Sosyolojiye Giriş \ 1-1
Stjepan G. Mestrovic İlk olarak 1991 yılında yayınlanan bu kitap, Durkheim sosyolojisinin modernite ve postmodernizm tartışmaları ile ne derece ilişkili olduğunu gösterme gayretindedir. Bunu, Durkheim’ın fikirlerinin mevcut sosyal bilimlere nasıl uygulanabileceğini sorgulamak ve uygulamak yoluyla yapar. Yazara göre Durkheim’ın kitaplarını yayınlamaya başladığı 1890'ların toplumsal bağlamı ile bugün arasında oldukça çarpıcı benzerlikler vardır.
Bu kitap sosyoloji ile felsefenin, psikoloji ile kültürel çalışmaların ve tarih ile sosyolojinin bağlantılı alanlarında çalışma yapan okuyucular için önemli bir kaynaktır. Kitap, aynı zamanda, insanlık milenyum çağının problemleri ile yüzleşmekteyken ortaya çıkan soru ve sorunları anlamak kaygısı güden tüm okuyucular için iyi bir yol göstericidir.
Aysel Günindi Ersöz, Ayşe Canatan, Erdal Aksoy, Hayati Beşirli, İsmail Sarı, M. Naci Bostancı, Murat Madenüs, Serdar Sağlam, Serra Sevde Hatipoğlu, Tevfik Erdem, Yusuf Yalanız
Rauf Arıkan Anketler, sosyal konularda bilgi toplamak için yapılır. Konu ne olursa olsun bilginin kaynağı ve anketin muhatabı bireylerdir. Bilgi toplamanın anketler dışında da başka yolları mevcuttur: Deney, gözlem, kütüphane çalışması, örnek olay incelemesi vb. Ancak kısa zamanda güncel, az masraflı ve amaca uygun veriler toplayabilmek için çoğu zaman anket yöntemine başvurmaktan başka çare olmayabilir. Geleneksel anketlerde çok sayıda denek adı verilen bireyle görüşülür ve sınırlı sayıda soru sorulur. Derinlemesine anketlerde denek az sayıda olur fakat daha çok zaman alan ayrıntılı sorular sorulur ve görüşler alınır. Sorulan sorular bazen tamamen test şeklinde olur. Bazen de hem test hem de yorum soruları bir arada sorulur.
Anket yoluyla elde edilen bilgiler, fen bilimlerindeki ölçmeler gibi doğru olmaz, az veya çok hata içerir. Çünkü, algıları, tutumları, davranışları veya becerileri tam olarak ölçecek araçlarımız yoktur. Sayılan bu hususlar, bireylere, zamana ve mekâna göre değişkendir. Öğrencinin başarı ve yeteneğini, fertlerin beğeni ve tepkilerini, beklentilerini, toplumun hoşgörü düzeyini veya nefretini, insan haklarının düzeyini, adil rekabeti, piyasanın şeffaflığını, fakirliğin derecesini, hastadaki ağrının şiddetini, depremin derecesini ölçmek terazide domates tartmak gibi değildir.
Anket yoluyla hatası az olan veriler elde etmek için geçerli ve güvenilir bilgiler toplamak gerekir. Bunun için de iyi ölçme araçları geliştirmek ve çok sayıda denekle anket yapmak ve en yüz yüze görüşme, posta yoluyla bilgi isteme, telefonla bilgi alma, internet ortamından yararlanma gibi anket tekniklerinden birini seçmek gerekir. Bulguları genelleyebilmek için de işe olasılık (probabilite) dâhil edilmelidir. Yani, denekleri olasılıklı olarak örnekleme yoluyla seçmelidir. Araştırılan topluluğa tam sayım yapılabilecekse, örneklemeye gerek kalmaz.
Günümüzde kamu kurumları, üniversiteler, firmalar, bankalar, siyasi partiler, elçilikler, dernekler, ulusal ve uluslararası araştırma şirketleri çeşitli amaçlarla tekrar tekrar anket yapmaktadırlar. Hatası en az ve başarılı bir anket gerçekleştirebilmenin belki de ilk şartı, en uygun anket formu düzenleyebilmektir: Anket formunun tasarımı, soru sayısı, soru sırası ve soru tipi uygun anket formunun temel göstergeleridir. Bu kitapçığın amacı da bu göstergeleri inşa etmektir. Toplanan verileri, tablolar, grafikler, betimsel veya nedensel istatistiklerle analiz ederek anket çalışmamızı başarılı bir rapora, makaleye veya teze dönüştürerek amacımıza ulaşmış oluruz.
Bryan S. Turner Beden ve Toplum şimdi her zamankinden daha iyi... Turner, felsefi ve teolojik özlemleriyle organik ve kültürel köprüler kuruyor: sonuç, bedenlerle –erotikten açlık çeken bedenlere, çalışandan arzulayan bedenlere– harmanlanan bir toplumun etkili bir analizi.
Anthony Elliott, Flinders University
Bryan Turner, kendimiz ve bedenlerimiz hakkında düşünme şeklimizde devrim yarattı. Bu baskı... daha fazla entelektüel büyüme ve gelişme göstermektedir; yenilikçi fikirler zaten klasik bir anlayışı haber vermektedir. İnsan bedeni hayatımızın en bariz materyalidir; bu kitap, yirmi birinci yüzyılda bedenin anlamları hakkındaki bilgimizi derinleştirmemize olanak sağlamakta ve kendimiz için sunduğumuz ve kendimiz için inşa ettiğimiz olasılıkların (hem olumsuz hem de olumlu) eksiksiz ve özgürleştirici bir açıklamasını sunmaktadır.
Mary Evans, London School of Economics
Bu, beden sosyolojisini meşru bir araştırma alanı olarak yeniden açtığını iddia edebilecek bir kitabın tamamen revize edilmiş bir sürümüdür. Her bölümü revize edilmiş ve güncellenmiş olan, konunun tüm yönleri için eşsiz bir rehberlik sağlayan bu kitapta, alandaki son değişiklikleri ve Turner’ın kırılganlığın merkeziliği üzerindeki gelişimini yansıtan yeni materyaller bulacaksınız.
Kendinden emin ve yenilikçi olan bu kitap, alanın önde gelen yazarlarından birinin beden sosyolojisi üzerine en yetkili çalışma bildirisini sunmaktadır.
İkinci basım için övgü:
“Bu kitap, bedenin ve bedensel deneyimin sağladığı açıklamaların yeniden değerlendirilmesine ve eleştirel olarak karşılaştırılmasına yardımcı olacak şekilde yazılmış sosyal ve sosyolojik düşünceyi teşvik edici bir genel bakış sunuyor... Bu da değerli ve düşündürücü bir kitap olmasını sağlıyor.” –Medical Sociology News
“Analizi zorlayıcı olmaya devam ediyor... Kitap ilginç, iyi yazılmış ve güncel” –Health
Ali Meydan, Çetin Doğru, Emine Öztürk, Erkan Göksu, Gökay Durmuş, Hacer Kumandaş, Hadi Sofuoğlu, Kurtuluş Kayalı, Levent Yılmaz, Mehmet Cem Şahin, Mehmet Refik Korkusuz, Murat Özcan, Nilgün Türkileri, Sena Berfin Tunç, Seyfullah Palalı, Şengül Doğan, Timuçin Yalçınkaya, Tuğçe Şener, Yener Bektaş Dünya genelinde sosyal bilimlerin pek çok disiplininin doğuşu ve gelişimine ilişkin ilgili literatür incelendiğinde 19. yüzyılın bir başlangıç noktası olarak seçildiği dikkatleri çekmektedir. Bu yüzyılın insanlık tarihi içinde bir kırılma noktası olarak bilhassa Batı dünyasında öne çıkmasının sebebi üretim biçimlerindeki dönüşümlerin doğurduğu yeni sosyoekonomik ve kültürel süreçlerdeki yaşanan farklılaşmalardır. Aydınlanma düşüncesi, Fransız İhtilali ve Sanayi İnkılabı gibi sosyal hareketlerin 19. yüzyıl Batı toplumunda şekillendirdiği yeni yapılar, ilişkiler, kurumlar ve zihniyetler aynı zamanda bir daha eskiye (gelenekselliğe) dönüşün pek mümkün olmadığı rasyonelleşme, pozitivizm ve liberalizm gibi felsefi, toplumsal, politik ve ekonomik boyutları olan dünya görüşlerini, sosyal hayatın içine yerleştirmiştir. Modernleşme süreci olarak ifade edilen bu yeni dönemde modern toplumun ortaya koyduğu pek çok olguyu farklı bağlamlarda ele alan, inceleyen çeşitli sosyal bilim disiplinleri gelişmiştir. Bu dönemde sosyal bilimlerin yöntemi ve dolayısıyla bilgiye ulaşma araçları tıpkı doğa bilimlerinin yöntemi gibi deneysel ve olgusal olarak düşünülmüştür. Bu doğrultuda erken dönem sosyal bilim tarihine bakıldığında sosyal olay ve olguların tıpkı doğal bir nesne imiş gibi ele alındığını, yani yöntemsel ve terminolojik açıdan doğa bilimleri ile sosyal bilimler ya da insan bilimleri arasında herhangi bir farklılaşmaya ihtiyaç duyulmadığı görülmektedir. Bu durum sosyal bilimlerin başlangıçta son derece spekülatif bir düzlemde kalmasına, abartılı genellemeler ve tartışmalı içerikler ihtiva eden bir görünüme sahip olmasına sebep olmuştur. Zaman içeresinde görece daha özgün bir forma kavuşan sosyal bilimler bilhassa Batı'da 20. yüzyılda bağımsız bilim dalları olarak şekillenmeye başlamışlar, metodolojik ve terminolojik açıdan farklı bir aşamaya kavuşmuşlardır. Modern Batı toplumu kendi özgün tarihsel ve toplumsal koşulları içerisinde ortaya çıkan bağlamlarda ürettiği sosyal bilimsel kavramların, Batı dışı toplumlarda anlaşılma biçimleri, daima bir tartışma konusu olmuştur. Bu noktada sosyal bilimlerin ülkemizdeki gelişim serüveni, mevcut durum ve ileriye dönük olası senaryolar biz sosyal bilimciler açısından daima üzerinde kafa yorulan meseleler olarak gündemdeki ilk sıradaki yerini muhafaza etmektedir.
Adem Üstün Çatalbaş, Ahmet Gökçen, Ahmet Özpınar, Ayşe Nur Leblebicier, Canser Kardaş, Ejder Ulutaş, Ferhat Tekin, Hasan Harmancı, Hüseyin Çil, İbrahim Nacak, İslam Can, Muammer Ulutürk, Mustafa Aydın, Zeynep Atalay Duyular, bireysel ve toplumsal ilişkileri kurabilme ve yıkabilmeye dair manevra kabiliyeti sunabildiği için, toplumsal hayatın temel belirleyici referanslarını oluşturmaktadır. Görebilme, dokunabilme, tadabilme, koklayabilme, duyabilme ve hissedebilme gibi arttırılabilecek duyu aktlarının hayatı tanımaya dair dayanaklar olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Hayata dâhil olmada yaşanan zorlukların derecesi, duyuların yoksunluğuyla doğru orantılı seyretmekte; duyular, yaşanılan dünyayı anlamlı bir zeminde okumayı mümkün hâle getirmektedir. Kültürel varlık ve konumlanmalara göre duyuların öncelik-sonralık ilişkisi farklılık göstermekle beraber, bütün varoluş biçimlerinde duyulara verilen paye ve referans çerçevesi oldukça geniştir. Güvenin, tanımanın, anlamanın, temellendirmenin ve ispatlamanın temel tutamağı olan duyu verileri, bu ve pek çok yönleri itibarıyla hem bilimsel hem de gündelik hayata kendi imzasını atmaktadır. Bu bakımdan duyu verileri, hayatı okumada önemli duraklardır.
Bu çalışma; duyuları yanına alarak birey ve toplumun hâllerini yeni ve farklı bir zeminden okumaya gayret göstermekte; uzun bir müddet pozitivist paradigma tarafından kıskaca alınan duyuların kültürel dünyada nerede durduğuna dair bir kapı aralamaktadır. Duyu Sosyolojisi, duyuların teorik ve gündelik hayattaki karşılığının ne olduğunu irdelemek üzere alanda çalışmalar yapan uzmanlarca, incelikli ve derinlemesine değerlendirmeler içeren metinlerden müteşekkildir. Kitabın, Türkiye'de bu konu ve kapsamda yapılan ilk çalışma olması itibarıyla alana katkı sağlamasını dileriz.
Abdulkadir Yeler, Adem Palabıyık, Adem Sağır, Celal İnce, Cumhur Arslan, Ebru Çetin, Esra Işık, Gökhan Göktürk, Göknur Ege, Gül Aktaş, Hasan Biçim, Işılay Göktürk, İlknur Beyaz Özbey, İsmail Öz, Kerem Özbey, M. Yavuz Alptekin, Mehmet Koca, Onur Uca, Özkan Aydar, Özkan Öztürk, Selim Karyelioğlu, Ümmet Erkan, Yaşar Erjem, Yunus Anter, Zeynep Hiçdurmaz Dünden Bugüne Sosyoloji başlıklı bu eser; hem çeviriden kaynaklı dilsel sorunlara hem de Türkiye’nin sosyolojik gerçekleriyle örtüşmeyen içeriksel sorunlara sahip olmalarına rağmen ders kitabı olarak okutulan birçok çeviri kitaba alternatif hazırlanmıştır.
Sosyoloji bölümlerinde verilen “Sosyolojiye Giriş” ders içeriğine sahip olan bu kitap; kapsamlı, ayrıntılı, örnek ve görsel açısından zengin olarak ve sade bir dille kaleme alınmıştır. Bu yönleriyle akademisyenlerin ve öğrencilerin yanı sıra sosyolojiye ilgi duyan tüm okurların da faydalanabileceği bir eserdir.
Abdulkadir Yeler, Adem Sağır, Celal İnce, Cumhur Arslan, Esra Işık, Gökhan Göktürk, Işılay Göktürk, İlknur Beyaz Özbey, İsmail Öz, Mehmet Koca, Onur Uca, Özkan Aydar, Selim Karyelioğlu, Ümmet Erkan, Yaşar Erjem, Zeynep Hiçdurmaz Sosyoloji dersi; üniversiteye yeni başlamış öğrencilerin, hayatta ne işe yarayacağını çok kavrayamadıkları ama mezun olan öğrencilerin de en çok aradıkları ve en çok atıfta bulundukları derstir. Bu, sosyolojinin sırasıyla mikro ve makro yaşam boyutlarını içeren kompleks yapısından ve hayat için ne kadar gerekli bir bilim olduğu gerçeğinden kaynaklanır.
Genel Hatlarıyla Sosyoloji isimli bu kitap, Sosyoloji bölümünün yanı sıra İktisadi ve İdari Bilimler, Mimarlık, İletişim, Sağlık Bilimleri fakülteleri başta olmak üzere birçok fakülte ve yüksekokulda okutulan Sosyoloji dersinin 14 haftayı kapsayan tek dönemlik içeriğini kapsamakta ve temel konuları güncel olaylardan örneklerle ve sade bir dille ele alarak sosyoloji bilimini başta öğrenciler olmak üzere tüm okurlarına keyifli şekilde anlatmayı ve severek öğretmeyi amaçlamaktadır.
Alper Özmen, Battal Yılmaz, Derya Ayhan, Ekrem Ersin Cesur, Orhan Kandemir, Ümmühan Ergin Bu kitap, sanayi ve teknoloji alanında ortaya çıkan gelişmelere paralel olarak meydana gelen istihdam düzensizlikleri ve teknoloji bağımlılığına yönelik olguları tetkik ederek çözüm önerileri sunmaktadır. Konular iktisat, siyaset bilimi ve kamu yönetimi bölümü gibi farklı disiplinlerde çalışan akademisyenlerce analiz edilerek şu sorulara cevap aranmıştır: Toplum olarak Dijital Teknoloji bağımlısı mıyız? Devlet hangi tür kamu politikalarıyla halkın söz konusu bağımlılığını minimize edebilir? Yüksek öğretim mezunlarının iş bulamaması, ülkedeki eğitim ve istihdam ilişkisinin dengeli bir şekilde kurulamamasından kaynaklanıyor olabilir mi? Ne eğitim ne de istihdamda olan 15-29 yaş grubundaki gençler ile ilgili nasıl bir sosyal politika demeti ortaya konmalıdır? Kadınların formel işgücüne yoğun katılımının geleneksel olarak erkekler tarafından yapıldığı düşünülen pek çok işi dönüştürdüğü söylenebilir mi? İşsizlikle mücadelede uygulanan politikalar, sosyal refah düzeyini hangi yönlerden etkiler? Yoksulluk ve işsizlikle mücadelede toplum yararına programlar ne ölçüde etkiye sahiptir?
Eyyüp Sanay Bu kitapçık, İbni Haldun’un “Mukaddime” adlı eserinin Zakir Kadri Ugan tarafından yapılan Türkçe tercümesinin bir özetidir. Üç beş ciltten oluşan eserlerin tamamını okumak çoğunlukla mümkün olmamakta, okuyanlar için de zaman alıcı olmaktadır. Bir yazarın fikirlerini veya eserinin içeriğini tamamen okumadan anlamak veya anlamlandırmak ise eksik olmaktadır. Bu düşünceden hareketle yıllar önce yaptığım bu çalışmanın yayımlanmasının; siyasi hayata atılınca İbni Haldun’un fikir ve düşüncelerinin özellikle günümüz siyasetçileri için, sosyal bilimlerle uğraşan ve sosyal olaylar üzerinde kafa yoran kimseler için yararlı olacağını düşündüm. Ayrıca okunduğu zaman görüleceği gibi, İbni Haldun’un görüş ve düşüncelerinin yaşadığı çağda olduğu kadar günümüz sosyal, siyasi ve ekonomik hayatında da geçerli ve faydalı olacağı aşikârdır.
Ensar Çetin “Işık, Doğu'dan yükselir”.
Kendi tarihimizi unutarak sosyolojinin Batılı bir bilim olduğuna inandık. İtalyanlar, Giambatista Vico'yu tarih felsefesi ve sosyolojinin kurucusu; Fransızlar, Jean-Jacques Rousseau, Montesquieu, Saint Simon, Auguste Comte veya Emile Durkheim'ı sosyolojinin kurucusu; Almanlar, Karl Marx veya Max Weber'i sosyolojinin kurucusu ilan ederken biz sadece bunların hangisinin haklı olabileceğine odaklandık ve sosyolojinin aslında bizim toplumumuzdan doğan bir bilim olduğunu göremedik.
Evet, bu konuda da ışık Doğu'dan yükselmiştir. Ne Doğu'da ne de Batı'da henüz sosyolojinin olmadığı bir dönemde (14. yüzyılda) yaşamış olan İbn-i Haldun; Dünya Tarihi (el- İber) isimli devasa eserinin birinci kitabı olan Mukaddime'de (Başlangıç) çok açık bir şekilde “umran bilimi"nin (sosyoloji) inceleme konusunu tanımlamış, yöntemini belirlemiş, temel kavramlarını ortaya koymuş ve böylece bu yeni bilimin (sosyolojinin) kurucusu olmuştur.
İbn-i Haldun'u ilk sosyolog olarak kabul eden Ludwig Gumplowicz, İbn-i Haldun'un Mukaddime ile sadece Auguste Comte'tan evvel değil İtalyanların ilk sosyolog olarak göstermeye çalıştığı Giambattista Vico'dan da çok önce toplumsal hadiseleri tetkik ettiğini ve bu konuda derin fikirler ortaya koyduğunu belirtmiştir.
Diğer bir Batılı bilim insanı S. Frederic Dale'ye göre de “Güçlü rasyonalist geleneklere sahip Fransızlar, ilk olarak İbn-i Haldun'un 14. yüzyılda tasavvur edip tasarladığı tekerleği yeniden icat etmişlerdir”. İbn-i Haldun'un toplumların ve devletlerin sürekli evrilen koşullarına dair farkındalığı, onun sosyolog olarak görülmesini gerektiren nedenlerden biridir.
A. Teyfur Erdoğdu, Ahmet Ayhan Çitil, Ali Utku, Mehmet Zahit Tiryaki, Ömer Türker, Sadık Türker, Tahsin Görgün Bir bilim dalının sürekliliğini sağlayan en önemli ve öncelikli unsurlardan birisi merkezi kavramlarının tespiti ve tabii sürekliliğinin sağlanmasıdır. Özellikle sosyal bilimler çerçevesinde yapılacak olan çalışmalar o bilimin kendi alanında bulunan makul anlamlara tekabül eden kavramların ve onların dil içerisinde bir anlama ad olmasını ifade eden ıstılah/terime yüklenmesi, ilgili bilim dalının bilimselleşme süreçlerine dair de ipuçları verir.
Günümüzde sosyal bilimlerde hakim olan kavram ve buna bağlı olarak terimselleşen ifadeler, Avrupamerkezci tanımların hakimiyeti ekseninde belirlenmekte ve bu kavram-tanım ilişkisi Avrupamerkezci yorumların süregelmesini sağlamaktadır. Bu şekilde toplumun öz değerlerine ve yapısına aykırı olarak üretilen kavramlarla yapılan tanımlamalar, sosyal bilimlerde sahih üretimlerin yapılmasına engel olmaktadır. İslam toplumunun yapısı ve kültürünün de göz önünde bulundurulduğu doğru bir sosyal bilimin gelişmesi ve buna bağlı olarak doğru bir bilimsel düşünce zeminin sağlanabilmesi öncelikle yerli ve kökenleri itibariyle süreci takip edilebilir kavramsal ve kuramsal çerçeveyi zorunlu kılmaktadır.
Elinizdeki kitap, bu gerekliliklerin işaret ettiği doğrultuda sosyal bilimlerde yeni kavramları geliştirmenin zeminini oluşturmak ve imkân alanlarını tespit etmek amacıyla hazırlanmıştır.
Richard PAUL, Linda ELDER Tüm yaşamımız, duygu ve düşüncelerimiz tarafından yönetilmektedir. Çoğumuz ağırlıkla gerçeğin farkına varmadan yaşadığımızdan düşünce becerilerimizi geliştirmeyi önemsemeyiz. Ancak düşünme; eğitim, psikoloji ve daha birçok alandaki bilim insanının üzerinde çalıştığı ve geliştirmeyi hedefledikleri becerilerden bir tanesidir. Eleştirel düşünme ise en temel ve önemli düşünme türleri arasındadır. Pek çok kişi tarafından bilinç dışı bir eylem olarak kabul edilen "düşünme"yi bilinç alanına çekip özel eğitim teknikleri ile geliştirmek mümkündür. Bu kitap; eleştirel düşünme becerileri kapsamında, kişinin tarafsız düşünür hâline gelme, düşünme seviyesinden haberdar olma, temel akıl becerileri, yetenekleri, içgörülerinin gelişmesine destek olma, sunulan düşüncenin zayıf ve güçlü manasını keşfetme vb. gibi becerilerini geliştirme, kendi düşünme standartlarını bilme, soru sorma ve düşünmedeki yerini anlama, düşünme içeriğini öğrenme, iyi düşünme becerilerini edinme, karar alma, problem çözme, mantık dışı düşünce ile başa çıkma, ulusal ve uluslararası propaganda yolları, zihinsel kandırmaca ve manipülasyonun farkına varma, etik akıl yürütme, stratejik düşünme becerileri ve ileri düşünür olma başlıklarında bilgi ve beceri kazandırmayı amaçlamaktadır. Buraya kadar sözü edilen bu becerileri kapsayan kitabın hem bilgi vermesi hem de Türkiye'deki akademisyen ve düşünürler tarafından bu konuda yeni eserlerin kaleme alınmasını, araştırma yapılmasını teşvik etmesi hedeflenirken matematik bilimlerinde ve sosyal bilimlerde eğitim gören öğrencilere, politikacılara, medya mensuplarına faydalı olacağı düşünülmektedir ve kişisel gelişimi bir yaşam biçimini hâline getirenlere geliştirici bir okuma serüveni olacağına inanılmaktadır. (Kim ile? Kim için?..)
21. yüzyıl becerileri arasında ilk sıralarda yer alan eleştirel düşünme becerisinin stratejik ve sistematik olarak nasıl geliştirilebileceğini anlatan bu kitap, okuyucular için hem günlük yaşamda hem de profesyonel hayatta kullanabilecekleri önemli reçeteler vermektedir. Bilgi çağının getirdiği bilgi bombardımanı içinde hangi bilgiye nerede, nasıl, niye, ne zaman ve kim ile kim için ulaşılır sorularının cevaplarını çok gelişmiş tablolar ve şekiller ile anlatarak görsel anlamda hatırlanır ve uygulanabilir kılmakta; sol beynin işlevi olan eleştirel düşünceyi çok daha ileriye götürerek bilginin yaratıcılığa dönüştürülmesinde önemli rol oynamaktadır. Basitliğin getirdiği mükemmellik ile değişen ve devrim niteliğinde yaşanan teknolojik gelişimlerde okuyucuların uygulamalı olarak karar verme becerilerini geliştirmekte ve okuyuculara bulundukları ortamda farkındalık oluşturarak fark yaratmalarını sağlayacak donanım vermektedir. Bu kitabın okuyucuları sadece eğitim dünyasındaki değişimi sağlamak isteyen kişiler değil profesyonel dünyada da dönüşümü sağlamak isteyen oyuncular ve liderler olmalıdır.
Fatma Takmaz Demirel, Özden Özbay, Sabuha Bindik Bu kitabın temel amacı, Türkiye’deki sosyolog akademisyenlerin nicel, nitel ve karma araştırma yaklaşımlarına yönelik metodolojik eğilimlerini, yeterliliklerini (bilgi-beceri) ve araştırma pratiklerini keşfetmektir.
Artık günümüz Türkiye’sinde yükseköğretimde sosyolojinin ilk dönemlerinde olduğu gibi İstanbul ve Ankara şehirleri ile sınırlı bir sosyoloji eğitimi yapılmamaktadır. Yükseköğretimde sosyoloji eğitimi ile ilgili literatüre göre Türkiye’nin her ilinde en az bir üniversite ve çoğunda bir sosyoloji bölümü vardır. Durum böyle iken Türkiye’deki akademisyen sosyologların metodolojik eğilimleri, bilgi ve pratiklerine yönelik akademik çalışmalar sadece küçük bir grup “elit/ünlü” sosyologlar (ör., Ziya Gökalp, Hilmi Z. Ülken, Mübeccel B. Kıray, Şerif Mardin vb.) ile sınırlıdır. Ancak çağımızda üniversitelerin “kitlesel” düzeyde eğitim öğretim yaptıkları düşünüldüğünde Sosyoloji bölümlerinde çalışan onlarca “sıradan” öğretim elemanının metodolojik eğilimleri, yeterlilikleri (bilgi-becerileri) ve araştırma pratiklerinin bilinmemeleri çok büyük bir eksikliktir.
Bilindiği kadarıyla bu eser ile birebir aynı veya benzeri bir çalışma yoktur. Araştırma konusu ile çok sınırlı düzeyde ilgili bazı çalışmalar ile kıyaslandığında mevcut çalışma çok daha kapsamlı ve direkt (ülke kapsamında iki ayrı veri kullanması, direkt metodoloji konusu ile ilgili olması, çok göstergeli ölçümler yapmış olması nedenleri ile) bir şekilde sosyolog akademisyenlerin metodolojik durumlarını tespit etmeye çalışmaktadır.
Bu eser ile Türk sosyolojisine “küçük ama dev bir adım atarak” önemli bir katkıda bulunmuş olmayı umuyoruz.
Nurşen Adak Sosyolojinin son yirmi yılda önemli ilgi alanlarından biri hâline gelen sağlık sosyolojisi Türkiye’de de farklı disiplinlerden akademisyenlerin ilgisini çekmektedir. Sağlık Sosyolojisinde Güncel Tartışmalar kitabının oluşması da bu ilginin sonucudur. Kitaba sosyoloji, sosyal psikoloji, kamu yönetimi, ekonomi gibi farklı alanlardan akademisyenler katkı sunarak sağlığın, ekonomik, sosyal, psikolojik boyutlarına dikkat çekmektedir.
Kitapta; sağlık sosyolojisinde en fazla tartışılan konulardan sağlıkta eşitsizlikler başta olmak üzere uygulanan sağlık politikaları ve tüketim toplumuyla yakından ilgili olan sağlık ekonomisi, sağlıkta dönüşüm, tıbbileşme ve beslenme konularına yer verilmektedir. Ayrıca sağlık ve hastalık anlatıları, hapishane ve sağlık-hastalık ilişkisi, modern tıbba alternatif gösterilen sağlık ve hastalığa ilişkin meslek dışı yaklaşım, tamamlayıcı ve alternatif tıp konuları da kitapta okuyuculara sunulmaktadır. Sağlığın korunup geliştirilmesi bağlamında son yıllarda sık olarak vurgulanan sağlık riskleri ile sağlık ve ekonomi ilişkisi de kitapta yer almaktadır.
Adem Bölükbaşı, Ayfer İlyas, Fatıma Firdevs Adam Karduz, Fikri Keleşoğlu, Hülya Aksakal Kuc, M.Ferit Duman, Mehmet Atasayar, Tuğşat Ercan Bu kitap, farklı disiplinlerin bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş ve güncel sosyal ve beşeri konuların referans alındığı bir kaynaktır. Farklı disiplinlerde Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik, Sosyal Hizmetler, Psikoloji ve Sosyoloji bilimleri bir araya getirilerek sentezlenmiştir. Kitabın yazılmasında her bir başlıkta konu alanı ile ilgili farklı yayınların taranmasına özen gösterilmiş, özellikle 21. yy'da güncel hayatımızda ön plana çıkan ve büyük çoğunlukla da gelecekte de önemli olacak olan konuların seçimine öncelik verilmiştir. Yüksek öğretim programları müfredatlarında son sınıflarda okutulmaya başlanan "güncel içerikli dersler"de yararlanılabilecek ve aynı zamanda sosyal-beşeri bilimlere ilgisi olan ve kendini geliştirmek isteyen her bireyin okuyabileceği bir kaynak niteliği taşımaktadır.
Haluk ALKAN, A. Teyfur ERDOĞDU, Tony LAWSON, Songül DEMİR, Necati ANAZ, Erol YILDIRIM, Hediyetullah AYDENİZ Bugüne kadar sosyal bilimlerin her bir disiplininde çok sayıda farklı teori geliştirilmiş ve birçok kavram üretilmiştir. Sosyal bilimlerde devam eden tartışmalar ise her geçen gün farklı bakış açılarıyla yeniden şekillenmektedir. Bu bakış açılarının sonucunda sosyal bilimlerin her bir farklı disiplini kapsamında yeni sorular sorulmakta, yeni yöntemler geliştirilmekte ve çalışma alanları açılmaktadır. Bu gibi nedenlerden ötürü sosyal bilimlerde ortaya çıkan yeni yaklaşımları tüm detaylarıyla incelemek elzemdir.
Bu ihtiyaca binaen, sosyal bilimler disiplinlerindeki yeni eğilimleri sorgulamak üzere 2011-2012 yıllarında İlmi Etüdler Derneği (İLEM) bünyesinde 'Yeni Eğilimler' seminerleri düzenlendi. Bu seminerlerin temel amacı disiplinleri en geniş anlamda ele alarak günümüzde geliştirilen yeni yorumlar ve eğilimleri ortaya çıkarmak ve yeni imkânları tartışmaktı. Elinizdeki bu kitap bu seminler bildirileri üzerinden derlenerek, sosyal bilimlerdeki yeni eğilimler hakkında bir literatür çerçevesi oluşturmak üzere hazırlanmıştır.
Nihat AYTÜRK Sosyal yaşamda insan ilişkileri ve sosyal etkinlikler davranış kurallarıyla düzenlenmiştir. Bu kurallar; ailede, toplumda ve iş ortamında karşılıklı sevgi, saygı, anlayış ve hoşgörü içinde birlikte yaşamanın sosyal ve kültürel normlarıdır. Bu kuralları bilen ve bunlara uyan kişiler toplumda ve iş hayatında her zaman takdir edilir; sevilir, sayılır ve itibar kazanır; başarılı ve saygın bir insan olurlar.
Türk toplumunda sosyal davranışları oluşturan saygı, görgü ve nezaket kuralları bu kitapta, Türk toplumunun sosyokültürel yapısına uygun olarak ele alınmış ve açıklanmıştır. Nobel Yayınevi.
“Nihat Aytürk'ün Nobel Yayınlarından çıkan Sosyal Davranış -Sosyal Yaşamda Davranış Kuralları isimli eserini okudum. Bu değerli kitabı sizin de okumanız gerektiğini düşünüyorum. Bu kitap insan kalitemizin, davranış edebimizin gelişmesine ve atalarımızın düzeyine yükselmesine büyük katkı sağlayabilir. Sokakta nasıl yürümeli, araca nasıl binmeli, kişilere nasıl davranmalı, nasıl selamlamalı, uğurlamalı; giyimde kuşamda, davranışta nelere dikkat etmeli… Evde, otelde, sokakta, cenazede, sofrada, törenlerde, davetlerde, ziyaretlerde, telefon ederken, mektup yazarken hangi saygı ve edep kurallarına ihtiyacımız var? Anne-babalar sorumludur. Millî Eğitim Bakanlığı sorumludur. İnsana davranış edebi kazandırılamıyorsa fizik, kimya öğretmek hayırlı bir nesil yetiştirmeye yetmez.” Dr. Muhammed Bozdağ. (Yazar. Star Gazetesi, 09.11.2007)
Sayın Nihat Aytürk. Protokol Bilgisi kitabınız iş yaşamımda; Sosyal Davranış kitabınız sosyal yaşamımda, “Ne yapmam, nasıl davranmam gerekiyor” dediğim zamanlarda bana hep yardımcı oldu. Benim en çok yararlandığım bir kitap oldu ve olmaya devam ediyor. Her iki kitap, insan yaşamının bütün zamanlarında faydalanılacak bilgi birikimiyle dolu. Emeğinize teşekkür ederim. Saygılarımla.
M. Gökdeniz. İstanbul.
Abdürrahim Güler, Ahmet Burak Kahraman, Ali Erdem Akgül, Cem Koray Olgun, Cevdet Yılmaz, Erdi Demir, Eyyüp Ensar Taşkın, Ferhat Arık, Hasan Hüseyin Aygül, Levent Taş, Mehmet Çakır, Muharrem Kılıç, Nilüfer Öztürk Aykaç, Oya Eryiğit Günler, Seda Taş Sosyoloji, yapı ve fail arasında gerçekleşen mücadeleyi bilimsel, sistematik ve eleştirel bir düzlemde anlamaya ve açıklamaya çalışan bir disiplin olarak değerlendirilmekte iken sosyolog, bu anlayışın icracısı konumundadır. Herkesin “toplum” hakkında bir şeyler söylemeye kendini ehil hissedebildiği bir düzlemde ihtiyaç duyulan iki ana şey ise sosyolojik perspektif ve sosyolojik tahayyül gücüdür. Mills'in yorumuyla sosyolojik bakabilme ve sosyolojik tahayyül gücü sayesinde bireylerin belirsiz kişisel huzursuzlukları net bir biçimde “sıkıntı” olarak ortaya konmakta ve kamusal “sorunlar” konusunda politik adımlar atılması beklenmektedir. Burada açıklığa kavuşturulması gereken önemli bir konu da “sıkıntı” ve “sorun” kavramlarıdır. “Muhitlerle ilişkili kişisel sıkıntılar” ile “toplumsal yapıyla ilişkili kamusal sorunlar” olarak adlandırılan bu iki ayrım, sosyolojik tahayyülü anlamak adına önemli işaretleyicilerdir. Örneğin, A karakterinin zararlı madde kullanıyor olması kendi muhitinde bir eylem icra ettiğinden bir “sıkıntı”dır. Ancak, zararlı madde kullanma yaşının ilkokul çağı yaşına kadar düştüğü bir toplumda bu kamusal bir “sorun” olarak görülmektedir. Bu ve buna benzer sıkıntı ve sorunları ortaya koyabilmek sosyolojik tahayyül gücüne sahip olmayı gerektirmektedir. Bu eser, kişisel sıkıntı ve kamusal sorunları merkeze alarak toplumbilimsel bir perspektif sunmayı amaçlamaktadır.
Joanne R. Smith, S. Alexander Haslam Bu kitap, sosyal psikoloji tarihini şekillendirmiş ve klasikleşmiş bazı deneysel ve saha çalışmalarını en geniş kapsamıyla ele almakta ve yeniden değerlendirmektedir. Bu çalışmaların yapıldığı dönemin toplumsal ve siyasi bağlamının çalışmaların yapılışına veya yorumlanışına etkisini ve bu yorumlamaların günümüze gelene kadar nasıl dönüşümlerden geçtiğini görmek, bu klasik çalışmalar hakkında bildiğimizi zannettiğimiz pek çok şeyin aslının farklı olabildiğini anlamak şaşırtıcıdır. Bu özellikleriyle, bu kitap akademisyenler ve öğrencilerin yararlanabileceği eşsiz bir kaynaktır. Öte yandan yalnızca bir ders kitabı veya akademik bir kitap da değildir; aynı zamanda sosyal psikolojiye ilgi duyan herkesin merakla okuyabileceği bir kitaptır.
Eyyüp SANAY Sosyoloji kelimesi, ilk defa Fransız düşünür Auguste Comte tarafından 19. yüzyılda kullanıldı.
Sosyolojinin konusu, sosyal olaylar ve sosyal varlıklardır. Sosyal varlıkların en önemlilerinden ve şüphesiz en süreklilerinden biri ise toplumdur.
Bu kitap, bir öğretim yöntemiyle hazırlanmış ve konular, mümkün olduğunca bu yönteme uygun olarak ele alınmıştır. Daha önceki çalışmalarımdan yararlanarak hazırladığım bu kitapta, okuyucunun gerekli sosyolojik bir alt yapıya sahip olması, sosyolojik tartışmalar ve aşırı sosyal içerikli görüşlerle ilgili bilgi sahibi olması hedeflenmiştir. Sosyoloji konusunda merak sahibi kişiler, burada, genel sosyoloji bilgilerini bulabileceği gibi, grup-birey ilişkisi, gruplar arası çatışma gibi konular hakkında da bilgi edinebilecektir.
Bir cümle ile ifade edilecek olursa bu kitap, sosyolojinin bir bilim olarak ortaya çıkışından günümüze kadar geçirdiği serüveni anlatmaktadır.
John J. Macionis Sosyoloji öğrenmek; toplumu, toplumları ve kendimizi anlamaktır. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki insanların çoğu, özellikle ekonomik gelecekleri konusunda kaygılı. Toplumu oluşturan kurumlar ve sosyal sorunlar hakkında bilgi edinerek çözümler üretmemiz kolaylaşır. Sosyoloji, toplumun bütün birimlerinde artan bir hızla gerçekleşen sosyal değişmeyi de yansıtır. Kısaca dünyayı daha iyi algılamak, işleyişini anlamak için bu eser, hem bilgilendirici hem de eğlencelidir.
Bu kitap, üniversite öğrencilerine hitap etmekle birlikte sosyolojiyle ilgilenen herkesin bir şeyler bulabileceği bir eserdir. Eğer aktif bir sosyoloji öğrencisi ve sosyolojik düşünce tasarımcısı olmak istiyorsanız, bu kitap sizin için çok iyi bir başlangıç olacaktır.
David M. Newman Newman'ın da vurguladığı gibi, toplumu insanlar inşa eder. Toplum, bizden kopuk ve çok uzağımızda olmayıp aksine yanı başımızdadır. Günlük hayatımızın her bir detayında, toplumu gözlemleyebiliriz. Toplumu biz insanlar inşa ederiz. Sonra da toplumun bizim eserimiz olduğunu unutup onun görkemli yapısı altında hayatımızı sürdürürüz.
Nasıl ki toplum bireyleri şekillendiriyor ve onların hayatına yön veriyorsa; bireyler de toplumu planlamada, korumada, geliştirmede ve toplumsal sorunların çözümünde aktif ve belirleyici rol oynar. Bu kitapta, ırk ve etnisite temelli olaylardan, tüketim çılgınlığına; siber gelinlerden, tek ebeveynli ailelere; medyanın hayatımızdaki manipülatif gücünden, çok uluslu şirketlerin küresel gücüne kadar, hayatın her yönünden güncel ve zengin örneklerle karşılaşacaksınız. Irk, sosyal sınıf ve toplumsal cinsiyet ile ilgili olguların, günlük hayatımıza etkileri konusunda aydınlanırken belki sizler de sıkıntı ve ıstırap duyacaksınız.
Sosyoloji, son yaşanan küresel ekonomik krizin bireysel, toplumsal ve küresel etkilerinden Arap Baharına (?!) ve Mısır'daki olaylara; Madagaskar yerlilerinin kültürel geleneklerinden, Facebook'taki “ayrılık habercisi” uygulamasına kadar, ilginç ve çarpıcı örneklerle yaşadığınız gerçekliğin kapılarını sizlere aralamakta; günlük hayattaki en küçük deneyimlerimizin bile toplum denilen gerçeklikle yakından ilişkili olduğunu, etkili bir şekilde ifade etmeyi hedeflemektedir.
Okuyucuya, sosyolojik bir bakış açısı kazandırma görevini, hakkıyla yerine getireceği düşünülen bu kitap, yalnızca kitabın kaleme alındığı Amerikan toplumuna ilişkin değil; küresel düzeydeki toplumsal, ekonomik ve siyasal olaylarla ilgili olarak da zengin ve güncel bilgiler ile istatistiki veriler içermektedir. Çok boyutlu ve karmaşık toplumsal gerçekliği, anlaşılır bir dil ve üslup ile okuyucuya anlatan, son derece faydalı ve eşine az rastlanan bu eseri okurken en az, çevirisini yaparken benim aldığım kadar keyif alacağınızı düşünüyorum.
İbrahim Arslanoğlu Sosyolojinin dallarından hangisinde uzmanlaşmak istenirse istensin sosyoloji teorilerini bilmek gerekir. Her bilimde olduğu gibi sosyolojide de alan çalışmaları ancak doğru bir teorik çerçevenin kurulması ile gerçekleştirilebilir. Bunun için sosyoloji teorileri dersinden öğrenilecek bilgiler son derece önemlidir.
Türkiye’de yazılan kitaplarda iki şey dikkati çeker. Birincisi, yazan kişinin söylediklerinin anlaşılmamasıdır. Diğeri ise sözü çok uzatarak okurları bıktırmalarıdır. Bu nedenle kitaptaki konular öz olarak anlatıldığı için görece küçük hacimli bir kitap ortaya çıkmıştır. Ayrıca kitabın dili, son derece sade ve anlaşılır olduğu için okurları sıkmayacağı gibi zevkle okuyacaklardır.
Kitap, başta lisans öğrencileri olmak üzere lisansüstü öğrencilere araştırmacılara ve meraklı okurlara son derece faydalı olacaktır.
Yaşar Suveren Sosyolojik araştırmalarda karşılaşılan en temel sorunların başında araştırmanın başlangıç, hazırlık ve tasarlanma aşamalarında yaşanan özellikle kuramsal ve araştırma modellerinin seçimi gibi konular ve bunlarla ilgili kimi zorluk ve belirsizlikler gelmektedir. Bu belirsizlikler aşılamadığı ölçüde araştırmanın uygulama düzeyine nasıl aktarılacağı konusunda sorunlar ortaya çıkmakta ve bu, çoğu deneyimsiz araştırmacıda ve özellikle de sosyal bilim öğrencilerinde kaygı ve yılgınlığa neden olabilmektedir. Bu kitap belirtilen bu belirsizliklere ve araştırma süreçlerinde yaşanan kimi zorluklara açıklık getirmeyi, mümkün olabildiğince pratik araştırma sürecine rehberlik etmeyi ve aydınlatmayı amaçlamaktadır. Bu yanıyla sosyal bilimsel araştırma sürecine ve pratiğine yönelik temel konularda aslında bir tür “Nasıl başlanmalı?” kitabı olarak da düşünülebilir. Kitabın esas kaygısı da bu “Nasıl?” sorularına anlamlı ve yararlı karşılıklar ve yanıtlar üretebilmek olmuştur. Araştırma pratiğinde en sık karşılaşılan sorun ve belirsizlikler ise bir araştırmanın hazırlık ve tasarımında temel zeminler olan kuram, kavramsal çerçeve, araştırma tasarımına temelde yön veren felsefi kabul ve önermeler ve bunların somut araştırma süreçleriyle ilişkileri, araştırma modellerinin doğru bir biçimde konumlandırılması, araştırma modelleri arasındaki farklılaşmalar, kuram ile pratiğin eklemlenme sorun ve zorlukları, literatürle nasıl ilişki kurulacağı ve sosyal bilimsel metin yazımı gibi konulardır. Bu bakımdan kitap, değinilen bu konularla ilgili temel belirsizlik ve sorunların aşılmasına yönelik bir işlev görmeyi amaçlamaktadır.
Ensar Çetin Kendi tarihimizi unutarak sosyolojinin Batılı bir bilim olduğuna inandık. İtalyanlar, Giambatista Vico'yu tarih felsefesi ve sosyolojinin kurucusu; Fransızlar, Jean-Jacques Rousseau, Montesquieu, Saint Simon, Auguste Comte veya Emile Durkheim'ı sosyolojinin kurucusu; Almanlar, Karl Marx veya Max Weber'i sosyolojinin kurucu ilan ederken biz sadece bunların hangisinin haklı olabileceğine odaklandık ve sosyolojinin aslında bizim toplumumuzdan doğan bir bilim olduğunu görmedik.
Evet, bu konuda da ışık doğudan yükselmiş ve sosyoloji Doğu'da yani bizim toplumumuzda ortaya çıkmış bir bilimdir. Ne Doğu'da ne de Batı'da henüz sosyolojinin olmadığı bir dönemde (14. yüzyılda) yaşamış olan İbn-i Haldun, “el-İber” (Dünya Tarihi) isimli devasa eserinin birinci kitabı olan “Mukaddime”de (Başlangıç) çok açık bir şekilde, “umran bilimi”nin (sosyolojinin) inceleme konusunu tanımlamış, yöntemini belirlemiş ve temel kavramlarını ortaya koymuş ve bu yeni bilimin kurucusu olmuştur.
Eser, üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; İbn-i Haldun'un Mukaddime isimli eserinde yer alan; sosyal bilim yöntemi, toplumsal dayanışma teorisi (asabiye), toplumsal yapı teorisi (bedevi-hadari toplum), toplumsal değişme teorisi (tavırlar nazariyesi), umran bilimi (sosyoloji) ve sosyoloji alt disiplinlerine (siyaset sosyolojisi, iktisat sosyolojisi, çevre (kır-kent) sosyolojisi, din sosyolojisi, beslenme sosyolojisi, müzik sosyolojisi) yaptığı katkılar incelenmiştir. İkinci bölümde; Mukaddime'de geçen sosyoloji ile ilgili bölümler yer almaktadır. Bu bölümde yer alan görüşler, aslı korunarak, herhangi bir yorumlama yapılmaksızın aktarılmıştır. Üçüncü bölümde ise modern dönemde yaşamış birçok Batılı sosyal bilimcinin toplum üzerine dile getirdiği görüşlerinin önemli bir kısmının, İbn-i Haldun'un 14. yüzyılda ortaya koyduğu toplum ile ilgili görüşlerine çok büyük oranda benzediği ve hatta bu görüşlerin bazı noktalarda İbn-i Haldun'un görüşlerinin bir tekrarı olduğu örneklerle ortaya konulmuştur.
A. R. Momin Sosyoloji, Avrupa'dan önce İslam dünyasında bilinen ve üzerinde çalışılan bir ilim. Sosyal ilimlerin karakteri, ait olduğu toplum ve medeniyetin özelliği ile önemli ölçüde bağlantılı. Fakat Batı'da bu ilmin, tüm toplumları bağlayıcı ve açıklayıcı bir özellik içinde sunularak ciddi bir hata yapılmıştır. Bir manada, olanı olmayanla açıklamak gibi bir durum ortaya çıkmıştır.
Hâlbuki, her sosyal yapı, kendine has dinamikler ve özellikler içinde ortaya çıkar ve orijinal bir nitelik kazanır. Bu durum aslında o toplum ve medeniyetin fotoğrafının çekilmesi demektir. Fotoğraf doğru ve net çekildiği ölçüde, toplumların işleyiş ve gelişmeleri de bu özelliğe bağlı olarak çözüme kavuşur.
Sosyal hayat, toplumların bütün yaşayışlarını inceleyen ve cevap veren komplike bir sistemdir. Bu sistemi ancak o toplumların tarihi, edebiyatı ve inanç sistemleri içerisinde ele alarak gerçek durumunu tespit etme imkânına sahibiz.
Sosyolojiye Giriş -İslami Perspektif- kitabı, sadece Batılı perspektiften olayları ele almakla kalmamış, İslam dünyasının bilgi, düşünce ve sosyal gerçekleriyle olaya daha geniş bir şekilde bakarak yeni bir anlayış ve kültür ile sosyolojiye farklı bir perspektif getirmiştir.
Galip Bayezit Geleneksel ile modern, eski ile yeni, dün ile bugün şeklindeki kıyaslama hem gündelik hayatta hem de akademik çalışmalarda toplumsal olguların izahında sıkça müracaat edilen kadim usullerdendir. Bu bağlamda değişen/dönüşen bir dünyada suçun/suçluluğun hangi yöne evrildiği, eski kavgalar ile yeni kavgalar arasındaki benzerlikler ve farklılıklar bu çalışmada cevabı aranan sorulardandır.
Gündelik hayatta en sık kullanılan sözcüklerden biri “kavga”dır. Ekmek kavgası, kalem kavgası, namus kavgası, miras kavgası, yer kavgası, yol verme kavgası, kardeş kavgası, ağız kavgası, komşu kavgası… Hemen her ismin arkasına kavga sözcüğünü ekleyerek bir çeşit kavga icat etmemiz mümkündür. Gün içerisinde bilhassa aile içinde çocuklarımıza karşı en sık kullandığımız ifadelerden biri "Kavga etmeyin."dir. Ana haber bültenlerinin hemen hepsinde bir veya birden fazla kavga olayı yer almaktadır. TBMM'de neredeyse kavgasız bir oturum geçmemektedir. Hayatın her alanına bu derece sirayet eden kavga olgusuna ilgimiz başta entelektüel bir meraktan kaynaklanıyordu. Konuyu biraz irdeledikten sonra bu alanda yapılan çalışmaların yetersiz olduğu görülmüştür. Şiddet üzerine yapılan çok sayıda çalışma bulunmasına rağmen “kavga” adı altında yapılan bir araştırmaya rastlanmamıştır.
Kavga olaylarında tehditten kasten öldürmeye kadar birden fazla suç işlenebilmektedir. Bu çalışmada, kavga olaylarında gerçekleşen tehdit, hakaret ve yaralama suçlarının sosyolojik açıdan incelenmesi amaçlanmıştır. Katılımcıların taraf oldukları sıra dışı kavga olayları kitabın sonuna eklenmiştir.
Abdullah Korkmaz, Amine Aydın, Beyzade Nadir Çetin, Ersan Ersoy, Fatih Kars, Işıl Kalaycı, İbrahim Kaygusuz, Metin Özkul, Meyrem Tuna Uysal, Osman Özkul, Serkan Güzel, Taner Tatar, Ümit Akca, Yasin Yılmaz, Yaşar Kaya, Yeşim Elvan Gökçe Bilimsel teori, evrenin oluşumunu açıklamaya dönük önermeler bütünüdür. Bilimsel sosyolojik teori ise toplumsal eylem, etkileşim ve organizasyon evreninin nasıl işlediğini açıklamaya dönük önermeler dizisidir. Dünyaya bakışımız teorik bakış açımıza dayanmaktadır. Sosyal dünyaya ait olağan yönlerin karmaşıklığını ve muğlaklığını fark etmek, gündelik hayata ait rutinlere sosyolojik teorilerle yeniden bakmakla mümkündür. Sosyologlar sosyoloji yaparken olayların belirli yönlerine odaklanırlar, konularına bazı kabullerle yaklaşırlar, bazı araştırma yöntemlerine ağırlık verirler ve bazı özel sorulara cevap ararlar. Bu teorik bakış, açıklayıcı ve sistemli bir sonucun ortaya çıkışını beraberinde getirmektedir. Sosyolojik kuramlar biçimsel ve boş kalıplar değil aksine modernite, aile, şehir, tüketim, özürlülük, risk, yaşlılık, Covid-19 gibi ansızın maruz kalınan salgın hastalıklar, mültecilik, meslekler vb. gündelik hayatın çeşitli alanlarıyla doğrudan ilgilidir. Gündelik hayata ait bu alanları nasıl gördüğümüz, nasıl anladığımız ve açıkladığımız aynı zamanda içinde nasıl hareket ettiğimiz onun nasıl bir şekil aldığı ile yakından ilgilidir.
İnsan davranışını, etkileşimini ve düzenini anlamaya çalışan sosyoloji, insanların gündelik hayatları ve rutinleri içinde yaptıkları şeylerin daha sistematik bir biçimde araştırılmasına ve yeniden keşfedilmesine odaklanmaktadır. Gündelik hayatın görünürdeki sıradanlığı, kavramla ilgili kuramsal çalışmaları zorlaştırsa bile bu keşif sürecinde sosyolojik tartışmaların önemli bir yeri vardır.
Sosyolojik teorileri, geleneksel ve modern dönemlere ait sosyolojik tartışmaları ve gündelik hayatın çeşitli alanlarını/kavramlarını anlamaya dönük bir çaba içinde olan bu çalışmada, hem toplumsal yapı ve kurumların kapsamlı özellikleri hem de kişiler arası tek tek karşılaşmalar ve insan etkileşimlerine ait ayrıntılar bağlamında sınıflandırılabilecek konular ele alınmıştır.
Zübeyde Demircioğlu Bu kitap, sosyolojinin bir disiplin olarak kurumsallaşmasından evvel Türkiye'de sosyolojik bilgi üretimini siyaset ve düşünce çevreleri ilişkisi bağlamında analiz etmeyi amaçlamaktadır. Türkiye'de sosyolojik düşüncenin doğduğu bu evrede temel hedefi “memleketi kurtarmak” olan farklı sosyolojik perspektiflere sahip kimi farklı düşünce çevreleri ortaya çıkmıştır. Bu düşünce çevreleri, dönemin başat siyasi aktörü İttihat ve Terakki'nin etkileriyle biçimlenen siyasal ve düşünsel alanda mücadele içinde sosyolojinin gelişim çizgisini belirlemiştir. Düşünce çevreleri ve öne çıkan isimler dönemin iktidarı İttihat ve Terakki Cemiyeti ile kurdukları ilişkiler bağlamında alanda konumlanmış olmakla birlikte, ilişki ağları göründüğünden daha karmaşıktır. Kitap; dört tarihsel aralıkta ve dört coğrafi merkezde bu ilişkilerin izini sürerek hem dönemin siyasi ve toplumsal arka planı diyebileceğimiz makro düzlemi hem de düşünce çevreleri ve aktörler arasındaki iş birliği, çatışma, uyum, örgütlenme gibi kişisel ilişkileri kapsayan mikro düzlemi birlikte ele almış; böylelikle Türkiye'de sosyolojik düşüncenin ortaya çıkışını farklı boyutlarıyla ortaya koymayı hedeflemiştir.
Paul R. Viotti - Mark V. Kauppi Doğumu, diğer sosyal bilimler disiplinlerine nazaran daha geç bir döneme tekabül eden Uluslararası İlişkiler disiplini, özellikle bünyesinde vuku bulan büyük tartışmalar (great debates) hasebiyle oldukça parçalı bir yapı arz ediyormuş görünümü vermektedir. Buna mukabil disiplinin bahse konu parçalı ve sürekli tartışmaya sebebiyet veren yapısı, aynı zamanda onun ve onunla iştigal edenlerin teorik düzlemdeki verimliliklerini de yansıtmaktadır. Yine de bırakınız disiplinin ontolojisi, epistemolojisi ve metodolojisi üzerine odaklanan tartışmaları, disiplinin mevcut adının üzerinde bile bir oydaşmanın sağlanamayışı ve “uluslararası” sıfatının günümüz küresel ilişkilerini yansıtmaktan aciz olduğu yorumları; yalnızca Uluslararası İlişkiler’i öğrenmeye çalışan öğrenciler nezdinde değil, aynı zamanda disipline mensup akademisyenler için de Uluslararası İlişkiler’in kavranması zor bir araştırma alanı olduğu algısını güçlendirmektedir. Dolayısıyla disipline dair kuramsal çalışmaları sistematik olarak ve gündemdeki teorik yaklaşımları ve tartışmaları da yalın bir şekilde ele alan çalışmalara duyulan ihtiyaç, özellikle Türkiye gibi Uluslararası İlişkiler’in çevresi ülkelerde günden güne artmaktadır. Bu noktadan hareketle elinizdeki naçizane çalışma, böylesi bir ihtiyacın doldurulma çabasıdır.
Bayram KÜÇÜKOĞLU Uluslar arası konularda, toplumların istenilen şekilde ve yoğunlukta yönlendirilebilmesi aynı zamanda liderin gücünün de bir göstergesi olarak ifade edilmektedir. Toplumla iletişim kurabilme yetisi, bir liderdeki önemli vasıflardan biri olduğu şüphesizdir. Çünkü liderin toplum üzerinde yaratmak istediği imaj veya etki, hesaplananın tam aksi bir şekilde de ortaya çıkabilir.
Bu kapsamda, liderlerin doğuştan getirdikleri salt yapısal (zeka, karizma, cesaret gibi) özelliklerinden ziyade, Kıbrıs uyuşmazlığı içerisinde, davranış tercihleri (iletişim becerisi, topluma umut aşılayabilme, inisiyatif kullanabilme, risk alma, kararlı olma, güven verebilme, hitabet yeteneği, öngörü sahibi olma, adanmışlık duygusu gibi) ve bu hal ve davranışlarının etkinliği, sürekliliği ve yerindeliği gibi hususlar öncelikli değerlendirilmiştir. Kıbrıs Uyuşmazlığı çerçevesinde örneklenen liderlerin, kendi toplumunu ve dünya kamuoyunu etkilemedeki iletişim becerisi ve bu konuda kitle iletişim araçlarını etkin kullanabilme yetisi ele alınmıştır.
Ayrıca, Kıbrıs uyuşmazlığında etki yaratan bir liderin toplumu etkileme düzeyi gözardı edilmeden, bu sorun kapsamında kendisini lider ve öncü duruma getiren koşullar da irdelenmiştir.
Demet Şefika MANGIR Uluslararası toplum, her toplumda olduğu gibi öncelikli korunması gereken temel değerlere sahiptir. Bu değerlerin korunması uluslararası hukukun sıradan normlarından farklı olarak, otoriter ve üst niteliklere sahip jus cogens normlarla sağlanmaktadır. Uluslararası toplum nazarında bu normların varlığının kabul edilmesinde, devlet egemenliğinin bir uzantısı olarak karşımıza çıkan devletlerin sözleşme yapma yetkisinin sınırlandırılması önemli bir rol oynamaktadır. Burada devletlerin özgürlüğü, sınırsız bir nitelik olmaktan ziyade toplumun temel değerleri ve çıkarları ile çevrelenmektedir. Dolayısıyla, hem ulusal hem de uluslararası hukuk düzenlerinde, toplumun temel değerlerinin ve buna bağlı çıkarlarının, bireylerin ya da tek tek devletlerin çıkarlarından daha üstün, daha öncelikli olduğu kabul edilmeli ve temel değerlerin jus cogens normlar kapsamında uygulanmasının yolu açılmalıdır.
Nihat Aytürk Hayatta sağlıklı, başarılı, huzurlu, mutlu olmak ve aynı zamanda onurlu, erdemli, iyi ve kaliteli olarak uzun yaşamak her insanın amacıdır. Çünkü her insan yaşamak için dünyaya gelmiştir. Yaşamak ise bir sanattır. Ancak insanların en az bildikleri ve en çok muhtaç oldukları şey de yaşama sanatıdır. Bu yüzden her insan yaşama sanatını bilmek ve öğrenmek zorundadır.
Bu Kitap'ta onurlu, erdemli ve kaliteli olarak iyi ve uzun yaşamanın; sağlıklı, başarılı, huzurlu ve mutlu olmanın yol ve yöntemleri kaynaklara dayalı olarak örneklerle açıklanmıştır. Sağlıklı, başarılı ve mutlu olmanız en içten dileğimizdir.
Aylin Görgün-Baran, Gönül İçli, İsmail Tufan, Sibel Kalaycıoğlu, Şengül Hablemitoğlu, Velittin Kalınkara, Yeşim Gökçe Kutsal, Ayşe Canatan, Fatma Arpacı Harun Ceylan “Yaşlılık olgusunun anlaşılmasında sosyolojik tanımlamanın daha açıklayıcı olduğu görülmektedir. Yaşlılığın sosyolojik yönü denince karşımıza öncelikle toplumdaki belirli özellikleri paylaşan bir yaş grubundan beklenen toplumsal rol, statü ve değerler çıkmaktadır. Bunu, söz konusu rol, statü ve değerlerin yaşlı olarak nitelenen insanlar için ifade ettiği anlam ve karşılık geldiği toplumsal pratikler takip etmektedir. Yani sosyolojik anlamda yaşlılık kavramı, yaşlılığın sosyal rol ve statülerle inşa ediliş sürecini ve bu bağlamda yaşlılık, yaşlanma ve yaşlılara dair oluşan toplumsal değerlerin toplum üzerinde oluşturduğu izdüşüm olarak ele alınmaktadır. Daha açık bir ifade ile yaşlılığın sosyolojik yönü, yaşlının ve toplumun yaşlılık ve yaşlanmaya dair algı, tutum ve beklentilerinin sosyal hayattaki karşılığının anlaşılması ve buna göre oluşan toplumsal yaşlılık inşasının yaşlılar ve sosyal hayat üzerindeki etkileri üzerinde durmaktadır. Yaşlılık olgusunun sosyolojik yönünün anlaşılması, bir yandan yaşlı ve yaşlılık dönemi ile ilgili problemlere daha akılcı ve sağlıklı çözümler üretilebilmesine fırsat verirken, diğer yandan toplumsal yaşlanmanın neden olduğu sosyal, ekonomik ve politik açmazların giderilmesine ve potansiyel çatışma alanlarının ortadan kaldırılmasına imkân vermektedir. Zira özellikle toplumsal yaşlanmanın gündeme getirdiği ekonomik ve politik süreçler refah devletinin sonunun geldiğine yönelik tartışmaların temellenmesinde önemli bir argüman olarak ileri sürülmektedir. Bu noktada refah devletinin içine düştüğü iddia edilen krizde küreselleşme ve neo-liberal politikalar kadar toplumsal yaşlanma süreciyle birlikte ortaya çıkan demografik krizin de etkili olduğu görülmektedir.” (Ceylan, 2015a, s. 223-224).
Bu bağlamda demografik yaşlanmanın toplumsal yansımalarını sosyolojik yönleriyle ele alan Yaşlılık Sosyolojisi kitabı yaşlılık konusunu sosyolojinin merkezine taşıma gayretinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Her ne kadar günümüzde güncel siyasal tartışmaların gölgesinde kalsa da yakın gelecekte yaşlılık konusu sosyolojinin en temel çalışma alanlarının birisi haline gelecektir. Zira dünyanın en hızlı yaşlanan ülkelerinden birisi olarak Türkiye’nin toplumsal yaşlanmanın sonuçlarını telefi edebilmek için yaşlılık konusunda sosyolojik çalışmalar yapmaya ihtiyacı olacaktır. Bu kitap da bu ihtiyacın daha erken dönemde fark edilmesine katkıda bulunursa amacına ulaşmış sayılacaktır.
Harun CEYLAN

Ahmet Oğuz, Aybala Demirci Aksoy, Ayfer Aydıner Boylu, Aygül Kıssal, Aylin Görgün Baran, Ayşe Beşer, Ayşem Yanar, Doğancan Özsel, Elif Ünsal Avdal, Elmas Erdoğan, Emine Aslan Telci, Emine Kıyak, Faruk Ay, Fatma Arpacı, Feryal Söylemezoğlu, Fikret Efe, Gamze Sönmez, Gülay Günay1 , Gülüşan Özgün Başıbüyük, H. Elçin Tezel, Habibe Kahvecioğlu Sarı, Hande Şahin, Hatice Tel Aydın, Hülya Öztop, Hürrem Sinem Şanlı, Leyla Kahraman, Mehmet Zafer Danış, Mehmet Zencir, Mustafa Arslan, Nazan Kuter, Necla Acun Kapıkıran, Neslihan Yalınız Koç, Nihal Büker, Nuran Kayabaşı, Nuran Tosun, Osman Tutal, Özgür Önder, Sema Özkan Tağı, Seval Güven, Sevinç Şanlı Akkurt, Şahin Kapıkıran1, Şenel Ergin, Tülay Zorlu, Ümmügülsüm Ter, Velittin Kalınkara, Zeynep Erdoğan, Zeynep Kurnaz, Zeynep Tezel, Zuhal Güler Dünyada yaşlıların oranı giderek artmaktadır. Bu artışa koşut olarak Türkiye'de de yaşlı nüfusta hızlı bir artış gözlenmektedir. Yaşlı nüfusun artması başta sağlık olmak üzere toplumsal, ekonomik ve siyasal kurumlar üzerinde etkiler göstermekte; ekonomik büyüme, istihdam, üretken iş gücü, özel tasarruflar, vergi yükü ve yaşam standartları gibi birçok ekonomik ve sosyal sonucun irdelenmesi ihtiyacını artırmaktadır. Nüfus yaşlanması toplumsal, sağlık, sosyal güvenlik ve teknolojik alanlarda pek çok yapısal değişime neden olmakta, pek çok sorunu da beraberinde getirmektedir. Buna ek olarak toplumsal yeniden yapılanma süreçlerinin üretilmesi ve değişen durumlara ilişkin gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir. Nüfus yaşlanması bir gerçektir. Statü ve rol kayıpları, toplumsal uyumsuzluk, ekonomik, sosyal ve kültürel değişimler söz konusudur. Bu değişimlere hazır olan toplumlarda bu süreç daha kolay atlatılabilecektir.
Yaşlıların karşılaştıkları güçlükleri önleyecek ve sorun çözme yeterliliklerini geliştirecek, kaynaklara kolay ulaşmalarını sağlayacak politikalar ve uygulamalar büyük önem taşımaktadır. Kitapta yer alan bölümlerde, farklı disiplinlerden bilim insanları yaşlılığın sosyal, ekonomik, politik ve teknolojik boyutunu ele almakta ve tartışmaktadır. Kitap yaşlılık konusunda çalışan araştırmacı, bilim insanı ve uygulayıcılar için yararlı bir kaynaktır.
M. Zeki Duman Çağımızın en üretken sosyologları arasında gösterilen Bauman, akademik yaşamına sığdırdığı onlarca kitap ve makaleyle hem eleştirel yaklaşımın hem de sorgulayıcı düşünme tarzının gelişimine çok önemli katkılar sunmuştur. Bauman, eserlerinde sosyolojik muhayyileyi öne çıkartmış, birbirinden ilgisiz gibi görünen pek çok konuyu bir araya getirmek ve aralarında diyalojik bir bağlantı kurmak suretiyle dünya meselelerine daha insani bir açıdan yaklaşmayı denemiştir. Aslında Bauman’ın yaptığı şey, dünyayı okunabilecek bir metne dönüştürmek, olup bitenleri anlamamızı ve gündelik hayatı anlamlı bir bütünlük içerisinde görmemizi ve kavramamızı sağlayacak epistemik bir dil geliştirmektir. Bauman’ı diğer sosyologlardan ayıran en önemli husus, olay ve olgulara daha kapsayıcı ve eleştirel bir açıdan yaklaşması ve tikel olayların ardında yatan tümel mantığı görüp bunu ortaya koymuş olmasıdır. Diğer bir deyişle Bauman, söylemsel gücü ve tutkulu diliyle, keskin zekâsı ve engin bilgi birikimiyle en üst perdeden konuşarak toplumsal meselelere daha analitik bir biçimde yaklaşmamızı ve aynı zamanda bu meseleler karşısında ahlaki bir tutum takınmamızı sağlamaya çalışmıştır. Bu ahlaki tutumun toplumsal, siyasal ve kültürel boyutlarının irdelendiği bu çalışma, Türkiye’de bugüne kadar Bauman üzerine yazılmış/yayınlanmış olan en kapsayıcı kitap özelliğini göstermektedir.