Sahne Sanatları ve Sinema \ 1-1
Aydan Tuncayengin “ABD kültürünün egemen felsefesinde Batı aklı Avrupa geleneği ile, imgelerin titrek ışığında sanatın ortak dilini bulmaya çalışıyoruz.”
“Birbirimizi yansıtan, tanımlayan, belirleyen ve böylece yeniden bir öyküsel devinimin içindeki sinemanın illüzyonist tavrında yine kendimiziz!”
Aydan Tuncayengin
Eurimages Türkiye Temsilcisi Mehmet Demirhan: Türkiye'deki en önemli sorunlardan bir tanesi, yapımlara ilişkin finansman kaynaklarının çok kısıtlı olması. Ne mutlu ki son zamanlarda büyük başarılara imza atan filmlerin hepsinde de bir şekilde Bakanlık ya da Eurimages desteği var. Bu da bir şeylerin düzgün yapıldığı anlamına geliyor.
Yapımcı/Yönetmen Semih Kaplanoğlu: Her projeye Eurimages'dan destek alacaksınız diye bir şey yok. Bazen kabul etmiyorlar, bazen çok büyük bir rekabet oluyor, büyük yönetmenler katılıyor, çok fazla proje geliyor ve sizin projeniz belli bir oranda sizden daha iyiler olduğu için tercih edilmeyebiliyor. O zaman o projeden vazgeçmek gibi bir şansınız olmamalı... Yani, o projeyi yapmak istiyorsanız her koşulda ve şartta yapmanız gerekiyor, kabul edilmedi diye vazgeçemezsiniz. Benim perspektifim böyle.
Yönetmen Ümit Ünal: Öyle bir Avrupa kimliği empozesi yok, bizim burada yapılan filmler üzerine kimse ideolojik şeyler kurmuyor. Batılı daha buradan kopuk bir şey empoze etmiyor sonuçta, olanı yansıtıyor.
Yapımcı/Yönetmen Yeşim Ustaoğlu: Eurimages, bütününde Avrupa kimliğinin veya endüstrisinin ayakta kalmasını sağlamaya çalışır öbür yandan da diğer ülkelerle kültürel bir alışveriş sağlamış olur. Türkiye'de hâlâ çok zayıf ve problemlidir. Türk sineması çok dağınık bir sektör, bütün meslek kuruluşlarıyla, bütün bu algıyla ve çabuk para kazanma zihniyetiyle, çok da kurumsallaşmış bir yapı yok.
Yapımcı Yamaç Okur: AB tarafından baktığınız zaman filmler fonlarla yapılıyor, Türkiye'de öyküler, yaratıcılık var ama destek mekanizmaları yok, bu yüzden de Eurimages gibi bir kurum çok önemli hâle geliyor ama Eurimages'a giderken de Eurimages'ın regulasyonları Türk sinemasıyla olan regulasyonlar değil, Avrupa sinemasına göre...
Nilüfer Pembecioğlu Belge ve belgeselcilik; bireysel, ulusal, bölgesel ve uluslararası alanlarda nesnellik, kesinlik ve yargı oluşumuna katkı bağlamlarında ele alındığında, 21. yüzyılın kendi iletişim ve algılama biçimleri ışığında bilgiyi yeniden yapılandırıp yargılama ve kendine katma biçimini sorguladığı ve yeniden ürettiği ifade edilebilir. Bu çerçevede, bireylerin, günümüzde ve gelecekte belgesel filme daha fazla önem vereceği ve gelecek nesillere daha iyi belgeler bırakabilmesi çabası ile hareket edeceği öngörülmektedir.
Bu öngörü doğrultusunda hazırlanan çalışma; birey ve belgesel film, küreselleşme sürecinde belgesel filmcinin kimliksizleşmesi, algılama estetiği ve belgesel sinema açılımları, anlatıda devinim kavramı, popüler kültür ve belgesel tüketimi, belgeselin sorunları ve geleceğin belgeselleri gibi başlıklar altında toplanan yirmi dört makaleden oluşmaktadır. Kitap; öğrenci, çalışan, araştırmacı, akademisyen tüm ilgililere faydalı olacaktır.
Alper Altunay, Batu Anadolu, E. Nezih Orhon, Ebru Anıl, Elif Gizem Uğurlu, Emin Paftalı, Gulay Er Pasin, Gulin Terek Unal, Hakan Uğurlu, Murat Şahin, Pınar Karhan, Sibel Turan Pandemi yüzünden evde kapalı kaldığımız, eskisinden daha fazla ekran başında olduğumuz dönemde Reha Erdem boş durmamıştı. Erdem'in yönetmenliğini yaptığı Seni Buldum Ya! (2021) filmi, önceden izlediğimiz filmlerinden farklıydı ve çeşitli okumalar, çözümlemeler yapmaya uygundu.
Biz de işe koyulduk. Meselemiz; bir filmin birden fazla okumaya açık olduğunu gösterebilmek, yazar kadar çok da okuması olabileceğini örneklendirmek ve izleyici ile film arasında köprü olmaktı.
Bu derlemede; izleyiciye, topluma ve esere dönük okumaları yapmaya, bilimsel yaklaşımlar ışığında farklı bakış açılarını bir film üzerinden yansıtmaya çalıştık.
Nurtaç Ergün Atbaşı Empati, birbirinden farklı disiplinlerde farklı bakış açıları, değerlendirme ölçütleri ve dolayısıyla farklı tanımlarla kendine yer bulan bir kavramdır. Empatinin; edebiyatla, edebî metinle bağını kurabilmek, bir yandan empatinin tarihsel kökenine bakmayı diğer yandan yazınsal bir iletişim olan edebiyatın ve edebî metnin doğası üzerine düşünmeyi gerektirmektedir.
Çağdaş Türk Tiyatrosunda Empati başlığını taşıyan çalışma ile edebiyat ve empati arasında kurulan ortaklığın, yazınsal metinleri anlamlandırmada edebiyat araştırmacısına nasıl bir imkân sunabileceği üzerine bir değerlendirmede bulunulması amaçlanmıştır. Üretilen herhangi bir yazınsal metnin anlamlandırılmasında empati odağında getirilecek bir yorum; okurun, okuduğu kurgusal metin vasıtasıyla kendi dünyasının ve gerçeğinin dışında başka bir dünyayı ve gerçeği yani duyguyu, düşünceyi, eylemi deneyimleyebilecek oluşuyla ilişkilidir. Burada empatinin yazınsal metinlerin yorumlanmasında bir araç oluşunu göstermek adına tiyatro türü tercih edilmiş; çağdaş Türk tiyatrosunda, 1960-1980 yılları arasında yayımlanan oyunların arasından seçilen tiyatro metinleri empati kavramı odağında yorumlanmıştır.
Aslıhan Alyıldız Uğurlu, Ayşegül Oğuz Namdar, Berrin Genç Ersoy, Bilge Bağcı Ayrancı, Bircan Eyüp, Caner Özdemir, Demet Gülçiçek, Elif Aktaş, Elif Kır Cullen, Ezgi İnal, Fatma Kırmızı, Metin Akyüz, Özge Metin Aslan, Pınar Bulut, Tolga Erdoğan, Tülin Tümtürk Türkçenin ana dili ve yabancı dil olarak öğretiminde alternatif uygulamalar giderek önem kazanmaya başlamıştır. Drama, yaratıcı drama, eğitimde drama, eğitsel oyun ve tiyatro bir yaklaşım ya da öğretim yöntemi olarak Türkçe derslerinde sıklıkla kullanılmaktadır. Drama etkinlikleriyle çocuğun yaratıcılığını ve iletişim becerilerini geliştirerek insanlarla sağlıklı ilişki kurabilen, özgür düşünen, hoşgörülü, saygılı ve demokratik bireyler yetiştirmek amaçlanmaktadır. Drama ve tiyatronun Türkçe öğretiminde kullanımı, öğrencilere dinleme/izleme, konuşma, okuma ve yazma becerileri kapsamında yaşayarak öğrenme olanağı sunmaktadır. Ayrıca Türkçe Öğretim Programı'nda belirtilen kök değerlerin kazandırılmasında drama uygulamalarının etkin rolü bulunmaktadır.
On dört bölümden meydana gelen bu kitap, Türkçe öğretmenliği lisans programı için YÖK tarafından belirlenen zorunlu ders kapsamında yer alan “Türkçe Eğitiminde Drama ve Tiyatro Uygulamaları” ve meslek bilgisi seçmeli dersler kategorisinde yer alan “Eğitimde Drama” derslerinde kullanılacak temel bir kaynak/ders kitabı niteliği taşımaktadır. Bununla birlikte söz konusu kitapta uygulama/etkinlik örneklerine yer verilmesi de kitabın sadece lisans öğrencilerine değil öğretmenlere de yol gösterici bir kaynak olmasını sağlamaktadır. Kitabın yazar kadrosunun lisans ve lisansüstü düzeyde drama ve tiyatro dersini yürütmeleri ve drama liderliği eğitimine sahip olmaları, kitapta yer verilen uygulama ve etkinlik örneklerinin güçlü yönünü oluşturmaktadır. Türkçe eğitimi, Türk Dili ve Edebiyatı eğitimi, temel eğitim, okul öncesi eğitimi alanlarında çalışan akademisyenler, bilim insanı adayları, bağımsız araştırmacılar ve öğretmenler, bu kitabın hedef kitlesini oluşturmaktadır.
Prof. Dr. Sedat CERECİ İmgelemindeki sınırsız dünyayı çekici ve etkileyici biçimde görsel tekniklerle somutlaştıran insan, yaşanmış ve imgesel öyküleri filmle gerçeğe dönüştürmüş, filmlerin görkemli atmosferinde kendi öyküsünü anlatmış ve filmlerin görüntüsüyle sonsuzluğa ulaşmanın yolunu seçmiştir. Kendine özgü bir teknik ve çaba gerektiren film yapımı; teknik bilgileri ve sanatsal mahareti bir araya toplayan, insanların düşünce ve duygu dünyalarına bir arada seslenen kapsamlı bir uğraştır. Film yapımını ciddiye alan toplumlarda yüksek getiri sağlayan bir endüstriye dönüşen film yapımı, eğitimin her düzeyinde yer alırken kültürel oluşum ve gelişim için de sayısız materyal sağlamaktadır. Gelecekte uluslararası alanda söz sahibi olmak isteyen toplumlar, stratejilerinde mutlaka film yapımına yer vermekte, uluslararası alana aktarmak istedikleri iletileri filmlerle tasarlamaktadır. Film yapımının tekniği ve içeriği de bu bağlamda gündeme gelmektedir.
Aslı Yılmaz D. Ülkemizde konuşma eğitimi sunan okul ve kursların sayısında çarpıcı bir artış var. Buna karşılık konuşma ile ilgili her tür eğitimin zorunlu altyapısı olarak nitelenen Fonetik alanında kapsamlı çalışmalar çok sınırlı. Bu durum, eğitimlerin bilimsel ve nesnel zeminden uzaklaşması riskini de beraberinde getiriyor. Ders içeriklerinin bireysel ifade becerisini beslemekten ziyade iyi sosyal izlenimler uyandırmak üzere tasarlanan subjektif önerilerle sınırlı kalmasına neden olabiliyor.
Bu bakımdan fonetik alanındaki temel bilgileri anlaşılır bir dille sunacak yayınlara ihtiyaç var. Bu ihtiyacı karşılamak üzere hazırlanan Fonetiğe Giriş, başta konservatuarlardaki oyunculuk bölümleri olmak üzere mesleki ve genel amaçlı konuşma okulları için temel ve pratik bir kaynak niteliği taşıyor.
Oyuncu ve akademisyen Aslı Yılmaz, Fonetik disiplinini eğitmen perspektifinden ele alarak tanıtıyor. Kitapta, eğitmenlerin ve öğrencilerin fonetikle ilgili olarak bilmek istedikleri her şey ve daha fazlası, bilimsel verilerle ve mesleki deneyimlerle güçlendirilerek sunuluyor. Okuyucu, konuşma seslerini yeniden dinlemeye davet ediliyor.
Oğuz Han Öztay İnsanın özünde her daim “iletişim” vardır aslında. Bir şeyleri “iletmek” veya “iletileni” almak durumunda bulunan insan için vazgeçilmez bir etkileşimdir. Roma döneminde duvarlara asılan ve taş bloklardan oluşan Acta Diurna'dan günümüze değişen haber alma usulleri, “iletişiminin” şeklini değiştirse de esasını değiştirmemiştir.
Haberi veya bilgiyi iletmek-almak kısacası insanın doğasındaki “merak” unsurunu tetikleyen iletişim isteği, zamanla propaganda aracı olarak kullanılmış, yararının ötesinde kimi zaman da telafisi mümkün olmayan zararlar meydana getirmiştir. Propaganda ve propagandanın kötü amaçlarla kullanımı denilince ilk akla gelen Nazi Almanya'sı olduğunda, ideoloji ve iletişimin tehlikeli amaçlarla da kullanılabileceği unutulmamalıdır.
İdeolojinin birçok alanda kullanıldığı görmek ve hatta normalleştirmek, ideolojinin (politik anlamda) girmemesi gereken alanlarda da normal karşılanmasına neden olmuştur. Bu durum en çok sanat ve sanatçıyı etkilemiş, özgür olması gereken bu alanın bağnaz ve bağımlı olmasına yol açmıştır.
Bu eserde, ülkemizde muhafazakâr kesimin içinden çıkarak kendi ideolojik duruşu kapsamında var olmaya çalışmış olan Hasan Nail Canat ekseninde muhafazakâr sanat, ideoloji ve iletişim kavramları ilişkilendirilmeye çalışılmıştır.
Erhan Yıldırım Toplum Politika Sinema, İdeolojik ve Estetik Boyutu ile Sinema,Türkiye'de Politik Sinema, Politik Film Çözümleri
İnci Yakut Bu kitabın öncelikli amacı, Osmanlı Dönemi'ni konu alan dönem filmi ve epik fantastik filim tasarımcılarının (senarist, storyboard tasarımcısı, sanat yönetmeni, kostüm tasarımcısı, mekân tasarımcısı, yönetmen vs.) ve sinema tasarımı ile kostüm tasarımı konularında eğitim alan öğrencilerin sinema anlatısı için karakter tasarımları oluştururken sanatlar arası etkileşim anlayışına sahip olarak hareket etmelerine ve buna göre tarihte geçmiş dönemlerin toplumsal gerçekliğini çeşitli düzeylerde irdeleme gereksinimi içinde olarak sinemaya döneme özgü sanat, tasarım ve toplumsal yaşantı anlayışları bakımından veri sağlayıp kaynaklık yapabilecek toplumu görsel olarak bir şekilde yansıtmaya çalışan döneme özgü sanat alanlarına (19. yy. ve öncesi minyatür, tezhip ve diğer Geleneksel Türk Sanat alanları ) ilgi duymalarına katkıda bulunmaktır. Sanatlar arasında kurulacak ilişki ile günümüz sinema sanatı tasarımcıları Osmanlı Dönemi’ne özgü görsel sanat eserlerinin karakter, mekan, nesne, öykü, kompozisyon, renk, desen ve biçim gibi pek çok unsurlarının toplumsal gerçekliği kurgulama özelliklerinden esinlenerek günümüz bakış açısıyla gerçekliğin yeniden inşasını oluşturabileceklerdir.

Bu kitapta tarafımdan üretilmiş olan kostüm illüstrasyonu (kostüm ve kostümle bağlantılı mekân ve desen) uygulamaları, Osmanlı Dönemi gerçekliğini çeşitli düzeylerde konu alan epik nitelik taşıyan dönem filmi ve epik fantastik film anlatıları için senarist, sanat yönetmeni, kostüm ve dekor tasarımcısı, storyboard tasarımcısı, yönetmen gibi sinema tasarım grubunun üyeleri ve bu alanlarda eğitim alan öğrenciler tarafından yapılacak geçmiş döneme özgü karakter tasarımı çalışmalarında önemli bir yere sahip olan kostüm tasarımı uygulamalarına katkıda bulunmak ve örnek oluşturmak üzere, bu tür uygulamaların hangi anlayış ve ilkeler içinde gerçekleştirilmesi gerektiği hakkında açıklamalar yapan illüstrasyon örneklerini sunmak amacıyla yapılmıştır.

Kitabın hedef kitlesini sinema tasarımcıları, kostüm ve moda tasarımcıları, diğer sanat ve tasarım alanlarında çalışmalar yapanlar ve tüm bu alanlarda eğitim alan öğrenciler ile konuya ilgi duyan başka çalışma alanlarında bulunanlar oluşturmaktadır.
Aytekin Can İletişim Fakültelerinde Ders Kitabi Olarak Okutulan Kısa Film, Kısa Film Türleri, Kısa Film Yapımı Türkiye’de Kısa Film Türlerini içermektedir.
Mine Artu Mutlugün Komedi belki de türler içerisindeki en karmaşık ve kendine özgü mekanizmaya sahip olandır. Herkes komik anekdotlar anlatabilir, şaka yapabilir ve çevresindekileri güldürebilir ancak bunu mizah yolu ile yapabilmek ve komedi dediğimiz üst yapıyı kurgulayabilmek farklı özellikleri gerekli kılar. Mizahı, komediyi ve gülmeyi tam anlamıyla tanımlayan şeyi bugün hâlâ aramaya devam ediyoruz.
Mizah, felsefenin gülen hâlidir ve tıpkı matematik gibi çeşitli kombinasyonlara dayanır. Matematik bu kombinasyonları sayılarla, mizah ise kelimelerle yapar. Mizah zihinsel bir hesaplamanın yanı sıra göndermelere, paradoksa ve dil bilgisine dayanır. Matematiğin olduğu bir dünya daha az gizemli olsa da kesinlikle daha zarif ve büyüleyicidir. Komedinin olduğu dünya da öyle!
Huriye Kuruoğlu - Mikail Boz Dünyada olduğu gibi ülkemizde de akademik çevrelerde insan duygularına dair pek çok çalışma olmasına karşın gülmeye dair çalışma yok denecek kadar azdır. Bunun nedeni ise genellikle 'gülme'nin avam bulunması ve ciddiye alınmayışıdır. Acı ve üzüntü daha evrensel olma özellikleri taşırken mizah daha yerel ölçeklerdedir. Çünkü her toplumun kültürel geçmişi ve birikimi önemli ölçüde neye gülüneceğine dair uzlaşımları içinde taşır. Ülkemiz örneğinde olduğu gibi insanlık tarihinde de pek çok ülkeye bakıldığında siyasal ve toplumsal baskılarla mizah arasında doğru bir orantı göze çarpar. Ciddiyet, tarihte her zaman soylular ve devlet kurumlarıyla özdeşleştirilmiştir. Buna karşın gülmek ve komedi ise daha alt sınıflara ait bir edim olarak halkla ilişkilendirilmiştir. Öte yandan kahkaha bozguncu ve tehlikeli olma potansiyelini de içinde taşıması nedeniyle her şeyden daha büyük bir güçle, iktidarı sarsabilir. Bu yüzden iktidardakiler, tarih boyunca bu tehlikeli sesi susturmanın yollarını aramışlardır. Halklar ise mizahı iktidarlara karşı kullanmıştır.
Bu çalışmada, mizahı farklı boyutlarıyla inceleyen metinler ve yine mizahın farklı kitle iletişim araçlarında dönemsel olarak nasıl yer aldığını inceleyen makaleler yer almaktadır.
Ali Barışık Dinleyememek ve düşünmek... Oyuncu, sahnede dinleyemediği için düşünen, düşündüğü için dinleyemeyen bir hâle geldiğinde, “gerçekten yaşamak” fikrinden uzaklaşarak kendini içinden çıkılması zor bir döngünün içine sokar. İşte Meisner tekniği, oyuncuyu bu döngüden kurtarmak için üretilen egzersizler bütünüdür. Meisner egzersizleri; oyuncuları yapaylıktan kurtarmak, onları aktif hâle getirerek sahnede olan her şeyi gerçekten yaşamaları için cesaretlendirmek, onların partnerlerini görerek ve dinleyerek onlara verdiği cevaplarla uyumlu eylemler geliştirebilmeleri için yaratıldı. Bu tekniğin temel aracı olan tekrar egzersizlerinde amaç, oyuncuların aktif dinleme yeteneklerini geliştirerek iki oyuncu arasındaki bağı ve ilişkiyi kuvvetlendirmektir. Meisner tekniğinde oyuncular, partnerlerinde gördükleri her değişimi, en yüksek ayıklık seviyesiyle anbean yorumlayarak, yarattıkları bir andan beklemedikleri başka bir ana geçerek “gerçekten yaşamak” adında bir yolculuğa çıkıyorlar. Bir sonraki adımda ne olacağının bilinmediği, dürtülerin sansürlenmediği, oyuncunun içinde var olan her şeyin serbest bırakıldığı bu oyunculuk tekniğinde, bilinmeyen çok şeyin keşfedilmesi sağlanacak.
Fatih Sakallı Modern Türk Tiyatrosu Üzerine İncelemeler, Tanzimat'tan günümüze kadar yazarlarımızın kaleme aldığı tiyatro eserleri hakkında yazılan inceleme ve değerlendirme yazılarından oluşuyor. Kitapta; Ahmed Midhat'tan Abdülhak Hâmid'e, Reşat Nuri Güntekin'den Hüseyin Rahmi Gürpınar'a, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'ndan Yaşar Nabi Nayır'a, Feyyaz Kayacan'dan Bekir Büyükarkın'a, Osman Zeki Özturanlı'dan Yahya Akengin'e birçok yazarımızın tiyatro eserleri farklı bakış açıları ile değerlendiriliyor. İnsanın sanat yapan bir varlık olması, tiyatronun da insanı en iyi anlatan sanat dallarından birisi olması, bu inceleme ve değerlendirmeler ile bir kez daha gözler önüne seriliyor. Konuşma ve eylemlere dayanan tiyatro, aynı zamanda da toplum kültürünü yansıtan bir sahne sanatıdır. Bu kitaptaki metinler de kültürümüzün yansımalarını ele alıyor. Kitapta ele alınan inceleme ve değerlendirmeler ile Türk toplumunun yaşantısı, değerleri, yanlışları, çıkmazları, yaşanmışlıkları, kavgaları, mücadeleleri, komiklikleri vb. hâlleri yansıtılmaya çalışılıyor.
Pelin Elcik Yorgancıoğlu Her beden insanlığın hantal tarihinin yükü ile dünyaya gelir. Oyuncu ise bu yükü bir heykeltıraşın çamuru şekillendirmesi gibi şekillendirerek her defasında yeni bir beden yaratır. Farklı yaşlardaki, farklı topraklardaki, farklı cinsiyetlerdeki, farklı renklerdeki bedenlere dönüşür ama hep aynı beden ile yaratır.
Bu kadar karmaşık bir yaratım sürecine sahip olan oyunculuğun hem yaratıcısı hem de malzemesi olan oyuncunun bedeni bu şekillendirişi ancak onu tanıyarak ve ona hükmederek gerçekleştirebilir. Oyuncunun kendi bedenini gündelik yaşam gerçeğinden farklı olarak sahne estetiğine uygun kullanmasını sağlamak; bedeni ruhsal, duygusal ve fiziksel anlamda bir bütün olarak ele almak ile başlar.
Bu kitap ile, oyuncunun bedensel ifadesi için gerekli bedensel farkındalığı oluşturacak belirleyenler, tiyatro tarihi esas alınarak aktarılmaktadır. Bedeni evrimsel olarak şekillendiren sosyal, kültürel, bilimsel ve sanatsal yönlendiricilerin ışığında tiyatro tarihi içerisinde bedenin tarihi incelenmektedir. Tiyatral anlatımın oluşturulmasında “oyuncu” ve temel malzemesi olan "beden" üzerine düşünce üreten, kuramsal nitelikli çalışmalar aracılığıyla yöntemler geliştiren önemli tiyatro ve bilim insanlarının yaklaşımları irdelenmektedir. Hem oyuncunun kendi bedenine hem de kuramcı ve yönetmenlerin oyuncunun bedenine hükmetme çabaları ile oyuncu bedeninin tarihi ortaya konulmaktadır.
Aydan Özsoy, Aysu Uğur Balcı, Bahar Altay Erişen, Beyler Yetkiner, Dilar Diken Yücel, Eda Arısoy, Eşref Akmeşe, Gökhan Demirel, Hakan Aşkan, Işıl Kızılırmak, Mehtap Özsoy, Mustafa Kemal Sancar, Nergiz Karadaş, Nida Sümeyya Çetin, Ömer Akbulut, Semih Salman, Soner Erdönmez, Suna Can Özbulduk, Şeyma Balcı Popüler temalarıyla yakın dönem Türk sinemasına bakmaya çalışmak, toplumsal ve kültürel farklı alanları, insanın kesiştiği bir zemini anlamayı ve gündelik yaşam pratiklerinin dinamiği çerçevesinde yürütülecek kavramsal tartışmaları gerekli kılar. Popüler olanın yaygın, hızlı ve etkili gücünü, 1990'lı yıllar sonrasında Türk sinemasında başlayan "yeni" hareketliliği içindeki filmler ile onları üretenleri, üretilme koşullarını bir arada düşünmek, hissetmek anlamına gelir. Aynı zamanda bu süreç, yakın döneme eğilen akademik çalışmaların pek çoğunda yaşanan zamanın iç içe geçmiş esnek yapısı nedeniyle yazanlar için yeni ve heyecan vericidir. Bu kitabın ortaya çıkmasında çok değerli katkıları olan yazarlarımızın tamamı, yazıları çerçevesinde sinemamız içinde, geçmiş, bugün ve gelecek arasında keyifli ve titiz bir yolculuğa çıktılar. Bu yolculuklarda, bir yandan tarihselliği içinde Türk sinemasının farklı dönemlerinde yaşanan tartışmalar ve eğilimlere dikkat çektiler. Diğer yandan 2000 sonrası değişen dünya ve film üretme biçimleri, pratikleri bağlamında Türk sinemasında öne çıkan temalara ve bu temalar merkezinde yapılan film çözümlemeleriyle ortaya çıkan değişimlere odaklandılar. Bu yönüyle toplam on altı bölümden oluşan kitap, okuyucusunu; aile, kadın, aşk, erkek, din, yalnızlık, melankoli, sinematografi, işsizlik, mekân, askeri operasyonlar, gündelik hayat, tarih, göç ve engellilik gibi birçok tema ile yakın dönem Türk sineması üzerine düşünmeye, filmsel yolculuğa çıkarmaya davet etmektedir.
Selda Kulluk Yerdelen Bu kitap, Rönesans döneminde renk olgusuna ve özellikle Shakespeare'in oyunlarında renk sembolizminden yararlanışına odaklanmıştır. Rönesans kültürü, sanatı ve giysisi hakkında bilgi sahibi olmak, Shakespeare'in oyunlarında doğru ve anlamlı kostüm tasarımları yapmak için gereklidir. Kitabın en son bölümünde konusu herkes tarafından bilinen Romeo ve Jüliet oyunu, renk sembolizminden yola çıkılarak incelenecektir. Yazar, oyunlarında rengi; bir insanın konumunu, ruhsal durumunu ve oyunun atmosferini kolayca anlayabilmek için kullanmıştır. Oyunların anlamlı, uygun ve etkili kostüm tasarımlarını yaparken şu anda bu kitapta okuduğunuz tüm bilgiler anahtar niteliğindedir. Kitap, düşüncelerini geliştirmek, etkili ve yeterli bir kostüm tasarımcısı olmak isteyenlere rehberlik edecek yaratıcı bir çalışmanın yolunun kapsamlı bir araştırmadan geçtiğini de gösteriyor.
Mine Artu Mutlugün Bugüne kadar senaryo yazım teknikleri ve senaryonun ana yapısı üzerine sayısız araştırma yapılmış ve konu ile ilgili pek çok kitap yazılmıştır ancak senaryonun en önemli yapı taşlarından biri olan ve senaryonun iskeletini oluşturan “sahnenin temel yapısı” ve “sahne içerik tasarımı” konusunda yapılan çalışmalar oldukça sınırlı kalmıştır. Tutarlı, olay örgüsünü güçlendirecek, renklendirecek, ilginç, gerçek, günlük yaşama benzer kılacak sahneler, senaryonun en önemli dramatik tasarım aracıdır.
Hikâyenin/çalışmanın temeline aykırı olmayacak şekilde biçimlenen sahneler bütünü, senaryonun omurgasını oluşturur. Senaryodaki her bir sahne adeta minyatür bir senaryodur.
Senaryonun bütünü için uygulanan her tür çalışmanın senaryodaki her bir sahne için de uygulanması daha iyi bir senaryo için temel kural olarak düşünülmelidir.
Abdullah Mert, Adem Yılmaz, Beril Özer, Betül Hande Doğan, Burak Medin, Cenk Demirkıran, Derya Çetin, Dilan Çiftçi, Enderhan Karakoç, İkbal Bozkurt Avcı, M. Çağlar Kurtdaş, Nermin Küçüksönmez, Nuri Paşa Özer, Osman Çakır, Özlem Özgür, Salih Gürbüz, Vildan Keleşoğlu Dünyanın en önemli ve aynı zamanda en çok tüketilen sanat formlarından biri olan sinema, içinden çıktığı toplumun kültürel ve yapısal özelliklerini yansıtmanın yanında toplumsal anlamların üretilmesinde ve sürdürülmesinde önemli rol oynar. Bu nedenle filmsel anlatılar izleyicisini; duygusal, psikolojik ve pedagojik olarak etkilemenin yanında toplumsal yaşamın nasıl işlerlik gösterdiğine dair birçok veriyi sunar. Dolayısıyla bu kitap; sanat, sinema ve toplum arasındaki ilişkiye dair sosyolojik bakış açılarını tartışan bir grup akademisyenin özverili çalışmalarını içermekte, sinemanın parçası olduğu toplumu anlamada nasıl kullanılabileceğine dair önemli saptamaları okuyucuya sunmaktadır. Keyifli okumalar dileriz.
Serdar Gezer Kitapta, Foucaultcu kuramdan hareketle öznel deneyimin inşası yoluyla öznenin inşasının kuramsal çerçevesi çizilmiş; öznenin inşası ilk önce aile kurumunda başladığı için, aile içerisinde itaatkâr öznenin inşası süreçlerindeki teknolojileri, bu süreçteki iktidar formları ve bunların söylemsel olan ve söylemsel olmayan pratikleri Yeni Türkiye Sanat Sinemasında merkezî meselesi aile olan filmler üzerinden, bu filmlerin izleyici özneyi itaatkâr özne olarak inşa edebilme imkânları da göz önünde bulundurularak çözümlenmiştir.
Özne inşasını açıklamada, Foucaultcu kuramsal çerçeveden yararlanıldığı için film çözümlemesinde Foucaultcu söylem analizi yöntemi kullanılmıştır. Foucaultcu söylem analizi (FSA), Foucault'nun kuramından hareketle, verili söylemleri önce teşhis etmeyi, ardından bu söylemleri meydana getiren iktidar mekanizmalarını ve pratiklerini ortaya çıkarmayı ve bütün bunların inşa ettiği hakikatlerin ve her türden verili genel kabullerin tarihsel kurgu olduklarının anlaşılması süreçlerini kapsamaktadır.
Çözümleme neticesinde filmlerde, ailenin itaatkâr özne üreten bir makine gibi çalıştığı; filmlerdeki ailelerin boyun eğdirmenin, tahakkümün, mikro iktidar ilişkilerinin, disiplin etmenin, ihanetin, sıkıntıların, şiddetin merkezî ve zorunlu mekânı olarak kurulduğu görülmüştür. Ayrıca filmlerde, ailenin itaatkâr özne üreten bir makine gibi çalıştığı; filmlerde uygulanan disiplin tekniklerine ve tahakküm durumlarına ise birkaç istisna karakter dışında direnişin olmadığı ortaya koyulmuştur.

Aytekin Can, Erhan Yıldırım
Mustafa Evren Berk Sinema, gerek yaratım süreci, gerekse ortaya çıkan ürün bağlamında özel ve görsel efektler vasıtasıyla insanların hayallerindeki duygu ve düşüncelerin perdeye aktarıldığı bir alandır. 1895’te İskoç Kraliçesi Mary’in İdamı adlı filmle başlayan özel efekt serüveni, teknolojik gelişmeler ve ihtiyaçlara göre şekillenen efekt uygulamalarının kullanımıyla sinemanın anlatımı konusunda tahmin edilemeyen boyutlara ulaşmıştır. Bu bağlamda araştırmada, özel ve görsel efektin ne olduğu ve arasındaki farkları araştırma sürecinde açıklanmıştır. Özel efektlerin tarihi gelişim süreci aynı zamanda görsel efektlerin uygulama alanlarına yer verilmiştir. Çalışma sonucunda Hollywood Sinemasından ve Türk Sinemasından 2008 ve 2012 yıllarına ait örneklemler olarak seçilen filmler, kamera arkası görüntülerden hareketle mizansen eleştirisi analiz yöntemiyle belirlenen parametreler doğrultusunda çözümlenmiştir.
A. Kerem KABAN Ses gizlice, görüntüyü belli işlevlerinde yalnız bırakmıştır; Ses görüntünün doğasını değiştirmiş olmasına rağmen, görüntünün dikkati çeken ana eksenine el sürmemiştir. Yani sesin nicesel evrimi, görüntüyü yerinden etmemiştir. Özellikle de sesin, yansıyan görüntüde görmemiz istenen şeyi, gösterme gücüne sahip olduğu da hatırlamak gerekir.
Kitap, Görsel-İşitsel birliktelik gerçekliğini, yani bir algının diğer algıyı etkileyip değiştirdiğini göstermeye çalışacaktır. Aynı anda hem görüp hem duyduğumuzda hiçbir zaman aynı şeyi görmeyiz ya da aynı şeyi duymayız. Belki bu yüzden görmek ve duymak arasındaki sözde gereksizlik ve güçler arasındaki tartışmalı ilişkiler gibi eski varsayımlarımızın ötesine geçmenin zamanı gelmiştir artık!
Eyüp Al Sinema sanatsal, ekonomik, politik ya da farklı açılardan birçok değere sahip olmakla birlikte teknolojik bir araç olmasından dolayı anlamının
ve konumunun nerede bulunduğu da dikkatle incelenmelidir. Sinemayı anlamlandırmak için teknolojiyi, diğer iletişim araçlarını ve süreçlerini de hesaba katmak gerekir. Dolayısıyla sinema, tarihin belirli bir döneminde, belirli bir ideoloji, bakış açısı ve dünyayı kavrama biçiminin yansıması olarak insanın zaman-mekan tecrübesini şekillendirir. Bu süreçte sinemanın içinde bulunduğu dünyadan, ideolojiden ve kültürden bağımsız olarak ele alınması mümkün olamayacağı için araçları var eden modern bağlamın da tartışmaya dahil edilmesi gerekir. Bu eserde; içeriğe ait tüm unsurlar elenerek, teknolojik determinist bir perspektiften hareketle, teknolojik bir araç olarak sinemanın yarattığı zaman ve mekan tecrübesine odaklanılmaktadır.
Orkun Öngen Sinema ve tiyatro sanatlarındaki temsil biçimlerinin çözünmesi, günümüz kültürünün içinde yer aldığı toplumsal fabrikanın her şeyi birbiriyle eşitleyen, standardize eden, tek tipleştiren yapısından kaynaklanmaktadır. Otomasyonla standardize edilmiş bir üretim organizasyonunun sanat anlayışı da standardize edilerek otomatizasyonlaştırılmış olacaktır. Dolayısıyla böylesine bir üretim organizasyonunun bilinç endüstrisi aracılığıyla eğittiği zihinler, otomatlaşmış performanslar ile standardize edilmiş senaryolar talep eder. Bu durum, sanatın savunduğu hakikat anlayışı ile var olan realite arasındaki yarılmanın giderek daha da artmasına neden olmaktadır. Bu yarılma aynı zamanda toplumu oluşturan bireylerin kamusallık anlayışının çözüldüğünü gösterir. Fakat bu çözülme, birbirinden ayrılıp dağılma şeklinde değil bir şeyin olmaması gereken başka bir şey içinde zorla emülsiyona maruz bırakılarak çözünmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Bu durum, Baudrillard'ın tabiriyle karşı fazlarla sürekli tekrarlanan sonsuz bir döngü yaratır. Tüketim kültürü içerisinde emülsiyona maruz kalan kitleler toplumsal bir infial hâli içerisindedirler. Arz-talep döngüsünün fasit dairesine sıkışmış öfkeli kalabalıklar, için için kaynayan simüle edilmiş bir gerçeklik fantazmagorisi içindedirler. Bu sıkışma hâli çözünmekte olan bir toplumun göstergelerini yansılar. Dolayısıyla sinema ve tiyatro sanatlarında temsil edilenin/gösterilenin doğasından kaynaklanan temsil edimi de çözünmeye uğrar. Bu kitap, böylesine bir çözünmenin etkisi altında kalan sinema ve tiyatro sanatında meydana gelen durumları diğer bir ifadeyle sine-teatral çözünmenin kıyısında olanları, olmuş olanları ve olacak olanları göstermeye/resmetmeye çalışacaktır.
Gökhan Pekdemir Ülkemizde reklam ve reklamcılık disiplini sağlam bir temel üzerine inşa edilmiş ancak tanıtım filmi henüz ayrı bir başlık altında incelenmeye başlanmamıştır. Öyle ki tanıtım filminin, Halkla İlişkiler ve Reklamcılık sektörü ile olan ilişkisi meslek profesyonelleri tarafından dahi pek bilinmemektedir. Tanıtım ve reklam kavramlarının birbirinin yerine kullanıldığı düşünüldüğünde bu kitap; tanıtım filminin kendi alt başlıkları olan ayrı bir tür olduğunu savunan ve bunun için de somut, analitik, yönlendirici veriler sunan akıcı dile sahip bir çalışmadır. Bu ayırıcı yönleriyle alanında bir ilk olma özelliği taşımasının yanı sıra medya sektörü için de pratik çözüm önerileri sunan bir uygulama kitabıdır.
Serhat Yetimova, Mustafa Aslan Sinema ile Tarih’in ilişkisi çok yönlü bir ilişki durumundadır. Bir yandan tarihsel koşulların film üretimindeki etkisi madalyonun bir yüzünü oluşturuyorken diğer yandan sinemada tarih algısı madalyonun diğer yüzünü oluşturmaktadır. Sinemada tarih algısı, bugünden geçmişe bakarak tarihi kişilik, olay ve olguların bellekteki yansımaları, işaretleridir. Sinema’nın tarihe ilgisi günümüzde birçok dizi, film ve belgesel ile somutlaşmaktadır. Her dönemde bu ilginin varlığına tanık olunmaktadır. İnsanoğlu bugünden geçmişin dünyasını sinema aracılığı ile hayal etmektedir. Bu hayal kurma eylemi bugün de tüm canlılığını koruyarak ve zenginleşerek devam etmektedir.
Bedirhan Karakurluk Tasavvufta ayna kavramı çok ilginçtir: “Aynada görünen aynaya bakan değildir fakat aynaya bakılmasa bakan, onda görünmez”. Bir nesne olarak ayna aslında hiçbir şey göstermez yani aynanın görüntü oluşturma meziyeti yoktur, ayna sadece yansıtır. Aynada bir görüntünün oluşması için onun karşısında bir görselliğin olması şarttır. Bu görselliği görmek isteyen, aynaya bakmalı; kendini görmek isteyen ise bir ayna bulmalıdır. Aynaya baktığında yüzünde kara görenin ise aynayı kırmaya ya da silmeye çalışmaması, yüzündeki karayı silmesi gerekir. Yüzdeki karayı aynadan bilmemelidir, çünkü görüntüyü o oluşturmaz. O sadece yansıtır, ona kızılmaz. Tarihte Türk-İslam medeniyetini büyüten ve beynelmilel bir güç olmasını sağlayanlar, aynayı yüzlerine tuttuklarında Ali'yi görenlerdir. Şimdi ise yüzlerdeki karayı gösterecek bir aynaya ihtiyaç yok mudur? Aynı bizleri anlatıyor denilen filmler, sanatın toplumu yansıtan bir aynası olamaz mı? Tasavvufi referansla üretilen bir sinema sanatı, kendisine bakıldığında topluma ayna olup yüzdeki karayı yüzlere vuramaz mı?
Berceste Gülçin Özdemir Bu çalışmada; Türk Sineması’nda kadın yönetmenlerin çektiği ana akım dışı sayılabilecek nitelikteki filmlerinde, kadın karakterlerin mekânlarda temsili anlatıbilim yöntemiyle feminist bir perspektifle incelenmiştir.
İlk bölüm; feminizm, özel alan, kamusal alan kavramlarının tarihçeleri ve kuramcıların bu kavramlarla ilgili kuramlarını açıklamaktadır.
İkinci bölümde; feminist film eleştirisi, feminist film kuramları, anlatı, anlatının ögeleri, ana akım dışı sinema ve feminist anlatı açıklanarak, feminist anlatı açısından mekân ögesinin incelenmesi tartışılmaktadır.
Üçüncü bölümde ise, ilk iki bölümde açıklanan kavramlar ve kuramlar ışığında örnek olay incelemesi kapsamına alınan; Araf, Bulutları Beklerken, Gözetleme Kulesi, Pandora’nın Kutusu ve Zefir filmleri, anlatıbilim yöntemiyle feminist bir bakışla çözümlenmiştir.
Burcu Yerlikaya Feminist teoriler ışığında 1980'den günümüze Türkiye'de kadın emeği ve Türk Sineması'ndaki kadın temsillerini bir araya getiren bu kitap; Sosyoloji, İletişim ve Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri disiplinlerinin kesişiminde özgün ve multi-disipliner bir kaynaktır. Özellikle toplumsal cinsiyet çalışmaları yapan araştırmacılar ve öğrenciler için temel başvuru kaynağı niteliğindedir. 1980'li yıllarla oluşmaya başlayan yeni dünya düzeni, Türkiye ve Türk Sineması için de önemli bir dönüşümü simgelemektedir. 1980 sonrası Türkiye'de neoliberal politikaların uygulama alanı bulması ile birlikte emek piyasalarının görünümü ve niteliği değişirken kadın çalışanların da emek piyasalarındaki görünümü tartışılmaya değer hâle gelmiştir. Yine aynı yıllarda emek piyasalarının değişen yapısı ile birlikte İkinci Dalga Feminist Hareket'in etkilerinin Türkiye'de hissedilmesiyle kadın filmleri yapılmaya başlanmış ve bu doğrultuda Türk Sineması'ndaki kadın temsillerinin de değişmeye başladığı görülmüştür. Bu dönüşümle birlikte kadın temsilleri önceki yıllardan farklı olarak çalışma hayatında gösterilmiştir. 1980 sonrası Türkiye emek piyasasındaki kadın çalışanların görünümü ile bu kadınların Türk Sineması'ndaki yansımalarının feminist teoriler ışığında nitel araştırma teknikleri ve feminist film eleştirisi yöntemi ile çözümlendiği bu kitap, toplumsal cinsiyet çalışmalarına önemli bir katkı sağlamaktadır. 1980'den günümüze Türk Sineması'ndaki kadın emeğini mercek altına alan ve uygulamaya dair örnekler içeren bu kitabın akademiye ve araştırmacılara faydalı olması dileğiyle…
İbrahim Ethem Gürbüz Ülkemizde özellikle son on yılda büyük bir teknolojik atılım gerçekleştiren sinema endüstrisi çağın dijital gereksinimlerini karşılayabilecek bir boyut kazanmıştır. Her ne kadar günümüz koşullarının dünya sineması ile rekabet edebilecek bir yapıda oluşunu kabul ediyor olsak da Yeşilçam sineması dediğimiz, takribi 1960'ların sonundan 1980'lerin ortalarına kadar süren evre için aynı rekabetçi teknolojiden bahsetmek şüphesiz ki o dönemin duayen sinema emekçilerine karşı (yönetmeninden set işçisine kadar) çok büyük ve haksız bir söylem olacaktır. Zira sinematografik parametrelerin (görsel özellikler), teknolojik ve kurgusal enstrümanlardan yoksun olduğu bu evrede, sinema emekçilerinin yaratıcılık ve azim noktasında çağın ötesine geçtiklerine pek çok başyapıtta tanıklık etmekteyiz.
Bu tanıklığın mütevazı bir örneğini yansıtan bu kitapta, Türk sinema tarihinin en ses getiren filmlerini (Hababam Sınıfı Serileri, Selvi Boylum Al Yazmalım, Mavi Boncuk, Kibar Feyzo, Köyden İndim Şehire, Arabesk ve daha niceleri) “bizzat” çekmiş olan görüntü yönetmenlerinden birebir alıntılar bulacak ve o döneme dair birbirinden ilginç anılarla karşılaşacaksınız. Ayrıca kitabın içeriğinde, sinemaya gönül vermiş ve bu alanda ilerlemek isteyen gençlerimiz için faydalı olduğuna inandığımız temel birtakım bilgilere de yer verilmiştir.
“İngilizler büyük bir hayranlıkla dediler ki ‘Siz bu şartlar altında öyle bir film çekebiliyorsanız bizden elli sene öndesiniz.’ İşte biz bu şartlar altında o filmleri çekerek bugünlere geldik.” (Hüseyin Özşahin)
“...Burada aslında karşılıklı bir dans vardır. Oyuncu ile kameramanın dansı. İkisi de birbirini kollarlar ve birinin geri ya da ileri kaldığı bir noktada diğeri ona yön verir...” (Aytekin Çakmakçı)
“...Filmi hatırlarsınız belki; Tarık Akan, Halit Akçatepe ile kan kanseri olan kardeşleri Kahraman Kıral'ı alırlar ve bir eşekleri vardır: onu satmaya giderler. İşte o satmaya giden resmi yakalamaya çalışıyor Ertem Abi (Eğilmez)...” (Erdoğan Engin)
“...Fotoğrafı çok iyi bilen yönetmenlerimizin yanında işin tekniğinden hiç anlamayan yönetmenlerimiz de vardı. Onları da kameramanlar kurtarıyordu o zamanlar... Bugünkü şartlar bizde olsaydı çok daha farklı şeyler olurdu.” (Kaya Ererez)
Nilüfer Pembecioğlu "Günümüz filmlerinde vurgulanan çocuk, her türlü teknolojik bilgi ve donanıma sahip, afacan ve hızlı tüketen; zamansız yetişkinleşmiş bir çocuk tipidir.
Çocuklar filmlerde kaybolur, kaçırılır, değişir... Filmde görünsün ya da görünmesin sinemadaki bu farklı çocuk imgeleri, aslında toplumda her an gördüğümüz tek bir çocuğun yansımasını oluşturmaktadır.
Bunların tek bir görüntüde toplanması içimizdeki gerçek çocuğun ortaya çıkarılmasına ışık tutar. Böylelikle ulusal ve giderek evrensel çocuk imgelerine ulaşılabilir."
Berceste Gülçin Özdemir “Bağımsız Sinema kavramı nedir?” “Bağımsız Sinema’yla ilişkili sinema türleri nelerdir?” gibi soruları açıklamakla başlayan bu çalışma, Bağımsız Sinema’nın Türkiye’deki gelişimine de ışık tutmaya çalışmaktadır.
Türk Sineması’nda Bağımsız Sinemaya emek vermiş yönetmen ve yapımcılarla standartlaştırılmış açık uçlu görüşme yöntemi ile görüşülerek Bağımsız Sinema’ya dair birçok sorgulamanın tartışmaya açılması hedeflenmiştir. Sinema salon işletmeleri, film dağıtımcıları, film festivali düzenleyenler de Bağımsız Sinema’nın Türkiye’deki sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel konumuna dair söylemlerini paylaşarak kendi alanlarıyla ilgili ortaya çıkan sorunsallar hakkında çeşitli çözüm stratejileri önermişlerdir.
2019 yılında çıkan “Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılmasıyla Desteklenmesi Hakkında Kanun” kapsamında Bağımsız Sinema’nın Türk Sineması içerisindeki konumu da sunulan veriler ve bulgular kapsamında sorgulamaya açılmaktadır.
Kitap, Bağımsız Sinema kavramını çeşitli bağlamlarda açıklamaya çalışarak, sahadan görüşlere de yer vererek çalışmanın sorguladığı konuları detaylandırmaya çalışmakta ve Türk Sineması’nın gelişiminde önemli rol oynayan Bağımsız Sinema’ya dair birçok konu başlığını da tartışmaya açmaktadır.
Beyler Yetkiner Sinema ve festival ilişkisini irdeleyen bu kitap, Türkiye’deki festivallerin işleyişi ve ekonomi politiği başta olmak üzere festivallerde karşılaşılan sorunları ve bu organizasyonların sinemaya olan katkılarını birçok açıdan ele almaktadır.
Sinemaya ilgi duyan kişilere yönelik hazırlanmış ve Türkiye’de üzerinde yeterince tartışılmayan film festivalleri konusunu ayrıntılı bir şekilde irdeleyen bu kitabın bundan sonraki çalışmalara katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Sade ve anlaşılır bir dille yazılan Türkiye’de Film Festivalleri, hem sinemaseverler için bir baş ucu kitabı hem de bu alanda eğitim gören öğrenciler için film festivalleriyle ilgili temel kaynak niteliği taşımaktadır.