Sosyal Bilimler \ 1-41
Asiye Şimşek Ademi “Taliban kocamın sakalını ölçmüş ve kısa olduğu için kafasına vurmuş. Göz damarları yırtılmış, dedi doktor. Kulakları da sağır oldu. Çok korktuk. Yolda ölsek de gidelim buradan dedik. Tüm paramızı kaçakçılara verdik. Geldik İran'a” (Afganistan).
“Babam, abim, ailenin erkeklerinin hepsi bahçede otururken bir patlama olmuş. Herkes parçalanmış. Tam bir hafta boyunca ağaçlardan ailemin etlerini topladım. Bazılarının etleri, saçları ağaçların üstüne kadar gitmişti”. (Suriye).
“Cenazeyi getirtemedik, çok pahalıydı. Nereye gömmüşler bilmiyorum. Biz çok geç gönderdik, o yüzden iyileşmedi. Doktorlarla konuştuk. Birleşmiş Milletlere gittim hiçbir şey yapmadılar. Kaçakçılarla gönderdik” (Afganistan).
“Bir kadın terlik giymişti, Taliban askerleri ayağına ateş etti. Bence kadın hak etti. Terlik İslam'a uygun değil. Benim mesela nişanlım başımı kapattı. Çok şükür hep kapalı giyinirim o günden beri” (Afganistan).

Bu kitap; İran’da yaşayan Afganistan uyruklu kadınlarla, Türkiye’de yaşayan Suriye uyruklu kadınların göç hakkındaki izlenimlerinin araştırılması amacıyla yazılmıştır. İki ülkede gerçekleştirilen alan araştırmalarıyla, bu ülkelerdeki göçmen kadınların hayatına yakından şahit olunmuş ve göçle ilgili düşünceleri sorgulanmıştır. Bugüne kadar göçten en çok etkilenen kesim olmalarına rağmen hep göz ardı edilen, savaşın da göçün de nesnesi konumunda olan kadınlara direkt hitap eden, onların düşüncelerini sorgulayan bu çalışma, kadınları göçün nesnesi olarak değil öznesi olarak ele almaktadır.
Abdurrahman Yılmaz, Adnan Binyazar, Ahmet Acet, Akile Gürsoy, Altan Gürsel, Aydın Köksal, Çağ Akyol, Çağ Güvenç Akyol, Dirim Özkan, Erdem Yeşilada, F. Belkıs Kümbetoğlu, Gözde Aynur Mirza, Gülden Köksal, Haluk Özen, Hisao Komatsu, İlhan Tekeli, İoanna Kuçuradi, N. Serpil Altuntek, Pulat Y. Tacar, R. Ebrar Akıncı, Akile Gürsoy, Ruhet Genç, Ruşen Keleş, Semra Atabay, Şirin Tufan, Tayfun Atay, Tayfun Atay, Türkan Kutluay Merdol, Ulviye Özer, Umut Arık, Yaşar Faruk Kanber, Yuzo Nagata, Zafer Öner, Zekeriya Yıldırım, Zeynep Ersavcı Mimar ve antropolog Bozkurt Güvenç (1926-2018); “İnsan ve Kültür”, “Japon Kültürü”, “Türk Kimliği” gibi değerli başyapıt eserleri, eğitmen kişiliği, değerlerinden vazgeçmeden her zaman makul olanı arayışı ve oluşturduğu örnek duruşu ile Türkiye Cumhuriyeti'nin yetiştirdiği, uluslararası tanınırlığı olan, kıymetli sosyal bilim insanlarımız arasında çok güçlü bir yere sahiptir.
Bu “armağan” kitap; Bozkurt Güvenç'i tanımış olan akademisyenler, bilim insanları, öğrencileri, diplomatlar, mimarlar ve sanatçıların anılarını, onların sundukları bilimsel katkıları bir araya getirirken ailesine ve sosyal çevresine de ışık tutmaktadır.
Hacettepe Üniversitesinin kuruluşu gibi yükseköğretim hayatımızda önemli bir dönemin yaşanmışlıkları, üniversitede eğitim dilinin Türkçe olması gerekliliği gibi tartışılan önemli konular, ayrıca siyasi liderlerin katılımı ile 1980'lerin sonlarında gerçekleştirilen TRT Açık Oturum toplantılarında Bozkurt Güvenç'in moderatör olarak üstlendiği uzlaştırıcı rol ile demokrasinin diline nezaketli ve yapıcı katkısına verilen örnekler ile bu “armağan” kitabı; değerli bir sosyal bilimciyi anarken Türk yükseköğretim ve siyasi hayatına bir pencere açarak aynı zamanda bir döneme tanıklık etmektedir.
Hatice Çiğdem Zağra Öz Son zamanlarda küresel ölçekteki felaketler, insanların korkularını, savunma ve barınma güdülerini tetiklemektedir. Yapısal anlamda çözümlerden biri, tarihî süreçteki yapı malzeme ve yöntemlerine günümüz teknolojisini de dâhil ederek uzun zaman güvenle yaşanabilecek yapılara dönüştürmek olabilir.
Bugün şehrin dışında kaderine terk edilmiş ve günden güne yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan tabyalar, aylarca süren savaşlarda direnişin en önemli mekânsal kahramanları olmuş, askerlerin güvenliğinde kritik bir rol oynamıştır. Mimarlık tarihi açısından özel olarak değerlendirilmesi gereken, toprak altında oluşturulmuş, strüktürleri ve formları açısından farklılık gösteren bu yapıların belgelendirilip gelecek nesillere aktarılması, bir dönemin teknolojisinin yansıması olarak büyük önem taşımaktadır.
Bu kitapta, Rönesans sonrası silah teknolojisini ve buna paralel gelişen tahkim sistemlerini, 19. yüzyıl savaşlarının yönünü belirleyen tahkim yapılarının mimari gelişimini ve Edirne kenti özelindeki 19. yüzyıl savunma yapılarının detaylı analizlerini bulacaksınız.
Gopal K. Kanji Gopal K. Kanji'nin istatistiksel testlerle ilgili en çok satan eserinin genişletilmiş ve güncellenmiş bu üçüncü basımı, örnek veri kümeleriyle testlerin nasıl uygulanacağı ve ulaşılan bulguların nasıl yorumlanacağı konusunda bilgiler sunmakta olup; en yaygın kullanılan testleri kapsamaktadır.
Bu kitapta incelenen her bir test; amacı, kısıtları ve yönteme ilişkin ana hatlarıyla ele alınmış ve bir örnek üzerinden sayısal uygulaması yapılmıştır.
100 İstatistiksel Test kitabı, her düzeyde ve tüm disiplinlerde istatistiksel analiz yapanlar için vazgeçilmez bir rehberdir.
Remzi Demir, İnan Kalaycıoğulları Bugüne değin bilim tarihçileri, Cumhuriyet Dönemi'ndeki bilimsel etkinliklerin aydınlatılması sorunu ile fazla ilgilenmediler. Bunun çeşitli nedenleri olabilir ancak herhâlde en önemli nedeni, yakın tarihle alakalı olması münasebetiyle günlük siyasi tartışmaların içine düşmekten kaçınmış olmalarıdır. Oysaki Atatürk'ün açmış olduğu çağdaş uygarlık yolunun getirilerinin doğru bir şekilde kavranabilmesi ve genç kuşaklara anlatılabilmesi, temelde bu girişimin nesnel bir şekilde gerçekleştirilmesine bağlıdır.
Üç cilt olarak tasarlanan 100 Yılda Bilim (1923-2023), işte bu eksikliği bir nebze olsun gidermek maksadıyla yazıldı. Kitabın 1923-1950 yılları arasındaki gelişmeleri kapsayan Birinci Cilt'te; bilimsel olaylar, eğitim ve araştırma kurumları, doğa ve toplum bilimlerinin gelişimine katkıda bulunmuş bilginler ana çizgileriyle tanıtılarak genel bir manzara oluşturuldu.
Remzi Demir Türkiye Cumhuriyeti, 2023 yılında 100 yaşına girdi. Bir insan hayatı için uzun ama bir devlet hayatı için kısa bir süre... Bir asırlık bu süre içinde siyasi, iktisadi, hukuki, sosyal ve kültürel sahalarda ne kadar mesafe aldık?
Bu sorunun yanıtı, günümüzü anlamak ve geleceğimizi tasarlamak bakımından çok önemli.
100 Yılda Felsefe, Bilim ve Teknoloji başlığını taşıyacak bu dizide yayımlayacağımız 100 Yılda Felsefe, 100 Yılda Bilim ve 100 Yılda Teknoloji adlı tarihsel denemelerle bu dönemin maddi ve manevi kültür dünyasına bir nebze de olsa ışık tutmak istiyoruz.
Dizinin ilk eseri olan 100 Yılda Felsefe, objektifini düşünce hayatımızı yönlendiren temel gelişmelere ve bu gelişmeleri gerçekleştiren düşünürlerin önemli katkılarına yönlendiriyor ve ısrarla “Biz kimiz?” sorusunun peşine düşüyor.
Ahmet AKYÜREK Darwincilik, yüz elli seneden beri dünyanın gündemleri arasından düşürülmedi. Çünkü Darwincilerin öne sürdüğü fikirler; ateistlerin, natüralistlerin, maddecilerin, evrimcilerin en büyük dayanağı oldu. Daha önce bu gruplar çeşitli fikirlerini temellendirmekte güçlük çekiyorlardı. Sadece onlar değil. Darwin'in “Hayatta sadece güçlüler yaşama hakkına sahiptir.” tezi; İngiltere ve diğer sömürgeci devletler bu tezi kendi sömürgeciliklerini haklılaştırma, meşrulaştırma aracı olarak kullanırken, “Biz güçlü olduğumuz için tabiat kanununun gereğini yerine getiriyoruz.” mesajını veriyordu. Bunun yanında K. Marx, bu hayat mücadelesi fikrini, sınıf mücadelesine dönüştürmüş dünyayı patron-işçi mücadelesinden ibaret gibi gösteriyordu. “Sosyal Darwincilik” denilen akım ise toplumların hayatını aynı esasa göre düzenleme iddiasındaydı. Diğer yandan Darwin'in iddialarına uymayan yeni bilimsel araştırmalar ve buluşlar, bu çıkar grupları tarafından çeşitli manipülasyonlarla derhal etkisiz hâle getiriliyordu. Benzer oyunlar ülkemizde de yüzyılı aşkın süredir devam etmektedir. İnançlar, bu teori olmaktan ileri gidemeyen Darwinci düşüncelerle sarsılıyor, onun tezleri, okullarda “değişmez ve en son bilimsel gelişme”, “karşı konulamaz gerçek” gibi sloganlarla zihinlere yerleştiriliyordu. Bütün bu baskıcı tutumlara rağmen, gerçek bilimsel araştırmalar da durmadı. Prof. Dr. Ahmet Akyürek’in işte bunlardan en yenisini ve bilimsel olarak Darwin'in fikirlerinin tutarsız taraflarını çürüten bu kitabı yazmakla bilimsel düşünceye büyük hizmet ettiğine inanmaktayım.
Prof. Dr. Süleyman Hayri BOLAY

Charles Darwin'in bir buçuk asır önceki varsayımlarıyla yakın zamana kadar oyalanmış olan bilim dünyası, CERN’de yapılan partikül fiziği çalışmalarıyla Higgs boson'u (God particle-Tanrı parçacığı) ile Stephen Hawking'i de düşündürecek duruma getirmiştir. Prof. Dr. Ahmet Akyürek'in bu değerli eseri, varsayımlarla oyalananlara güçlü bir yanıt oluşturacaktır.
Prof. Dr. Ender YURDAKULOL

Darwin'in evrim konusunda söylediklerini ikiye ayırmak gerekir: Birincisi, kendinden önceki bilim adamlarının bulgu ve yorumları ki çoğu doğrudur; ikincisi, kendi teorisi ve yorumları ki çoğu diyemeyeceğim, tamamı yanlıştır.
Prof. Dr. Ahmet AKYÜREK
Mustafa Akgün Tarih boyunca bu aziz millete kimler saldırmadı ki?
Moğollar, her türlü vahşeti yaşattılar.
Haçlı Seferleriyle nice gayri insanî saldırılara şahit olduk.
Dedelerimiz Avrupa'ya adalet ve saadet iksiri götürürken, Sırplar, Almanlar, Avusturyalılar sürüler halinde mani olmaya çalıştılar.
Fransızlar sömürüden ve katliamdan vazgeçmediler.
Ruslar bütün sinsilikleriyle pusuda bekleyip hücum ettiler.
İngilizler, o muazzam devletimizi yıkmak için her türlü entrikaya başvurdu.
ABD dost görünümlü düşmanlığından asla vazgeçmedi.
Batının şımarık çocuğu İsrail, Abdülhamid tokadını sanki bir daha yemeyecekmiş gibi, hukuksuzluğa, zulme, öldürmeye devam etti.
Onlar, ihanetle, saldırmaya devam edecekler.
Lâkin, İstiklâli ve İstikbâli için, yeryüzünde HAKKIN hâkimiyetine soyunmuş,
Asil Milletimiz ŞEHÂDETE şerbetlidir.
Dün başaramadılar. Bugün de, yarın da başaramayacaklar.
Şehitlerimizin ruhu şad olsun.
Vecihi Sefa Fuat Hekimoğlu Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsızlığına kavuşmuş olan Kazakistan, 2.724.900 km2'lik yüz ölçümü ile bağımsız Türk devletleri arasında en büyük topraklara sahip olan cumhuriyettir. Kazak Türklerinin bağımsızlığa giden yolu çok zorlu mücadeleler neticesinde gerçekleşmiştir.
15. asırda tarih sahnesine çıkışlarının ardından sürekli olarak varlık mücadelesi vermek zorunda kalan Kazak halkı, asırlar boyunca büyük felaketler geçirmiştir. Kalmuk ve Cungar akınları sebebiyle büyük katliam yaşanan Kazak bozkırları, kendi iç birliğini sağlayamadığı için Rusya’nın himayesine girmek zorunda kalmıştır. Ancak bu himaye yüz yıl içinde tüm Kazak ülkesinin Çarlık Rusya orduları tarafından işgali ile sonuçlanmıştı. Bağımsızlık ve egemenliğini canından aziz bilen Kazak Türkleri bu esareti asla kabullenmemiş ve iki asır boyunca 300'den fazla ayaklanma çıkarmıştı. Bu isyanlar, ağır ateşli silahlarla teçhiz edilmiş Rus orduları tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştır. 18. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına ve Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar devam eden bu ayaklanmalar, Kazak Türklerinin, içindeki bağımsızlık ruhunu canlı tutmakla birlikte binlerce insanını kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. Bolşevik Devriminden sonra Çarlık idaresine son verilmesi ve Sovyet yönetiminin kurulması da Kazakların kaderinde bir değişiklik meydan getirmemişti. 20. asrın 20'li ve 30'lu yıllarında yaşanan açlık felaketleri milyonlarca Kazak Türkünün hayatını kaybetmesiyle neticelenmişti. Tarih boyunca dünya sahnesinden birçok ulus yaşadıkları felaketlere bağlı olarak silinerek yok olmuştur. Ancak Kazak Türkleri yüzyıllarca yaşanan bunca felakete dayanabilmiş ve 21. asırda bağımsız dünyadaki yerini almıştır.
Bu eserde 18. ve 19. asırlarda Kazak Türklerinin Moğol istilalarına karşı mücadeleleri, Rusya'nın Kazak Bozkırlarını işgali ve ardından Rus egemenliğine karşı Kazak halkının gerçekleştirmiş olduğu ayaklanmalar hakkında bilgiler verilmektedir.
Bünyamin Yıldız
Eray Alaca, Tercan Yıldırım Türk tarihin­de modern anlamda bir öğretim programı olarak Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemin­de hazırlanan 1869 tarihli “Maârif-i Umûmiyye Nizâmnâmesi” karşımıza çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti döneminde de devam eden öğretim programları hazırlama sürecinde “Din Dersleri” önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü Os­manlı İmparatorluğu'nun temel motivasyonunun din-İslâm- olması okullarda “Din Dersleri”nin verilmesini normal, hatta zorunlu kılmıştır. Ancak bir ulus devlet olarak laik düşünceyi benimseyen Türkiye Cumhuriyeti'nin erken dö­neminde okullarda “Din Dersleri”nin verilmesi/verilmemesi tartışma konusu olmuştur. Bu çerçevede Osmanlı İmparatorluğu'ndan günümüze ilkokul ve ortaokul düzeyinde öğretim prog­ramlarındaki “Din Dersleri”ni bir araya getiren, aynı zamanda da programla­rın hazırlandığı dönemdeki eğitim öğretim ile ilgili gelişmelere de yer veren bir çalışma yapma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Çalışmada Osmanlı İmparatorluğu'nun din öğretimi anlayışı ile Cumhuriyet'in din öğretimi anlayışında yaşanan değişim ve dönüşümün görülebilmesi amaçlanmıştır.
Eray Alaca, Tercan Yıldırım Türk tarihinde modern anlamda bir öğretim programı, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde hazırlanan 1869 tarihli “Maârif-i Umûmiyye Nizâmnâmesi” ile karşımıza çıkmaktadır. İlkokuldan liseye kadar tüm öğretim kurumlarına yönelik öğretim programları hazırlama süreci, Türkiye Cumhuriyeti Dönemi'nde de devam etmiştir. Bu öğretim programları içerisinde “coğrafya öğretim programları” önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü yaşanılan ülkenin başta fiziki, beşerî ve ekonomik özelliklerinin bilinmesi; uzak ve yakın ülkeler, komşu ülkelerle ilişkiler ve buna paralel olarak sınırların bilinmesi; farklı toplumların ve kültürlerin tanınması bağlamında dünyanın bir bütün olarak algılanması coğrafya dersi aracılığı ile olmaktadır. Dolayısı ile Osmanlı İmparatorluğu'ndan günümüze coğrafya öğretiminin geçirdiği aşamaların görülmesinde bu kitap önemli yer tutmaktadır.
Raheb Mohammadi Ghanbarlou Bu kitapta, 1794'ten 1925'e kadar İran'da yönetimde olan Kaçar hanedanının modernleşme süreci ve aynı dönemde Osmanlı İmparatorluğu'nun modernleşme süreciyle benzerlikleri, farklılıkları ve aynı zamanda kültürel, siyasal, sosyal ve ekonomik modernliğin etkisinin az gelişmiş çevre ülkeler üzerindeki etkileri incelenmiştir. Bu araştırma, modernleşme olgusu çerçevesinde Osmanlı (Türkiye) ve Kaçar'ın (İran) yönetim dönemlerinde yaşamış oldukları kültürel, siyasal, toplumsal ve ekonomik dönüşümler ile bu dönüşünüm temelinde yer alan iç ve dış dinamiklerin etkilerinin karşılaştırmalı olarak irdelenme ve incelenmesine yönelik bir çalışma niteliğindedir. Bu kapsamda Kaçar döneminde yaşanan modernleşme süreci ve bu sürece karşı toplumda oluşan tepkiler incelenirken aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşanan benzer gelişmeler konu edilmektedir. Modernleşme süreçlerinin seçilmiş olma nedeni ise tarihî süreç, coğrafi yakınlık, aynı medeniyet dairesine ait olma gibi ortak paydalara rağmen her iki devlet ve toplumun bu gelişim serüveninin çok az çalışılmış hatta ihmal edilmiş olarak değerlendirilmesidir. Bu sebeple çalışmanın büyük bir önem taşıdığına inanılmaktadır. Ayrıca Türkiye literatüründe Kaçar Devleti'nin tarihi hakkında yayınlanmış ciddi çalışmalara rastlanmamaktadır. Bu çalışma, alanla ilgili bilgi vermek ve literatüre zenginlik kazandırmak açısından önemli görülmektedir.

E. Zeynep Günal, Emine İnanır, Hüseyin Kandemir, Lada Aksüt, Leyla Çiğdem Dalkılıç, Mariya Sunar, Nazan Coşkun, Onur Şahin, Pelin Esen, Tuğba Günör Cezalar, idamlar, aflar ve sansürlerle geçen sancılı bir dönem olmasına rağmen 19. yüzyılın Rusya'nın edebiyatına çok cömert davrandığı bir gerçektir. Ülkenin ulusal kimliğinin son aşamasını tamamladığı bu çağda, dünya çapında tanınan, eserleriyle klasikleşen ve sanatsal zarafetin doruğuna ulaşan pek çok şair ve yazar doğar. 19.yüzyılın Rus edebiyatının “Altın Çağ”ı olarak adlandırılmasının nedenlerinden biri budur. “Altın Kalemler” başlığını taşıyan bu ortak çalışma bir edebiyat tarihi ya da eser analizi değil, başyapıtlarının kısmen gölgesinde kalan seçkin Rus yazarlarının yaşam öykülerini; 19. yüzyılın tarihsel, sosyolojik ve edebi arka planıyla birlikte aileleri, çocuklukları, yazarlığa ilk adımları hem sanat hem de kişilik bakımından olgunlaşma süreçleri, isyanları, tutkuları, aşkları ve hemen her alandaki mücadeleleri çerçevesinde anlatabilme çabasıdır. Çalışma içinde yer alan her bölüm, akademisyen yazarın kendi üslubu ve kendi seçtiği bilgilerle oluşturulmuştur.
Abdullah Çakmak Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerce kutsal kabul edilen Kudüs şehri, M.Ö. 4000'li yıllara kadar uzanan kadim bir tarihe sahiptir. Bu dinlere mensup devletlerin Kudüs'teki farklı dönemlere ait hâkimiyetleri, şehirde üç dine ait kutsal mekânların oluşmasına zemin hazırlamıştır.
1517'de Osmanlı hâkimiyetine giren Kudüs'te devlet tarafından gerçekleştirilen çeşitli imar faaliyetleri şehrin yaşam kalitesini yükseltmiştir. 1917'ye kadar süren bu hâkimiyet süreci içerisinde Kudüs için kırılma noktalarından biri Fransızların 1798 Mısır işgaliyle başlayan ve 1841'de Kavalalı Mehmed Ali Paşa isyanının sonlandırılmasına dek devam eden süreçtir. Vehhabi ve Yunan isyanları gibi devletin farklı bölgelerindeki sıkıntıların bu zaman diliminde ortaya çıkması, farklı milletleri bir arada barındırmasından dolayı Kudüs’ün bu olaylardan, dolaylı yoldan etkilenmesine sebep olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin 1798-1841 yılları arasında Kudüs'te uyguladığı siyaseti konu edinen bu çalışmada; yaşanan siyasi olaylar ve idari değişiklikler, devletin Müslümanlara yaklaşımında öne çıkan faaliyetler, devletin gayrimüslimlere tanıdığı haklar ve halkın devletle olan irtibat yolları incelenmiştir.
Büşra Karataşer 1914-1923 Arası İstanbul'un İaşesi ve İhtikâr Sorunu isimli çalışma,1914-1923 dönemi İstanbul'un iaşesi ve ihtikâr sorununun arşiv kaynaklarına dayalı bir incelemesidir. İaşe sorunu insanlık için her zaman önemli bir konu olmuştur. Özellikle savaş dönemlerinde iaşe sorununu çözmek en önemli konulardan birini teşkil etmiştir.
Bu çalışmada; iaşe sorunu, ihtikâr meselesi ve geçim sıkıntısının Birinci Dünya Savaşı’nda ve Mütareke Dönemi'nde ülke halkını nasıl etkilediği ve bu sorunlara karşı alınan önlemleri üç bölüm hâlinde incelenirken Başbakanlık Osmanlı Arşivi kaynaklarından ve dönem gazetelerinden derinlikli olarak faydalanılmıştır.
Hüseyin Fidan Yöneticilerin, yönettikleri topluma daha iyi hizmet verebilmek için tarihin her devrinde ülkelerinde yaşayan ileri görüşlü, bilgili, deneyimli kişilerden yararlandıkları bir gerçektir. Bu yararlanmayı gerçekleştirmek için de kimi zaman kurallı kimi zaman kuralsız kimi zaman sık kimi zaman seyrek toplantılar yapmışlardır. Meclis geleneği Türk devlet geleneğine de yabancı değildir. Orta Asya Türk Devletlerinde hükümdarın yanında bulunan ve çeşitli ülke sorunlarının görüşülüp önemli kararların alınmasına yardımcı olan Meclisler olmuştur.
Bu çalışmada; Osmanlı Döneminde başlayan parlamento yolculuğuna kısaca değinilmiş, daha sonra Cumhuriyet dönemine ait Cumhurbaşkanları, Meclis Başkanları, Başbakanlar, Partiler, Hükümetler, Koalisyonlar vb. birçok bilgiye yorumsuz olarak yer verilmiştir.
Türk siyasi tarihine meraklı yurttaşlarımız ile siyasal bilgiler alanında eğitim alan gençlerimiz için kaynak kitap niteliğini taşıyan bu çalışmanın tüm okurlarımıza faydalı olacağını ümit ediyorum...
Yüksel Yıldırım Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasi tarihi açısından önemli özelliğe sahip olan 8 Şubat 1935 genel seçimlerinde hem kadınlar ilk defa milletvekili seçme ve seçilme hakkını kullanmış hem de azınlıklar bağımsız milletvekili olarak Meclise girmiştir. Bu çalışmada, 8 Şubat seçim çalışmaları, adayların basın açıklamaları, seçim günü yaşanan gelişmeler ve milletvekili seçilen bağımsız milletvekillerinin Meclis faaliyetleri ele alınmıştır.
14 Kasım 1938 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde Atatürk'ün vefatı üzerine söz alan Ankara Bağımsız Milletvekili Dr. Nikola Taptas “Böyle bir dehanın eserini, ruhunu anlamak, onu tespit etmek bugünkü insanların işi değildir. Bunu ancak gelecek asırlarda yazılacak beynelmilel siyasi tarih meydana çıkarabilecektir. Bu hususta tabiidir ki bir şey ilave etmekte acizim. Bugün matem içinde bulunan 17, 18 milyon vatandaş içinde yaşayan Rum vatandaşlar da aynı şekilde ağlamaktadır. Bunlar Atatürk'ün ismini daima, ebediyen, şükran ve hürmetle kalplerinde muhafaza edeceklerdir.” ifadelerini kullanmıştır.
Şükrü Can Balta Yeryüzünde yaşanan olaylara kayıtsız kalmayan edebiyat metni, bu yönüyle kendini daima yenilemektedir. Özellikle çeyrek asırdır gündemdeki yerini koruyan çevre meselesinin Türk hikâyesinde de belirgin yansımaları bulunmaktadır. 1950 sonrası hikâye metinleri arasında tekrar eden tematik başlıklar, her dönem etkisini hissettiren ortak sorunların bulunduğunu göstermektedir. Bununla birlikte sadece belirli dönemlerde tartışma konusu olan, bölgesel ve devamlılık arz etmeyen çevre krizlerinden de bahsetmek mümkündür.
Çalışmada; sanat ve edebiyatın işlevselliği üzerinde durulmuş, eleştiri geleneğinin bilinç sağlayıcı yönü vurgulanmış ve ekoeleştiri kuramının temel görüşleri aktarılmıştır.
Çalışmanın esas bölümü ise Türk hikâyesinde doğrudan ya da dolaylı bir şekilde yer edinen çevre vurgusuna ayrılmıştır.
Özetle ortak yaşama bilincini muhatabına hatırlatma niyetindeki bu eser, edebiyat-çevre incelemelerine katkı sağlamayı hedeflemektedir.
Ahmet Karakaya, Ahmet Köroğlu, Alev Erkilet, Alperen Gem Ennçosmanoğlu, Asım Öz, Ayşen Baylak, Ertuğrul Zengin, Fatih Kucur, İbrahies Aksu, İlhan Sadıkoğlu, Kâmil Yeşil, Mahmut Hakkı Akın, Mehmet Erken, Mustafa Aydın, Mustafa Oğuzhan Çolak,Necdet Subaşı, Nurettin Ürün, Serkan Yorgancılar, Şerife Nihal Zeybek, Tuba Aydın, Vahdettin Işık, Yunus Emre Özsaray, Yunus Emre Tapan Ulus devlet serüveninin çeperinde şekillenen içe kapanma dönemi¬nin düşünce dünyasında da ciddi bir sınır oluşturduğunu her ge¬çen gün daha iyi anlıyoruz. Gündemler, kavramlar ve meseleleri ele alıştaki öncelikler takip edildiğinde bu durum açıkça gözlemlene¬bilir. Bu sınırlılığı aşma işaretlerinin en somut şekilde görüldüğü dönemin, çok partili hayatın nispeten süreklileştiği 1960-1980 ara¬sı yıllar olduğunu söylemek mümkündür. Bir ölçüde, halkın farklı katmanlarının doğrudan sürece dâhil olduğu bu dönem, gerek Tür¬kiye’nin yakın tarihindeki özgül ağırlığı, gerekse de İslamcı düşünce ve yayıncılık tarihindeki yeni arayışlar, mecra tutuşlar, kurumlaş¬malar, çeşitlenmeler ve söylem farklılaşmaları bakımından günü¬müzde de canlı bir şekilde etkisini devam ettirmektedir.
Ayrıca dönemin faaliyetlerinde etkin rol üstlenmiş şahısların önemli bir kısmının hâlen hayatta bulunması bugünden yapılacak bir okumanın sınanmış bir gözle de murakabesine imkân vermek¬tedir. Bugünün Türkiyesini siyasette, bürokraside, sivil kurumlarda ve entelektüel alanda taşıyan kadroların çok önemli bir kısmının 1960-1980 döneminde yetişen kuşaklar olduğu dikkate alındığın¬da, o yılların önemi daha iyi anlaşılacaktır. Sonuç olarak, günümüzü daha iyi anlamak için, adeta bugünün ana rahmi olan 1960-80 yıl¬larını yakından incelemenin gerekliliği oldukça açıktır. Dolayısıyla gerek tanık olduğumuz sürecin anlaşılmasına katkıda bulunması gerek yaşayan bu tarihî tanıklarla yeni kuşaklar arasında bir köprü oluşturma imkânı vermesi bu çalışmanın hem niyetini hem de kıy¬metini ortaya koymaktadır.
Adem Doğan, Ali Duran, Cengiz Şavkılı, Erhan Alpaslan, Fahri Kılıç, Fatih Özdemir, Kıymet Değirmenci Toraman, Mahmut Akpınar, Mustafa Kılınç, Orhan Doğan, Ömer Faruk Aslantürk, Tülay Aydın Tarihe "Maraş Olayları" olarak geçen 1978'te Kahramanmaraş toplumsal olaylarının öncesi, sırası ve sonrası ile ele alındığı bu eserde, hem olaylara dair eksikliklerin kısmen de olsa aydınlatılması hem de alan yazına katkı sunulması amaçlanmış; olayların belgesel ve basına yansıyan yönlerinin yanı sıra ülkenin iktisadi, siyasi, idari, eğitim, sanat, bilim ve turizm boyutlarıyla da ele alınması ve konuya dair ilgili bölümlerin önemli noktalarından yol çıkılarak öz düşüncelerin ortaya çıkarılması sağlanmıştır.
Kahramanmaraş'ta meydana gelen olayların aslının bir yanılsama/yanılgı olduğu ve arka tarafında mevcut olan asıl kısımların ise nasıl teşekkül ettiği bugün dahi gizemini korumaktadır. Zincirleme hâlde şehirde patlak vererek karışıklıklara yol açan bu olayların, meclisin tutanaklarına, şehre ve ülkeye konu olan kısımlarına da değinilerek eleştirel söyleme dair ilgili analizlere de yer verilmek istenmiştir. Ayrıca olayların Kahramanmaraş ve ülke genelindeki etkilerine yönelik tespitlerde ve ardından bu etki faktörlerinin argümanlara nasıl yansıdığı üzerinde değerlendirmelerde bulunulmuştur. 1978 Kahramanmaraş Toplumsal Olayları’nın, bilimsel araştırma hassasiyeti çerçevesinde ele alınarak oluşturulan kitabın, ilgili literatüre katkıda bulunması dileğiyle...
Yılmaz Açık 2. yüzyılda Yunan yazar Lukianos'la birlikte başladığı varsayılan bilimkurgu, Türk edebiyatında ilk defa 19. yüzyılda Jules Verne çevirileriyle görülmeye başlamıştır. Bu dönemde, Ahmet Mithat Efendi'ye ait Fenni Bir Roman yahut Amerikan Doktorları (1888) da ilk telif eser olarak Türk edebiyatında yerini almış olsa da çok uzun bir süre bu türe ilgi gösterilmemiştir. 1970'li yıllara kadar yayımlanan çok az sayıdaki eserle varla yok arasında varlığını sürdüren bilimkurgu, 1970'li yıllardan sonra çıkan fanzin ve bilimkurgu dergilerinin de etkisiyle 1980'lerde daha görünür hâle gelmiştir. 1980 sonrasında da Amerika ve Avrupa'da yayımlanmış romanların Türkçeye çevrilmesi ve sinemadaki bilimkurgu filmlerinin etkisiyle özellikle 2000 sonrasında giderek artan bir şekilde Türk edebiyatında yerini almaya başlamıştır.
Bu kitapta, 1980 sonrasında bilimkurgu türünde yayımlanmış romanlar incelenerek bilimkurgunun Türk edebiyatındaki yeri ve gelişimi ortaya konmaya çalışılmıştır.
Alper Tütünsatar, Bekir Çelik, Bora Süslü, Deniz Şahin Duran, Dilek Bulut, Duygu Duman, Elife Akiş, Filiz Daşkıran, Gonca Akgün Güngör, Gözde Müşerref Gezgüç Kaya, Hilmi Etci, Ilgın Barut, Mehmet Akyol, Mehmet Avcı, Merve Çelik Gönültaş, Namık Kemal Öztürk, Nur Çelik İlal, Nursen Vatansever Deviren, Özgür Balmumcu, Özlem Kırlı, Ramazan Ekinci, Selen Işık Maden, Semanur Soyyiğit, Semih Çağan, Serap Durukan Köse, Yusuf Tepeli, Zafer Koca İçinde bulunduğumuz 21. yüzyıl, her alanda hızlı değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Ekonomik ve siyasal alanlarda yaşanan bu hızlı değişim ve dönüşüm, içinde anlaşılması önemli konuları barındırmaktadır. Bu noktadan hareketle kitabımız, 2000 sonrası Türkiye'de yaşanan ekonomik ve politik dönüşümleri çeşitli başlıklar altında ele almıştır. Kitabımızın hem literatüre katkı sağlaması hem de ilgilenen araştırmacılar için faydalı bir kaynak olması umuduyla...
William G. Castellano “Yeni Normal” olarak adlandırılan içinde bulunduğumuz yeni dönem, çalışma hayatını kökten değiştiren yapısal dönüşümlere neden olmuştur. Küreselleşme, teknolojideki hızlı gelişmeler ve değişen işgücü yapısı, geleneksel insan kaynakları uygulamalarını yetersiz kılmaktadır. İş dünyasında başarı ve sürdürebilirlik ancak yeni yöntemleri araştırmak, uygulamak ve işgücü adanmışlığını sağlamak ile mümkün olacaktır. Bu kitapta, 21. yüzyılda sürdürülebilir bir rekabet üstünlüğü yakalamak isteyen ve bunun için sahip oldukları işgücü adanmışlığı ve yetenek yönetimini önemseyen örgütler için birçok uygulamaya yer verilmiştir.
İnsan Kaynakları Yönetimi alanında çalışmalarına devam eden pek çok değerli öğretim üyesisinin katkılarıyla Türkçeye kazandırılan bu eserin, akademisyenler, öğrenciler ve uygulamacılar için önemli bir referans olacağına inanıyoruz.
Zeki Taştan, Servet Şengül 21. Yüzyıl Türk Şiiri Şairler Akımlar Sorunlar, Çevrimiçi Sanat ve Edebiyat Akademisi ÇESA'nın günümüz Türk şiiri üzerine 1990 sonrası şair, yazar, eleştirmen ve dergicileriyle yaptığı söyleşileri içeren altı bölümlük bir kitaptır. Bu bölümlerde hem günümüz şiirinin de dâhil olduğu modern Türk şiiri üzerine değerlendirmelerde bulunulmuş hem de konuşmacı şairlerin poetikaları irdelenmiştir. Servet Şengül, Hakan Şarkdemir, Osman Özbahçe, Hakan Arslanbenzer, Hayriye Ünal ve Murat Üstübal'ın konuşmacı olarak yer aldığı bu kitap, günümüz şiirini anlamak isteyen okur için derinlikli ve doyurucu açıklamalardan oluşmaktadır. Zira konuşmacılar dışında, Türk edebiyatının yaşayan birçok şairi ve önemli akademisyenleri de konuşmalara soru ve açıklamalarıyla katkıda bulunmuştur.
Abdürreşit Celil Karluk, Ahmet Bülbül, Ahmet Gedik, Ahmet Sapmaz, Alimcan İnayet, Altay Atlı, Arzu Al, Aslıhan Genç, Aybüke Serttaş, Bayram Öztürk, Burulkan Abdibaitova Pala, Can Donduran, Can Kalkavan, Ebru İlter Akarçay, Efe Can Gürcan, Emre Kartal, Ensar Küçükaltan, Erdal Ayık, Erhan Büyükakıncı, Esra Bayhantopçu, Esra Hatipoğlu, Fahri Erenel, Ferdi Güçyetmez, Gamze Helvacıköylü, Giray Saynur Derman, Gonca Oğuz Gök, Gökhan Koçer, Gülnora Saidakhmedova, Gürsel Tokmakoğlu, Hanefi Yazıcı, Hasan Hakses, Haydar Çakmak, Hayri Kaya, Iraz Haspolat Kaya, İrfan Kaya Ülger, İsmail Ermağan, M. Cem Oğultürk, Mehmet Fatih Argın, Melik Ertuğrul, Meral Balcı, Mesut Hakkı Caşın, Meysune Yaşar, Murat Yorulmaz, Mustafa Ateş, Mustafa Çakır, Müge Yüce, Nur Çetin, Nurşin Ateşoğlu Güney, Oktay Küçükdeğirmenci, Onur Gönülal, Onur Limon, Ozan Örmeci, Öner Akgül, Övgü Kalkan Küçüksolak, S. Gülden Ayman, Salih Yılmaz, Sami Ullah, Savaş Biçer, Serdar Yılmaz, Sezai Özçelik, Sezin Ünal Miçooğulları, Sina Kısacık, Suat Eren Özyiğit, Taner Yıldız, Tolga Bilener, Tolga Sakman, Türkan Melis Parlak, Vişne Korkmaz, Yaşar Onay, Yılmaz Yurtseven, Yunus Ertuğrul Bal, Yusuf Yıldırım Çin; hem kendine özgü medeniyeti, dünya algısıyla hem sahip olduğu askerî, ticari, ekonomik, demografik gücüyle dünya siyasetine yön veren aktörler arasında yer alabilecek bir profil çizerek tüm dünyanın dikkatini üzerine çekmektedir.
Tarihî İpek Yolu ile dünya ticaret ve ekonomisinde yüzyıllar boyunca etkisini gösteren Çin'in, günümüzde de bu güzergâhı Tek Kuşak Tek Yol Girişimi ile canlandırıp küresel sermaye üzerinde alternatif pazarlar oluşturmak istemesi kimi siyasi aktörler üzerinde tedirginlik kimileri içinse memnuniyet yaratmaktadır. Dünyanın ikinci büyük ekonomisine sahip Çin'in gerçekleştirdiği kültürel devrim ve ekonomik girişimlerle dünya siyaset ve ekonomisinde adından sıkça söz ettireceği, potansiyelini daha da artıracağı tahmin edilmektedir.
21. Yüzyılda Bütün Boyutlarıyla Çin Halk Cumhuriyeti isimli bu kitap; Çin'in potansiyelini tarih, eğitim, kültür, ticaret, askeriye ve birçok alanda farklı bakış açılarıyla incelemektedir. Bu nitelikleriyle kitabın uluslararası siyaset alanında köşe taşı hatta mihenk taşı olacağı umulmaktadır.
Stjepan G. Mestrovic İlk olarak 1991 yılında yayınlanan bu kitap, Durkheim sosyolojisinin modernite ve postmodernizm tartışmaları ile ne derece ilişkili olduğunu gösterme gayretindedir. Bunu, Durkheim’ın fikirlerinin mevcut sosyal bilimlere nasıl uygulanabileceğini sorgulamak ve uygulamak yoluyla yapar. Yazara göre Durkheim’ın kitaplarını yayınlamaya başladığı 1890'ların toplumsal bağlamı ile bugün arasında oldukça çarpıcı benzerlikler vardır.
Bu kitap sosyoloji ile felsefenin, psikoloji ile kültürel çalışmaların ve tarih ile sosyolojinin bağlantılı alanlarında çalışma yapan okuyucular için önemli bir kaynaktır. Kitap, aynı zamanda, insanlık milenyum çağının problemleri ile yüzleşmekteyken ortaya çıkan soru ve sorunları anlamak kaygısı güden tüm okuyucular için iyi bir yol göstericidir.
Ahmet Güven, Ertuğrul Han 28 ŞUBAT BİR DARBEDEN ÇOK FAZLASI (Türkiye Siyasetinde Muhafazakarlığın Dönüşümü ve AK Parti) adlı eser, Türk demokrasi tarihinin önemli kırılma noktalarından biri olan ve etkileri 1000 yıl sürer denilen, 28 Şubat darbesinden hareketle, 15 Temmuz Darbe Girişimi sürecine uzanan vesayetçi zihniyetle olan mücadeleyi konu almaktadır. Özellikle 28 Şubat postmodern darbesine giden yolda vesayetçi zihniyetin ortaya çıkardığı uygulamalar karşısında iktidarın cılız çabaları ve neticesinde ortaya çıkan bu olumsuzluklarla mücadelede temelleri atılan ve ilerleyen süreçte halkın desteğini de alacak olan yeni arayışlar ve gelişmelerin ortaya çıkışı, "Her şerde bir hayır vardır." anlayışını ispatlar nitelikte olmuştur.
Bu süreçte Ak Partinin özelde Recep Tayyip Erdoğan'ın vesayetçi anlayışla olan mücadelesi, halkın bu konuda desteğiyle 20 yılı aşkın iktidarı boyunca adım adım uyguladığı politikaları, parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş süreci, 2023 hedef ve vizyonu çerçevesinde Ak Partinin yeni dönem siyaseti bu eserde ele alınarak derinlemesine değerlendirilmektedir.
Hicabi Kırlangıç
Anar Somuncuoğlu, Ayşe Çolpan Yaldız, Çınar Özen, Erel Tellal, Erkin Ekrem, Fırat Yaldız, Hatice Yazgan, Işık Kuşçu Bonnenfant, Mustafa Aydın, Sabir Askeroğlu Bağımsızlıklarının 30. Yılında Türk Cumhuriyetleri kitap serisi, alanında uzman yazarların değerli emekleri sonucunda ortaya çıktı. Üç kitaplık bu seride Türk Cumhuriyetleri’nin 30 yıllık yolculuğu, devletler üzerinden değil konular üzerinden, tematik ve bütüncül olarak çözümlendi. Nitekim Türkiye’de ve Türkçede, Türk Cumhuriyetleri’nin zamansal ve mekânsal bağlam üzerinden ulusal, bölgesel ve küresel ölçekte incelenmesine gereksinim vardı. Ulusal Politika başlıklı, Bağımsızlıklarının 30. Yılında Türk Cumhuriyetleri kitap serisinin bu ilk kitabında; “Ulusal Kimlikler ve Toplumsal Yapı”, “Türk Cumhuriyetleri’nin Geçiş, Değişim ve Dönüşüm Süreçlerini Anlamak ve Açıklamak”, “Türk Cumhuriyetleri’nin Makro İktisadi Yapısı ve Sektörel Analizi”, “Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri İlişkilerinde Geçmişten Günümüze Göç”, “Türk Cumhuriyetleri’nde Din”, “Türk Cumhuriyetleri’nde Medya”, “Türk Cumhuriyetleri’nde Turizm” bölümleri yer alıyor. Kitabın Giriş ve Sonuç bölümleri ile Ulusal Politika bütüncül bir çerçeveye kavuşuyor.
Bağımsızlıklarının 30. Yılında Türk Cumhuriyetleri kitap serisinin, Türk Cumhuriyetleri'ne yönelik yazına güncel bir katkı olması… Genç araştırmacılarda merak ve heyecan uyandırması, yeni çalışmalara özendirmesi… Türk Cumhuriyetleri'nin geleceğine, küresel sistemdeki rolüne, 50. yılına, 100. yılına katkı sağlaması umuduyla…
Abdullah Kahraman İslam iktisadı ile ilişkili uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin sekizinci kitabı olan bu eserde faiz konusu çeşitli yönleriyle 40 soru etrafında ele alınıyor. Allah'ın (c.c.) insanlığa gönderdiği evrensel mesajın temel konularından biri faiz/ribâ yasağıdır. Zira faiz, dinî, ahlâki, toplumsal, ekonomik açılardan pek çok zararı, mefsedeti ve kötülüğü beraberinde getiren bir uygulamadır. Kitap böylesine önemli bir konuyu bir bütün olarak ele almış; tarihinden uygulanışına ve etrafında oluşan sistem ve söylemlere kadar geniş bir alanı kapsamıştır.
Mücahit Özdemir İslam iktisadındaki uygulama ve kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına pratik, kısa ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin beşinci kitabı olan bu eserde İslam iktisadında korz-ı hasen konusu 40 soru etrafında teorik bir derinlikten ziyade, her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir şekilde verilmiştir. Günümüzde yapılan her iktisadi işlemin İslam'a göre bir hükmü bulunmaktadır. Ancak çoğunlukla bu işlemlerin hükmünden yüzeysel şekilde haberdar olunmakta ve maalesef bazen bilmeden İs-
lam'a göre uygun olmayan şekilde de davranılabilmektedir. Son yıllarda İslam'ın iktisadi prensiplerine yönelik ilgi artmış ve bu noktada çabalar yaygınlaşmıştır. Bu kitap da İslam'ın borç verme ile ilgili temel araçlarından biri olan ve Kur'an-ı Kerim'de güzel borç olarak ifade bulan karz-ı haseni daha yakından ele almaya çalışmaktadır. Dışarıdan bakıldığında "kişinin herhangi bir menfaat beklemeden, aynı tutar ve kalitede geri almak üzere borç vermesi" şeklinde basit bir işlem olarak görülebilecek olan karz-ı hasen, bireysel işlemlerin yanında, günümüzde kurumsal bir yapıya da dönüştüğünden oldukça kapsamlı hale gelmiştir. Bu nedenle fıkhi prensipler, resmî ve gayriresmî karz-ı hasen yapıları, mevcut modern iktisadi hayatta karz-ı hasene düşen rol, mevzuatta karz-ı basenin yeri gibi konular sade bir dille ele alınmıştır.
Zeyneb Hafsa Orhan İslam iktisadındaki uygulama ve kurumlarla ilgili olarak okuyucunun sorularına pratik, kısa ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin ilk kitabı olan bu eserde; dünyada İslami bankacılık, ülkemizde katılım bankacılığı olarak bilinen sistemin temellerine dair bilgiler genelden özele olacak şekilde 40 soru etrafında teorik bir derinlikten ziyade her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir formatta verilmiştir.
Bu kitaptaki 40 soru belirlenirken hem katılım bankacılığını anlamaya dair olası tüm veçhelerin dâhil edilmesi hem de bu zamana kadar konuya dair yöneltilen sorularla kişisel ve toplumsal tecrübelerin dikkate alınmasına önem verilmiştir. Sorulara verilen cevapların hazırlanması sırasında ise hocalardan ve yazılı materyallerden edinilen bilgilerin yanı ura sektörde çalışanlarla, katılım bankacılığıyla irtibatı olan özellikle bireysel müşterilerin tecrübe, düşünce ve kaygıları dikkate alınmıştır. Okuyucuyu yormamak adına her bir cevap için en fazla 400-500 kelimelik bir açıklama yapılmıştır. Açıklamaların daha iyi anlaşılabilmesi için de uygun görülen yerlerde şekil ve figürlerden yararlanılmıştır. Kitabı mevcut literatürden ayıran temel özelliği ise hitap ettiği kesimin daha geniş olmasıdır.
İsmail Cebeci İslam iktisadı ile ilişkili uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin yedinci kitabı olan bu eserde murabaha konusu çeşitli yönleriyle 40 soru etrafında ele alınıyor.
Murâbaha akdi, 1970'li yıllardan bu yana dünyanın farklı ülkelerinde faaliyet göstermekte olan faizsiz bankacılık sektöründe en çok uygulanan ve faizsiz işleyişin yönünü büyük oranda belirleyen sözleşme türüdür. Bu bağlamda, bu tür bir işlemin tarihsel gelişimini, geçirdiği merhaleleri,
taşıdığı problemli noktaları ve tartışmaları incelemek İslam iktisadı ve özellikle modern akitler alanında okuyucuya önemli bir altyapı kazandıracaktır. Ele alınan sorular sadece murabahanın pratik yönlerine odaklanmaktan ziyade, işlemin arka planını da çok yönlü olarak ortaya koymayı hedeflemektedir. Bu itibarla kitabın muhtevası konunun teknik, fıkhi, hukuki, iktisadi ve fikrî yönlerini de içermektedir.
Necmeddin Güney İslam iktisadındaki uygulama ve kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına pratik, kısa ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin dördüncü kitabı olan bu eserde İslam iktisadında ortaklık konusu 40 soru etrafında teorik bir derinlikten ziyade, her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir formatta verilmiştir.
İslam; hayatın tüm boyutlarına ışık tutan, hayatı şekillendiren bütüncül bir dindir. Bir Müslümanın gündelik hayatı ve mesleğiyle ilgili konularda dininin temel hükümlerini öğrenmesi, ilmihal bilgisi kapsamında kendisi için farzdır. Bu sebeple ticaretle uğraşan bir Müslümanın da ticari hayatla ilgili temel dini bilgilere sahip olması zorunludur. Ticari hayatta şirketler merkezi konumdadır. Şirketlerin kayda değer bir kısmı ya baştan ortaklık şeklinde kurulmakta ya da zamanla miras veya başka yollarla ortaklığa dönüşmektedir. Ortaklık şeklinde çalışan şirketlerin ekonomiye kazandırdığı canlılığın yanı sıra ortaklıklardan kaynaklanan sorunlar ve anlaşmazlıklar da ticari hayatın bir gerçeğidir. Bu bakımdan, kitap ortaklıklara dair temel İslâmî hükümleri soru-cevap formatında ele almaktadır. Kitabın kolay anlaşılması için sade bir dil kullanılmasına özen gösterilmiş ve konular kısa ve bilgilendirici şekilde sunulmuştur.
Servet Bayındır İslam iktisadı ile ilişkili uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin altıncı kitabı olan bu eserde, sukök ve borsa konusu çeşitli yönleriyle 40 soru etrafında ele alınıyor.
Geleneksel menkul kıymetleştirmenin özel bir yöntemi olan sukûk ve borsa işlemleri, çağımızın en önemli finansal mühendislik konularındandır. Mesele güncel olduğu gibi oldukça da girift, kapsamlı ve değişkendir. Bu nedenle kitap, akıcı ve sade dili ile bu iki konuyu her seviyeden insanın anlayabileceği güncel bir çerçevede sunmaktadır. Kitabın benzerlerine göre en önemli özelliği, konuyu sadece tasvirî
ve teknik açıdan incelemeyip bunlara ilaveten fıkhî açıdan eleştiriye tabi tutmasıdır.
Şanbaz Yıldırım İslam iktisadı ile ilişkili uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Cerekenler dizisinin dokuzuncu kitabı olan bu eserde tekâfül konusu çeşitli yönleriyle 40 soru etrafında ele alınıyor. İnsan varlığı boyunca her daim risklere maruz kalmıştır. Buna karşılık riskin vuku bulması sonucu ortaya çıkan zararları ortadan kaldırmak amacıyla sigorta kavramı geliştirilmiştir. Tekâfül sigortası insanlara İslâmî finans ilklerine uygun bir şekilde sigorta ihtiyacını karşılama imkânı sunmaktadır. Çünkü tekâfül sisteminde tüm süreçler İslam hukuk ilkelerine uygun hareket etmek durumundadır. Kitap böylesine önemli bir konuyu bir bütün olarak ele almış; tarihinden uygulanışına ve etrafında oluşan sistem ve söylemlere kadar geniş bir alanı kapsamıştır.
Hamdi Çilingir İslam iktisadındaki uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin ikinci kitabı olan bu eserde, vakıf kurumu 40 soru etrafında çeşitli yönleriyle ele alınıyor. Özünü İslam'daki sadaka anlayışından alan ve tarihsel süreç içerisinde gerek yaygınlık gerek kurumsallık açısından diğer sadaka türlerine göre büyük bir gelişim seyri gösteren vakıf müessesesi İslam dünyasını karakte-rize eden bir kurum hâline gelmiştir. Öyle ki tarihsel süreçte İslam toplumlarının hayatından vakıf müessesesi çıkarılsa bu toplumların siyasi, sosyal, kültürel, hukuki ve iktisadi hayatlarını eksiksiz ve bütüncül bir şekilde kavramak pek mümkün olmazdı. Çok boyutlu ve etkin bir kurumu 40 soruya sığdırmak mümkün olmasa da bu çalışma vakıf müessesesinin hukuki ve iktisadi yönlerini ön plana çıkararak belli sorular etrafında okuyucuya vakıf müessesesinin kısa ve açık bir resmini vermeye çalışmaktadır.
Melih Turan İslam iktisadındaki uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler Alımın üçüncü kitabı olan bu eserde zekât kurumu 40 soru etrafında çeşitli yönleriyle ele alınıyor. Zekât ve ona ilişkin olan sadaka, infak ve bağış konuları ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem'den (a.s.) beri toplumsal dayanışmanın temel taşları olmuştur. Son peygamber Hz. Muhammed'in (s.a.v.) getirdiği Kur'an-ı Kerim ve sünneti ile birlikte ise zekât güncel halini almıştır. Zekât her ne kadar İslam'ın beş esasından biri olsa da tüm Müslümanların her ayrıntısına vâkıf olabildiği bir konu değildir. Yeni durumlara çözüm ihtiyacı da uzmanlık gerektirdiği için her Müslümanın bilgi ve birikimiyle yorumlanamamaktadır. Mezheplerin de farklı görüşleri olduğu düşünüldüğünde bu durum içinden çıkılamaz bir hal alabilmektedir. Bu nedenle, kitap bu ihtiyaca binaen akıcı ve sade dili ile zekât kurumunu her seviyeden insanın anlayabileceği güncel bir çerçevede sunmaktadır.
Murat Özden Uluç 48. Alay, yeniden yapılanan Makedonya Vardar Ordusu bünyesinde kurulduğu 1912 yılından Hatay’ın ana vatana katılışına kadar kahramanca savaşmış bir Türk Birliği’dir. Özellikle 1912-1921 yılları arasında katıldığı savaşlarda âdeta Türk tarihinin akışını değiştiren başarılara imza atmıştır. Makedonya Cephesi’nde kazanılan son savaş olan Soroviç Zaferi’nde, Çanakkale’de Anafartalar, Conk Bayırı ve Kanlısırt cephelerinde Anzak birliklerinin püskürtülmesinde, Filistin Cephesi I. ve II. Gazze Muharebelerinde Büyük Britanya Ordusu’na karşı kazanılan başarılarda büyük rol oynamıştır.
III. Gazze Muharebesi’nde askerlerinin büyük bir bölümünün İngiliz Ordusu’na esir düşmesinden sonra lağvedilen 48. Alay, Millî Mücadele döneminde TBMM Merkez Ordusu’na bağlı olarak yeniden kurulmuştur. Sakarya Meydan Muharebesi’nde cepheye gelişleri Başkumandan Mustafa Kemal Paşa tarafından sevinç ve teşekkür telgrafıyla kutlanan birliklerimizdendir. Bu kahraman alayımız Sakarya Meydan Muharebesi’nin en kritik noktalarından biri olan Beylikköprü-Beştepeler savunma hattında, Alayın neredeyse tamamen yok olması pahasına gösterdikleri direnişle savaşın kaderini değiştirmiştir. 48. Alay aynı zamanda Hatay’ın ana vatana katılışında yıllar sonra Hatay’a giren ilk Türk Birliği olma şerefine erişen kahraman askerlerin alayıdır ve kazandığı tüm bu zaferler sonucunda sancağına takılan madalyalarla Türk tarihinde millî cesaretin ve direnişin de sembolü hâline gelmiştir.
Muhsin Önal Tarihin her döneminde Batı dünyası için ciddi önem arz eden bir güç olarak öne çıkan Osmanlı Devleti'nin gizemi sadece siyasi arenada söz sahibi olmasından kaynaklanmamaktadır. Zira Osmanlı kökenleri itibarıyla Müslüman bir Türk devletidir. Dolayısıyla Avrupa’lı Hristiyanlarla mukayese edildiğinde toplumsal dinamikleri çok farklı bir çizgide evrilen Osmanlı Müslüman cemaatinin sosyal yapısı da son derece dikkat çekici olmuştur. Üstelik bu ilgi sadece resmi ilişkiler düzeyinde kalmamış, ülkeyi karış karış dolaşan Batı’lı seyyahları da etkisi altına almıştır. Nitekim seyyahlar sadece gezginlere mahsus bir heyecan ve hevesle Anadolu topraklarını arşınlamamışlardır. Onlar, toplumun dokusunu da detaylı olarak incelemişlerdir. Ömür çizgisinin temel saiklerinden olan doğum, düğün, ölüm, Müslüman evinin yirmi dört saati, kadının sosyal hayattaki konumu, eğitim ve öğretim süreçleri ve kuşkusuz idari hayat ile askerî müesseselerin tamamı seyyahların detaylarıyla ilgilendikleri ve yazılarında okuyucularına sundukları meseleler olarak Batı insanının gündemini sürekli meşgul etmiştir. Bu çalışmada da Müslüman Türk toplumuna dair farklı zihin okumaları yaparak bunları kaleme alan Avrupa’lı beş seyyahın gözüyle aileden devlete Osmanlı hayat modeline yer verilmekte ve oryantalizmle ilgili araştırmalar yapan tarihçilere katkı sunmak amaçlanmaktadır.
Şükran Şıpka 50 Soruda Aile Hukukunda Kadının Yasal Hakları kitabı, haklarını bilmeyen birçok kadına ışık tutacak niteliktedir. Gerek ülkemizde bir türlü yerleşemeyen kadın-erkek eşitliği gerek kadına karşı şiddet gerekse de kadının diğer yasal hakları ve çocuk ile olan ilişkisi ülkemizin uzun yıllardır kanayan bir yarasıdır. Bu sebeple öncelikle vatandaşlarımızın eğitilmesi gerekse de buna ulaşana kadar bizzat kadınların kendi haklarını bilmesi önemlidir.
50 Soruda Aile Hukukunda Kadının Yasal Hakları kitabını okuyan bir kadın, başına gelen bir olayda ne yapması gerektiğini görebilecek ve yasal haklarını arayabilecektir.
Hayri KOZANOĞLU Teknolojik gelişmeler baş döndürücü bir hızla gündelik yaşamımızı değiştiriyor. “Akıllı telefonların” bulunmadığı bir dünyayı düşleyemiyoruz bile. Hemen her gün önümüze “yapay zeka”, “Endüstri 4.0”, “blockchain”, “paylaşım ekonomisi” gibi yeni kavramlar çıkıyor. Bazen bunları anlamakta, anlamlandırmakta zorlanıyoruz. Çoğu zaman da göz açıp kapatana kadar teknoloji ile ilgili bilgilerimizin ve becerilerimizin günün gerisinde kaldığını şaşkınlıkla fark ediyoruz. “Teknolojik Gelişmeler ve Hayatımız” çalışması, teknolojinin gerek işleyişini gerekse de ekonomik ve toplumsal sonuçlarını 50 soruda yanıtlamaya çalışıyor. Böylelikle meraklı okuyucuya insanlığın geldiği teknolojik aşamayı güncel ve canlı örneklerle aktarmayı amaçlıyor.
Cüneyt Gök, Deniz Oğuzcan, Janet Barış, Sabri Özaydın, Umut Şilan Oğurlu Türk Sineması’nın kendi içerisindeki dönüşümü ve gelişimi Osmanlı Dönemi’nden Cumhuriyet Dönemi ve sonrasına kadar çeşitli biçimlerde olmuştur. Başta tiyatrocular dönemi, sonrasında ise sinema dilini geliştirip güçlendiren yönetmenlerle kendi yolunu bulmuş ve özgün bir Türk Sineması oluşmuştur.
Zaman zaman dönemin siyasi etkenlerine göre şekillenen Türk Sineması, kendi başına toplumu anlamak için sosyolojik bir boyut da taşımaktadır.
50 Soruda Türk Sineması kitabı yönelttiği sorularla hem Türk Sineması tarihine hem kendi döneminde öne çıkan yönetmenlere hem de Türkiye’de sinema eğitimine yönelttiği sorularla çok boyutlu bir biçimde Türk Sineması’nı anlamaya yönelmiştir.
Gerek teorik bağlamda gerekse de teknik açıdan incelenen filmler ile yönetmenlere dair sorular cevaplanmış, böylelikle hem akademik alanda çalışma yapan akademisyenler hem de Türk Sineması’nı merak eden okuyucular için çok yönlü bir kaynak olarak hazırlanmıştır. Kronolojik olarak başlangıcından günümüze doğru ilerleyen bir yapı oluşturulmuş ve bu da okuyucunun en baştan itibaren Türk Sineması’nın nasıl gelişip modernleştiğine dair fikir üretmesini sağlayacak bir alan açmıştır.
Jülide Karakoç, H. Deniz Genç Kuruluşundan bugüne farklı göç ve sığınma hareketleriyle şekillenen Türkiye Cumhuriyeti'nin göç politikaları özellikle Suriye'de 2011'de başlayan iç savaş nedeniyle Türkiye'ye yönelen kitlesel göç hareketleri ile çok tartışılan bir baslık hâline gelmiştir. Bir yandan Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma iskân politikaları ve diğer yandan yeni bölgesel ve uluslararası koşullar, kurallar ve kurumlarda yaşanan gelişmeler etrafında kabul ettiği yeni uygulamalar dâhilinde değerlendirilmesi gereken Türkiye'nin göç politikalarını anlamak bu çerçevede önemli hâle gelmiştir.
Türkiye'nin göç politikalarını kuruluşundan bu yana 50 soru çerçevesinde ele alan bu çalışma, kapsamı ve içeriği ile bu alanda çalışmaya başlayan araştırmacılar, öğrenciler ve konuya ilgi duyan okuyucular için bir başucu kaynağı olma niteliği taşımaktadır. Alanında uzman araştırmacı ve akademisyenlerin değerli katkılarıyla hazırlanan bu kitap, Türkiye'nin göç politikalarını yerel, ulusal ve uluslararası bağlam içerisinde anlamaya çalışan okuyuculara geniş bir perspektif sunmaktadır.
İbrahim Algın Bu kitap; Cumhuriyetin ilk yıllarında doğmuş, eğitim almış bir mimarın; kendi biyografisi, ailesi ve atalarının hikâyesi olmakla birlikte aynı zamanda Türk aile yapısının 18. yüzyıldan bu yana geçirdiği değişimi, aile içi iletişimi, ailenin evrimini, kültürü, insan-insan, insan-toplum ilişkilerini gözlem, yaşantı ve büyüklerden dinlenenlere dayanarak öykü tadında anlatan bir sosyokültürel, tarihsel belge niteliğini de taşımaktadır. Bu özellikleriyle, hem bir aile biyografisini hem de 1770'lerden 2020'lere kadar yaklaşık 250 yıllık bir Anadolu aile yaşantısını okuyacaksınız.
İ. Ersan Bengisu Türkiye siyasi tarihi, bir anlamda ordunun sivil siyaset üzerindeki etkisi ve müdahalelerinin tarihidir. Bu durum, modern dönem Osmanlı'dan itibaren ordunun modernleşme çabamızın baş aktörü olması ve sonra bunu kurtarıcı-kurucu rolü ile birleştirerek Cumhuriyet Dönemi'ne de aktarması nedeni ile sık sık sivil siyasete müdahalesi şeklinde tezahür etmektedir. Gerçekleşen iki müdahale haricinde gerçekleştirilmeye çalışılan ancak sonuca ulaşmamış girişimler de mevcuttur. Bu kitabın odak noktasını teşkil eden 9 Mart 1971 darbe girişimi de bunlar içinde yer alır.
Siyaset bilimi literatüründe askerî müdahaleler, sivil-asker ilişkileri bağlamında incelenir. Çalışmamızda hem dünyada hem Türkiye'de sivil-asker ilişkileri literatürü hakkında üretilmiş eserler ve görüşler incelenmiş, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e tarihsel bir bakışla askerî müdahaleler aktarılmıştır. Ayrıca 9 Mart 1971 girişimini hazırlayan faktörlerin genel bir algısını yaratmak adına uluslararası konjonktür ve 1960'lar Türkiye'sinin genel siyasi yapısı anlatılmış, 9 Mart girişiminin ideolojik altyapısını oluşturan temel tezler, bu tezlerin Türkiye'de uygulanma pratiğini geliştiren hareketler ve darbe girişimi içindeki fiilî aktörler olan örgütlenmeler incelenmiştir.
Çalışmamızın amacı; konu ile ilgili yapılan tüm çalışmalarda eksikliği hissedilen 9 Mart 1971 darbe girişiminin ideolojik ve sosyoekonomik analizini yapmak, bunu yaparken de girişimin bize göre kendinden önceki ve sonraki müdahalelerden “ayrıksı” olma nedenlerini ortaya koymak ve literatürde genel olarak çeşitli çalışmaların içerisinde bir alt bölüm olarak incelenmeye çalışılmış bu konu hakkında detaylı bir çalışma yapmaktır.
Hakan Yıldız Thanks to this diary written by a janissary clerk about 1711 Pruth Campaign, it is a probability that we have the opportunity to know better than the historian of the period.
While setting off the final campaign as a janissary who served for 55 years, the Janissary Clerk Hasan embraced the paper and quill to create a witness for the history, not only as a part of his job.
He recorded the campaign starting from the announcement of the war and to the thorough political evaluation of the period in an international scale: The campaign march, arrival at the battle zone, accommodation, battles, influx of serdengeçtis, desertion of soldiers, chasing off the enemy and signing a peace treaty…
Having mentioned about those who had neglected and disregarded their duties and obligations and were sentenced after the war and about the diplomacy processes with Russia, the Janissary Clerk Hasan puts an end to his words by expressing that: “I would like those who has the knowledge and read this diary to remember me with blessings, and to complete the deficiencies in my words and correct and cover up my mistakes.”

The Janissary Clerk Hasan was born as a son of a father who had also served as a janissary and followed the path of his father. He became a janissary in 1656-1657 and was promoted to the position of janissary clerk after having participated in Kamenice Campaign in 1672 and Uman Campaign in 1674. He was appointed to Crete in 1682 and served in various provinces of the island for 12 years. Between the years of 1694 and 1697, he served in Lesbos and between the years of 1697 and 1704 in Euboea. He was promoted to the office of Janissary Clerk in Istanbul in 1704. He participated in Pruth Campaign in 1711 despite of his grand old age and wrote about his campaign memories constituting this book.
Nazlı Kazanoğlu Dünya çapında 100 milyon kişiye istihdam imkânı sağladığı tahmin edilen kooperatifler işsizliğin önlenmesinde ve yoksulluğun azaltılmasında da etkin bir araçtır. Bu bağlamda ev işleri, çocuk ve yaşlı bakımı gibi hane içi işlerden sorumlu görülen bu yüzden de iş hayatına girişi ve iş hayatındaki hareketliliği oldukça kısıtlı olan kadınların hem ekonomik hem de sosyal hayatta daha aktif olabilmelerini sağlayacak yöntemlerin en başında kadın kooperatifleri gelmektedir. Özellikle kadınların istihdama katılımlarının yüzde otuz dört olduğu ülkemizde kadın kooperatifleri kadınların istihdama katılmasında, mesleki ve sosyal alanlarda farklı yetkinlikler kazanmasında ve ekonomik kazanç sağlamasında çok önemli bir yer tutmaktadır. Bu bağlamda 2010 yılından itibaren ülkemizde kurucuları kadın olan ve kadın istihdamı sağlayan kooperatiflerin kurulmasına yönelik çalışmalar başlamıştır ve 2011 yılında sayıları üç yüz beş olan kadın kooperatiflerinin sayısı bugün tasfiye halindekilerle birlikte dokuz yüz kırk dörde çıkmıştır. Ülkemizde özellikle karar verme süreçlerine katılmada, iş piyasasına girmede ve iş piyasasında yükselmede en dezavantajlı grupların başında gelen kadınların güçlendirilmesinde aktif bir rol oynamakta olan kadın kooperatiflerine yönelik ilgi giderek artıyor olmasına rağmen kadın kooperatifleri üzerine yapılan araştırmalar oldukça kısıtlıdır. Özellikle ulusal literatürde kadın kooperatiflerinin güncel durumları ve yaşadıkları sıkıntılar, kadınların ekonomik ve sosyal güçlenmesinde kooperatiflerin oynadıkları rol ve kadın kooperatiflerinin kadınların sosyo-ekonomik güçlenmelerine katkısını ve kadınların hayatında yarattıkları değişim ve/veya dönüşümler göz ardı edilmiştir. Bu bağlamda bu kitap bir yandan literatürdeki bu boşluğu doldurmayı diğer yandan da kadın kooperatiflerinin kapasite gelişimine katkıda bulunmak amacı ile öneriler sunmayı hedeflemektedir.
Hasan Alptekin Toprak Siyah milliyetçiliği henüz ABD kurulmadan önce medeni ve insan hakları ihlalleri ile mücadele etmek amacıyla siyahlar tarafından takip edilen önemli bir olgudur. Bu çalışma 1865-1965 yılları arasında ABD'de siyah milliyetçiliğini İslami hareketler ve insan hakları bağlamında incelemektedir. 1865 yılında Bağımsızlık Bildirgesi'nin ilan edilmesinin ardından siyahlar birtakım temel hakları kazanmışlardır. Siyahların hukuki statülerini iyileştirmek için 1865'ten itibaren bazı yasal düzenlemeler yapılmış olsa da siyahlar için Amerikan toplumunda beyazlarla aynı statüye kavuşmak gerçekten zor olmuştur. Yorucu ve uzun bir mücadelenin ardından siyahlar nihayet 1965 yılına gelindiğinde bazı temel medeni hakları ve insan haklarını kazanmışlardır. Siyahların 1865-1965 yılları arası insan hakları mücadelesi ve İslami hareketlerin siyah milliyetçiliğine olan etkisi bu çalışmada incelenmiştir. Böylece siyah milliyetçiliği ve İslami hareketler arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla birincil ve ikincil kaynaklar kullanılmıştır. Bu çerçevede çevrim içi arşivler -siyahlar tarafından yayımlanan gazeteler ve FBI raporları göz önünde bulundurularak- dönemi aydınlatmak için kullanılmıştır. Bu çalışmanın sonunda siyah milliyetçiliğinin bazı boyutlarıyla siyahların Amerikan toplumunda temel haklardan mahrum bırakılmış olmalarından kaynaklanan tepkisel bir hareket olduğu ve 1865-1965 arası dönemde bazı siyah milliyetçisi gruplarca beyazlara ait hâkim değer sistemini reddetmek ve münhasır bir özbilinç kazanmak amacıyla İslami değerlerin benimsendiği sonucuna ulaşılmıştır.