayini mümkün değil. İslâm medeniyetinin son hamlesi Osmanlı mirası 20. yüzyıla şöyle veya böyle devredildi. Peki 20. yüzyılda ne oldu? Siyaseten Osmanlı devleti yıkıldı; fakat siyaseti aşar şekilde Osmanlı mirası yok sayılmakla kalınmadı, barbarca tahrip edildi. Zihin dünyamıza yapılan şiddetli saldırı, ağır hasarlar meydana getirdi. Binlerce yıllık mirasın taşıyıcısı alfabemize, büyük şaheserleriyle ifade gücünü ortaya koymuş dilimize müdahale edildi; bu, inancımızın tahrifini, düşüncemizin duraklatılmasını ve idrakimizin karartılmasını hedefleyen bir yıkımdı. Şiddetli saldırılara maruz bırakılan zihnimizde meydana gelen ağır hasarları onarmak, gelecek nesillerin doğru zeminde, milletimizin birikiminin farkında olarak dünyayı kavrayabilmesi yönünde çalışmak... Bugüne kadar sarf ettiğim bütün emeklerimi, gayretlerimi bu cümle ile özetleyebilirim. En hasarlı alanlarda doğru bildiğimi söylemek, tarih idrakini mihverine oturtmak, dili bir medeniyet bilinci ile kavramak, edebiyat ve sanat alanını bir bütün olarak görerek köklerimizden kopmadan yeni olmak...
Osman Özbahçe Genç insanlar söz konusu olduğunda nasihat kapısı hiç kapanmıyor. Onlara yazar olsaydınız nasıl yazardınız diyen yok. Edebiyat tarihi akım önerileriyle, böyle yazılır önerileriyle dolu. Bu önerileri tekrarlamanın anlamı var mı? Gençlerin önüne akımları sıra sıra dizsek ve birini seçmelerini istesek, onlardan seçtikleri akımın özelliklerini taşıyan bir şiir yazmalarını istesek hangisi yazamaz? Hangisi söz konusu kurallar dizisini işleterek bir metin üretemez? Peki, yazılan metne şiir diyecek miyiz? Hikâye diyecek miyiz? Gençlere kendinizi adayın demek kolay. Başka türlü yazamazsınız demek kolay ya da yazmak için okumak şart, okumayan yazamaz demek. Peki neyi okuyacak? Nasıl okuyacak? Dergi izleyin dediğinizde hangi dergiyi niçin öneriyorsunuz? İnternet ortamlarından uzak durun, internet dergi editörsüz dergidir dediğinizde internet dergileriyle edebiyat dergileri arasındaki farkı nasıl örnekleyeceğiz? İşin teorisini arayın ama teoriye teslim olmayın dediğimizde önerimiz nedir? Birbirinden kıymetli yazarlarımızla Okuma Süreçleri'nde bu sorulara cevap aradık. D. Mehmet Doğan, Arif Ay, İbrahim Demirci, Yıldız Ramazanoğlu, Necip Tosun, İhsan Deniz, Ali Sali, Turan Karataş, Hüseyin Atlansoy, Dursun Ali Tökel, Sadık Yalsızuçanlar, Şaban Abak, Mustafa Aydoğan, Gökhan Özcan, Hüseyin Akın, Hicabi Kırlangıç, Yusuf Turan Günaydın, Ali Utku, Hakan Şarkdemir, Selçuk Küpçük, Mehmet Aycı, Hayriye Ünal, Vural Kaya, Osman Özbahçe, Zeynep Arkan okuma süreçlerini yazdı. Edebiyat “ölümün çürütemediği güzellik”tir. (Sezai Karakoç) Yazarlarımız bize o güzellikten bir demet sundular.
Bülent Keçeli, Murat Üstübal Sorgusual’siz, Ücra şiir dergisinde Bülent Keçeli ve Murat Üstübal’ın günümüz şairleriyle yapmış oldukları söyleşileri içeriyor. Dergide çeşitli aralıklarla şiir söyleşilerine yer verildi. Ücra’nın atölye dergisi olarak yayın hayatına başladığı 2002-2005 yılları arasındaki ilk döneminde şairlerle yaptığı söyleşiler daha çok bu şairlerin şiir teoriğine ilişkin bilgi ve deneyimlerinden yararlanmak içindir. Atölye döneminde söyleşileri yayımlanan şairlerin çoğu yalnızca şiir yazmıyorlar, aynı zamanda şiir düşüncesi üzerine de önemli yazılar yazıyorlardı. “Sorgusual’siz” başlığı altında soruşturma ve söyleşi arası bir formatta gidip gelen ilk dönemdeki sorularda amaçlanan Ücra’nın yenilikçi arayışlarında önlerine dikilen meseleleri günümüz şairleriyle tartışmaktı. Yapılan soruşturma / söyleşiler Ücra’nın atölye ruhuna uygun, arayışlarına dayanak oluşturan söyleşilerdi. İkinci dönem ise (2009-2015) daha çok arayışların ortaya koyduğu verilerin değerlendirildiği, şiir teorisine ilişkin düşüncelerin iyiden iyiye olgunlaştığı ve otantik şiirsel pratiklerin yoğun bir biçimde yayımlandığı dönemdir. İkinci dönemde yayımlanan “Sorgusual’siz” metinleri soruşturma anlayışından uzak, daha çok bazı şairlerin dikkat çeken şiir kitapları üzerine yapılmış söyleşilerdi. Söyleşilerdeki ilgi ve arayışların merak edilen güncel şairlerin özgün şiir kitaplarının çözümlenmesine doğru evrildiği görülecektir.
Mehmet Âkif Ersoy Söyleşiler, deneme-eleştiri ve inceleme kitapları kadar önemlidir. Bir yazarın bazen bu tür çalışmalarına yansımayan ayrıntılar söyleşilerde dile gelebilir. Bu açıdan Mehmet Âkif'le yapılmış söyleşilerin de bir araya getirilmesi bir ihtiyaç olarak ortada duruyordu. Kitap asıl itibariyle üç bölümden oluşuyor: Âkif'le yapılmış ilk söyleşi; kendisiyle hasta döşeğindeyken yapılmış röportajlar; çeşitli gazeteci ve yazarların Âkif'le olan muhavereleri. Bir ek bölümde ise yakınlarıyla yapılmış röportajlar yer alıyor. Âkif'le sanat telakkisi hakkında bir Dârülmuallimîn talebesinin yaptığı ilk söyleşi, hasta döşeğinde gerçekleştirilmiş ve Âkif'in “dedikodu mevzuu olmak istemeyen bir hasta adam” hassasiyetiyle verdiği cevapları barındıran söyleşiler sağlam bir Âkif portresinin çizilebilmesi açısından son derece zengin ayrıntılar barındırıyor.
“Muhavereler” başlığı altında yer alan metinler ise kendi içinde teşkil ettikleri bütünlükle söyleşi metinlerinden bazı yönleriyle ayrılıyor. Bu metinler Âkif'le dost olmuş, bu vesileyle görüşmüş bazı kişilerin bu görüşmelerde gerçekleşen konuşmaları kayda geçirmeleri suretiyle oluşturulmuştur. Bu sebeple de klasik anlamda birer röportaj sayılmayabilirler ama karşılıklı konuşma havası içinde âdeta birer röportaj metni gibidirler.
Âkif'in İstiklâl Harbi içinde Hâkimiyet-i Milliye gazetesi bürosunda genç bir gazeteciyle konuşmaları, Türkiye'ye dönüşü sonrası yaşananlar, Kur'an Meâli hakkında ayrıntılar, roman, şiir ve vezin, felsefe, tasavvuf, Mevlânâ ve İbn-i Arabî gibi konulardaki görüşleri bu söyleşi/muhavere/hasbihallerden izlenebilir durumdadır.
“Ekler” bölümünde toplanan röportaj metinleri ise gazetecilerin Âkif'in aile fertleriyle görüşmelerinden oluşmaktadır. Söyleşiler Muhavereler Mehmet Âkif Ersoy kitabı, Âkif hakkında orijinal çalışmalarıyla tanıdığımız Yusuf Turan Günaydın'ın emek mahsulü eserlerinden biridir. Söyleşiler Muhavereler, Âkif'in kitaplarda kalmış bir yönünü daha gün yüzüne çıkarıp belirginleştirmektedir.
Lütfi Sunar, Büşra Bulut Yayıncılık dünyası, içinde kültürel, sosyal taşıyıcıları barındırmasının yanı sıra iktisadi bir döngü ve düşünsel bir evredir. Türkiye'de yayıncılık, üzerinde düşünülen, farklı yönleriyle konuşulan bir alan olmasına rağmen yayın faaliyetlerinin düşünsel süreçlere etkisi üzerine pek çalışma yoktur. İlmi Etüdler Derneği (İLEM) tarafından 2019 yılında hayata geçirilen Türkiye'de Yayıncılığın Hafızası Projesi (TYH) ile Türkiye’de yayıncılık ağları içinde bulunmuş önemli isimlerle sözlü tarih görüşmeleri gerçekleştirilmiştir. Özellikle 1970 sonrasında yayıncılık yolu ile fikri zeminler kuran yayınevlerinin, yayıncıların, editörlerin ve çevirmenlerin bu havzaya katkıları kendi anlatımları üzerinden incelenmiştir. Elinizdeki bu kitap, proje kapsamında 22 kişi ile yapılan sözlü tarih görüşmelerini içermektedir. Türkiye’deki yayıncılık serüveni, dönüşümleri ve kırılmaları hakkında eşsiz bilgiler sunmaktadır. Bu anlatılar bildiklerimizi radikal şekilde değiştirmeyebilir, aksine dönem incelemesinde sahip olduğumuz ön kabulleri onaylayabilir, yeni bir bakış açısı kazandırabilir ya da her zaman söylenenin ardında söylenmeyen bir noktaya işaret edebilir. Bu kitapla yapmayı arzuladığımız şey, basılı kaynaklardaki bilgiyi ve olguyu onaylatmak değil, incelenen döneme farklı yollarla yaklaşmayı sağlamaktır.

Kitapta yer alan isimler: Mehmet Güleç, Fikret Başkaya, Ezel Erverdi, Haşan Başpehlivan, Ahmet İyioldu, Ömer Ziya Belviranlı, Fahri Aral, Abdullah Sert, Erdal Akalın, Sabri Koz, İlbay Kahraman, Mehmet Ali Uğur, Muharrem Balcı, İbrahim Çelik, Selahattin Özpalabıyıklar, Kenan Kocatürk, Erhan Erken, Mehmet Kahraman, Tanıl Bora, Müge Gürsoy Sökmen, Mustafa Kasadar, Elif Akkaya.
Enis Akın “Yarın konuşuruz” demek “bugün konuşamayız” demenin bir türüdür; yarın ütopyadır, yarın yoktur.
“Yarın konuşuruz” diye ertelemeyen, “bugün konuşalım” diyen şairlerle, edebiyatçılarla söyleşiler var bu sayfalarda.
Ece Ayhan, İlhan Berk, Hüseyin Cöntürk, küçük İskender, Ahmet Oktay, İsmet Özel, Necmiye Alpay, Orhan Koçak, Murat Belge ve Güven Turan’la şiir, edebiyat, şairler, Türkiye, yakın geçmiş gibi belirsizlikler üzerine konuştuk.
Burada okuduğunuz bir cümleyi belki alır cebinizde gezdirirsiniz, belki katlayıp hafızanızın bir kenarına kaldırırsınız, ama belki bir gün bir yerde aklınıza gelir, ertelenmiş bir etkisi olur.
Edebiyat ertelenmiş etkiden başka nedir ki?