Ortadoğu Çalışmaları \ 1-1
Abdullah Çakmak Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerce kutsal kabul edilen Kudüs şehri, M.Ö. 4000'li yıllara kadar uzanan kadim bir tarihe sahiptir. Bu dinlere mensup devletlerin Kudüs'teki farklı dönemlere ait hâkimiyetleri, şehirde üç dine ait kutsal mekânların oluşmasına zemin hazırlamıştır.
1517'de Osmanlı hâkimiyetine giren Kudüs'te devlet tarafından gerçekleştirilen çeşitli imar faaliyetleri şehrin yaşam kalitesini yükseltmiştir. 1917'ye kadar süren bu hâkimiyet süreci içerisinde Kudüs için kırılma noktalarından biri Fransızların 1798 Mısır işgaliyle başlayan ve 1841'de Kavalalı Mehmed Ali Paşa isyanının sonlandırılmasına dek devam eden süreçtir. Vehhabi ve Yunan isyanları gibi devletin farklı bölgelerindeki sıkıntıların bu zaman diliminde ortaya çıkması, farklı milletleri bir arada barındırmasından dolayı Kudüs’ün bu olaylardan, dolaylı yoldan etkilenmesine sebep olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin 1798-1841 yılları arasında Kudüs'te uyguladığı siyaseti konu edinen bu çalışmada; yaşanan siyasi olaylar ve idari değişiklikler, devletin Müslümanlara yaklaşımında öne çıkan faaliyetler, devletin gayrimüslimlere tanıdığı haklar ve halkın devletle olan irtibat yolları incelenmiştir.
Hakkı Uygur İran, Orta Doğu’yu olduğu kadar Türkiye’yi de yakından ilgilendiren bir ülkedir. Özellikle 1979 İslam Devrimi ile büyük bir değişim yaşayan İran’ın; iç ve dış politikasından ekonomisine, güvenlik yaklaşımlarından toplum kültürüne değin geniş bir perspektifte araştırılması elzemdir.
Elinizde bulundurduğunuz 50 Soruda Türkiye - İran İlişkileri kitabı; İran’ın iç ve dış politikasından ekonomisine, güvenlik yaklaşımlarından toplum kültürüne değin tüm konularda merak edilen sorulara yanıt sunmaktadır. Bu kapsamda; ülkenin iç dinamikleri ve işleyişinin yanında dış politikada attığı adımlarda göz önünde bulundurduğu bakış açıları ele alınmış, güvenlik konusunda ne tür hamleler yaptığı irdelenmiş, toplumsal yaşamı güncel gelişmeler bağlamında değerlendirilmiş ve ekonomi anlayışının ana hatları sunulmuştur.
Sayim Türkman Ora Doğu bölgesi dünya tarihinde en eski medeniyetlerin yaşadığı bölge olması ve zengin petrol yataklarına sahip olması nedeniyle sanayileşmiş ülkelerin cazibe merkezi haline gelmiştir. Jeostratejik ve jeoekonomik öneme sahip olan Orta Doğu, I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin bölgeden çekilmesinden sonra istikrarsızlığa sürüklenmiş ve günümüze kadar siyasi, askeri ve ekonomik istikrar bir türlü sağlanamamış ve çatışmalar sürekli hale gelmiştir. Bu kitapta başta Türkiye, İran, Irak, Mısır, İsrail gibi bölge ülkeleri olmak üzere İngiltere, Fransa, ABD, SSCB gibi küresel güçlerin çıkar çatışmaları ve amaçlarına ulaşmada uyguladıkları taktik ve stratejiler siyasi tarih çerçevesinde bilimsel yöntemlerle araştırılmış incelenmiş ve yorumlanmıştır. Özellikle Orta Doğu'ya Türkiye ve Amerika açısından zengin bir bakış katılmış ve Amerika'nın Orta Doğu politikaları ve bunun Türkiye’ye yansımaları araştırmanın temelini oluşturmuştur. Çalışma başta araştırmacılar ve öğrenciler olmak üzere dış politikaya meraklı ve gündemi takip eden herkese faydalı olacaktır.
Özdemir Akbal Suriye Hafız Esad'ın ölümünün ardından iktidara gelen oğlu Beşar Esad'ın idaresinde bir müddet liberal politikalar yürütme çabası göstererek uluslararası alana entegre olmayı amaçlamıştır. Hatta Amerikalı politika yapıcılar Suriye'de olaylar başladığında Esad'ın artık bir reformist olmadığı görüşüne dayanarak ilk müdahale girişiminin kapılarını aralamıştır. Suriye, Arap Ayaklanmalarının da etkisiyle başlayan ve uluslararası politika alanının iki büyük gücü olan ABD ile Rusya Federasyonu'nun müdahalesiyle bir iç savaşa dönüşen süreçte iktidarı bir devletin tüm kurumsal ve ekonomik yapısının çöküşü pahasına elinde tutma çabası gösteren bir idareye sahip olmuştur. Suriye iktidarının bu yapısı uluslararası politika alanında güç mücadelesinin incelenebilmesi için de önemli bir inceleme alanı oluşturmaktadır. Elinizdeki bu çalışma yaklaşık on yıllık bir çabanın neticesinde uluslararası politika teorileri bağlamında güç mücadelesi ve güç kavramı tanımlaması çerçevesinde Suriye olayı ölçeğinde nasıl işlediğini ele almaktadır.
Abdulgani Bozkurt, Abdullah Aydın, Ahmet Ayhan Koyuncu, Ahmet Recai Tekin, Enver Arpa, Göktuğ Sönmez, Güner Özkan, Hakkı Uygur, Kadir Temiz, Levent Yiğittepe, M. Cüneyt Özşahin, Mesut Özcan, Metin Aksoy, Murad Duzcu, Murat Çemrek, Öner Buçukcu, Orhan Battır, Zehra Korkmaz Kökdere İlk yıllarındaki iyimserliği koruyan bir adlandırma ile Arap Baharı, Ortadoğu tarihinde kritik bir kavşak mahiyetindedir. Zira bölgede uzun süre tehir edilmiş sosyolojik taleplerin 2011 yılından itibaren hızla açımlanması bölge açısından uzun erimli politik sonuçlar doğurdu. Öyle ki; Müslüman Kardeşler’den Selefilere uzanan pek çok toplumsal hareket söz konusu süreç içerisinde hızla politik aktörlere evrildi. Ayrıca pek çok kişi için Arap Baharı, Ortadoğu siyasetinde sahip olunan yerleşik tecrübenin aksine yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya siyaset imkânlarının sınandığı bir tarihsel kesit olarak okundu. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde uzun yıllar donuklukla itham edilen Arap ülkelerinde kitlesel mobilizasyonun hızla yoğunlaşması bölgeye yönelik akademik ilginin de giderek artmasına yol açtı.
Bülent Karaatlı Tarih boyunca tüm dünyanın dikkatini üzerine çeken Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesi, “Arap Baharı” olarak adlandırılan sürecin başlamasıyla birlikte uluslararası arenada en fazla tartışılan gündem maddelerinden birisi olarak yer almaya başlamıştır. “Arap Baharı” olarak anılan Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki olaylar, Tunus’ta başlamış, müteakiben Mısır, Cezayir, Fas, Libya, Yemen, Bahreyn, Suudi Arabistan, Ürdün, Umman, Suriye ve Kuveyt’e sıçramıştır. Olaylar, ülkelerin sahip oldukları kendine özgü toplumsal kültür, siyasi birikim, tecrübe, kurumsal yapı gibi özellikler neticesinde her ülkede farklı bir yönde evrilmiş ve süreç her ülkede farklı yaşanmıştır.
Tunus’ta, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında daha az şiddetin ve ölümün yaşandığı olaylar sonucu Cumhurbaşkanı Bin Ali, yönetimi bırakmak zorunda kalmış; geçici hükümet kurulmuş, Kurucu Meclis seçimleri yapılmış ve bu seçimler bu sürecin içerisinde yer alan ülkelerde yapılan ilk serbest ve adil seçimler olarak tarihe geçmiştir. Kurucu Meclis öncülüğünde kurulan Anayasa Komisyonu, ülkedeki her kesime hitap eden ve eski tecrübelerden ders alınarak hazırlanan Anayasayı tamamlamıştır. Müteakiben de Tunus bu anayasaya göre yeni Başbakan ve Cumhurbaşkanını seçerek hem bölge ülkelerine örnek olmuş hem de diğer ülkelerden farklılığını ortaya koymuştur.
Tunus’un tüm bu farklılığı kazanması ve başarılı olmasında tarihî süreç içerisinde Osmanlı ve Fransa ile karşılıklı ilişkiler sonucu yapılan reformlar ve bu reformlar sonucu oluşan eğitimli ve güçlü orta sınıf, kendine özgü sosyal ve siyasi kültür, tecrübe ve kurumsal yapı gibi özelliklerin etkisi büyük olmuştur.
Hande Ortay Bu araştırmada Tunus'un “Arap Baharı” öncesinde ve sırasında kadınların halk hareketine etkilerinin ne yönde ve nasıl olduğu, “Arap Baharı” sonrasında kadınların kazanımlarının neler olduğunun incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmada betimsel tarama ve betimsel analiz yöntemi kullanılmıştır. Araştırmanın çalışma grubunu, erişilen ve katılmayı kabul eden 73'ü kadın 40'ı erkek, 113 Tunuslu oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama araçları olarak kişisel bilgi formu ve anket kullanılmış, verilen cevapların frekans ve yüzdeleri analiz edilmiştir. Araştırmanın sonuçlarına göre katılımcıların; Arap Baharının ortaya çıkmasında Tunuslu kadınların rollerinin olduğunu düşündükleri, Tunuslu kadınların Arap Baharından önceki sosyal, politik ve ekonomik durumunu kötü olarak değerlendirdikleri, Arap Baharı sırasında Tunuslu kadınların önemli rollerinin olduğunu belirttikleri, Arap Baharı sonrasında Tunuslu kadınların sosyal ve politik kazanımlarının olduğunu, bugün Tunus'taki kadınların durumunu katılımcıların çoğunluğunun iyi olarak değerlendirdikleri, kadınların bugün Tunus iç ve dış politikalarını etkilemede geldikleri aşamayı Arap Baharı öncesine göre iyi, ancak daha da gelişmesi lazım şeklinde değerlendirdikleri bulgulanmıştır.
İrfan Kalaycı Dr. İrfan Kalaycı, bu çalışmasında, günümüze dek hep tartışılmış olan Türkiye'nin Avrupalı mı yoksa Orta Doğulu bir ülke mi olduğu sorusuna ekonomi-politik bir yaklaşımla yanıt aramaktadır.
Kitapta, Türkiye için “iki elbiseli” ülke tanımlaması yapılarak Türkiye'nin Avrupalılaşma süreci geçmişten geleceğe ayrıntılı olarak ve tarafsız bir gözle incelenmektedir. Yazar ayrıca, küreselleşmenin Kuzey Yarımküre'de yerleşik ülkeler eliyle yürütüldüğü gerçeğine dikkat çekerek Avrupalı Türkiye'yi ve Türkiyeli Orta Doğu'yu yakından ilgilendiren “Batılılaşma” deyimi yerine “Kuzeylileşme” deyimini önermektedir. Orta Doğu petrolleri incelenirken, petrolün uluslararası politika ve güç ilişkilerinde oynadığı rolü belirtmek için aslında “uluslararası ekonomi-politiğin kalbinin attığı yerin derin petrol kuyuları olduğu” benzetmesi yapılmıştır. Dünya ekonomisi ve politikası konusunda ise günümüzde iki kutuplu bir dünya olmayabileceğini, ancak bunun yerine petro-dolar veya petro-avro ile petrolü arz ve talep eden ülke gruplarının oluştuğu belirtilmektedir. Dr. Kalaycı, petrol zengini bu bölgede su kıtlığının yarattığı gerilime de dikkat çekmekte ve bugün için bir senaryo olmakla birlikte, bölgenin su savaşları açısından yüksek bir potansiyel taşıdığına değinmektedir. “Orta Doğu Ekonomileri ve Türkiye'nin Ülke Politikaları” başlığını taşıyan en “kritik” bölümde ise, çeşitli ölçütler kullanılarak Türkiye'nin negatif ve pozitif ayırımcılıkla yaklaşabileceği ülkeler belirleniyor. Bu çalışmada iki amaç öne çıkıyor: Birisi AB standartlarına kavuşmuş bir ülke olarak Türkiye'nin üç kıta arasındaki birleştirici özelliğini iktisadi alanda da sürdürülebileceğini ortaya koymak, ikincisi de, Türkiye'nin Orta Doğu'da Avrupalı kimliğiyle nasıl bir güç oluşturabileceğini göstermek.
Sonuç olarak kitap; küresel ekonomi, uluslararası finans, medeniyetler uzlaşması gibi konularla ilgilenen herkese büyük ölçüde yararlı olabilecek temel bir kaynak niteliğindedir.
Prof. Dr. Halil Seyidoğlu
Mehmet Akif Okur-Nuri Salık İnsanlık tarihinin önemli dönüm noktalarıyla büyük çatışmalar arasındaki ilişkinin tekerrür etmemesi temennisi, geçen yüzyıl boyunca dünyanın dört bir yanında sürekli dile getirildi. Ancak yine de, her felaketten sonra içilen “bir daha asla” yeminleriyle yeşeren umutların savaş meydanlarından yükselen alevler tarafından kül edilişi engellenemedi. Bu hazin hakikate dair hafızamız, yeni kritik eşiklere yaklaştığını gördüğümüz dünya sistemindeki dönüşümü kaygıyla izlememize yol açıyor. Suriye savaşı, yerel ve bölgesel bağlamlarının yanı sıra, bu küresel dinamiklerle etkileşimi sebebiyle de bir çağ yangını/yangınla çağ değişimi sürecinin önemli sahneleri arasına girmiş vaziyette.
Suriye devletinin iç ve dış politikasını değişik yönleriyle ele aldığımız bu çalışma, işaret ettiğimiz özel tarihsel bağlam sebebiyle yeni anlamlar kazanıyor. Kendisini, “dün”le bağlantı içinde kuran ve “yarın”ı anlamak isteyenlerin sayfaları karıştırdıkça önlerinde açılan pencereleri fark edeceklerini ümit ediyoruz.
Bahattin Keleş Bahrî Memlûkler döneminde XIII. asırdan XIV. asrın sonuna kadar geçen sürede özellikle Orta Doğu'nun mukadderatında önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönem olmuş ve bu bölgede yaşanan siyasi olaylar sadece bölgeyi etkilememiş, bazen yaşanan bu olayların yankıları çok uzaktaki ülke ve devletleri de derinden etkilemiştir. Bölgesel ve uluslararası dış ilişkiler konusu; devletlerin, tarih boyunca üzerinde durdukları ve önem verdikleri konuların başında gelir. Devletlerin bulundukları coğrafyada gerek bölgesel gerekse uluslararası alanda uyguladıkları iyi ve tutarlı politikalar sayesinde hayatiyetlerini uzun süre devam ettirdikleri görülmüştür. Devletlerin başında bulunan liderler, bölgesindeki veya uzaktaki devletlerle sürdürdüğü politikalar ve iyi ilişkiler sayesinde rakip gördükleri ülkelere karşı ittifak oluşturabilmişler ve bu sayede devletlerini bulunduğu bölgesinde daha güçlü kılmışlardır. Memlûkler Mısır, Suriye ve Hicaz Bölgesi'nde varlıklarını yaklaşık iki buçuk asırdan fazla bir süre devam ettirmişlerdir. Tahta geçen sultanlarının başarılı ve dirayetli bir şekilde uyguladıkları politikalar sayesinde Memlûkler, bulundukları stratejik öneme sahip bu bölgede uzun yıllar ayakta kalmışlardır.
A. Murat Ağdemir Devletlerin politikalarını yönlendiren bireylerin düşüncelerinin önemli sonuçlara yol açtığını fark etmek önemlidir. Bu ilişkileri açıklarken tarihin, algıların ve değer yargılarının oynadığı rolü kavramaya çalışmak, yapı ve devlet gibi gayrişahsi güçlerin egemen olduğu açıklamalara insani bir perspektiften yaklaşmak gerekmektedir.
Filistin Sorunu; farklı akademisyenler, yazarlar ve yorumcular tarafından son derece farklı bakış açılarıyla ele alınmıştır. Bu farklı bakış açıları, insanları tartışılmakta olan konu hakkında yeni sorulara ve araştırmalara sevk edebilmektedir. Bu kitapta da özünde toprak paylaşımının bulunduğu Filistin Sorunu; Yahudi liderlerin bakış açısı, değer yargıları, inançları ve tutumları açısından ele alınarak okurlarına farklı bir bakış açısı sunulmak istenmiştir.
Veysel Ayhan Petrol, modern Orta Doğu politikasının şekillenmesinde önemli faktörlerden biri olagelmiştir. I. Dünya Savaşı sonrası dönemde önce büyük güçlerin işgaline uğrayan ardından petrol rezervleri dikkate alınarak birçok devlet arasında paylaşılan Orta Doğu coğrafyası, günümüzde de sahip olduğu enerji kaynakları dolayısıyla krizlerin, savaşların ve çatışmaların odağı olmaya devam etmektedir. I. Dünya Savaşı ile başlayan, 2003 Irak Savaşı ve İran sorunu ile devam eden krizlerin ve işgallerin başında, bölgedeki petrol rezervlerinin olduğu aslında bugüne kadar pek çok araştırmada göz ardı edilmiştir. Bölge ülkelerinin petrol politikasını kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek, petrol ticaretinden pay almak ve küresel bir güç olmak için dönemin tüm büyük güçleri öncelikli olarak Orta Doğu’da askeri, politik ve ekonomik bir denetim kurmaya yönelmişlerdir.  Petrol kaynaklarını kontrol eden güçler, petrolü hem kendi siyasal ve ekonomik çıkarlarını gerçekleştirmek ve hem de diğer güçlerin politikalarını yönlendirmek için geçmişte olduğu gibi günümüzde de kullanmamaktadırlar. Nitekim bu kitabın amacı da Ortadoğu merkezli petrol ve politika ilişkisinin görünmeyen yönlerini okuyucuya sunmaktır.
Samet Yüce Süregelen güç mücadelesi ve emperyalist istekler nihayetinde Birinci Dünya Savaşı'nı kaçınılmaz hâle getirmiştir. Savaşla birlikte İngilizler, Orta Doğu ve Levant bölgesi başta olmak üzere periferindeki çıkar alanlarını korumaya çalışmış; yerel liderlerin manipüle edilerek bir Arap isyanına hazırlanmasından bölgesel işgallerin ve emperyalist parselasyonların yapılmasına kadar birçok karar almışlardır. Söz konusu kararların alınması ve uygulanması noktasında “sahadaki adamlar” da etkili olmuşlardır. Hatta Londra'nın kararlarına rağmen saha gerçeklerini önceleyerek politikaların belirlenmesinde ve/veya yürütülmesinde aktif sorumluluklar almış ve İngiltere'nin emperyalist yayılmasına destek olmuşlardır.
Sir Ronald Storrs, Emir Abdullah'la Mısır'da yaptığı özel görüşmelerinde ayrılıkçı hareketin ilk işaretlerini görmüş; Osmanlı Devleti'ne karşı yıkıcı bir isyanının tasarlanmasında ve teşvik edilmesinde önemli rol oynamıştır. Saha bilgisi, Lord Kitchener ve Emir Abdullah ile yakınlığı ve dil yeteneğinin de yardımıyla Şerif Hüseyin-McMahon yazışmalarını yürütmüştür. Hicaz bölgesine giderek Şerif Hüseyin ile bizzat görüşmüş ve Arap İsyanıyla ilgili sahada detaylı gözlemler yapmıştır. Ayrıca Arap Bürosu çalışanlarından T. E. Lawrence'ı da yanına alarak Şerif Hüseyin ve ailesiyle tanışmasını sağlamıştır.
Savaş sonrası dönemde Storrs, Londra hükûmeti tarafından yetkilendirilerek sırasıyla Kudüs Askerî Valisi, Kıbrıs Sömürge Valisi ve Kuzey Rodezya Sömürge Valisi yapılmıştır. Entelektüel bilgi birikimi ve yöneticilik tecrübesiyle hareket eden ve geç Viktorya dönemi yöneticilerinin karakteristik özelliklerini yansıtan Storrs'un her zaman önceliği, İngiltere'nin emperyalist istek ve değerlerini savunmak olmuştur.
Hasan Emir Aktaş İran, bilhassa Orta Doğu'da üstlendiği iddialı rol ile ve Şii dünyasında yürüttüğü müdahaleci misyonla dikkat çekmekte ve dünya gündeminde geniş bir yer tutmaktadır. Aslında İran'ın dış dünyadaki ve uluslararası arenadaki görünümlerini buzdağının görünen kısmı olarak değerlendirmek yanlış bir yaklaşım olmayacaktır.
Acaba nevi şahsına münhasır bu teokratik Şii devleti nasıl bir süreç sonucunda kurulmuş, hangi sosyal ve siyasi dinamikler etrafında şekillenmiştir? Modern dünyadaki bu tek Şii devletin siyasi görüşü ve stratejik hedefleri hangi ideolojik temellere dayanmaktadır? Tarihî süreçte yaşadığı büyük kırılmalar, iç olaylar ve dış gelişmeler bugünkü İran devletinin ve siyasi toplumunun yapısını nasıl etkilemiştir?
Bu kitapta, İran'ın sosyal yapısı ve siyasi sistemi geçmişten bugüne çok yönlü bir perspektifle ve olabildiğince dengeli ve ilmî bir bakış açısıyla analiz edilmeye çalışılmıştır.
İbrahim Ramazani İran'da eğitim sistemi, ulusal kimlik oluşturmanın önemli bir parçası olarak görülmekte ve ders kitapları bu sürecin merkezi unsurlarından birini oluşturmaktadır. Ders kitaplarında İran'ın çok kültürlü yapısı ve farklı diller, dinler ve etnik grupları yer almaktadır; ancak, İranlı ideal bir vatandaşın tanımı genellikle Şiileştirilmiş Pers kimliğiyle özdeşleştirilmektedir. Şii İslam'ın ve Fars dilinin öne çıkarıldığı ders kitaplarında diğer diller ve dini azınlıklar genellikle göz ardı edilmiş veya sınırlı bir şekilde ele alınmıştır ve Şii-Fars kimliği İranlıların birlik ve beka nedeni olarak gösterilmektedir. Ayni şekilde, ders kitapları İran'ın tarihini ve kültürünü de genellikle Şii ve Pers merkezli bir bakış açısıyla sunmaktadır. Bu durum, ülkedeki azınlık gruplarının kimliklerinin dışlanmasına ve ötekileştirilmesine yol açabilmektedir. Ders kitaplarında yer alan söylemler, bir yandan ulusal birlik ve bütünlüğü sağlama amacı güderken, diğer yandan toplumsal gruplar arasında gerilimlere ve ayrımcılığa neden olabilecek unsurlar taşımaktadır.
Mehdi Matinjavid Bu kitap, İran İslam Cumhuriyeti ve Suudi Arabistan Krallığı ilişkilerinde yaşanan uyuşmazlıkların nedenlerini değerlendirmektedir. Kitapta, özellikle iki ülke arasındaki uyuşmazlıklarda mezhepsel kimliğin rolünün ne olduğu sorgulanmakta; mezhepçiliğin Tahran ve Riyad arasındaki sorunların ana kaynağı olmadığı, bir siyasi silah olarak jeopolitik ve jeostratejik hedefler doğrultusunda kullanıldığı ortaya koymaktadır. Politik-mezhepçilik ve jeo-mezhepçilik olgularının; mezhepsel kimliğin İran ve Suudi Arabistan liderleri ve yönetici seçkinleri tarafından sosyal olarak inşa edilmesi, manipülasyonu ve araçsallaştırılması sonucunda ortaya çıktığı kitabın ana fikrini oluşturmaktadır. ABD'nin uzaktan dengeleme stratejisini yeterli bulmayan Suudi Arabistan'ın, İran'ı dizginlemek ve dengelemek için ne şekilde bir geniş kapsamlı dengeleme çabasına giriştiği kitapta detaylı bir şekilde incelenmektedir.
Göktuğ Sönmez, Gökhan Batu, Pınar Demirci Bu kitapta, 1979 Devrimi'yle birlikte İran'ın geçirdiği dönüşümün ülkenin bölgesel etki arayışına nasıl yansıdığı, ülkenin asimetrik savaş stratejisi ve bunun bölgedeki çıktıları, teorik temelleri ve pratik örnekleriyle ele alınmaktadır. ABD tarafından 3 Ocak 2020'de Bağdat Havaalanı'nda bir drone saldırısıyla öldürülen Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, bu bağlamda bölgede özellikle Arap Baharı sonrası ortaya çıkan dengelerde ciddi rolü olan aktörlerden biriydi. Irak'ın işgali (2003) sonrası dönemde İran'ın, tehdit algısı doğrultusunda bölgede diğer güçlerle girdiği mücadele kapsamında uygulamaya koyduğu asimetrik yöntemler vasıtasıyla nüfuzunu arttırmasında Süleymani'nin sahadaki rolü dikkat çekiciydi. İşte bu kapsamda suikast sonrasında daha sıkça tartışılmaya başlanan ancak henüz kapsamlı bir analizi yapılmamış olan İran'ın bölgede vekalet savaşları bağlamındaki çabaları bu çalışmada bütüncül olarak ele alınmaktadır. Zira Süleymani ve Süleymani suikastının ve bu suikastın bugüne ve geleceğe yansımalarının anlaşılabilmesi için Süleymani'nin temsil ettiği, "direniş ekseni" söylemiyle pekiştirilen İran'ın bölgesel etki ve yayılma stratejisinin öncelikle anlaşılması gerekmektedir.
Zafer Balpınar Yahudiler, Filistin coğrafyasında kendilerine ait bir devlet kurmak ve daha sonra da edinimini korumak için aynı toprağı kendine yurt kabul eden Filistinlilere karşı sıfır toplamlı bir mücadele içinde olmuşlardır. Mücadelenin sıfır toplamlı ve sürekli olması birçok alt bileşenle vücut bulan bir demir yumruk anlayışını ortaya çıkarmıştır. Bu çalışma, İsrail'in demir yumruk politikasını yani Filistinlileri baskı altına alma ve onların davranışlarında değişiklik oluşturmaya ilişkin anlayış, beklenti, tutum ve eylemlerini, şiddetin doruğa çıktığı ve barış arayışı için müzakerenin ilişkilere hâkim olduğu iki uç nokta bağlamında ele almaktadır. Gelecekte tekrar etmesi muhtemel dönemler olduğunu öngören bu ele alış yaklaşımıyla süreçler yeniden ortaya çıktığında olayları, gidişatı ve İsrail’in tutumunun ne olacağı, tutumunun arkasındaki nedenleri şimdiden anlamaya imkân tanımayı amaçlamaktadır. Çalışma; İsrail'in politikasını, anlayışını ve davranışını açığa çıkarmayı hedeflediğinden tarafsız değil bilakis taraflıdır. Taraflılık haklı bulmak manasında değildir. İstenilen İsrail'in durduğu yeri görünür kılmak ve netleştirmektir. Böylelikle İsrail'i anlamaya ve açıklamaya çalışanlara, İsrail'in durduğu yeri belirleyerek kendi duracağı noktayı tespit etmeye çalışanlara, İsrail ile ilgili bir politika, tutum ve davranış geliştirmek niyetinde olanlara veya en basitinden bu iki toplumun meselesi nedir, diye soranlara İsrail'in perspektifinden cevap vererek bir analiz açısı sunulmaktadır.
Ali Semin Bu kitapta, Irak devletinin kimlik ve dış politika inşasında Şiiliğin rolü incelenmektedir. Konu ise iki temel amaca sahiptir. Bunlardan ilki, bölgedeki mezheplerin etnik farklılıklar üzerinden açıklanıp açıklanamayacağıdır. Bu bağlamda Şiiliğin bir mezhebi mi yoksa bir etnik bölünmeyi mi temsil ettiğinin yanıtları aranmıştır. Ayrıca Şiiliğin bölgedeki kültürel farklılaşma üzerindeki etkileri de başka bir çalışma sorusudur. Çalışmanın ikinci amacı, Türkiye'de konu ile ilgili literatür eksikliğine bir katkı sunmaktır. Türkiye'nin Orta Doğu politikalarında önemli bir yere sahip olan Irak'ın temel siyasi ve kültürel dinamiklerini yakından incelemek Türkiye-Irak ilişkilerini anlayabilmek açısından da oldukça önemlidir. Geçmişten günümüze Irak'ın tarihsel ve kültürel arka planını ana kaynaklar üzerinden okumak ve birincil kaynaklar üzerinden bir analiz yapmak meselenin çok daha sağlıklı bir biçimde anlaşılmasına katkı sunacaktır. Bu çalışmada ağırlıklı olarak birincil kaynaklar üzerinden Irak'ın ve Şiiliğin analizi detaylı bir biçimde yapılmıştır. Öte yandan uzun yıllar süren saha çalışmalarında elde edilen veriler de bu kitabın temel kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Hem Irak devletinin hem de Türkiye-Irak ilişkilerinin bugününü anlayabilmek için geçmişten bugüne bir bütünlük içinde incelenen bu konu, Orta Doğu çalışmaları ve Türk dış politikasına ilgi duyan tüm okurlar açısından temel bir kaynak vazifesi görecektir.
Barış Doster, Behlül Özkan, Bilgehan Alagöz, Ceyhun Çiçekçi, Çağdaş Üngör, Emre Erşen, Özden Zeynep Oktav, Sinem Kocamaz, Tarık Oğuzlu Ortadoğu coğrafyasının küresel siyaset gündemindeki yeri, son yıllarda yaşanan gelişmeler ışığında yeniden tanımlanırken bölge dışı küresel aktörler ve önemli bölge ülkelerinin dış ve güvenlik politikalarına etki eden faktörlerin doğru bir şekilde anlaşılması, hiç olmadığı kadar önem arz ediyor. Bu kitap, uluslararası ilişkiler alanında çalışan akademisyenler tarafından bölge dinamiklerinin daha iyi analiz edilebilmesi adına yapılan çalışmalara bir katkı olarak hazırlandı. Bölge üzerine çalışan bilim insanları ve bölgeye ilgi duyan kamuoyu, bu kitaba katkı veren yazarların ulaşmayı arzu ettiği hedef kitleyi oluşturuyor. Ortadoğu'nun değişen dinamikleri üzerine yapılan akademik ve akademik olmayan çalışmaların artan bir şekilde kamuoyunun bilgisine sunulduğu son zamanlarda, bizler de bu sürece bir katkı vermek istedik ve yoğun araştırmalar neticesinde bu eseri ortaya çıkardık.
Türk dış politikasında karar verici konumda bulunan yöneticilerin Ortadoğu'da yaşanan gelişmeleri doğru bir şekilde okuyup buna uygun ulusal çıkar ve politikalar belirleme sürecinde bu kitabın faydalı olacağını düşünüyoruz.
Ali Kuzudişli, Emine Zeytinli, Gitit Holzman, M. Mustafa Kulu, Ramit Das, Sadık Kirazlı, Semih Gökatalay, Sweta Singh As far as Jewish and Israeli studies in the East, outside of Israel, is concerned, it began to develop as an academic discipline from the 20th century onwards and gained momentum after the establishment of the State of Israel, but it is still not so well-developed as in the West.
From the perspective of history and sociology of knowledge, Muslim East has more advantages in comparison with non-Muslim East, as far as Jewish and Israeli studies are concerned, because Muslim scholars paid serious attention to accumulate knowledge about Judaic knowledge, which they called Israiliyyat. There is the possibility of the emergence of new approaches in the field of Israiliyyat by applying the scientific method to its subject matter. So far the traditional method has been used to study the Israiliyyat. The usage of a new approach and new method will help to transform Jewish and Israeli studies (also called new or modern Israiliyyat) in the Muslim East. In addition, new information about Israel and Judaism should be internalized from the West and the non-Muslim East and incorporated into what the subject already knows.
While the traditional method has been used so far in Israiliyyat, a systematic review of the traditional Israiliyyat approach has not been performed. The sources and methods of knowledge acquisition in the field of Israiliyyat should be subjected to a critical approach to reveal the strengths and weaknesses of old knowledge.
Abdulgani Bozkurt, Behice Canatan, Betül Yasemin Keskin, Birkan Kemal Ertan, Canan Özge Eğri, Erhan Akkaş, Furkan Yıldız, Güldenur Çetin, Hakan Ünay, Halil Kürşat Aslan, Haris Ubeyde Dündar, İsmail Köse, M. Tahir Kılavuz, Mesut Özcan, Murat Aslan, Murat Çemrek Arap ayaklanmaları ülke içi siyasal sistemleri sarstığı kadar bölgedeki tüm devletleri de
etkilemiştir. Arap dünyasında yaşanan bu değişimler Ortadoğu bölgesine olan ilgiyi de artırmıştır. Ayaklanmalarının ortaya çıkış sebepleri ve sonrasında yaşanan gelişmelerin nedenleri merak konusudur. Ortadoğu devletlerinin iktisadi ve siyasal yapılarını anlamak bu noktada önemli hale gelmiştir. Yaşanan olaylar ve tarihsel bağlam içerisinde ekonomik ve siyasal konjonktürün bağlamın birlikte analiz edilme ihtiyacı, elinizdeki çalışmanın ortaya çıkışında temel motivasyon kaynağıdır. Bu kitapla, Orta Doğu'nun siyasal ve ekonomik gerçekliğine dair tekil örneklikler yerine daha geniş bir perspektif sunulması hedeflenmiştir. Tarihi tecrübeler ışığında bölgenin siyasal ve ekonomik fotoğrafı birlikte çekilmektedir. Bu kapsamda, ekonomi politik perspektiften kapsamlı bir çalışma olarak bu kitap, son yıllarda bölgedeki gelişmelere dair artan ilgiye cevap vererek, okuyucuya
katkı sunacaktır.
Fatma Kurt Sarıaslan Ana merkezi dış politika olan bu çalışmada, Orta Doğu ülkelerinden İran, Suriye, Irak, İsrail, Lübnan, Mısır, Yemen, Filistin ve Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki siyasi ilişkiler tarihsel bir perspektifle ve bölgede geçmişten günümüze dek yaşanan krizler ekseninde incelenmektedir. Okuyucu bu kitapta, bölge ülkeleri ile Türkiye arasındaki siyasi ilişkilerin geçmişten günümüze kadar gelişiminin izini sürerken, aynı zamanda tarihten günümüze bölgede yaşanan önemli krizlerin de öyküsünü Türk Dış Politikası bağlamında okuma fırsatı bulacaktır. Bu bağlamda kitapta, Süveyş Krizi’nden Filistin meselesine, İran-Irak Savaşı’ndan su sorununa, Lübnan ve Yemen iç savaşlarından Körfez savaşlarına, Arap isyanlarından Mavi Marmara Saldırısı’na, Tahrir Devrimi’nden Kaşıkçı Cinayeti’ne, Suriye Krizi’nden Barış Pınarı Harekâtı’na kadar bölgedeki tarihsel ve güncel muhtelif konular Türk Dış Politikası ve ikili siyasi ilişkiler çerçevesinde okuyucuya sunulmaktadır.
Abdulgani Bozkurt, Abdullah Erboğa, Muharrem Hilmi Özev, Necmettin Acar, Özdemir Akbal, Veysel Kurt, Wissam Aldien Aloklah Orta Doğu bölgesi tarih boyunca uluslararası siyasetin öncelikli gündem maddeleri arasında kendisine yer bulmayı başarmıştır. Türk dış ve güvenlik politikasında Orta Doğu'nun öneminin arttığı son dönemde ülkemizde de bölgeye yönelik ilgi ciddi bir artış gösterdi. Orta Doğu devletlerinin dış politikalarına dair yazılan analizlerde görülen en önemli eksiklerden birisi, “Bölgesel düzenin yapılandırılmasındaki asıl faktör küresel aktörlerdir.” kabulünden hareketle devlet içi yapılanmaları önemli ölçüde dikkate almamış olmalarıdır. Bölge siyasetine yakından baktığımızda bölge ülkelerinin devlet yapılanmalarında ve ülkelerin dış politikalarının belirlenmesinde ülke içi yapıların önemli bir etken olduğunu görebilmekteyiz. Bu çalışmanın temel amacı, Orta Doğu'da ülkelerinde devlet oluşumu ve dış politika yapımı süreçlerinde elitlerin oynadığı rolü açığa çıkarmaktır. Bölgeye dönük genelleme yapabilmek için bölgenin halkı Arap olan yedi ülkesi seçilmiş ve bu ülkelerde devlet oluşum ve dış politika yapım süreçlerinde elitlerin oynadığı role ışık tutulmaya çalışılmıştır. Çalışma bu yönüyle Türkçe literatüre önemli bir katkı yaparak Orta Doğu çalışmalarına yönelik önemli bir açığı kapatacaktır.
Hasan Karaköse Avrupa devletlerinin, başta Suriye olmak üzere diğer Arap bölgelerinde eğitim ve misyonerlik faaliyetleri ile yürüttükleri gizli, yıkıcı, sinsi faaliyetleri, bu devletlerin Orta Doğu’da siyasi güçlerinin artmasına yol açtı. XIX. yüzyılda Fransızların Katolikler içinde, Amerikalıların Protestanlar arasında, Rusların Ortadokslar ile başlattıkları gizli çalışmaların yanı sıra, İngilizlerin de Hicaz Bölgesi olmak üzere Arabistan topraklarında yıkıcı faaliyetleri, Orta Doğu’nun önemli kısımlarını fitne ve fesat yuvası hâline dönüştürdü.
Birinci Dünya Savaşı, Orta Doğu’nun en güçlü devleti olan Osmanlı Devleti’nin sonunu getirmiş ve bölgede sömürgeci Batı devletlerinin istekleri doğrultusunda yeni bir düzenin kurulmasına zemin hazırlamıştır. Savaş sonrası yürürlüğe konan manda rejimi Osmanlı Devleti’nden koparılan yerlerin yönetiminde sömürgeci devletlerin isteklerini resmîleştirmiştir. Avrupa’nın bölgeye nüfuzunun artması, Hıristiyan azınlıkları himayeci sıfatı ile kendi çıkarlarına alet etmesi ve milliyetçilik düşüncesinin bölgeye yerleşmesi ile bölge, istikrarsız bir döneme girmiştir Bu istikrarsızlık kanlı bir biçimde günümüze kadar gelmiştir. Fransa, Katoliklere; Rusya, Ortodokslara; İngiltere ise Dürzîlere ve Araplara destek vererek Orta Doğu’nun geleceğini biçimlendirme siyasetini sürdürmüşlerdir. Daha sonraları Amerika ve İsrail'in buraya yerleşmesi ile boyutu daha da genişleyen güç gösterilerini ve hesaplaşmaları bugün tüm dünya sadece seyretmektedir. Bu kitapta on dokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başlarında Orta Doğu’da büyük güçlerin rekabetini, hesaplaşmalarını ve bölgeyi nasıl bölüştüklerini göreceksiniz.
Yıldırım Deniz Zengin petrol ve doğalgaz yatakları ile semavi dinlerin merkezi olması cihetiyle tarihin her döneminde bir cazibe merkezi olmuş olan Orta Doğu, bu özelliklerinin doğal bir neticesi olarak her dönemde çatışmalara ve savaşlara sahne olmuş talihsiz bir coğrafyadır. Klasik yaklaşımların ortaya koyduğu güç veya refah gibi faktörler, Orta Doğu'da uluslararası ilişkilere dair yaşanan olayların açıklanabilmesinde yetersiz kalmaktadır. Bu yüzden bölgenin sahip olduğu iç dinamiklerin çok iyi bilinmesi gerekir. Bölgede yaşanan olayların açıklanabilmesinde en önemli iç dinamiklerden bir tanesi “Selef” din anlayışıdır. Bu kitap, Selefliğin ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı, hangi tarihsel süreçlerden geçerek günümüze ulaştığı, türlerinin neler olduğu, bölgede yaşayan insanları, olayları ve uluslararası ilişkileri nasıl etkilediği gibi soruların cevaplarını vererek Orta Doğu'da yaşanan olayların ve çatışmaların nedenlerini anlatmaktadır.
Ali Sarıhan Askerî darbeler dünyanın birçok yerinde şahit olunan antidemokratik müdahaleler olmakla beraber Orta Doğu ve Kuzey Afrika (MENA) bölgesi, darbelerin en çok görüldüğü yerlerden birisidir. Bin Ali, Kaddafi ve Mübarek ise bu bölgede uzun yıllar iktidarda kalmayı başararak başarılı diktatörler olarak adlandırılmayı hak etmişlerdir. Her üç liderin de demokrasi ile barışık olmadıkları ve yönetimleri sürecince antidemokratik yöntemlerle ülkelerini yönettikleri bilinirken, bu liderlerin uzun süre darbeye maruz kalmayan iktidarları, üç diktatörün başarısı olarak adlandırılmaktadır. Bu önemli nokta unutulmamalıdır ki başarı olarak görülen, liderlerin yaptıkları antidemokratik icraatlar veya kurdukları antidemokratik düzen değil MENA gibi zemini kaygan bir bölgede uzun süre diktatörlüklerini koruyabilmeleri ve iktidarda kalabilmeleridir. Bu kitap, bu üç liderin iktidarlarını nasıl kurduklarını, koruduklarını ve sürdürdüklerini inceleyerek okuyucuya karanlık üç pencerenin ardındaki bilinmeyenleri sunmaktadır.
Kemal İnat Ülkemizin de çok önemli bir parçasını oluşturduğu Ortadoğu konusunda araştırma yapan akademik çevreden olan ya da olmayan herkes için değerli bir kaynak olma amacı taşıyan Ortadoğu Yıllığı “Çekirdek Ortadoğu” diye bilinen, Türkiye, İran ve Mısır ile bunların arasında kalan Arap Yarımadası’nda yer alan ülkelerdeki bir yıllık gelişmelere ışık tutmaktadır. Bölgenin Filistin dâhil olmak üzere 16 ülkesinin incelendiği” Ortadoğu Yıllığı 2005” söz konusu ülkelerin dış ve iç politikalarında yaşanan ilgili yıla ait gelişmeleri ele alan, yorumdan çok bilgi ağırlıklı yazılardan oluşmaktadır. Kitabın son bölümünde ayrıca, Ortadoğu’nun siyasi, ekonomik ve sosyal yapısına ilişkin, ilgili yıldan bağımsız makaleler yer almaktadır. Kitap, özellikle Ortadoğu konusunda araştırma yapan öğrencilere hitap etmektedir ve bundan sonra her yeni yılın başında, bir önceki yıla ait yıllığın çıkarılması öngörülmektedir.
Kemal İnat, Muhittin Ataman

Ortadoğu Yıllığı 2006 kitabı, Ortadoğu Yıllığı 2005 adlı çalışmamızın devamı olarak ülkemizin de çok önemli bir parçasını oluşturduğu Ortadoğu konusunda araştırma yapan akademik çevreden olan ya da olmayan herkes için değerli bir kaynak olma amacı taşımaktadır. Kitapta, Çekirdek Ortadoğu, olarak adlandırdığımız bölgede yer alan 15 ülkenin ilgili yıla ait gelişmelerinin yanı sıra Türkiye’nin Ortadoğu politikasına ve 2006 yılından bağımsız bir şekilde Ortadoğu yıllığı ile ilgili makalelere yer verilmiştir. Ancak bu yıldaki bağımsız makaleler bölümünde yeni bir projenin bir parçası olarak, Büyük Güçlerin (ABD, Çin, İngiltere ve Fransa) Ortadoğu politikalarını inceleyen yazılara yer verilmiştir. Her yeni yılın başında, bir önceki yıla ait yıllığın çıkarılması şeklinde bir dizinin parçası olarak öngörülen çalışmaların 2007 yılı incelemesinde diğer büyük ülkelerin Ortadoğu politikalarının analizi amaçlanmaktadır.

Hakkı Uygur, M. Tahir Kılavuz, Mehmet Evkuran, Mehmet Toprak, Oğuzhan İrgüren, Ramazan Yıldırım, Süleyman Güder 2011 Arap ayaklanmaları sonrasında Ortadoğu'yu anlamak ve anlamlandırmak için gerekli mihenk taslarından birinin de bölgedeki siyaset-din ilişkisi olduğu kayda değer bir husus olmakla beraber konunun önemi günden güne artmaktadır. Biz de Türkiye'deki akademisyenler olarak bölgedeki gelişmeleri ve olayların arka planını ele almaya çalıştık.
İLEM İslam Siyaset Düşüncesi Projesi kapsamında "Ortadoğu'da Siyaset ve Din" üst başlığı altında bir dizi seminer gerçekleştirdik. Amacımız bölgedeki siyaset-din ilişkisini farklı dinî ve siyasi ekoller üzerinden anlamaya çalışmaktı. 2017 yılında bölgede etkin iki ana akım olan $ii ve Sünni siyaset düşüncelerinin kökenlerinden günümüz siyasi yansımalarına kadar farklı yelpazedeki meseleleri ele almaya çalıştık. Elbette ele aldığımız meseleler ne seminerler aşamasında ne de kitapta yer aldığı şekliyle sınırlıdır; çok daha kapsamlı uzanımlara sahiptir. Yine de kapsamlı ve temsil gücü yüksek bir eser ortaya koymaya çalıştık.
Cânip Kocaoğlu Sünni İslam'ın muhafazakâr ve bağnaz bir kolu olan Selefîlik, çağdaş İslam düşünce anlayışına ters düşmesi ve küresel jeopolitik düzen üzerinde oluşturduğu kaotik etkisi nedeniyle son yıllarda çokça araştırılan bir konu hâline gelmiştir. Başlangıçta, erken İslam döneminin saf uygulamalarına geri dönme arzusunda kök salmış olan Selefîlik, zaman içinde farklı yorumlarla gelişerek bölgesel ve küresel etkilere yol açmıştır. Selefîliğin modern dünyadaki karmaşık rolünü anlamak için tarihsel kodlarını ve bölgesel etkilerini anlamak önemlidir.
Selefîlik anlayışı; tarihsel, kültürel ve jeopolitik faktörlerin etkisiyle bölgelere göre değişir. Suudi kraliyet ailesi ile aşırı muhafazakâr Vahhabi din adamları arasındaki ortaklığın, Selefîliğin küresel alanda yayılmasında önemli bir etkisi oldu. Suudi Arabistan'daki dinî yapı, Selefîlikle benzerlikler taşıyan Vahhabi öğretilerinin yayılmasını destekledi. Suudi Arabistan'ın mali kaynakları; camilerin, dinî okulların inşasına ve Selefî edebiyatın dünya çapında yayılmasına katkıda bulunmuştur.
Bu kitap, Selefîlik inancının tarihsel süreci ve temel bazda doktrinleri hakkında detaylar vermektedir. Suudi Arabistan'ın Selefîlik üzerine geliştirdiği politika, bölge ülkelerinde de etkilerini göstermektedir. Yine bu çalışma Suudi Arabistan'ın dinî ideolojisi olan Selefîliği, rejimi ve hanedanlığı ayakta tutmak için dış politika aracı olarak nasıl kullandığından bahsetmektedir. Özellikle Suudi Arabistan'ın çevresinde Şii Hilali olması ve kendi petrol bölgelerinde Şiilerin yaşaması Suudi rejimi üzerinde güvenlik kaygıları yaratmaktadır. Suudi yönetimi, bu bağlamda, bölgenin güç dengelerine dikkat etmekte ve yaşanan gelişmeleri mezhepsel bakış açısıyla değerlendirmektedir. Suudi Arabistan Devletinin Selefîlik inancını İslam ülkelerine nasıl yaymaya çalıştığını ve bunu hangi kaygılarla yaptığını açıklamaya çalışmaktadır. Ayrıca küresel anlamda etkileri olan; radikal, cihadi, selefî örgütlerin hangi düzlemde geliştiği üzerinde durulmaktadır.
Ahmet Bülbül Federal Almanya Cumhuriyeti, dünyanın en büyük dördüncü ekonomisine sahip bir ülke olarak hem AB içinde hem de uluslararası alanda önemli bir oyuncudur. Özellikle, 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılması ve bunun ardından 1990'da birleşen Almanya'nın tam bağımsızlığını kazanması ve iki kutuplu dünya düzeninin sona ermesi ile Alman dış politikasının ulusal, bölgesel ve küresel çerçeve koşulları temelden değişmiştir. Bu değişim, Almanya için dış politikada daha fazla eylemin ve hareket alanının artmasının yanında Avrupa ve dünyada Almanya'dan daha fazla sorumluluk almasına yönelik beklentileri de arttırmıştır. Almanya'nın genel dış politikasında görülen bu değişimin Merkel'in 2005 ve 2017 yılları arasındaki başbakanlığı döneminde Orta Doğu politikasına nasıl yansıdığı bu kitabın ana sorunsalını oluşturmaktadır. Şansölye Merkel'in bu döneminde, İkinci Körfez Savaşı ve Arap Baharı sonrasında ortaya çıkan gelişmeler ile birlikte Almanya'nın Orta Doğu'daki devletler ile siyasi, ekonomik ve askeri ilişkileri derinlemesine incelenmeye çalışılmıştır. Bu kitap, Merkel dönemi Almanya'nın Orta Doğu politikasındaki değişim ve sürekliliklere odaklanmaktadır.
Remzi Çetin “İsrail Devleti” (Medinat Yisrael) ve Yahudiler, konumlandıkları bölgede ve dünyada adlarından sıkça söz ettirmektedirler. Bu esere ulaşan okur, İsrail ve Yahudi tarihine ilişkin çok çeşitli bilgileri, Türkçe, İngilizce ve İbranice kaynaklar ışığında okuyacaktır. Yahudi siyaseti ile Yahudi sol kültürünün Kıta Avrupa'sındaki gelişimini ve İsrail Devleti'ne giden sürecini, tarihsel arka plan eşliğinde anlatan bu kitap, devletin ilk 28 yılında sağ-sol arasındaki iktidar mücadeleleri ile İsrail siyasi ve toplumsal tarihi açısından kırılma noktası olarak görülen dönemin önemli gelişmelerini analiz etmektedir. Eser, ayrıca, İsrail'in kurumsal yapısı ve “Koalisyonlar Tarihi”ne de odaklanıp İsrail siyasetinde üç önemli aktör olan Şimon Peres, Yitzhak Rabin ve Ehud Barak dönemlerinin başat olayları ekseninde okura, İsrail'in geçmişten günümüze uluslararası ilişkileri, diplomasisi ve devlet psikolojisi hakkında da etraflıca bilgi sunmaktadır.
----
“Çarenin çare olabilmesi için herkese çare olması gerekir; ancak tüm ülkeler özgür olursa Yahudiler de özgür olabilir.” (Bernard Lazare)
“Şiddet, İsrail demokrasisinin altını oyuyor ve reddedilip kınanmalıdır. İsrail Devleti'nin yolu bu değildir. Bizim yolumuz demokrasidir. Bu, zorluklarla ve acılarla dolu olan bir yoldur. İsrail için acısız bir yol yoktur; ancak barış yolu, savaş yoluna tercih edilir.” (Yitzhak Rabin)
“Egemen bir devlet, halkına karşı sorumludur. Bu nedenle de yapması gerekenleri yapar. Kaldı ki Ortadoğu, 'zayıf olana merhamet gösterilen bir yer' değildir. Halkımızı koruma görevimiz var. Bu da saldırılar karşısında yumuşak olmamıza olanak sağlamıyor.” (Ehud Barak)
“İsrail'de barışı, 'sadece sağ partilerin gerçekleştireceği' düşüncesi söylenceden ibarettir.” (Şimon Peres)
----
*Bu eserden elde edilecek tüm telif hakkı bedeli, üniversiteli öğrencilere yemek bursu olarak katkı sağlayacaktır. Satın alınan her bir kitap, bir üniversitelinin öğle yemeğini karşılayacaktır. “Birlikte daha güzeliz!”
Murat Aktaş The popular uprisings starting from Tunisia in December 2010 and spreading quickly to other Arab countries brought the most extensive social and administrative changes to the Arab World, since the end of the Second World War. These unpredictable and spontaneous upheavals in the Arab World, began with people taking to the streets to express their anger and disappointment with the status quo, surprised not only the effective political actors in the region such as United States, Russia and European Union but also all the world.
Dr. Murat Aktas

The recent global financial and economic crisis has wreaked havoc across the globe and it is in that context that the Arab uprisings have occurred. The question becomes whether the global situation was a main cause of those recent events. It is beyond question that the global capitalist system is in a profound crisis. Capitalist decline manifests itself in two major ways.
Prof. Dr. Ibrahim G. Aoudé

The European financial crisis coupled with the Arab Spring marked the decline of the European Union. The Anglosaxons were able through instigated uprisings in Tunisia and Egypt to overthrow in Africa the two pillars of Sarkozy's building of the Union for the Mediterranean, i.e. Ben Ali and Mubarak obliged Sarkozy to bombard his other friend, Gaddafi, in return for a small piece of the Libyan energy cake.
Prof. Dr. Dimitri Kitsikis

Russia and West were actually surprised by the events developing in the Middle East and for the most part they shared consent on how to approach each Arab country problems as they unfolded, except in the case of Syria and Libya. The events surrounding the Arab Spring had forced countries to take sides.
Irena Rajchinovska Pandeva
İbrahim Karataş This book analyzes the role of soft power in Qatar's foreign policy. Although Qatar is a small state, it could ensure its sovereignty and security through its soft power instruments. Thanks to hydrocarbon revenues, the Sheikhdom could become a regional actor through its assertive foreign policy, established one of the biggest media companies, namely Al Jazeera TV network, made new friends by foreign aid and overseas investments, could win the bid for hosting FIFA 2022 World Cup, and so on. In addition, personal efforts of incumbent Emir Tamim Al-Thani, former Emir Hamad Bin Khalifa and his wife Sheikha Moza have shown how soft power of individuals can change the destiny of a country. The book analyzes Qatar for the concept of soft power since the small country is one of the most successful countries wielding soft power. It also lays down the author's theories about the concept, which he tries to include to the literature.
Aziz Balcı Türkiye, Rusya ve İran, gerek bulundukları coğrafi konum itibariyle gerekse bu konum ile ilişkili olarak yürüttükleri siyasi, askerî, ekonomik, kültürel olmak üzere birçok yönden değerlendirilebilecek ilişkiler bütünü açısından tarihsel düzlemde çeşitli siyasi sistemlerle ve isimlerle var olmakla birlikte, günümüzde de bu ilişkiler çerçevesinde politika uygulamaya devam etmektedirler. İran açısından Şah yönetiminin devrilerek bir rejim değişikliğinin yaşandığı 1979 İslam Devrimi ve Rusya açısından 1991'de Soğuk Savaş'ın resmî olarak bitişiyle birlikte yaşanan değişim, bu iki ülkenin dış ve güvenlik politikalarında da önemli değişimlerin meydana gelmesine neden olmuştur. Bununla birlikte 2000'li yılların başından itibaren Vladimir Putin'in Rusya'da seçimleri kazanarak iktidara gelmesi, bu ülkenin bölgesel ve küresel politika yapım sürecini her ne kadar ideolojik olarak tanımlanmasa da SSCB dönemi ile birtakım benzerlikleri hatırlatacak şekilde, özellikle yakın çevre etki alanında yeniden var olmak yönünde şekillendirmeye başlamıştır. Türkiye ise Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sistemik değişim anlamında büyük oranda etkilenmesine rağmen özellikle 2000'li yıllarla birlikte AK Partinin iktidara gelmesiyle iç dinamiklerin şekillendirdiği bir anlayışla dış ve güvenlik politikasını yeniden düzenlemiştir.
Bu çerçevede geniş anlamda 2000'li yılların başından itibaren, dar anlamda 2015 yılından sonra, Türkiye, Rusya ve İran'ın gerek kendi dış ve güvenlik politikalarının gerekse birbirleri arasındaki ilişkilerinin analiz edilmesi, bu kitabın temel konusunu oluşturmaktadır. Bu kitapta üç ülke arasındaki ilişkiler analiz edilirken Uluslararası İlişkiler disiplininin Kopenhag Okulu yaklaşımları ekseninde bir incelemesi yapılmış, bu anlamda özellikle yeni dönemde bir bölgesel güvenlik kompleksinin oluşum ihtimali de araştırılmıştır.