Radyo,Televizyon ve Sinema \ 2-3
Kubilay Çelik * 2022 yılı itibarıyla Türkiye'de bulunan devlet ve vakıf üniversitelerinin sayısı 208'dir. Bunlardan 73 tanesinde iletişim fakültesi bulunmaktadır.
* İletişim fakültelerinde toplam 80 bine yakın öğrenci okumakta ve her yıl 8 bine yakın öğrenci bu fakültelerden mezun olmaktadır.
* Medya sektöründe ulusal, bölgesel ve yerel, toplam istihdam sayısı ise 24-25 bin civarındadır.
Son yıllarda Türkiye'deki medya sektörü, birkaç büyük şirketin elinde toplanmıştır. Bu da birtakım sorunları beraberinde getirmiştir. Bu tekelciliğe, ekonomik krizler ve küçülmeler de eklenmiştir. Bunun sonucu olarak da medya sektöründe, istihdam açısından yarı yarıya bir azalma görülmüştür. Bir de buna, iletişim fakültelerinden her yıl mezun olan 8 bin civarında kişinin eklendiği düşünülürse istihdam sorununun büyüklüğü ortaya çıkmaktadır. Bunların yanı sıra ayrıca medya sektörü ile iletişim fakülteleri arasında yıllardan beri süregelen diyalog eksikliği de büyük bir sorun oluşturmaktadır. Medya; iletişim fakültelerinin, sektörün isteğine uygun bir müfredat ve eğitim vermediğinden yakınırken fakülteler de aralarındaki kopukluğun sorumlusu olarak medya sektörünü göstermektedir.
Bu kitapta; tüm bu sorunları ve çözümlerini bulacaksınız. Ayrıca, kendileri de iletişim okumuş olan, 31 ünlü medya mensubunun önerilerini, hatalarını ve de pişmanlıklarını okuyacaksınız.
Dilek İmançer Takımcı

Medya günlük hayatımızın önemli bir parçası olma özelliğiyle insan kimliğinin biçimlenmesinde etkin hale gelmiştir. Medya temsilleri, toplumsal gerçekliğe simgesel göndermelerle ayna tutar. Bu kitap medya temsillerinin toplumsal gerçekliklere ayna tutma işlevinin altında yatan ideolojik, kültürel anlamların açığa çıkıp görünür kılınmasında okuyucuları bilinçlendirmek adına önemli katkı sağlayacaktır.

Sefer DARICI Bu kitap; enstitüler, İletişim fakülteleri, meslek yüksekokullarının ilgili bölümlerindeki hoca ve öğrencilerin, iletişim ve ilgili diğer alanlarda faaliyet gösteren firmaların, bireysel olarak çalışan grafiker, editör, gazeteci, fotoğrafçı, foto muhabiri ve diğer kişilerin, medya mensuplarının, televizyoncu, gazeteci ve muhabirlerin, baskı ve baskı teknikleri üzerine faaliyet gösteren kurumların kullanılan terimlerin bir arada olmaması nedeni ile yaşadıkları sıkıntılara bir son vermek amacıyla hazırlandı.
Medya Terimleri Sözlüğü mesleğe yeni başlayacaklar ve eğitimini alacaklar için yardımcı bir kaynak olmak üzere her zaman başvurulabilecek bir eser olma özelliği taşıyor. Kitap medya ve ilgili sektörde çalışanların uzmanlık alanlarına göre sınıflandırıldı. İçeriğinde yer alan polis muhabirliği, yargı muhabirliği, ekonomi muhabirliği, parlamento muhabirliği, sağlık muhabirliği, spor muhabirliği, kültür-sanat muhabirliği, magazin muhabirliği, foto muhabirliği, TV muhabirliği, dış haberler, kameramanlık, tasarım, montaj, baskı, sinema-tiyatro gibi uzmanlık alanlarında hem uygulamada hem de teoride karşılaşılabilecek terimler özenle seçildi.
Ciddi bir kaynak taramasının yapıldığı kitapta, teoride olmayan fakat yazarın uzun yıllar iletişim sektöründe görev yapmış olması nedeniyle uygulamadan eklediği birçok terim de yer alıyor.
Elinizdeki bu önemli eser, Türkiye'de bu alandaki bir eksikliği gidermekle birlikte, yeni çalışmaları da kaynak oluşturma amacını taşıyor.
Huriye Kuruoğlu - Mikail Boz Dünyada olduğu gibi ülkemizde de akademik çevrelerde insan duygularına dair pek çok çalışma olmasına karşın gülmeye dair çalışma yok denecek kadar azdır. Bunun nedeni ise genellikle 'gülme'nin avam bulunması ve ciddiye alınmayışıdır. Acı ve üzüntü daha evrensel olma özellikleri taşırken mizah daha yerel ölçeklerdedir. Çünkü her toplumun kültürel geçmişi ve birikimi önemli ölçüde neye gülüneceğine dair uzlaşımları içinde taşır. Ülkemiz örneğinde olduğu gibi insanlık tarihinde de pek çok ülkeye bakıldığında siyasal ve toplumsal baskılarla mizah arasında doğru bir orantı göze çarpar. Ciddiyet, tarihte her zaman soylular ve devlet kurumlarıyla özdeşleştirilmiştir. Buna karşın gülmek ve komedi ise daha alt sınıflara ait bir edim olarak halkla ilişkilendirilmiştir. Öte yandan kahkaha bozguncu ve tehlikeli olma potansiyelini de içinde taşıması nedeniyle her şeyden daha büyük bir güçle, iktidarı sarsabilir. Bu yüzden iktidardakiler, tarih boyunca bu tehlikeli sesi susturmanın yollarını aramışlardır. Halklar ise mizahı iktidarlara karşı kullanmıştır.
Bu çalışmada, mizahı farklı boyutlarıyla inceleyen metinler ve yine mizahın farklı kitle iletişim araçlarında dönemsel olarak nasıl yer aldığını inceleyen makaleler yer almaktadır.
Alper Altunay Dijital dünya, aynı zamanda bir imgeler dünyası. Okullar, hastaneler, iş yerlerimiz hatta sokaklar ve caddeler her an imgelerle dolu. Artık anı yaşarken gerçekliklerle temsiller birbirine geçmiş şekilde ilerliyor. Yaşadığımız şimdi, temsil edilen diğer şimdilerle örüntüleniyor. Kendi deneyimlediğimiz şimdi, başkaları tarafından deneyimlenmiş ve tasvir edilmiş şimdilerle iç içe geçmiş bir şekilde akıyor. Farklı yüzeyler üzerinde resmedilmiş her temsil, sadece kendi gerçekliğini değil aynı zamanda kendi zaman boyutunu da bizlere aktarıyor. Ayrıca her araç kendine özgü bir “şimdiyi deneyimleme” karakteristiği sergiliyor. İşte burada, temsilin oluştuğu yüzeyin, zamanı; taşıyabilme, aktarabilme, yeniden oluşturabilme becerisi ciddi şekilde farklılıklar gösterebiliyor. Okuyacağınız bu kitap, farklı temsil biçimlerinin ve araçlarının zaman boyutunu tartışıyor. Belirli bir sonuca varmaktan çok, okuyucunun zihninde yeni tartışmalar oluşturmayı hedefliyor. Keyifli okumalar dileğiyle...
Sedat Cereci İnsanların doğal toplumsal ve kültürel gereksinimlerini karşılamak amacıyla küçük girişimcilerin çabalarıyla başlayan meydanın serüveni, medya unsurlarının kapitalizmin ve küreselleşmenin başlıca araçları olarak kullanılmasıyla işlev ve içerik değiştirmiştir. Yeryüzündeki tüm insanların “medyasız yaşamanın olası olmadığı” yaşam biçimlerine alıştırılması, devletlerin ve özel sektör girişimcilerinin de bu yaklaşımı desteklemesiyle medya, insan yaşamının zorunlu bir gereksinimi olarak konumlanmıştır. Mezralardan metropollere kadar dünyanın her yerinde yaşayan tüm insanlara ulaşabilen medya, yaşamları biçimlendirme, yönlendirme ve denetleme konusunda da egemen konuma gelmiştir.
Bu kitapta, iletişim, medya ve güzel sanatlar eğitimi gören öğrencilere yol göstermesi için medya ile ilgili genel bilgiler, yaklaşımlar ve görüşler bulunmaktadır. Medyayı doğru kullanmak ve ondan yararlanmak için medyanın niteliğini anlamak, onun amaçları konusunda bilgi sahibi olmak ve medyanın içeriğini değerlendirmek gerekmektedir. Öğrenciler kadar yetişkinlerin de ihtiyacı olan bilgilere değinirken, medyanın çağdaş yaklaşımlar, akımlar, oluşumlar, kuruluşlar ve toplumsal unsurlarla ilintisini de açıklamaya çalıştık. Her gün yenilenen iletişim teknolojisine koşut olarak gelişen yeni medya teknolojileri ve üretimlerinin açıklaması için belki yeni bir çalışma yapmak gerekmektedir.
Bu çalışma, medya terminolojisinden medyanın kökeni olarak iletişime; medyanın gündem oluşturmadaki rolünden medya etiğine kadar medyayla ilgi konuları ve medya yapımlarının hazırlık süreçlerini içermektedir. Çalışmada medyanın kültürel boyutuna, küreselleşmeyle ve teknolojiyle ilgisine özellikle vurgu yapılmış medyanın kapsamlı biçimde anlaşılması amaçlanmıştır.
Yiğit Kocabıyık Oyunculukta Ezber Teknikleri; tiyatro, dizi ve sinema oyunculuğunda rol ezberleme sürecini kolaylaştırmak için ipuçları ve teknikler içermektedir. Kitap sadece ezber tekniklerinin incelemesini değil aynı zamanda oyuncuların etkili bir hazırlık süreci geçirmeleri için gerekli olan unsurları da ele almaktadır. İlk bölümde, bellek ve belleğin çalışma sistemleri hakkında temel bilgiler sunulurken ikinci bölümde, okuyucuların kendi öğrenme stillerini keşfetmeleri için bir test yer almaktadır. Bu test, okuyucuların öğrenme stillerini belirleyerek öğrenme eğilimleri hakkında bilgi edinmelerini sağlamaktadır. Üçüncü bölümde, ezber tekniklerine başlamadan önce yapılması gereken hazırlık çalışmaları bulunmaktadır. Dördüncü bölümde, öğrenme stillerine göre ayrılmış sekiz farklı ezberleme tekniği detaylı bir şekilde incelenmiştir. Bununla birlikte bu bölümde monologların ezberlenmesinde kullanılabilecek bir teknik ek bir başlık altında ele alınmıştır. Önceki bölümdeki test sonuçlarına dayanarak kendi öğrenme stillerini tanımlayan okuyucular, bu bölümde kendi öğrenme stillerine uygun teknikleri deneyimleyerek daha hızlı bir ezberleme süreci geçirebilirler. Son bölümde ise sunulan tekniklerin sonuçları ve önerileri değerlendirilmiştir.
Oyunculukta Ezber Teknikleri, okuyuculara ezberleme sürecini daha keyifli ve etkili hâle getirmek için gerekli araçları sağlamaktadır. Sahnede ve kamera önünde daha iyi performans sergilemek isteyen herkes için değerli bir kaynak olması bu kitabın en temel umutlarından biridir.
Seher Er Bilimsel çalışmaların yöntemleri giderek aynılaşmış durumda, daha doğrusu epistemoloji (bilimlerin bilimi) ve gnoseoloji (bilgilerin bilimi) ne denli geniş ancak sınırları çizilmiş yöntem ve yöntemler bütünü içerse de bilimlerin de kendi içerdikleri ve yöntemleri de beraberlerinde taşıdığı daha da ötesi yeni yöntem önerileri içerdikleri de düşünülebilir. Kuşkusuz sözünü ettiğimiz aynılaşma daha yerleşmiş bir yaklaşım içermektedir. Ancak nasıl epistemoloji ve de gnoseoloji alanları, bilim ve bilgi bütünleri için birer üst-bilim özelliği taşımaktaysa da yapılan bilimsel çalışmalar, araştırmalar için de birer üst-analiz ve üst-metin kapsar diyebiliriz ya da daha açık bir anlatımla hangi bilim, hangi araştırma alanı söz konusu olursa olsun bir üst-analiz veya bir üst-metin aracılığıyla irdelenir, doğrulanır, yanlışlanır ve de kimileyin daha geniş bir bakış açısı altında, eleştirel gözlemle çalışmalarda bir varsıllaşmaya yönlendirilmiş olur. Dr. Seher Er'in Pazarlama ve Kamuoyu Araştırma Alanları adlı yapıtı işte bu bağlamda büyük bir önem taşımakta
ve hiç kuşkusuz alanına büyük bir katkı sağlayacak niteliktedir.
J. Paul Peter, James H. Donnelly, Jr., McGraw-Hill Son yıllarda pazarlama ve pazarlama faaliyetlerinin önemi giderek daha fazla vurgulanmaya başlamıştır. Üniversitelerde de pazarlama ile ilgili dersler çoğalmış ve daha çok sayıda öğrenci pazarlama ile ilgili dersleri seçmeye başlamıştır. Bunun yanı sıra, programlarında işletme ile ilgili ders bulunmayan fakülte ve yüksekokullar da işletme ve pazarlamayla ilgili dersleri programlarına dâhil etmeye başlamıştır.
Pazarlama ile ilgili farklı konuları incelemeden ve bu konularda eğitim almadan önce pazarlamanın temel ilkelerini açık ve özlü bir şekilde anlayabilmek, sağlam bir temel atmak için son derece önemlidir. Pazarlama çerçevesinin anlaşılması, temel kavram ve yaklaşımların öğrenilmesi pazarlama alanında başarılı olmanın ilk adımıdır. Pazarlama literatüründe değerli bir yere sahip bu kitap sayesinde, okuyucular küresel bir bakış açısı kazanma şansına da sahip olabilecektir.
Pazarlama Yönetimine Giriş kitabı, her biri pazarlama alanında çalışan başarılı akademisyenler tarafından özenli ve titiz çalışmanın sonucunda mümkün olduğunca aslına sadık kalarak Türkçeye kazandırılmıştır. Böyle bir kitabın Türkçeye çevrilmesi, pazarlama alanında kaynakların zenginleşmesine de değerli katkılarda bulunacaktır. Bu nedenle hem pazarlama bölümü öğrencilerine hem de farklı bölümlere seçmeli derse olarak verilen Pazarlamaya Giriş dersleri için uygun bir ders kitabıdır.

Öğrenmek istiyorsanız doğru adrestesiniz… Pazarlama Yönetimine Giriş kitabına hoş geldiniz…
Aydan Özsoy, Aysu Uğur Balcı, Bahar Altay Erişen, Beyler Yetkiner, Dilar Diken Yücel, Eda Arısoy, Eşref Akmeşe, Gökhan Demirel, Hakan Aşkan, Işıl Kızılırmak, Mehtap Özsoy, Mustafa Kemal Sancar, Nergiz Karadaş, Nida Sümeyya Çetin, Ömer Akbulut, Semih Salman, Soner Erdönmez, Suna Can Özbulduk, Şeyma Balcı Popüler temalarıyla yakın dönem Türk sinemasına bakmaya çalışmak, toplumsal ve kültürel farklı alanları, insanın kesiştiği bir zemini anlamayı ve gündelik yaşam pratiklerinin dinamiği çerçevesinde yürütülecek kavramsal tartışmaları gerekli kılar. Popüler olanın yaygın, hızlı ve etkili gücünü, 1990'lı yıllar sonrasında Türk sinemasında başlayan "yeni" hareketliliği içindeki filmler ile onları üretenleri, üretilme koşullarını bir arada düşünmek, hissetmek anlamına gelir. Aynı zamanda bu süreç, yakın döneme eğilen akademik çalışmaların pek çoğunda yaşanan zamanın iç içe geçmiş esnek yapısı nedeniyle yazanlar için yeni ve heyecan vericidir. Bu kitabın ortaya çıkmasında çok değerli katkıları olan yazarlarımızın tamamı, yazıları çerçevesinde sinemamız içinde, geçmiş, bugün ve gelecek arasında keyifli ve titiz bir yolculuğa çıktılar. Bu yolculuklarda, bir yandan tarihselliği içinde Türk sinemasının farklı dönemlerinde yaşanan tartışmalar ve eğilimlere dikkat çektiler. Diğer yandan 2000 sonrası değişen dünya ve film üretme biçimleri, pratikleri bağlamında Türk sinemasında öne çıkan temalara ve bu temalar merkezinde yapılan film çözümlemeleriyle ortaya çıkan değişimlere odaklandılar. Bu yönüyle toplam on altı bölümden oluşan kitap, okuyucusunu; aile, kadın, aşk, erkek, din, yalnızlık, melankoli, sinematografi, işsizlik, mekân, askeri operasyonlar, gündelik hayat, tarih, göç ve engellilik gibi birçok tema ile yakın dönem Türk sineması üzerine düşünmeye, filmsel yolculuğa çıkarmaya davet etmektedir.
Mustafa Kemal Sancar İdeoloji, sanat yapıtlarında açık ya da örtük bir biçimde var olabilir. Fakat ideolojinin en işlevselleştiği alan, kendisini ideolojisizlik kisvesi altında ortaya koyduğu alandır. Bu da sinemada en çok seyirlik ve boş zaman geçirme işlevi gören popüler filmlerde ortaya çıkmaktadır.
Popüler filmler söz konusu olduğunda ideolojik etmenler, anlatının içine gömülü bir hâldedir. Çünkü popüler filmlerin temel işlevi, insanların kitleler hâlinde bu filmleri izlemesi ve bu filmleri üretenlere maddi kazanç sağlamasıdır. İşte tam da bu nedenle popüler filmler, ideolojisiz olarak görünürlerken aslında içine doğdukları dünyanın ideolojik durumu hakkında da geniş bir çözümleme imkânına haizdirler.
Popüler yerli filmlerin ideolojik eleştirisi ile bir yandan farklı dönemlere hâkim olan ideolojik ve düşünsel zeminin çerçevesi bir yandan da popüler filmlerin düşünsel ve toplumsal olanı ne derece yansıttığı açığa çıkarılabilir. Burada, özellikle “popüler” filmlerin ele alınması, ideolojik ve toplumsal olanın ortaya çıkarılmasında oldukça önemli bir işleve sahiptir. Çünkü popüler filmler, toplumun çoğunluğu tarafından izlenmesi niyetiyle gerçekleştirilir ve bunun neticesinde toplumun çoğunluğu tarafından takip edilir. Bu nedenle de Türkiye'de 1980'li yıllar itibarıyla gerçekleşen neoliberal deregülasyon dalgası gibi radikal toplumsal dönüşümlerin izleri, popüler filmlerdeki yapısal ve öykülemeye dair dönüşümlerde bulunabilir.
Huriye Kuruoğlu Gerek tarihte çeşitli zamanlarda, gerekse günümüzde çeşitli ülkelerde propaganda, bazen de özgürlük aracı olarak kullanıldığı dönemleri ve olayları ele almaktadır. Televizyonu olmadığı zamanlarda özellikle radyonun, özellikle soğuk savaş yıllarında başta Almanya olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri ve daha çok dönemin iki süper gücü ABD ve SSCB tarafından zaman zaman tarihin akışını bile değiştirecek kadar nasıl ve hangi biçimlerde kullanıldığı çeşitli olaylarla aktarılmaktadır. Sovyet Bloğunun yıkılmasıyla beraber dünyanın dünyanın tek kutuplu hale gelmesinden sonra hala bazı ülkeler tarafından radyonun bir propaganda aracı olarak kullanılmasına devam edilmekle beraber kurulumu ve ulaşımı kolay ve ucuz olması nedeniyle, demokrasi ve özgürlük aracı olarak kullanım örneklerine yer verilmiştir.
Güzin Kıyık Kıcır Yönetim her yerde!
Toplumun en küçük parçası aileden devlet yönetimine kadar... Hatta kendi kendimizi bile yönetiyoruz aslında. İnsanın ve ortak yaşam döngüsünün olduğu her kurumda yer alan bu kavrama radyo merceğinden bakan bir kitapla karşı karşıyasınız şu an.
“Mikrofonun ardında neler oluyor?”, “Bir radyo işletmesi nasıl yönetilir?” sorularını kendisine çıkış yapan bir kaynak aslında.
Yirmi yıllık bir deneyim ve akademik çalışmalar saklı içinde.
Radyo dinlemekten bıkmayan, yayıncılığa emek veren, bir gün o mikrofondan birilerine ulaşma hayali kuran ve yönetim konusuna kafa yoran herkes, bu kitabı keyifle okuyabilir.
Şimdi, açalım radyonun sesini ve bırakalım sayfalardaki sözcüklere kendimizi...
Aysel AZİZ Elektronik yayıncılığın ilki olan radyo yayıncılığının dünyadaki serüveni 20. yüzyılın ilk çeyreğinde başlamıştır. Haberi ve müziği evlere, işyerlerine ses olarak getiren bu araç, kısa zamanda gelişmiş toplumların en önemli haber alma aracı olmuş ve bunun yanında bilgilenme, hoşça zaman geçirme aracı olarak 1950’lere kadar varlığını sürdürmüştür. Televizyon yayınlarının başlamasıyla, görselliğin getirdiği çekicilik, toplumları giderek azalan bir ilgiyle radyo dinlemeye yöneltmiştir.
Bu durum dünya ile neredeyse aynı zamanlarda radyo yayınlarını dinlemeye başlayan Türk toplumu için de aynı olmuştur; bir farkla ki televizyon yayını Türkiye’ye geç gelmiş, dolayısıyla radyo yayınları giderek artan program çeşitliliğiyle,gazetelerin yanında toplumun uzun süre elektronik tek haber kaynağı olmuştur.
Günümüz radyo yayınlarındaki programlar, geçmişe göre çok aşama geçirmiş, gelişmiş, kanal olarak çeşitlenmiş, dinleyicilerin farklı gereksinimlerine eğilen içerikte yayın yapar duruma gelmişlerdir. İletişim teknolojinin getirdiği yeni dinleme ortamları da radyo dinleyicisinin yeniden radyo yayınlarına ilgi göstermesini sağlamıştır.
Radyo Yayıncılığı kitabının bu 5. basımında, toplumun çeşitli kesimlerine seslenen program türleri, yapım olanakları ve özellikleri, kullanılan yapım teknikleri, kamu yayıncılığı yapan TRT’den ve özel radyo yayınlarından alınan örneklerle verilmeye çalışıldı.
Huriye Kuruoğlu İnsan unsuru, verici cephesinde yöneten ve hazırlayan, alıcı cephesinde ise bireysel olarak dinleyici ve geniş anlamda da dinleyici kitlesi; araç-gereç konusundaki çalışmalarda ise bilindiği gibi yapım ve yayın aşamasında, stüdyo içinde ve dışında kullanılan tüm araçlar incelenmektedir. Radyo programlarını bir ürün olarak ele aldığımızda ise bu çalışmaların kendi içinde, radyo yayıncılığının aşamaları, hazırlama süreci, bu süreçte kullanılan malzemeler ve hazırlanan radyo programlarının türleri gibi alt başlıklar altında incelenebileceği görülür. Bu kitapta bu bilgiler genişletilmiş ve detaylı biçimde yer almaktadır. Bu çalışmadan amaçlanan iletişim fakültelerinde eğitim gören öğrencilere ve konuyla ilgili eğitimi olmadan radyo yayıncılığı yapan genç arkadaşlara radyo program yapımı ve yayıncılığı konusunda yardımcı olmaktır.
Başar Hatırnaz Reyting Gerçeği kitabı, hem reytingin gerçek anlamda ne olduğunu hem de ‘reyting ölçümü’ diye bilinen televizyon izleme ölçümlerinin nasıl yapıldığını ve televizyonların program planlamasına nasıl yön verdiğini içermektedir. Kitapta reytinglerle ilgili olarak, “Nasıl yapıyorlar bu ölçümleri?”, “Benim etrafımda, evinde ölçüm cihazı olan kimse yok, hangi evlerde var bu cihazlar?”, “Varoşlardaki evlerde yapılıyormuş”, “Bence doğru değil bu reyting sonuçları milleti kandırıyorlar! Nasıl oluyor da bütün televizyon kanalları birinci oluyor?” ve “2000 kişi ile Türkiye’de kimin hangi kanalı izlediğini nasıl anlıyorlar?” şeklindeki, konu hakkında bilgi sahibi olmayan kesimlerde var olan sorular ve tepkilere diğer bir deyişle bilgi eksikliği ve yanlış anlamalara çalışma içerisinde cevap verilmiş, televizyon izleme ölçümleri ile ilgili çalışma eksikliği giderilmeye çalışılmıştır. Çalışma sadece akademisyenler ve medya çalışanları için değil medyayı takip eden izleyiciler için de aydınlatıcı olmayı amaçlamaktadır.
Ümmühan Molo Gerçeklik, anlaşılması ve tanımlanması zor yapısıyla bir araştırma alanı olmaya devam etmekte; günümüzde sanal, artırılmış ve karma gerçeklik gibi diğer kavramlarla bir arada değerlendirilmektedir. Böylece, teknolojik gelişmelerin doğrudan etkisinde ve bu etkiyle yeni bir görünüm hâlindedir. Sinema ise bu görünümün önemli bir parçasını oluşturmaktadır. VR (sanal gerçeklik) teknolojisini meydana getiren unsurları kendi diline dâhil ederek yeni bir gerçeklik kurgusuna işaret etmektedir.
Sanal Gerçeklik ve 360 Derece Film isimli bu kitap, gerçekliğin VR teknolojisi ile oluşturduğu anlama ve bu anlamın sinemada var ettiği değişime odaklanmaktadır. Değişim, film üretiminden seyretme biçimine kadar pek çok unsuru içermektedir. Hikâyenin 360 derece bir biçim yaratması, seyircinin hikâyeye “dalarak” -bir nevi- “orada olma” hissi edinmesi bunu kanıtlar niteliktedir. Diğer yandan deneyim, dalma, etkileşim ve orada olma gibi kimi kavramlarla birlikte VR film dili, geleneksel film dilinden ayrılmaktadır. Böylece VR filmi başka bir bakış açısıyla, öne çıkan bu kavramlarla birlikte değerlendirme ihtiyacı oluşmaktadır. Bu amaçla kitapta “360 Derece VR Film Çözümleme Modeli” geliştirilmekte, seyirci sınıflandırmasına gidilmekte ve “deneyim” hâlini tanımlayan etkiler sinema dili çerçevesinde yeniden incelenmektedir.
Bahar Öztürk, Beyler Yetkiner, Dilar Diken Yücel, Eylem Şentürk Kara, Fatma Nisan, Ferhat Kaçar, Mehmet Uluç, Nursel Tokgöz, Öznur Doğan, Volkan Tokgöz Bu kitap, film festivallerini, bir eğlence aracı olarak değil politik ve sanatsal bir bakış açısıyla değerlendirmektedir. Sinemanın ilk yıllarında halkın ucuz eğlencesi olarak düşünülen filmlerin, yıllar geçtikçe sanata ve politikaya yön verdiği görülmektedir. Öyle ki bilindiği üzere politikacıların elinde sinema ve bazen de film festivalleri, bir propaganda aracı olarak da kullanılmıştır. Hitler'in Venedik Film Festivali'ni propaganda için kullanması bunun en güzel örneklerinden birini oluşturmaktadır. Film festivalleri bu yüzden politik, ekonomik ve sanatsal bir içerik barındırmaktadır. Son zamanlarda film festivalleri, eğlence odaklı değerlendirilmekteyse de özünde sanatı ve biraz da siyaseti barındırmaktadır.
Kitabın, film festivalleri literatürüne katkı sağlaması umuduyla… Keyifli okumalar.
Adem Yılmaz, Aslı Ekici, Betül Hande Doğan, Deniz Kurtyılmaz, Dilan Çiftçi, Enderhan Karakoç, Erhan Hancığaz, Fatma Göksu Tor, Fevzi Kasap, Filiz Soyer, Hasan Hüseyin Toydemir, Mehmet Köprü, Mehmet Sefa Doğru, Murat Pehlivanoğlu, Mustafa Evren Berk, Nedim Serhat Bilecen, Nermin Küçüksönmez, Neslihan Göker, Onur Taydaş, Özgür Yılmazkol, Salih Gürbüz, Seher Şeylan, Süleyman Duyar, Ümmühan Molo, Vildan Keleşoğlu, Zafer Akar Sinema, 1890'lı yılların sonunda ortaya çıkmış ve kısa sürede tüm dünyada ilgi ile karşılanmış, kitle iletişim aracı olarak kabul görmesinin yanında bir sanat formu olarak da tanımlanmıştır. Yeni bir gerçeklik evreni oluşturan bu sanat formuna felsefe kayıtsız kalmamıştır. Çünkü sinema, felsefenin merkezinde yer alan düşünme etkinliğini yansıtan ve harekete geçiren, yeni görme ve düşünme biçimleri üreten bir sistemdir. Hugo Münsterberg tarafından da ilk kez dillendirilen bu sistem, Rudolf Arnheim, André Bazin ve Deleuze gibi birçok düşünür tarafından da incelenmiştir. 1970'li yıllardan itibaren Batı felsefe geleneği, sinema felsefesini akademik bir disiplin olarak kabul etmiş, sinema ile ilgilenen araştırmacılar da filmsel anlatıları farklı çözümleme yöntemleri ile bulgulamışlardır. Buna rağmen sinema felsefesi çoğu zaman ihmal edilmiş bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Prof. Dr. Enderhan KARAKOÇ ve Doç. Dr. Onur TAYDAŞ'ın editörlüğünü yaptığı bu kitap; filmsel anlatıların felsefi arka planı sorgulanmakta, akademik araştırmaların öznesi olma konusunda hak ettiği değer çoğu zaman göz ardı edilen sinema felsefesini farklı bakış açıları ile ele alan bir grup seçkin akademisyenin çözümlemelerini içermektedir. Sinemaya gönül vermiş olanların ama özellikle de sinema felsefesine ilgi duyan herkesin zevkle ve çok şey öğrenerek okuyacağı bir çalışma “Sinema Felsefesi”.
Doç. Dr. Özlem ÖZGÜR
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi



Banu Erdoğan Çakar, Enderhan Karakoç, Gökhan Demirkol, Hasan Hüseyin Toydemir, Konur Alp Koz, Mehmet Sezai Türk, Mustafa Aslan, Onur Taydaş, Ozan Özpay, Serhat Yetimova, Tunç Boran, Yasin Bulduklu Sinema sosyolojisi, filmsel anlatıların sosyal bağlamlar içerisinde nasıl inşa edildikleri üzerinde dururken toplumsal gerçekliğin filmler aracılığıyla nasıl yansıtıldığı ve nasıl yeniden üretildiği üzerinde durmayı da gerektirir. Filmleri sosyolojik bakış ile çözümleyen araştırmacılar, tarihsel ve toplumsal koşulları göz önünde bulundururken izleyiciyi de ihmal etmeyerek temsiller aracılığıyla toplumsal yaşamı anlamaya ve anlatmaya gayret eder. Bu kitapta, Türkiye'nin farklı üniversitelerinden bir grup seçkin akademisyenin, başta Türk sineması olmak üzere farklı ülke sinemalarının yetkin örneklerini merkeze alan; tarihsel, toplumsal ve izleyici odaklı çalışmaları bir araya getirilmiştir. Kitap, sadece sinemanın kuramsal boyutuna ilgi duyan akademisyenlerin değil anlatısal dünyaların büyüsüne kapılarak heyecanlanan sinemaseverlerin de ilgiyle okuyacakları bir derlemedir.
Abdullah Mert, Adem Yılmaz, Beril Özer, Betül Hande Doğan, Burak Medin, Cenk Demirkıran, Derya Çetin, Dilan Çiftçi, Enderhan Karakoç, İkbal Bozkurt Avcı, M. Çağlar Kurtdaş, Nermin Küçüksönmez, Nuri Paşa Özer, Osman Çakır, Özlem Özgür, Salih Gürbüz, Vildan Keleşoğlu Dünyanın en önemli ve aynı zamanda en çok tüketilen sanat formlarından biri olan sinema, içinden çıktığı toplumun kültürel ve yapısal özelliklerini yansıtmanın yanında toplumsal anlamların üretilmesinde ve sürdürülmesinde önemli rol oynar. Bu nedenle filmsel anlatılar izleyicisini; duygusal, psikolojik ve pedagojik olarak etkilemenin yanında toplumsal yaşamın nasıl işlerlik gösterdiğine dair birçok veriyi sunar. Dolayısıyla bu kitap; sanat, sinema ve toplum arasındaki ilişkiye dair sosyolojik bakış açılarını tartışan bir grup akademisyenin özverili çalışmalarını içermekte, sinemanın parçası olduğu toplumu anlamada nasıl kullanılabileceğine dair önemli saptamaları okuyucuya sunmaktadır. Keyifli okumalar dileriz.
Eda Evlioğlu Gezer İnsanlık tarihi kadar eski bir olgu olan göç, günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Genellikle ekonomik nedenlerin ön planda olduğu göç kararında savaş, siyasi baskılar ve otoriter rejimlerin etkileri yadsınamaz. İtici ve çekici faktörlerin etkisiyle uluslararası göçte yaşanan artış, beraberinde Avrupa ülkelerinin sınırlarında daha sıkı tedbirler almasına ve sert göç politikaları uygulamasına yol açmaktadır. Bu durum, özellikle düzensiz göçmenlerin yasa dışı yollara başvurmasına ve insan kaçakçılarının ağına düşmesine neden olmaktadır. Hedef ülkeye yasa dışı yollardan giriş yapma uğruna türlü badireler atlatan düzensiz göçmenler, kolluk güçleri tarafından yakalanıp sınır dışı edilme tehlikesiyle de karşı karşıyadır. Bunun yanı sıra yasal yoldan göç eden düzenli göçmenler ve düzensiz göçmenler, göç ettikleri hedef ülkede çeşitli problemlerle karşılaşmaktadır. Bu problemler en temelde dışlanma, ötekileştirilme, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, aidiyet, kimlik, dil, işsizlik, uyum sağlayamama, eğitim-sağlık-barınma gibi sosyal haklardan mahrumiyet, can ve mal güvenliklerinin olmaması, insanlıktan çıkarılma gibi sorunlardır. Düzenli ve düzensiz göçmenlerin yaşadığı bu sorunlar bütün sanat dallarının yanı sıra sinemanın da merkezi meselelerinden biridir. Göçmen sinemasında göç politikalarının, göçmen kimliklerinin, mekânsal-toplumsal hareketliliklerin ve diasporik aidiyetlerin incelendiği bu kitapta; savaş, işsizlik, daha iyi bir yaşam gibi çeşitli nedenlerle isteyerek veya istemeyerek göçü deneyimleyen insanların hikâyelerini anlatan göç filmleri çözümlenmiştir.
Serdar Gezer Kitapta, Foucaultcu kuramdan hareketle öznel deneyimin inşası yoluyla öznenin inşasının kuramsal çerçevesi çizilmiş; öznenin inşası ilk önce aile kurumunda başladığı için, aile içerisinde itaatkâr öznenin inşası süreçlerindeki teknolojileri, bu süreçteki iktidar formları ve bunların söylemsel olan ve söylemsel olmayan pratikleri Yeni Türkiye Sanat Sinemasında merkezî meselesi aile olan filmler üzerinden, bu filmlerin izleyici özneyi itaatkâr özne olarak inşa edebilme imkânları da göz önünde bulundurularak çözümlenmiştir.
Özne inşasını açıklamada, Foucaultcu kuramsal çerçeveden yararlanıldığı için film çözümlemesinde Foucaultcu söylem analizi yöntemi kullanılmıştır. Foucaultcu söylem analizi (FSA), Foucault'nun kuramından hareketle, verili söylemleri önce teşhis etmeyi, ardından bu söylemleri meydana getiren iktidar mekanizmalarını ve pratiklerini ortaya çıkarmayı ve bütün bunların inşa ettiği hakikatlerin ve her türden verili genel kabullerin tarihsel kurgu olduklarının anlaşılması süreçlerini kapsamaktadır.
Çözümleme neticesinde filmlerde, ailenin itaatkâr özne üreten bir makine gibi çalıştığı; filmlerdeki ailelerin boyun eğdirmenin, tahakkümün, mikro iktidar ilişkilerinin, disiplin etmenin, ihanetin, sıkıntıların, şiddetin merkezî ve zorunlu mekânı olarak kurulduğu görülmüştür. Ayrıca filmlerde, ailenin itaatkâr özne üreten bir makine gibi çalıştığı; filmlerde uygulanan disiplin tekniklerine ve tahakküm durumlarına ise birkaç istisna karakter dışında direnişin olmadığı ortaya koyulmuştur.

Aytekin Can, Erhan Yıldırım
Mustafa Evren Berk Sinema, gerek yaratım süreci, gerekse ortaya çıkan ürün bağlamında özel ve görsel efektler vasıtasıyla insanların hayallerindeki duygu ve düşüncelerin perdeye aktarıldığı bir alandır. 1895’te İskoç Kraliçesi Mary’in İdamı adlı filmle başlayan özel efekt serüveni, teknolojik gelişmeler ve ihtiyaçlara göre şekillenen efekt uygulamalarının kullanımıyla sinemanın anlatımı konusunda tahmin edilemeyen boyutlara ulaşmıştır. Bu bağlamda araştırmada, özel ve görsel efektin ne olduğu ve arasındaki farkları araştırma sürecinde açıklanmıştır. Özel efektlerin tarihi gelişim süreci aynı zamanda görsel efektlerin uygulama alanlarına yer verilmiştir. Çalışma sonucunda Hollywood Sinemasından ve Türk Sinemasından 2008 ve 2012 yıllarına ait örneklemler olarak seçilen filmler, kamera arkası görüntülerden hareketle mizansen eleştirisi analiz yöntemiyle belirlenen parametreler doğrultusunda çözümlenmiştir.
A. Kerem KABAN Ses gizlice, görüntüyü belli işlevlerinde yalnız bırakmıştır; Ses görüntünün doğasını değiştirmiş olmasına rağmen, görüntünün dikkati çeken ana eksenine el sürmemiştir. Yani sesin nicesel evrimi, görüntüyü yerinden etmemiştir. Özellikle de sesin, yansıyan görüntüde görmemiz istenen şeyi, gösterme gücüne sahip olduğu da hatırlamak gerekir.
Kitap, Görsel-İşitsel birliktelik gerçekliğini, yani bir algının diğer algıyı etkileyip değiştirdiğini göstermeye çalışacaktır. Aynı anda hem görüp hem duyduğumuzda hiçbir zaman aynı şeyi görmeyiz ya da aynı şeyi duymayız. Belki bu yüzden görmek ve duymak arasındaki sözde gereksizlik ve güçler arasındaki tartışmalı ilişkiler gibi eski varsayımlarımızın ötesine geçmenin zamanı gelmiştir artık!
Eyüp Al Sinema sanatsal, ekonomik, politik ya da farklı açılardan birçok değere sahip olmakla birlikte teknolojik bir araç olmasından dolayı anlamının
ve konumunun nerede bulunduğu da dikkatle incelenmelidir. Sinemayı anlamlandırmak için teknolojiyi, diğer iletişim araçlarını ve süreçlerini de hesaba katmak gerekir. Dolayısıyla sinema, tarihin belirli bir döneminde, belirli bir ideoloji, bakış açısı ve dünyayı kavrama biçiminin yansıması olarak insanın zaman-mekan tecrübesini şekillendirir. Bu süreçte sinemanın içinde bulunduğu dünyadan, ideolojiden ve kültürden bağımsız olarak ele alınması mümkün olamayacağı için araçları var eden modern bağlamın da tartışmaya dahil edilmesi gerekir. Bu eserde; içeriğe ait tüm unsurlar elenerek, teknolojik determinist bir perspektiften hareketle, teknolojik bir araç olarak sinemanın yarattığı zaman ve mekan tecrübesine odaklanılmaktadır.
Orkun Öngen Sinema ve tiyatro sanatlarındaki temsil biçimlerinin çözünmesi, günümüz kültürünün içinde yer aldığı toplumsal fabrikanın her şeyi birbiriyle eşitleyen, standardize eden, tek tipleştiren yapısından kaynaklanmaktadır. Otomasyonla standardize edilmiş bir üretim organizasyonunun sanat anlayışı da standardize edilerek otomatizasyonlaştırılmış olacaktır. Dolayısıyla böylesine bir üretim organizasyonunun bilinç endüstrisi aracılığıyla eğittiği zihinler, otomatlaşmış performanslar ile standardize edilmiş senaryolar talep eder. Bu durum, sanatın savunduğu hakikat anlayışı ile var olan realite arasındaki yarılmanın giderek daha da artmasına neden olmaktadır. Bu yarılma aynı zamanda toplumu oluşturan bireylerin kamusallık anlayışının çözüldüğünü gösterir. Fakat bu çözülme, birbirinden ayrılıp dağılma şeklinde değil bir şeyin olmaması gereken başka bir şey içinde zorla emülsiyona maruz bırakılarak çözünmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Bu durum, Baudrillard'ın tabiriyle karşı fazlarla sürekli tekrarlanan sonsuz bir döngü yaratır. Tüketim kültürü içerisinde emülsiyona maruz kalan kitleler toplumsal bir infial hâli içerisindedirler. Arz-talep döngüsünün fasit dairesine sıkışmış öfkeli kalabalıklar, için için kaynayan simüle edilmiş bir gerçeklik fantazmagorisi içindedirler. Bu sıkışma hâli çözünmekte olan bir toplumun göstergelerini yansılar. Dolayısıyla sinema ve tiyatro sanatlarında temsil edilenin/gösterilenin doğasından kaynaklanan temsil edimi de çözünmeye uğrar. Bu kitap, böylesine bir çözünmenin etkisi altında kalan sinema ve tiyatro sanatında meydana gelen durumları diğer bir ifadeyle sine-teatral çözünmenin kıyısında olanları, olmuş olanları ve olacak olanları göstermeye/resmetmeye çalışacaktır.
Ali Kıvrak, Aslı Gözde Akış, Cihan Çakır, Emel Birol, Fatih Tezcan, Gülüzar Sönmez, Ömer Faruk Koçak, Rüstem Erdem, Songül Omur, Yasin Söğüt, Yeşim Esgin Kitap içeriği, yeni medya çalışmalarının tarihsel gelişim süreçleri kapsamında karşılaştırmalı örnekler üzerinden oluşturulmuştur. Kitap; “kimlik ve tüketim”, “iletişim teknolojileri ve örnek kavramlar”, “reklam ve kullanım pratikleri” olmak üzere üç ana başlık altında temellendirilmiştir. Buradaki akademik yaklaşım, eleştirel bakış açısıyla hazırlanmıştır. Türkiye’nin farklı üniversitelerinden, alanlarında uzman akademisyenlerin katılımlarıyla özellikle kimlik, reklam ve tüketim konularında iddiası olan ve alanında yeni önermelerde bulunan bu çalışmaların literatüre katkı sağlayacağı umut edilmektedir.
Ferda Şule Kaya Sosyal psikoloji alanında yer alan toplumsal cinsiyet, grup davranışı gibi konular pek çok bireyin ilgisini çekmektedir. Doğduğu andan itibaren sosyal hayatın içinde yaşayan bireylerin aile, eğitim, cinsiyet ve kültür yapılarından etkilenmesi kaçınılmazdır. Sosyal psikoloji açısından teorik olarak ele alınan bu konuların görsel sanatların en etkili ürünü olan filmlerde de yer alması teori ile pratiğin buluşması açısından önemlidir. Film analizleri açısından birçok önemli yayın bulunmaktadır. Bu kitapta ise filmler sosyal psikolojik bakış açısı ile ele alınmıştır. Çok geniş inceleme alanı olan sosyal psikoloji biliminin film analizleri; küreselleşme, grup davranışı, toplumsal cinsiyet, kültür-birey etkileşimi ve aile psikolojisi konuları ile ilgili filmlerle sınırlı kalmıştır. Kitap, sosyal psikoloji hakkında bilgi verirken filmlerin değerlendirmesi konusunda farklı bir bakış açısı da sunmaktadır. Keyifle okunması ve farkındalık yaratması dileği ile...
Gökhan Pekdemir Ülkemizde reklam ve reklamcılık disiplini sağlam bir temel üzerine inşa edilmiş ancak tanıtım filmi henüz ayrı bir başlık altında incelenmeye başlanmamıştır. Öyle ki tanıtım filminin, Halkla İlişkiler ve Reklamcılık sektörü ile olan ilişkisi meslek profesyonelleri tarafından dahi pek bilinmemektedir. Tanıtım ve reklam kavramlarının birbirinin yerine kullanıldığı düşünüldüğünde bu kitap; tanıtım filminin kendi alt başlıkları olan ayrı bir tür olduğunu savunan ve bunun için de somut, analitik, yönlendirici veriler sunan akıcı dile sahip bir çalışmadır. Bu ayırıcı yönleriyle alanında bir ilk olma özelliği taşımasının yanı sıra medya sektörü için de pratik çözüm önerileri sunan bir uygulama kitabıdır.
Serhat Yetimova, Mustafa Aslan Sinema ile Tarih’in ilişkisi çok yönlü bir ilişki durumundadır. Bir yandan tarihsel koşulların film üretimindeki etkisi madalyonun bir yüzünü oluşturuyorken diğer yandan sinemada tarih algısı madalyonun diğer yüzünü oluşturmaktadır. Sinemada tarih algısı, bugünden geçmişe bakarak tarihi kişilik, olay ve olguların bellekteki yansımaları, işaretleridir. Sinema’nın tarihe ilgisi günümüzde birçok dizi, film ve belgesel ile somutlaşmaktadır. Her dönemde bu ilginin varlığına tanık olunmaktadır. İnsanoğlu bugünden geçmişin dünyasını sinema aracılığı ile hayal etmektedir. Bu hayal kurma eylemi bugün de tüm canlılığını koruyarak ve zenginleşerek devam etmektedir.
Bedirhan Karakurluk Tasavvufta ayna kavramı çok ilginçtir: “Aynada görünen aynaya bakan değildir fakat aynaya bakılmasa bakan, onda görünmez”. Bir nesne olarak ayna aslında hiçbir şey göstermez yani aynanın görüntü oluşturma meziyeti yoktur, ayna sadece yansıtır. Aynada bir görüntünün oluşması için onun karşısında bir görselliğin olması şarttır. Bu görselliği görmek isteyen, aynaya bakmalı; kendini görmek isteyen ise bir ayna bulmalıdır. Aynaya baktığında yüzünde kara görenin ise aynayı kırmaya ya da silmeye çalışmaması, yüzündeki karayı silmesi gerekir. Yüzdeki karayı aynadan bilmemelidir, çünkü görüntüyü o oluşturmaz. O sadece yansıtır, ona kızılmaz. Tarihte Türk-İslam medeniyetini büyüten ve beynelmilel bir güç olmasını sağlayanlar, aynayı yüzlerine tuttuklarında Ali'yi görenlerdir. Şimdi ise yüzlerdeki karayı gösterecek bir aynaya ihtiyaç yok mudur? Aynı bizleri anlatıyor denilen filmler, sanatın toplumu yansıtan bir aynası olamaz mı? Tasavvufi referansla üretilen bir sinema sanatı, kendisine bakıldığında topluma ayna olup yüzdeki karayı yüzlere vuramaz mı?
Çağla Kaya İlhan Bu kitap; yeni medya teknolojilerinin televizyon haberciliğine etkilerini, whatsapp ihbar hatları örneği üzerinden incelemektedir.
İnternet ve yeni medya teknolojilerindeki hızlı gelişmeler, dünyanın birçok yerinde ekonomik, sosyal ve kültürel etkilere neden olmaktadır. Gündelik hayatımızın her alanına etki eden yeni medyanın, şüphesiz ki gazetecilik alanında da etkileri söz konusudur. Özellikle haberin ulaşımına hız, güncellik ve etkileşim gibi özellikler kazandıran yeni medya, haber üretim pratiklerinde de bir takım dönüşüme neden olmuştur ve olmaya devam edecektir.
Akıllı telefonlar ve sahip olduğu bir takım teknik donanımlar sayesinde habere ulaşılabilirlik her geçen gün artmaktadır. Bu duruma en iyi örnek ise televizyon kanallarının haber bültenlerinde yer almaya başlayan whatsapp ihbar hatlarıdır. Bu uygulama ile vatandaşlar tanıklık ettikleri olayları görüntüleme ve profesyonel habercilere ulaştırma olanağı yakalamışlardır. Bu sayede, yurttaş haberciliği de yaygınlık kazanmıştır.
Yeni medyanın televizyon haberciliğine sağladığı avantajların yanı sıra haberciliğin ilkelerinden taviz vermeden yayıncılık yapabilme konusunda getirdiği bir takım zorluklar da mevcuttur. Bu açıdan bu kitapta yeni medyanın televizyon haberciliğinde kullanımının yalnızca avantajları değil, aynı zamanda zorlukları da televizyon haberciliğinde tecrübe sahibi, profesyonel gazetecilerle yapılan görüşmeler çerçevesinde ele alınmıştır.
Bu bakış açısıyla yola çıkarak kitabın, bu alanda araştırma yapan tüm akademisyenlere, gazetecilere ve öğrencilere faydalı bir literatür kaynağı olması umut edilmektedir.
Ahmet Selman Seyhan Televizyon haberleri, bütün kitle iletişim türlerinde olduğu gibi, toplumu iletmiş olduğu iletilere inandırmak istemektedir. Retorik bu inandırma işleminin temelini oluşturmaktadır. Televizyon haberleri kendi yapısında bulunan görüntü, ses ve yazı özelliklerini, diğer bir ifade ile retorik bileşenleri, hedef kitlesini inandırmak için mesleki teamüllerle birleştirerek kullanmaktadır. Ancak retorik bileşenlerin kullanımı kendiliğinden tesadüfi ortaya çıkan bir durum değildir. İnsan faktörü süreci yönlendirmekte, bütün retorik uygulamalar insan vasıtasıyla hayata geçirilmektedir. Zihniyet insanın bütün kararlarını, tutumlarını ve davranışlarını belirleyen, inanç, kültür, ideoloji vs. bir çok alt unsurdan oluşan komplike bir yapıdır. Zihniyetin bu özelliği insanların televizyon haberlerinde kullanacağı retorik bileşenleri, uygulayacağı retorik teknikleri ve dolayı olarak hedef kitleyi neye inandırmaya çalışacağını doğrudan yönlendirmektedir.
Bu çalışma, televizyon haberlerinin hedef kitleyi inandırmak için hangi süreçlerden geçerek, hangi uygulamalar yapılarak hazırlandığına odaklanmaktadır. Ayrıca bütün bu süreçlerde yapılan tercihlerin iletişimsel zihniyet tarafından nasıl yönlendirdiği açıklanmaya çalışılmaktadır. Bütün bu verilerin elde edilebilmesi için de iletişimsel zihniyet analizi yöntemi teklif edilerek örnek uygulaması yapılmaktadır.
Filiz Erdemir Göze Televizyon, ilk düzenli yayınların gerçekleştirildiği yıllardan günümüze kadar geçen süreçte, insanların hayatındaki en önemli kitle iletişim aracıdır ve bu araç, yayına başladığından bu yana eleştirilerin merkezinde yer almıştır. Öyle ki tarihte hiçbir kitle iletişim aracı, televizyon kadar eleştirilmemiştir. Literatüre bakıldığında da çoğunlukla olumsuz bir televizyon imgesi göze çarpar. Bu kapsamda, televizyon içeriğine yönelik olarak şiddetten eğlenceye, gerçekleri gizlemekten düzeysizliğe kadar çok sayıda yaygın suçlama söz konusudur.
İnsan yaşamında kısa bir sürede merkezi bir konum elde eden televizyona, bir diğer kitle iletişim aracı olan sinema da kayıtsız kalmamış ve filmleri aracılığıyla hem eleştirel literatüre destek vermiş hem de olumsuz televizyon imgesini yeniden üretmiştir.
Televizyon İmgesine Sinema Perdesinden Bakmak, okuyuculara farklı bir televizyon eleştirisi sunuyor ve okuyucuları, televizyonun “günahları”nı sorgulamaya davet ediyor. Sinemanın bakış açısıyla televizyonun değerlendirildiği bu kitapta, filmlerin televizyon imgesini ele alış biçimleri çeşitli kategoriler altında incelenmekte, televizyona yönelik kuramsal düzeydeki eleştiriler ve bu eleştirilerin film düzlemindeki sunumları kapsamlı bir şekilde irdelenmektedir.
Hakan Cem Işıklar Henüz 2012 yılında insanlık için “şimdilik” kaydı ile vazgeçilmez olduğunu söylediğimiz TV haberi acaba hâlâ aynı önemde mi? “Profesyonel TV Haberciliği” adıyla farklı yıllarda iki kez basılan bu kitap, “Televizyonda ve Dijital Medyada Görüntülü Habercilik” adıyla artık yeni bir bakış açısı sunmaya çalışacak.
Televizyon için yapılan görüntülü haberlerin artık internet siteleri ve sosyal medyada kullanımının olağanlaştığı hatta karşılıklı etkileşim ile birlikte neredeyse sınırsız bir paylaşım ortamının ortaya çıktığı açıkça görülmektedir. Dijital medyanın artan iletişim hızı kapsamında neredeyse TV yayıncılığı kalitesine kavuşan yapısı da yaşanan dönüşümü belirgin hâle getirmektedir.
Sinema tarihi ile eş zamanlı başlayan görüntülü haberin serüveni, XXI. asrın ilk çeyreğinde yeni bir form kazansa da sinematografi, işin hâlâ temel unsuru olarak durmaktadır. Bu gerçeğin bilinci ile bir görüntülü haberin hazırlık, yapım ve yayın süreçleri önemli çalışma konularıdır.
Bu eser; ister TV kanalında ister dijital medyada yayınlanacak bir görüntülü haberin nasıl oluştuğunu “gerçek örneklerle” mümkün olan en ince ayrıntılarına kadar anlatmaktadır. Kitabı “uygulamalı” kılan bu yöntem sayesinde ulusal standartlarda görüntülü haberin tanımlaması/karşılaştırması yapılmaktadır.
Sektörde hemen her kademede kazanılan deneyimlerin bir sonucu olarak ortaya çıkan eser; başta televizyonculuk eğitimi alanlar olmak üzere eğitimcilere ve akademisyenlere ciddi katkı sağlayacak; medyanın güncel sorunları ve bunların çözümüne yönelik önerilerle de görsel ve işitsel üretim yapan her meslektaş için değerli bir kaynak olacaktır.
Emre S. Özmen Text mining has a long and rich history with variations of natural language processing methods for many different fields, from pharmaceutical to news sentiments. Likewise, project management has been a mature application domain since the 1960s and with many principles, assumptions, constraints, guidance, knowledge areas, methodologies and processes used for many years. Case studies are one of the fruits of project management, with an output that can expose the level of project management that it yields. This work is an attempt to scrutinize the output with the help of our knowledge and probe the practicality of theories.
The libraries that were used include nearly all attributes that exist, from Gensim to Dirichlet, cosine similarity to VADER. Through a project management perspective, maturity models were examined and from a wide applicability perspective, KPM3 (Kerzner Project Management Maturity Model) was selected. The model originally has 5 Levels, from Common Languages to Continuous Improvement. Aiming to detect a duality between theory and practice, Level 1 was scrutinized in the light of PMBOK taxonomies.
In one sentence, SMBs are more knowledgeable than we expect, but they apply less than we know.
Nisa Bayramoğlu Çalışma, Yunan medyasında; medyanın gücü, medya ve siyaset, medya patronları, gazeteciler, medyada siyasi ve sosyal gündemin şekillenmesinde gazetecinin rolü, sorunları, iç ve dış ilişkileri, bilgi, bilginin gücü ve de artık gerçeklerin saklanmasına izin vermeyen dolu dizgin gelişmekte olan iletişim teknolojisi konularını incelemiştir. Özellikle PKK’nın başı Abdullah Öcalan’ın Kenya’da Yunanistan Büyükelçiliğinde bulunmasını ve yakalanmasını müteakip dönemde, Türkiye-Yunanistan arasında başlatılan yumuşama, yakınlaşma dönemi (1999-)’nde, Yunan medyasının ve halkının Türkiye’ye karşı şiddeti zaman zaman had safhaya varan, asla yok olmayan olumsuz tavrı irdelenmeye çalışılmıştır.
Berceste Gülçin Özdemir Bu çalışmada; Türk Sineması’nda kadın yönetmenlerin çektiği ana akım dışı sayılabilecek nitelikteki filmlerinde, kadın karakterlerin mekânlarda temsili anlatıbilim yöntemiyle feminist bir perspektifle incelenmiştir.
İlk bölüm; feminizm, özel alan, kamusal alan kavramlarının tarihçeleri ve kuramcıların bu kavramlarla ilgili kuramlarını açıklamaktadır.
İkinci bölümde; feminist film eleştirisi, feminist film kuramları, anlatı, anlatının ögeleri, ana akım dışı sinema ve feminist anlatı açıklanarak, feminist anlatı açısından mekân ögesinin incelenmesi tartışılmaktadır.
Üçüncü bölümde ise, ilk iki bölümde açıklanan kavramlar ve kuramlar ışığında örnek olay incelemesi kapsamına alınan; Araf, Bulutları Beklerken, Gözetleme Kulesi, Pandora’nın Kutusu ve Zefir filmleri, anlatıbilim yöntemiyle feminist bir bakışla çözümlenmiştir.
Burcu Yerlikaya Feminist teoriler ışığında 1980'den günümüze Türkiye'de kadın emeği ve Türk Sineması'ndaki kadın temsillerini bir araya getiren bu kitap; Sosyoloji, İletişim ve Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri disiplinlerinin kesişiminde özgün ve multi-disipliner bir kaynaktır. Özellikle toplumsal cinsiyet çalışmaları yapan araştırmacılar ve öğrenciler için temel başvuru kaynağı niteliğindedir. 1980'li yıllarla oluşmaya başlayan yeni dünya düzeni, Türkiye ve Türk Sineması için de önemli bir dönüşümü simgelemektedir. 1980 sonrası Türkiye'de neoliberal politikaların uygulama alanı bulması ile birlikte emek piyasalarının görünümü ve niteliği değişirken kadın çalışanların da emek piyasalarındaki görünümü tartışılmaya değer hâle gelmiştir. Yine aynı yıllarda emek piyasalarının değişen yapısı ile birlikte İkinci Dalga Feminist Hareket'in etkilerinin Türkiye'de hissedilmesiyle kadın filmleri yapılmaya başlanmış ve bu doğrultuda Türk Sineması'ndaki kadın temsillerinin de değişmeye başladığı görülmüştür. Bu dönüşümle birlikte kadın temsilleri önceki yıllardan farklı olarak çalışma hayatında gösterilmiştir. 1980 sonrası Türkiye emek piyasasındaki kadın çalışanların görünümü ile bu kadınların Türk Sineması'ndaki yansımalarının feminist teoriler ışığında nitel araştırma teknikleri ve feminist film eleştirisi yöntemi ile çözümlendiği bu kitap, toplumsal cinsiyet çalışmalarına önemli bir katkı sağlamaktadır. 1980'den günümüze Türk Sineması'ndaki kadın emeğini mercek altına alan ve uygulamaya dair örnekler içeren bu kitabın akademiye ve araştırmacılara faydalı olması dileğiyle…
Azime Cantaş, Bahar Öztürk, Beyler Yetkiner, Esma Gökmen, Fatma Nisan, Ferhat Kaçar, Işkın Özbulduk Kılıç, N. Tülay Şeker, Seher Midilli Son yıllarda ülkemizde sayısı hızla artan biyografik filmler, akademik çalışmalarda sıklıkla ele alınmaya başlanmıştır. Özellikle 2000'li yıllardan sonra tanınmış kişilerin yaşam öyküleri sinemacılar tarafından çekilmiş ve gişede büyük başarılara imza atılmıştır. Dolayısıyla biyografik filmlere seyircinin göstermiş olduğu ilginin ve izlenirliğin artması biyografik türün Türkiye'de yaygınlaşmasını beraberinde getirmiştir. Her geçen gün bir yenisi çekilen biyografi içerikli filmler, herkesin olduğu gibi biz sinema çalışan akademisyenlerin de ilgisini çekmiş, biyografik filmlerin incelenmesi gerektiği konusunda bizleri düşünmeye sevk etmiş ve bu kapsamda bir kitap yazma fikri ortaya çıkmıştır.
Türkiye'de çekilen ve izleyicilerden yoğun ilgi gören biyografik filmlerin yer aldığı bu kitap, toplumun hafızasına kazınan kişilerin hayatlarını konu edinmektedir. Sinemada tür kavramına, biyografik türlere ve Türkiye'de biyografik filmlerin gelişimine yer verilen ilk bölümün ardından Mavi Gözlü Dev, Kelebeğin Rüyası, Müslüm, Bizim İçin Şampiyon, Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu, Dilberay ve Bergen filmlerinin farklı yöntemlerle yapılan analizleri kitabın içeriğini oluşturmaktadır. Ülkemizin sinema literatürüne katkıda bulunmak için hazırladığımız bu kitaba, akademi camiasının farklı üniversitelerinde yer alan çok değerli akademisyenler katılmıştır. Kitabımızın biyografik filmler ile ilgili yapılacak çalışmalara kaynak olması temennisiyle…
Pelin Agocuk Politika, toplumu daha iyiye götürmeyi sağlayacak bir faaliyet alanı olarak ele alındığında, mevcut siyasal düzenin oluşturduğu kurallara uymanın ötesinde bir anlayışla sorgulamayı ve değiştirmeyi amaçlayan bir yapıya sahip olmalıdır. Bu kitap, Türk sinemasında politikacı temsili içeren filmler üzerinden, politika faaliyetinin ve politikacının nasıl bir niteliğe sahip olması gerektiğini sorguluyor. Türk sinemasında politikacı temsili içeren filmler üzerinden, sadece bu filmlerin yansıttığı dönemin siyaset anlayışını değil günümüzde, siyaset anlayışının hangi nitelikte olduğu konusunda araştırmacılara ışık tutuyor.
Siyaset pratiklerinin, günümüzde de değişmediği sonucuna varıldığı çalışma, tarihsel ve toplumsal bir perspektif üzerinden politika konusuna, mesafeli ve eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Kitap, sinema ve politika ilişkisinden yola çıkarak Türk filmlerinde; politik meşruiyet, politika yapma eylemi ve politikacının temsili konusuna odaklanıyor. Filmlerde politikacıların temsili incelenirken aynı zamanda halk olarak temsil edilen kişilerin siyasal katılımı ve siyasetle politikacıya karşı tutum ve yaklaşımları da değerlendiriliyor.
Bu çalışmanın odak noktasını oluşturan "politik meşruiyet" kavramı, Weber'in meşruiyet çözümlemesi çerçevesinde ele alınıyor. Sinema ve politika ilişkisine girmeden önce, politikanın ne olduğu, kuramsal ve pratik açıdan oluşturduğu algı, Ranciére ve çeşitli kuramcıların savunduğu görüşlerin ele alınmasıyla açıklanıyor.
Günümüzde, çok büyük bir önem kazanan “Politikacı kimdir?” sorusunun, filmlerde inşa edilen gerçeklik üzerinden açıklandığı kitapta, dünün ve bugünün siyaset pratikleri, tarihsel bir perspektif üzerinden yorumlanıyor.
İbrahim Ethem Gürbüz Ülkemizde özellikle son on yılda büyük bir teknolojik atılım gerçekleştiren sinema endüstrisi çağın dijital gereksinimlerini karşılayabilecek bir boyut kazanmıştır. Her ne kadar günümüz koşullarının dünya sineması ile rekabet edebilecek bir yapıda oluşunu kabul ediyor olsak da Yeşilçam sineması dediğimiz, takribi 1960'ların sonundan 1980'lerin ortalarına kadar süren evre için aynı rekabetçi teknolojiden bahsetmek şüphesiz ki o dönemin duayen sinema emekçilerine karşı (yönetmeninden set işçisine kadar) çok büyük ve haksız bir söylem olacaktır. Zira sinematografik parametrelerin (görsel özellikler), teknolojik ve kurgusal enstrümanlardan yoksun olduğu bu evrede, sinema emekçilerinin yaratıcılık ve azim noktasında çağın ötesine geçtiklerine pek çok başyapıtta tanıklık etmekteyiz.
Bu tanıklığın mütevazı bir örneğini yansıtan bu kitapta, Türk sinema tarihinin en ses getiren filmlerini (Hababam Sınıfı Serileri, Selvi Boylum Al Yazmalım, Mavi Boncuk, Kibar Feyzo, Köyden İndim Şehire, Arabesk ve daha niceleri) “bizzat” çekmiş olan görüntü yönetmenlerinden birebir alıntılar bulacak ve o döneme dair birbirinden ilginç anılarla karşılaşacaksınız. Ayrıca kitabın içeriğinde, sinemaya gönül vermiş ve bu alanda ilerlemek isteyen gençlerimiz için faydalı olduğuna inandığımız temel birtakım bilgilere de yer verilmiştir.
“İngilizler büyük bir hayranlıkla dediler ki ‘Siz bu şartlar altında öyle bir film çekebiliyorsanız bizden elli sene öndesiniz.’ İşte biz bu şartlar altında o filmleri çekerek bugünlere geldik.” (Hüseyin Özşahin)
“...Burada aslında karşılıklı bir dans vardır. Oyuncu ile kameramanın dansı. İkisi de birbirini kollarlar ve birinin geri ya da ileri kaldığı bir noktada diğeri ona yön verir...” (Aytekin Çakmakçı)
“...Filmi hatırlarsınız belki; Tarık Akan, Halit Akçatepe ile kan kanseri olan kardeşleri Kahraman Kıral'ı alırlar ve bir eşekleri vardır: onu satmaya giderler. İşte o satmaya giden resmi yakalamaya çalışıyor Ertem Abi (Eğilmez)...” (Erdoğan Engin)
“...Fotoğrafı çok iyi bilen yönetmenlerimizin yanında işin tekniğinden hiç anlamayan yönetmenlerimiz de vardı. Onları da kameramanlar kurtarıyordu o zamanlar... Bugünkü şartlar bizde olsaydı çok daha farklı şeyler olurdu.” (Kaya Ererez)
Serkan Fundalar Avrupa ve Hollywood sinemasının etkisi altında ortaya çıkıp gelişen Fantastik Türk Sineması; uzun yıllar boyunca Türk sinema tarihinin üzerine pek konuşulmayan hatta yeterince "özgün" bulunmadığı için küçümsenen ve önemsiz görülen bir parçası olmuştur. Yine de dönemin tüm teknik yetersizliklerine ve bütçe sıkıntılarına rağmen Türk film yapımcıları ve sinema izleyicileri fantastik filmlere ilgi göstermekten vazgeçmemiş, film yapımcılarının bu yetersizliklerin üstesinden gelme çabaları geriye dönük olarak saygıyı hak eden, yaratıcı ve özgün çözüm yolları bulmalarına neden olmuştur. Böylelikle fantastik Türk sineması, Türk sinema tarihinin içindeki yadsınamaz yerini korumuştur. Bu kitap, yerelleştirilmiş Drakulaları, Killingleri, Görünmez Adamları ve daha pek çok özgün ve adaptasyon film karakterleriyle fantastik Türk sinemasının bir tarihini sunarken aynı zamanda geçmişin ustalarına bir kez daha saygı duruşunda bulunmayı amaçlamaktadır.
Nilüfer Pembecioğlu "Günümüz filmlerinde vurgulanan çocuk, her türlü teknolojik bilgi ve donanıma sahip, afacan ve hızlı tüketen; zamansız yetişkinleşmiş bir çocuk tipidir.
Çocuklar filmlerde kaybolur, kaçırılır, değişir... Filmde görünsün ya da görünmesin sinemadaki bu farklı çocuk imgeleri, aslında toplumda her an gördüğümüz tek bir çocuğun yansımasını oluşturmaktadır.
Bunların tek bir görüntüde toplanması içimizdeki gerçek çocuğun ortaya çıkarılmasına ışık tutar. Böylelikle ulusal ve giderek evrensel çocuk imgelerine ulaşılabilir."
Berceste Gülçin Özdemir “Bağımsız Sinema kavramı nedir?” “Bağımsız Sinema’yla ilişkili sinema türleri nelerdir?” gibi soruları açıklamakla başlayan bu çalışma, Bağımsız Sinema’nın Türkiye’deki gelişimine de ışık tutmaya çalışmaktadır.
Türk Sineması’nda Bağımsız Sinemaya emek vermiş yönetmen ve yapımcılarla standartlaştırılmış açık uçlu görüşme yöntemi ile görüşülerek Bağımsız Sinema’ya dair birçok sorgulamanın tartışmaya açılması hedeflenmiştir. Sinema salon işletmeleri, film dağıtımcıları, film festivali düzenleyenler de Bağımsız Sinema’nın Türkiye’deki sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel konumuna dair söylemlerini paylaşarak kendi alanlarıyla ilgili ortaya çıkan sorunsallar hakkında çeşitli çözüm stratejileri önermişlerdir.
2019 yılında çıkan “Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılmasıyla Desteklenmesi Hakkında Kanun” kapsamında Bağımsız Sinema’nın Türk Sineması içerisindeki konumu da sunulan veriler ve bulgular kapsamında sorgulamaya açılmaktadır.
Kitap, Bağımsız Sinema kavramını çeşitli bağlamlarda açıklamaya çalışarak, sahadan görüşlere de yer vererek çalışmanın sorguladığı konuları detaylandırmaya çalışmakta ve Türk Sineması’nın gelişiminde önemli rol oynayan Bağımsız Sinema’ya dair birçok konu başlığını da tartışmaya açmaktadır.
Beyler Yetkiner Sinema ve festival ilişkisini irdeleyen bu kitap, Türkiye’deki festivallerin işleyişi ve ekonomi politiği başta olmak üzere festivallerde karşılaşılan sorunları ve bu organizasyonların sinemaya olan katkılarını birçok açıdan ele almaktadır.
Sinemaya ilgi duyan kişilere yönelik hazırlanmış ve Türkiye’de üzerinde yeterince tartışılmayan film festivalleri konusunu ayrıntılı bir şekilde irdeleyen bu kitabın bundan sonraki çalışmalara katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Sade ve anlaşılır bir dille yazılan Türkiye’de Film Festivalleri, hem sinemaseverler için bir baş ucu kitabı hem de bu alanda eğitim gören öğrenciler için film festivalleriyle ilgili temel kaynak niteliği taşımaktadır.
Ceyhun Bağcı Televizyon, OTT TV/SVOD servislerinin giderek yaygınlaşması ile birlikte değişime uğramıştır. İletim ortamlarıyla, içerikleriyle ve kurumsal yapılarıyla yeniden tanımlanan televizyon olgusu, izleyici alışkanlıklarını da yeniden şekillendirmektedir. Bugünkü hâliyle geleneksel televizyon, tek yönlü yayın prensibi ile varlığını sürdürse de çevrim içi yayın çözümleri izleyici pratiklerinin yeniden tanımlanmasında belirleyici olmaktadır. Bu kitapta, sayısal televizyon platformları ve dijital jenerasyon arasındaki ilişki değişen izleyici profilleri ve sektörel dönüşüm çerçevesinde ele alınmıştır. Genç kuşak izleyicileri merkeze alarak konunun sektörel analizler, teknolojik gelişmeler ve izleyici alışkanlıkları bağlamında bütüncül bir yaklaşımla ele alınmış olması, bu eseri hem bu alanda eğitim gören öğrenciler için hem de televizyonun bugününü merak edenler için önemli kılmaktadır.
Elif Gizem Uğurlu, Emin Paftalı Türk sineması ile ilgili yapılmış çalışmalara odaklanan Ulusal Film Çalışmaları Sempozyumu (UFÇS) 8-10 Nisan 2022 tarihinde Alanya'da düzenlendi. Bu yıl, Alanya HEP Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi İletişim ve Tasarımı Bölümü Bilimsel Araştırma Projesi tarafından desteklenen sempozyum, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Sinema ve Televizyon Bölümü ve Ondokuz Mayıs Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü ortaklığı ile gerçekleştirilmiştir.
Sempozyuma katılan bilim insanlarının emek ve özveri ile hazırladıkları çalışmaların özet bölümlerinin takdim edildiği bu e-kitabın; bilim dünyasına, sinema çalışmalarına, sinema sektörü ve öğrencilerine kaynak ve katkı sağlamasını dileriz.